Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 1489 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 1489 Ziyaretçi

Son Aktiviteler
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 303
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 300
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,003
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,121
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,063
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,003
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,139
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,518
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,285
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,168

 
  Dikkat ! Güneş Parçalanacak
Yazar: Archilles - 29-05-2016, Saat: 22:25 - Forum: GÜNCEL HABERLER - Yorumlar (1)

NASA'yı korkutan gelişme! Güneş parçalanacak mı?


Güneş'te NASA'yı korkutan gelişme! Güneş'teki fırtınaların artmasına neden olan gelişme, 'Güneş parçalanacak mı?' sorusunu gündeme getirdi.
Güneş’teki manyetik alan dengelerinin değişiminden kaynaklanan koronal deliklerin hiç olmadığı kadar büyük gözlemlenmesi NASA’yı korkuttu. Güneş’teki fırtınaların artmasına neden olan bu gelişme akıllara “Güneş parçalanacak mı” sorusunu getirdi
Güneş'te manyetik alan dengelerinin değişiminden kaynaklanan koronal delikler yıllardır astronomi Biliminin en büyük inceleme konusu. bilim insanları Güneş'in kendi içindeki dengelerinden kaynaklanan koronal deliklerin Dünya üzerinde tehlike yaratacak bir etkisi yok.

SDO uzay aracı çekti

Ancak ABD Uzay ve Havacılık Dairesi'nin (NASA) 6 yıl önce uzaya gönderdiği SDO uzay aracının (Güneş Dinamikleri Gözlemevi) 17-19 Mayıs arasında çektiği son görüntüler bilim insanlarını da endişeye sevk etti. NASA'nın internet sitesinde yayımlanan hareketli görüntüde Güneş'in Kuzey Kutbu'nda şimdiye kadar hiç görülmemiş bir koronal deliğin varlığı tespit edildi.

"Parçalanıyor mu?"

İngiliz Guardian gazetesinin konuyla ilgili "Güneş parçalanıyor mu?" başlıklı haberinde NASA uzmanlarının Güneş yüzeyindeki bu değişimle ilgili endişelerine yar veriliyor. Geçtiğimiz yıl ekim ayında NASA söz konusu deliklerin görüldüğü aynı yerde, Dünya'nın 50 katı büyüklüğünde deliklerin oluştuğunu bildirmişti. Ancak son çekilen görüntüde küçük deliklerin birleşerek tek parça halinde çok daha büyük bir koronal deliğe dönüştüğü görülüyor.


1973'te tespit edildi

İlk kez 1973'te tespit edilen koronal deliklerin giderek büyümesi Güneş'in ısısını kaybettiği ve giderek sönmeye başladığı yönündeki tartışmaları hararetlendiriyor.


Isı değişikliği ve patlama

Koronal deliklerin oluşum nedeni, manyetik alan dengelerinin değişmesi dışında henüz net bir şekilde açıklanamıyor. Ancak Güneş'in farklı noktalarındaki ısı değişimlerine işaret eden koronal deliklerin çevresinde güneş fırtınaları ve patlamalar görülüyor. Bu patlamaların Dünya'nın Güneş enerjisini kaybettireceği tezleri ise insanoğlunun en büyük korkusu.

Rüzgar üflüyor ısıyı yükseltiyor

Bilim insanlarının tespitlerine göre Güneş, uzaya koronal deliktevsaniyede 145 kilometre hız ile rüzgar üfürülüyor. Güneş fırtınalarının yarattığı bu etki koronal deliklerin çevresinde patlamalara neden oluyor. Koronal delikten çıkan rüzgarın hızı saniyede 400 kilometreye kadar yükselebiliyor. Burada dikkat edilmesi gereken nokta ise koronal deliklerden çıkan rüzgarın şiddetinin Dünya'daki rüzgarlardan 3 kat daha fazla olması. Güneş rüzgarları bilim insanlarının koronal ısınma veya soğuma sorunsalı problemi olarak tanımladığı durumu da beraberinde getiriyor. Nitekim Güneş yüzeyi 5 bin 500 santigrat derece iken koronal deliğin çevresinde ısı 1 milyon santigrat derecelere yükseliyor.

Bu konuyu yazdır

  Telepati İle Düşünce Okuma
Yazar: Spiritüeller - 29-05-2016, Saat: 18:43 - Forum: TELEPATİ - Yorum Yok

Sevdiğiniz erkek ne yapıyor şu sırada? Aklından neler geçtiğini biliyor musunuz? Belki de az önce karşılaştığı bir sarışın güzeliyle kaçamak yapmanın hayalini kuruyordur. Niye olmasın? Düşüncelerini okuyacak kimse yok ki. Ama, o kadar da imkânsız değil öğrenmek.


"Nereden bileyim ben, şimdi ne düşünüyor?" diye hayıflanmayın. Hem de ne falcıya ne de başkasına danışmaya gerek kalmadan, kendi kendinize okuyabilirsiniz onun aklından geçenleri. Nasıl mı? Aynen karşınızdakinin yaptığı gibi, düşünerek bulacaksınız.

Herkes her an bir şeyler düşünür. İnsanın aklından neler geçmez ki. Hiç kimse de diğerinin farkında değildir. İşte bütün bu düşünceler, aklımızdan geçenler, çevreye sürekli yayın yapan bir radyo istasyonu gibi olmamızı sağlar. Eğer karşınızdakinin hangi dalga boyunda düşüncelerini yaydığını anlarsanız, onları yakalamak işten bile değildir.

Şu sırada İstanbul Radyosu'nun müzik programını dinleyeniniz var mı? Nasıl duyuyorsunuz o yayını? Elbette yakınınızda bir radyo olmalı. Radyonuz zaten bu yayınlara göre imal edilmiş, başka tür bir yayını isteseniz de alamaz.

BİLGİSAYARLAR, BEYNİNİZİN YANINDA HİÇ KALIR

Şimdi de başka bir aletten bahsedelim. Hem de çok yakınınızda duruyor. Nereye gitseniz sizinle birlikte olan beyniniz. Öylesine mükemmel bir yapısı var ki, ne radyo ne de bilgisayar, hepsi yanında hiç kalır. Üstelik, kullanması bedava. Elektrik kesildi, pil bulamadık diye endişe yaratmıyor. Sonra, sadece yayınları almakla kalmıyor, bir de istediğiniz yayını programlayıp gönderiyor. Ama, yalnız düşünce türünden olan yayınlara göre yapılmış.

Kendi beyninizi size yeniden pazarlayacak değiliz, daha fazla reklama gerek yok. Doğuştan sahipsiniz bu mükemmel alete. Bütün mesele, onu kullanmasını yeterince bilmek. Önce şunu belirtelim, her an düşünce yayını yapıyorsunuz. Ama, kontrolsüz ve programsız bir yayınınız var. İşte bu dağınıklık yüzünden, başka yayınları da alamıyorsunuz. Daha doğrusu, alıyorsunuz ama farkında değilsiniz.

Şimdi gelelim "insan" marka beynin kullanma talimatına. Önce, kendi yayınlarımızı en düşük düzeye getirmeliyiz. Kısa bir süre için de olsa, ıvır zıvır şeyler düşünüp zihninizi gereksiz yere meşgul etmekten kurtulmalısınız. Böylece, düşünce yayınına harcanan enerji ve dikkatinizi alıcı durumunda kullanabilirsiniz.

Diyelim ki şu an aklımızı kurcalayan bir şey yok. Zihnimiz sakin. Beynimizin alıcı düğmesi açılmış demektir. Sıra geldi istasyon ayarına. Kimin düşüncelerini duymak istiyoruz? Yani, yayın yapan istasyon kim? Aklımızdan yalnız onu geçireceğiz. Boş verin şu sırada onun nerede olduğuna veya ne yaptığını hiç tahmin etmeye çalışmayın. Çünkü o zaman, farkında olmadan başka düğmeleri kurcalıyorsunuz demektir. Görüntü ayarı değil bizim istediğimiz. Şu an sadece düşünce dalgalarını almaya çalışıyoruz.

Yayın yapan istasyonu tanımanız, bilmeniz işinizi kolaylaştırır. Sarı çizmeli Mehmet Ağa'nın kim olduğuna dair hiçbir bilginiz yoksa, adamın ne düşündüğünü de bulamazsınız. Beyninizdeki ayar düğmesi, o kişiyle olan his bağınıza göre düzenlenmiştir. İster âşık olduğunuz, isterse nefret ettiğiniz birisi olsun. Yeter ki aranızda duygusal bir köprü kurulmuş olsun. Eğer o kişinin de size karşı duygusal bir tavrı var ise, yayın çoktan başlamış demektir. Hem de karşılıklı.




telepathy.jpg



SADECE ONU DÜŞÜNÜN

Gelin, sevilen bir kimsenin düşüncelerini okumaya çalışalım. Çünkü, sevgi bağı en güçlü ve en etkili istasyon yayını demektir. Nefret de öyle. Aklınızdan yalnız sevdiğiniz kişiyi geçirin. Ama, birlikte olduğunuz tatlı anların hayaline kendinizi kaptırmadan. Sadece onu düşünün. Zihninizde onun adını yankılandırın. Hayal mi kuruyoruz? Hiç de değil. Kendinizi sevdiğiniz kişinin titreşimlerine uygun bir ortama getiriyorsunuz. İşte size istasyon ayarı.
Radyo dinlerken aynı anda gürültü yapılsa veya gazete okumaya çalışsanız, ne anlarsınız? "Kesin şu gürültüyü, duyamıyorum!" İşte kendi kendinize bunu söyleyin, eğer gelen düşünceleri alamıyorsanız. Başka bir şeyle meşgul etmeyin zihninizi. Bütün dikkatinizi o sevdiğiniz kişiden gelen titreşimlere verin. Aman, dikkat. Sakın ola gergin bir biçimde kasılıp beklemeyin. Tam tersi olur, kendinize parazit yapar hale gelirsiniz.

