Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Forum İstatistikleri |
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065
Detaylı İstatistikler
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 1052 kullanıcı aktif » 1 Kayıtlı » 1051 Ziyaretçi ceylaninreallife
|
Son Aktiviteler |
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 342
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 312
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,019
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,148
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,085
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,008
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,156
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,525
|
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,287
|
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,175
|
|
|
RUHUNUZ KAÇ GRAM |
Yazar: Magnetho - 27-07-2017, Saat: 17:19 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
ABD'li bilimadamı Duncan MacDougalI, 1907 yılında yaptığı deneylerin sonucunda, ölüm anında insanların vücut ağırlıklarının tam 21 gram azaldığını ortaya koyarak, "Ruhun varlığını" kanıtladığını açıklamıştı. İlginç ve şaşırtıcı!
Asıl sorulması gereken şu bence: Sizin ruhunuz kaç gram?
Ruhun gerçekten insan üzerinde bir ağırlığı var mı?
Ruhunuz ağırlığı yine ruh halinize göre değişir kuşkusuz. Örneğin sıcak kumlardan serin sulara atlarken, müzik dinlerken, sevdiklerinizle kadeh tokuştururken, mehtaplı gecelerde yalnız ve huzurluyken ruhunuz olabildiğince hafifler sanırım.
Ya da…
İçinden çıkılmaz bir durumla karşılaştığınızda, suçluluk hissettiğinizde, vicdanınız yaralandığında, kalabalıklar içinde yapayalnız olduğunuzu hissettiğiniz an işte ruh bir karabasan gibi çöker üstünüze ve sizi ağırlığıyla hallaç pamuğuna çevirir.
İnsanlık henüz ruhun neye ihtiyaç duyduğunu kestirebilmiş değil.
Kimine göre ruhu müzik besler, kimi yogayla yaptığını düşünür. Dünya turu atanların ruhu o biçimdir mesela.
Siz öldüğünüzde ağırlığı 21 gram(?) olan ruhun siz hayattayken ne kadar olduğu olabileceği elbette muamma.
Peygamberimiz bile ruh ile ilgili sorulara bilgisi ölçüsünde cevap verebilmiş ve ruh biliminin ilminin Allah’ta olduğunu dile getirmiştir. Kuran da birçok ayette bunu görebiliyoruz: (İsrâ Suresi), 85. Ayet
“Ve sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: "Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir."
İslam inancında ruhun ancak ibadetle özgür olabileceği açıkça ifade edilir. Nitekim kişi kendini bundan uzaklaştırdıkça ruhu daralmaya ve bedene ağır gelmeye başlar. Çağımızda ruh hastalıklarının çokluğu ve tedavide yaşanan sıkıntılar bunun bir göstergesi sanırım.
Hakikat şu ki ruh sizin yaşama kattığınız anlamla değer kazanır.
İyi düşünün!
Bu hayat sadece yemek, içmek, uyumak, gezmek, sevişmek, internete girmek, tv izlemek vb. eylemlerin daha fazlası değil midir? Ruhumuzu gerçekten tanıyor muyuz? Ruhu bu hayattan bağımsız tutabilir miyiz?
Tabi ki HAYIR!
Ruh yaşadıklarınız ve yaptıklarınızla kimlik bulur, ya bizim ya da satılmış olur.
Kaynak: İlhan AYDIN
|
|
|
Cehennemde bir süre kalıp sonra gerçekten çıkacak mıyız? |
Yazar: Magnetho - 27-07-2017, Saat: 17:11 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
|
İnsan cehennemi yalnızca birkaç saniye görse o kendisine yeter,asla Allah'a isyan ederek ömrünü geçiremez.
İnsanlar arasında bir süre cehennemde kalıp sonra çıkacaklarına dair çok ciddi bir inanç var. Özellikle Müslümanların eğer günahkârsa bir süre cehennemde cezalarını çektikten sonra cennete gireceğine inanıyorlar. Bu bilgiyi nereden aldıkları, neye göre bu hurafeye inandıkları da belli değil. Allah Kuran’da insanların böyle batıl bir inanca sahip olacaklarını şöyle söylüyor:
Dediler ki: "Sayılı günlerin dışında, ateş asla bize değmeyecektir." De ki: "Allah Katından bir ahid mi aldınız? -ki Allah asla ahdinden dönmez- Yoksa Allah'a karşı bilmediğiniz bir şeyi mi söylüyorsunuz?" (Bakara Suresi, 80)
Allah ayetin devamında insanların cehennemde bir süre değil sonsuza kadar kalacaklarını, cehenneme girip oradan çıkmanın (Allah’ın dilemesi dışında) mümkün olmadığını da şöyle bildiriyor:
Hayır; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. İman edip salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar, orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 80-82)
Gerçekten cehennem, bir gözetleme yeridir. Taşkınlık edip-azanlar için son bir varış yeridir. Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır. (Nebe Suresi, 21-23)
Açıkça görüldüğü gibi şeytan insanları tamamen batıl inançlarla kandırıyor. Cehennemde kalıp sonra cennete gideceğine inanan insanlar Allah’ın çok adil olduğunu da unutuyorlar. Bütün hayatını Allah’a vakfedip samimi bir şekilde iman ederek yaşayan biri ile tüm hayatını bomboş, imansız, Allah’ı unutarak geçiren bir olur mu? Bu iki insanı aynı cennete koymak adil olur mu?
Dünyada kendisine verilmiş kısacık süreyi bomboş geçiren, nefsini eğlendiren ve Allah’ı unutan insan sonsuza kadar içinde kalacağı cehenneme girmeyi kendisi hak edecektir. Ve sonsuza kadar yürekleri parçalayan bir azap çekip her gün samimiyetsizliğinden dolayı pişman olacaktır. Bu yüzden sakın şeytanın sizi kandırmasına izin vermeyin. Milyonlarca insanın iman etmemesi ve Allah’tan uzak olması da sizi sakın kandırmasın…
İnkâr edenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azap kelimesi kâfirlerin üzerine hak oldu. (Zümer Suresi, 71)
Kaynak: olumkiyametcehennemkonulari.blogspot.com.tr/, A9TV
|
|
|
IŞIK BEDENİNİZİ ONURLANDIRIN... |
Yazar: Spiritüeller - 27-07-2017, Saat: 16:52 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Bizleri yüksek bilincin doğasına davet eden kadim bilgilerle, ilahi mesajların özümlenebilmesi ve aydınlanma süreçlerinin yaşanabilmesi için kendimizden başlayarak, kendimize doğru bir yolculuğa çıkacağız.
Bilincimiz, onu aşkın bir düzeye ulaştırabildiğimizde ışıklanacak. Maddenin elektromanyetik spektrumundan kurtulabilenler ise, sonsuzla birliği dileyecekler.
Değerlerimizi, edimlerimizi hangi güç alanlarına bağladığımıza dikkat etmeliyiz. Bu aşamada, enerjimiz transforme edilir ve bizi, ayni türden frekanslara uyumlaması beklenilir. Uyumun doğru frekanslara ayarlanması, tıpkı gürültülü bir radyoda ince bir ayar yapıyormuşçasına, saf sesleri arayıp bulmaya çalışmaktır.
Sahiplenmenin yorucu gücü, gurur ve ön yargıların tutsaklığı ile birleşir, insanın benliğine sımsıkı kayıtlanarak, kendi kendisini madde ile büyülemesine yol açar. Büyüsünü bozmak isteyen; asil bir iradenin ahengi ve Öz’ün sadeliği içinde içsel ışığını açarak, ışık bedenini onurlandırmalıdır.
Işık Beden’in fiziki olana üstünlüğü; fizik bedenin adeta latif hale gelmesini, şifayı ve farkındalığı sağlar. Ruhun gereksinimi olan her çalışma, yaşantımız burada sürerken, ruhsallığımızın bir uzantısı olan Işık Beden’in gelişimini tamamlamaya yardımcıdır.
Gizemcilikte önemli bir yeri bulunan Işık Beden; Batı geleneğinde Işık, Doğu geleneğine ise, Elmas Beden olarak adlandırılan haldir. İslam ezoterizminde Nurlanma olarak da anılır. (Radiant Body)
İnsan, yavaş yavaş saflaşarak, iç güçlerini dönüştürme olanağına, acıları dindirme gücüne sahiptir. Değişim adına bir çok şeye veda ederek kendi üzerimizde disiplin sağlamak zordur. Ancak; iradesiyle Cism’ini birliğe yönelten yükselebilir.
