Beş duyusunu kullanmadan ya da bu duyuları aşarak, olanı biteni biliveren birçok insan bulunduğunu biliyoruz. Bunların bir bölümü geçmişteki, bir bölümü o andaki olayları, bir bölümü de gelecekte olacakları biliyorlar.
Bunlara inanmayanlar olabilir; ama ortada tanıklar var, onlar gördüklerini unutmuyorlar… Denemeler yapılıyor. Konu bilimsel yönden araştırılıyor; didik didik ediliyor… İşte olaylardan bazıları…
Dünyanın Her Yanını Görüyor
ABD’de California’daki Stanford Araştırma Enstitüsü’nün doktorlarından Russell Targ ve Harold Puthoff’un çalışma odalarındaki telefon çaldı. Bu iki doktorun, duyu dışı algılama konusundaki araştırmalarını işitmiş olan kuşkucu bir bilim adamı, onları bir denemeye çağırıyordu.
Telefondaki bilim adamı, Targ ve Puthoff’un deneylerinde kendisinden yararlandıkları Ingo Swann adlı bir medyumun, coğrafi enlem ve boylamı verilen yerleri tanımlayabileceğinden söz ettiklerini işitmişti…
Deney için bir araya geldiler. Swann’den 49°20’ güney enlemi ile 70°14’ doğu boylamının kesiştiği yerde “görebildiklerini” anlatmasını istediler. Medyumun haritaya bakması kuşkusuz söz konusu değildi.
O yerde, kayalık bir ada gördüğünü söyledi. İklim soğukmuş ve adada yapılar varmış. Yapılardan biri turuncu renkliymiş ve önlerinde birkaç yük aracı duruyormuş. Swann, kıyı şeridini de betimledi. Sözlerini, adanın belirli noktalarını bir harita taslağı üstünde işaretleyerek sürdürdü.
Medyumun anlattıkları bütünüyle doğruydu. Kuşkucu bilim adamının verdiği enlem ve boylam, Hint Okyanusu’nun güney kesimindeki Kerguelen Adaları’nın üstüne düşüyordu. Adalar, Fransız güney ve güney kutup bölgeleri yönetiminin bir parçasıydı ve üst atmosferin incelenmesiyle ilgili bir Fransız-Sovyet ortak araştırma projesinde üs olarak kullanılıyordu.
Swann’in betimlediği yapıların çoğu adadaydı ve onun bu konuda önceden bilgisi bulunmasına olanak yoktu.
Targ ve Puthoff, “Zihnin Ulaştığı” adını verdikleri ortak kitaplarında bu olayı anlattılar. Stanford Araştırma Enstitüsü’nde bu olay, duyu dışı algılamanın bir türü olarak “uzaktan görünümleme” diye adlandırıldı.
Bunun gibi başka deneyler de gerçekleştirilmişti. Tümünde de, enlem ve boylama göre tanımlama yapanlar, o yerlere daha önce gitmemişlerdi…
Telepati Deneyi
İki araştırmacı, Stanford Araştırma Enstitüsü’ndeki araştırmalarını sürdürdüler. Pat Price, eski bir polis komiseri ve California’daki Burbank kentinin belediye başkan yardımcısıydı. Duyu dışı algılama yeteneği yüksekti. Targ onunla konuşmaktayken, Puthoff elinde çok sayıda kapalı zarf arasından rastgele seçilmiş bir örnekle Stanford Araştırma Enstitüsü’nden ayrıldı.
Dışarı çıktıktan sonra zarfı açtı ve kendisini gideceği yere yöneltecek yazıyı okudu. Gittiği yerde yarım saat kalıp, yalnızca çevresine bakındı. Bu arada Price, telepati yoluyla, Puthoff’un gördüklerini “görmeye” çalışmaktaydı.
Pat Price, “dağınık” denebilecek bir anlatımla gördüklerini betimlemeye başladı. Anlattıkları yavaş yavaş derli toplu ve tutarlı duruma geldi. Yavaş yavaş kule biçimli bir yapının tanımlamasına girişti. Sonunda “Sanki Hoover Kulesi” dediği işitildi.
Hedef noktası, Price’ın gördüğü” gibi, Stanford Üniversitesi’nin tanınmış yapılarından Hoover Kulesi’ydi.
