Başlangıçta Elohim Cennetleri ve Dünyayı Yarattı…
Dünya Şekilsiz ve Boştu… Ve Enginin Yüzü Üzerinde Karanlık Vardı… Ve Elohim’in Ruhu Suların Yüzü Üzerinde Hareket Ediyordu…
Bu gizemli ve etkileyici sözlerle açılır Torah’ın Yaratılış bölümü Bereshit!Eski İbrani alfabesinin özelliğinden dolayı pek çok farklıbiçimde çevrilir bu sözler aslında. “Başlangıçla Yarattı Elohim Cennetleri ve Dünyayı” veya “Bilgelikle yarattı Ain Soph Anlayışı” gibi.İnsanı okuduğu ilk andan itibaren sarmalar, derin düşüncelere sevk eder, bir gizemler okyanusu biçiminde içine çeker. Bereshit(Başlangıçta) kelimesi kabalada, yüzlerce farklı biçimde yorumlanır, üzerinde meditasyon yapılır ve kişinin algılama düzeyine bağlı olarak pek çok farklı biçimde tercüme edilir.
Önceki yazımızda bilinemeyen, kavranamayan adı dahi konulamayan yüce Yaratıcı’nın, sınırsız derecede soyuttan (Ain) sınırsız derecede somut (Ain Soph) seviyesine tezahür ettiğinden bahsetmiştik. Şimdi buradan alarak, kademe kademe, içinde bulunduğumuz fiziksel Yaratılış’a doğru tezahür aşamalarınıincelemeye devam edelim.
“Mutlak Hiçlikten Mutlak Varlığa tezahür eden Yaratıcı bir sonraki aşamada Sınırsız Işığı’nı tezahür ettirir!” demiştik. Bakalım bundan sonra neler oluyor:
Sınırsız Işık
Kabalistik yaklaşımda tanrısal tezahürün Mutlak Varlık (Ain Soph) seviyesini izleyen sonraki aşaması Sınırsız Işık adını alır. Ancak dikkat edelim, burada bahsedilen ışık asla bildiğimiz ışık değildir. Sadece bir sembol, bir metafor olarak verilir. Sınırlı insan aklının sınırsızı anlaması mümkün olamayacağından Kabala bu tür benzetmelere pek çok kez başvurur. Işığın var ediliş nedeni ise Mutlak Varlığın o muazzam gücüne ve şiddetine, sonraki aşamada yaratılacak sistemin (Yaratılış) dayanmasının henüz mümkün olmamasıdır. Mutlak Varlık’tan tezahür eden ve ona göre bir kademe daha somutlaşan bu tanrısal ışık tüm Varoluş’u sarmalar, fiziksel ve ruhsal yaratılışımızın başlangıç noktasını oluşturur.
Bir başka deyişle Sınırsız Işık, Yaratıcı (Burada Ain Soph) ile Yaratılış arasında var olan bir bağlantı şeklinde tezahür eder. Torah’ın Yaratılış bölümünde bahsedilen; “..ve Elohim’in Ruhu Suların Yüzü Üzerinde Hareket Ediyordu.” deyişindeki “Elohim’in Ruhu” kavramı, O’nun yavaş yavaş Varoluş’a yaşam vermeye başlayan Sınırsız Işığına atfedilir. Elohim adı Eski Ahit çevirilerinde T-nrı(!) olarak çevrilmekle birlikte Kabala’da, yaratıcı varlığın bu aşamadaki adı olması nedeniyle, olduğu gibi telafuz edilir. Onun Ruhu niteliğiyle de tüm Yaratılış’ı sarmalayan, var olan her şeye yaşam veren ve var oluşumuzun özü olan Sınırsız Işık tüm ruhsal ve fiziksel evrenleri doldurur.
Devam etmeden önce hemen şu çok önemli noktayı bir kez daha vurgulayalım. Hiç Olan (Ain), Sınırsız Olan (Ain Soph) ve Sınırsız Işık (Ain Soph Aur) kavramlarına bakıp onları birbirlerinden ayrı ve bağımsız tanrılar sanmayın sakın. T-nrı korusun! O zaman çok tanrılı bir sistem ortaya çıkar ki bu Kabalanın özüne tamamen aykırıdır. Onlar, Bir ve Tek olan Yaratıcı’nın birinden diğerine kademeli tezahürüdür. Bu noktayı kavrayamayan kişilerce Kabala bu nedenle yüzyıllarca pagan bir öğreti olarak nitelendirilmiştir.
Kısaca özetlemek gerekirse Mutlak Hiçlik, Mutlak Varlık ve Sınırsız Işık sıfatları Yaratıcı ile Yaratılış’ı birbirinden ayıran bir sınır gibi düşünülürler ve bu nedenle de çeşitli öğretilerde “örtü” ya da “perde“ kavramları ile somutlaştırılırlar. Dolayısıyla; “bu örtüler, ön taraflarında yer alan ve bizim görebildiğimiz, kavrayabildiğimiz ve evrimimizin sonraki aşamalarında ulaşabileceğimiz bir gerçekliğin soyut arka planı olarak hizmet ederler” diyebiliriz.