Işık bedeni, psişik bir mutasyonla, insanı, hastalıklardan, çirkinlikten, yaşlanma etkilerinden uzak tutar, gizli arşivimizi düzenleyebilir. Işık Beden yaratabilmek; Okültizmde ve Batı Geleneği’nde özgün bir Törensel Maji çalışması gerektirse de, aslında ezoterik anlamda, riyazat ve tefekkür yoğunluğu halinde, kalbin arınması ile, böyle bir beden var edilebilir. Dolayısı ile, tefekkürün yoğun ölçüde hayata geçirilmesini kapsar. İlahi adlar ve anma sırasındaki imajinasyon gücü daima birbirlerine bağlıdır. Çünkü tüm güçler; adlarla, imajlarla, yoğun düşünce ile uyandırılır.
Tibet, Çin ve Hint ezoterik literatüründe, Işık Bedeni oluşturma teknikleri bulunur. Meditatif çalışmalar, yoga, ibadet, renk görme, nefes teknikleri, imajinatif kreasyonlar önem kazanırken; böyle bir enerji akışından yararlanarak, sezgi kazanmak veya sanatsal ilhamlarla yetenekleri geliştirmek de olasıdır.
Ne ile uğraşıyorsak, katlanarak, enerjisini uzun süre kalıcı hale dönüştürebilmektedir. Ne var ki, her insanın edimleri iyi yönde olmayabiliyor, oysa, her varlığın ürettiği psişik enerji Dünya için ayrı ayrı önemli.
Dünya üzerinde, ekonomik kriz, skandal, savaş, ayaklanma, cinayet, kaba kuvvet, gerginlik, inanç çatışmaları, kült grupların artışı, sapkınlık, aldatma ve pop okültizmde bir artış görülürken, her varlığın, makro ve mikro düzeyde etkileşim halinde oluşu, insanların enerji dengelerini nasıl yönlendirecekleri ve nasıl kullanmaları gerektiği konusuna dikkat çekmeyi zorunlu kılıyor.
Organize frekanslardan ibaret olan holografik evrende, sezgileri ve psişik özellikleri geliştirmeye çaba harcamanın önemi, artık daha fazla hissedilmektedir.
Şu an sahip olduğumuz potansiyeli kullanamıyorsak, buna engel olan, kişiliğimizin maskesidir. Bizi kendi gerçeğimizden perdeler. Önemli olan kişiliğin iyice gelişmesi değil; gerçek özünü bilmek, edindiğimiz dışsal kişiliğin ve egonun gölgesi olmamak ve içteki Öz’e yönelip, farkındalıkla donanmaya çalışmaktır.
Geçmiş koşullanmalarımız, acı dolu anılarımızı yaratan bazı olayların yükleri, korkular, kızgınlıklar kırgınlıklar, ümitsizlik, suçluluk gibi duygular bilincimizin derinliklerine saklanmış olabilir. Bunları sahiplenip biriktirmeyelim. Tövbenin önerilişi ve affetmek hep bunlar içindir. Eğer, fizik bedeni baskın biçimde ve tek ifade aracımız olarak edinmeyi benimsemişsek, işimiz zorlaşır. Asıl olarak, ruhaniyetimiz iyileştirilmeli, zihni, duyguları ve nefsi yönetmelidir.
Büyük bir eser olan her insanın, yüksek varlığında bulunan değerlere ulaşmayı, iyi düşünme biçimini ve bunun enerjisini öğrenmeyi amaçlaması gerekir. Zihnin gerçek algılama kapasitesi aslında çok büyük. İçe dönük dikkat ise, zihnin aynasıdır.
Fizik evrenden ayrı bir şuur alanına ait olduğumuz için, buradaki uyumlanmamızı, beyin aktivite alanlarındaki loblarımızın işlevleri sağlamaktadır. Konsantrasyona dayalı bir trans, dua veya meditasyon halinde, Parietal Lobdaki oryantasyon, yani uyumlanma ilişki alanı, geçici bir biçimde nörolojik bilgi akışından deaktive olur
İşte aşkın- transandantal deneyimler ve mistik yaşantılar anında, zamandan ve mekandan ayrılma hissi, hatta, farklı bir boyutu algılama duygusu, bu bölgeye gelen uyarıların blokajıyla sağlanmaktadır.
DNA’mız, biyofoton yayarken, hem alıcı, hem verici gibi adeta optik işlevle, bilgiyi özümleyerek işler. Adeta, biyodijital bir internet sistemi haline geçerek, kelimelerle ve düşüncelerle etkileşebilir. Yaydığı frekansların dışında, moleküler yapımıza enerji ile bilinç veren bilgiler yakalayabilmesi ise, bize yepyeni kapılar aralamaktadır. Çünkü, DNA’nın bu titreşimler yardımı ile, bir tür aktivasyona açık oluşu, mistik ve ezoterik çalışmaların, bütünsel olarak yararlarına dikkat çekmektedir.
2015 yılına girerken, sevgi, uyum ve dürüstlükle aydınlanan bir Dünya özlemini kalplerinde taşıyan tüm insanların güzelliğinin, Evrene ışık ışık yayılması ve yollarının açık olması dileği ile, esen kalın.
Kaynak:yuvayayolculuk
|
|
|
Şaman’ın “Kayıp Ruhu Getirme” şifası |
Yazar: Spiritüeller - 27-07-2017, Saat: 16:43 - Forum: ŞAMANİZM
- Yorum Yok
|
|
Kayıp ruhu kendisi arayan hastalar konusuna düzeltme olarak…
Şaman kültürlerde kişiyi derinden etkileyen olaylar neticesinde, bedenimizin enerji bütünlüğünün, “can” diye adlandırdığımız yaşamsal özümüzün zedelenerek kısmen kayba uğrayacağı inancı vardır.
Batılı yazarlarda bu konunun anlatımında süregelen bir yanılgı, beni yazmaya teşvik etti.
Önce ve önemle bu yanılgıya değinmek istiyorum. Sonrasında konunun güncel psikoloji bilimi çerçevesinden tanımını ve yazımın sonunda şaman toplumundaki iki tür uygulamasını yazmak isterim.
Travmalar sonucunda oluşan psikolojik rahatsızlıklarda, ruhun yarasını sarma, ya da güncel ifadesiyle, “ruhun kaybedilen bölümü”nü bulma ve geri kazandırma şifası, şamanik toplumda kişinin kendi kendisine yapacağı bir çalışma değildir!…
Bu şifayı sadece ve sadece Şaman verebilir.
Gereken teknikleri ancak şaman uygular.
Sıra dışı kozmik aleme giren, o can yarasının özünü tespit eden, o can parçasını bulup getiren ve bir Ney gibi bedene üfleyen Şaman’dır.
Michael Harner’ın “Şamanın Yolu” adlı eserinde ilk kez sözünü ettiği ve “Spirit Canoe” (Ruh Kano’su) adıyla tanıttığı toplu şifa çalışması, şaman öğretisinin yaygınlaşmasıyla çokça bahsedilirken, yanılgılara düşülerek kişinin kendisinin yapacağı bir teknik olarak öğrenileceği sanılır hale gelmiştir. Harner, “kano” benzetmesini Ekvador şaman toplumunun şifa seremonilerinde grubun oturma şeklinin bir kayığa ve katılımcıların kürekçilere benzer hareket etmelerinden yola çıkarak adlandırmıştır. Bu yazımın devamında iki çeşit “kayıp ruh arama” şifası anlatacağım. Michael Harner’ın sözünü ettiği bunlardan ikincisinin Ekvador’daki seremoni adabıdır. Ancak görüleceği gibi, şifacı her zaman Şaman’dır; hasta kişi bu şifayı alandır. Ancak öncelikle bu konuya genel bir giriş yapmak istiyorum.