"Alo, alo. Beni duyuyor musun? Bak dinle, ben şimdi ne düşünüyorum." Değil elbette. Kafanızın içinde telefon kulübesi olmadığına göre, böyle sesler duyacak değilsiniz. Beyninizdeki alıcının ses ayarı değişik bir duyarlılıktadır. Onun ne düşündüğünü kulağınızla duymayacaksınız, içinizde hissedeceksiniz. Bir anda olur bu, genellikle. Başlangıçta çoğu kez kısa ve tek bir duygudur. Çünkü insan, ister istemez o duyguyu aldığı an düşünce üretmeye ve hayal kurmaya başlar. Bunun önüne geçemediği için, alıcı durumundaki beynin ayarını bozar ve karşıdan gelen düşünceleri okuyamaz.

Sakin bir halde, yalnız sevdiğiniz kişiyi aklınızdan geçirirken, içinize onunla ilgili bir duygu gelebilir. Bir anda, şimşek hızıyla çakıp sönen bir parıltı gibidir. Bunu izleyen diğer düşünce ve duyguların size ait olduğundan şüphe etmeyin. Bütün mesele, aradaki o bir anlık dış yayını yakalamak ve ayırt etmektir. Yoksa, kendi düşüncelerinizle karıştırabilirsiniz.

Derler ki, kadınların beyni erkeklerinkinden daha küçükmüş. Çağımızda zaten elektronik aletlerin en küçükleri en büyük işleri başarıyor. Tabiat, bu üstünlüğü yıllar öncesinden kadınlara vermiş olmalı. Çünkü, kadınlar bu alanda da erkeklerden daha yetenekli. Duygu derinliği ve zenginliği, telepatik haberleşmenin vazgeçilmez bir yanı. Aman yanlış anlaşılmasın, sırılsıklam âşık olmak değil bu derinlik. İnanılmaz bir hayal kurma gücüyle de ilgisi yok. Zekânın duygularla birleştiği yerde, telepatik yetenek ortaya çıkıyor.

ÖNCE ZİHNİNİZİ BOŞALTIN 

Kimi insanda düşünceleri alma kapasitesi, düşünce göndermekten daha fazladır. Bazılarında da tersine olabilir. Çevresine hâkim olmaktan hoşlanan kişilerde, alıcılık oranı daha düşüktür. Başkalarının davranışlarından çabuk etkilenenler ise verici yayınını pek beceremeyebilirler. Ama, bu özellikler o kadar önemli değildir. Yeter ki, bu işin tekniğini iyi bilelim.

Başkalarının düşüncelerini okumak yerine, onlara kendi düşüncelerinizi aktarmak isteyebilirsiniz. Bunun için biraz daha karışık bir yöntem denemek zorundasınız. Başlangıçta, aynen alıcı durumundaki gibi zihninizi durultmanız gerekecek. Parazit düşüncelerden kendinizi kurtaracaksınız.

Bu sükûneti elde ettikten sonra, sıra geliyor antenlerinizi düşünce yollayacağınız kişiye yöneltmeye. Bildiğiniz bir kimse ise, işiniz kolay. Duygusal bağ yine burada önemli. Şimdi ilk önce, boşalttığınız zihninizde o kişinin kendisini düşünün. Yüzünü gözünüzün önüne getirin. Ama, tam olarak. Başka bir şey düşünmeden.

Eğer düşündüğünüz kişi o an sakin bir ortamda ise, zihni çok meşgul değilse, işiniz kolay demektir. Gözlerinizi kaparsanız daha iyi sonuç alırsınız. Kapalı gözlerinizin önünde o kişinin yüzünü bütün detaylarıyla görmeye çalışın. Size baktığını hayal edin. Sanki onun beyninin içine giriyormuşsunuz gibi, sadece onu düşünün. Sonra, tek ve kesin bir cümle ile iletmek istediğiniz düşünceyi ona söyleyin. Açık ve belirgin biçimde. Bu ses zihninizde yankılansın. Başka bir şey düşünmeden, aynı şeyi yavaş ve etkili bir biçimde, sanki karşınızda duruyormuşçasına onun yüzüne söyleyin.

Duygusal ilişkilerde, bazen insan kendi kendisini engeller. Araya başka düşüncelerin girmesiyle, bütün benliğini bu işe veremez. Bir yandan kuşkuludur veya aslında bu işe girişmeye isteği tam değildir. Bu gibi hallerde, düşünce yayını yerini bulamaz. Önce kendinizden emin olmalısınız, karşınızdakine düşündüğünüz şeyi iletmeyi gerçekten istemelisiniz. Yoksa, beyin kendi engelleme mekanizmasıyla bu yayını önleyebilir.

KONUŞMADAN DA ANLAŞABİLİRSİNİZ

Bu gibi haberleşmeler, az da olsa bazen kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Durup dururken birden aklınıza birisi gelir, onunla ilgili bir düşünceyi yakalamışsınızdır. Daha sonra aynı kişiyi gördüğünüzde, bir de bakarsınız ki, o sırada sizi düşünüyormuş. "Aaa, vallahi şimdi ben de seni düşünüyordum. Şu işe bak, nasıl da karşıma çıkıverdin." Veya bir telefon zili, açarsınız. Kulağınızda, az önce birden aklınızdan geçen kişinin sesi: "Ayol, bir arayıp sorayım dedim. Hayırsız, nerelerdesin!"

Bilimsel olarak bu tür haberleşmelerin deneyleri yapılıyor, yarım yüzyılı aşkın bir süredir. Bizim de aramızda deneyebileceğimiz kadar kolay bir şey. Mesela, tanıdığınız bir kişiyle anlaşıyorsunuz. Filanca gün, falan saatte, ikiniz sakin bir ortamda oturacaksınız. Gözlerinizi kapayacaksınız. Hiçbir şey düşünmeden. Sonra, belirli saatte ikinizden birisi basit ve tek bir şeyi düşünecek. Diğeri de onun düşündüğünü almaya çalışacak.

Bu iş için, "Zener Kartları"ndaki beş sembol en kolay iletilebilen şekilleri göstermekte. Artı işareti, kare, çember, yıldız ve dalgalı paralel çizgiler kullanılıyor bu kartlarda. Düşünce gönderen kişi, bu sembollerden yalnız birisine sürekli bakıp diğerine aktarmaya çalışıyor. Alıcı da zihnini boşaltıp gelen düşünceye açık bir halde bekliyor. İstatistiklere göre, çoğu kez normalin üstünde başarılı sonuçlar alınıyormuş.

Bazen öyle ilişkiler vardır ki, duygusal coşkunun derinliğinde insan sevdiği kişiyi düşünmeden edemez. Sevgilinizi aklınızdan geçirirken, birden ruhunuzun taa içinde bir gül daha açar. İşte o an, düşünce âleminde birleşmenin zevkini tadarsınız. Hiç kuşkusuz, o da aynı duyguları yaşamaktadır aynı anda. Arada kilometreler olsa bile.

Bu konuyu yazdır

  Telepatik Bağ Kurma
Yazar: Spiritüeller - 29-05-2016, Saat: 13:45 - Forum: TELEPATİ - Yorum Yok

Hollywood filmleri sağ olsun, hepimiz uzun süre telepatik bağın çok gizemli bir iş olduğunu zannettik. Hatta karşımızdaki insanı köleleştirebileceğimizi bile düşündük. Korktuk. Oysa telepatik bağ kurmak, zaten insan doğasının bir parçası... Üstelik gizemli, özel yeteneklere bile ihtiyacımız yok. Tek yapmamız gereken şey, beyin dalgalarımızın hızını yavaşlatmak, hepsi bu. Zaten uykuya dalarken bir kez, uyanırken bir kez olmak üzere, her gün en az iki defa bu süreçten geçiyoruz. 

Bilinçaltımızın derinliklerinde yatan pek çok düşüncemizi, insanlara yolluyoruz. Hiç dikkat ettiniz mi? İlişkilerin pek çoğunda ilk üç ay çok güzel geçer. Her şey mükemmeldir. Sonra bir tuhaflık olur. Küçük bir olay, bilinçaltınızdaki korkunuzu tetikler. Ve gizemli bir şekilde, korktuklarınız başınıza gelmeye başlar. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. İşte bu sürecin kötüye gitmesinde telepatik gücünüzün parmağı vardır. 

Önce her şey mükemmel gider. Günlerden bir gün bilinçaltınızın köklerinde yerleşmiş bir korku yüzeye çıkıverir (Bu adam beni aldatır.) Her gece uykuya dalarken ve her sabah uyanırken, beyin dalgalarınız gevşediğinde bu korkunuzu erkek arkadaşınıza yollarsınız. İşin tuhaf tarafı, erkek arkadaşınız bu düşüncenizi, kendi fikri gibi algılayacaktır. Eğer varsa, onun sizi aldatma içgüdüsünü tetiklersiniz. Sizi aldatıp aldatmayacağı, artık onun seçimine kalmıştır.

Düşünebiliyor musunuz? Bu doğal mekanizmayla, sevdiğiniz kişiye pek çok korkunuzu aşılayabiliyorsunuz. Peki, güzel düşünceler dururken, neden korktuklarımızı yolluyoruz? Çünkü korku, bütün diğer duygulardan daha kuvvetlidir. Kolaylıkla beyin dalgaları yardımıyla dışarı yayılırlar. Karşı tarafın beyin dalgaları yeterince yavaşladığında sizin yolladıklarınızı algılamaya başlar. "Bütün bunlardan bize ne?" diyebilirsiniz. 

