Spiritüalist terminolojiye Latince’den (spatium) geçmiş bir terimdir. Spiritüalistlere göre, öte-âlem anlamında kullanılan bu terimi “ruhlar âlemi”, yani “ruhların bulunduğu âlem” olarak anlamamak gerekir. Çünkü ruhlar maddi değildir ve maddi olmayan bir varlık için mekândan söz edilemez. Ancak, ruhlar, her maddi ortamda, o ortama uygun bir araç kullanırlar.
Bu araç, yani ruhun tesirlerinin ulaştığı hedef, fizik dünyada fizik beden, spatyum denilen mekânda ise ‘perispri’ olur. (Ancak, perispri, fizik beden gibi terkedilmez.)
Dolayısıyla eğer spatyuma, orada ruhların araçlarının, etki ve eserlerinin mevcut olmasından ötürü ruhlar âlemi denilmek isteniyorsa, yaşadığımız fizik dünyaya da ruhlar âlemi denilmelidir; çünkü ruhlar (biz), araçları (bedenlerimiz) , etki ve eserleriyle burada da mevcuttur.
Spatyum sözcüğünden anlaşılması gereken anlam “ölüm ötesi âlem” ya da kısaca “ölüm ötesi”dir. Spatyum, yapısı bakımından, fizik maddelerin bilinen üç halinden (katı, sıvı ve gaz) farklı hallerdeki maddelerden oluşur.
Bunlar fizik maddelere oranla daha akıcı, yoğunlukları daha az ve atomik vibrasyonları daha hızlı maddelerdir. Ancak, spatyum tek tip bir maddeden oluşmaz, homojen bir yapıya sahip değildir; kendi içinde bir kademelenme gösterir.
Teozoflar bu kademelenmeyi, birbirinden kesin sınırlarla ayrılan âlemler (ether, astral plân, mantal plân; kozal plân) halinde açıklamaya çalışmaktadır.
Neo-spiritüalizm ise, yoğunluk farklılıkları gösteren bir kademelenmenin sözkonusu olduğunu kabul etmekle birlikte, spatyumun birbirinden kesin sınırlarla ayrılmış tabakalar halinde düşünülmemesi gerektiği görüşündedir.
Vibrasyonel düzey farklılıklarından kaynaklanan bu kademelenme içerisinde her varlık tekâmül durumuna göre bir yer tutar. Ruhlar spatyumda perisprileri ile birliktedir. Spatyumda sonsuz denilebilecek, çeşitli seyyallik derecelerinde sıralanmış -maddi-hallerde- oluşan yaşam alanları ve muhitleri (ortam, çevre) vardır.
Spatyumda her perispri kendi çevresindeki diğer perisprilerle, o çevrenin gereklerine uygun biçimde ilişki ve irtibatta bulunur. Oradaki iki varlığın ilişkisi perisprileri ile olur.
Dünyadaki bildirişimde duyguların düşünce imajlarına, düşünce imajlarının da değerlerinden çok şeyi yitirmiş bir halde ses, şekil gibi sembollere dönüşmesi söz konusudur. Spatyumdaki perispriler arası bildirişimde ise ses, şekil, vb. yoktur (orada fizik madde olmadığından zaten mevcut olamaz); Tesir, karşıdakine aynen hissedildiği gibi, orijinal haliyle yansıtılır.
Ses denilen kaba maddi vibrasyonların olmadığı spatyumda lisanlara gerek yoktur; bedensizlerin lisanı manalardan oluşur. İlişki şöyle gerçekleşir: Bir bedensizin isteği, perisprisinde o istekle ilgili birtakım vibrasyonların meydana gelmesine neden olur.
Bu vibrasyonlar o perispriyle ilgili çevredeki seyyal maddelerin de titreşmesini sağlar. Bu seyyal ortamdaki sarsıntılar, bizim mekân anlayışımızla ölçülemeyecek çok büyük bir alanı bir anda istilâ eder ve dolayısıyla diğer bedensizin perisprisine ulaşarak onda aynı nitelikte bir sarsıntı yaratır.
(Bu, fizikteki, titreşimin hava yoluyla aktarılması sayesinde oluşan rezonans olayına benzetilebilir.) Bu bir çağırıştır; ikinci varlık isterse yanıt verir ve ilişki kurulmuş olur.
