Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 894 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 894 Ziyaretçi

Son Aktiviteler
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 342
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 312
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,020
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,149
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,086
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,009
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,157
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,526
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,287
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,175

 
  5000 Yıllık Efsane Kutsal Kitap Kabbala
Yazar: Magnetho - 13-08-2017, Saat: 20:24 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Kabbala...

Bilindiği kadarıyla 5000 yıllık bir geçmişi olan Kabbala´nın içeriği aslında sanıldığı gibi Museviliğin ötesinde, bir bilgelik ve kozmik bütünleşme sanatıdır. Kabbala´ya bir giriş yaparak, çok eski bir bilgelik okulunun kapısını aralıyoruz. 

Kaynak "The Holy Kabbalah" 
A. E. Waite

Kabbala, toplumumuzda az bilinir ve bilindiği kadarıyla da Musevi mistisizmi olarak tanımlanır. Gerçekten de temelinde Museviler´in binyıllar boyunca süren ezilmişliğinin, yasaklanmaların ve saklanmaların getirdiği gizemcilik ve dinsel saklanma güdüsü vardır fakat aslında Kabbala çok daha eski bir bilginin Museviler tarafından yorumlanmış biçimidir. Temelinde batının ezoterik gelenekleri vardır, Sutra-Yogalar´da, Upaşinadlar´da, Bhagava Gita´da bulunan ve diğer kutsal metinlerin kaynağı olan ezoterizmden söz ediyoruz. Kabbala, teokratik ve pratik felsefedir ve de psikolojik olarak Museviler´in kutsal metinlerinde yer alır ama aslında bir dinin ötesinde simya, astroloji ve okkültizm´le bütünleşmiş, Tarot´un, Gül-Haç´ın ve Masonizm´in simgeleriyle desteklenmiş çok derin bir sembolizma içeren karmaşık bir sistemdir. Bin yıllar boyunca ağızdan ağıza ezber yoluyla gelen öğreti tekniklerine dayanır, Orta Çağ boyunca batıda ortaya çıkmış ve ilgi görmüştür. Daha özet ve belki de kavramsal anlamda Kabbala, insanın zekasıdır ve bilincin katmanları arasındaki ilişki yeteneğinin anlaşılmasını sağlar. İbranice anlamında Kabbala iki içeriğe sahiptir; "Almak, kabul etmek" anlamında bunu "Açığa vurmak, göstermek"tir. Bu tanım bize Kabbala´nın girişini gösterir, "açığa vurmak" bir yoldur ve ilham ya da vahiyle bütünleşir yani "evrenin gösterilmesi, kabul edilmesi"dir. Kabbala antik bir mistik öğreti olmasına rağmen modern dünyaya da uygundur, bireysel kişiliğin büyüyüp, gelişerek grupsal ve gezegensel bilinç düzeyine ulaşması tekniklerini ifade eder. "Almak" kavramı, kişinin kendi bilgeliğini yani kendisini anlaması ya da gerçekten bilmesi olarak düşünülür. Burada bir paradoks yoktur yani bireyin kendisini ve gezegensel bilinci bir anlamda tekil ve çoğul çelişkisi içersinde algılamaya kalkışması okkült anlamda "Yukarısı neyse, aşağısı da odur" demektir. "Açığa vurmak" ve "Almak" en azından potansiyel olarak bir ve aynıdır. 

Kabbala, normal olarak beş yoldur; 

1. Oral Kabbala; Burada bilgi söylencelerle geliştirilir, öğretmenler kalıcı değildir ve kimlikleri önemsenmez; önemli olan Kabbala yolcusunun majikal yoludur; bu bir dost, arkadaş veya herhangi biri de olabilir. Anlatılmak istenen açıkta olanın görülmesidir. Ayrım ve eleme bilgilendikçe oluşacaktır. 

2. Yazılı Kabbala: Geleneksel amaçlarla doğanın, evrensel yapının temellerinin ve kaderin öğrenilmesidir. Yazılı Kabbala, Kabalistik yönden yazılmış tüm kaynaklara dayanır. Burada amacın Kabbala olup, olmadığına karar verilir. 

3. Literal Kabbala: Kabbala´nın bu bölümü kabalistik bilgileri ve literatürü içerir, genelde Tevrat önemli ve gereklidir. Örneğin "Gematria" yani sayı sanatı ve bilimi harflerin şifreleri öğrenilir. Amaç kutsal kitapların okunup gizli anlamların uyandırılmasıdır, bunun için uygun Kabalistik kodlar ve ilişkiler öğrenilir. 

4. Sembolik Kabbala: Kabbala anlamayı içerir, bireyin kişesel deneyimi ile ilgilidir ve burada sembolizmaları algılayabilen zeka öncelik kazanır. Temelinde Kabbala´nın "Yaşam Ağacı" diagramı yer alır. 

5. Pratik Kabbala: Burada Kabbala´nın tüm türleri ve yönlerinden yararlanılır. Böylece bireysel, içsel ve transsal değişimler gerçekleştirilebilir. 

IMG_20140718_124734.JPG

Kabbala´nın anahtarları
Pratik ve Sembolik Kabbala bir bütündür, metod ise Yazılı Kabbala´dır, Oral ve Literal Kabbala´lardan geçilerek uygunluk çalışması yapılır. Aşırı kavramsallığı olan Kabbala, insan imajinasyonun her türünü en geniş biçimde içerir ama varılan sonuçlar ya da tanımlar bitimsizdir yani Budizm´in Nirvana´sına benzer bir sona ulaşılmaz aksine sonsuzluğun algılanması önemlidir. Öğrenilmesi ve daha da önemlisi ne işe yarayacağının algılanması çok güç olan Kabbala´nın ana kuralı sabırdır ve hatta öğrencinin bazen tek bir dalı veya bilgiyi anlayabilmesi için uzun yıllar gerekebilir. Ama yine de nedir, ne işe yarar, sorularına verilecek cevaplar özetlenebilir; 

* Kabbala fiziksel, ruhsal, astral ve diğer bilinçsel uyanış düzeylerinin haritasıdır. 

* İçsel ve dışsal deneyimlerin ilişkisini sağlarken, bireyin öteki bireylere içsel ulaşımını gösterir. 

* İlişki ve iletişim yoludur. 

* İç uyanışla, dış uyanışın ilişkisini sağlarken, iki kişi arasında bilinci geliştirerek aktif ve yaratıcı bir köprü oluşturur. 

* İnsanlar arasında farklı görünen ilişkilerin oluşum nedenlerini ve kaynaklarını gösterirken, dinsel, kültürel veya sapkın inançsal farklılıkların temelindeki nedenlerin algılanmasını sağlar. 

* Düşüncelere açıklık getirirken, daha basit ama kompleks düşünce formlarını oluşturur. 

* Sembollerin yaşamla ilişkisini öğretirken, karanlıkta kalmış, unutulmuş veya anlaşılamamış obje, form ve zanları aydınlatır ve aynı zamanda da renklerin, seslerin ve şekillerin, ruhsal, entellektüel, duygusal ve fiziksel platformlardaki etkilerini tanımlar. 

* Gerçeğin düşünceler aracılığı ile deneyimlenmesidir, böylece "bilmek" ve "anlamak" arasındaki fark öğrenilir. 

* Kabbala, üç boyut ötesi varlıklarla, boyutlararasındaki transparan ve değişken enerjilerle veya zekalarla ilişkiyi sağlar. 

Kabbala evrenseldir
Kasacası modern Kabbala´ya ancak yukarıdaki tanımlarla bir giriş yapılabilir. Anlatmak istediğimiz Musevi Kabbala´sının yani 13. Yüzyıl´da İspanya´da ortaya çıkan "Zohar" kitabında anlatılan geleneksel İbrani Kabbala´sı ile Majikal Kabbala´nın farklı olduğudur. Bilindiği kadarıyla 5000 yıllık bir kültür olan Kabbala, Museviler´e göre bilgiye dayalı bir öğreti değil, Musevilik´le içiçe geçmiş mistik bir uygulama veya düşünce biçimidir; İbranice bilmeyenlerin Musevi mistisizmini yaşamayacakları ve bunun için de özgün bir rahip veya mürid yaşamının yaşanması gereğine inanılır (Perle Epstein). Ama bu Museviler içindir ve Kabbala makro anlamda hiçbir yere mal edilemediği gibi, ulusallaştırılamaz ve salt bir dinle bütünleştirilemez. 

Patikalara giriş
Pistorius adlı Latin bilgenin felsefi Kabbala´sı, tüm dogmalara karşıdır, bu yol ebediyetin yolunun üçte ikisidir; "Vie Eternitatis sunt triginta duo" Bu yolun Kabbalistik adı yani Kabalistik patikalar "Tümüne Sepher Yetzirah denir." İbranice tanımlarla "On Sephiroth" ve İbrani alfabesinin 22 harfidir. Doktrin bu geleneksel tabloya bağlıdır ama sonraki dönemlerde değişimler ve dönüşümler görülür. Çağdaş yaklaşımlar veya Yeni Çağ´cı düşünceler geleneksel Kabbala üzerinde etkin olarak, ruhsal kanallar olarak düşünülmüştür veya tasarımlanır. Bu pek önemli değildir çünkü yine Kabbalizm´i gösterir hatta daha spekülatif, kullanılabilir ve biçimseldir. Bu bir anlamda insan düşüncesinin pratik uygulamasıdır. Elbette ki dillerin farklılıkları düşünsel ve kavramsal farklılıkları da beraberinde getirmiş ve tüm kutsal, antik ve mitolojik metinlerin orjinlerinin yitirilmesi örneğinde olduğu gibi, Kabbala´da da düşünsel farklılıklar doğmuştur. Geçerli dil olarak olabildiğince İngilizce kullanıldığından, modern Kabbala´nın patikalarını bu doğrultuda yorumlayacağız; 

1. Birinci Patika (Keter/Taç): İstün ve mistik zeka; İlahi Taç; anlayışın içten başlaması veya başlangıcı olmayan içsel aydınlanma; İlk Parlamave İlk Işık. Hiçbir yaratılmış oluşum bu düzeye erişemez ve erişememiştir. 

2. İkinci Patika (Chochmah/Bilgelik-Hikmet): Aydınlanma; Zeka; Yaradılış Tacı ve Evrensel Birlikteliğin görkemli ışığına en yakın olunan yer. Bu patikada yücelme ve İkinci Işığın ayrımı vardır. 