Bu noktada insanın aklına hemen gelecek olan soru; “Mutlak Hiçbir Şey-Mutlak Her Şey-Sınırsız Işık üçlüsü insan idrakinin ötesindeyse biz Yaratıcıyı nasıl idrak edeceğiz?” biçiminde olacaktır şüphesiz. Çünkü bu tür sonsuz derecede soyut tanımlamalar doğal olarak insana bir belirsizlik, yokluk ve hatta çaresizlik hissi verirler. Kabala bu sorunun yanıtını ise artık bildiğimiz gibi “tezahür” kavramı ile verir. İdrakin ötesinde olan Sınırsız Yaratıcı, hiçlikten varlığa doğru kademeli olarak tezahür eder ve sınırsız derecede soyut varlığını her kademede biraz daha sınırlandırmak ve somutlaştırmak suretiyle sınırlı varlıkların idrak edeceği seviyelere indirir. Dolayısıyla bizler (ruhsal gelişim derecemiz oranında) Yaratıcı’nın Özü’nü değil ancak, Onun belirli bir seviyeye kadar tezahür etmiş fikrini idrak edebiliriz. Buna bir örnek olarak bir nükleer reaktör ve evimizdeki televizyonu verelim. Reaktörün ürettiği o muazzam güce televizyonumuzu doğrudan bağlarsak ne olur? Herhalde büyük bir gürültüyle patlar! Dolayısıyla biz ne yaparız? Reaktörün ürettiği voltajı trafolardan geçirip televizyonumuzun dayanabileceği seviyelere kademe kademe indiririz. İşte Yaratıcı-Yaratılış tezahürü de tıpkı bunun gibi düşünülebilir. Her trafo gücü bir miktar düşürür ve televizyonumuz için uygun olan seviyeye getirir.
Ancak, Mutlak Varlık’tan tezahür eden Sınırsız Işık -başlangıcına oranla oldukça somut bir hal almış olmakla birlikte- fiziksel alemlerin var olabilmesi için hala muazzam derecede kuvvetli, muazzam derecede soyuttur ve somut bir Yaratılış’ın oluşmasına henüz olanak vermemektedir. İşte Yaratıcı bu amaçla, tezahürün bu aşamasında, Sınırsız Işığını tek bir merkeze yoğunlaştırır ve fiziksel bir yaratılışa olanak sağlamak üzere ruhsal ve fiziksel alemlerin ilk aşamasını oluşturmaya başlar.
Artık yavaş yavaş sınırlı ve somut bir varoluştan bahsettiğimizi farketmişsinizdir. Bir başka çok önemli ve gözden kaçırmadığınızı tahmin ettiğim bir nokta daha var: Şimdiye kadar bahsettiğimiz her şey yalnızca Yaratıcı’dan ibaretti. Ne bir çoğalma söz konusuydu, ne de bir başkası! Her şey yalnızca O ve Onun tezahüründen ibaretti. Elbette bundan sonra bahsedeceğimiz her şey de yine öyle olacaktır. Hiçlik, Varlık, Işık, Yaratılış ve Yaratılış’ı oluşturan ruhsal ve maddesel her şey sadece Onun bir tezahüründen ibarettir. İşte bu yüzden Kabala’da; “O’ndan başkası yok” denir.
Sınırsız Işığın tek bir noktaya yoğunlaşmasıyla artık bizim de içinde bulunduğumuz tüm ruhsal ve fiziksel evrenleri yaratacak maddesel bir varoluş için gereken başlangıç hazırdır. O idrakimize sığmayacak kadar yüce ve muazzam gücün Sınırsız Işığının tek bir noktaya yoğunlaştığını düşünün. İnanılmaz, akla hayale sığmaz, tasavvur dahi edilemez bir enerjinin(!) tek ve sınırsız derecede küçük bir noktada(!) yoğunlaştığını hayal edin. İşte bundan sonrası Kabalada (Lurianik Kabala), muazzam bir patlama ya da fışkırma ile tüm ruhsal ve fiziksel evrenlerin, alemlerin vücuda getirilmesi eylemiyle ifade edilir. Yabancı gelmedi değil mi? Günümüz bilimi nihayet yüzyılın başında bu açılmayı öngörebildi ve adına da Big-Bang (Büyük Patlama) dedi. Halbuki bu kavram binlerce yıldır başta Kabala olmak üzere pek çok ezoterik öğretinin bilgisi dahilindeydi.