Şaman toplumlarda kişisel olan ruh kayıplarının günümüz toplumlarında ortaklaşa yaşanabileceğine değinmeden geçemeyeceğim. Modern insanının yaşamını değerlendirdiğimizde, farkında olmaksızın, hem kendisinin hem de insanlığın öz varlık değerlerinden ne kadar kopmuş olduğundan habersiz yaşadığını, hayatında süregelen eksiklik duygularını maddesel araçlarla tatmin edemediğini ve bu nedenlerle, pek çok farklı hayat şartları ve tarzları içerisinde, mana bulmakta zorlandığını görürüz. Ruhun kayıplarının, kolektif kayıplar da olabileceğine Carl Gustav Jung dikkat çekmiştir. Jung’a göre, ruhsal rahatsızlanmaların özünde yatan kopukluklarla başa çıkmanın tek yolu, insan ırkı olarak, kadim ve kutsal olanla bağlarımızı yeniden tesis etmektir. Jung, bu anlamda Ruh’un kişiyi sadece kendi özüne ve kendi değerlerine değil, yaşayan tüm insanların özüne ve değerlerine bağlayan şey olduğunu ifade etmiştir. Bu saygın ve değerli tespite gore, modern çağımızda herkesin aynı kayıplara maruz kalmış olduğu kaçınılmaz bir gerçekliktir.
Şamanik ifadesi “ruhun kaybı” olan bu durumların psikoloji bilimindeki genel adı olan “disassociation” H.S. Sullivan tarafından tanımlanmıştır. Türkçesi “kimlik çözülmesi rahatsızlığı” denilen bu rahatsızlıkların tarifinde, “Normalde kişilikte bütünleşen ve bireyin kimlik-benlik duygusunu oluşturan belli fikirlerin, duyguların, algıların, bilgilerin, kimliğin, anıların, arzuların, vb. kişiliğin geri kalanından ayrılmasıyla; ya da bilincin travmatik veya acı verici çağrışımlardan uzaklaşması, bir tür savunma mekanizması” ifadeleri yer alır.
Ancak psikoloji bilimim kayıp parçanın nereye gittiğini ve nasıl geri kazanılacağını anlatmaz.
Bu önemli şifa tekniğinin gerçek şamanik usullerine değinmeden önce, ruhsal zedelenme sebepleri arasında literatürde sıklıkla söz edilen ve ciddi ameliyatlar, kazalar, şok etkisi yaratan olaylara ek olarak şaman literatüründe sıklıkla sıralanan travma örneklerini derlemek isterim.
Kurtulamadığımız derin acı, yas ya da korku süreçleri
Cinsel, duygusal ya da zihinsel tacizler
Utanç verici bir eylemin ertesinde kendini toplumdan tecrid edecek kadar yaralı olmak
Herhangi bir insana ya da maddeye aşırı bağımlılık ile yitirilen özbenlik onuru
Aile ya da toplum tarafından herhangi bir nedenle dışlanma yalnızlıkları
Tüm hayal ve yaratıcılığın kaybedildiği tükenmişlik sendromu
Katı aile ya da toplum koşullarında gelişen beğenilmezlik ve istenmeyen olma endişesi
Şaman’ın ‘kayıp ruhu geri getirme’ şifa teknikleri
Yukarıda belirtilmiş nedenlerden herhangi birisine maruz kalmış olarak şifa arayan kişinin ruhsal bütünlüğü, şaman öğretisinde “Nagualler” kavramına dayalıdır.
Şaman inancında insanların hayat yolculuklarında, tekâmül derslerinde rehberlik yapan yüksek varlıklar, kendilerini şaman yolculuklarında hayvan figürleriyle gösterirler. Her “Nagual” bir ruhsal özelliğin gelişmesi için yol göstericidir. Kararlarımızı yönlendirmede ve seçimlerimize ışık tutmada zihinsel, ruhsal ve duygusal rehberlikleri olacaktır. Bu erk hayvanları zaman içerisinde ve ihtiyaca göre çoğalabilirler, yer değiştirebilirler, birbirleri içerisinde eriyip bütünleşebilirler.
Bir diğer deyişle, “Nagualler”, rehberlik alınacak ve sezgilerin güçlenmesinde hocalık edecek hayvansal enerjilerin ifadesidir; şifalandırıcı güçleri ve ilham verici bilgelikleriyle insanlara ışık tuttukları, koruyup gözetmeye gönüllü oldukları için Maya lisanında “Nagual”, sevgi ve saygı çağrıştıran bir sözcüktür.
“Kayıp Ruhun Getirilmesi” türünde olan şifa seremonileri iki şekilde yapılır. İkinci sırada anlatacağım, ancak ileri düzeyde inisiye olmuş Şaman’ın yapabileceği bir şeydir.
İlkinde, Şaman ruh kaybına uğradığı düşünülen kişiyle birlikte bir odaya girer. Öncesinde mekânı tütsülerle ve özel nucullarıyla korunaklı bir seremoni alanı haline getirir. Kristallerini gereken yerlere yerleştirir. Sonra davulunu ya da çıngırağını çalmaya başlayarak şaman yolculuğuna çıkar ve tüm şifa çalışmalarındaki gibi kendi rehberleri ve yardımcı ruhlarıyla buluşur. Hastasının kaybettiği ve böylelikle ruhsal bütünlüğünün bozulmasına neden olan ruhsal enerjiyi arar. Bu ruhsal parçayı temsil eden / taşıyan Nagual’in varlığını hissettiğinde, onun taşıdığı ruhsal enerjiyi alarak, hastasının kalp ve taç çakralarından bedeninin içerisine üfler.
Hasta kendisini iyi hissettiğini söyleyene kadar bu çalışmaya günlerce devam edilir. Acı yüklü anı ve deneyimler, sarsıntılı hayat dersleri çözümlenmeye başlayınca, yani iyileşme belirtileri başlayınca, kayıp ruhun döndüğünü hasta kendisi de anlar.
İkinci teknik bir grubun gözleminde yapılandır. Grup üyeleri bir çember ya da elips şekli oluşturacak şekilde otururlar. Bu ikinci oturuş düzeni nedeniyle, bazı Batılı yazarlar buna “Ruh Kayığı” şeklinde tanımlamalar getirmişlerdir. Zaten tam anlaşılamayan ve en çok yanılgıya düşülen de bu tekniktir
Şaman, davulunu grubun bir üyesine verir ve kendisi elinde çıngırağı ile hastasının yanına uzanır. Çıngırağını çalarak şaman yolculuğuna çıkar ve kişinin hayatının çeşitli evrelerini gözlemler. Aradığı şey öyle bir hayat sahnesi olmalıdır ki, bir kenarda yaralı, acılı ya da halsiz ve bitkin biçimde bir Nagual’i görebilsin. Nagual’i gördüğünde çıngırağını çalmayı keser. Kendisine davul verilmiş olan grup üyesi şaman yolculuğu vuruş ritminde çalmaya başlar.
Bu noktadan itibaren Şaman gördüğü sahneyi yüksek sesle anlatacak, hem tüm grup katılımcıları, hem de yanındaki hastası dinleyecek ve hatırlamaya çalışacaktır…
Şaman, sahnenin anlatımını bitirdikten sonra susar. Orada gördüğü ve hastasını terk etmiş, kendisi de kırık dökük, hasta durumda yatan Nagual’in yanına kendi zihin ve ruh gücüyle, aynı türden olan kendisinin iki adet Nagual’ini yollar.
Şaman’ın gönderdiği ruhsal enerjiler, hasta olan ruhsal erki yavaşça şifalandırmaları, tekrar sağlıklı biçimde ayağa kaldırmalarına kadar sürer. Bu süreci suskunca yöneten Şifacı Şaman, tekrar konuşmaya başlar. Kişiyi terk etmiş Nagualin iyileşerek dönmeye hazır olduğunu söyler, herkesi ortak şifa niyetine katılmaya davet eder.
İyileşen Nagual’in önce Şaman’ın ruhuna (ve bedenine) dönmesi süreci olarak kabul edilen zaman diliminde, grup üyesi davulu çalmaya devam eder. Bir noktada Şaman olduğu yerde dizlerinin üzerinde doğrulur ve davulu çalan susar ve davulu bırakır. Herkes aynı niyetle sessizleşir.
Şaman sol eliyle hastasını sırtından tutarak kaldırır ve oturtur. Sağlıklı ruhsal enerjiyi hastasının taç çakrasına, kaş çakrasına, boynunun arka yerinde, epifiz beziyle hizalı bir çakra vorteksine ve en sonunda solar pleksus’una üfler.