3. Üçüncü Patika (Binah/Anlayış) Kutsal Zeka; Temel bilgeliğin kaynağı; inancın yaradılışı, kökeninde "Amen veya Amin" sözcüğü vardır. İnanç buradan doğar ve şekillenir. 

4. Dördüncü Patika (Chesed/Lütuf, bolluk, cömertlik) Burada zeka durdurulur veya olduğu gibi kabul edilir çünkü sınırların algılanması yüksek zekanın kendini fark etmesi için gereklidir, ruhsal değerler buradan doğarlar ve İlahi Taç´ın etkileri altında yönlenirler, aynı zamanda da tüm ruhsal güçleri içerir. Keter, burada bedenlenir. 

5. Beşinci Patika (Geburah/Yargı, sınırlama, sertlik) Radikal zeka; çünkü İlahi Birlikteliğe daha yakın olunmalıdır ve bu duygu bilgeliğin derinliklerinden doğar. Chochmah´ın derinlerinden gelen, bu patikaya akar. 

6. Altıncı Patika (Tiphereth/Güzellik) Ayırım zekası; bu patikada duyguların akışı ve karışımları izlenip, algılanır, birleşimlerin çokluğu bireyi kutsayarak, onlarla bütünleştirir. 

7. Yedinci Patika (Netzach/Zafer ve Sonsuzluk) Gizli, saklı zeka; inancın coşkusu ve vecd enerjisi ruhun gözlerinden akarak, entellektüel değerleri oluşturur. 

8. Sekizinci Patika (Hod/Şeref, ihtişam) Mutlak ve mükemmel zeka; evrensel prensipleri algılama düzeyi. Kökeninde küresel görkem ve ihtişam vardır. 

9. Dokuzuncu Patika (Yesod/Kaynak) Saf zeka. Burada tüm dış etkenler ve imajlar durdurulur. 

10. Onuncu Patika (Malchuth/Krallık) Parlak zeka. Tüm bilinçlerin üzerinde olduğunu en altta kalmak kaydıyla hissetmek. 

Kendi Kabbala´nızı bulun

Bundan sonraki patikalar geleneksel Kabbala´nın dışında alfabetiktirler. Tüm bu yazıda entellektüel bir kazanç veya bilgilendirme amaçlanmıştır. Kabbala aslında ciltlerce kitabın konusu olduğu gibi kişisel algılama düzeyi ile de ilgilidir; her patika üzerinde uzun uzun düşünmek ve sonunda özgün bir "Yaşam Ağacı"nı tasarlamak veya oluşturmak gerekir; farklı gözüken ayrımcı başlıklar sorular oluşturmalı ve modelleri ortaya çıkarmalıdır. Bir Astrolog, bir Tarotçu veya bir Majisyen için farklı "Yaşam Ağaçları" vardır. Bu tezin temelinde dogmaların aşılması ve sınırsızlık duygusu vardır. Yani Patikalar Ağaç´tır ve onun Sephiroth´unu yani içsel biçimselliğini siz belirlersiniz. 

Bu konuyu yazdır

  Dünyada Gizemi Çözülemeyen En Esrarengiz 7 Şey
Yazar: Archilles - 13-08-2017, Saat: 14:50 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

7.Voynich El Yazması
240 sayfalık bu kitap günümüzde hiçbir insanın bilmediği ve hiçbir tarihi kayıtta rastlanmayan tuhaf bir dilde yazılıştır.

Kitabın sayfaları; astrolojik çizimlerle, sıra dışı olayların betimlemeleriyle, çözülemeyen şemalarıyla ve Dünya üzerinde bilinen hiçbir bitkiye benzemeyen 100’lerce adet bitki çizimiyle doludur.

voynich-yazilari.jpg

Karbon 12 metoduna göre yapılan çalışmada, kitabın 1404 ile 1438 yılları arasında bir tarihte oluşturulduğu belirlenmiştir.

Günümüze kadar yer yüzündeki en iyi dil bilimcileri, matematikçiler ve şifre kırıcılar kırıcılar kitabın dilini ve gizemini çözmeye çalışsalar da buna muvafık olamamışlardır.

Bu kitabın kimler tarafından çizildiği ve neyi anlatmak istediği hala bilinmemektedir.

6.Piri Reis Haritası
Ünlü Osmanlı Denizcisi Piri Reis’in 1513’te çizdiği ve Kanuni Sultan Süleyman’a hediye ettiği bu gizemli harita 1929 yılında Topkapı Sarayı’nın tozlu raflarında bulununca tüm dikkatleri üzerine çekmişti. Nedeni ise dönemindeki diğer haritalardan farklı olarak Afrika’nın batı kıyılarını, Güney Amerika’nın doğu kıyılarını, Kanada’nın kuzeydoğu köşesini, Grönland’ı ve 1818 yılına kadar keşfedilememiş olan Güney Kutbu’nu gösteriyor olmasıydı.

bg2.jpg

Daha da ilginç olanı ise Piri Reis’in haritasında, kıtanın buz altında kalan sahil kesimlerinin bile gösteriliyor olmasıydı. Kıta üzerindeki buzlar, haritanın çizilmesinden tam 6000 yıl önce erimişti ve bu bilgi 1513 yılında bilinmiyordu.

Harita üzerinde tasvir edilen çeşitli bilinmeyen yaratıkların ise neyi anlatmak istediği hala gizemini korumakta.

5.Kosta Rika’daki Taş Küreler
Kosta Rika’nın bazı yerlerinde eski çağlara ait yontulmuş, top şeklinde olan 300’den fazla taş keşfedildi. Bu taşlardan bazılarının çağı sadece birkaç cm iken çoğunluğunun ise çapı 2.5 metreye kadar çıkmakta ve ağırlıkları da 16 tonu bulmaktadır.

bu-kurelerin-sirri-ne%252C2Um8h_INAk6cQUfsN6Ta7A.jpg

Bu taşlardaki tuhaflık, taşların granitten yapılmış olmaları, kusursuz bir şekilde yontulmuş olmaları ve yapımı için 30 tondan daha fazla yekpare (bütün) bir kaya bloğunun gerekmesidir.

Fakat tüm bu gerekliklere rağmen taş kürelerin bulunduğu bölgede veya yakınlarında hiçbir taş ocağı izine rastlanmamıştır.

4.Gizemli Çoban Anıtı
Zamanın kontu olan Thomas Anson tarafından 1748 yılında Staffordshire şehrinde yaptırılmış olan Çoban Anıtı, alt kısmında gizemli ve şifreli bir takım harfler içermektedir. Yaptırıldığı tarihten bugüne kadar 250 yıldır aralarında Charles Dickens ve Josiah Wedgwood’un da bulunduğu Dünyanın en iyi tarihçileri, dil bilimcileri ve bilim adamları bu şifreyi çözmeye çalışmışlarsa da başarılı olamamışlardır.

1373097601_54636.jpg

Bir takım kaynaklara göre bu şifrelenmiş metin, Tapınak Şövalyeleri tarafından saklandığı sanılan olası hazinelerin ve Kutsal Kase’nin yerlerini işaret etmektedir.

3.Antikitera Mekanizması
Ege Denizi’nin derinliklerinde bir gemi batığında bulunmuş olan Antikitera Mekanizması milattan önce 150 ile 100 yılları arasında Yunan bilim adamları tarafından yapılmıştır. Modern bir saatin dişlilerinden oluşan bu garip makine karmaşık bir yapıya sahiptir.

antikythera-mekanizmasi.jpg

Cambridge Üniversitesi’nden Derek Solla Price, Mike Edmunds ve daha birçok profesör yaptıkları araştırma sonucunda, bu cihazın Güneş’in, Ay’ın veya gezegenlerin konumlarını hareketlerini gösteren astronomik bir pusula olduğunu düşünmektedirler. Tarihi veriler, otomatik olarak ardışık veya döngüsel işlemleri gerçekleştiren bu tarz makinelerin tariflerinin yeni nesilleri öğretilmedikleri veya aktarılmadıkları için unutulmuş teknolojiler olduklarını ve bu yüzden 14. Yüzyıla kadar da bir daha üretilmediklerini göstermektedir.

Atina’daki Ulusal Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen Antikitera Mekanizması’nın gizimi hala çözülebilmiş değildir ve bazı insanlara göre çözülebilmesi durumunda astronomi alanında büyük değişikliklere yol açabilir.

2.Aiud’un Alüminyum Çekici
Yerin 10 metre altında, nesilleri 11,000 yıl önce tükenmiş olan mamut hayvanlarının kalıntılarıyla birlikte bulunmuştur. Cluj-Napoca Arkeoloji Enstitüsü tarafından yapılan incelemeler sonucunda günümüzden en az 400 yıl önce yapıldığı ve alüminyum kaplamalı olduğu saptanmıştır.

Aiud%25E2%2580%2599un-Al%25C3%25BCminyum...7ekici.jpg

İşin ilginç olan tarafı ise en az 1000°C’de kimyasal işlemler uygulanarak üretilebilen alüminyum ancak 1808 yılında keşfedilmişti.

1.Mısır’ın Esrarengiz Mumyaları
Mısır’daki mumyalar üzerinde yapılan tahlillerde; mumyaların saç diplerinde, kemiklerinde ve derilerinde kokain ve nikotin izlerine rastlanılması bilim insanlarını şaşkınlığa uğrattı. Çünkü kokain ve nikotin yalnızca Amerika Kıtası’na özgü olan koka ve tütün bitkilerinden elde edilir.

mumya.jpg

1400’lü yıllarda Amerika keşfedildikten sonra varlıklarından ancak haberdar olduğumuz bu bitkilerin 2000 yıl önce yaşamış firavunlar tarafından kullanılmış olması çok iyi bildiğimizi sandığımız insanlık tarihi hakkında daha öğrenecek çok şeyimizin olduğunun en iyi göstergesi.


Kaynak:korkubilimi.com

Bu konuyu yazdır

  İnsanlık İçin Tehdit Oluşturan 5 Negatif Uzaylı Türü
Yazar: Archilles - 13-08-2017, Saat: 14:41 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

1.ANUNNAKI

Birçok araştırmacı Anunnakilerin, Güneş Sistemi’nin 12.gezegeninde yaşadıklarını düşünüyorlar. Nibiru (Planet X) adıyla anılan bu gezegen, Annunakılerin evi olarak düşünülüyor. Pluton’un yorungesının ardında yer alan bu gezegen, Güneş’in çevresinde eliptik bir yörüngede dönmesiyle diğer gezegenlerden farklılık gösterir yani saat yönünün tersinde hareket eder.