Güzel bir ilişki başladığında, sevdiğiniz kişiye korkularınızı değil de, paşa gönlünüzün istediği fikirleri yolladığınızı düşünün. İşte o zaman hayat başka türlü olurdu, öyle değil mi? Örneğin, sevdiğiniz kişinin size gitgide âşık olduğunu, size tam arzu ettiğiniz gibi sevgi ve saygı dolu davrandığını, sizi sık sık telefonla aradığını, romantik ve hoşunuza giden güzel sözler söylediğini telepatik olarak ona yollayabilirsiniz. O, bütün bunları kendi fikri gibi algılayacaktır. 

telepatik-algilama-yontemi.jpg

HAYAL KURMAYA BAŞLAYIN 

Âşık olup da sevdiği kişiyi olumlu yönde etkilemek isteyenler... Hemen kendinize sessiz ve konforlu bir köşe bulun. Üç kez derin nefes alıp verin. Vücudunuzun bütün ağırlığını koltuğa bırakın. Zihninize akan düşünceleri durdurmaya çalışmadan, üzerinde yorum yapmadan akıp gitmelerine izin verin. Yavaş yavaş, hayal kurmaya başlayın. Eğer sevdiğinizin sizi çok sık arayıp güzel sözler söylediğini duymak istiyorsanız, bunun hayalini kurun. Hayallerinizin renkli, parlak, sesli olmasına özen gösterin. Ve telefonunuzun sık sık çaldığını hayal ederken, içinizi sevinç dalgası kaplasın. İşte telepatik bağın püf noktası bu: O sizi aradığında nasıl sevinç duyacaksanız, hayalinizde aynı sevinci kendinize yaşatmalısınız. Bilinçaltınız o sırada aktif haldedir. Gerçekle hayali ayırt etmez. 

Beyin dalgalarınız yeterince yavaşladığında, örneğin uykuya dalarken, hayalini kurduğunuz şeyler sevdiğiniz kişiye ulaşacaktır. Artık bunları uygulayıp uygulamamak kendisine kalmış. Eğitimlerimde pek çok hanıma bu deneyimi tattırıyorum ve çok güzel sonuçlar alıyoruz. Ama bana soruyorlar: "Seda Hanım, sevdiğim erkek beni sadece telepatik bağ yoluyla arıyorsa ne kıymeti var? 

Kendi isteğiyle bunu yaparsa daha kıymetli olmaz mı?" Şunu unutmayın. Zaten karşınızdaki kişinin yaptığı pek çok şeyin ardında sizin ona otomatik olarak yolladığınız korkularınız var. Çoğu zaman bunu yaptığınızın farkında bile olmuyorsunuz. Olumlu ya da olumsuz, bilinçaltımızda duran pek çok duygu ve inancı sevdiğimiz kişiye yolluyoruz ve onun pek çok davranışında kendi korkularımız da aktif rol oynuyor. Öyleyse neden bu doğal mekanizmayı lehimize çevirmeyelim?

Bu konuyu yazdır

  Telekinezinin Püf Noktaları ve Alıştırmalar
Yazar: Spiritüeller - 29-05-2016, Saat: 12:22 - Forum: TELEKİNEZİ - Yorum Yok

Merhaba tüm telekineziyle ilgilenen arkadaslar.Telekinezi yazılarımıza devam ediyoruz. Bu yazımızda telekinezinin püf noktalarından bahsedeceğiz. 


Telekinezi ANLATILMAZ  
Telekinezi ÖĞRETİLMEZ 


Evet yukardaki cümleleri iyice belleğinize yerleştirin Çünkü;
Telekineziyi Öğrenmek için 2 yol vardır.
Telekineziyi size biri anlatamaz size sadece örnek yada teknik verebilir. Yani siz sadece alıştırmaları deneyerek kendi kendinize öğrenebilirsiniz. Alıştırmalara sitemizden göz atabilirsiniz.Yada telekinezi yapabilen biri size telepatiyle 1 saatte öğretir (ki bu yolla öğrenmeniz Türkiye’de %01 şansla olur..)

Telekinezi yaparken;
*Telekinezi yaparken birşey düşünmezsiniz!
*Telekinezi yaparken sadece hayal ve imajinasyon kullanırsınız.
*Telekinezi yaparken Nefesiniz çok hızlıysa telekineziyi bırakmalısınız.
*Telekinezi yaparken Oda ılık, Elleriniz sıcak olmalıdır.
*Telekinezi yaparken çok basarısızsanız yerinizi değiştirmelisiniz.
*Telekinezi yaparken telekineziyi önemsememelisiniz, basit birşey gibi düşünüp onu rahatça yapabileceğinize inanmalısınız.
*Telekinezi yaparken beyninizi sıkmayın, ıkınmayin, çok rahat olun ve sadece cisme yoğunlaşın.
*Telekinezi yaparken üstüne birde acemiyseniz, arkadaslarınızın yanında uğraşmayınız, yalnız yapınız.
*Telekinezi yaparken ellerinizin karıncalandığını düşünün veya isteyiniz.
*Telekinezi yaparken avucunuzdan bir enerji hortumu çıktığını hayal edin (abartmadan )
 



BUZ İLE TELEKİNEZİ 

Bu aralar “Psişik sosyetede” (Hollandalilar özellikle video saldırısına geçti) aşırı derecede modaya dönüşen buz oynatmanın püf noktalarını anlatalım.

Buz oynatmanın avantajları;

1) Normalde elleriniz ısınmışken telekineziyi daha rahat yaparsiniz. Buzla uğraşma sonucu zamanla ısı değişimlerinden etkilenmeyip kesintisiz işinize devam edebilirsiniz.
2) Kağıt, pipet gibi ilk seviyelerden sonra , düz bir yüzeyde elle doğru düzgün hissedilir birseyi hareket ettirmek bu işin size daha kolay gelmesini sağlar ve ağır cisimlere etki etmeniz daha kolay olur.
 
Nasıl yapmalıyım ?
İlk denemenizse “buzu” düz yüzeye koyun ve suyunu iyice etrafa yayın, buz suyun içerisinde durmalı.
Ellerinizi buza dokundurmayın ve onu itmeye çalışın. önce açık parmaklarla deneyin, olmazsa tüm parmakları birleştirip elinizle rüzgar yarattiğinizi hayal ederek onu itmeye çalışın.
Ellerinizi sabit bir yere koyun (buza yakın olsun) ve buzla aranızda bir ip bağlı olduğunu düsünüp, buzu o iple kendinize çektiğinizi düsünün.
Bunlardan herhangi biri olmazsa yukarıdada yazdığım gibi daha sonra deneyin yada başka bir yerde deneyin.

Normal buz hareketlendirmesini yapabilmeye başladıysanız devamında onu döndürmeye çalışın.
İlk “katı” maddenizi oynatmak muhteşem bir duygu.

  LAMBALARA ETKİ 

Bu defa ki yazimda size telekineziyle Lambalara etki edip edemeyeceginizi kendiniz denemeniz için yazdigim bir alistirmayi buraya aktararak yapicam.

Beyin Gücünüzle bi Lambayi patlatirsin desek "hadi ordan!" diye cevap aliriz  ama bu sey gerçekten de var. Telekineziden gerçek anlamda haberdar oldugum zaman psi-wheel üzerinde denemeler yaparken isik da titriyordu. daha sonraki 1 ay boyunca da bilgisayarda oturdugum odanin isigi hep titredi ve sonundada patladi. 3-4 tane lamba degistirmek zorunda kaldim.

Su anda o kadar siklikta olmasa bile lambalar BAZEN birazda olsun titriyor. yani anlayacaginiz beynim o sersemlik döneminden çikti ve hersey yerine oturdu.

Örnegin uyumadan önce yatakta yatirken lambaya bakip denemeler yaparim ve titrer.

Eger Telekinezi olayina daha yeni girmisseniz ve psi-wheel'iniz firil firil dönüyorsa, oturdugunuz yerde hafif uzanin ve alistirmayi deneyin. muhtemelen basarili olacaksiniz.

   Alıştırma
* Rahatça oturun ve isiga gözlerinizi dikin. gözleriniz kamasiyorsan vazgeçin sonra deneyin.
* Beyninizi zorlayipda garip duygulara kapilmayin (hani bisey yapicakmis gibi ugrasip kafanizda yaptiginiz hareketlerden bahsediyorum)
* Bu sizin ilk denemeniz o yüzden gözlerinizi kismayin ve zorlamayin.
* GÖZ KAPAKLARINIZI "rahat birak"IN.
* Isiga odaklanin ve isigin pariltisinin arttigini düsünün, Hayal edin. Bunu yaparken beyniniz hala daha rahat, göz kapaklariniz serbest durumda olmali.
Bu olayi hayal ederken isigin pariltisi artmaya baslayabilir, yada görüntü titremeye baslayabilir. Heycana kapilip durmayin desemde yine durucaksiniz eminim (bende durdum )

Önemli NOT= Bunu denerken daha güçlü etki etmek isterseniz, isigin arttigini hayal ederken durmayin ve durmadan deneyin. yani örnek olarak yumrugunuzu sikip sikip birakmayin, hep/ durmadan sikin. o zaman olay daha güçlü gerçeklesir.

Bu denemelerden sonra girdiginiz her odada isiklar hafif hafif titreyebilir ve bazende sinir bozucu olabilir. yada oturdugunuz yerde aniden ışık çok yüksek bi pariltiyla bi kaç saniyeligine durabilir. ama sunu unutmayin hersey yerli yerine oturunca gücünüz azalmis gibi hissedeceksiniz, daha sonra içinizdeki güç tekrar uyaninca çok sıkı çalsin ki bu yeteneklerinizi unutmayasiniz.

