Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 795 kullanıcı aktif
» 1 Kayıtlı
» 794 Ziyaretçi
ceylaninreallife

Son Aktiviteler
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 339
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 311
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,018
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,145
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,083
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,007
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,154
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,525
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,287
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,175

 
  MAYALAR GÖRKEMLİ ŞEHİRLERİNİ NEDEN TERKETTİLER
Yazar: Magnetho - 07-07-2017, Saat: 01:52 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Maya kentlerindeki kuraklığa bağlı gerileme çoğu kent için doğru olsa da hepsi açısından geçerli değildi. Güneyde, bugünkü Guatemala ve Belize bölgelerinde çöküş yaşanırken Yucatan bölgesindeki kentler gelişiyordu.

Mayapan şehri gibi 13-15. yüzyıla kadar ayakta kalan istisnalar olsa da Maya medeniyet olarak son nefesini 11. yüzyılda vermişti. Bütün büyük medeniyetler gibi Mayaların da ekonomik gücü esas olarak tarım ürünlerine bağlıydı. Kuraklık nedeniyle bu ürünler her yıl sınırlanınca Mayalar siyasi gücünü yitirdi ve sonunda toplum çözüldü. BBC’den Robin Wylie bu gizemli medeniyetin peşine düştü ve yüzlerce yıldır merak edilen sorulara yanıt aradı…

2000 yıllık Maya medeniyeti nasıl yıkıldı?

Mayaların 1000 yıl önce, kireçtaşından kurdukları görkemli şehirlerini terk etme nedenlerine dair teoriler giderek belirginlik kazanıyor. İspanyol işgalcileri 1517’de Orta Amerika’ya giderken amaçları oradaki Maya medeniyetini yerle bir etmekti. Ama oraya vardıklarında Mayaları zaten o halde bulmuşlardı.

Antik dünyanın en ileri toplumlarından biri olan Mayaların kireçtaşından yaptıkları dev binalar terk edilmiş, ormanın bir parçası haline gelmişlerdi.
Maya medeniyetinin nasıl sona erdiği sorusu tarihte en uzun süre esrarını koruyan olaylardan biri olmuştur.

Mayalar Avrupalılara karşı uzun süre direnmiş, ama İspanyollar yerleşmek üzere vardıklarında, bölgenin simgesi haline gelen piramitleri inşa eden siyasi ve ekonomik gücü yaratmış olan iki milyonluk bir toplum ortadan kalkmıştı.

İleri medeniyet

Mayalar ilk yerleşim alanlarını MÖ bin yıllarında kurmuş, MS 600’lü yıllarda ise medeniyetleri doruğa ulaşmıştı. Maya şehirleri Meksika’nın Yucatan yarımadası, Belize ve Guatemala’da yoğunlaşmıştı.

Arkeologlar buralarda binlerce yerleşim yeri buldu. Bölgedeki yoğun tropik ormanın derinliklerinde de hala keşfedilmemiş yerler olduğu tahmin ediliyor.
200 yıl süren ciddi arkeolojik incelemenin ardından Mayaların sanat ve mimarlık alanında oldukça gelişkin olduğu biliniyor.

Piramit ve tapınaklarını gezegenlerin konumuna, matematik ve astronomi bilgilerine dayanarak inşa ettiler. Yazı yazmak içinse Maya hiyeroglifleri olarak da bilinen Mezoamerika alfabesini kullanıyorlardı.

Yüzyıllar boyunca devam eden refah ve hakimiyetin ardından 850’li yıllardan itibaren Mayalar görkemli şehirlerini terk etmeye başladı. 200 yıl içinde, ufak tefek kalıntıların dışında bu medeniyet çökmüştü artık.

mayas-cultura-profecias-1.jpg

Maya medeniyetinin çöküş teorileri
Fakat arkeologlar hala bu çöküşün nedeni konusunda anlaşamıyor. Belki de Roma İmparatorluğu’nda olduğu gibi burada da birden fazla neden olabilir. Ancak bazı uzmanlar bu çöküşün biçiminin büyük bir felakete işaret ettiğini belirtiyor.

Maya medeniyetinin yıkılması konusunda birçok teori ileri sürülüyor: İşgal, iç savaş, ticaret yollarının çökmesi vb. Ama Orta Amerika’nın o dönemlerdeki iklimine dair ipuçları 1990’larda bir araya getirildiğinde, asıl sorunun bir dönem kendisini gösteren ciddi iklim değişikliğinde yattığı sonucuna varıldı.

Bu medeniyetin geliştiği 250-800 yılları arasında bölgenin bol yağış aldığı, mahsulün iyi olduğu, şehirlerin büyüdüğü biliniyor. İklime dair veriler ise mağara oluşumlarının incelenmesiyle elde ediliyor. Fakat bu göstergeler 820’lerden sonra bölgenin 95 yıl süren bir kuraklık dönemine girdiğine işaret ediyor.

Kuraklık saptamasının ardından araştırmacılar Mayaların çöküşü ile iklim arasında bağlantı kurdu. Gerçekten de iki dönem örtüşüyordu.

Mayalar ve kuzey-güney farkı
Ama Maya kentlerindeki kuraklığa bağlı gerileme çoğu kent için doğru olsa da hepsi açısından geçerli değildi. Güneyde, bugünkü Guatemala ve Belize bölgelerinde çöküş yaşanırken Yucatan bölgesindeki kentler gelişiyordu.

Araştırmacılar bu kuzey-güney farkı için çeşitli açıklamalar getirmiş, ama hiçbiri kabul görmemişti. Ancak yeni bir keşif bu sırrı çözmeye yardımcı oldu.

Mayalardan yazılı belgeler neredeyse hiç kalmamıştı. Zira, Katolik rahiplerin emri üzerine İspanyollar bunların hepsini yakmıştı. Ama kayalara kazınmış halde takvim kayıtları vardı. Kuzey kentlerinin 9. yüzyıldaki kuraklıktan sağlam çıktığını gösteren de bunlardı.

Fakat Aralık’ta yayımlanan bir araştırmada diğer verilerin yanı sıra radyo-karbon tarihleme yöntemine de başvuruldu. Buradan elde edilen bilgiler kuzey şehirlerinin ne zaman yıkıldığına dair daha net bilgi içeriyordu.

Çifte gerileme
Daha önce inanılanın tersine kuzey de kuraklıktan etkilenmiş, hatta iki gerileme dönemi yaşamıştı. Chichen Itza 10. yüzyıl ortalarına kadar canlılığını korumuştu. Ama 1000 ve 1075 dönemi arasında, şehirdeki taş ve kereste işleme işlemlerinin yarıya düştüğünü gösteren veriler ikinci bir gerileme dönemine işaret ediyordu. 11. yüzyıldaki bu gerileme de aşırı kuraklığa bağlanmıştı. Ve bu kuraklık son 2000 yılın en kötüsüydü.

Kısacası Mayapan şehri gibi 13-15. yüzyıla kadar ayakta kalan istisnalar olsa da Maya medeniyet olarak son nefesini 11. yüzyılda vermişti. Bütün büyük medeniyetler gibi Mayaların da ekonomik gücü esas olarak tarım ürünlerine bağlıydı. Kuraklık nedeniyle bu ürünler her yıl sınırlanınca Mayalar siyasi gücünü yitirdi ve sonunda toplum çözüldü.

Kuraklık nedeniyle azalan kaynakların paylaşımı sorunu, sosyal ve siyasal alanda istikrarsızlığa, şehirler arası çatışmalara ve savaşlara yol açmış olabilir.

Çevreye müdahale
Başka bir teoriye göre ise Mayaların milyonlarca nüfusu beslemek için yüzlerce kilometrelik sulama kanalları açması, ormanlık alanları tarım amacıyla kesmesi şeklinde çevreye yaptığı müdahalelerin de iklim değişikliğinin etkilerini daha da ağırlaştırmış ve çöküşe katkıda bulunmuş olabilir.


Nüfusun büyük ölçüde artmış olması da aynı şekilde kuraklığın ve besin yetersizliğinin etkilerini artırıp, kuraklığa direnci zayıflatmış olabilir. 1050’lerden itibaren Mayalar iç kesimlere kurulmuş şehirlerini terk edip Karayip kıyılarına veya farklı su kaynaklarına ulaşmak için yollara düşmüştü. Arkeologlar göl diplerinde buldukları insan kemiklerinin, yağmur duasına çıkmış Mayaların tanrılara sunduğu kurbanlar olduğuna inanıyor.