Pek çok astronom, Annunakilerin tahiminen 400.000 yıl once dünyaya, değerli maden ve mineralleri almak için geldiğini söylüyorlar. Bu amaç için anunnakilerin ağır işlerini yaptıracak bir nevi maden işçilerine ihtiyacı vardı ve bu doğrultuda, “Homo Sapiens” i meydana getirdikleri yönünde fantastik bir teori de mevcuttur.

Annunakilerin dunyamızdan ayrılmadıkları ve insanoğlunun gelişmesi için gizli bir şekilde rehberlik yaptıkları ve neredeyse ilkel toplumların tamamına yakının, annunakilerden kalıtsal bır ozellik taşıdığı söyleniyor. Bunlara örnek vermek gerekirse: “ataerkil toplum yapısı, şiddet ve intikam duygusu” gibi özellikler annunakilerden bizlere kalan kalıtsal ozelliklerdir. Annunakilerin dunya hakımıyetı mevzusunda çatışmaya düştüğü önemli bir rakiplerinin olduğuna inanılıyor: “Draconianlar (Drakolar)”

negatif-uzayli-t%25C3%25BCrleri.jpg

2.DRACONIANS (Drakolar)

Samanyolu’nun en eski Reptilianları olan bu ırkın, çok farklı bir sistemden geldiklerine inanılıyor. Diğer birçok Reptilian gibi Draconianlar da yumurtlayarak çoğalmaktalar. Diğer Reptilian ırklarından farklı olarak, savaşçı özelliklerini artırmak için genetiklerini değiştitdiler ve hızla çoğaldılar.

Adeta dev bir görünüme sahip olan bu türün yerden yüksekliğinin 3 ila 7 metre arasında olduğu ve ağırlıklarının da 1 tona yakın olduğu söylenmekte. Drakoların tenlari sert ve pullu bir yapıya sahiptir ve bu tür içersinde kanatlı drakolar da bulunmaktadır. Bizim şeytan olarak tasvirini yaptığımız yapıya çok benzerler.

Alpha-Draconian lar iki sınıfa ayrılmışlardır. Bunlardan Ciakar isminde olan dev Draconian lar Kraliyet sınıfını oluştururlar. Diğeri daha küçük olan draconian sınıfı organize olmuş savaşçılardır.

Andromeda sisteminde MORANEY Adında bir varlıkla iletişim halinde olan Alex Collier onlar hakkında hakkında kendisine verilen bazı bilgileri bizlere anlatmasına izin verildiğini söylüyor ve şöyle ekliyor:

Drakoların arkasindaki̇ güç, galaksinin her tarafına yaymış oldukları, tamamen korku üzerine kurulu baskıcı sistemleri ve hiyerarşik düzenleridir.  Fazlasıyla bilge ve ileri derecede zeki olan bu yaratiklar oldukça sinsi ve tehlikelidir.

Drakoların, galaksimizde yaşayan ilk akıllı yaşam formu olduklarını söylenmektedir. Onların boyları kadar büyük ve şişkin olan egoları, biz insanoğlu gibi bilinç anlamında az evrimleşmiş canlıların dünyalarını sömürgeleştirme cesareti vermiştir.

3.NATIVE REPTILIANS

Native Reptilianlar, Drakoların savaşçı ırkından fazla farklı özellikler gösterirler. Native Reptilianların dünyaya uzun yıllar önce geldiklerine inanılır. Onların, insanoğlu ile etkileşiminin uzunca bir geçmişi vardır. İnsanları kendilerine kaynak olarak bizi kullanırlar. Dünyanın en önemli insanlarıyla iletişim halinde oldukları ve dünya yönetimindeki gizli, karanlık güç oldukları söylenir.

Bu Reptilianlar yeşil pullarla kaplıdır ve kötü bir kokuları vardır. Diğer Reptilianlarla paylaştıkları orta özellik ise büyük gözleri ve göz bebeklerinin dikey bir çizgi şeklinde olmasıdır.

4.UZUN GRİLER

Tenleri kalınca, solgun ve tüysüzdür, ek olarak 2 metreden uzun oldukları söylenir. Onalar için değişen ve hızla gelişen teknolojinin efendileri de diyebiliriz. Galaksimizde, insanlık dahil birçok tür için elçilik görevini üstlenmişlerdir.  Bu Düşünce onları lider konumuna taşımaktadır. En çok Kaçırılma vakalarına karşınlar ise kısa grilerin genetik mühendisleridir. Griler, aramızda özgürce gezebilmek adına gri ve insan karışımı melezler yaratma stratejisini geliştirmiş ve bu amaçla da kaçırılma vakalarının yaşandığı söylenilmektedir. Zihin kontrol yöntemiyle hükümetleri ve önemli karar verme mekanizmalarının başında bulunan insanları etkiledikleri iddia edilir.

5.Kaçırılma olaylarının baş sorumlusu KISA GRİLER

Bu varlık türü 1.50 m. Boylarında vücutları oldukça zayıf ve narin görünümlü fakat kafaları vücutlarına oranla oldukça büyük olan korkutucu görüntüsü olan varlıklardır. Bunlarla, bilinen ilk teması gerçekleştiren ise “Betty Barney Hill” dir. Barney Hill, temasa geçtiği bu varlıkların kara kalemle çizimini ve heykel tasfirini yapmıştır. 1990’lı yıllara kadar dünya üzerinde çok pek çok insan gri varlıklarla karşılaştılar. Günümüzde uzaylı dediğimizde aklımızda canlanan uzaylı tasfiri bu varlıklara aittir.


Kaynak:korkubilimi.com

Bu konuyu yazdır

  Kıyamet'e Hazırmısınız? 2018-2022 Arası Kehanetler
Yazar: Archilles - 13-08-2017, Saat: 14:35 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

Her gün işimize veya okulumuza gidip akşam sıcak evimize dönüyoruz. Ay sonu yapılması gereken ödemeler, özel hayatlarımızdaki problemler, yeni bir telefon bir araba yahut bir gezi gibi dünyevi arzularımız… peki dünya sadece bu kadar mı?

Hiç düşündünüz mü Ya bu düzen bir anda son bulursa o zaman ne yaparsınız ? Bir hayatta kalma mücadelesine ne kadar hazırsınız? Evinizin güvenli olmadığını anladığınız da nereye gidebilirsiniz? Ya yiyecek ve ulaşımdan ne haber?

6 küsür milyar nüfusu ile dünya artık insanlığın yükünü kaldıramayacak bir halde, kaynaklar hızla tükeniyor bilimin anlattıkları insanlığı yöneten devletleri kuklası haline getiren küresel sermayeyi, savaşı ve barışı kontrol eden yapılanmaların da dikkatinden kaçmış değil elbette, bu yüzden nüfusun azaltılmasına ve yeni bir dünya düzeni kurulmasına dair yapılmış ince planlar gün geçtikçe daha da yaklaşıyor ve zaman biz sıradan insanların aleyhine işliyor Olası bir kıyamet için 2022 yılına kadar gerçekleşmesi kuvvetle muhtemel 4 sebebi sıralayalım ve ardından bu sorulara bir yanıt arayalım…

Küresel Elektrik Kesintisi

Amerika’nın haarp silahını duymayanınız yoktur. Silahın en önemli özelliklerin den bir tanesi küresel çapta bir elektrik kesintisine yol açabilmesidir aynı şekilde bir başka olasılıkta güneşteki patlamalar, patlamaların elektriksel enerjiyi emdiği biliniyor ve güneş önümüzdeki yıllarda gözlem tarihinin en aktif dönemine girecek bununla alakalı sistemlerin çökme olasılığının yazılıp anlatıldığı bir çok makaleye ulaşabilirsiniz. Eski çağlarda da elektrik yoktu ne olmuş diyorsanız Dünyada elektriğim keşfinden önceki en kalabalık nüfus 850 milyondu ve o dönemin insanları günümüz internet çağı insanlarına göre son derece kısıtlı bir bakış açısına sahipti. Yine aynı şekil de dünyada nüfusun doyurulup temel ihtiyaçlarının karşılanabilmesi için bugünkü gibi dev fabrikalara ve tesislere ihtiyaç yoktu.  Dünyadan elektrik enerjisinin tamamen kaybolması demek üretimin durması, açlığın baş göstermesi, hastanelerin işlevsizleşmesi, devlet kurumlarının işlerini yapamaz hale gelerek büyük bir kaos ortamının hızla yayılması anlamına gelir.

D.A.R.P.A.’nın Kaçak Robotları

Üzerinde yapay zekanın ışığının parladığı kurum darpa yani Defansif İleri Araştırma Projeleri Ajansı), ordu tarafından kullanılmak üzere, yeni teknolojiler üretmekle sorumlu ABD Savunma Bakanlığı’na bağlı bir ajanstır. Yıllık bütçesi bilinmemekle birlikte bir çok ülkenin genel bütçesinden daha büyük olduğu da su götürmez bir gerçektir.

Soğuk savaş döneminde Rusya’nın Sputnik füzesini uzaya göndermesinin ardından 1958’de ARPA adıyla kurulmuştur. DARPA bugünkü İnternetin geliştirilmesinden sorumluydu ve Unix ile TCP/IP’yi de içeren birçok geliştirme projesini finanse etti. Darpa’nın yapay zeka ile çalışan askeri saldırı robotları ilk olarak 2009 yılında Irak’ta kullanıldın ancak kendi kararlarını verebilen bu savaş makinası kapatılmak istendiğinde operatörünü öldürünce proje askıya alındı. Darpa’nın Aldebaran firması ile ortak olarak geliştirdiği 35 cm boyundaki 7 tane humanoid robotu 2015 senesi mayıs ayında açık alanda test edildiği esnada kanalizasyonu kullanarak kaçtılar. Robotlar’ın başlıca özellikleri her han gibi bir wifi ağına şifre gereksinimi olmaksızın bağlanabilmeleri, internetteki alet yapımı adresler haritalar gibi bilgileri hızlı şekilde alıp işleyebilmeleri, solar enerji ile şarj olmaları, ve su geçirmez oluşları. Humanoidlerin firarının hemen ardından mahkeme konuya yayın yasağı getirdi.