Sonra yine çıngırağını çalarak grup çemberindeki yerine geçer, Hasta da çemberdeki yerini alır. Şimdi sırada, Şamanın dile getirdiği sahneyi hatırlaması ve o sahnede yaşadığı travmayla barışması vardır. Kişi sadece sahneyi hatırlamakla kalmaz; o geçmiş hayat sahnesinde cereyan eden, ancak kendisini bilinçaltına itilerek tümüyle silinmiş, unutulmuş bir durumu da hatırlamasına şahit olunur.
Hatırlanan hayat deneyimi Şaman’ın anlattığıyla örtüştüğünde, şifa kozmik olarak doğru zamana, doğru mekâna ulaşılarak kazanılmıştır. Şaman’ın şifacılık itibarı, anlattığı sahnenin kendisine başvuran kişi tarafından doğrulanması ve şifa seansı sonrasında ruhsal sorununun çözümlenmiş olmasıyla mümkündür.
Son olarak iki şey daha eklemek isterim.
Şaman öğretilerinde “bu kısmi ruh kaybının bir faydası olduğunu, kişinin tümden hasar görmesindense, sadece kısmi bir kayıpla hayatını sürdürecek olmasının yararlı olduğunu” söyleyenler sadece Batılı öğreticileridir. Şamanik toplumda ise, halk bir bütün halinde yaşadığı için, travmatik bir olayla karşılaşan şahıs en geç 3 gün içerisinde Şaman’a götürülerek şifa aranacağından, “hayatın geri kalan bölümü nasıl geçecekti” şeklinde bir varsayım zaten yoktur.
Kaynak: Ayşe Nilgün Arıt
|
|
|
Kadın doğası itibariyle Şaman ruhu taşır |
Yazar: Spiritüeller - 27-07-2017, Saat: 16:24 - Forum: ŞAMANİZM
- Yorum Yok
|
|
“Halloween” denilen gecelerde kız çocuklarına ürkütücü ve çirkin cadı maskeleri takmayı sürdüren, böylelikle kızları ve dişil olanı hala kara büyüyle ilişkilendirme algısına hizmet eden, üstelik ‘ileri’ kabul edilen bir toplumun bu geleneğine şaşırmazsak, kadının ve şifacılığının modern toplumlarda hala çelişkiler ve yanlış anlaşılmalarla dolu olmasına da şaşmamak gerek…
İnsana dair tarihsel, antropolojik ve ruhsal araştırmalar çağdaş dünyanın ilgi odağına yerleştiğinden beri yayınların ve öğretilerin büyük çoğunluğu erkekler tarafından üstlenilmiş, kaleme alınmıştır. Gerek ortaçağlara uzanan, gerekse onların yeniçağ versiyonlarını oluşturan spritüel bilgilerin çoğunu erkekler öğretmiş ve öğretmektedir. İlginç olan husus, takipçilerin ve uygulayanların çoğunluğunu ise kadınların oluşturmasıdır. Tarih boyunca ve günümüzde ifade bulan tüm görüşlerde, kavramlarda ve esasen kararlarda, eril olan (erkek bedeninde ifade bulan) otoritenin sesi egemendir.
Kadınların referans verildiği, dişil olana atfedilen bilgilerin çoğunluğu, Tanrıçalara inanılan zamanlarda kalmış öykülerdir. Kaldı ki, Tanrıçaların sahnede olduğu dönemlerin kaleme alındığı kaynaklarda da bunlar kadının gözünden, kadının ağzından ifade bulmaz. Tanrıçalar sonrasında, son iki bin yılda hakkında sadece olumlu anlamda yazılmış kadın Hz.Meryem’dir. Jeanne d’Arc dâhil adları geçen diğer kadınlar erkek lisanı, erkek bakışı, erkek sunumu ile, çoğunlukla yanlış ya da taraflı biçimde anlatılmış, ya baştan çıkarıcı, hataya sevk edici, zaaflarının esiri ve hatta erkeği gücünden edici olarak aşağılanmış, ya da cesur duruşları, seslerini çıkarmış olmaları nedeniyle zaten öldürülmüşlerdir.
Sosyolojimiz ile doğamızın çapraşık durumuna baktığımızda “eril” olanın sadece yönetimlerde egemen olmadığını, insana dair öğretilerde ve anlatılarda, yorumlarda da sözü geçen olduğunu görürüz. “Dişil”i kabulde, saygıda, hakkını vermede, eril’in kontrolü ne kadar elinde tuttuğunu anlamaya çalışırken, bizatihi kadınların da bu çapraşık hususa katkılarını görmek gerekiyor. Kadim bilgileri arayanlar erkek hocaları daha bilge, erkek şifacıları daha güçlü, erkek medyumları daha doğrucu, erkek bilimcileri daha etkili olarak kabul ediyor ve sonuçta bilim insanı yerine “bilim adamı”, insan yerine “insanoğlu” deyiveriyor. Bilimsel, kültürel, ruhbilimsel ya da spritüel öğretilerde, rehber ya da hoca olarak kadın mı, yoksa erkek mi seçeceğini samimiyetle akıldan geçirmek, nedenini tartmak, bu eğilimdeki payını anlamaya çalışmak, kadınların kendi özlerini değerlendirmelerinde yararlı olacaktır kanısındayım.
Oysa her insan eril ve dişil enerjilerin bir bütünüdür. Erkek de olsa, kadın da olsa, bu değişmez. Yin ve Yang sembolleri, cinsiyet çıkışlı olmayan bütüncüllüğün temsili olduğu halde, bu ifadeleri dile getiren kültürlerde dahi dişil olan Yin, istismar edilmiş, kötü değerlendirilmiş ve kötüyü temsil eder ifadelere ulaşılmıştır. Öte yandan “eril” ile dengelenmeyen “dişil” de sorunludur. Dengenin olmadığı kişilikler kadar dengenin olmadığı siyasi sistemlerde de hep sorun çıktığı için, bu konu günümüz toplumlarının temel meselesi olmaya devam ediyor. Erkek ve kadın aynı özden ve aynı özelliklerden oluştuklarını içten hissetmedikçe, Yin ve Yang de işe yaramıyor, az sonra vereceğim örnek dışında Budist rahipler hep erkek oluyor.
Bugün tüm dinlerin öğretileri içerisinde kadınlar tarafından kaleme alınmış ya da bir kadın tarafından dile getirilmiş çok az metin, çok az söylem buluruz. Gerek Papalık hiyerarşisinde, gerekse diğer monoteist dinlerde ya da dünyanın güçlü ruhsal öğretilerinde merdivenin üst basamaklarında erkekler oturur. Durum böyle olunca, diğer tüm öğretilerde olduğu gibi, Şamanizm’in aktarılması, anlatılması ya da anlaşılmasında aynı yanılgılara düşülüyor. Şaman öğretilerini ilk kaleme alanların erkek olması Şamanizm’in bazı önemli ve değerli denge vasıflarının anlaşılmasını ve kavranmasını başından yönlendirmiş, erkek şaman imgesini ön plana çıkarmıştır. Mesela ilginçtir ki, bazı Batılı yazarlar Ayahuasca seremonilerinde kadın olmaması gerektiğini iddia ederler.
Şamanizm sonrasındaki asırlar boyunca asılan, yakılan ve suya atılarak boğulan kadınlara duyulan tepkinin temelinde, dinsel öğretilerin vurguladığı günahkar olma damgalarının altında, kadınların bir doğal özellikleri, döngüsel kanamaları vardır. Oysa şaman toplumlarda kanama, yenilenme özelliklerini temsil etmekle kalmıyor, bu dönemde kadınların yaratıcılıkları kadar, ruhsal ve şifacı güçlerinin de arttığına inanılıyordu. Yakın ve yeni çağlarda kadınlara (metaforik olarak) “kan kusturulması”nın bu gücün yaratmış olduğu ürküntü ve hatta rekabetten kaynaklandığı düşünülebilir.
Aslolan birini diğerine tercih değil tabii ki… Aslolan dişil ve erilin vazgeçilemez bütüncüllüğü. Dişil olan, Ay’ın enerjisiyle yüklü, içe dönük kabul edici, üretici, besleyici, uyandırıcı, anaç güçle dolu. Eril olan, Güneş’in ışığıyla yüklü, eylem, dışa dönük, düşünce, odaklanma becerisiyle dolu. Bu iki özellik birleştiğinde, şifanın gücü ortaya çıkar.
Kadın da erkek de her iki enerjinin tüm özelliklerini taşımaya muktedirdir; yeter ki, bireysel olarak bunu gerçekleştirmeye çalışsınlar.