Bu konuyu yazdır

  Kulaktaki Şifa Noktaları
Yazar: Spiritüeller - 29-05-2016, Saat: 00:05 - Forum: SAĞLIK - Yorum Yok

  • Kulak Masajı

Kulak ceninin ana rahmindeki duruşunun şematik olarak aynısıdır. Ve tüm akupunktur noktaları kulak üzerinde bu esasa göre yer almıştır. Şimdii... başınız, boynununz, beliniz, sırtınız, bacaklarınız, kalçanız, ayaklarınız, omzunuz ağrıdığında yapacağınız tek şey kulaklarınıza masaj yapmak. Kulağınızı baş ve işaret parmaklarınızın arsına alarak kulak kepçesinden başlayarak, dayanabildiğiniz kadar güçlü ve sıkarak masaj yapın.

İlk anda bazı noktalar acıyacaktır (bunlar bedendeki ağrıyan bölgelerin kulaktaki refleks noktalarıdır). Kısa bir süre sonra bu ağrılar kaybolacaktır. 2 -3 dakika bu masajı yapmanız yeterli olur. İsterseniz uzatabilirsiniz de. Zaten masajın sonuna doğru bedeninize bir sıcaklıklığın yayıldığını hissedeceksiniz. Bunun ardından ağrılarınızın azaldığını ve kaybolduğunu da...

KULAK_AKAPUNKTUwb.jpg
Hiç bir yan etkisi olmayan bu uygulamayı herzaman her yerde kendinize ve ağrısı olan yakınlarınıza uygulayabilirsiniz. Yorulduğunuzda, uzun otobüs yada araba yolculuklarında oturmaktan ağrılara maruz kaldığınızda, çok üşüdüğünüzde ve bedeninizi dengeye kavuşturmak için mucize benzeri bu uygulamayı kullanabilirsiniz.
Önemli olan kulağın her noktasına dokunun. Kulağınız size hemen yanıt verecektir. Kulaklar bedeni hisseder, görür ve duyar. Siz de şefkatli ellerinizi esirgemeyin. 
Ellerinizdeki enerjinin farkına varın...

Kaynak: Yaşam Enerjisi Kitabı ve Porofilaktik Masajla Mucizevi Tedaviler Kitabı

Bu konuyu yazdır

  Kral Arthur Taştaki Kılıç
Yazar: Archilles - 28-05-2016, Saat: 22:07 - Forum: İngiliz Mitolojisi - Yorum Yok

Sadece bir hayal kahramanı mı Arthur? Yoksa gerçekten yaşamış ve tüm dünyaya adını duyurmuş bir şövalye mi? Tam olarak açıklık kazanmamış bir giz var Arthur’un hikayesinde. Belki de bu gizemdir onu bu kadar çekici kılan. Hem tarihi hem de mitolojik bir kahraman… Belki hayal belki gerçek ama öyle bir öykü ki bu, herkese göre bir şeyler var.

Bu kılıcı taştan çıkaran kişi, tüm Britanya’nın hakimi olacaktır.
On beş yaşında olan genç Arthur kılıcı taştan çıkardığında bu kehanetten ve kehanetin anlamından habersizdi. Hiç kimsenin yapamadığını Arthur çok kolaylıkla ve farkında olmadan başarmıştı. Kralın kim olacağını belirlemek için düzenlenen turnuvada, kardeşliği Kay da yarışıyordu fakat Kay’ın kılıcı kırıldı. Kardeşliğine seslendi; ”Arthur, hemen bana bir kılıç bul!” Arthur çadırın her yerine bakmasına rağmen bir kılıç bulamadı. Aklına kilisenin bahçesindeki taşa saplı kılıç geldi. Hemen kiliseye koştu ve kılıcı olduğu yerden çok kolaylıkla çekip aldı. O henüz bilmiyordu ama bunun anlamı kral olacağıydı. Fakat Kay kardeşliğinin getirdiği kılıcı tanıdı ve Arthur’u sessiz olması konusunda uyardı. Amacı Arthur’un hakkı olan krallığı kapmaktı. Büyük bir heyecanla babasına koştu ”Baba, kılıcı çıkardım Britanya Kralı benim!” Ector ona inanmadı, kılıcı yerine koymasını ve herkesin önünde tekrar çıkarmasını istedi. Kay elbette bunu başaramadı çünkü krallığın ve kılıcın gerçek sahibi Arthur’du.

 Kılıca sahip olmak Arthur’un hayatındaki birçok şeyi değiştirdi. Kral olacağı değildi onu sarsan, Ector ve Kay’ın gerçek ailesi olmadığını öğrendi. Ector bunu açıklamak zorunda kalmıştı çünkü ülkenin ileri gelenleri Arthur’un kral olamayacağını, soylu bir aileden gelmediğini iddia ederek krallığı ona bırakmak istemiyorlardı. Ector çok zorlansa da her şeyi anlattı Arthur’a. Büyük kahin Merlin de anlatılanları doğruladı çünkü Arthur’u Ector’a getiren ve ona bakmasını söyleyen Merlin’di. Babası Britanya Kralı Uther Pendragon annesi ise Cornwal Düşesi İgraineydi yani tamamen kralın soyundan geliyordu. Uther, Arthur doğduktan iki yıl sonra ölmüştü ve kardeşi Aurelius Ambrosius ile birlikte Stonehenge’de Devlerin Yüzüğü’nün içinde gömülüydü.

Aradan geçen yıllarda Arthur Britanya topraklarını genişletmiş, kazandığı başarılarla halkının gözünde büyük bir kahraman ve mükemmel bir kral olmuştu. İzlanda’yı fethettiği sırada Kraliçe Margawse’ye aşık oldu. Margawse evliydi ama bu onları durdurmaya yetmedi. Birlikte olduklarında üzerlerindeki lanetten habersizdiler. Uzun zaman sonra Merlin şu kehanette bulundu ”Tanrı sana çok kızgın çünkü sen öz kardeşinle yattın! Bu birleşmeden doğacak çocuk sana elleriyle ölümü getirecek” Arthur şaşkınlık, pişmanlık ve korkuyu aynı anda yaşıyordu. Kız kardeşi ile yatmış olmak zaten yeterince kötü bir durumdu ama bu hastalıklı ilişkiden doğacak çocuğun onu ölüdüreceğini bilmek olayın en vahim yanıydı. Arthur Margawse’nin doğum yaptığı gün doğan tüm soylu çocuklarının toplanmasını ve bir gemiye bindirilip denize gönderilmesini emretti. Tüm bu bebeklerin öleceğini umuyordu fakat terslik bu ya gemi kayalıklara çarpıp parçalandı ve Arthur’un oğlu kazadan kurtuldu. Bir adam buldu onu ve Mondred adını verdi.

Arthur’un evlenmesi gerekiyordu. Britanya Krallığı için yasal bir veliaht bekliyordu halkı. Gönlünü kaptırdığı kadın Yuvarlak Masa’nın sahibi Sör Leodegrance’nin kızı Guinevere’ydi. İstediğini aldı Arthur ama yine habersizdi başına geleceklerden. İleride en yakın dostu Lancelot Guinevere’ye aşık olacaktı ve kadın da bu aşka karşılık verecekti. Arthur’un bu evlilikle elde ettiği sadece Guinevere değildi Yuvarlak Masa’nın da sahibiydi artık. Bu sıralarda Büyük Roma İmparatoru Lucius Hiberius öfke dolu bir mektup gönderdi. Arthur’a ve Britanya’ya karşı son derece ağır sözler içeriyordu mektup. ”Sezar’ın hakkını Sezar’a vermelisin” diyordu Hiberius. Öylede oldu, hakettiği verildi o kibirli imparatora. Lancelot ve Gawain’in başarıları ve Arthur’un kahramanlıkları ile coşan Yuvarlak Masa Şövalyeleri artık Roma İmparatorluğu’nun da hakimiydi. Gölün Kadını’ndan, bilgeliği ile kazandığı efsanevi kılıç Excalibur ile kesti imparatorun başını.

Britanya’ya döndükten sonra Guinevere ile Lancelot arasındaki yakınlaşma aşka dönmüştü. Birbirlerini sevmelerine rağmen Arthur’a karşı gelmeyi ikisi de göze alamıyordu. Lancelot çareyi Britanya’dan uzaklaşmakta buldu. Sanıyordu ki Guinevere’den uzak kalmak ona olan aşkını azaltırdı. Lancelot ne kadar uzakta olsa da kahramanlıkları şatoya ulaşıyordu. Bu yolculuk ne aşkını azaltmıştı ne de cesaretini. Şatoya döndükten sonra Yuvarlak Masa’nın ikinci büyük şövalyesi oldu. Gölün Efendisi Lancelottu o. Herkes bu yasak aşkı biliyordu. Söylenenlerle yüzleşmek hem utanç veici hem de korkutucuydu. Lancelot dedikoduları azaltabilmek için başka kadınlarla ilgilenmeye başladı. Guinevere kendini aldatılmış hissediyordu ve sonunda sevdiği erkeği bir daha görmek istemediğini söyledi. Lancelot yine uzaklaştı şatodan. Arthur, Guinevere’nin masumiyetini ispatlamasını istedi. Düzenlenecek turnuvada bir şövalye kraliçenin saflığı adına dövüşmek zorundaydı. Hiçbir şövalye bunu istemedi çünkü kraliçelerine inançları kalmamıştı. Arthur Lancelot’un yeğeni olan Bors’tan bu görevi üstlenmesini istedi fakat Bors buna yanaşmadı. Kraliçe için savaşmak Yuvarlak Masa Şövalyeleri ile arasını açmak demekti. Kral ve kraliçenin isteğine de karşı çıkması zordu ve eğer turnuva gününe kadar kimse çıkmazsa kraliçem için dövüşürüm dedi. Turnuva günü miğferinde kraliçenin armasını taşıyan bir şövalye ortaya çıktı. Kimse tanıyamamıştı bu cesur dövüşçüyü, Gawain dışında. Lancelottu bu, Guinevere için savaşmaya gelmişti işte. Kraliçe onu istemediğini söylese de onu gördüğü an içini bir sevinç kapladı. Gawain, en yakın dostu Lancelot’a karşı dövüşmektense kaybetmeyi yeğledi ve böylelikle kraliçenin masumiyeti ispatlanmış oldu.