Darpa ise özel bir ekip kurarak robotları aramaya başladı kanalizasyonlarda yapılan detaylı incelemelerin ardından robotların gpslerini devre dışı bırakarak ormanlık alana kaçtığı saptandı. Ormanlık alanda yoğunlaşan aramalarda zaman zaman hümanoidlerin izlerine rastlansada henüz hiç birisi yakalanamadı, robotların amacı hakkında bir bilgi yok. Ancak Darpa tesislerin de de aktif vaziyette aynı tür robotlardan 10.000 tane kadar olduğunu Aldebaran firması açıkladı. Tokyo merkezli firmanın yaptığı sansasyonel açıklamalardan sonra Darpa firmayla 2020 yılına kadar olan sözleşmesini tek taraflı olarak fesih etti.

Bilişim uzmanlarının ateşli şekilde eleştirdiği kurumun marifetleri humanoidlerle de sınırlı değil günümüzde Afganistan da Amerikan ordusunca Taliban’a karşı kullanılan yüksek teknoloji ürünü silahlı insansız hava araçları da yine Darpa menşeli. Fakat Darpa’nın en ürkütücü projesi bu değil.

Kurum 2008 yılında tüm ülkenin güvenliğini kontrol edecek bir yapay zeka üzerinde çalışmaya başladı uzmanların hakkında sayısız eleştiri makalesi yazdığı program eğer kontrolden çıkarak yahut internet erişimi ile kendisini bir yere kopyalayarak sistemleri ele geçirirse elindeki dijital şekilde yönetilen kimyasal ve balistik füzelerle neler yapabileceğini hayal etmek pekte zor değil.

r%25C3%25BCyada-k%25C4%25B1yamet.jpg

Uzaylı İstilası

Dünya dışı zeki yaşam devletlerce her ne kadar örtbas edilmeye çalışılsa da gerek tarihi uygarlıklarda ki arkeolojik kanıtlar gerekse günümüzde yaşanan olaylarla, insanlara takılan implantlar, yüksek düzeydeki bilim adamları ve askeri yetkililerin açıklamaları ile artık herkesin malumu olmuştur.  Dünya dışı zeki yaşam formları yani uzaylılarda kendi içlerinde Raptilyanlar, Anunakiler, Siriuslular, Alderbaranlılar ve Griler gibi yaşadıkları sistemlere ve biyolojik özelliklerine göre bir çok ırka ayrılıyor. Ancak bunlardan en tehlikeli olanları griler olarak adlandırılan tür. Çünkü bunlar aynı bizim koyunları ve sığırları besin kaynağı olarak gördüğümüz gibi insanları besin kaynağı olarak görüyorlar, dünya çapında resmi kayıtlarda 168.000 kadar aydınlatılamamış kaçırılma vakasının sorumlusunun griler olduğuna dair şüphe götürmez deliller 
mevcuttur.

Bazı eski Nasa çalışanları, 51. Bölgede bir zamanlar görev yapmış bilim adamları ve ufo teorisyenleri diğer uzaylı ırklarından aldıkları bilgilere dayanarak artık yüksek sesle grilerin geldiği sistemde besin kaynakları tükenmek üzere ve çok yakında dünyayı besin kaynağı haline getirmek için işgal etmeye hazırlandıklarını söylüyorlar.

Yapay Zombi Virüsü

Meşhur İlluminati oyun kartlarınıhepiniz duymuşsunuzdur. 1994 yılında Steve Jackson Games firması tarafından piyasaya sunulan bu kartlar aslında oyundan çok birer senaryo kıyametidir. Japonya’daki Nükleer felaket, tsunami,  ikiz kuleler saldırıları, emlak krizi, Clinton ve Obama’nın başkan olmaları hep bu kartlarda yıllar öncesinden haber verilmekteydi. Bir çok kriptolog kartların belli bir düzenle belirli tarihlerde gerçekleştiğini keşfetmiş ancak hangi kartta ki olayın  hangi tarihte gerçekleşeceği henüz çözülememiştir. 

İlluminati oyun kartlarından en korkutucu olanlarından bir tanesi ise nüfusu azaltmak ve yeni bir dünya düzeni oluşturmak için insanlığa yapay bir zombi virüsünün bulaştırılmasıdır. Böyle bir şey imkansız dediğinizi duyar gibiyim ancak bilim adamları ve komplo teorisyenleri, hatta olayı bir adım ileriye taşıyacak olursak illuminatinin gizli labaratuarların da çalışmış ve tehdit altında ki doktorlar tam 
aksini söylüyor.

Bilim küçük silikon bir çipi bir virüse baglayarak, ilk nano-cyborg’u yaratalı 15 seneyi geçti.  Buldukları ilk şey de, cyborglarin bünyelerinde bulunduğu canlı öldükten aylar sonra bile yasamaya devam ettikleri oldu. Araştırmaların ilk aşamaların da bile nano teknoloji ile uğraşan bilim adamlarının bir zombiyi yaratmaya ne kadar yaklaştıklarına bakin. Yaptıkları işi yani dünyanın sonunu hazırlamayı iyi biliyor olmalılar.

Dünya sağlık örgütü 2017 senesinde beyninize girip hasarlı nöron bağlantılarını yeniden kurabilecek nanobotları insanlar üzerinde denemeye başlayacaklarını açıkladılar. Nanobotlar zihninizdeki kopuk bağları birleştirirken ne ters gidebilir ki?

Çok yakın bir gelecekte beyninizde nanobotlar olacağını garanti edebiliriz. Bunlar siz öldükten sonra da çalismaya devam edecektir. Yani beyninizdeki çürüyen hücrelerin yerini alıp sizin kaslarınızı ve eklemlerinizi kontrol edebilirler ve bunu tüm vücudunuz çürüyene dek yapabilirler. Nanobotlar kendilerini çoğaltabilecek şekilde programlanmakta ve hücreleri taklit edebilmektedirler yinede  vücudun sahibinin ölümü eninde sonunda onun da ölümü olacak demektir. Kendi varlıklarını sürdürebilmek için kendini yeni bir bedene aktarmak isteyecektir.

Bu yüzden nanobot zombisi sağlıklı bir kurban bulup ısırmak isteyecek ve kan yoluyla aktarılan nanobot yeni yuvasında düzeni tekrar ele geçirmek için çalışmalarına başlayabilecektir. Yeni kurbanına geçen nanobot bu canlının korteksini devre dışı bırakıp beyin kökü ile birlikte kontrolü ele alabilecektir. Böylece dünya sürekli genişleyen beyinsiz insanlar ordusu ile dolacaktır. Ayrıca benlik duygusunu kaybetmiş bir zihin iç güdüleri ile hareket ederken kendi cinslerini de besin kaynağı olarak görecektir.

Böyle bir nanobot salgınının bildiğimiz her şeyin sonu olacağı aşikar

Ne yapılmalı?

Şu ana kadar dinledikleriniz size halen çok uzak geliyorsa şunu unutmayın ki 1341 yılında başlayıp 4 sene süren ve Avrupa nüfusunun 3 te 2 sini yok eden veba salgınınada o dönem de sıcak şömineleri başında oturan insanlara çok uzak geliyordu. Az önce bahsettiğimiz olaylardan birinin vukuu bulması tahmin dahi edemeyeceğiniz kadar yakın ve hangi senaryo gerçekleşirse gerçekleşsin hayatta kalmak için yapmanız gerekenler değişmeyecektir.

Herşeyden önce kendinize küçük bir kıyamet kumbarası oluşturup herşeye rahatça erişiminiz varken böyle bir kaos durumunda ihtiyacınız olacak şeyleri satın alın.

Öncelikle kendinize bir hayatı idame kiti edinin doğada avlanma ve tuzak kurma konularında birkaç eğitici video izleyin ve doğadaki bitkileri tanıtan, nasıl barınak yapıp su temin edeceğinizi anlatan bir kitap edinin. Yürüyerek ulaşabileceğiniz ormanlık bir bölgeye Pirinç, Makarna, Un, Konserve gibi  kolay bozulmayacak gıdalar ve alet edevat gömün. Yaşadığınız yerin çevresin iyi analiz edin kendinize o çevre için kaçış yollarınızı araç bulabileceğiniz yerleri ve ikmal yapabileceğiniz noktaları işaretlediğiniz bir harita oluşturun. Elektirik olmayacağı için benzin istasyonlarındaki pompalar çalışmayacaktır bunun için pille çalışan bir yakıt aktarma pompası edinin.

Diyelimki beklenen senaryolardan bir tanesi gerçekleşmeye başladı. İlk anda kurtulanlardan biriyseniz artık yapmanız gereken çok iş var. Soğuk kanlı olun öncelikle büyük şehirlerden uzaklaşın ve unutmayın hayatta kalma iç güdüsü ile kaos ortamında en büyük tehlikeyi insanlar oluştururlar. Çantanızı fazla ağırlaştırmamak kaydı ile hazırlayıp daha önceden belirlediğiniz erzak ve malzemelerinizin bulunduğu ikmal noktasına kalabalıklara fazla yaklaşmadan  hareket edin.

Dışarısı güvenli değil artık. Hele de tek başına olan biri için. Belki seyahat ederken hızlı hareket etmenizi sağlayacaktır yalnız olmak, fakat bir tehlike anında, beklemediğiniz beklemediğiniz bir olayla  karşılaşmanız halinde hayatta kalma ihtimaliniz oldukça düşük. Bu yüzden de bir grupla seyahat etmek en mantıklı seçim. Arkanızı koruyacak insanlar bulmalısınız.


Kaynak:korkubilimi.com

Bu konuyu yazdır

  Rahmanı Göklerde Aramaya Daha Ne Kadar Devam Edeceksin
Yazar: Neval Ercan - 12-08-2017, Saat: 20:25 - Forum: NOTLAR - Yorum Yok

OĞLUYLA GURUR DUYAN BİR ENGELLİ EVLAT BABASI
YA DA SOKAKLARIN SAHİPSİZ HAYVAN ÇOCUKLARININ BİR KAP SU BIRAKICISI ANNESİ
EKMEKLERİN KIRINTILARINI PENCERESİNİN ÖNÜNE DİZİP KUŞLARIN GÖRMESİ İÇİN DUA EDEN MİNİK BİR DEV YÜREKLİ ÇOCUK
'BENİM ÇOCUĞUM' OLMAYAN ' HİÇ KİMSE ÇOCUKLARINA' ANNEYİ, BABAYI, KARDEŞİ ÇAĞRIŞTIRAN YÜCE BİR SİLÜET
YAŞLILARINA UZANIP ÖPEREK ÜZERLERİNDEKİ YALNIZLIK PERDESİNİ KALDIRAN BİR MUKADDES EL
AĞAÇLARIN ALTINDA, HER ZAMAN O ĞAĞACIN ALTINDA KONAKLAYAN SAKALLARI UZAMIŞ YÜZÜ KARARMIŞ O EVSİZE ' AÇ MISIN?' DİYE SORAN BİR SES...
KÜÇÜĞÜM SEN: RAHMAN' I GÖKLERDE ARAMAYA DAHA NE KADAR DEVAM EDECEKSİN?