“Kadın doğası itibariyle Şaman ruhu taşır…”
Chukchee atasözü
Diğerleri asılırken, yakılırken, boğulurken, bütün kadınlar ayağa kalkmış olsaydı, Toprak Ana’yla ilişkilerinin farkındalığı içerisinde, seremonilerin, şifalarının ve görünmeyen dünyaların rehberliğine inanmış olsalardı, her şey farklı gelişebilirdi. Ama bugün bile içlerine yerleşmiş kuvvetli korkular buna engel ve hatta kendilerine engel olmayı sürdürebiliyor. “Shamanism: Archaic Techniques of Ecstasy” adlı kitabında, pek bilinmese de, Mircea Eliades bile, kadın şamanların orijini maskülen bir meslek olan şamanlığın bir tür “dejenerasyonu” olduğunu yazmıştır. Oysa Moğolistan’dan Afrika’ya kadar ilk şamanların kadın olduğu kendisine anlatılmaya çalışılmıştı. Dünyanın tümünde ama özellikle bazı toplumlarda kadın şifacılar çok önemsenmişti. Bu hususu belgeleyecek çok kaynak olduğu halde, güncel yayınlarda pek yer almaz.
Kadın Şamanların Cadı olarak sunuluşunda, onların Toprak Ana ile aynı öze sahip olmalarından kaynaklanan özel ilişkilerine duyulan gıptayı da düşünebiliriz. Şifalandırmada kullandıkları otlar ve bitkiler dişil gücün sahibi Toprak Ana’nın mahsülleridir. Görünmeyen dünyalara giden yollar bu dişil dünyanın kapılarından geçerek gerçekleşmektedir; yolu gösteren, açan, geçiren ve tüm yardımlarını sunan Ana’dır Yeryüzü…
Carlos Castaneda’nın ünlü kitaplarından ve Castaneda’dan etkilenerek etno-botanik dünyalara ilgi duyan çok sayıda yazar, mesela Terrence McKenna, “eril”e saplanmanın sonucunda “Psikodelik (sanrılatıcı) Şamanizm” yoluna yönelmiştir. Oysa bitkiler âleminin zenginliğinde, etno-botanik ve halusinojen bitkiler sınırlıdır. Doğa ‘Ana’dır; transa geçmeye gerek bırakmayan şifalar sunan bir muhteşem bir umman’dır. Castaneda’nın gölgesinde kaldıkları için tanınamayan iki kadın takipçisinin (Florinda Donner-Grau ve Taisha) bitkisel şifa konusunda müthiş notlar kaleme aldıkları halde seslerini duyuramamış olmalarının sebebi, şamanizmin eril ellerde yaygınlaşmış olmasıdır.
Sıra dışı âlemlerin doğal ebeleri olan kadınları sahip oldukları güçten ürküten, bu gücü fark edemez kılan, hatta kendini bu dişil güce layık görmemeye yönelten şey, erkeklerin erken davranarak yolu kesmeleri olmuştur. Oysa kastedilen güç, ‘kontrol’ değildir, ‘hâkimiyet’ değildir; ne sahip olana, ne de olmayana tehdit değildir. Bu nedenledir ki, şimdiki zaman kadınların (“unlearn”) öğretilenleri unutma vaktidir.
Uzun bir yolu geride bırakmış olsalar da, kadınların kolektif bir korkuyu, ‘zulme / işkenceye / ezaya maruz kalma korkusu’nu şifalandırmaları gerekiyor. Hala dünyanın pek çok yerinde aşık oldukları için taşlanan, recm edilen kadınlar var. Hala bazı geri kalmış toplumlarda cadı olduğu iddiasıyla yakılan kadınlar var. Tecavüze uğrayan olduğu için öldürülen kadınlar var. Kadına şiddet bir metod olarak onun doğal gücünün farkına varması geciktirmekteyken, zaten derin anlamı tam çözülememiş şamanik vasıflarını sahiplenmek için kadınların hem kişisel algılarında, hem de sosyal konumlarında mücadele etmeleri gerekiyor. Önce kendileri özgürleşenler, başkalarının özgürlükleri için mücadeleye başlarlar.
‘Yaşayan örnek’ olmayı seçmiş ilginç kadınlardan birisi doğu ruhsal ilminde kadınların aydınlanmasının mümkün olamayacağı tezine karşı mücadele eden ve Tibet’te kadın rahipler için bir manastır kuran Tenzin Palmo’dur. ‘The Cave in the Snow” (Kardaki Mağara) adlı kitabında, boyunları eğdirilmiş ve sahiplenilmiş Tibetli kadınların Budist bilincine vakıf olmaya muktedir olduklarını anlatabilmek için nasıl bir ısrar, inat ve direniş göstermesi gerektiğini anlatır. Dalia Lama’ya konuyu sunmak için verdiği mücadele, bu eşitsizliği, hak yenmişliği en uygun lisan ve sunumlarla anlatması yıllarını almış. Sonunda bazı şeylerin değişmesi gerektiği konusunda kabulünü ve onayını sağlamış. Böylece Tibet’te Budizm yolunda yürünecek, yürürken erkeklerle aynı koşullara sahip olunacak bir kadın manastırının açılması mümkün olmuş.
Kadın doğası itibariyle, özünde bir şaman ise, değiştirici ve dönüştürücü olma vasfına sahip demektir. Kolektif olarak bu bilinci üstlenmek özevrimleşmeyi gerektirir. Bilinci sahiplenmek, aktif olarak insanlığa sahip çıkmak ve böylece bilinci hizmete dönüştürmektir. ‘Hizmet’ zaten öne çıkmak demektir. Meslek ya da uygulamaları onlarca biçimde olur. Edebiyat, müzik, resim gibi alanlarda Sanatçı olarak, söylenmesi gereken şarkıları söyleyen şarkıcı olarak, doğa için, insan için, toplum için aktivist olarak, sosyal hizmetlere yönelerek toplum yaralarını sarmaya çalışan olarak, ya da anlatan, öğreten olarak…
O zaman Gezegenimiz, Annemiz, Ay ve Güneş mutlu ve huzurlu olacaktır…
Kaynak:yuvayayolculuk
|
|
|
Aura Enerjisi Ve Aurik Işığın Yenilenmesi |
Yazar: Spiritüeller - 27-07-2017, Saat: 16:16 - Forum: Aura
- Yorum Yok
|
|
‘’Temizlenmiş Aura, kişiye özgü bir kıyafet gibidir.’’
Canlıları çevreleyen parlak, yaşamsal enerji alanı, insan bedeni etrafına oval bir ışınımla yayılır. Tüm canlılar, biyoplazmik enerji kozalarına sarılmıştır. Aura, tıpkı dahili organları koruyan deri tabakası gibi, dışımızda aurik alanı kurarak enerjiyi korur. Cildimize özen göstermenin önemini bilirken, Aura’mızın temizliği ve güçlenmesi için de çalışmamız gerekir. Şahsi enerji ile, dış enerjiler arasındaki yaşam gücünün bir tür atmosferi diyebileceğim Aurik Alan; farklı değişken niteliklere bürünebilir. Zaman zaman sağlığı bozulup, düzelebilir. Bazen tırtıklı, bazen pürüzsüz ışınımdadır.
Kendimizi dinlediğimizde; uyumlu, sakin, sevgi dolu, inançlı, güvenli, huzurlu, yüksek frekanslı ve sağlıklı hissediyorsak, Aura’mız pozitif bir alan kurmuş, parlak renkli, güçlü titreşimli, saf ve pürüzsüz sınırlıdır.
İnsanın aurik atmosferi, çakralar aracılığı ile iletilen yaşam gücü hareketi ile oluşarak beden dışına yayılan bir Enerji Kozası’dır diyebiliriz. Bu korona; elektromanyetik özellikler taşır.
Bir diğer kişinin Aura rengini algılamak kapsamlı bir konu olsa da, kısaca mümkün. Ayrıca Aura’nın enerjisini hissetmek psikometrik bağlamda olasıdır, titreşimsel tarzda karıncalanmaya elektriklenmeye ve ısı değişim hissine yol açabilir.
Eğer üzgün, sıkıntılı, hasta isek, Aura’mızın rengi donuklaşır, parlaklığı hafifler, frekansı yavaşlar. Sınırları kopuk kopuktur. Eğer negatif düşünüyorsak, rengi koyulaşır. Biçimi dalgalıdır. Frekansı kararsızdır.