Bu konuyu yazdır

  GEÇMİŞTE YAŞADIKLARIMIZIN NEDENİ GELECEKTE YAŞAYACAKLARIMIZ
Yazar: Archilles - 07-07-2017, Saat: 00:04 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Bu Kuantum Teorisine Göre, Hatalarınızın Nedeni Geçmişte Değil Gelecekte!

Kuantum mekaniğini incelemek, zaman ve mekan algılarımızı değiştiriyor ve modern bilimin bazı güçlü fizik kurallarını sorgulatıyor. Zaman akışı hakkında en tuhaf teorilerinden birisi nedenselliğin zamanla aynı yönde ilerlemesi şeklinde açıklanabilir.
Retrocausality, sonucun kendini oluşturan sebeplerden önce çıktığını savunan anti-nedensel hipotezdir. Yani bugün ağrıyan karnınızın sorumlusu elbette sizsiniz, ancak nedeni yarın yiyeceğiniz bozuk yemek. Biraz saçma ve karmaşık gelebilir, ama bu konuda Einstein'ın bile kafa yorduğunu söyleyelim.

Kanadalı bir çift fizikçi, kuantum teorisindeki bazı temel varsayımlara daha yakından baktı ve insanların zamanı hep tek yönlü bir şekilde keşfettiğine yönelik bir fikre sahip oldu. Hepimiz kuantum mekaniğinin garip ve anlaşılmaz olduğunu biliyoruz. Parçacıklar bir masanın üzerinde oraya buraya saçılan bilardo topları gibi değil; bulunduğunuz odada, içinde olasılıklarla dolu sis bulutları şeklinde hareket ediyorlar.

-or%2Bright%2Bclick%2Bon%2Bwallpaper%2Ba...ground.jpg

Parçacıkları ölçmeye çalıştığımızda bu bulanık bulutlar, keskin bir odak içine giriyorlar. Bu, bilardo masasındaki beyaz topun en köşeye gitmesi gibi bir şey ve kaç tane olduklarını bilemeyeceğiniz beyaz toplar, asla siyah toplara çarpmıyorlar.

Zamanla yapılan araştırmalar, fiziğin genel kuantum kanılarından bazılarını etkiledi ve Bell’in Teoremi adı altında ürkütücü bir tez, bunlar arasında en çok göze çarpanıydı. John Stewart Bell, kuantum mekaniğinde yaşanan garip şeylerin, yakınlarda gerçekleşen eylemlerle açıklanamayacağını söyledi. Peki ya başka bir yerde yapılan eylemler... Ya da başka şekillerde yapılanlar? Tahmin edebileceğiniz gibi, evren hala oldukça ürkütücü görünüyor.

Fakat nedensellik geriye doğru giderse bir parçacık, zamanda geriye doğru gidebilir. Üstelik yapılan çalışmalara göre bu kuantum zaman yolduğunun ışık hızında gerçekleşmesi de gerekmiyor. Şu an bu düşüncelerin peşinden koşan ve fizik dünyasında neredeyse birer dogma haline gelmiş teorileri reddeden bir avuç bilim insanı bulunuyor.


Birkaç temel varsayımı yeniden formüle eden araştırmacılar, mekanın zamanla değiş tokuş edildiği Bell'in teoremine dayalı bir model geliştirdiler. Onların araştırmalarına bakarak hala temel çelişkileri aşamıyoruz. Bilim belki de ileride bu yöndeki teorileri daha çok odağına alacak, ancak o vakte kadar kuantum fiziğinin zaman boyutu gizemini koruyacak.

Bu konuyu yazdır

  Eğer Unutkan Biriyseniz Tebrikler: En İyi Çalışan Beyin Size Ait!
Yazar: Archilles - 06-07-2017, Saat: 21:01 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Beynin eski hiç bir işe yaramayan bilgileri silip yerine yenilerini koyduğu sonuca yeni ulaşmıyoruz. Ancak yeni araştırmalar gösteriyor ki, unutkanlık düşünüldüğü gibi bir sağlık sorunu değil.

Bir şeyleri unutmayı ya da unutmamayı istemenin dışında bir de olur olmadık şeyleri istemsiz olarak unutmak vardır. Bu durum genelde bir sağduyu eksikliği ya da aptalca bir davranış olarak karşılanır. Yeni bir araştırma ise unutkan insanların aslında en iyi işleyen beyinlere sahip olduklarını gösteriyor.

Eğitim sistemlerimiz, bilgiyi ezberleyip saklamanın akademik başarının anahtarı olduğu fikri üzerine inşa edilmiştir. Çocukların bilgiyi öğrendikten sonra tekrar ederek akılda tutmasını isteriz. Ancak bu durum kişiden kişiye ve bilgi türüne göre değişkenlik gösterir. Yani unutkanlığın anormal bir şey olduğunu öğretip duruyoruz.


time.png


Toronto Üniversitesi'nde yapılan yeni bir araştırma, hafızadaki bilgiyi hatırlarken verdiğimiz mücadelenin zihinsel olarak diğer insanlara göre daha vasat olmadığını ortaya koydu. Unutkan insanların beyinlerinin çok daha üst düzeyde çalışıp, yeni ve kapsamlı bilgilere yer açtığı anlaşıldı.

Neuron dergisinde yayınlanan çalışmada, hafızayla ilişkili nöronların hipokampüs olarak adlandırılan beyin bölmesinde unutkanlığı tabiri caizse teşvik ettiği keşfedildi. Beyin, yeni ve önemli bilgiler için daha fazla yer açmak istediğinde eski ve işe yaramaz bilgileri siliyor!

Araştırmanın yazarlarından biri olan Prof. Blake Richards açıklıyor: "Hafıza oyunlarını domine eden kişilere her zaman hayran kalırız. Hafızanın amacı, aslında doğru bilgiyi unutmak ve yerine doğrusunu yerleştirmektir.”

Eğer beynimiz eski ve işe yaramaz bilgilerle dolu olsaydı, somut bir karar vermek ve yeni deneyimlerin ayrıntılarını hatırlamak için gerekli bilgilere odaklanmak zor olacaktı. Dolayısı ile unutkansanız üzülmeyin: Bir noktaya kadar bu durum, sağlıklı bir beyne sahip olduğunuzu gösteriyor.

Bu konuyu yazdır

  MAYALARIN YOK OLUŞ SEBEBİ BELLİ OLDU
Yazar: Magnetho - 06-07-2017, Saat: 19:33 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

YAĞIŞ ORANI YÜZDE 40 DÜŞMÜŞ
M.Ö 2000 ile M.Ö 950 yılları arasında varolan Maya medeniyetinin ağır bir kuraklık nedeniyle sona erdiği düşünülüyordu. Ancak İngiltere’deki Southampton Üniversitesi kuraklığın yağış oranının sadece yüzde 25 ila 40 arasında düşmesi nedeniyle oluştuğunu ortaya koydu. 

Science dergisinde bir süre önce yayımlanan araştırma, yağıştaki bu azalmanın bölgedeki su kaynaklarını tüketmeye yettiğini belirtti. Araştırmacılar Maya medeniyeti döneminde bölgedeki ova, nehir sistemleri ile buharlaşma oranlarını ölçtü.

mayalar_nasil_yok_oldu_h7183.jpg

SADECE BİR KAÇ YIL SÜRDÜ
Sonuç olarak medeniyetin yok oluşunun nedeni Mayalıların yaşadığı Yucatan bölgesindeki ovaların nehir sisteminden yoksun oluşuna ve buharlaşma oranının fazla oluşuna bağlandı. Buharlaşma nedeniyle de tatlı su kaynaklarının kuruduğu açıklandı. 

Araştırmayı yürüten Profesör Eelco Rohling, “Kuraklıklar birkaç yıl sürmüş ve birkaç kez tekrarlanmış. Bu nedenle azalan su kaynakları bölgenin terk edilmesine yol açtı” dedi. Meksika’nın güneyi ve Guatemala yayılmış olan Maya medeniyeti geride bıraktığı anıtlarla dikkat çekiyor.