Levh-i Mahfuz

Bu konuyu yazdır

  Uzaylı Atalarımız Anunnakiler
Yazar: Archilles - 12-08-2017, Saat: 19:41 - Forum: ANUNNAKİ - Yorum Yok

Akkadca adı İştar olan tanrıça İnanna'nın da fiziksel mevcudiyeti ve varlığına dair sayısız yazıtlar, metinler, ilâhîler, kehanetler, dualar ve tarifler vardır. M.Ö. 1300'lerde bir Mezopotamya kralı, İnanna'nın erkek kardeşinin şehri Sippar'daki tapınağının, kralın döneminde sekiz yüz yıllık olan temellerinin üstünde yeniden inşa ettirmiş olduğundan söz eder. Ama onun merkez şehri Uruk'ta, onunla ilgili hikâyeler eski zamanlara dek gider.

Romalılarca Venüs, Yunanlılarca Afrodit, Kenanlılar ve İbranilerce Astarte, Asurlular ve Babilliler ve Hititler ve diğer kadim halklarca İştar veya Eşdar, Akkad ve Sümerlilerce İnanna veya İnnin veya Ninni diye bilinen ve diğer birçok lâkabı ve sıfatı olan İnanna tüm zamanların Savaş Tanrıçası ve Aşk Tanrıçasıydı; hiddetli, güzel bir dişiydi; Anu'nun sadece büyük büyük, kız torunu olmasına rağmen, Gök ve Yerin Büyük Tanrıları arasında kendisine önemli bir yer açmıştı kendi çabasıyla.

Anlaşılan genç bir tanrıça olarak, Sümer'in doğusunda uzak bir diyara, Aratta Ülkesinde bir bölgeye atanmıştı. "Ulu olan, İnanna, tüm diyarın kraliçesi"nin "evi" oradaydı. Ama İnanna'nın hırsı daha büyüğü içindi. Uruk şehrinde Anu'nun sadece Dünya'ya arada bir yaptığı devlet ziyaretlerinde kullandığı büyük tapınağı durmaktaydı ve İnanna bu kudret merkezine göz koydu.

Sümer kral listeleri, Uruk'un ilk ilâhî olmayan yöneticisinin tanrı Utu'nun bir insan kadından doğan oğlu Meşkiaggaşer olduğunu belirtir. Onu, büyük bir Sümer kralı olan oğlu Enmerkar izledi. Öyleyse İnanna, Enmerkar'ın büyük halası idi; ve kendisinin uzaklardaki Aratta yerine aslında Uruk'un tanrıçası olması gerektiği konusunda onu ikna etmek için pek zorluk çekmedi.

"Enmerkar ve Aratta'nın Efendisi" adında uzun ve büyüleyici bir metin, Enmerkar'ın Aratta'ya elçiler göndererek, mümkün olan her türlü ikna yolunu kullanıp, bir "sinir harbi" ile Aratta'yı nasıl boyun eğmeye zorladığını tasvir eder çünkü "İnanna'nın hizmetkârı olan efendi Enmerkar, onu Anu'nun Evi'nin kraliçesi yapmıştı". Destanın pek net olmayan sonu bir mutlu sonu ima eder: İnanna Uruk'a taşınırken, "Aratta'daki evini terk etmez." "İki şehir arasında gidip gelen bir tanrıça" hâline geldiğini söylemek uygun olabilir, zira İnanna/İştar diğer metinlerden anlaşıldığı kadarıyla maceraperest bir seyyahtır.

Anu'nun Uruk'taki tapınağına yerleşmesi, Anu'nun bilgisi ve rızası olmaksızın gerçekleşemezdi ve metinler böylesi bir rızanın nasıl sağlandığına dair güçlü ipuçları vermektedir. Kısa süre sonra İnanna, "Anu'nun sevgilisi" anlamına gelen "Anunitum" lakabıyla anılmaya başlandı. Metinlerde ondan "Anu'nun kutsal hanımefendisi" diye söz ediliyordu ve anlaşıldığı kadarıyla İnanna Anu'nun sadece tapınağını değil, Uruk'a geldiğinde veya birkaç kez bildirildiğine göre onun Göksel Evine çıktığında Anu'nun yatağını da paylaşmaktaydı.

Böylece kendisini Uruk'un tanrıçası ve Anu'nun tapınağının hanımefendisi konumuna çıkartan İştar, Uruk'un önemini ve kendi kudretlerini çoğaltmak üzere hileler kullanmaya devam etti. Fırat'ın aşağılarında kadim şehir Eridu, yani Enki'nin merkezi vardı. Enki'nin tüm sanatlar ve uygarlık bilimlerindeki büyük bilgisini bildiğinden,

İnanna bu gizleri elde etmek için yalvarmaya, ödünç almaya ve çalmaya yönelir. "Kişisel cazibesini" Enki (büyük amcası) üstünde kullanma niyetiyle, İnanna ona yalnızken uğramaya karar verir. Bu durum Enki'nin dikkatinden kaçmaz; baş kâhyasına iki kişilik akşam yemeği hazırlaması için talimat verir.

Gel kâhyam İsimud, emirlerimi duy;
sana bir şey diyeceğim, sözümü duy:
Bakire, tek başına, yolunu Abzu'ya yöneltti...
Bakire Eridu'nun Abzu'suna girsin,
Ona tereyağlı arpa keki veresin,
Ona içini serinletecek soğuk sular,
Bira veresin...

Sarhoş ve mutlu olan Enki, İnanna için her şeyi yapmaya hazırdır. O ise bir yüksek uygarlığın temeli olan ilâhî formülleri ister açık açık. Enki ona aralarında yüksek efendilik, Krallık, rahiplik işlevleri, silâhlar, yasal işlemler, kâtiplik, tahta işlemeciliği, hatta müzik enstrümanları ve tapınak fahişeliği bilgisi de olan yüz adet formül verir. Enki ayılana ve ne yaptığının farkına varana dek İnanna çoktan
Uruk'un yolunu tutmuştur. Enki ardından "ürkünç silâhlarını" yollar ama boşunadır, zira İnanna "Gök Sandalı" ile hızla Uruk'a kaçmıştır. Büyük bir sıklıkla İnanna çıplak bir tanrıça olarak resmedilir; güzelliğini sergiler, hatta bazen bedeninin alt kısımlarını göstermek için eteklerini yukarı kaldırırken

M.Ö. 2.900'lerde Uruk'un yöneticisi ve yine (bir insan baba ve tanrıçadan doğan) kısmen ilâhî olan Gılgamış, İnanna'nın, resmî bir eşi olduktan sonra bile kendisini nasıl baştan çıkardığını anlatır. Bir savaştan sonra yıkanıp da "bir kuşakla bağlanan, kürklü bir palto giydiğinde";

Muhteşem İştar, onun güzelliğini fark etti,
"Gel, Gılgamış, sevgilim ol!
Bana meyveni bahşet!
Sen benim erkeğim ol, ben senin dişin olayım.

Ama Gılgamış işin sonunu bilmektedir. "Sevgililerinden hangisini sonsuza dek sevdin?" diye sorar. "Çobanlarından hangisi seni hep memnun etti?" İnanna'nın aşk maceralarının uzun bir listesini yapar ve onu reddeder. Zaman geçtikçe ve panteonun daha yüksek rütbelerine eriştikçe ve böylece devlet işlerinde daha çok sorumluluk aldıkça, İnanna/İştar daha fazla askerî nitelik sergilemeye başlar ve tepeden tırnağa silahlı bir Savaş tanrıçası olarak resmedilir.

Asur kralları tarafından bırakılan yazıtlarda krallar onun emriyle ve onun için nasıl savaşlara gittiklerini, ne zaman bekleyecekleri ve ne zaman saldıracaklarını nasıl doğrudan öğütlediğini, bazen orduların başında nasıl yürüdüğünü ve en azından bir keresinde bir tecelli lütfedip bütün taburların gözü önünde göründüğünü anlatırlar. Onların sadakati karşılığında, o da Asur krallarına uzun ömür ve başarı sözü vermişti. "Göklerdeki Altın Oda'dan sizleri hep gözleyeceğim" diye onları rahatlatmıştı.

Azılı bir savaşçıya dönüşmesinin nedeni, onun da Marduk'un hükümranlığa yükselmesiyle zor zamanlar yaşaması mıydı? Yazıtlarından birinde Nabonid şöyle der: "Uruk'un İnanna'sı, yedi aslanın koşulduğu bir araba süren, bir altın iç odada yaşayan ulu prenses - Uruk'un sakinleri Erba-Marduk'un yönetimi sırasında onun iç odasını kaldırıp, aslanlarını saldılar." Nabonid'e verdiği ifadede İnanna, bu yüzden E. Anna'yı öfkeyle terk ettiğini ve (adını vermediği) uygunsuz bir yerde kaldığını" bildirir.

anunnaki-helmeth-wingedsuit-bird.jpg

Asur kralları tarafından bırakılan yazıtlarda krallar onun emriyle ve onun için nasıl savaşlara gittiklerini, ne zaman bekleyecekleri ve ne zaman saldıracaklarını nasıl doğrudan öğütlediğini, bazen orduların başında nasıl yürüdüğünü ve en azından bir keresinde bir tecelli lütfedip bütün taburların gözü önünde göründüğünü anlatırlar. Onların sadakati karşılığında, o da Asur krallarına uzun ömür ve başarı sözü vermişti. "Göklerdeki Altın Oda'dan sizleri hep gözleyeceğim" diye onları rahatlatmıştı.

Azılı bir savaşçıya dönüşmesinin nedeni, onun da Marduk'un hükümranlığa yükselmesiyle zor zamanlar yaşaması mıydı? Yazıtlarından birinde Nabonid şöyle der: "Uruk'un İnanna'sı, yedi aslanın koşulduğu bir araba süren, bir altın iç odada yaşayan ulu prenses - Uruk'un sakinleri Erba-Marduk'un yönetimi sırasında onun iç odasını kaldırıp, aslanlarını saldılar." Nabonid'e verdiği ifadede İnanna, bu yüzden E. Anna'yı öfkeyle terk ettiğini ve (adını vermediği) uygunsuz bir yerde kaldığını" bildirir.

