Bize ait olan soruya bulacağımız en doğru cevap, kendimizin üreteceği cevaptır. Bu gün yapmamız gereken ilk şey, kendi sorularımızı sormaktır…
Üzgünüm; size bu konuda yardımcı olamayacağım. İsterseniz “google amcamıza” başvurarak merakınızı giderebilirsiniz.
Benim yazımda bu başlığın işi ne derseniz, hemen konuya geliyorum.
Evrendeki gizemler, anlaşılmaz olaylar, tarihin gizemli konuları her zaman bizim ilgimizi çekiyor. Nerede bir uzaylı haberi görsek, nerede gizemli bir şahsiyetin hayatınan denk gelsek hemen merakımızı cezbediyor. Peki, asıl merak etmemiz ve cevaplarının peşine düşmemiz gereken hakiki gizemlerimizin peşinden gitme konusunda nasılız?
Bizden önceki insanlığın deniz fenerleri olan düşünen erdemli filozoflar “Nerden geldik, niçin yaşıyoruz, nereye gidiyoruz?” şeklinde özetledikleri bir soruyla varlık meselelerine kafa yormuşlardır. Sadece onlar değil elbet, bilgeler, peygamberler, hakiki hayat liderleri de hep bu meseleye dair sorular sormuş ve cevaplarının peşine düşmüşlerdir.
Modern dünyanın dikte ettiği yaşam şartlarıyla içsel dünyasını bir türlü barıştıramamış nesiller olarak artık şapkayı önümüze koyup meselelerimize kafa yormanın zamanı geldi. Akıp giden hayatın hızı karşısında şaşkına dönüp, aynayı kendi ruhumuza ve ruhumuzun sorularına hiç çeviremediğimiz şeklinde bir durum var ortada.
En temel meselelerimizde taklitçi ve takipçi bir yaşayış içindeyiz. Kişisel devrimlerimizi başlatacak cesareti bir türlü gösteremiyoruz. Şimdi bir düşünelim: Hayat, hayat öncesi ve hayat sonrasına dair bütün inançlarımız, inandıklarımız, sadece bize öğretilenlerden oluşuyor. Doğduğumuz günden beri temel problemlerimizle değil, eşeğin gölgesi ile ilgileniyoruz. Eşeğin gölgesi ne derseniz onu da anlatayım yeri gelmişken:
Atina'da önemli bir tartışma yapılırken kürsüye Demostenes çıkar; ancak dinleyiciler sürekli kendi aralarında konuşmakta, filozofu dinlememektedir. Demostenes: “Bir hikaye anlatıp ineceğim.” der ve anlatmaya başlar:
Uzun zaman önceydi; bir delikanlı Atina'dan Megara'ya gitmek için bir eşek kiralamıştı. Eşeğini kiraya veren adamın da Megara'da işi vardı, beraber yola düştüler. Konuşa konuşa giderlerken öğle sıcağı bastırdı. Biraz dinlenmek ve öğle yemeği yemek için bir su başına çöktüler. Ama ortalıkta hiç gölgelik yoktu ve eşeğin sahibi yemeğini alıp eşeğinin gölgesine sığındı. Eşeği kiralayan genç buna içerledi : “Sen çekil, gölgede ben oturacağım.” dedi. Eşeğin sahibi itiraz etti: “Ben oturacağım, çünkü eşek benim!” Delikanlı: “Ama ben eşeği kiraladım.” deyince, eşeğin sahibinden: “Ben sana eşeği kiraladım, gölgesini değil!” cevabını aldı ve aralarında kavga çıktı.
Hikâyenin tam burasında Demostenes kürsüden iner ve yürümeye başlar. Dinleyiciler : “Sonunda ne oldu? Sonunu anlat!” diye bağrışmaya başlayınca ünlü filozof kürsüye tekrar döner: “Sizin için çok önemli bir konuda bir şeyler anlatmaya çalıştım, dinlemediniz. Şimdi ise eşeğin gölgesini merak ediyorsunuz.” dedikten sonra kürsüden iner, yürür ve gider…
Kişiliğimiz, maalesef eşeğin gölgesi meselesine kafa yoranların kurguladıkları inanç sistemi esasları, eğitim sistemi öğretimi ile şekillendi. İnsanın en özgür olması gerektiği zamanlarımızda özgür olamıyoruz. Okullarımız bizi bir ezber yuvası ve birer bilgi hamalı yapmakta. Daha da acısı Yaratıcı’nın hiç bir şekilde değer biçilemeyen bir akletme özelliği ile bizi dünyaya göndermesine rağmen bunu hep ihmal ediyoruz. İnsan olmaktan övünç duyduğumuz ve diğer canlılardan düşünebildiğimiz için üstün olduğumuza inandığımız halde neden düşünmüyoruz?
Neden öğretilen ezber bilgiler, taklitçi inançlar, insan ruhundan uzak yaşam prensipleri ile yaşıyoruz?
Neden hayatımızın sorularının peşine düşme cesaretini gösteremiyoruz?
Neden kendi varlık sorunlarımıza üreteceğimiz cevaplarımızın peşine düşmüyoruz?
Soru sormak, düşünme okulunun ilk dersidir. Sorusu olmayanların cevapları hiç bir zaman olamaz. Sorularının peşine düşen insan, kendi insanlık serüveninin gizemini çözebilecek yegâne insandır. Başkasının cevapları, onların kendi sorularının cevaplarıdır. Bizim sorumuza bulacağımız en doğru cevap kendimizin üreteceği cevaptır.
15 yılı geçen bir eğitim sürecini göze alarak meslek sahibi olabilen; 40 yılını bir işte harıl harıl çalışarak emekli olabilen bizlerin, kendi hayat meselelerine zaman ayırması, onları çözüme kavuşturması zor olmasa gerek.
Bu gün yapmamız gereken ilk şey, kendi sorularımızı sormak.
“Nerden geldik, niçin yaşıyoruz, nereye gidiyoruz?” sorusuna kendi sorularımızı eklemek. Ve cevaplarımızı bulmak için muhteşem akıl nimetinden faydalanmaya başlamak.
Böyle gelmiş böyle gider değil, böyle gelmiş böyle gitmeyecek, demek. Sürüden ayrılanı kurt kapar değil, kurtla kapışmayı göze alabilmektir yaşama cesareti, demek.
Karar bizim. Ya Barbanas’ın İncili’nin gizeminin peşinden gideceğiz, ya da kendi gizemimizin... Bu güne kadar yaptığımız ezberci yaşamaya, taklitçi inanmaya bir son verip, özgür ve özgün bir birey olarak hayatımızın peşinden koşturacağız.
Eşeğin gölgesi meselesine gelince, sevgili hukukçu dostum Cengiz Öz, kiralayanın malı tüm hakları ile kiraladığı için eğer sözleşmede ek bir madde bulunmuyorsa (gölgesi şu kişiye aittir gibi) gölgesinin de kiralayana ait olduğu bilgisini verdi.
Bakın bir sorunun cevabını hallettik. Darısı diğer sorularımızın başına... Sorularla dolu bir başlangıç diliyorum hepimize...
Kaynak:gencgelisim.com