Bu konuyu yazdır

  Bektaşilikte Dört Kapı Kırk Makam
Yazar: baharumur - 06-07-2017, Saat: 19:26 - Forum: BEKTAŞİ - Yorum Yok

4 kapı İNSANLIK BOYUTLARI olarak bilinen boyutlardır. Bu boyutlar sırasıyla KARTAL, SIĞIR, ASLAN VE İNSAN'dır. Yani insanın evrimi süresince en düşük bilinç hali kartaldır. İnsan bilinç olarak genişler ve bu genişleme daireseldir. Yani insanı çevreleyen kat kat bilgi bedenleri vardır. Bu bedenler BELLEK KAYITLARI'dır. İnsan önce tepe çakraya varıp kendini hak etmelidir. Tepe çakradan sonra mavi rengin ton ton koyuluklarına yani sonsuz şuura ulaşır. İnsan dünya ile birleşip dünya olur....gürz olur, kürz olur....bütün olur. Bu gelişimi onu kartaldan başlayarak hakiki insan götürür. 40 makam ise bir KÜRZ bütünlüğüdür. Yani; kürzü bütün olarak düşünebiliriz. Biz buna HAK BÜTÜNLÜĞÜ diyoruz. 40 hak katına ulaşan bilinç insanlık bilincidir ve o her zerreyi hak etmiş, tüm zamanlara kendini tohum olarak ekebilmiştir. 41. hak katı haklar hakkı olan makamdır ve burayı hak eden BİLGİ KALEMİ'ni hak eder. Bilgi Kalemi bilişin kaydını yapabilendir. O yaşayan ve yaşatandır. Kalemi hak ettirebilen güçtür. Bu makamlar evrim katları veya hak katları olarak da düşünülebilir. Örneğin 20. hak katı ÖZ'dür. 99. hak katı NEFES'tir. 140. hak katı ATLANTA ANA KAYNAĞI'dır. Ve hak katları burada sona erer. Bundan sonra ATLANTANIN ATALARI olan ATALANTA ve daha sonra Zİ kapıları bu dönem insanlığa açılabilmiştir. Her birimiz hangi katın bilincini hak edersek o katın hakimi oluruz. Dünyaya geliş nedeni de budur; HAK İLMİ'ni öğrenmek. Hak ettiğimiz yerdeyiz....ama o kat bizim için bir tabudur aynı zamanda. Dolayısıyla, kendimizden öte kendimize varabilmemiz için hiç bir şeyi ayırmadan, yargılamadan birleşimlerle genişlememiz gerekiyor. Birleşmek bilgi paylaşımı ile olmalıdır ve karşılıklı diyaloglarla olmalıdır. Yargılamamak ve öfke olmamalıdır. Gerçek insan olmak yaradan olmak ve tüm yaşama koruyucu kalkan olmaktır. Hepimiz bir kapıyız. Hepimiz hepimize kapıyız....geçişler birbirimizden oluyor....."ben seni sevmiyorum"...."o varsa ben yokum" bizi insanlık yolunda yolda bırakır. Bir insan adım attığında, bütün adım atar....bir kapı açıldığında o kapı herkese açılır...GEÇ denir ona. Öz görev budur; kapı olacak bilgiyi paylaşmak, kapıyı kapatmamak, kapıları açmak....sevgiyle,

Bu konuyu yazdır

  Sadece 4 Haftada Hayatınızı Değiştirin
Yazar: Magnetho - 06-07-2017, Saat: 19:05 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM - Yorum Yok

Hiçbirimiz sınırlanmış ve mutsuz hissettiğimiz olumsuz bir hayat yaşamak istemeyiz ama bazen günlük hayatın akışı içinde “doğru olanı yapıp yapmadığımızın” farkına varamayız. 

Bu kadar aceleye gelen ve mekanikleşen bir hayat yaşamanın bazı sonuçları vardır. Bunlardan bazıları da hayata olan ilginin azlığıdır.

Bugün sizlere, “keyif” ve “kalite” kelimelerinin günlük hayat felsefenizi oluşturacağı, yeni bir hayata doğru ilk adımı atmanızı teklif ediyorum. Aşağıda bahsedeceğimiz basit, kolay adımlarla yalnızca 4 haftada hayatınızı değiştirebileceksiniz. 

Birinci Hafta: Sağlıklı alışkanlıklar edinin

Sabah saat 6 gibi erken saatlerde kalkın. Böylece gün boyu sahip olmadığınız ekstra zamana kavuşacaksınız ve günlük işlerinizi yapmaya başlamadan önce yapmanız gerekenleri gözden geçirme, planlama şansı bulacaksınız.

Hafif yiyeceklerle sağlıklı beslenin. Eğer hayatınızda gerçek bir değişiklik yapmak istiyorsanız, çok fazla enerjiye ihtiyacınız var. Her zaman vücudunuzu dinlemeniz, toksinlerden arınmak için kendinize doğru hedefler koymanız önemli. Bu sayede, sağlıklı, hafif ve cazip yiyeceklerle vücudunuz yenilenecek.

Egzersiz yapın. Bu kazanmanız gereken en önemli alışkanlıklardan biri. Egzersiz yapmak kaslı bir vücuda kavuşmanıza yardımcı olurken hem fiziksel açıdan sağlık katar hem de vücudunuzun iç dengesini sağlar. Ayrıca zihniniz de sağlıklı ve dengeli olur. Hareketin hayat olduğu söylenir. Bu yüzden hayatı tam anlamıyla yaşamak için vücudunuzun harekete ihtiyacı var.

İkinci Hafta: Çevrenizi temiz tutun

Etrafınızdaki alanları temizleyin. Yakın çevrenizden, günlük hayatınızda işinize yaramayan her şeyi kaldırın. Sizin için varlıklarıyla engel oluşturan ya da günlük işlerinizin aksamasına sebep olan şeyler varsa çevrenizi onlardan arındırın. Geçmişi geride bırakmayı öğrenmek; artık ihtiyacınız olmayan şeylerden kurtulmak önemlidir. Geçmiş demişken, arkadaşlıklarıyla sizi bir şekilde olumsuz olarak etkileyen kişilerle sorunlarınızı çözüme kavuşturmaya çalışmanızda da fayda var.

basarili-girisimciler1.jpg

Üçüncü Hafta: Hedeflerinizi belirleyin

Planlarınızı yapın. Bir liste oluşturun ve onu takip edin. Geçen hafta oluşturduğunuz bir liste varsa ona geri dönün ve yarım kalan işleriniz varsa tamamlayın. Sizi hedeflerinize ve hayallerinize ulaştıracak şeylerin üzerinde yoğunlaşın.

Her gün yaptığınız planlar üzerinden ilerleyin. Gece uyumadan önce bir sonraki gün için yeni bir plan yapın. Planınızın çok basit ya da çok ayrıntılı olması önemli değil. Önemli olan bir planınızın olması ve bunun motivasyonunuzu artırması. Kendinize şu soruları sorun: Yapmam gereken şey için doğru yolda mıyım? Hedeflerimin beni götüreceği yerden mutlu muyum?

Dördüncü Hafta: Konfor alanınızı genişletin

Farklı deneyimlere kucak açın. Günlük hayatınızın parçası olan rutin bir durumu ele alın ve kendinize şu soruyu sorun: Şu anda neyi farklı yapıyor olabilirdim? Her gün yeni bir şey deneme alışkanlığını hayatınıza entegre edin. Böylece her gününüz rutin deneyimlerle dolu olmaktan çıkacak, motivasyonunuz yükselecek.

Konfor alanınızdan çıkın. Yukarıda bahsettiğimiz adımı atarsanız, her geçen gün bireysel konfor alanınızdan biraz daha kopacaksınız. Bununla da yetinmeyin, korkularınızla yüzleşmek ve onların üstesinden gelmek için kendinize meydan okuyun.

Dinlenmek de önemlidir. Çoğumuz için dinlenmek hayatın Aşil topuğu gibidir, zayıf noktamızdır. Hayatı tam anlamıyla yaşamak için dinlenmenin ve zaman zaman kendimizi her şeyden soyutlamanın ne kadar önemli olduğunu unutmayın.

Sizi bu basit alışkanlıkları günlük hayatınızın bir parçası yapmaya davet ediyorum. Hayatınızı baştan aşağı değiştirin, huzurlu ve mutlu hissedin. Yalnızca dört haftada hedeflerinize ulaşmaya başladığınızı göreceksiniz.

Bu konuyu yazdır

  Okunamayan Gizemli Kitap: “Voynich El Yazması”
Yazar: Archilles - 06-07-2017, Saat: 18:08 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

Voynich Elyazması, bilinmeyen bir yazıyla yazılmış, anlamı çözülemeyen gizemli bir kitap. 1450 ila 1520 yıllarında yazıldığı tahmin edilmektedir. Kitaba ismini veren, 1912 yılında varlığını ortaya çıkaran Wilfrid M. Voynich adındaki sahaftır. Yapılan bilimsel incelemeler, kitabın Voynich tarafından yapılmış bir sahtekârlık olmadığını kanıtlamıştır.[1] Kitap çok sayıda ilginç resim içerir. Bunlardan bir kısmı yıldızları, bitkileri ve tuhaf bir tesisatla birbirine bağlı küvetlerde yıkanan çıplak kadınları gösterir. Resimlere bakılarak kitabın belli konularda (astroloji, bitkibilim, vs.) bölümlerden oluştuğu tahmin edilmektdir.