Her şey yoluna girmiş gibiydi. Ama hayır bu huzur uzun sürmedi çünkü Agravain ve Mondred, özellikle Lancelot’a besledikleri düşmanlık yüzünden her şeyi Arthur’a anlatmayı planlıyorlardı. Üstelik Lancelot ve kraliçeyi baş başa yakalayıp onlara hiçbir söz hakkı tanımayacaklardı. Arthur söylentilerden habersiz değildi ama şövalyelerinin ona gelip bu ihaneti söylemeleri yıkıma yol açardı. Gawain kardeşi Agravain’i uyardı. Yapacakları işin bir şövalyeye yakışmayacağını ve kendisinin Lancelot’a ihanet etmeyeceğini söyledi. Bu uyarı onları durdurmaya yetmedi. Arthur’un artık yapacak bir şeyi kalmamıştı. Kraliçeyi ölüme mahkum etti. Onu seviyor olması halkının önündeki onurundan daha önemli değildi ama Lancelot’un sevgisi her şeyden üstündü, kraliçesi için yapmayacağı şey yoktu. Kraliçeyi kaçırdı ve kendi şatosuna götürdü. Bu olay Yuvarlak Masa Şövalyelerinin birlik ve beraberliğinin sonu oldu. Bir aşk, koca masayı dağıtmıştı…

Arthur’un ve şövalyelerin güvenini kaybeden Lancelot’un en büyük destekçisi Gawain de artık onun düşmanıydı. Çünkü Lancelot’un gözünü bürüyen bu lanetli aşk, kraliçesini kaçırmaya çalışırken Gawain’in kardeşlerini de öldürmesine yol açmıştı. İstememişti elbette onları öldürmeyi ama görememişti, fark edememişti onları. Gawain sonsuza kadar düşman ilan etti Lancelot’u. Arthur ile birlikte Lancelot’un şatosunu kuşatmaya ve kraliçeyi almaya gitti. Çok zor ve acı verici bir tecrübeydi bu. Lancelot onunla dövüşmeyi kabul etmedi. En sonunda karşı karşıya geldiklerinde Gawain öldürücü bir darbe aldı. Günlerce ayağa kalkamadı. Bu olaylar yaşanırken şatonun boş kalmasından yararlanan Mondred, kraliçeye ve tüm imparatorluğa sahip olacağını ve Arthur’un artık yaşamadığını söyledi herkese. Gawain bunu öğrenince Lancelot’la konuştu ve ondan Arthur’a yardım etmesini istedi. Lancelot, Mondred’e karşı kralının yanında savaşmayı kabul etti. Yola çıkan Lancelot karşılaşacağı dehşet verici manzaradan habersizdi.

Arthur ve Mondred sonunda birbirlerinin sonunu hazırlamıştı. Kan ve parçalanmış cesetlerle dolu olan savaş meydanında ayakta kalan üç kişi vardı. Arthur, Mondred ve Bedivere. Şövalye, kralının Mondred’e öldürücü darbeyi vuracağını fark edince uyardı onu ”Efendim lütfen bırakın onu, Yüce Kahin Merlin’in sözlerini hatırlayın.” Arthur dinlemedi şövalyesini ve Mondred’i öldürdü, aynı anda Mondred’in kılıcıyla büyük bir yara aldı. Kehanet gerçekleşiyordu. Arthur ölmek üzereydi. Bedivere’den Excalibur’u alıp göle atmasını istedi. Bediver iki kez atmayı denedi fakat kılıcın güzelliğine öyle hayran olmuştu ki atmaya kıyamadı, kılıcı ağacın dibine sakladı ve kralına onu göle attığını söyledi. Arthur kılıcı göle attığında neler olduğunu sordu. Bedivere elbette doğru cevabı verememişti. Arthur çok sinirlendi ve eğer bu kez de kılıcı atmazsa onu kendi elleri ile öldüreceğini söyledi. Bedivere kılıcı göle attı ve aynı anda gölün içinden bir kol çıkıp kılıcı aldı üç kez salladıktan sonra tekrar sulara gömüldü. Excalibur tekrar gerçek sahibine yani gölün hanımına dönmüştü. Bunun Arthur’un ölüyor olduğu anlamına geldiğini biliyordu gölün hanımı. Arthur göle geldiğinde kıyıda bir gemiyi onu beklerken buldu. Bu gemi onu ölüme götürecekti. Gölün güzel hanımı onun Avalon’da gömülmesini sağladı. Lancelot savaş yerine ulaştığında içi öfke ve acı ile doldu. Tüm şövalyeler ölmüştü ve Arthur da ortalıklarda yoktu. Arthur’un Avalon’da hala yaşadığına ve Britanya’nın başı derde girince dönüp tekrar ülkesini kurtaracağına inandı insanlar yıllarca ama Arthur asla dönmedi.

Yaşanan bunca talihsiz olaydan sonra Guinevere bir manastırda rahibe oldu. Tüm bu olaylardan kendisini ve Lancelot’u sorumlu tutuyordu. Lanetli aşkları koca bir imparatorluğun sarsılmasına, Yuvarlak Masa Şövalyelerinin kardeşliğinin bitmesine ve en kötüsü Arthur’un ölümüne sebep olmuştu. Lancelot gelip aşık olduğu kadını götürmek istedi, fakat Guinevere buna karşı çıktı sonsuza kadar bir daha onu görmeyeceğini söyledi. Bunun üzerine Lancelot da Arthur’un mezarının üzerine kurulan manastırda rahip oldu. Aradan çok zaman geçmemişti ki önce Guinevere ardından Lancelot yaşadıkları acılara dayanamayıp bu dünyadan ayrıldılar..

Bu, aşk, kahramanlık, soyluluk ve bir ihanet öyküsü. Arthur en sevdiği iki insanın aşkına engel olamadı. Kendi oğlunun elinden ölümü tattı. Efsanevi Kral Arthur kehanetlerin önüne geçemedi. On beş yaşında bir kılıç ile elde ettiği krallığı, yine bir kılıcın kafasında açtığı derin yara ile son buldu. Britanya’nın gelmiş geçmiş en büyük kahramanı Arthur’un hikayesi yıllardır anlatılıyor ve ne olursa olsun asırlar boyu anlatılacak.

Bu konuyu yazdır

  Ekskalibur
Yazar: Archilles - 28-05-2016, Saat: 22:00 - Forum: İngiliz Mitolojisi - Yorum Yok

Ekskalibur, efsanevi Britanya Kralı Arthur'un taşıdığı, Glaston Gölü ve Avalon Adası'nın Leydisi Vivien tarafından kendisine verilmiş olankılıcın ismidir.

Ekskalibur hakkında iki efsane bulunur. İlkinde Robert de Boron'un Merlin adlı şiirinde "Sword in the Stone" (Taştaki Kılıç) olarak geçer. Kral Arthur, kılıcı saplandığı taştan çekip çıkarır ve bu sayede gücünü ve hâkimiyetini ispatlar. Sir Thomas Malory'nin kaleme aldığı Kral Arthur efsanesine göre ise Kral Arthur Kral Pellinore'la dövüşürken kılıcı kırılır. Gölün Hanımı tarafından Kral Arthur'a başka bir kılıç, yani Ekskalibur verilir. Kral Arthur'un ölümüyle Sir Bedivere kılıcı göle atmış, gölden yükselen bir el de kılıcı kaparak kaybolmuştur.
Kral Arthur'un büyülü güçlere sahip kılıcı Ekskalibur Büyük Britanya'nın haklı egemenliğiyle de iliştirilir. Bu iki kılıç kimi yerde aynı kılıç olarak geçse de bazı kaynaklarda birbirlerinden farklı olduğu söylenir. Söylenenlere göre bu kılıç, yeryüzüne düşen bir meteorun madeninden yapılmıştır. Çekilir çekilmez otuz meşale yakılmış gibi düşmanların gözünü kamaştırması, güçlü kını sayesinde sahibinin ölümcül yaralar almasını önlemesi ve yaralanan yerin kanamaması gibi özellikleri vardır.

Bu konuyu yazdır

  10.000 Yıllık Nükleer Savaş (Destanı) : Mahabharata
Yazar: Archilles - 28-05-2016, Saat: 21:51 - Forum: Hint Mitolojisi - Yorum Yok

mahabharata-6.jpg?w=600


Onbin Yıllık Nükleer Savaş

“Bu günümüz, dünün düşünceleridir; şimdiki düşüncelerimiz yarınımızı inşa edecektir; yaşamımızı düşüncelerimiz yaratır.” Dhammapada “Mahabharata çok büyük ve karmaşıktır ama 18 Yüzyıl öncesini çok net olarak açıklamaktadır.”
Reader´s Digest “Mysteries of the Unexplained”


“Bu öyküyü kuru bir çubuğa anlatsaydın, yapraklanır ve köklenirdi.” (Henri Michaux)


arjuna-krishna.jpg?w=600

Hindistan´ın ulusal destanı Mahabharata, aslında bir şiirdir ama çok büyük ve karmaşık bir şiir külliyatı olarak düşünülebilir. Sözcük sayısı “Mesnevi”den çok daha ötededir ama büyük olasılıkla tek bir kişi tarafından yazılmamıştır. Sankritçe yazılmış olan Mahabharata şimdiye kadar yazılan en uzun şiirdir, “stanza” denen yüzbin kıtadan oluşur yani İncil´in 16 misli, Ansiklopedi Britannica´nın tamamı kadardır. Bazılarına göre MÖ 3.-5. Yüzyıl aralarında yazılmıştır, bazılarına göre MS. 4. Yüzyıl´da derlenmiş, bazılarına göre ise çok daha eskilerde 19-20.000 yıl evvel yazılmıştır. 