Bazı kişilerin “uzaktan görünümleme”yi öğrenebileceklerini düşünürsek, ortaya ilgi çekici durumlar çıkabilir. Bunlar çok gizli siyasal ya da ticari konuşmalara kulak misafiri olabilirler mi? Özel planları ya da belgeleri “görebilirler” mi? Gizli askeri bölgeleri gezip oralarda çalışan kişilere ilişkin bilgiler verebilirler mi? Duyu dışı algılamada en iyi sonuçlar, böyle durumların pek mantığa uzak sayılamayacağını gösteriyor…
Bir gün biri çıkıp da, her istediği zaman ve yerde duyu dışı algılama yeteneğini kullanırsa, o zaman ne olacak?
İnananların Farkı
New York City Üniversitesi’nde çalışan Dr. Schmeidler, 1940’ların sonu ile 1950’lerin başında binlerce durugörü (clairvoyance) denemesi yaptı. Deneklerin her birine, denemeden önce, deney koşulları altında duyu dışı algılamanın olabileceğine inanıp inanmadıklarını soruyordu. Amacı, duyu dışı algılamaya inananların, inanmayanlardan daha yüksek sayıda doğru oranına ulaşıp ulaşamayacaklarını görmekti.
Gerçekten de Dr. Sehmeidler’ın değerlendirmeleri böyle bir farklılığın olduğunu gösterdi. İnananlar, kendilerini olaya daha çok veriyorlar, daha çok doğru oranına ulaşıyorlardı. İnanmayanların doğru sayıları daha azdı…
Duyu dışı algılama ile kişilik arasındaki bir başka bağlantı, Duke Üniversitesi Parapsikoloji Laboratuvarı’nda Dr. Betty Humphrey tarafından bulundu. Araştırmacı, duyu dışı algılama için deneyeceği kişilere, deneyden önce boş bir kâğıt parçası vererek, istedikleri herhangi bir şekli çizmelerini söyledi.
Kâğıdın büyük bir bölümünü kaplayan iri resimler kişinin “rahat ve sakin” (dışa dönük) bir tip olduğunu anlatıyordu. Küçük, ürkek ya da basmakalıp çizimlerse, kişinin “kapalı” bir tip olduğunu gösteriyordu. Bunların duyu dışı algılamada aldıkları sonuçlar karşılaştırıldı. Rahat ve sakin kişiliklerin kapalı kişiliklerden daha başarılı oldukları ortaya çıktı.
Modern parapsikoloji uzmanları, günün ya da gecenin herhangi bir anında, bilinçlilik durumunda bir değişme yaratmaya dayanan bir yöntem kullanıyorlar. Bu yöntem şöyle uygulanıyor:
Önce, üstünde deney uygulanacak kişiden bir yatağa uzanması istenir. Gözleri, ortadan ikiye kesilmiş masatenisi toplarıyla örtülerek, üstlerine renkli ışık düşürülür ve kulakları kulaklıkla kapatılarak, aygıtın içine daha önce banda alınmış tatlı bir ıslık sesi verilir.
Bu durumda, kişinin zihnini çelecek görsel ya da işitsel bir bağlantı olmaz. Belirli bir uzaklıkta bulunan, önündeki resme dikkatini yoğunlaştırmış olan bir başka kişiden, duyusal sinyaller alması beklenir.
Bu yöntem, denek üstünde “Grenzfeld Durumu” denen bir etki oluşturmaktadır. Dr. Carl Sargent, bu yolla Cambridge Üniversitesi’ndeki araştırmalarında önemli sonuçlar elde etmiştir.
Fotoğraftakileri Biliyor
Dr. Carl Sargent’ın yaptığı denemelerde en iyi sonuçları aldığı kişilerden biri, genç bir bilgisayar uzmanı olan Hugh Aston dur. Aston bir denemede şunları anlatmıştı:
“İtfaiyecileri ve itfaiye merkezini görüyorum… İtfaiyecileri kesinlikle gördüm; siyah ve beyaz. Kişileri, ama yüzlerini değil. Sanırım yerde öndeki biri bu yana bakıyor… Genç bir yüz; sanki fotoğrafçı ‘hey’ diye bağırıyor ve yalnızca o dönüyor…”
Başka bir odada önündeki fotoğrafa bakmakta olan kişinin dikkatini yoğunlaştırdığı görüntü, özel eğitim yapılarında hortumla yangın söndürme çalışmaları yapan itfaiyecilerle ilgiliydi. Tümü fotoğraf makinesine arkalarını dönmüşlerdi (biri dışında). O bir kişi de, doğrudan doğruya fotoğrafçıya bakıyordu. Denemenin sonunda, fotoğrafa bakmakta olan kişi, odaya 4 fotoğraf getirdi. Bunların yalnızca biri deneyde kullanılmıştı. Hugh Aston’dan deneyde kullanıldığım sandığı resmi belirlemesi istendi; o da bunu hemen başardı.