Spatyumdaki iki bedensiz, böylece, bizim yıllarca sürebilecek görüşmelerle yapabdeceğimiz bildirişimi, “bir an” diyebileceğimiz -çok kısa bir süre içinde olup biten bildirişimle gerçekleştirebilirler.
Buna karşılık spatyumdaki bedensizler, dünyada olup biten her şeyi bilen varlıklar değildir; bedensizler, bedenlilerle birtakım şartlar dâhilinde (perisprital irtibat, telepati ) ilişki kurmadan dünyadan haber alamazlar, hatta “ruhsal irtibat” seansının yapıldığı odanın içinde olup bitenleri bile bilmezler.
Spatyumdaki bedensiz varlıklar dünyadaki bir bedenli varlığın perisprisiyle irtibat kurmadan, dünyadaki canlı ve cansız maddelere doğrudan doğruya bir müdahalede bulunamazlar.
Fizik dünyadaki ölüm olayından sonra ruhlar için spatyumda üç temel aşama sözkonusu olur:
1- Kendiliğinden imajinasyon aşaması:
Tekâmül düzeyi ne olursa olsun, fizik dünyadaki ölüm olayından sonra ruh, fizik bedenini terketmiş olduğunu hemen anlayamaz; önce bir bocalama dönemi geçirir. (Kişi dünyadayken spatyumun nasıl bir yer olduğu hakkında ön-bilgiler almış olsa bile, yine de bu bocalama dönemini geçirir.
Bu, içinde bulunulan yeni ortamı tanıma maktan, anlayamamaktan, alışamamaktan doğan bir tür uyumsuzluk sürecidir.) Bu dönemde bir tür bilinçsizlik hali söz konusudur. Bu hal neo-spiritüalist terminoloji de Teşevvüş terimiyle ifade edilir.
Spatyuma göçmüş bir varlıkta dünyadaki haline kıyasla meydana gelen başlıca manevi değişiklikler şunlardır:
Dünyadaki maddi bağlar ortadan kalktığından, baskı altındaki vicdan serbestleşir ve dünyadaki haliyle karşılaştırılamayacak derecede güçlü bir konuma gelir.
Dünyadaki maddi bağlar ve bu bağlarla bağlı işler ortadan kalktığından, varlıkta, başta pişmanlık olmak üzere duygular (utanma, acıma, hiddet, korku vb.) ve eğilimler ön plana çıkarlar. İlk aşamadaki varlıklar, fikirlerinden çok duygu ve eğilimlerinin esiri olurlar.
İmajinasyon yeteneği fizik dünyadakinden birkaç kez daha güçlü duruma gelir, (Düşünme ve imajinasyon maddi bir yapı olan beyin tarafından üretilmediğinden ölümden sonra da devam eder).
Bütün bu değişiklikler sonucunda, spatyumda serbestleşen duygu ve eğilimler vicdanın direktifi altında, imajinasyon sayesinde, varlığa gerçek görünen bir yaşam sahnesinin oluşmasına neden olurlar, aslında gerçektir de.
İmajlar insan ruhunda objektif (nesnel) bir değere sahiptir. Sahne, imajinasyonla yaratılan öylesine canlı, öylesine objektif imajlarla doludur ki, varlık, bu yapay âlemi kendisinin yarattığının farkında olmadan, yaşamını sahnedeki olayların içinde sürdürür.
(Aslında bu yapay bir âlem değildir; bu, vicdanımızın Şuuraltındaki imajlarla gizli olan veya olmayan irademizi kullanarak kurduğu objektif ve reel yaşamımızdır. Bu durum, tıpkı, dünyadayken görülen rüyalara benzer:
Rüyada da insan, imajların kendi imajinasyonunun ürünü olduğunu düşünmeden, onları objektif bir realite olarak kabul eder. Varlık, dünyasal anlamıyla “iradesinin dışında” meydana gelen olayları “yarı-şuurlu” bir halde yaşamaktadır.
Bu manevi süreç, maddi açıdan şöyle açıklanmaktadır:
Spatyumun maddeleri son derece duyarlı maddeler olup, hayal etme ve düşünmeyle şekil alma özelliğine sahiptir. (Bu süptil maddeler imajinasyon yeteneğiyle şekillendirilebilme özelliğine sahip olduklarından, ölüm olayı ile spatyuma göçmüş biri içinden neyi geçirir, neyi niyet eder veya neyi düşünürse karşısında onu bulur.)