Hintliler´e göre Mahabharata´da olmayan bir şey hiçbir yerde yoktur. Batı dünyası bu inanılmaz dev destanı ancak, 18. Yüzyıl´dan sonra tanımıştır; o da destanın sadece küçük bir bölümü olan 1785´de Londra´da Charles Wilkins çevirisiyle yayınlanan “Bhagavad-Gita”dır.

19. Yüzyıl´da doğubilimci Hippolyte Fauche, 200 kişilik bir ekiple tüm destanı Fransızca´ya çevirmeye başladı ama ömrü vefa etmedi. Sonuçta eksiksiz İngilizce çeviri ancak 20. Yüzyıl´ın başında yine Hintliler tarafından Bombay´da gerçekleştirildi.


battle_scene_between_kripa_and_shikhandi....jpg?w=600

Günümüzdeki en ilginç ve inanılmaz Mahabharata olayı; Jean Claude Carriere, Marie H. Estienne, Peter Brook ve arkadaşlarının 16 yıl çabaladıktan sonra 1985´de ilk kez Avignon´da sahneye koydukları “Mahabharata” adlı oyundur, oyun 9 saat sürüyor, bazen üç gecede, bazen bütün bir gün veya bütün bir gecede oynanıp bitiriliyor, 16 ulusa mensup 25 oyuncu sahneye çıkıyordu. Carrier, üç yıl süren sahnelemenin sonucunda, farklı bir etkinin oluştuğunu vurguluyordu; “…bu etki dünyanın üzerine çöken bir tehdit miydi? Yoksa doğru eylemin gerçek anlamının inatçı araştırması mıydı? Alın yazısıyla oynanan ince ve kimi zaman acımasız bir oyun mu?… (Can Yayınları/Mahabharata-1991)” Aynı ekip, yorulmaksızın çalışarak, inanılmaz bir performans sonucunda oyunu, bir film ve bir de tv dizisi haline getirmeyi başardı. Ama biz Türkiye´de bunları göremedik; aklı evvel film ithalatcılarımızla, tv yöneticilerimiz hayatlarında duymadıkları evrensel bir kültürü elbette ki algılayamadılar. Onların düzeyini “Yalan Rüzgarı” ile “Şaban” belirlemekte; yani bilinçsiz servetle, bilinçli cehaletin buluştuğu nokta…

Dünyalılarla uzaylılar mı savaştı?

mahabharata-war.jpg?w=600

Sanskritçe´de “maha” büyük ve herşeyin toplamı anlamına gelir; “bharata” ise komünyel bir isimdir veya bir bilgeliğin tanımıdır. Daha öte metafizik yorumlarda sözcüğün “insan” anlamında olduğu da söylenir; bu bağlamda “İnsanlığın Öyküsü” yazılmıştır. Destanda anlatılan dev savaş öncelikle klanlar arası bir çatışma gibi görünse de, aslında tüm gezegenin egemenliği yolunda bir kavgadır ama sonunda öyle bir savaş başlar ki, tüm evren yokolma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Savaşta kullanılan silahlar hem dünyasal (ok, balta, kılıç, mızrak gibi) hem de tanrısaldır (ışınlar, atomik silahlar, uçan araçlar gibi) Bir bakışa göre, Mahabharata en eski bilim kurgu örneğidir ve zeki canlılar arasındaki bir anlaşmazlığı, bir savaşı ve günümüz teknolojisinin çok ötesinde silahların kullanıldığını anlatır.

krishna_arjuna_conchshells.jpg?w=600

Örneğin bir bölümde içinde destanın kahramanlarından Krisnha´nın da bulunduğu Vrishni´ler, Salva adlı lideri bir güçle kuşatırlar. Bunun üzerine zalim Salva, heryere gidebildiği Saubha adlı arabasına binerek “yükselir” ve sayısız cesur Vrishni genciyle beraber tüm bir kenti harabeye çevirir. Saubha adlı araç daha önceki bölümlerde anlatıldığına göre savaşın yönetildiği bayrak gemisidir ve Salva´nın kentinde bulunmaktadır yani oradan kalkıp, savaş alanına getirilmiştir. Buna karşın Vrishni savaşçılarının da benzer silahları vardır; Pradyumna adlı kahraman özel bir silah kullanır, bu silah en yüksekteki tanrıları dahi durdurmaktadır; silah için “savaş alanındaki hiçbir insan onun oklarından kurtulamaz” tanımı yapılır ve Salva Krisnha´ya doğru düşer, Krisnha gökte Salva´yı izlemeye başlar fakat Saubha adlı araç göklere özgün tanımla adeta yapışmıştır. Krisnha tüm silahlarını durmaksızın fırlatır; roketler, misiller, mızraklar, çiviler, savaş baltaları, üç yüzlü oklar, alev püskürtücüler vb… Gökte yüzlerce güneş ve ay belirir, yüzlerce yıldız doğar. Ne gece ne de gündüz vardır, zaman anlaşılamaz.

Radyoaktif ölümün reddedilmez tarifi;
Krishna´nın Salva´nın saldırılarını savuşturmak için kullandığı silahların seslerinin anlatımı, aynen günümüzdeki anti-balistik roketlere benzemektedir; “Onları savuşturdum, bir hayal gibiydiler. Hızla vuran sütünları yolladığımda, gökler parladı ve parçalara ayrıldılar. gökte büyük gürültüler oldu.” Ve sonra Saubha´nın görünmez olduğu anlatılır sanki Krisnha hedefi hiç şaşırmayan akıllı bombalar kullanmaktadır. Bu arada atılan bir okun “roketin” sesiyle savaşçılar ölürler, Salva´nın askerleri “Danavalar” acı çığlıklar atarak yerlere düşerler, onları güneşe benzer parlaklığı olan okların sesi öldürür. Sauba kaçmak için saldırıya kalkışır, o zaman Krisnha “özel ateş silahı”nı kullanır bu silah güneş şeklinde halesi olan bir disk şeklindedir. Ve disk Saubha´yı ikiye böler, “kent” gökten yere düşer ve Salva ölür. Bu olay, Mahabharata´nın sonudur. En garip silahlardan birisi Pradyumna´nın kullandığı özel oktur, bu okun öldürücü gücünden hiç kimse tanrılar dahi kurtulamaz. Agneya´nın kullandığı silah ise, alevli ama dumansız ateş okudur “Yoksa artık ok yerine , ışın mı demeliyiz.”

Derken savaş alanına birden bir karanlık yayılır, kimse çevreyi göremez ama gece olmamıştır, vahşi bir rüzgar başlar, bulutlar kükrer, toz ve çakıl taşları yağmaktadır, doğa dengesini yitirir, güneş gökte sallanmakta, dünya titremekte, korkunç silahtan yayılan kavurucu sıcaklık, herşeyi yakmaktadır. Filler alevler içinde, çılgın gibi oradan oraya koşuştururken, diğer canlılar buruşarak yere düşmektedir, vahşi ışınlar gökten yağmur gibi yağmaktadır. Ve ateş fırtınasının yanısıra Gurkha´nın silahının sesini duyanlar da ölürler. Bütün bunlar sanki nükleer bir patlamanın yanısıra radyoaktif çöküntünün birebir tarifi gibidirler. Gurkha´nın çok hızlı ve güçlü bir Vimana´sı vardır; Vrishni´lerin ve Andhaka´ların üç kentine uçar ve saldırır, evrenin tüm gücünü taşımaktadır. Duman ve ateş sütunları fışkırtır, on binlerce güneş parlaklığında ışınlar yayarak yükselir. Vimana´nın “demir şimşek” diye tanımlanan süper bir silahı vardır, her iki aşiretten sayısız insanı ve kentlerini küle dönüştürür. Cesetler tanınmayacak kadar yanarlar, ölmeyenlerin saçları ve tırnakları dökülür, çanaklar, çömlekler kendi kendilerine kırılırlar, yiyecekler zehirlenir. Kaçmaya çalışan savaşçılar ve eşyaları küllerle yıkanmaktadırlar.

kurukshetra-mahabharata.jpg?w=600

Nedir bu silahlar? Başka hiçbir mitolojide böyle bir tanım yoktur, yıldırımlar, şimşekler vardır ama ötesi yoktur. Bunu anlamak şu anda mümkün değil; umudumuz zamanla öğrenmek. Destan´da anlatılan olaylar gerçek midir yani fiziksel midir? Yoksa metafizikçilerin yaklaşımıyla simgesel midir? 1944 yılında Paris Üniversitesi Hint Uygarlığı Enstitüsü´den Emil Senart´ın özgün çevirisi olan “La Bhagavad-Gita” böyledir (Ruh ve Madde Yayınları-1995). Türkçe çevirinin önsözünde Ergün Arıkdal şöyle der; “… o halde insan kendisiyle, maddenin hakimiyeti ile savaşa hep devam etmelidir.” Galiba ikisi de doğrudur yani Mahabharata hem çok uzak geçmişte kaybolmuş bir uygarlığı ve belki de yaşanmış en büyük savaşı anlatmakta, hem de dev bir ruhsal öğretiyi içermektedir; bu öğreti Senart´ın tanımıyla “Rabb´in Ezgisi”dir.

