Akkadca adı İştar olan tanrıça İnanna'nın da fiziksel mevcudiyeti ve varlığına dair sayısız yazıtlar, metinler, ilâhîler, kehanetler, dualar ve tarifler vardır. M.Ö. 1300'lerde bir Mezopotamya kralı, İnanna'nın erkek kardeşinin şehri Sippar'daki tapınağının, kralın döneminde sekiz yüz yıllık olan temellerinin üstünde yeniden inşa ettirmiş olduğundan söz eder. Ama onun merkez şehri Uruk'ta, onunla ilgili hikâyeler eski zamanlara dek gider.
Romalılarca Venüs, Yunanlılarca Afrodit, Kenanlılar ve İbranilerce Astarte, Asurlular ve Babilliler ve Hititler ve diğer kadim halklarca İştar veya Eşdar, Akkad ve Sümerlilerce İnanna veya İnnin veya Ninni diye bilinen ve diğer birçok lâkabı ve sıfatı olan İnanna tüm zamanların Savaş Tanrıçası ve Aşk Tanrıçasıydı; hiddetli, güzel bir dişiydi; Anu'nun sadece büyük büyük, kız torunu olmasına rağmen, Gök ve Yerin Büyük Tanrıları arasında kendisine önemli bir yer açmıştı kendi çabasıyla.
Anlaşılan genç bir tanrıça olarak, Sümer'in doğusunda uzak bir diyara, Aratta Ülkesinde bir bölgeye atanmıştı. "Ulu olan, İnanna, tüm diyarın kraliçesi"nin "evi" oradaydı. Ama İnanna'nın hırsı daha büyüğü içindi. Uruk şehrinde Anu'nun sadece Dünya'ya arada bir yaptığı devlet ziyaretlerinde kullandığı büyük tapınağı durmaktaydı ve İnanna bu kudret merkezine göz koydu.
Sümer kral listeleri, Uruk'un ilk ilâhî olmayan yöneticisinin tanrı Utu'nun bir insan kadından doğan oğlu Meşkiaggaşer olduğunu belirtir. Onu, büyük bir Sümer kralı olan oğlu Enmerkar izledi. Öyleyse İnanna, Enmerkar'ın büyük halası idi; ve kendisinin uzaklardaki Aratta yerine aslında Uruk'un tanrıçası olması gerektiği konusunda onu ikna etmek için pek zorluk çekmedi.
"Enmerkar ve Aratta'nın Efendisi" adında uzun ve büyüleyici bir metin, Enmerkar'ın Aratta'ya elçiler göndererek, mümkün olan her türlü ikna yolunu kullanıp, bir "sinir harbi" ile Aratta'yı nasıl boyun eğmeye zorladığını tasvir eder çünkü "İnanna'nın hizmetkârı olan efendi Enmerkar, onu Anu'nun Evi'nin kraliçesi yapmıştı". Destanın pek net olmayan sonu bir mutlu sonu ima eder: İnanna Uruk'a taşınırken, "Aratta'daki evini terk etmez." "İki şehir arasında gidip gelen bir tanrıça" hâline geldiğini söylemek uygun olabilir, zira İnanna/İştar diğer metinlerden anlaşıldığı kadarıyla maceraperest bir seyyahtır.
Anu'nun Uruk'taki tapınağına yerleşmesi, Anu'nun bilgisi ve rızası olmaksızın gerçekleşemezdi ve metinler böylesi bir rızanın nasıl sağlandığına dair güçlü ipuçları vermektedir. Kısa süre sonra İnanna, "Anu'nun sevgilisi" anlamına gelen "Anunitum" lakabıyla anılmaya başlandı. Metinlerde ondan "Anu'nun kutsal hanımefendisi" diye söz ediliyordu ve anlaşıldığı kadarıyla İnanna Anu'nun sadece tapınağını değil, Uruk'a geldiğinde veya birkaç kez bildirildiğine göre onun Göksel Evine çıktığında Anu'nun yatağını da paylaşmaktaydı.