Kitabı Roger Bacon, John Dee ve Edward Kelly dahil çeşitli kişilerin yazdığı öne sürülse de bu iddiaların hiçbiri kanıtlanamamıştır. Voynich elyazması yıllardır dilbilimciler, kriptologlar, tarihçiler, diğer branşlardan bilimadamları ve meraklılar tarafından yoğun olarak incelenmekle birlikte, çözüldüğüne dair hiç bir kanıt bulunmamaktadır. İstatistiksel ve dilbilimsel çözümlemeler, metnin rasgele yazılmış anlamsız bir işaret yığını değil, doğal bir dilin yazıya geçirilmiş hali olduğunu göstermektedir. 

tarihiyazmarohonc-1646x1000.jpg

Ancak bunun hangi dil olduğu bilinmemektedir. Voynich elyazmasının şaşırtıcı yanı harfleri İngilizceye yada herhangi bir Avrupa diline benzemeyen tuhaf bir dil ile yazılmış olmasıdır. Bu elyazması 20. yüzyılın en iyi şifre çözücülerini bile şaşırtmıştır. Kitap 196 yılında Yale Üniversitesi Beinecke nadir kitaplar bölümüne New York’lu antika kitap satıcısı N.P. Kraus tarafından bağışlandı. Kitap 15 cm.ye 22,5 cm. ölçülerinde ve 240 sayfadır ancak tamamının 270 sayfa olduğu düşünülmektedir. Kitap şifalı otlar, astronomi, anatomi, farmakoloji ve reçetelerden oluşan beş ana bölümden oluşmaktadır. Amerikalı sahaf William Voynich, 1912’de İtalya’da üzerinde anlamsız sembol ve resimler bulunan 240 sayfalık belgeyi satın aldığında, büyük ihtimalle bunun çözülemeyecek bir dilde yazıldığını tahmin etmemişti. Kitabın 13. yüzyılda Roger Bacon tarafından yazıldığı iddia ediliyor. Ölçüleri 15 cm’ye 27 cm ve araştırmalara göre 28 sayfası eksik(muhtemelen kaybolmuş veya yırtılmış). Yazılar mavi, sarı, kırmızı, kahverengi ve yeşil. Voynich hayatını metnin deşifresine adadı ama hiçbir şekilde başarılı olamayınca 1969’da yazmayı Yale Üniversitesi’ne bağışladı. 

Artık Voynich el yazması olarak bilinen belge, şifre çözücülerin merak ve ilgi odağı haline geldi. Metin hiçbir yolla deşifre edilemedi. Üstelik üzerindeki resimler de çok ilginçti. Bazıları bunların uzaylıların gönderdiği birtakım şifreler olduğunu iddia etti, bazıları bunların ilaç tarifi olduğunu söyledi. Fakat ilgiç olan şu ki, bu kitapta resmedilen bitkilerin hiçbiri dünyada bulunmuyor*. Hatta birtakım araştırmacılar bu kitabın bir ölümsüzlük ve tanrı korkusu hakkında olduğunu bile iddia ettiler, onlara göre bu kitabın dili çözüldüğünde ölümsüzlük iksiri bulunacaktı. Tabi bunun sadece kandırma amaçlı yazıldığı da iddialar arasındaydı, fakat öyle sistematik biçimde yazılmıştı ki kitap, bu iddia diğerleri içinde en zayıfı. Yale Üniversitesi 2001 yılında metni deşifre etmeye çalışmaktan vazgeçmiş ve çevrimiçi kütüphanesine yazmanın sayfalarını koymuş. 

Belgenin içinde tekrarlanan sembollerin, “Tanrı korkusu” ve “Ölümsüzlük” anlamına geldiğini ileri süren şifre çözücüler ise formülleri deşifre etmeleri durumunda “ölümsüzlük iksiri” elde edebileceklerini düşünüyor Japon savaş kodlarını çökerten Amerikalı şifreci William Friedman tarafından oluşturulan takını, aylar süren çabasının sonunda belgeyi, “Çözülemez” olarak nitelendirdi 2001’de şifre çözmekte uzman bilgisayarlarla yapılan çalışmalar da sonuçsuz kaldı Friedman, “Bu işe hayatımı verdim Bir de kitap yazdım Ama hepsi boşaymış” açıklamasını yaptı….

Bu konuyu yazdır

  VAN DEPREMİ ARKASINDAKİ GERÇEKLER
Yazar: Archilles - 06-07-2017, Saat: 17:51 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

 Van Depreminin doğal bir deprem olmamasından büyük bir şüphe duymaktaydım.(Şimdi ise eminim)Çünkü 17 Ağustos Marmaradaki büyük depremin de doğal olmadığı hakkında büyük iddalar yer almakta,hatta deliller bulunmaktadır.Zamanın Başbakan'ı Ecevit'te depremin doğal olmadığından şüphelenmiş gerekli mercilerden araştırılması talimatını vermişti.

Van da ki depremden önce Türkiye'de neler olmuştu önce bunlara göz atalım.
Depremden önce yoğun bir şekilde basın-yayın organlarında 26 şehit askerimiz var.Pkk’ya karşı operasyonlar,sınır ötesi harekatlar,kara harekatları,uçaklarla bombalamalar,acil toplantılar,terör zirveleri ve K.IRAK gündemdeydi.

Sonra  VAN DEPREMİ birden Türkiye’nin gündemine oturdu ve bambaşka bir eksene kaydı.Birden şehitlerimizi,operasyonları,pkk ile mücadeleyi  unuttuk ve Van’a yöneldik.

Şimdi gelelim bu deprem doğal değilse nasıl oldu sorusunun cevabına;

   Alaska’da, ABD Hava Kuvvetleri, ABD Donanması, Alaska Üniversitesi ve ABD Savunma Sistemleri Geliştirme Ajansı (DARPA) tarafından finanse edilen Yüksek Frekanslı Aktif Auroral Araştırma Programı (HAARP) tesisi yer alıyor. 1993’te kurulan HAARP yüksek frekanslı enerji çıkışları ile atmosferin iyonosfer katmanındaki değişimleri gözlüyor. Yaptığı deneylerin doğaya verdiği etkiyi izleyen HAARP resmi olarak radar sistemlerini ve iletişimi geliştirmek, petrol ve doğalgaz yataklarını tespit etmek ve olası hava saldırılarını havada imha etmek için çözümler oluşturuyor. Gayri resmi kaynaklar HAARP’ın deprem yaratabildiğini, ozon tabakasını kullanabildiği iddialarını ortaya atıyor.

Bilimsel bağlantı var

NASA’nın Gelişmiş Uzayaraçları Malzemeleri yöneticisi Minoru Freund, BBC’ye yaptığı açıklamada “Depremler ile atmosfer değişimleri arasında çok yakın bir bağ kurabiliriz” dedi. ABD’nin saygın eğitim kurumlarından Stanford Üniversitesi de “Deprem uzmanları, elektromanyetik dalgaları yansıtacak miktarda iyonların bulunduğu iyonosferdeki frekansları incelemeli” diyerek, depremler ile enerji değişimleri arasındaki bağlantıyı ortaya koydu. HAARP’ın verileri daha önce de tartışmaya sebep olmuştu. 11 Mart’ta Japonya’da yaşanan 9 büyüklüğündeki depremden birkaç saat önce HAARP’ın frekans ölçme sisteminde 2.5 Hz’lik bir değişim ortaya çıkıyor. 12 Ocak 2010’da Haiti’deki 7 büyüklüğündeki deprem öncesinde HAARP’ın frekansları yayınlayan sisteminde yaklaşık 2 Hz’lik bir hareketlenme yaşandı. Önceki gün Van’daki deprem için aynı verilere bakıldığında ortaya 21 Ekim, saat 08.00’da başlayan bir hareketlenme görülüyor. Dalga yaklaşık 1.8 Hz büyüklüğünde. ABD’nin önde gelen eğitim kuruluşlarından MIT’e göre iyonosfer’e gönderilen dalgalar bir ısınmaya neden oluyor ve fay hattından radyoaktif radon gazının çıkmasını sağlayarak depremi tetikliyor. 