mahabharata-2.jpg?w=600

Hindistan´ın ulusal destanı Mahabharata, aslında bir şiirdir ama çok büyük ve karmaşık bir şiir külliyatı olarak düşünülebilir. Sözcük sayısı “Mesnevi”den çok daha ötededir ama büyük olasılıkla tek bir kişi tarafından yazılmamıştır. Sankritçe yazılmış olan Mahabharata şimdiye kadar yazılan en uzun şiirdir, “stanza” denen yüzbin kıtadan oluşur yani İncil´in 16 misli, Ansiklopedi Britannica´nın tamamı kadardır. Bazılarına göre MÖ 3.-5. Yüzyıl aralarında yazılmıştır, bazılarına göre MS. 4. Yüzyıl´da derlenmiş, bazılarına göre ise çok daha eskilerde 19-20.000 yıl evvel yazılmıştır. Hintliler´e göre Mahabharata´da olmayan bir şey hiçbir yerde yoktur. Batı dünyası bu inanılmaz dev destanı ancak, 18. Yüzyıl´dan sonra tanımıştır; o da destanın sadece küçük bir bölümü olan 1785´de Londra´da Charles Wilkins çevirisiyle yayınlanan “Bhagavad-Gita”dır.

mahabharata-3.jpg?w=600

Bilim ve Vimanalar
* “Asya ve Güney Asya kaynaklı çeşitli metinlerde uçan araçların veya göksel cihazlardan söz edilir. Hint ve Çin halk öykülerinde ve sanatçıların çizimlerinde göklerde seyahat etmek için yapılmış araçlar yer almaktadır. Kaynaklardaki farklılıklar dikkat çekecek kadar büyüktür, anlaşılmaz aygıtlar olduğu gibi, temel uçuş prensiplerine göre yapılmış ahşap araçlar da vardır. Taoist masallar sık sık göklerde uçan ölümsüzleri anlatırlar. Xian adlı bu araçlar yöneten ölümsüzlerin özgün ilahi güçleri vardır. Onlar tüylüydüler, Tao rahipleri onlara ´Tüylü Rahipler-Yu Ke” diyorlardı; “fei tian” yani uçan ölümsüzler Çin mitolojisinin sayısız yerinde raslanır. Uçan araçlar belki de bir tür teknolojik araçlardırlar ama yönetenler acaba insan mıdırlar? İkinci Yüzyıl´da yazılmış, bir şiirde uçan dragonların yönettiği gök arabalarından açıkça söz edilmektedir. Elimizde uçan araçların yapımlarını ve gelişimini anlatan sayısız öykü vardır.

mahabharata-4.jpg?w=600

Bunlardan yola çıkarak olası kaynaklara giden ilginç ipuçlarına ulaşabiliriz. İşte bir araştırma sonucu; 11. Yüzyıl´da Brihat Kath Alokasamgraha adlı bir marangozun uçan bir araç yapmaya çalıştığını biliyoruz. Benzer bir öykü Eski Yunan´da vardır; 7. Yüzyıl´dan kalma bir Yunan metninde, mahkumları toplayan ve konuşabilen uçan bir araçtan söz edilir, bu araç mekaniktir ve havada durabilmektedir. Bu bilgileri Clive Hart´ın 1985´de Berkeley Üniversitesi´nde yayınlanan ´The Prehistory of Flight´ adlı kitabının ´çeşitli batı kaynaklarına göre uçan makinelerin kronolojik listesi´ bölümünde buluyoruz. Uçmakla ilgili bilimsel onaylı en eski kaynaklar oluşturulurken, insan yapısı kanatların gelişimi temel disiplin olarak izlenmiştir ama bu doğru değildir; Vimanalar bir yana antik Çin, Kore ve Hint kaynaklarında insan taşıyan çok daha karmaşık gök araçlarından söz edilmektedir.” – Dr. Benjamin B. Olshin, “Mechanical Mythology: Private Descriptions of Flying Machines as Found in Early Chinese, Korean, Indian, and Other Texts”

mahabharata-5.jpg?w=600

 “Rama İmparatorluğu olarak tanımlanan devletin, Kuzey Hindistan ve Pakistan´daki geçmişi en azından 15.000 yıllıktır. Bu uygarlık çok büyük bir nüfusa sahipti, kültür düzeyi yüksekti, kalıntılarına Pakistan´daki, Kuzey ve Batı Hindistan´ın çöllerinde raslanmaktadır. Rama, “Aydınlanmış Rahip Kral” bu kentleri yönetiyordu. Rama´nın 7 büyük kenti, klasik Hindu metinlerinde “7 Rishi Kenti” olarak geçer, antik Hint metinlerinde uçan araçlara “Vimanalar” denmektedir. Destanlara göre, Vimanalar iki katlıdır, daire biçimindedirler, kubbelerinde bir giriş tüneli vardır yani tam anlamıyla bir uçan daireye benzerler. Rüzgar hızıyla uçarlar ve melodik bir ses çıkarırlar, Vimanalar´ın dört türü vardır, inanılmaz ama bazıları tabak şeklinde, bazıları ise uzun silindir şeklindedirler yani sigar gibidirler… Vedalar, antik Hindu şiirlerdir; bilinen en eski Hindu metinler olarak tanımlanırlar. Vimanalar çeşitli şekil ve boyutlarda iki tür olarak anlatılır; ´Ahnihotra-vimana´nın iki motoru veya sistemi vardır, ´Elephant-vimana” ise daha gelişmiş bir araçtır. Ayrıca, “Kral balıkçı”, “İbis” adlı ve başka hayvan adlarının da verildiği Vimana türleri de anlatılır. Göründüğü kadarıyla Mahabharata, bir atom savaşını bize anlatıyor! Kaynaklarda bir izolasyon veya tahrifat yoktur; savaşlarda fantastik silahlar, uçan araçlar kullanılmıştır.

mahabharata-9.jpg?w=600

Bunlara epik Hint destanlarında çok sık raslanır. Hatta Ay´daki bir savaşta yer alan “vimana-Vailix”den söz edilir. Kısacası atomik bir patlamanın tüm etkileri ve özellikle de insanları öldüren radyoaktif etki Mahabharata´da çok belirgindir; Mohenjo-Daro´daki Rishi kentini geçen yaz kazan arkeologlar, caddelerde yatan iskeletler buldular, bazılarının yumrukları sıkılıydı sanki bir anda ölmüşlerdi, en azından bir kıyametin yaşandığı kesindi. Ve iskeletlerde tesbit edilen radyoaktivite, en azından Hiroshima ve Nagasaki düzeyindeydi. Daha ötede Mohenjo-Daro, ızgara biçiminde planlanmış mükemmel bir kenttir; su sistemi bugün Hindistan ve Pakistan´da kullanılan düzeydedir. Antik kentin caddelerinde kalıntı olarak siyah cam kümeler bulunmuştur. Bunların cam küreler olduğu sanılmaktadır ve bulunan kil çömleklerin çok yüksek ısıyla eritildiği keşfedilmiştir.
 
mahabharata-10.jpg?w=600

Mahabarata´nın bir bölümü olan Dronaparva´da ve Ramayana´da özelikle belirtilen küre şeklinde bir Vimana vardır. İnanılmaz bir hıza ulaşmakta ve ardında büyük bir hava akımı bırakmaktadır. Hareketleri bir UFO gibidir, her yöne gidebilir, yön değiştirmesi ani çok hızlıdır, son hızla giderken aniden durup, yine aynı hızla ters yöne gidebilir. ´Samar´ adlı başka bir Hint destanında Vimanalar; demir makineler olarak tanımlanırlar ama yumuşaktırlar ve örgü gibi yüzeyleri vardır; cıva ile şarj olurlar ve arkalarından kükreyen bir alev püskürür. Daha da ilginci ´Samaranganasutradhara´ adlı antik metinde Vimanalar´ın nasıl yapıldığı anlatılır ama uygulanması için yeterli çözümleme henüz yapılamamıştır; Cıva ile itici güç sağlanması olasıdır ve denenmektedir, günümüzde Sovyet döneminin bilim adamları tarafından Türkistan´da ve Gobi Çölü´nde kozmik yön-bulucu araçların keşfedildiği söylenmiştir. Küresel olan bu araçlar, cam ve porselenden yapılmıştır, konik uçlarının içinde bir damla cıvanın bulunduğu belirlenmiştir.” – D. Hatcher Childress, “Ancient Indian Aircraft Technology-Anti-Gravity Handbook”

mahabharata2.jpg?w=600

Ufoloji ve Vimanalar
“Hindistan´ın Vedik edebiyatında Vimana olarak tanımlanan uçan araçlarla ilgili tanımlamalar vardır. Bunlar ikiye ayrılırlar; 1)İnsan yapısı olan ve kuş benzeri kanatlarla uçan araçlar 2) Alışılmadık şekilleri olan ve insanlar tarafından yapılmamış olan araçlar. İlk gruba giren araçlar orta çağ tarzında, Sanskrit dünyanın mimarisine uygun otomatif askeri kuşatma araçları ve diğer mekanik aygıtlarla eş düzeydedirler. İkinci gruba giren araçlar ise, Rig Veda, Mahabharata, Ramayana ve Purana´larda tanımlanan UFO´ları anımsatan araçlardırlar. Vedik Evren Maya´nın ürünü veya bir hayaldir ya da evrensel bir sanal gerçeklik olarak düşünülebilir. Ana bilgisayarın görevi, “pradhana” adlı geleneksel enerjiyi sağlamaktır. Bu enerji Maha-Vişnu olarak bilinen ve sürekli genişleyip yayılan İlahi Güç tarafından harekete geçirilir yani Maha-Vişnu bir evrensel programcıdır. Aktif pradhana, enerjinin özel bir formu olarak oluşur ve kaba maddeye dönüştürülür. Şiva´nın eşi Uma (aynı zamanda Maya Devi olarak da bilinir), sanal enerjinin tanrıçası veya “yükleyici”sidir. Uma, Ana Tanrıça olarak da bilinir, kocası Şiva ise Hayallerin ve Teknoloji´nin Efendisi´dir, Şiva ile Mahabharata´da adı geçen Salva arasında doğal bir ilişki vardır, bu ilişkinin kökeninde Salva´nın bir Vimana´ya sahip olma gayreti ve Maya Danava´ya sahip olma arzusu vardır. O zaman, Hayallerin Efendisi olacak ve enerjiyi o üretecektir.” – Richard L. Thompson, “Alien Identities”

