Bu gün insan oğlu kendi biyolojik ve ruhani gelişimi için hızlı bir caba içine girmiştir. Bunun için eski ve yeni ne kadar öğreti varsa onları baş tacı yapmıştır. Fakat bu bilgilerin doğruluğu konusunda sorgulama olmadan da neredeyse…
Değişim istemi insanın doğasında var olan bir şey. Fakat bir o kadar da değişime direnç gösteren yapısı da var. İnsan için değişimi tetikleyen unsurlar biyolojik ve psikolojik olmak üzere iki boyutludur.
Fakat insan değişimi istediği kadar da direnç gösteren bir ruhsal yapı içinde yaşar. Bu direncin gerçek nedeni nedir? İnsan psikolojisinin temellerine indiğimizde bu durum, organizmanın içsel dengeyi koruma eğilimi olarak karşımıza çıkar. Diğer taraftan değişme istemini yaratan, bu istemin oluşmasını sağlayan nedir? İşte bu da bizim dış dünyaya açık penceremiz olan bilinç alanımızın bilinç altına verdiği kuvvetli bir uyarımdır.
Öğretiler İnsana Ne Kadar Yardım Eder ?
Bilinç düzeyindeki değişim istemini ilk tetikleyen şey, bilincin etkilenme alanlarıyla alakalıdır. Bilinç ruhsal bir aydınlanma sağladığı kesin. Fakat aynı düzlemde, bilinç kendi işlevselliğini sürdürürken çeşitli etki alanlarından etkilenme, etki altında kalma, ilgilendiği düşünsel biçimle yaptığı algısal kontaktan dolayı algı yönelmesi yaşar. Bu algı yönelmesi sonucunda sorgulama biçimi kendi içinde ketlenme yaşar. Yani yöneldiği bilgisel etkilenmeyi sorgulamadan kabul etme ve onun doğruluğuna inanç geliştirir. Bu inanç onun yönelimi ile kurduğu kontak durumun onun işleyiş biçimini düzenlemesi ve inancın kalıcı olmasını sağlayan bir besleme yapmasındandır. Bu bakımdan öğretiler insanların bir algı biçimi içinde kalmasını ve bilinç alanlarını yapılandırmasıyla, bilincin algı yönelmesi oluşturması nedeniyle oluşan gerçeklik algısı içinde inanç geliştirmesini sağlar. Bu bakımdan öğretiler hedeflediği ve biçimlediği her düşünsel olguyu insan bilinç alanlarında gerçeklik yaratması bakımından koşullu eylemlere dönüştürür.
Bu biçimde öğreti içinde kalan insan ve toplumsal kabuller gerçeklik yaratma süreçlerinde kendilerine gerçek yaratırlar. Ta ki bu gerçeğin insan ruhuna çeşitli sıkıntılar getirdiği bir sınıra kadar. Bu sınırda öğretiler ya terk edilir ya da değiştirilir.
İnsan gelişimini farkındalıkla yürütebilir mi ?
Farkındalığın tanımı çoğu zaman insan algı ve anlam bütünlüğü içinde kalan bir sınır taşır. Herkes kendi kültürel anlamları ile ve algılama biçimleri içinde farkındadır. Bu bakımdan farkındalık, bir durum değişiminin gözlenmesidir. Fakat farkındalık burada kullanılma ve faydalanılma biçimi yine başka etkilerle yönlendirilme ve yönetilme yaşadığında kendi işlevini eksik yapar. Bunu şöyle örnekleyebiliriz. Farkındalık, insanın bilinç alanı içinde iken var olan bir kırılma anında durumun farklılığının kısa bir anda gözlenmesidir. Tam bu an bilinç alanında bir değişim yaşanması gerekir. Bu bir farklı yönelmedir. Bu yönelmenin referans ı önemli hale gelir. Tam o anda çok da farklı bir biçimde bilinç alanında yönelme yaşanırsa başka bir yanılsama içinde yeni gerçeklik yaratılma süreci başlar ki, bu tam bir farkındalık değil, anlık farkındalıkla başka bir sürece yönelmedir. Bilinç kırılması anındaki değişimdir. Fakat bu değişim ilkinden farklı bir yaşam ve algılama biçimi olsa da GERÇEKTE farkındalık yitirilmesi ile girilen farklı bir algı biçimidir.
Bu anlamda farkındalık kişiye ve durumlara göre değerlendirme farkı olan terminolojik bir kelimedir.
Farkındalık gözlem ile olan boyutunda insan algısının gözlemlenenin izlenmesi ve sürekli bir değerlendirmelere açık alan biçimi ile anlam kazanan tam bir terminolojik karşılığı olması lazım. Farkında Olmak halinin an ve an içinde sürmesi demek olan bu durum farkındalığın bir yaşam biçimi olarak kazanılmasıdır.