Aura biyoplazmik enerjisel oluşumu, epitel dokunun her bir deliğinden fışkırır, Kirlian fotoğraf tekniği ile belirlendiği gibi, sıkıntılı, depresif ya da hasta isek, bizim ve başkalarının enerjisi arasında koruma ödevini gerçekleştirmesi güçleşebilir.
Korunmasız kaldıkça frekansı değişir, negatif enerjiye daha fazla açılır, filtreleme dengesi ince enerjileri aktaramaz. Çakra sistemine gönderdiği enerji mesajları da zayıflar.
Aura, çevremizle aramızda sorun olabilen düşünceleri, hisleri enerji iyileşmesi ya da bozulması biçiminde kısa süreli kayıtlayabilir. İşte burada, güçlenmiş ve temizlenmiş bir Aura sahibi olmanın, saf, olumlu düşünmenin, özel ruhani çalışmalar yapmanın, inanç, değerler ve felsefi bakışta ileriye yol almanın anlamı ortaya çıkar.
Temiz Aura, iyi veya kötü enerjinin üzerimize yönlendirilme zamanını anlamamızı, hatta bunu onaylamayı ya da uzaklaştırmayı başarabilir. Aura’nız, negatif enerjiye karşı bir paratoner gibi koruma sistemi kurabilir.
Canlı sistemleri çevreleyen Aura’lar çeşitli yollarla gözlemlenebilir. Renkleri ile tasvirleri, dini, mistik sanatta ve edebi eserlerde çeşitli skalalarda belirtilerek, saflığı aydınlanmayı ya da zıttını sembolize ederler.
Yunanca “Aura” sözcüğü ” nefes ” veya “hava” anlamına gelir. Gnostiklerin güneş küresi dediği enerjisine Blavatsky; astral ışık, demekteydi. Bu eterik kuvvet, Gurwitsch’e göre mitogenetik radyasyon, Grischenko için biyoplazma, A. Puharich için ise psi plazma’ydı.
Enerji Tıbbının birçok uygulamasında Aura; biyoplazmik vücut, eterik ağ, sezgisel beden, Kirlian Aura’sı, manevi ateş ve ruhsal deri olarak adlandırılır.
ENERJİ CİLDİMİZ AURA’YA ATTIĞIMIZ RENK İMZASI
Aura, katmanlar içeren enerji cildimiz sayılmalıdır. Yedi ana çakradan gelen yaşam gücünün elektromanyetik enerjisi yedi ayrı katmana, hatta yedi ışına karşılık gelir. Bu aurik ışık ağına, bu ruhsal temelli enerjiye, kendi özgün renk imzanızı çizeriz. Temizlenmiş bir aura, kişiye özgü, bir kıyafet gibidir.
Her ışın, farklı bir renge, sembole, çakra giriş ve çıkış noktasına haizdir, farklı radyasyona sahip, eşsiz yedi aurik katman, bedensel ruhsal bir rahatsızlığı belirleme olanağını sunan iyileştirebilen atmosferi oluşturur. Bu katmanlar bize, vücudun, her organının elektromanyetik enerjisi ile, bir tür verici-alıcı anten kurabileceğini gösterir. Eğitimle çalıştırabilir, temizlenebilir.
7 KATLI AURA.
1-İçten dışa doğru, bedene en yakın birinci tabaka; sağlığı sergiler.
2- Aura’nın ikinci katmanı; güvenliği, esenlik hissini taşır, cazibe ya da itici duyguları sergiler.
3- Üçüncü katman; kişisel güç ifadesini gösterir.
4- Dördüncü katman; kalbi nitelikleri iletir.
5- Beşinci katman; mutluluk veya hayal kırıklıklarının yüksek ya da düşük bant frekanslarını taşır.
6- Altıncı katman; sezgisel mistik özelliklerin ışınımına sahiptir.
7- Aura’nın yedinci katmanı; maneviyatımızla kaplanır ve eterik bir ışıkla parlar. Bu bir “ışık halesi’’dir. İlahi olan ile bağın itirafçısıdır. Ancak manevi ışığınızla güçlenebilir. Öfke anında kırmızıya bakan bir renge büründüğü, hastalanınca ise, donuk mat griye baktığı belirlenebilir.
Negatif işlerde bulunanlarda; gri, siyah kırıklıdır. Yüksek enerjili kişilerde; elmas veya zümrüt renkli ve pürüzsüz görünümdedir.
Canlı organizmalar, 300 ila 2000 nanometre arasında bir frekansta titreşim yayar. Bu “biyo-alan” aslında, çakralarla ilişkili olan bir dizi farklı renk bandından oluşur.
AURA RENKLERİ VE FREKANSLARI
Mavi 250-275 Hz artı 1200 Hz, Yeşil 250-475 Hz, Sarı 500-700 Hz, Turuncu 950-1050 Hz, Kırmızı 1000-1200 Hz, Mor 1000-2000 Hz, Beyaz 1100-2000 Hz.
Aura, enerji mesajlarını alabilir, onları yanıtsız bırakmak, uyumsuz frekansların aşırı yüklenmesine ve hayat gücü enerjinizle karışmasına yol açar. Kalabalık ortamlarda bulunan kötü niyet ile kaplı bir enerji alışverişi, sorunlu enerji akışı ile dolu tuzağa çeker, titreşimi aşırı yüklenme getirir, niyetleriniz odak dışı bir kaosta bekleyebilir.
AURA TEMİZLEME
Aura’nızı temizlemek için, onun tamamen çevrenizi sardığını görselleştirin. Gözlerinizi çevresinde gezdirin ve bu özel atmosferinizde delikler ya da gözyaşı damlaları varsa, birinin öfkesine, kıskançlığına maruz kaldığınızı anlayabilirsiniz. Çizgiler varsa, üzgün kişinin Aura’sı ile buluşmuşsunuz demektir.
Aura’nın Temizlenmesi ve korunması için kullanabileceğimiz zihinsel imajlar, görsel imajlar ya da objelerden örnekler:
Gökkuşağı, altın bir bulut, gümüş kılıçlar, diskler, büyük yeşil ağaçlar, berrak kristal yüzeyler, yosun kaplı kayalar, taş mineraller, aynadan objeler, arboretumlar, pembe beyaz inciler, leylaklar, şelale, yarı değerli veya değerli taşlar, mineraller.
Diğer yandan, günlük meditasyon, dua, namaz, anma, topraklama, temiz düzenli ev ortamı, olumlama, spor, yürüyüş, güzel düşünceler, bilinçli soluk alıp verme, bir ışıklı aura dileği, iyi davranış, iyi niyet, gülümseme, doğruyu söyleme gücü, saygı gösterme, minnettarlık, şükür, iyilikler aurik alanı temizlemeye yardımcıdır.
KORUMA VE TEMİZLİĞİ ENGELLEYEN UNSURLAR
Günlük ruhsal uygulamaları, ufak çaplı da olsa egzersizi, kendine bakımı ihmal etmek. Hareketsizlik. Aşırı çalışma veya çok düşünme. Sözlü, fiziksel veya enerji saldırılarına geçmek. Olumsuz insanlarla etkileşim. Endişe, zihinsel takıntı, korku beslemek. Yalan söylemek. Yoğun elektronik cihaz kullanmak. Bir diğer kişinin ağrısı, endişesi ya da kederi ile yoğun empati kurmak. Düşük ve parazit varlıklara düzeyi yönlendirme fırsatı sunabilecek kötücül, günahkar edimlerde bulunmak.
IŞIK VE SEVGİ HÜZMELERİ
Bu ışık katmanları, enerjiyi vücudun dışında yönetir. Tepe noktası oldukça hassastır. Kızılötesi dijital termometreleri, bu noktanın çevresindeki cildin ısısının daha düşük olduğunu, olumsuz kötü olaylarla karşılaşmaların noktaya zarar vererek duygusal travmalar yüzünden kaymasına yol açmaktadır.
Tepe Noktası’nı şifalandırıp, şekillendirmek için kristaller kullanılabilir.
Fiziksel bedenimiz, fiziksel konumla ilgisi olmadığı düşünülen soyut etkilere otomatik tepki verir. Her yönden gelen rezonanslar, Aura’mız ile seçilir.