maxresdefault.jpg

Bu bilgilerin dışında Rus donanmasının sunmuş olduğu resmi bir rapor var;Raporun Türkçesi;

abd “deprem silahı” türkiye’yi vurdu

23 ekim 2011

sorcha faal,

bugün kremlin’de karadeniz donanmasından ‘flaş’ bir rapor alındı, buna göre türkiye’nin kuzey irak’a girmesine karşılık olarak abd korkulan “deprem silahları”ndan biriyle türkiye’ye saldırdı.

bu rapora göre karadeniz’deki ve civarındaki rus monitor istasyonları son 36 saatte iyonosferde “hızlı” bir ısınma gözlemeye başladılar, bu ısınma doğu türkiye’yi vuran 7.3 büyüklüğündeki depremden birkaç saat önce zirveye ulaştı.

iyonosferin ısınmasının, abd’nin tüm dünyada bulunan ve alaska’daki ana üslerinden kontrol edilen haarp tesislerinden çalıştırılan “deprem silahlarının belirgin özelliği” olduğunu not etmek önemlidir ve bu silahın en son mart ayında japonya’ya karşı kullanıldığı ve 9.0 büyüklüğünde depreme neden olduğu belirlendi.

rus donanma istihbaratı subayları bu saldırının amacının iraklı kürt asilerin 4 gün önce 26 türk askerini öldürmesine karşılık olarak geçen hafta türkiye’nin kuzey irak’a girmesine “ciddi şekilde engel olmak” olduğunu söylüyor.

bu rapor şöyle devam ediyor, abd’nin “büyük korkusu” türkiye’nin irak’a girmesinin daha büyük bir orta doğu savaşına yol açacak olması, çünkü türk ordusu kaynakları israil’deki kürtlerin artan gücünü suçluyor, ama halka “diğer güçler” olarak tanımlıyorlar.

amerikan insanlarının bilmediği şey, abd’nin irak’ı istilasından kısa süre sonra yüzlerce israil özel kuvvetler birliklerinin, türkiye, suriye ve iran’a karşı bir “kuvvet üssü” inşa etmek için kuzey irak’ın kürt bölgesine akmasıdır. bu geçen ağustos’ta iran israil’in ayrıca kuzey irak’a insansız hava araçları göndermeye başladığını bildirdi. [not: bu üssün fotoğrafları çekilmişti]

rus istihbarat analisti uzun zamandır amerika’nın tüm orta doğu (bazıları tüm dünya için olduğunu söylüyor) için “master planı”nın tüm bölgeyi kendi orijinal kabile sınırlarına geri bölmek olduğu konusunda uyarmakta.

abd “master planın”ın başarısından şüphe edilemez, çünkü son 25 yılda sovyetler birliği, yugoslavya, afganistan, irak ve şimdi de libya’yı böldüler, planları türkiye, suriye, iran ve sonra suudi arabistan’ı bölmek.

türkiye abd’nin onları parçalama planının ilk kez 2006’da roma’daki nato savunma eğitim merkezindeki söylevde farkına vardı, amerikan ordusu subayı türkiye’deki 18 şehrin “kürdistan” olarak gösterildiği bir harita kullandı. daha sonra abd savunma sekreteri donald rumsfeld bu harita için özür dilese de, bu son saldırı onların gerçek amaçlarını gösteren örneklerden biri.

abd’nin türkiye’ye karşı bu saldırısının tüm ayrıntıları henüz değerlendirilmemiş olsa da, rus donanma yetkilileri bu raporda daha fazla saldırıların “yakın” olduğunun düşünülmesi gerektiği konusunda kremlin’i uyardılar.

Tüm bunların yanı sıra depremin;tam şehitleri verdiğimiz büyük bir gerginlik ve acı içerisindeyken ve K.IRAK’a kara harekatına denk gelmesi,Deprem Profesörünün bu depremin Van’ın plaka tabakasına uygun olmayan ve sığ bir deprem olduğunu söylemesi, HAARP’ta yoğun iyonosfer ısınımından sonra aniden karanlık bir bölge ( veri girişinin olmaması ) ve sonrasında birden dinginleşmesi, Depremin merkez üssü tabanlı olmasına rağmen Erciş’te ağır can ve mal kaybı yaşanması,Depremin şiddetinin 7.3 olduğunu bizden daha önce ve net bir şekilde bilmeleri akıllarda şüphe uyandırmaya yetiyor.

Bu depremden sonra başka ne mi oldu ?"Türkiye'de, patlama riski  yüksek olan yanardağlarımızdan olan ; Nemrut ve  Süphan Dağı uyanmaya başladı(Burda da açıklanmayı bekleyen gerçekler yatmaktadır) 

Bu konuyu yazdır

Photo GEÇİŞ - BİLGELER KAPISI 10
Yazar: baharumur - 06-07-2017, Saat: 16:59 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

1.TEMMUZ.2017 TARİHLİ BİLGELER KAPISI 10
 
Dünya bir meyve bahçesidir.
O bahçe insan meyvesidir….


 
Bir portakal bahçesidir dünya….
Üzerinde renk renk portakallarıyla,
Yeşil, sarı olanlar hamdır,
Onlar henüz hakikiyete varamamış olanlardır,
 “Bir başka bahara” denir onlara…
 
Öyle çok çalıştık ki….
İnsan meyvesi olgunlaşsın diye öyle çok bekledik ki…
 
Artık gün, bu günüdür,
İsrafil insan olup sesleşiyor,
Tabiat uyanıyor…
Yaşamın yeni döngüsü her anda tüm yaşamda işte şimdi başlıyor,
 
Ana Hasat burada gerçekleşiyor,
 
Çan çaldı,
Umuttur doğan gün tüm yaşama,
Barış, sevgi ve umut olan İnsan iniyor yüreklere,
 
 “Altın Işık yıllarına hoş geldiniz…” diyor Asot.
 
Doğal sistem, ilm-i hak olanda yürüyor,
Yürütülen yürüyen olduğunda,
Hasatı gerçekleşiyor,
Aha. İşte. Aşk bu işte!
 
Kervan insanlıkla yürüyor.
Olgun insan 40 kapının ışığını yakıyor,
Herkes herkesle bütüne yol alıyor…..
 
Herkes herkese sırat oluyor,
Yolda kalan yok…
Ön, arka yok…
 
 
Hepimiz tek bir İnsan olup yürüyoruz,
Aşk bu işte!
 
Meyve bahçesinde bir cennet kaynak,
O KA HA olan hakiki insan,
7. dünyanın gücü,
 
Hakkın tınısını duyan o İnsan “gel” demez,
O herkese “geç” der.
 
Geç!
 
Sevgiyle,
 
Bahar Umurtak
SÜPER İNSANLIK REALİTESİ DERNEĞİ 

Bu konuyu yazdır

  DEPREMLER KOMPLO MU VAN DEPREMİ GERÇEĞİ GÖLCÜK DEPREMİ
Yazar: Archilles - 06-07-2017, Saat: 16:42 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 76 yıllık tarihinde Rütbe Devir-Teslim Törenleri Uluslar arası olmamasına rağmen İsrail’li Subaylar neden geldi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 76 yıllık tarihinde, İsrail’li Subayların TSK devir teslim törenlerinin hiç birine katılmamışlar iken, neden 17 Ağustos 1999 tarihindeki Donanma Komutanlığı’nın devir teslim törenine katıldılar.

Ruslar’ın yardım için gelen gemisi neden boğazlardan içeri alınmadı. (Çünkü Ruslar ABD ve İsrail’in TESLA Deprem Makinesini denediğini anlamıştı ve kanıtlar olabileceği düşüncesi ile Gölcük’e acilen bir gemi göndermişlerdi fakat patlama sonucunda cesetler ve makine parçalarının açığa çıkması sebebi ile bunları birilerinin görmesini istemiyorlardı.)

Gölcük’ten İstanbul Avcılar’a kadar geniş bir alanda insanlarımız tarafından görülen “Ateş Topu”nun ne olduğunun hala açıklanamaması. (HAARP-TESLA Makinesi sayesinde iyonosfer tabakasından yeryüzüne yansıtılan ışık) Depremde görülen bu “Ateş Topu”nun, bilim adamlarının “Deprem Işıması” olduğunu söylemelerine rağmen, neden diğer depremlerde benzeri bir ışıma yaşanmamıştır.

Depremin orada olduğu sırada bazı Türk subaylarının verdiği ifade aynen şöyledir :

“Mesela basına verilmeyen, ancak istihbarat kapsamında edindiğimiz bilgilere göre, Gölcük askeri tesislerinde oldukça garip olaylar meydana gelmektedir. Kapılar kendi kendine açılmakta, mühimmat depoları içinde, siyahi ziyaretçiler görülmekte, arabalar durduk yerde çalışmakta..”