Dezenkarne (fizik bedenini terketmiş) varlık halen dünyada yaşıyormuş gibi düşünmeye, davranmaya devam eder, düşünsel alışkanlıklarını sürdürür. Bu yüzden, varlık orada, farkında olmadan, spatyumun maddelerini imajinatif faaliyetleriyle biçimlendirerek, kendisini, kendisinin yarattığı yapay bir dünyada bulur.
Yarattığı bu yapay dünyayı fiziksel dünya ortamı zanneder ve önceleri bundan hiç kuşku duymaz. Üstelik bunun kendi imajinasyonunun ürünü olduğundan da habersizdir. (Kendi düşüncelerinin, imajinasyon yeteneğinin ürünü olan bu nesne, kişi ve olayları kendi dışındaki beş duyusuyla algıladığı bir gerçeklik sanan varlık, bunların gerçekliğinden, daha doğrusu objektif oluşundan en ufak bir kuşku duymaz.)
Aslında bu imajinatif dünyayı yaratan, varlığın iradesini etkisi altına almış vicdanından başka bir şey değildir. Bu işte şuuraltı imajları kullanılır. Dolayısıyla her varlık, fiziksel dünyadaki manevi ve ahlaki yapısı ya da “içyapısı” nasılsa, yani niyetleri, fikirleri, duyguları, eğilimleri, alışkanlıkları, değer verdiği şeyler nasılsa, kendini spatyumda öyle bir ortamda bulur.
Varlık, bilmeden oluşturduğu imajların, mizansenlerin, sahnelerin içinde yaşar; bu yaşam, varlık için’yerine göre ıstıraplı, yerine göre ıstırapsız olur. İşte kimi inanışlarda sözü edilen cennet ve cehennem sembollerinin anlamlarından biri de, varlıkların yaşadıkları bu ıstıraplı veya ıstırapsız hallerdir. Oradaki tek yargıç, varlığın vicdanıdır.
Spatyum’daki zaman akışı ve zaman kavramı dünyadakiyle bir değildir, kıyaslanamazlar. Örneğin, spatyumdaki bedensiz varlık dünyada yıllar alabilecek olayları, spatyumda dünya zamanıyla bir saniye içerisine sığacak şekilde yaşayabilir ve geçirdiği kısa zaman, kendisine bu kadar uzun gelebilir.
Fiziksel dünyadan ayrılmalarının üzerinden henüz birkaç gün geçmiş olmasına rağmen, bu aşamadaki varlıklara, orada geçirdikleri zaman, bir-kaç yüzyıl kadar uzun gelebilir.
Spatyumun bu ilk aşamasına klasik spiritüalizmde “iradedışı imajinatif kreasyon aşaması”, neo-spiritüalizmde ise “kendiliğinden imajinasyon aşaması” adı verilir. Teozoflara göre, varlık, bu aşamada, arzular, duygular ve hayaller âlemi olan Astral plân’dadır.
2- İkinci aşama iki “tali aşama “da ele alınabilir:
a) Geçiş aşaması:
Bu aşamada imajinatif kreasyon devam etmekle birlikte, varlıkta yavaş yavaş şuurluluk hali belirmeye başlar. Fakat bu, “kesikli” (an be an gidip gelen) bir şuurluluktur. Yani ikinci aşamanın gerektirdiği şuurlu ve idrâkli hal henüz tam olarak oluşmamıştır.
Bulanık ve bulutlu (sisli) şuur hali biraz berraklaşma göstermiş olmasına karşılık henüz devam etmektedir. Bir şimşek süresi kadar gelip geçici idraklenmeler söz konusudur.
Manevi varlıklarını fiziksel dünyadayken sanatla, güzellik duygularıyla, iyi değerlerle, ahlaki ve ruhî bilgilerle yüceltilmemiş, bu alanda hiçbir çaba sarf etmeye gerek görmemiş ve zamanlarını yalnızca maddi zevklerin peşinde koşarak geçirmiş olanlar daha yukarı aşamalara çıkamazlar.
Birinci aşamadakiler gibi yüksek varlıkların koruması ve yardımı altında, bir süre sonra, tekâmül ihtiyaçlarına göre hazırlanan yeni bir yaşam plan ve programıyla, dünyada tekrar bedenlenirler.
b) Şuurlu ve idrâkli imajinasyon aşaması:
İkinci aşamanın bütün gereklerine uyabilecek kadar yükselmiş olan varlıklar, buradaki sınırsız, güzel ve iyi olanaklardan yararlanarak mutlu bir yaşam sürerler. Kendilerini ve çevrelerini tanımaya, araştırmaya çalışırlar.