Burada bile farkında olunan ve farkındalığı yön olarak sürdürülmesi gereken temel ve alt bir felsefe olması gerekir. İnsan düşünsel yapısı bunu böyle ister.
Burada ki zemin, referans veya mihenk taşı olan biçim, insanın kendi özgün ve öz mutluluğu olduğunda farkındalık bireysel alanda kalır. Toplumsal değerler olduğunda sosyolojik farkındalık yaşanır. Bu noktada farkındalık zemini ve anlamı çok önemli bir değerdir.
Değişimin Yönü, Biçimi, Sürekliği ve Miktarı Ne Kadar Olmalı ?
Değişim olgusuna bu kadar kapılmış iken değişimi sorgulamak pek de akıllıca bir şey olmadığını düşünüyor olabilirsiniz. Fakat değişim kendi içinde biyolojik bir süreç içermeden algısal yaşandığında giderek hissettiğimiz şeyler bizi bize yabancılaştırır hale gelir. Biyolojik olarak yapısallıklarımız değişmeden, kendi bilinç alanımızdaki her değişim bizim iç yapımızı değişime zorlayacaktır. Fakat biyolojik yapımız ve organlarımızın bu değişime ayak uydurması belli bir yerde yetersiz kaldığında değişim kendi içinde içsel sıkıntılar yaratacaktır. Bu anlamda değişimin belli bir seyri ve içselleşme, durma noktaları, zamanları olduğunu bilmeliyiz.
Kısa Sürede Olan Değişim Bizi Ne Kadar Mutlu Eder ?
Kısa sürede olan değişimler hiç olmadığı kadar bize hayata tutunma enerjisi verir. Yaşanan duygu seli bizim algımızda yarattığı coşku ile her tür sürece kendi enerjisini yansıttığı içinde çok şeyin aynı hızla değişeceği sanrısını verir. Bu nedenle ilk olumsuzlukla karşılaşmada hayal kırıklığı yaşanır.
Kısa Sürede Olan Değişimlerin Sakıncaları Nelerdir ?
Kısa sürede olan değişimler, bizi ani duygu değişimleri yaşattığı ve bizi beklenenden daha fazla yaşamsal coşku verdiği için kalıcı olamaması durumunda umutsuzluk çukuruna düşürür. Verdiği enerjinin sonraki zamanlar da hissedilmemesi, içimizde huzursuzluk oluşturur. İlk değişim anında yakalanan coşkunun yarattığı duyguyu yaşayamamanın verdiği eksiklik, huzursuzluk ve hoşnutsuzluk içinde kalırız.
Kısa süreli değişimlerin süreklilik oluşturması için ise yaşanan değişim durumunun korunması ve bu değişimi yaratan metodoloji, bakış açısı, duygu, düşünce ve davranış biçimlerinin kararlı sürdürülmesi gerekir. O zaman insan kendi ile ilgili değişimi dönüşüme çevirir ve bu dönüşümde kalıcı mutluluk oluşturur.
Sürekli Değişmek Zorunda mıyız ?
Sürekli değişmek zorunda değiliz. Mutluluk, belli bir değişim yaşandığında içsel ve ruhsal rahatlamanın bir süreç halinde yaşanmasıdır. Burada mutluluk algısı değişimde değil değişme ile yakalan duygu ve yaşayış biçiminde olduğu anlaşılmalıdır. Bu nedenle sürekli değişim halinde olmamız gerekmiyor. Ancak belli bir içselleştirme sürecinden sonra mevcut mutluluk algısını gölgeleyen durumlar vara ise o durumlar üzerinde bir değişim sürecine girilebilir. Bu sağlıklı bir biçimdir. Sonrasında mutluluk hissini artıran bir durumdur.
Değişmezsek Ne Olur ?
Değişmemek, mevcut yaşam algısının içinde kalmamız demektir. Bu zaten öyle ya da böyle yaşadığımız bir hayatın kendisidir. Zaten ona da alışmış durumdayız. İnsanın kendine dair sorgulamasının olmadığı bu durumda bir şekilde kazanılmış alışkanlık ve kabullenilmiş bir yaşam biçimi olarak hayatı sürdürebiliriz. Ta ki, bir bunalım yaşanana kadar. Mevcut hayatımızda bir bunalım ortaya çıktığı zaman değişmek sorunda olduğumuz bir sınıra gelmişiz demektir.
Bu gün başlatılan değişim süreci insanların algısında sürgit bir biçimde kendini belemektedir. Sanki herkes kendinden vazgeçmiş gibi değişimden bahsediyor.
Neden ?