Bu "yakınlıkta", İştar'ın "sabıka kaydı" dikkate alındığında, plâtonik bir ilişkiden daha fazlası da var mıydı? Eski Ahit'teki şarkılar şarkısında, hoppa kızın sevgilisine dod (hem "sevgili" hem de "amca" anlamına gelen bir kelime) demesi dikkate değer. Yoksa İşkur'un Sümerce DA.DA'dan türeyen Adad diye çağrılması, sevgili olan amca oluşundan mıdır?

İnanna ve Aşağı Dünya'nın Yedi Kapısı

Birçok kadim metinde çok uzaklara yaptığı yolculuklarından söz edilen İnanna/ İştar, Aratta'daki ilk uzak bölgesi ile Uruk'taki mekânı arasında gidip gelir. Eridu'da Enki'ye ve Nippur'da Enlil'e uğrar ve Sippar'daki karargâhında erkek kardeşi Utu'yu ziyaret eder. Ama en bilinen yolculuğu, kız kardeşi Ereşkigal'in bölgesi olan Aşağı Dünya'ya yaptığı seyahattir. Bu yolculuk sadece destanlara değil, silindir mühürler üstündeki sanatsal betimlemelere de konu olmuştur; işte, Sümer'den Aşağı Dünya’ya uçarak geldiğini vurgulamak için tanrıçayı kanatlarıyla gösteren bir silindir mühür:

İnanna'nın Aşağı Dünya'ya Yolculuğu adındaki metin ve bu yolculuğu anlatan diğer metinler, yolculuğun başlangıcından önce İnanna'nın yedi nesneyi dikkatle kuşandığını ve kız kardeşinin evine giden yedi kapıdan geçtikçe bunları birer birer çıkarışını tarif ederler. İnanna'nın göklere yaptığı yolculuklarla ilgili metinlerde de böyle yedi nesneden söz edilir:

1. Başına taktığı ŞU.GAR.RA
2. Kulaklarındaki "Ölçüm pandantifleri"
3. Boynuna taktığı küçük mavi taşlardan zincirler
4. Omuzlarındaki "ikiz" taşlar
5. Ellerinde altın bir silindir
6. Göğüslerini tutan bantlar
7. Bedenini saran PALA giysisi.

Bu yedi nesnenin yapısını ve öneminin ne olduğunu şu ana dek kimse açıklayamamış olmasına karşın, cevabın uzun süredir elimizin altında olduğuna inanıyoruz. 1903'ten 1914'e kadar Asur başkenti Asur'u kazan Walter Andrae ve meslektaşları İştar Tapınağında, tanrıçayı göğsüne ve sırtına yerleştirilmiş çeşitli "tertibatla gösteren yıpranmış bir heykelini buldular. 1934'te Mari'de kazı yapan arkeologlar, toprağa gömülü benzer ama sağlam bir heykele rastladılar. Bu, güzel bir kadının gerçek boyutlu bir suretiydi. Sıra dışı başlığı, onun bir tanrıça olduğunu gösterecek biçimde bir çift boynuzla süslenmişti. 4.000 yıllık heykelin çevresinde duran arkeologlar, onun canlı gibi görünüşü karşısında büyülenmişlerdi (bir fotoğrafta, heykel ve canlılar arasında ayırım yapmakta zorlanılabilir). Onu Vazolu Tanrıça diye adlandırdılar zira elinde silindirik bir nesne tutmaktaydı.

Düz oymalar ve bas rölyeflere benzemeyen biçimde, tanrıçanın bu insan boyunda, üç boyutlu sunumu giyim kuşamı hakkında ilginç özellikleri ortaya koymaktadır. 

Başında bir şapkacının elinden çıkma bir başlık değil, özel bir miğfer vardır; miğferin iki yanından çıkan ve kulakların üstüne geçen nesneler bir pilotun kulaklıklarını hatırlatmaktadır. Boynunda ve göğsünün üst kısmında tanrıça birçok küçük (ve belki de değerli) taşlardan bir gerdanlık taşır; ellerinde su taşımak için bir vazo olamayacak kadar kalın ve ağır olan silindirik bir nesne tutmaktadır.


İçi gösteren bir malzemeden bir bluzun üstünden geçen göğüsteki iki paralel şerit arkaya devam eder ve dikdörtgen biçimli garip bir kutuyu tutar. Kutu, tanrıçanın ensesinin arkasına sımsıkı oturmuştur ve yatay bir şerit ile miğferine tutturulmuştur.

Kutunun içindeki her neyse oldukça ağır olmalıdır zira tertibat iki büyük omuz yastığı ile daha da desteklenmiştir. Kutunun ağırlığı, yuvarlak bir kopça ile tam dibine iliştirilen bir hortum ile daha da artar. Aygıtların tamamı (zira hiç şüphe yok ki, bunlar aygıttır), tanrıçanın sırtından ve göğsünden geçen çaprazlama iki şerit takımının yardımı ile tutulmaktadır.

İnanna'nın hava yolculukları için gereken yedi nesne ile Mari'den çıkarılan heykel (ve muhtemelen Aşur'daki İştar tapınağında bulunan kırık dökük heykel) arasındaki paralellik kolaylıkla kanıtlanabilir. Kulaklarında "ölçüm pandantiflerini" -kulaklıkları-; boynundaki küçük taş sıralarını veya "zincirlerini"; omuzlarındaki "ikiz taşları" -iki omuz yastığını-; ellerindeki "altın silindir"i ve göğüslerinin üstünden çaprazlama geçen tutucu şeritleri görmekteyiz. Gerçekten de bir "PALA giysisi" ne ("hükümdar kıyafeti") bürünmüştür ve başında kelime anlamıyla "evrende uzaklara götüren" anlamına gelen bir terim olan ŞU.GAR.RA miğferini taşımaktadır. Tüm bunlar İnanna'nın giysisinin bir havacının veya astronotun giysisi olduğunu göstermektedir.

Kaynaklar:
Amon Ra: Uzaylı Bir Prensin Yaşam Öyküsü

Zecheria Sitchin Kitapları

Bu konuyu yazdır

  Tesla ve NASA
Yazar: Archilles - 12-08-2017, Saat: 19:34 - Forum: NİKOLA TESLA - Yorum Yok

NASA 2006'da Satürn yakınlarından bir sinyal aldığını açıklamış hatta bu sinyali dünya ile paylaşmıştı. O sinyalde de üçlü bir mesaj vardı. Aynı mesaj üç kere tekrarlıyordu kendini:

Aslında büyük bir ekipmanla ve de gelişmiş aletlerle alınan bu sinyallerden çok daha önemlisi günümüzden 115 yıl önce Nicola Tesla'nın buna benzer bir açıklaması olduğudur. 

Bir gece geç saatlerde istasyona gelen ve kendini tekrarlayan bir sinyal Tesla’nın delilik ile anılmasına yol açmıştır. Gelen sinyallerin dış dünya kaynaklı olduğunu ve orada yaşayan varlıklar ile iletişime geçtiğine inanan Tesla, bu durumu Amerikan Kızılhaç’ına gönderdiği mektupta şu sözler ile açıklamıştır. “Kardeşlerim, başka bir alemden mesajımız var. Şöyle diyor: "Bir, iki,üç." 

maxresdefault%2B%25281%2529.jpg

Tesla'nin mektubu hala saklanmaktadır. Bu mesaj yüzünden kendisine deli denildi. Bilim dünyası önceleri alay etti ve her zamanki dışlama yöntemini seçti. Ancak Tesla öyle süpürülecek bir adam değildi ve sonra bilim adamları ara bir çözüm buldu. Tesla hata yaptı dediler: “Bugün uzaya gönderdiğimiz uydular aracılığıyla aldığımız sinyallerin bir benzerini o gün Tesla’da almıştır. Tesla’nın hatası, aldığı sinyallerin uzaylılardan geldiğine dair inancıdır.”

Bana göre Tesla deli değildi, Einstein'e sezgiyle 1 yılda 4 makale yazdıran ve Fizik bilimini en baştan olusturanlar her kimse, Tesla'ya bilgi verenlerden aynıydı bana gore. Sadece yöntem farklıydı..

Bu konuyu yazdır

  Zulkarneyn ve Boyutlararası Yolculuk
Yazar: Archilles - 12-08-2017, Saat: 19:29 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Kehf Suresi 83-96 ayetler arasında bahsedilen Zulkarneyn kimdir??
Tefsirlerde Zulkarneyn ile ilgili çok rivayet bulunmaktadır. Onun Büyük İskender olduğunu söyleyenler çoğunluktadır ancak Zulkarneyn Büyük İskender değildir.

Neden mi? 1. Çok kuvvetli kaynaklarda Zulkarneyn’in Müslüman yani Tek Tanrı inancına sahip birisi olduğu söylenmektedir. Oysa Büyük İskender çok tanrılı hatta Tanrı kral inancında olan biriydi. 2. Büyük İskender ne tam doğuya ne de tam batıya kadar ulaşmıştı sadece Yunanistan’dan Çin Seddi’ne kadar olan bölgeyi egemenliği altına almıştı. 3. Büyük İskender’in Zulkarneyn diye bilinmesinin nedeni onun iki boynuzlu miğfer takmasındandır. Oysa Vikinglerde iki boynuzlu miğfer takmaktadırlar. Yani Zulkarneyn Büyük İskender değildir.

Peki, Zulkarneyn kimdir? Bir kere Zulkarneyn Büyük İskender olmadığı gibi, tarihi bir şahsiyette değildir. Çünkü tarihi bir şahsiyet olsaydı Zulkarneyn’in macerasının Tevrat’ta, İncil’de ya da eski destanlarda da geçmesi gerekirdi. İnsanlığın yaşadığı müşterek hatıraların tümü hem semavi kitaplarda hem de destanlarda bulunmaktadır. Amerika yerlilerinin destan ve efsanelerinde İki Boynuzlu Tanrılardan bahsedilmektedir. Bu tanrılar göklerle ilgili tasvir edilmişlerdir. 