Böylece kendisini Uruk'un tanrıçası ve Anu'nun tapınağının hanımefendisi konumuna çıkartan İştar, Uruk'un önemini ve kendi kudretlerini çoğaltmak üzere hileler kullanmaya devam etti. Fırat'ın aşağılarında kadim şehir Eridu, yani Enki'nin merkezi vardı. Enki'nin tüm sanatlar ve uygarlık bilimlerindeki büyük bilgisini bildiğinden,
İnanna bu gizleri elde etmek için yalvarmaya, ödünç almaya ve çalmaya yönelir. "Kişisel cazibesini" Enki (büyük amcası) üstünde kullanma niyetiyle, İnanna ona yalnızken uğramaya karar verir. Bu durum Enki'nin dikkatinden kaçmaz; baş kâhyasına iki kişilik akşam yemeği hazırlaması için talimat verir.
Gel kâhyam İsimud, emirlerimi duy;
sana bir şey diyeceğim, sözümü duy:
Bakire, tek başına, yolunu Abzu'ya yöneltti...
Bakire Eridu'nun Abzu'suna girsin,
Ona tereyağlı arpa keki veresin,
Ona içini serinletecek soğuk sular,
Bira veresin...
Sarhoş ve mutlu olan Enki, İnanna için her şeyi yapmaya hazırdır. O ise bir yüksek uygarlığın temeli olan ilâhî formülleri ister açık açık. Enki ona aralarında yüksek efendilik, Krallık, rahiplik işlevleri, silâhlar, yasal işlemler, kâtiplik, tahta işlemeciliği, hatta müzik enstrümanları ve tapınak fahişeliği bilgisi de olan yüz adet formül verir. Enki ayılana ve ne yaptığının farkına varana dek İnanna çoktan
Uruk'un yolunu tutmuştur. Enki ardından "ürkünç silâhlarını" yollar ama boşunadır, zira İnanna "Gök Sandalı" ile hızla Uruk'a kaçmıştır. Büyük bir sıklıkla İnanna çıplak bir tanrıça olarak resmedilir; güzelliğini sergiler, hatta bazen bedeninin alt kısımlarını göstermek için eteklerini yukarı kaldırırken
M.Ö. 2.900'lerde Uruk'un yöneticisi ve yine (bir insan baba ve tanrıçadan doğan) kısmen ilâhî olan Gılgamış, İnanna'nın, resmî bir eşi olduktan sonra bile kendisini nasıl baştan çıkardığını anlatır. Bir savaştan sonra yıkanıp da "bir kuşakla bağlanan, kürklü bir palto giydiğinde";
Muhteşem İştar, onun güzelliğini fark etti,
"Gel, Gılgamış, sevgilim ol!
Bana meyveni bahşet!
Sen benim erkeğim ol, ben senin dişin olayım.
Ama Gılgamış işin sonunu bilmektedir. "Sevgililerinden hangisini sonsuza dek sevdin?" diye sorar. "Çobanlarından hangisi seni hep memnun etti?" İnanna'nın aşk maceralarının uzun bir listesini yapar ve onu reddeder. Zaman geçtikçe ve panteonun daha yüksek rütbelerine eriştikçe ve böylece devlet işlerinde daha çok sorumluluk aldıkça, İnanna/İştar daha fazla askerî nitelik sergilemeye başlar ve tepeden tırnağa silahlı bir Savaş tanrıçası olarak resmedilir.
Asur kralları tarafından bırakılan yazıtlarda krallar onun emriyle ve onun için nasıl savaşlara gittiklerini, ne zaman bekleyecekleri ve ne zaman saldıracaklarını nasıl doğrudan öğütlediğini, bazen orduların başında nasıl yürüdüğünü ve en azından bir keresinde bir tecelli lütfedip bütün taburların gözü önünde göründüğünü anlatırlar. Onların sadakati karşılığında, o da Asur krallarına uzun ömür ve başarı sözü vermişti. "Göklerdeki Altın Oda'dan sizleri hep gözleyeceğim" diye onları rahatlatmıştı.