Eğer, maddi yaşamın form yoğunluğu ve bilincimiz üzerindeki ayırıcı etkisinin bizi inatla sarmasına izin verirsek, elde tutma hırsı çoğaldıkça, düşüncelerimiz ve biyoplazmik alanımız nurani kaynağı seçemez hale gelir.
İsteklerin perdesi ışığa doğru aralandığında, Aura’dan yayılan ince ışık ve sevgi hüzmelerinin ne kadar değerli olduğunu fark edebiliriz. Ayrıca, Doğa ile dingin bir buluşma, Aura’yı temizleme ve şifalandırmak için önemli titreşimler sağlamaktadır. Sevgilerle esen kalın.
|
|
|
Hayatınızdaki “duygusal vampir” kim? |
Yazar: Spiritüeller - 27-07-2017, Saat: 15:32 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
|
Doktor olarak hastalarımda ilişkilerin, hayattaki en büyük “enerji emiciler” olduğunu gözlemledim. Bazı ilişkiler olumludur ve ruh halinizi olumlu etkilerler. Bazıları ise sizdeki iyimserlik ve huzur duygusunu yok ederler. Ben böyle sizi kurutan insanlara “duygusal vampirler” diyorum. Bu insanlar sadece fiziksel enerjinizi emmekten çok daha fazlasını yapıyorlar. Kötü niyetli olanları size kendinizi değersiz ve sevilemez hissettirebilir. Diğerleri size kendinizi kötü hissettirmek için küçük zararlar verebilirler. Örneğin, “ Birkaç kilo aldığını fark ettim, şekerim” ya da “Çok hassassın!” onların en sevdiği cümlelerdendir. Bir anda sizi güveninizi sarsacak, tehlikeli alanlara doğru sürüklerler.Enerjinizi korumak için duygusal vampirlerle savaşmak gerekir. “Duygusal Özgürlük” kitabımdan aktaracağım stratejiler, size hayatınızdaki duygusal vampirleri tanımada ve onlarla savaşmada yardımcı olacak.Bir duygusal vampirle karşılaştığınıza dair işaretler:• Göz kapaklarınız ağırlaşır ve şekerleme yapma ihtiyacı hissedersiniz.• Ruh haliniz bir anda düşüşe geçer.• Sizi rahatlatan, bol karbonatlı yiyecekler yemek istersiniz.• Kendinizi endişeli, depresif ve olumsuz hissedersiniz.• Kendinizi eleştirilmiş hissedersiniz.
Duygusal vampir çeşitleri1. NarsistSloganları “Önce ben”dir. Her şey onlar hakkındadır. Abartılmış bir kibirleri vardır, dikkat çekmeye bayılırlar ve beğenilmeye ihtiyaç duyarlar. Tehlikelidirler çünkü empatiden yoksundurlar ve koşulsuz sevme konusunda hiç iyi değillerdir. Eğer bir şeyleri onların istediği gibi yapmazsanız, cezalandırıcı ve soğuk olurlar.Kendinizi nasıl korursunuz?Beklentilerinizi gerçekçi tutun. Bu insanlar duygusal anlamda kısıtlı insanlardır. Böyle birine aşık olmamaya çalışın ya da onlardan koşulsuz sevgi beklemeyin. Hiç bir zaman sizin değeriniz onlara bağlıymış gibi düşünmeyin ve onlarla en saklı sırlarınızı paylaşmayın. Onlarla başarılı bir şekilde iletişim kurmak için, bir şeyin onların nasıl yararlı olacağını göstermelisiniz. Eğer zorunlu değilse bu can sıkıcı egosantrikle fazla muhatap olmamak en iyisidir, ama eğer ilişki kaçınılmazsa bu yaklaşım işe yarar.2. KurbanBu vampirler “zavallı ben” tavrıyla sinirlerinizi yıpratırlar.
Dünya her zaman onların karşısındadır ve bu da mutsuzluklarının ana sebebidir. Sorunlarına bir çözüm önerdiğinizde her zaman sizi şöyle yanıtlarlar “Evet ama…” Onları arayıp sormaktan vazgeçme ya da onların aramalarını görmezden gelme noktasına gelebilirsiniz. Arkadaş olarak yardım etmek isteyebilirsiniz ama hüzün dolu öyküleri sizi yorabilir.Kendinizi nasıl korursunuz?Nazik fakat kesin sınırlar koyun. Kısaca dinleyin ve arkadaşınıza veya akrabanıza “Seni seviyorum ama eğer çözümü tartışmak istemiyorsan, seni ancak beş dakika dinleyebilirim” deyin. Söz konusu iş arkadaşınızsa “Senin için her şeyin iyi olmasını tüm kalbimle dileyeceğim” deyin ve ardından “Umarım anlarsın, yetiştirmem gereken bir iş var ve ben çalışmaya dönmek zorundayım” diye ekleyin. Bunun iyi bir zaman olmadığını belirtmek için vücut dilinizi kullanabilir; göz kontağını keserek veya kollarınızı birbirine kavuşturarak sağlıklı sınırlar koyabilirsiniz.duygusal vampir3. DenetleyiciBu insanlar takıntılı olarak sizi kontrol etmeye ve nasıl olmanız ve hissetmeniz gerektiğini size dikte etmeye çalışırlar. Her şey hakkında bir fikirleri vardır. Eğer davranışlarınız onların kitabına uygun değilse, duygularınızı geçersiz kılarak sizi kontrol etmeye çalışırlar.
Çoğu zaman “Aslında senin neye ihtiyacın var, biliyor musun?” diye cümleye başlarlar. Sonunda hükmedilmiş, küçültülmüş ve değersizleştirilmiş hissedersiniz.Kendinizi nasıl korursunuz?Başarının sırrı denetleyici kontrol etmeye çalışmamaktır. Sağlıklı bir şekilde girişken olun, ancak onlara ne yapmaları gerektiğini söylemeyin. Şöyle diyebilirsiniz “Tavsiyene değer veriyorum ama bunu gerçekten benim kendi kendime halletmem gerekiyor.” Güvenli olun ve kurbanı oynamayın.4. Sürekli konuşanBu insanlar sizin hislerinizle ilgili değildirler. Onlar sadece kendileriyle ilgilenirler. Lafa girebilmek için bir boşluk beklersiniz, fakat o an hiç bir zaman gelmez. Ya da bu insanlar size fiziksel olarak o kadar yaklaşırlar ki, neredeyse üstünüzde nefeslerini hissedersiniz. Siz geriye gidersiniz ve onlar size bir adım daha yaklaşır.Kendinizi nasıl korursunuz?Bu insanlar sözsüz ipuçlarına cevap vermezler. Yapması zor olabilir, ama sözlerini kesmeli ve konuşmalısınız. 2-3 dakika dinleyin ve sonra kibarca “Sözünü kestiğim için kusura bakma ama, başka insanlarla konuşmam gerekiyor… ya da randevum var… ya da tuvalete gitmem gerekiyor.” Bunlar “Kes sesini, beni deli ediyorsun!” diye bağırmaktan çok daha yapıcı taktiklerdir, aklınızdan geçenler tam olarak bunlar olsa da.
Eğer bu bir aile üyesiyse, kibarca “Eğer bana da söz hakkı tanırsan, belki ben de aramızdaki diyaloga bir şeyler ekleyebilirim” diyebilirsiniz. Eğer bu nötr bir şekilde söylersiniz, anlaşılma ihtimaliniz artar.5. Drama kraliçesiBu insanların küçük olayları abartarak onlardan dört başı mamur dramalar çıkarmak konusunda doğal yetenekleri vardır. Hastalarımdan Sarah, işe devamlı geç gelen bir eleman aldığında, bu durumdan muzdaripti. Bir hafta, söz konusu elaman grip oldu ve “neredeyse ölüyordu”. Ardından arabası park yerinden çekildi! Bu çalışan ofisi terk ettiğinde Sarah kendini kullanılmış ve yorgun hissediyordu.Kendinizi nasıl korursunuz?Drama kraliçesi, ağırbaşlılıktan nasibini almamıştır. Sakin olun. Derin nefes alın. Bu size onların etkisine girmekten alıkoyacaktır. Kibar fakat kesin sınırlar koyun. Örneğin “Bu işi istiyorsan, zamanında burada olmalısın. Başına gelen talihsizliklerden dolayı üzgünüm, ama iş önce gelir.İlişkilerinizi geliştirmek ve enerji seviyenizi yükseltmek için, hayatınızda kimlerin sizin enerjinizi emdiği, kimin enerjinizi yükselttiği hakkında bir keşfe çıkmanızı öneririm. Size iyi gelen insanlarla daha çok vakit geçirin ve sizin enerjinizi emenlere karşı sağlıklı sınırlar koyun. Bu hayat kalitenizi artıracaktır.