Bu bugün birikmiş sorunlarıyla yaşanan bunalımlar daha derindir. Bir dizi bastırılmış, ötelenmiş, birlikte yaşamaya alışılan sıkıntılar olduğu halde, yeni gelen bunalımla içinden çıkılmaz bir hayat içinde bulduk kendimizi.
Bu nedenle de değişime öyle sarıldık ki, kendimizde ciddi tadilatlar yapmamız gerekmekte. Fakat bu kez de yaşanan değişimin içselleştirme sürecini yaşamadan devam eden değişim sürecinin huzursuzluğunu yaşamak zorunda kalıyoruz.
Birimiz diğerlerine göre değişimi başlatmış iken diğerleri değişirse bizim referansımız kime göre olacak ?
İlginç bir bakış açısı oldu sanırım. Sosyal açıdan uyumlu yaşamak için bir değişim yaşanması söz konusu ise böyle bir paradoks ortaya çıkar. Bu durumda değişim mümkünse uyumlu yaşama süreci yakalamak isteyen kişilerin birlikte bir değişim sürecini yürütmeleri ve daha çok birlikte yaşamı sağlayan bir değişim hedefi ortaya konmalıdır.
Değişimin Referansı Neye Göre Olmalı ?
Değişimin referansı kişinin birey olarak kendini daha mutlu ve huzurlu hissetmesine yönelik olmalıdır. Bu açıdan yapılacak değişim sürecinin hedefleri iyi belirlenmelidir. Bu tanımlamada genel anlamda, değişimin bireysel ve sosyolojik boyutunda neler olması gerektiği üzerinde net belirlemeler yapılması, bireyin öznel yaşamı ve sosyal yaşamı için çok önemlidir.
Peki Bu Gün İçin Yaşadığımız Değişim Dediğimiz Algısal Genişleme mi? Yoksa Algısal Yönelme mi ?
Bu bakış açısından baktığımızda her değişimin iyi sorgulanması gözlemsel açıdan önemlidir. Bireyin kendi yanılsamasını yaşarken bunu sorgulaması pek de uygun düşmez.
Fakat sosyolojik araştırma bakımından incelemeye değer bir durumdur. Tarihsel bakış açısından baktığımızda ikisi de tutarlı görünür. Fakat bilgece bir yaklaşım açısından, kişilerin olgunlaşması bakımından, değişim algısal genişleme yaşandıktan sonra bir yönelme olmasıdır. Birey bu durumda yaşamına kattığı yeni anlamla daha bir farklı mutluluk yakalar. Sonrasında ki yönelme toplumsal yeniliği tohumlar. Yenilenen ve değişen bir algısal toplum, bireyler açısında daha kalite bir yaşam demektir. Yaşama katılın kalitenin oluşturduğu anlam genişleme biçimli bir zihinsel huzur ve hayatın değişimindeki yaşam coşkusu ile de mutluluğu büyütür.
Bir Çok İnsan Değiştiğini Algılarken Algı Genişliğinden Çok Algı Yönelmesi Yaşıyor Olabilir mi?
Sosyolojik uyum hedefli bütün değişimler algısal yönelme ile oluşur. Dolayısı ile daha derin bir algısal değişim değildir. Ama bireyin algıladığı değişim güncel yaşamsal bir uyum bakımından anlam büyümesi yaratır. Birey bu açıdan yaşadığı değişime olumlu bakar. Çünkü rahatlar.
Dönemsel Metodolojiler Bir Yana, Dönemsel Farklı Dönüşümlerde Araç Olarak Kullanıldığı Bu Dönemde İnsan Bilinç Alanını Obur-Cuburla Dolduruyor Olabilir mi ?
En büyük tarihsel yanılgılar tam da burada yaşanır. İnsan bilinç alanının yapısal özelliği sistematik bulduğu her şeyi kabul etmesi ve ona tabi olmasıdır. Her tür öğretinin bizi koşullandırması düşünüldüğünde, her bir metodolojinin insana faydalı ve zararlı yönleri vardır. Bilinç biçimlenmesi yaşayan insanın bu tuzaktan kurtulması da zordur. Bu zoru, ancak başka bir farklı düşünüş biçiminin, kendi kutuplu halini kırması durumunda tuzaktan kurtulur. Her tür öğretiye mesafeli davranmak ayrı bir şeydir. Bu durum kişisel farkındalık olayıdır. İnsan bu noktada kendisini yöneten her tür mekanizmayı tanır. Kendi zaaflarından tutunda kendi içinde her tür süreçleri belirleyen fiziki, kimyasal, biyolojik, psikolojik ve sosyolojik olguların kendine kattığı değerleri bilir. Bu farkındalık durumunda değişim çok daha derin ve anlamlı yaşanır. Hem değişim süreci gözlemlenir hem de değişimle ilgili hedefleme sağlıklı yapılır.