İmajinatif kreasyonlarını artık şuurlu olarak yapmaktadırlar. Fakat burada gelişigüzel ve keyfi amaçlarla yapılan imajinatif kreasyonlar söz konusu değildir. Burası bir değerlendirme ve uygulama alanıdır. Burada, fiziksel dünyada edinilen bilgi ve görgünün uygulama alanına getirilmesi, yani kazanılan yeteneklerin, değerlerin denenmesi söz konusudur.
Böyle yükseltici, geliştirici amaçlarla, buradaki varlıklar, gerek kendi imajinasyonlarıyla kendilerinin oluşturdukları, gerekse yüksek varlıkların oluşturdukları olayları yaşarlar.
Son enkarnasyonda fiziksel dünyada yaşananlar, başka biçim ve tertipler altında, başka senaryolarla, adeta yeniden yaşanır. Böylece, fiziksel dünyada kazanılanların denenme, sınanma olanağı elde edilmiş olur. Reenkarne olmadan önce hazırlanan sonraki yaşam planını az çok kendileri yapabilecek duruma gelen varlıkların ilk basamağı bu aşamadır. Teozoflara göre, varlık bu aşamada, artık arzulann ve duygulann değil, zihinsel çalışmaların söz konusu olduğu mental (zihinsel) plândadır.
3- Kozalite (nedensellik) aşaması:
Bu aşamaya bu adın verilmesinin nedeni bu aşamadaki varlıkların, üç boyutlu âlemdeki olayların neden-sonuç zincirini çözebiliyor, olayların akışındaki neden-sonuç ilişkilerini açıklıkla görebiliyor olmasıdır.
Bu aşamadaki varlık kendisi ve başkaları tarafından yapılan işlerin içeriğini araştırır. Buradaki yaşam daha çok bir derin düşünme (contemplation) yaşamıdır; fakat burada söz konusu olan, dünyada anlaşılan tarzdaki cansız ve pasif bir düşünme biçimi değildir.
Buradaki düşünce tümüyle aktiftir, bir faaliyettir. Burası bir analiz ve sentez yeridir. Burada varlık milyarlarca yılla ifade edilebilecek bir süre boyunca geçirdiği yaşamlarının bütün gözlemlerini ayrıntılı bir şekilde inceleyerek, çıkardığı sonuçlardan edindiği bilgilerle ilâhî yasaları kavramaya, anlamaya çalışır.
Geçmişine ait gözlemleri incelemesinde teorik ve pratik her türlü faaliyet söz konusudur. Kısacası, “kozalite âlemi” ya da “kozalite plânı” denilen bu mekân, üç boyutlu âlemimizdeki realitelerin bütün gereklerini idrak etmiş ve onların neden-sonuç zinciri halinde birbirini izleyen halkalarının gizemini çözmüş varlıkların mekânıdır.
Buradaki varlıklar, fiziksel dünyada ancak çok yüksek nedenler uğruna çok nadiren enkarne olurlar. Yeryüzünde yüzyıllardan yüzyıllara gerçekleşen bu doğrudan doğruya temasları sonucunda büyük hakikatler meydana çıkar ve bunların hükümleri yüzyıllarca sürer.
Burası, spatyumun en yüksek mekânı olmakla birlikte buradaki varlıklar da üç boyutlu idrakten kendilerini kurtaramamışlardır: Duygu, düşünce ve kabulleri hep üç boyutlu realitelerin etkisi altındadır. Renkler ve biçimler üç boyutlu âleme özgü kavramlardır. Üç boyutlu âlemdeki her gezegenin, kendi tekâmül durumuna uygun bir spatyumu vardır.
Klasik spiritüalizmdeki bilgilerde, spatyumun ötesindeki bir başka âlemin varlığından söz edilmez. Neo-spiritüalizme göre ise, madde kâinatı maddenin sonsuz hallerindeki âlemlerden oluşmuştur ve spatyumun ötesinde de bir başka âlem bulunmaktadır: Spatyumun en üst mekânı olan kozalite plânı, gerek maddi yoğunluğu, gerekse barındırdığı varlıkların tekâmül düzeyi bakımından, üç boyutlu âlem ile dört boyutlu âlem arasındaki geçiş basamağıdır, köprüdür.