Judith Orloff
Kaynak: Goldenreiki
|
|
|
Napolyon'un Kafatası'nda Bulunan Uzaylı İmplantı |
Yazar: Spiritüeller - 27-07-2017, Saat: 14:03 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
|
Napoleon Bonaparte kalıntılarını inceleyen bilim insanları, kafatasında gömülü olan yarım inç uzunluğunda bir mikroçipin keşfedilmesiyle şaşkına döndü.
Gizemli nesnenin yabancı bir implant olabileceğini söylediler – Fransız imparatorunun bir UFO tarafından kaçırıldığını düşündürüyor! Bu keşfin muhtemel sonuçlarını anlamak neredeyse muazzam bir durum “dedi. Fransız tıbbi bir dergide konuşan Dr. Andre Dubois
Şimdiye dek buna benzer her gösterge, yabancı kaçırmanın kurbanlarının Dünya olaylarında rol oynamayan sıradan insanlar olduğuydu. Şimdi ise uzaylıların geçmişte insanlık tarihini etkilemek için harekete geçtiğine ilişkin güçlü kanıtlara sahibiz ve bunu araştırmaya devam edebiliriz.
Dr. Dubois, Fransız hükümetinden 140.000 dolar hibe ile çıkardığı Napolyon’un iskeleti ni incelerken bu muhteşem keşfi yaptı.
Napolyon’un küçüklüğüne katkıda bulunan bir hipofiz rahatsızlığından mustarip olup olmadığını ögrenmek istedim” diye belirtti. Fakat bunun yerine araştırmacı çok daha olağandışı bir şey buldu: “Kafatasının iç kısmını incelediğimde, elime küçük bir çıkıntı geldi, ufak fırça ile bölge temizlenince kemik içinde bir şey olduğunu gördük ve bölge dikkatle açıldığında bu implant ortaya çıktı. Dedi.
İmplant ın şu sıralarda inceleme altına alındığı bildirildi .
Kaynak: gizemlervebilinmeyenler
|
|
|
Vicdan, İçinizdeki Gözlemci Tanrının Sizi Silkelemesidir. |
Yazar: Neval Ercan - 27-07-2017, Saat: 14:02 - Forum: NOTLAR
- Yorum Yok
|
|
Ve bu listeyi eline alır almaz farketmeden mevcut yaşamında da bazılarını ödemek mecburiyetinde bırakıldığını ve hatta ödemiş olduğunu görürsün. Bakarsın ki ne ekersen onu biçiyor ve hak ettiğin çamurunda yuvarlanıp yaşıyorsun...
Vicdanının sesini dinlemeyen ve ters istikamette hareket eden bu insan, tanrının ağzını bantlamış gibidir ki sesi çıkmasın. Kendi karanlığında, kendi nefretinde ömrünün sonuna kadar gerçek sevgi ve mutlulukla tanışmadan bir organizma olarak yaşaaaar ve çürüyüp gider. Hayat amacını başarısızlıkla devreder. Devreder; çünkü onu mutlaka bir şekilde halledecek olan yine kendisidir.
O; aşağılayıp durduğu 2. düzlem canlıları hayvanlar kadar bile olamamıştır. Onları seyretmmemiş, görememiştir.
''Yaşam, üzerine geçirdiğin kıyafetlerinden sâdece biridir ve gardırobunun üzerinde “yeniden diriliş” yazmaktadır. Giydiğin elbise, en sevdiğin elbisendir. Sıcaktı ve onu üzerinden çıkarmak istemezsin. Yıllardır giydiğin için onu teninin bir parçası gibi hissetmeye başlamışsındır. Üzerinden çıkaracağın zaman, derinin de yüzüleceğini zannedersin. Ölüm, en son kimliğinin ölümüdür. Ölüm, şaşkınlıktır. Ölüm, boğazı dar bir kazağı üzerinden çıkarmaktan daha çok acı vermez.''
Taş olarak ölmüştüm, bitki oldum. Bitki olarak öldüm ve hayvan oldum. Hayvan olarak öldüm, o zaman insan oldum. Öyleyse ölümden korkmak niye? Hiçbir sefer kötüye dönüştüğüm, ya da alçaldığım görüldü mü? Bir gün insan olarak ölüp, ışıktan bir yaratık, rüyaların meleği olacağım. Fakat yolum devam edecek. Allah’tan başka herşey kaybolacak. Hiç kimsenin görüp duymadığı bir şey olacağım. Yıldızların üstünde bir yıldız olup, doğum ve ölüm üzerinde parlayacağım.
Mevlânâ-
|
|
|
METAFORLAR Ve özü yazıdan kurtarmak |
Yazar: Neval Ercan - 27-07-2017, Saat: 13:10 - Forum: NOTLAR
- Yorum Yok
|
|
Kıyametin zihnindeki imajı, insanlığın yaratıcısını hayal kırıklığına uğratması ve bunu takip eden ilâhî bir öfke üzerine kurulu...
İnsan, değişmek zorundadır. Tekâmül değişmeyi zorunlu kılar. Kişi, kendini aşmaya mecburdur. Kıyamet, kendisini değişime açmayanlar içindir. Kur’an’daki kıyamet, sarsıntılı değişimdir. Yaşamı yönlendirir. Rasyonel nedenleri vardır.
Sezgileri açık olanlar için onun geleceği çok açıktır. İnsanlık kıyametlerle, geleceği öngörmek konusunda büyük bir sınav verir. Nuh tufanı da kıyametlerden biridir.
Kıyamet bir felakettir. Dünyanın dönüşümünü idrak etmeyen ve değişime direnenlerin felaketi... Çağlar değişir ama değişime direnenler hep aynı kalır. Bir zamanlar, dünyanın döndüğünü kabul etmeyen insanlar bugün de dünyanın dönüştüğünü kabul etmemektedir.
Kıyamet, dünyanın son günü değildir. Dünyanın sonu geldiğinde yaşanması gereken her şey zâten yaşanmıştır. Seni yanıltan şey, dünyanın sonu için kullanılan debdebeli anlatım biçimidir. Bu anlatımın amacı, dünyanın geçiciliğini zihinlere yerleştirebilmektir.
İnsan, değişime risk almaktan korktuğu için direnir. Hızla hareket eden bu evrenin içinde, hareket etmeden sabit durmaya çalışmak gerçekte risklerin en büyüğüdür. Tanrı bile indirdiği hiçbir dinî bir öncekinin aynısı kılmamış, sürekli geliştirmiştir. Değişmeyen, yenilenmeyen, evrenin akışına uymayan her şey kendi kıyametinin altında ezilecektir.
Tanrının Doğum Günü...
Dünyaya gelmek senin seçimindi. Cehennem olmasaydı, Cennet bu kadar güzel olmazdı. Cehennem olmasaydı, tekâmül olmazdı. Kir olmadığında, arınmanın olmayacağı gibi. Hareket olmazdı. Devinim olmazdı. Tekâmül, Cennet’ten Cennet’e gidiş olarak tasarlanamazdı. Sen, Cennet’ten Cehennem’e gidişi mi tercih ederdin?
Tekâmül, kişisel cehennemden arınmaktır. Cenneti veya cehennemi yaşadığın yer nuradır. Cennet nurandaki mutluluk desenidir. Tanıştığın insanların, cennette ya da cehennemde yaşadıklarını mutlaka hissedersin. Çünkü, nura dışarıdan hissedilir. (Kirlian fotoğrafçılığı insan aurasının fotoğrafını çekmeyi de başarmıştır.)
Kimi insanlarla birlikte olmak, seni yorar. Onlarla bir arada olmak sana iyi gelmez. Kendini mutsuz hissetmeye başlarsın. İçin sıkılmaya başlar. Üstelik bunu mantığınla da açıklayamazsın. Ortada gözle görülür bir sebep de yoktur. Karşındakinin nurasındaki olumlu veya olumsuz enerji, senin nurandaki desenlere vurgu yapmıştır.
TDG
|
|
|
|