118.jpg

Bütün bunların ışığında Zulkarneyn’in Hızır As. Gibi hükmi bir şahsiyet olduğunu söyleyebiliriz. Zulkarneyn bir tür Uzay ve Zaman Gezginidir. Nitekim Zulkarneyn Kıssası, Kur’an-ı Kerim’de, Hızır As’den hemen sonra anlatılmaktadır. Hızır için bilinen rivayetler onun zamanın tersinden gelen ve “temessül” kabiliyeti olan bir şahsiyet olduğunu göstermektedir. O zamanın akış istikametinin tersine hareket eden bir kutlu kişidir. Melek değildir, insan da değildir ama insan suretine bürüne bilen ve insanların zor zamanlarında karşılarına çıkıp yol gösteren “ilahi bir erdir”. Hz. Musa, kendi nefsinde “Acaba Allah’ın kudret ve hikmetini benden daha iyi anlayan kullar var mı?” diye düşündüğünde Cenab-ı Hak ona Hızır Aleyhisselam’ı örnek göstermiştir. Bunun üzerine Musa, “Ben onu tanımak istiyorum.” Demiş ve sonunda ikisi arasında bir randevu gerçekleşmiştir. Musa ve Hızır birlikte çok ilginç bir yolculuk yapmışlardır. İşte Kur’an-ı Kerim, Zulkarneyn Kıssası’nı bu soyut yolculuktan hemen sonra anlatmaya başlamaktadır. Böylece Zulkarneyn’in de saklı bir kul olduğu fikri pekiştirilmektedir.

Kur’an’da iki doğu ve iki batıdan bahsedilmektedir. Yerküremizde iki doğu ve iki batı olmayacağına göre bu iki doğu ve iki batı kavramıyla ne kastedilmektedir?  Belki de bu doğu ve batı, insanlığın içinde hapsedildiği boyutun alt ve üst noktalarıdır. Bu da Güneş Sisteminin Samanyolu Galaksisi içindeki alt ve üst eşikleridir. Ayette “Fe-etbea sebeba” denmektedir. Etbea; tabi oldu, uydu, hükmüne göre hareket etti anlamına gelmektedir. Sebeba ise bir şeyin olması için gerekli vasıtadır. Bu boyutları geçme, boyutlar arası geçiş yapma olarak ta algılanabilir. Çünkü Zulkarneyn bildiğimiz insandan çok Hızır gibi bir şahsiyettir. Bizim üstümüzdeki boyutta Hızır sayılabilir. Onun üstündeki boyutta ise Allah tarafından göğe çekilmiş olan Hz. İsa gösterilebilir. Hızır sık sık bizim boyutumuza geçer ama Hz. İsa bir tek sefer boyutumuza girecek ve yeryüzünde hükümran olacaktır. 

Sözün özü Zulkarneyn bir tür Uzay ve Zaman Gezginidir. Zulkarneyn’in Yecüc ve Mecücle macerasına ise başka bir bölümde ayrıca değineceğiz.

Bu konuyu yazdır

  Kuran’da Işınlanma
Yazar: Archilles - 12-08-2017, Saat: 19:26 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Kuran’da Dünya Dışı Yaşam

Kuran’da Işınlanma

Bizlerin kendimizi ışık hızına hapsedip, o hızın üzerinde bir hızla maddesel bir varlığın taşınmasını yadsımamız sadece bilgilerimizin henüz ilkellikten kurtulamamış olmasından kaynaklanmaktadır. Bizim ışık hızı düşüncesine hapsolmamız başka varlıklarında bu hıza hapsolduğuna inanmamızı gerektirmemektedir. Uzayda elbette tabiatları yaşadıkları gezegenin tabiatına uygun dizayn edilmiş varlıklar vardır ve olmalıdır. UFOların varlığı bugün herkesçe kabul edilen bir gerçektir. Burada bir konuya da değinelim. UFO’lar cinlerin bir oyunudur diyenler bulunmaktadır. Cinlerin atmosfer dışına çıkma kabiliyetleri ve izinleri bulunmamaktadır. UFO’lar ise hem atmosferde hem de uzayda rahatlıkla yol alabilmektedirler. Yani UFO’lar cinlerin bir oyunu değildir…

imageedit_1_9338032864.jpg

Şimdi bugünkü konumuza dönecek olursak Kur’an-ı Kerim’de Hz. Süleyman’ın “gudvvuha üehrun ve revahuha üehrun(gidişi bir ay gelişi bir ay)” diye nitelenen bineğiyle Saba Melikesi Belkıs’ın tahtını bir saniyenin de altında bir sürede Yemen’den Kudüs’e ışınlaması anlatılmaktadır(Sebe Suresi). Guduv gidişi, revah gelişi anlatmaktadır. Kısaca Hz. Süleyman’ın bineğinin hızı, gidiş dönüş altmış gün/saattir. Kur’an’ın ifadesinde bir gün, dünya hesabıyla 1000 yıldır. Demek ki Hz. Süleyman’ın bineğinin hızı 1000x60= 60 bin yıl/saattir. Bu da saniye de 1000 ışık yılı demektir.

İnsanın keşfettiği en büyük hız şimdilik ışık hızıdır. Oysa tasavvufta nur hızı denilen ve hayalden daha süratli bir hız birimi vardır. Işığın saniyedeki hızı 300 bin kilometre olduğuna göre Hz. Süleyman’a verildiği belirtilen bineğin hızı ışık hızından da yüksektir. Yani ışınlanmanın hızı burada bize verilmiştir. Belkıs’ın tahtı göz açıp kapayıncaya kadar Yemen’den Kudüs’e taşınmıştır. Yani maddesel boyutta bir ışınlanma gerçekleşmiş ve bunu da bir insan başarmıştır(Reculün indehu mine’l-kitabi ilmün. Yani kitabi bilgilere ve tecrübi bilgilere sahip bir adam). Bu ifade bize bilimsel çalışmalarla insanlığın varabileceği sınırları çok net göstermektedir. 

Bu ışınlanmayı yapmaya Cin taifesinden bir ifrit de talip olmuştur ancak onun verdiği süre biraz uzun olunca(Ayağa kalkıp oturacak kadar) Hz. Süleyman bu süreyi uzun bulmuş ve bugünün ifadesiyle teknolojik bilgilere sahip olan yardımcısından talep etmiştir.  Belkıs gelipte tahtını orada bulunca ona “Bu taht senin mi” diye sorulmuş, Belkıs bu soruya “Sanki O” diye cevap vermiştir. Bu cevap bugünkü sanal gerçekçilik diye nitelendirilen biliminde ilk tanımı olmuştur.

Bu konuyu yazdır

  Uzaylı Atalarımız Anunnakileri Tanıyalım: Enki
Yazar: Archilles - 12-08-2017, Saat: 15:49 - Forum: ANUNNAKİ - Yorum Yok

M.Ö. 432 Bin dolaylarında, Enki beraberindeki elli kişilik astronot grubu ile Dünya’ya inmiştir. Dünya’ya ilk ayak basan kişi olan Enki denize indiği için mitolojide kendisine balık adam olarak yer edinmiştir.

Sümer ve Akkad yazıtlarında Enlil'den sonra ismine en çok rastlanılan tanrıdır. Büyük bir bilim adamı ve deha olarak tanınmasına karşın o, Nibiru'nun Büyük Kralı Anu'nun oğludur ve Dünya'daki en güçlü ikinci tanrıdır. Her mitolojide kardeşi Enlil ile birlikte en büyük tanrı olarak karşımıza çıkmaktadır. Yunanlılarda Poseidon, Türklerde Erlik, Mısırlılarda Ptah, İranlılarda Ehrimen olarak bilinmektedir.

Anu'nun Dünya ile ilişkilendirilen iki oğlu iki kızı tabletlerde karşımıza çıkmaktadır. Oğulları Enlil ile Enki, kızları ise Ninhursag olarak bilinen Ninmah ve Bau'dur.  

Anu'nun iki oğlundan ikincisi olan Enlil, Anu'nun tahttaki ardılı olarak Nibiru Meclisince tanınmıştır. Bu yüzden Enki'nin üvey kardeşi Enlil ile sürekli çekişmeleri her mitolojide kendisine yer bulmuştur.

Nibiru Atmosferinde meydana gelen ve bizim ozon tabakası sorunumuza benzer olan bir sorun gezegenin geleceğini tehdit eder hale geldiğinde bu sorunun çözümü Dünya'da çokça bulunan Altın Madeni sayesinde başarılmıştır. Altın madenleri için Dünya'da bir koloni kurulması gündeme geldiğinde ise Enki M.Ö. 432 Bin dolaylarında 50 kişilik astronot grubuyla Dünya'ya gelmiş ve ilk Dünya Kenti Eridu'yu kurmuştur. 

Dünya'da Anu tarafından görev dağılımı için zar atılınca kendisine Denizler ile Madenler, babası Anu'ya Nibiru Krallığı ve kardeşi Enlil'e Dünya Liderliği düşmüştür. O günden sonra Denizlerin Efendisi olarak bilinegelmiştir.

enk%25C4%25B1.png

Enki ve Oğulları
Enki, Damkina ile evli olmasına karşın bir çok cariyeden veya ilişkiden bir çok çocuk sahibi olmuştur. Enki'nin aşkları tabletlerde büyük yer tutmaktadır. Enki'nin bilinen altı erkek çocuğu bulunmaktadır. Bu çocuklardan ilki eşi Damkina'dan doğan Marduk'tur. Diğer çocukları ise Thot, Dumuzi, Nergal, Ninagal ve Gibil'dir. Thot, Enki ile Ereşkigal ilişkisinden doğmuştur. Dumuzi ise Enki ile Ninsun ilişkisinden doğmuştur.

Sitchin'e Göre Enki:
Sümer'in üçüncü Büyük Tanrısı, Anu'nun bir diğer oğludur; iki adı vardır: E.A ve EN.Kİ. Erkek kardeşi Enlil gibi o da bir Gök ve Yer tanrısıdır; yani aslında göklerde olan ve Dünya'ya inmiş olan bir ilâh. 

Onun Dünya'ya gelişi, Sümer metinlerinde, İran Körfezi'nin sularının günümüzde olduğundan çok daha fazla karanın içinde olduğu, ülkenin güney kesimini bir bataklık hâline getirdiği bir zamanla ilişkilendirilir. Ea (bu isim kelimenin tam anlamıyla "ev- su" anlamına gelir), usta bir mühendistir; kanalların inşasını, nehirlerin bentlenmesini ve bataklıkların kurutulmasını plânlamış ve gözetmiştir. Bu suyollarında, özellikle de bataklıklarda yelken açmayı severdi. Sular, adının da belirttiği gibi, gerçekten de onun eviydi. "Büyük evi"ni, bataklıkların tam sınırında kurmuş olduğu şehirde, pek uygun biçimde HA.A.Kİ ("su balıklarının yeri") adı verilen ve E.Rİ.DU ("uzağa gitme evi") diye de bilinen şehirde inşa etmişti. 