Depremden sonra bir çok teoriler ortaya atılmıştı fakat içlerinde en ilginç olanı Future Times’da yayınlanan araştırma dizisinde yer alan hikaye şöyleydi : Kaliforniya San Andreas fay hattında meydana gelebilecek büyük bir depremin Amerikan ekonomisine çok büyük zarar vereceğini bilen ABD, yer kabuğundaki değişimleri izleyerek, daha deprem oluşmadan tektonik katmanlar arasında artan basıncı değişik noktalardan patlatıp boşaltarak, büyük depremi küçük depremler halinde dönüştürmenin yolunu bulmuştu. Yıllar önce Sırp asıllı Amerikalı bilimadamı mucit Nicola TESLA tarafından geliştirilen bu “düşük frekanslı elektromanyetik ışınımla yüksek enerji nakli” tekniğini, hem Ruslar hem de Amerikalılar uzun zamandır bir silah olarak kullanmanın yolunu arıyorlardı. Bu yöntemle çok uzaktan, hatta uzaydan geniş alanlarda tahribat yapabileceklerdi.

ARAŞTIRMA : (ABD'nin üçüncü uzay teleskobu Chandra'yı yörüngeye taşıyan Columbia uzay mekiği 23 Temmuz 1999 tarihinde Kennedy üssünden Türkiye saatiyle 07:31’de fırlatıldı.NASA tarihinde ilk kez kadın pilot Eileen Collins'in komutasında uzay görevine başlayan Columbia fırlatıldıktan birkaç saat sonra Chandra X-ray teleskobunu yörüngeye bıraktı. Bu teleskop kara delikleri, çarpışan galaksileri ve supernovaların kalıntılarını incelemek için kullanılacak. Kasım 1998'den beri ertelenen görev, sadece bu hafta iki kere ertelenmişti).

ABD dünyanın ve kendi insanlarının tepkisini almamak için bu projeyi barışçı “deprem indirgeme” sistemi diyerek, bir yandan tepkileri azaltıp diğer yandan fonlama devamlılığını sağlamayı amaçlıyordu. Bu nedenlerle proje önce Avustralya’nın çıplak ve seyrek nüfuslu kırsal bölgelerinde denendi ve geliştirildi. Daha sonra değişik zamanlarda Kafkaslar’da, Okyanus tabanında ve Güney Amerika’daki Ant dağlarında denendi ve büyük aşama kaydetti.

Bu arada Türkiye, Japonya ve benzeri deprem kuşağındaki ülkelere sismik ağ şebekeleri kurularak bu bölgelerin tektonik verileri saniyesi saniyesine devasa bilgisayarların kayıtlarına gönderilmeye başlandı. Üniversitelerle ortak projeler geliştirildi, yüzlerce bilimadamına Amerika’da deprem konusunda araştırma yapma bursu verildi. Ancak projenin gizliliği esastı. Bu nedenle tüm ilişkiler paravan araştırma kurumlarında yürütülüyordu. Ancak zaman zaman bilgi sızıntısına olanak verilerek halkın bu konu hakkında bilgi sahibi olması istendi. Kobe’de ve başka yerlerde meydana gelen depremlerin arkasındaki gariplikler çıkar gruplarınca terör ve mafya örgütlerinin işi gibi gösterilmek istendi ve bunda da başarılı olundu.

Ve gün geldi bu sistem Türkiye’de denenmek istendi. Zaten bölge bu amaçla yıllardır sismik espiyonaj altındaydı. Nitekim gelişmeleri takip edenler, depremden hemen sonra, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın girişimleriyle Türk Telekom’un Türkiye’nin sismik bilgilerini Pentagon’a ileten NATO Üssü’nün iletişimini nasıl kestiğini hatırlayacaklardır.

ABD’nin asıl hedefi, Kuzey Anadolu fay hattındaki deneyden elde edeceği tecrübe ve bulguları,Kaliforniya San Andreas fay hattına uygulamaktı. Bu iş yine çok yüksek askeri gizlilik taşıdığından yürütme işi İsrail’li uzmanlara verilmişti. Gerekli makine ve donanım gizlice denizaltılarla Gölcük Üssüne getirilerek oradaki, yeraltı-denizaltı korunaklarına kuruldu. Türk makamları durumdan detay bazda haberdar değillerdi. Bunu İsraillilerle yürütülen askeri tatbikatın bir parçası olarak düşünüyorlardı. (Zaten İsraillilerle yapılan askeri tatbikat bu operasyon doğrultusunda önceden planlanmıştır.

Çünkü dünyanın ve Türk Milletinin dikkatlerini çekmemek için tatbikat adı altında HAARP-TESLA Deprem Makinesini getirip rahatça kurdular.) Böyle bir makinenin deneneceğini zamanın Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Genel Kurmay Başkanı biliyordu, fakat ABD (Siyonistler tarafından yönetiliyor) ve İsrail’liler (Siyonistler) bizimkileri makinenin denenmesi için şu şekilde ikna ettiler : olası İstanbul merkezli bir depremde 100.000 kişinin ölümü, yüz milyar doları aşan maddi kayıp ve Türkiye’nin en az 25-30 yıl geri gitmesi demektir, diyerek bizimkileri ikna ediyorlar.

İsrailliler Amerikalı’larla gece şartlarında elektro-sismik haberleşme tatbikatı yapacaklardı. Deney başarılı olacağından sonunda kimse normal dışı bir şeyin olduğunu farketmeyecekti. Bu amaçla Gece Şahini Tatbikatı’nın (Operation Night Hawk) saat 03:00’te başlaması planlandı. Gece saat tam 03:00’te düğmeye basılacak ve Gece Şahini devreye girecekti. O an uzay filmini andırır devasa cihazlar çalışmaya başlayacak ve 1-2 dakika içinde de oluşturdukları muazzam enerjiyle Marmara’nın altındaki tektonik tabakayı zayıf yerlerinden kırıp, aylardır oluşan basıncı dışarı atacaklardı.

Böylece büyük bir deprem önlenmiş olacaktı. Ama o gece sabaha karşı birşeyler yanlış gitti. Ve beklenen gerçekleşmedi. Herşey bir anda olup bitmişti. Cenab-ı Hakk’ın Doğası kendini yönetmeye kalkanlardan bir kez daha intikam almıştı. 45 saniye süren deprem, beklenenin 10,000 kat üstünde bir güçle gelmişti. Her yeri bir anda yerle bir etmişti. Zayıflayan ve titreyen elektrikler az sonra geri geldiğinde, gece saat 03:05’i gösteriyordu. Daha birkaç dakika öncesine kadar korunağın içinde ŞAMPANYA patlatmayı bekleyenler, şimdi korkudan buz gibi donmuş, hareketsiz ayakta duruyorlardı. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. On binlerce insan, çoluk çocuk, o an enkaz altında can çekişiyor veya cansız yatıyordu. Bu düşünce ile hepsi ürperdi. Bu asrın en büyük felaketiydi; hem de insan eliyle yapılan bir felaket...

Sessizliği İsrailli komutanın buz gibi emri bozdu: “Lets pack! We’re moving out! Call operation-Q! Right now! Immediately! Stop whinning! Move, move, move!” (Toplanın! Kaçıyoruz! Q planına geçiyoruz. Şimdi..Hemen! Hadi, hadi!!!)

88999999.jpg

İşte o andan sonra çantalardan çıkan “Q planı” çalışmaya başladı. İlk önce bölgedeki tüm haberleşme ve elektrik enerjisi felç edildi. 4 dakika içinde İsrail Başkanı Barak ve ABD Başkanı Clinton ile irtibat kuruldu. O anda İsrail’de Ben Gurion’un Lod askeri havaalanından 4 adet savaş uçağı eşliğinde 2 nakliye uçağı havalanıyordu. 2 dakika sonra da İsrail Deniz Kuvvetleri ve NATO Güney Deniz Saha Komutanlığı’na bağlı tüm birlikler DEFCON-4 acil durumuna geçirildi. Amerikan 6’ncı filosuna bağlı gemiler de rotalarını İstanbul’a çevirmek için Pentagon’dan emir aldılar.

Bu arada ilginç bir şey daha olmuştu. Depremle ilgili haberler birbiri ardına gelirken, bir haber önce görünüp sonra kayboldu. 20 Ağustos Cuma akşamı televizyonlar bir İsrail uçağının Ataköy açıklarında denize düştüğünü duyurdu. Ancak bir süre sonra haber kesildi ve uçağın akıbeti ile ilgili bir daha haber alınamadı.