Yaratılış Başlıyor
“Hiçbir şey ve hiçbir varlık henüz var edilmeden önce yalnızca Sınırsız Işık vardı. Tüm Varoluş’u (Mutlak Varlık) dolduruyordu ve hiçbir boşluk yoktu. Ne bir başlangıç ne de bir son vardı. Her şey her yana doğru düzenli ve dengeli bir biçimde yayılmış bulunan Sınırsız Işık’tan ibaretti.” (Rabbi Isaac Luria)
Henüz hiçbir şeyin var olmadığı bu aşamada Sınırsız Işığın doldurduğu bir varoluş kavramı belki biraz garip kaçabilir. Sanki zaman ve mekandan bağımsız bir tanımın içinde bir mekan tanımlıyormuşuz gibi gelmektedir kulağa. Kabalistik anlayış; geçmişte var olmuş, şu an var olan, ve gelecekte var olacak olan tüm alemlerin, bu alemlerin içinde yer alan canlı ve cansız tüm varlıkların yani kısaca her şeyin Sınırsız Olan’ın içinde önceden var olduklarını öngörür. Tabii ki hiçbir düzeltmeye, tekamüle, gelişmeye gerek olmayan mükemmel biçimleriyle. İşte biz buna potansiyel var oluş diyoruz.
Her şey en mükemmel haliyle Sınırsız Olan’ın içinde potansiyel olarak var olduğuna göre bu aşamada henüz O’nun, içinde Kendini göreceği bir Yaratılış’ın var olması için hiçbir neden yoktu. Sınırsız Işığın bütün görkemiyle tüm Varoluş’u doldurması nedeniyle de ilk gereken şey içinde bir Yaratılış’ın var edileceği bir mekan yaratmak üzere Işığın sınırlandırılması, çekilmesi idi.
Bundan sonra olanları yine Luria’dan dinlemeye devam edelim:
“Tüm eserlerini, Adlarını ve Sıfatlarını var etmek üzere alemleri yaratmak ve tüm tezahürlerini harekete geçirmek istediğinde O, kendi merkezine, orta noktaya doğru çekildi ve sonra Kendini bu merkez noktadan çevreye doğru uzaklaştırdı. Sınırsız Işığını yanlara doğru çekti ve böylece merkez nokta ile Sınırsız Işığın etrafında bir boş yer oluştu. Oluşan bu boşluk mükemmel bir küre ya da daire biçimindeydi ve hiçbir köşe ya da açı içermiyordu. Çünkü Sınırsız Olan Kendini de aynı biçimde sınırlamış ve tam bir küresel ya da dairesel biçim almıştı. Bu nedenle bu merkez noktanın etrafında yer alan boşluk da daireseldi ve mükemmel bir denge durumundaydı. Ne aşağısı vardı ne yukarısı, ne sağ vardı ne sol. Tüm çevrede her yer mükemmel bir biçimde eşitti ve aynıydı. Çünkü Sınırsız Olan’ın Kendisi de mükemmel bir denge, eşitlik ve aynılık durumundaydı.” (Bilindiği gibi matematikte bir daireden daha mükemmel simetriye ve dengeye sahip daha üniform bir başka şekil yoktur.)
Boşluğun dairesel ya da küresel olmasının bir başka nedeni daha vardı aslında. Bir sonraki aşamada içinde oluşacak yine dairesel oluşumların (alemlerin) mükemmel bir biçimde var olabilmeleri için Yaratıcı’nın Sınırsız Işığı’nı her yönden eşit ve aynı şiddette alabilmeleri. Böylece O’nun Sınırsız Varlığı’nı sınırlaması sonucunda, içinde O’nun, Özünün değil ama eylemlerinin bilinebileceği, idrak edilebileceği, küre biçiminde bir ezeli, ilksel mekan yaratılmış oldu. İşte bu harekete Kabala’da tzimtzum yani çekilme, sınırlama adı verilir.
Sınırlama aşamasından sonra sıra artık alemlerin oluşturulmasına gelir. Luria bu aşamada oluşan bu mükemmel ezeli mekanın aslında tam anlamı ile bir boşluk (çünkü boşluk içinde hiçbir şey yok anlamındadır ancak Yaratıcı’nın olmadığı bir yer düşünülemez) olmadığını öngörür. Çevreye doğru çekilen Sınırsız Işığın bir kalıntısı, Yaratılış’ın ilksel maddesel temelini oluşturmak üzere bu mekanın içinde kalır. İşte bu kalıntı bir sonraki proseste şekillendirilmek üzere, içinde var olacağımız fiziksel ya da ruhsal tüm alemlerin temel ilahi maddesidir
Bu noktada şimdiye kadar gerçekleşen bu sınırlama işlemi hakkında bir şeyi vurgulamanın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu sınırlandırma işlemini sadece kelime anlamı ile düşünmek bence bizi büyük bir hataya götürür. Bu tür uzaysal ya da fiziksel bir kavramı ya da işlemi Yaratıcı’ya doğrudan uyarlamak gerçekte kesinlikle olanaksızdır. Çünkü O, uzay ve zaman da dahil olmak üzere bilinen her türlü kavramın ötesindedir. Dolayısıyla bu olayı daha ziyade kavramsal olarak ele almak gerekir.