Ea, "Tuzlu Suların Efendisi" idi, yani denizlerin ve okyanusların. Sümer metinleri tekrar tekrar üç Büyük Tanrının âlemleri kendi aralarında bölüştükleri çok eski bir zamandan söz ederler. "Denizler Enki'ye verildi, Dünya Prensi'ne", böylece Enki de "Apsu'nun ("Derinler"in) hükümdarlığını" aldı. Denizlerin Efendisi olarak Ea uzak diyarlara, özellikle de Sümer'e değerli metallerin ve yarı değerli taşların getirildiği yerlere yelken açan gemiler inşa etti. En eski Sümer silindir mühürleri Ea'yı bazen içinde balıklar da bulunan akan derelerle çevrelenmiş biçimde betimler. Mühürler Ea'yı, burada da görüldüğü gibi, Ay ile (hilâl ile belirtilir) ilişkilendirir; belki de Ay'ın denizlerdeki gelgite sebep olması olgusundan kaynaklanan bir ilişkilendirmedir bu. Ea'ya NİN.İGİ.KU ("parlak gözlü efendi") sıfatının verilmesinin nedeni de hiç şüphesiz böylesi bir göksel imgedir.

hqdefault.jpg

Aralarında Ea'nın ta kendisi tarafından yazılmış gerçekten şaşırtıcı bir otobiyografi de bulunan Sümer metinlerine göre, Ea göklerde doğmuş ve Dünya üstünde herhangi bir yerleşim veya uygarlık olmazdan çok önce Dünya'ya inmiştir. "Ülkeye yaklaştığımda, çokça sel vardı" diye belirtir. Daha sonra ülkeyi yerleşilebilir hâle getirmek üzere kendi tarafından girişilen bir dizi faaliyeti anlatır: Dicle Nehri'ni taze, "yaşam veren sularla" doldurdu; Dicle ve Fırat'ta yol alınabilmesi için kanalların inşasına göz kulak olmak üzere bir tanrı atadı; bataklıkları çer çöpten temizledi ve onları balıklarla doldurdu, onları her türden kuş için bir barınak yaptı ve kullanışlı inşa malzemesi olan kamışların oralarda büyümesini sağladı.

Denizlerden ve nehirlerden kuru toprağa dönen Ea "sabanı ve pulluğu yönlendirenin... kutsal saban izlerini açanın... ağılları kuranın... ahırlar inşa edenin..." kendisi olduğunu iddia etti. Devamında, (bilginler tarafından "Enki ve Dünya Düzeni" diye adlandırılan) bu kendine özgü metni, Dünya'ya tuğla yapımını, konutlar ve şehirleri inşa etmeyi, metalürji ve benzeri sanatları getiren olarak bu tanrıyı tanımlar. İlâhı, insanlığın en büyük koruyucusu, uygarlığı ortaya çıkaran tanrı olarak betimleyen birçok metin, ayrıca onu tanrılar meclisinde insanoğlunun başkahramanı olarak da resmeder. İncil'deki tarifin kaynağı olması gereken Sümer ve Akkad Tufan metinleri, Ea'yı Tanrılar Meclisinin kararına karşı koyarak güvendiği bir takipçisinin (Mezopotamya "Nuh"u) felâketten kaçmasını sağlayan bir tanrı olarak betimler. 

Gerçekten de, (Eski Ahit gibi) bir tanrı veya tanrıların insanı şuurlu ve kasıtlı bir fiil yoluyla yarattığı inancına bağlı olan Sümer ve Akkad metinleri, Ea'ya anahtar bir rol verirler: Tanrıların baş bilimcisi olarak, insanın yaratılacağı metodu ve işlemi belirleyen odur. İnsanın "yaradılışına" veya ortaya çıkışına böylesine aşina olunca, tanrıların insanoğlundan "ebedî yaşamı" saklama kararlılığına karşı koyarak, Adapa'yı, yani Ea'nın "bilgeliği"nce yaratılan "model insan"ı Anu'nun göklerdeki mekânına yönlendirenin Ea olmasına şaşmamak gerekir. 

Ea, yaratılışında bir rolü olduğu için mi insanın yanındaydı; yoksa daha öznel sebepleri mi vardı? Kayıtları taradıkça, Ea'nın hem fâni hem de ilâhi meselelerdeki karşı çıkışlarının, değişmez bir şekilde, çoklukla Enlil'den kaynaklanan engelleyici karar ve plânları hedef aldığını görmekteyiz.

Kayıtlar, Ea'nın erkek kardeşi Enlil'e duyduğu yakıcı kıskançlığın göstergeleri ile doludur. Gerçekten de, Ea'nın diğer (ve belki de ilk) adı EN.Kİ ("Dünyanın efendisi")'dir ve dünyanın üç tanrı arasında bölüşülmesi ile ilgili metinler, bunun pekâlâ Ea'nın Dünya hükümdarlığını erkek kardeşi Enlil'e kaptırdığı bir kura olabileceğini ima etmektedir.

Tanrılar el sıkıştılar,
Zar attılar ve bölüştüler.
Sonra Anu, Göğe çıktı;
Enlil'e, Dünya verildi,
Bir çemberle kapanan denizler,
Onlar Enki'ye, Dünya Prensine verildi.

Ea/Enki bu kuranın sonuçlarından dolayı kırgın olabilirdi ama çok daha derin bir gücenikliği beslemiş gibi görünmektedir. Sebebi, otobiyografisinde Enki tarafından belirtilmiştir: İlk doğanın Enlil değil, kendisi olduğunu iddia eder, dolayısıyla Anu'nun bariz vârisi olmaya hakkı olan da Enlil değil, kendisidir:
"Babam, evrenin kralı,
beni evrene getirdi...
Ben bereketli tohumum,
Büyük Vahşî Boğa'nın saçtığı;
Ben, Anu'nun ilk doğan oğluyum.
Ben, tanrıların Büyük Kardeşiyim...
Ben, doğmuş olanım.
İlâhî Anu'nun ilk oğlu olarak."

Kadim Yakın Doğu'daki insanların uyduğu yasalar tanrılar tarafından verilmiş olduğundan, insanlara uygulanan toplumsal ve ailevî yasaların, tanrılara uygulananın kopyaları olduğunu düşünmek mantıklıdır. Mari ve Nuzi gibi sit alanlarında bulunan mahkeme ve aile kayıtları; İbrani ataların uyduğu İncil dönemi gelenek ve törelerinin, kadim Yakın Doğu'nun her yanında kralları ve asilleri de bağladığını teyit etmektedir. Eski Ahit'teki ataların karşılaştığı veraset sorunları, dolayısıyla öğretici bir yan taşımaktadır.

Karısı Sara'nın görünüşteki kısırlığı sebebiyle çocuktan yoksun olan İbrahim, hizmetçisinden bir erkek çocuk sahibi olur. Ama oğulları (İsmail), Sara'nın İbrahim’den bir oğlan, İshak'ı doğurmasıyla atasal silsileden dışlanır.
İshak'ın karısı Rebeka ikizlere gebedir. Teknik olarak ilk doğan Esav'dır, kızıl, tüylü bir oğlan. Esav'ın topuğuna tutunarak doğan Yakub daha hoştu, Rebeka onu pek sever. Yaşlanan ve yarı kör olan İshak ahdini ilân etmek üzereyken Rebeka verasetin Esav'a değil de Yakub'a kalması için bir hile yapar.

Son olarak, Yakub'un veraset sorunları da Rahel ile evlenmek üzere Laban'a yirmi yıl hizmet etmesine karşın, Laban'ın onu ilk olarak Rahel'in ablası Lea evlenmeye zorlamasından kaynaklanmıştı. Yakub'un ilk doğan oğlu (Ruben) Lea'dandır; Yakub'un Lea ve iki cariyesinden daha birçok oğlu ve bir kızı da olur. Ancak Rahel kendi ilk doğan oğlunu (Yusuf) nihayet doğurduğunda, Yakup onu kardeşlerine yeğ tuttu. 

Böylesi töreleri ve veraset kanunlarını dikkate aldığında, kişi Enlil ve Ea/Enki arasındaki çatışan iddiaları anlayabilir. Her türlü kaydın gösterdiği gibi Anu ve resmî eşi Antu'nun oğlu olan Enlil, yasal ilk doğandır. Ama Enki'nin, "Bereketli tohum benim... Anu'nun ilk doğan oğlu benim" diye haykırışı bir gerçeği belirtiyor olmalıdır. Acaba, Anu'nun sadece bir cariye olan bir tanrıçadan doğan oğlu muydu? İshak ve İsmail'in ya da Esav ve Yakub adlı ikizlerin hikâyesi, Göksel Ev'dekine pekâlâ paralel olabilirdi.

İncil'de geçen Havva, Cennet Bahçesindeki yılan veya Tufan gibi birkaç hikâyenin Sümer versiyonları, Enki'nin erkek kardeşinin emirlerine karşı koyduğu durumları içermektedir.

Sümer metinlerine göre, insanoğlu, Enki tarafından icat edilen işlemler ve formülleri izleyen Ninhursag tarafından yaratılmıştır. O, baş hemşireydi; tıbbî işlemlerden sorumlu olandı; bu rolüyle tanrıça NİN.Tİ ("yaşam- hanım") diye adlandırılmıştır.

Bazı bilginler Adapa (Enki'nin "model insan"ı) kelimesinde, İncil'deki Adama"yı veya adamı görürler. Sümerce Tİ'nin çift anlamı da İncil'le paralellikler gösterir. Zira ti hem "yaşam" hem de "kaburga" anlamına gelir, böylece Ninti'nin adı hem "yaşam hanımı" hem de "kaburga hanımı" anlamındadır. Anlamı "yaşam" olan İncil'deki Havva, Âdem’in kaburgasından yaratılmıştır; böylece Havva da bir bakıma bir "yaşam hanımı" ve bir "kaburga hanımı"dır.

Tanrılara ve insanoğluna yaşam veren olarak Ninhursag'dan Ana Tanrıça diye söz edilir. Takma adı "Mammu"dur; bu, anne anlamına gelen İngilizce "mom" veya "mamma" kelimelerinin arasıdır. Sembolü ise "kesici" idi; antik çağlarda ebelerin doğumdan sonra göbek bağını kesmede kullandıkları araç.


Kaynak:gokturkramu.blogspot

Bu konuyu yazdır