Olaydan bir gün sonra Deniz Kuvvetleri’nden bir dost ÖZEL BÜRO’yu aradı ve bu olayda birtakım soru işaretleri bulunduğunu, bu konunun perde arkasını araştırmamızı rica etti. Kısa sonra ulaştığımız bilgiler gerçekten ilginçti. Uçak, düştükten kısa süre sonra teknesiyle o sırada Ataköy açıklarında olan balıkçı Abdullah KAPLAN tarafından kurtarılmıştı. Abdullah Kaplan olayı şu şekilde anlatmıştı : “Uçağın düştüğünü görünce derhal yardıma gittik. Uçağın kanatları yara almıştı. Hemen uçağı bağladık ve Zeytinburnu limanına çektik. Teşekkür beklerken küfür yedik. Ne olduğunu bile anlamadık.”

Bu konu o gece o bölgede görev yapan Sahil Güvenlik 4. Botunun sorumluluk alanındaydı. Araştırmalar Sahil Güvenlik’in bu konuyla ilgilenmediğini ortaya çıkardı. Olay yerine gelen televizyon ekipleri ise şaşırtıcı bir şekilde çekim yapmaktan vazgeçmişlerdi.

[Patronlarından (İsrail) aldığı emir gereği] Daha sonra uçağı Zeytinburnu’na yanaştıran balıkçı Abdullah Kaplan, olayı Kumkapı’daki Gümrük Muhafaza’ya iletti.

Kısa süre sonra tutanak tutuldu. Ancak Gümrük Muhafaza da tutanak tuttuğuna pişman oldu.Uçağın sahibi İsrail asıllı biriydi. O gece ne olduğu ise bir türlü anlaşılamadı.

Deprem için 1900’lerin başından beri Nicola TESLA adındaki Sırp asıllı bir bilimadamının buluşu olan “elektromanyetik endüksiyon tekniği” (TESLA Makinesi) kullanıldı.

Makinenin ABD Kaliforniya San Andreas fay hattında olacak muhtemel bir deprem öncesi kullanılması düşünüldü. (ABD’lilerin asgari zarar ve ölümlerinin azaltılması için bazı denekler gerekiyordu, onların gözünde bir hayvandan bile daha değersiz olan bizim gibi insanlar üzerinde denenmesi normaldi.)

Neden Türkiye diye soracak olanlar için ise; - Türkiye de ne yaparsan yap kimsenin umurunda olmaz, birkaç tane yetkiliyi ikna ettikten sonra her türlü deneyi yapabilirsiniz, bilinçli insan sayısı azdır, genelde okumamış cahildir, araştırmazlar kadercidirler, Kaliforniya San Andreas fay hattının dünyada tek eşi benzeri özelliklere sahip olan ikiz kardeşi Kuzey Anadolu fay hattıdır, karakterleri aynıdır.

Ancak, ÖZEL BÜRO elemanları bu bulguları depremden hemen sonra kısa bir süre sonra elde ettiler ancak devletin üst kademeleri bu bilgilerin yayınlanmamsı için baskı kurmayı denediler ve başarılı oldular.

Depremden hemen önce Kanadalı bir bilimadamı her nasılsa bu gizli verilere ulaşarak, bölgede bir deprem olacağını ve bunun için bölgenin takip altına alındığını anladı. Ve bunu kendi amaçları doğrultusunda yaklaşık 48 gün ve 240 km hata ile yayınladı. Bu bilgiler de ÖZEL BÜRO’nun haber network’üne tesadüfen girdi. Ancak, ÖZEL BÜRO elemanları bu bilgilerin böyle bir şey olması için anlamsız olacağı kanaatine vararak önceleri KOMPLO TEOREMİ olarak baktılar ve bilgiler arşivlendi ve istihbari olarak kıymetlenmedi. Fakat ne bu bilimadamına, ne de yayınına daha sonra nedense kimse dikkat etmedi.

Gölcük Donanma Komutanlığı’nda görevli asker, astsubay ve subaylar, Donanma karargahında garip birşeyler olduğunu farketmişlerdi. Peki İsrail askerlerinin bu projedeki yeri neydi? İsrailli askerler ve üst düzey subaylar o gece Gölcük’te ne arıyorlardı? Bu devir teslim töreni her yıl yapılan rutin bir ulusal törendi. Uluslar arası bir kimliği yoktu. Ama İsrailli subaylar ve üst düzey yetkilileri oradaydı! Peki ne arıyorlardı Gölcük’te?

Bunun nedenini depremden sonra ÖZEL BÜRO elemanları giderek artan bulgular ve delillerden anlamaya başlamışlardı.

Çünkü bu proje İsraile ihale edilmişti. Bizimkilerin ise bir şeyden haberi yoktu (Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genel Kurmay Başkanı hariç). Bize güvenen de yoktu zaten. Ancak o gece nedense hiç kimse İsraillilere, bugüne kadar hiç katılmadıkları bu devir teslim törenine neden katıldıklarını sormadı. Ya şaşkınlıktan ya da telaştan, enkaz altında kaç İsrail askerinin öldüğü, kaçının yaralandığını da soran olmadı. O felakette kaç İsrail askerinin öldüğünü ne Genelkurmay yayınladı ne de İsrail böyle bir bilgiyi açıklamak nezaketinde bulundu. Herkese verdikleri imaj ise oraya bize yardım için geldikleri şeklindeydi. Hemen bir hastane kurdular. Yaralarımızı sarmaya yardımcı olmak için daha sonra o bölgede bir yerleşim merkezi kuracaklarını açıkladılar. (İsrailliler bizim kara kaşımıza kara gözümüze mi hayranlar, bizi çok mu seviyorlar, bizi çok sevdikleri için mi Türkiye’nin doğusunu kendi toprakları olarak gösteriyorlar. Arz-ı Mev-ud, Vaad edilmiş topraklar Büyük İsrail Devleti). Esas amaçları enkaz altındaki askerlerini ve önemli askeri malzemeleri çıkararak götürmekti. Gerisi paravan operasyondu. Bizde “Bak şu İsrail’e, helal olsun, hemen yardımımıza koştu” diyerek sevindik.

Bu operasyon neden gündüz değil de gece olmuştu? Çünkü olacakları kimsenin görmemesi ve gözlemci riski ise en az düzeyde olduğu için gece oldu. Gece saat 03:00’te operasyonun başlaması için yeşil ışık yakıldı. TESLA Cehennem makinesi yer altındaki sığınakta ve deniz altında çalışmaya başlamıştı. En geç 1-2 dakika içerisinde gücü en üst düzeye ulaşmış olacaktı. Aynen de öyle oldu. Makine gürültüyle enerji toplamaya başlamıştı. Bu sırada, Avustralya’da ve Okyanusta bu tür suni depremler öncesinde görülen elektrik boşalması, hava yarılmasından oluşan ışıklar ve patlamalar oluştu atmosferde. Ve arkasından da makinenin boşalması ile birlikte yer yarıldı ve oluşturulan enerji doğaya aktarıldı.

Ancak hesapta doğanın oyunu yoktu. Oluşan deprem hem beklenenden çok uzun süreli, hem de çok daha güçlü çıktı. Şiddeti 7.4’e ulaştığında Amerika’da aletler 7.8’i gösteriyordu. Ve büyük bir patlamayla her şey kontrolden çıktı. TESLA deprem makinesi, depremin enerji gerilimine dayanamayıp parçalandı ve ortaya çıkan güç yeraltında muazzam bir patlamaya neden oldu. Ve bu yer altı labaratuvarının tam üstündeki, herşeyden habersiz uyuyan yüzlerce askeri barındıran ve 8 şiddetindeki depreme dahi dayanıklı olması gereken askeri tesisler un-ufak olarak dağıldı. (demek ki deprem 8’den daha şiddetli oldu).

Bir önlem olarak tüm bölge ve hatta bütün İstanbul 4 saat süreyle bir haberleşme ablukası altına alındı. Elektrikler kesildi ve telefonlar iptal edildi. Kimsenin birbiri ile haberleşmesi istenmiyordu. Cumhurbaşkanı dahi sabahleyin “benim de telefonlarım kesikti” (Türkiye’de bütün her yerin telefonları dahi kesilse önemli kurumların kesilmez çünkü uydu telefonları vardır. Ama uydu iletişimini dahi kestiler) şeklinde garip bir açıklama yapacak ve biz de buna bir anlam veremeyecektik. Demirel tam bir şaşkınlık içindeydi. (Cumhurbaşkanı’nın şaşkınlığı normaldir çünkü o na böyle bir şeyin olacağı ihtimali söylenmemişti. Bu olay duyulur ise Türk halkına nasıl izah edeceğini bilmediği için şaşkınlık içinde idi.) (Hoş bu olay ortaya çıksa bile bu olayı terör örgütü veya mafyanın yaptığı açıklaması yapılacaktı.)