Hipnozla Duyu Dışı Algılama
Duyu dışı algılamayı sağlamak için başarıyla kullanılan bir başka yöntem de, hipnozdur. Hipnotizmanın iki yüzyıl önce en yaygın türü olan Mesmerizm, kişiler üstünde paranormal etkiler yaratmakta kullanılıyordu. Marki du Puysegur, Victor Race adlı bir köylünün mesmerik bir trans sırasında Puysegur’un zihninden geçenleri söyleyebildiğine birkaç kez tanık olmuştu.
Eski SSCB’deki duyu dışı araştırmacıları, duyu dışı algılamayı sağlamak için hipnozdan yararlanmaya yoğun biçimde eğilmişlerdi. ABD’de yaşamakta ve çalışmakta olan Çekoslovak Dr. Milan Ryzl tarafından yürütülmekte olan çalışmalar, onların etkisiyle doğmuştur.
Bu doktor, daha Çekoslovakya’dayken, durugörü konusunda deneyler yapmıştı. Bir gün hipnotize ettiği genç kıza, bir arkadaşının başına gelebilecek tatsız bir olayı göz önüne getirmesini, böylece bu arkadaşının uyarılabilmesini söyledi.
Josefka adlı bu kız, hipnotize edilir edilmez, 80 km uzakta oturan bir kız arkadaşının, bir lokantada, bir yabancıyla karşılaştığı sahneyi ayrıntılarıyla anlatmaya başladı. Onların oradan ayrıldıklarını, motosiklete binip hızla uzaklaştıklarını, gördüğünü söyledi. Sonra ansızın durduklarını söyleyip, haykırdı:
“Aman Tanrım! Oğlan onun bluzunu yırttı.” Sonra da, arkadaşına vahşice tecavüz edilen korkunç sahneyi ayrıntılarıyla anlattı.
Ertesi gün, gelecekteki bir olayı önceden görmüş olduğunu sanarak, kız arkadaşına telefon etti ve onu yabancı birinden gelecek bir motosiklet gezisi önerisini kabul etmemesi için uyarmak istedi. “Çok geç kaldın” karşılığını aldı. “Çoktan oldu. Dün gece. ” Josefka, ilgi çekici olayı bütün ayrıntılarıyla görmüştü.
İlgi Çekici Soruşturma
İngiltere’nin en ünlü gelecek bilimcilerinden Francis Kinsman, duyu dışı algılamanın pratik kullanımına yönelik ilgi çekici bir girişimde bulundu.
1979 yılının Mart ile Haziran ayları arasında, duyu dışı algılamada en ünlü 15 kişiye şu basit soruyu sordu: “İngiltere’nin dünyadaki rolünün 1980’lerde ne olacağım düşünüyorsunuz?”
Yanıtlar siyaset, iktisat, teknoloji ve toplumsal gelişmeleri de içerecek biçimde dallanıp budaklandı. Sonuçlar “Gelecek Zaman” adlı bir kitapçıkta yayınlandı. Kehanetler arasında, günümüzün dünya ekonomik sisteminin çökmesi, büyük depremler, yeni bir Ortadoğu savaşı ve Kraliçe’nin tahttan ayrılması da bulunuyordu…
Ancak belki de en ilgi çekici olanlar, duyu dışı algılama konusunda söylenenlerdi. Soruşturmaya katılanlar, tıp alanında duyu dışı tekniklerin kullanılmasında artış olacağını öne sürdüler. Söylediklerine göre, SSCB’deki uzmanlar duyu dışı araştırmalar alanında da büyük adımlar atmışlardı ve gizlice duyu dışı savaş deneyleri yürütmekteydiler. SSCB yöneticileri güvenliklerini sağlamak gerektiğinde Batı karşısında güçlü olabilmek için, bu alana büyük önem veriyorlardı…