Azılı bir savaşçıya dönüşmesinin nedeni, onun da Marduk'un hükümranlığa yükselmesiyle zor zamanlar yaşaması mıydı? Yazıtlarından birinde Nabonid şöyle der: "Uruk'un İnanna'sı, yedi aslanın koşulduğu bir araba süren, bir altın iç odada yaşayan ulu prenses - Uruk'un sakinleri Erba-Marduk'un yönetimi sırasında onun iç odasını kaldırıp, aslanlarını saldılar." Nabonid'e verdiği ifadede İnanna, bu yüzden E. Anna'yı öfkeyle terk ettiğini ve (adını vermediği) uygunsuz bir yerde kaldığını" bildirir.
Asur kralları tarafından bırakılan yazıtlarda krallar onun emriyle ve onun için nasıl savaşlara gittiklerini, ne zaman bekleyecekleri ve ne zaman saldıracaklarını nasıl doğrudan öğütlediğini, bazen orduların başında nasıl yürüdüğünü ve en azından bir keresinde bir tecelli lütfedip bütün taburların gözü önünde göründüğünü anlatırlar. Onların sadakati karşılığında, o da Asur krallarına uzun ömür ve başarı sözü vermişti. "Göklerdeki Altın Oda'dan sizleri hep gözleyeceğim" diye onları rahatlatmıştı.
Azılı bir savaşçıya dönüşmesinin nedeni, onun da Marduk'un hükümranlığa yükselmesiyle zor zamanlar yaşaması mıydı? Yazıtlarından birinde Nabonid şöyle der: "Uruk'un İnanna'sı, yedi aslanın koşulduğu bir araba süren, bir altın iç odada yaşayan ulu prenses - Uruk'un sakinleri Erba-Marduk'un yönetimi sırasında onun iç odasını kaldırıp, aslanlarını saldılar." Nabonid'e verdiği ifadede İnanna, bu yüzden E. Anna'yı öfkeyle terk ettiğini ve (adını vermediği) uygunsuz bir yerde kaldığını" bildirir.
Bu "yakınlıkta", İştar'ın "sabıka kaydı" dikkate alındığında, plâtonik bir ilişkiden daha fazlası da var mıydı? Eski Ahit'teki şarkılar şarkısında, hoppa kızın sevgilisine dod (hem "sevgili" hem de "amca" anlamına gelen bir kelime) demesi dikkate değer. Yoksa İşkur'un Sümerce DA.DA'dan türeyen Adad diye çağrılması, sevgili olan amca oluşundan mıdır?
İnanna ve Aşağı Dünya'nın Yedi Kapısı
Birçok kadim metinde çok uzaklara yaptığı yolculuklarından söz edilen İnanna/ İştar, Aratta'daki ilk uzak bölgesi ile Uruk'taki mekânı arasında gidip gelir. Eridu'da Enki'ye ve Nippur'da Enlil'e uğrar ve Sippar'daki karargâhında erkek kardeşi Utu'yu ziyaret eder. Ama en bilinen yolculuğu, kız kardeşi Ereşkigal'in bölgesi olan Aşağı Dünya'ya yaptığı seyahattir. Bu yolculuk sadece destanlara değil, silindir mühürler üstündeki sanatsal betimlemelere de konu olmuştur; işte, Sümer'den Aşağı Dünya’ya uçarak geldiğini vurgulamak için tanrıçayı kanatlarıyla gösteren bir silindir mühür:
İnanna'nın Aşağı Dünya'ya Yolculuğu adındaki metin ve bu yolculuğu anlatan diğer metinler, yolculuğun başlangıcından önce İnanna'nın yedi nesneyi dikkatle kuşandığını ve kız kardeşinin evine giden yedi kapıdan geçtikçe bunları birer birer çıkarışını tarif ederler. İnanna'nın göklere yaptığı yolculuklarla ilgili metinlerde de böyle yedi nesneden söz edilir:
1. Başına taktığı ŞU.GAR.RA
2. Kulaklarındaki "Ölçüm pandantifleri"
3. Boynuna taktığı küçük mavi taşlardan zincirler
4. Omuzlarındaki "ikiz" taşlar
5. Ellerinde altın bir silindir
6. Göğüslerini tutan bantlar
7. Bedenini saran PALA giysisi.
Bu yedi nesnenin yapısını ve öneminin ne olduğunu şu ana dek kimse açıklayamamış olmasına karşın, cevabın uzun süredir elimizin altında olduğuna inanıyoruz. 1903'ten 1914'e kadar Asur başkenti Asur'u kazan Walter Andrae ve meslektaşları İştar Tapınağında, tanrıçayı göğsüne ve sırtına yerleştirilmiş çeşitli "tertibatla gösteren yıpranmış bir heykelini buldular. 1934'te Mari'de kazı yapan arkeologlar, toprağa gömülü benzer ama sağlam bir heykele rastladılar. Bu, güzel bir kadının gerçek boyutlu bir suretiydi. Sıra dışı başlığı, onun bir tanrıça olduğunu gösterecek biçimde bir çift boynuzla süslenmişti. 4.000 yıllık heykelin çevresinde duran arkeologlar, onun canlı gibi görünüşü karşısında büyülenmişlerdi (bir fotoğrafta, heykel ve canlılar arasında ayırım yapmakta zorlanılabilir). Onu Vazolu Tanrıça diye adlandırdılar zira elinde silindirik bir nesne tutmaktaydı.
Düz oymalar ve bas rölyeflere benzemeyen biçimde, tanrıçanın bu insan boyunda, üç boyutlu sunumu giyim kuşamı hakkında ilginç özellikleri ortaya koymaktadır.
Başında bir şapkacının elinden çıkma bir başlık değil, özel bir miğfer vardır; miğferin iki yanından çıkan ve kulakların üstüne geçen nesneler bir pilotun kulaklıklarını hatırlatmaktadır. Boynunda ve göğsünün üst kısmında tanrıça birçok küçük (ve belki de değerli) taşlardan bir gerdanlık taşır; ellerinde su taşımak için bir vazo olamayacak kadar kalın ve ağır olan silindirik bir nesne tutmaktadır.
İçi gösteren bir malzemeden bir bluzun üstünden geçen göğüsteki iki paralel şerit arkaya devam eder ve dikdörtgen biçimli garip bir kutuyu tutar. Kutu, tanrıçanın ensesinin arkasına sımsıkı oturmuştur ve yatay bir şerit ile miğferine tutturulmuştur.
Kutunun içindeki her neyse oldukça ağır olmalıdır zira tertibat iki büyük omuz yastığı ile daha da desteklenmiştir. Kutunun ağırlığı, yuvarlak bir kopça ile tam dibine iliştirilen bir hortum ile daha da artar. Aygıtların tamamı (zira hiç şüphe yok ki, bunlar aygıttır), tanrıçanın sırtından ve göğsünden geçen çaprazlama iki şerit takımının yardımı ile tutulmaktadır.
İnanna'nın hava yolculukları için gereken yedi nesne ile Mari'den çıkarılan heykel (ve muhtemelen Aşur'daki İştar tapınağında bulunan kırık dökük heykel) arasındaki paralellik kolaylıkla kanıtlanabilir. Kulaklarında "ölçüm pandantiflerini" -kulaklıkları-; boynundaki küçük taş sıralarını veya "zincirlerini"; omuzlarındaki "ikiz taşları" -iki omuz yastığını-; ellerindeki "altın silindir"i ve göğüslerinin üstünden çaprazlama geçen tutucu şeritleri görmekteyiz. Gerçekten de bir "PALA giysisi" ne ("hükümdar kıyafeti") bürünmüştür ve başında kelime anlamıyla "evrende uzaklara götüren" anlamına gelen bir terim olan ŞU.GAR.RA miğferini taşımaktadır. Tüm bunlar İnanna'nın giysisinin bir havacının veya astronotun giysisi olduğunu göstermektedir.
Kaynaklar:
Amon Ra: Uzaylı Bir Prensin Yaşam Öyküsü
Zecheria Sitchin Kitapları