Ne yapacaklarını bilmedikleri için ne Cumhurbaşkanı, ne de Başbakan saatlerce bir şey diyemedi, demeç veremediler. “Üzgünüz” dahi diyemediler. Ancak sabah saat 09:00 sularında televizyon ekranlarının karşısına geçip halka üstün körü bir açıklama yapabildiler. Durum vahimdi. Hatta belki de Clinton dahi o anda konuya ilk kez vakıf olan yardımcılarından ve olağanüstü Milli Güvenlik konseyinden görüş alıyor ve Türkiye’ye nasıl yardım edileceğini hesaplıyordu. Hemen gerekli sıhhi yardım ekipleri organize ediliyor ve bölgedeki tüm Amerikan askeri birlik ve filolarına Türkiye’ye doğru hareket emri veriliyordu. Amerika diyetini Türkiye’ye tam destek vererek ödemeye çalışıyordu adeta.

Bu arada devreye Avrupa ülkelerinin liderleri de giriyor ve belki de onlardan da Türkiye için sözler alınıyordu. Yunanistan bile harekete geçirilerek Türkiye’ye karşı olan hasmane tutumuna son vermesi sağlanıyordu. Tüm Batı başkentleri hareket halindeydi, panik yoktu. Herşey kontrol ve koordinasyon altındaydı; bir tek Türkiye dışında. Bizde ise sanki bu emrivaki felakete karşı nasıl tavır almaları gerektiğine bir türlü karar verilemiyor; kararsızlık içinde bocalayarak büyük bir gizlilik içerisinde ne olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

ÖZEL BÜRO elemanları ise büyük bir şaşkınlık içerisindeydi. Gelen deliller ve alınan bulgular İNANILMASI ÇOK GÜÇ BİR OPERASYONU işaret ediyordu. Tam anlamı ile bir şaşkınlık yaşanıyordu.

Sabah saat 03:05 ile 06:30 arasında Batı’da bu hareketlilik yaşanırken bölgede de çok hızlı ve çok gizli bir askeri hareketlilik hakimdi. Ancak herkes kendi derdine düşmüş olduğundan bu olağanüstü gizli operasyondan kimsenin haberi olmuyordu. Böylece bu işi planlayanlar, gecenin karanlığından da yararlanıp denizaltından parçaları yüzeye vuran TESLA makinesinin kalıntılarını toplayıp, yer altı ve yerüstündeki tüm delilleri de yok ediyorlar ve hatta belki de insanları canlı canlı gömerek tüm izleri yok etmeye çalışıyorlardı. Ve bölgeye son hızla Rus araştırma gemisi dahi sabah saat 06:30’da bölgeye vardığında, havanın aydınlanmasıyla birlikte etrafta delil olabilecek tek bir cisim bile kalmamıştı. Deniz altında oluşan radyasyon anlaşılmasın, dibe çöken kalıntılar araştırılmasın ve patlama sonucu meydana gelen denizaltı krateri ve çukur ortaya çıkarılmasın diye bu bölge derhal askeri karantinaya alınarak dalışa yasak bölge ilan ediliyordu.

Ancak bütün bu temizlikler yapıldıktan sonra Ecevit ve daha sonra da Demirel’in bölgeye gitmelerine izin veriliyordu. Onların dahi ne bölgeye uçuşlarına, ne de telefon irtibatı kurmalarına izin vardı. Sanki koskoca İstanbul ve Kocaeli bölgesi uzaydan gelen yaratıklar tarafından abluka altına alınmışçasına tam bir haberleşme karanlığına sokulmuştu. Tek bir telefon dahi çalışmıyor, elektrikler verilmiyordu.

Ancak Ecevit ve Demirel, belki de olan biteni içlerine sindiremediklerinden olsa gerek, evleri kendilerine mezar olan binlerce insanımızın da acısıyla bir türlü rahat hareket edip halkla bütünleşemiyorlardı.

(Eğer olay ortaya çıkmış olsa idi bu olay PKK terör örgütünün üzerine atılmak sureti ile geçiştirilecekti. Bu doğrultuda CNN haber spikeri Patronları olan ABD-İsrailli Siyonistlerden aldığı emir doğrultusunda Ecevit’e şu soruyu yöneltiyordu.) CNN haber spikerinin “depremin ardında PKK mı var?” sorusuna, Ecevit ona “siz ne saçmalıyorsunuz, deprem ile PKK’nın ne alakası var? Bu deprem Cenab-ı Allah tarafından gönderilen bir doğa olayıdır!!” demesi gerekir iken, diyemiyordu. Sadece spikerle göz göze gelmemeye dikkat ederek “sanmıyorum” gibi o günlerde bizi epeyce şaşırtan bir ifade kullanıyordu.

Peki, Amerika ne yaptı sonra? Hemen tüm imkanlarını Türkiye için seferber etmedi mi? Clinton Amerikan halkından Türkiye’ye yardım etmelerini istemedi mi? Kasım’da Türkiye’ye geleceğini ilan edip, Ecevit’in de bu arada Amerika’ya kendini ziyarete geleceğini haber vermedi mi? Ecevit belki de Amerika’ya bu felaketin ve binlerce şehidin diyetini konuşmaya gidecekti. Nitekim gitti de. Ardından Clinton Türkiye’ye gelerek deprem bölgesini ziyaret etti, insanlarla konuştu, bizleri çok sevdiği imajı verdi, bebekleri kucağına alıp sevdi, onlara hediyeler ve yardımlar verdirdi.

ABD’nin bu aşırı ilgisi sadece bir müttefik olmasıyla açıklanamazdı.

Bu arada, acaba hükümet içinden sızan bilgiler, bazı bakanların özellikle MHP kanadının yabancılara karşı saldırgan tavır takınmalarına neden olmuş olamaz mı? İlk anda çok yadırgadığımız Sağlık Bakanı Osman DURMUŞ’un “yabancılara tek hasta bile vermem ve onlardan kan da almam” demesini şimdi yadırgayabiliyor musunuz? ABD’nin saygın gazetelerinden New York Post’un haberine bir de bu gözle bakın:

“Türk hükümeti, ABD’nin Deniz Hastanelerini kullanmıyor...

Türkiye’deki şiddetli depremde 27.200’den fazla kişi yaralandı. Ancak yetkililer tarafından dün yapılan açıklamada, depremin meydana geldiği tarihten itibaren geçen iki haftalık süre içinde ABD tarafından gönderilen Deniz Kuvvetleri’ne ait üç adet yüzer hastanede henüz tek bir hastanın bile tedavi edilmediği bildirildi.

Türkiye’ye gönderilmiş olan uluslar arası yardımın çoğunun kullanılmaması Ankara’daki hükümetin eleştirilmesine neden oldu.Türkiye’de yayınlanan Radikal gazetesi önceki bir sayısında, 750 ton yardım malzemesiyle yüklü bir İsrail gemisinin üç gün süreyle gümrükte tutulduğunu yazdı.

ABD gemilerinin İzmit’e varışından önce Türkiye Sağlık Bakanı Osman DURMUŞ’un, bu gemilere ihtiyaç olmadığına ilişkin sözlerine geniş bir şekilde yer verildi.

Ancak ABD Büyükelçiliği, aralarında 600’den fazla yatak taşıyan Kearsarge adlı geminin de bulunduğu üç adet yüzer hastaneyle ilgili olarak bir uyuşmazlık yaşanmadığını bildirdi.”

Ne ölenler geri gelir, ne de anılarımız.

Ancak İzmit’te, Gölcük’te Yalova’da Halıdere’de Avcılar’da, Bolu’da Düzce’de ve daha nice yerleşim merkezinde enkaz altında yaşamlarını yitiren binlerce Mehmet, Hatice, Ayşe ve Ali’ye karşı bir vicdan borcumuzda mı olmayacak? Onlar geride gözleri yaşlı onbinlerce sevenlerini, sıcaklıklarından mahrum bırakırken, sırf Kaliforniya’da Jony’ler, Susan’lar ve Alice’ler yaşasın diye yaşamdan çalındıklarını dünya bilmesin mi ?


17 Ağustos depremi kuşkusuz hepimizi derinden sarstı. Deprem bütün ülke halkını derinden üzerken, depremin açtığı yaralar hâlâ tam haliyle sarılabilmiş değil.

Bu konuyu yazdır