mahabharata-kurukshetra.jpg?w=600

 “Vimanalar´ın yapısı akla UFO´ların sürekli değişen günlük doğasını getirmektedir, yetenekleri geleneksel fizik yasalarının ötesindedir. Carl Jung´un yorumunda UFO´ların niteliği bir rüya alanındadır; bir yerde, parlak ışıkları gözlemlemenin tam ortasında ve zaman kavramı yitirildiğinde objektif ve sübjektif bilinç arasında suçluluk başlar ve bozulma görülür. Araştırmalarım UFO ilişkileriyle, dinler, metafizik mistizm, folklör, şamanik trans, migren ve hatta yaratıcı imajinasyonlar arasında yakın bir ilişkinin ve benzerliğin bulunduğunu gösteriyor. Benzerliğin içinde, sabit imajlar, olayların ardıllığındaki tutarlılık ve genelde görülen alışılmadık “zirve deneyimi” niteliği bulunur. Kaçırılma raporlarında da, bu fenomenin paralelinde yer alan olaylara raslanır. Örneğin, nahoş ama inanılmaz “bedensel parçalanma” olayında olduğu gibi; bazen raporlarda kaçırılanların anlattıkları, şamanların “ölüm-yeniden doğum” trans deneylerine çok benzemektedir.” – Alvin H. Lawson
* “Birkaç on yıl evvel batılılar tarafından Güney Hindistan´daki bir tapınakta bulunan antik Sanskrit metinlere göre, Vimanalar uçan tüm araçların en üst noktasıydılar.


pushpak-vimana1.jpg?w=200

İtalyan bilimci Dr. Roberto Pinotti 12 Ekim 1988´de Bangalore´da yapılan Dünya Uzay Konferansı´nda yaptığı konuşmada, Hindu antik metinlerinde tanrılarla, kahramanlar arasında yapılan bir savaşın anlatıldığını belirtti. Pinotti, metinlere bir destan olarak bakılmamasını istiyor ve göklerde pilotların kullandığı silahlı uçan araçlarla yapılmış bir savaşın açıkça anlatıldığına dikkat çekiyordu. Kullanılan silahlar, savunma ve saldırı amaçlıydılar; yedi ayrı tipte mercek ve aynı sistemlerini içermekteydiler. Örneğin pilotları ´kötü ışınlar´dan koruyan ´Pinjula Mirror´ bir ´Görsel Ayna´ idi; ´Marika´ adlı silahla düşman araçları vuruluyordu. Sonuçta Dr. Pinotti bu antik silahların bugün kullandığımız laser teknolojisinden çok farklı olmadıklarını iddia ediyor ve; “Araçlarda ´Somaka, Soundalike and Mourthwika´ adları verilen özel ısı emici metaller kullanılmış olmalı.” diyordu. Pinotti´ye göre, tanımlanan itici güç prensibi, elektriksel ve kimyasal olmalıydı ama güneş enerjisinin kullanımı da çok ileri düzeydeydi. Diğer bilimciler Pinotti´nin kuramını daha ileriye götürerek, araçların bir tür ´cıva iyonlu itici güç sistemi´ ile çalıştığını varsaydılar. Pinotti, Vimanalar´ın binlerce yıl önce varolduklarını belirtirken, modern UFO´larla olan benzerliğe de dikkat çekiyordu ama Hindistan´da unutulmuş bir uygarlık vardı.

abhimanyu2.jpg?w=600

Bu araştırmanın ve tartışmaların ışığında Hindu kökenli Sankritçe metinler daha iyi gözden geçirilmeli ve tanımlanan Vimana modelleri daha bilimsel bir incelemeye tabi tutulmalıdırlar.” – Nick Humphries, “UFO Guide”
* “Hindistan, Mysore´da bulunan Uluslararası Sanskrit Araştırma Akademisi´nin direktörü olan G.R. Josyer, 25 Eylül 1952´de yaptığı bir açıklamada, 7.000 yıllık yazmalarda çeşitli tiplerde uçan araçların yapımlarının anlatıldığını söylemişti. Bu özel yazma üç tip Vimana vardı; ´Rukma, Sundara ve Shakuna´; yaklaşık 500 stanzada (dörtlük), karışık detaylar veriliyor, metallerin seçimi ve hazırlanması anlatılıyordu. Ayrıca yazmada, çeşitli Vimana türlerinin parçaları tanımlanıyordu. Yazma 8 bölümdü ve bir hava aracının yapım planlarının yanısıra su altında da gidebilen veya bir duba gibi su yüzeyinde durabilen Vimana planlarını da içeriyordu, bazı stanzalarda ise pilotların nitelikleri ve eğitimleri anlatılıyordu.” – Brad Steiger, “Worlds Before Our Own”


mahabharata-war-1.jpg?w=600

Mahabharata ve Vimanalar
* “Puspaku adlı araç güneşe benziyordu ve kardeşime aitti, onu güçlü Ravan´dan almıştı, uçuyordu ve mükemmeldi, istenilen her yere gidiyordu, Lanka kentinin göklerinde uçarken parlak bir buluta benziyordu.” – Ramayana Destanı


* “Salva´nın uçan aracı çok gizemliydi, gökte bazen görünüyor, bazen de kayboluyordu. Yani görünmeme yeteneği vardı; Yadu Hanedanı´nın savaşçıları bu garip aracı bir türlü tam olarak algılayamadılar; bazen yerde, bazen gökte beliriyor sonra birden bir tepeye veya bir ırmağın kıyısına konmuş olarak ortaya çıkıyordu. Bu uçan harikulade araç, gökte bir ateş fırıldağı gibi dönüyor ve bir an bile yerinde durmuyordu.” – Bhaktivedanta, Swami Prabhupada, Krsna


* “Kralım; uçan araç mükemmeldi, şeytan Maya tarafından yapılmış ve bir savaş için gereken tüm silahlarla donatılmıştı. Hayal edilemesi ve anlatılması imkansız bir araçtı; görünmezlik özelliğine sahipti. Oturulan yerde koruyucu bir şemsiye ve serinletici güç vardı. Mihrace Bai´nin çevresinde kaptanları ve kumandanları bulunuyordu; geceleyin gökte yükselen bir ay gibi görünüyor, her yönü aydınlatıyordu.” – Swami Prabhupada Bhaktivedanta, Srimad Bhagavatam


* “Pushpaka bir gök arabasıydı, insanları Ayodhya kentine taşıyordu. Gök bu harika uçan araçlarla doluydu, gece karanlığında yaydıkları sarımtırak göz kamaştırıcı ışık göğü aydınlatıyordu.” – Mahavira of Bhavabhuti (8. Yüzyıl´dan kalma bir Jain yazması)


* “Vata´nın arabası ne görkemli; gök gürültüsü gibi ses çıkarıyor, göklere dokunuyor; parlak bir ışığı var; kırmızı göz kamaştırıcı ve alev gibi; bir girdap gibi dönerken, dünyanın tozunu kaldırıyor.” – Rig-Veda (Vata bir Aryan rüzgar tanrısıdır.)


* “Bir zamanlar Kral Citaketu, kendisine Tanrı Vişnu tarafından verilen parlak ve ihtişamlı bir uçan araçla dış uzaya yolculuk yapar ve Tanrı Şiva´yı görür… Oklar “ışınlar” Şiva tarafından yollanır. Işınlar güneş benzeri bir küreden fışkırır ve içinde yaşanan üç gök aracını kaplar ve o araçlar bir daha görülmezler.” – Srimad Bhagasvatam, VI. Canto, Bölüm 3


İndus Uygarlığı
İndus uygarlığı dünyanın en eski ve en büyük uygarlığı kabul edilmektedir; Güney Asya´nın en uzun nehri olan İndus Irmağı çevresinde MÖ 3000-2500 arasında varolduğu belirlenmiştir ama bu tarih sadece uygarlığın varolduğu bir dönemin göstergesidir, İndus uygarlığının başlangıc dönemi bilinmemektedir. Yaklaşık 100 kent, kasaba ve köy kalıntısı bulunmuştur, kentlerin planlaması olağanüstüdür, hatta günümüz kent planlamacılığından daha düzgün olduğu söylenebilir. Ana binalar kentin ortasında bulunmakta, kanalizasyon sistemleri, büyük hamamlar ve su depoları en küçük köyde dahi görülmektedir.

indus_script.jpg?w=494

Kent merkezlerinden eş sayıda düzenli bir dağılımla yayılan evler ve cadde kenarlarındaki dükkanlar, blok taşlarla döşeli çok düzgün caddelerle eşit olarak bölünmüştür. Tüm İndus kentlerindeki evlerin yapımında kullanılan tuğlaların eşit olarak üretilmiş olması bir diğer inanılması güç inşaat kültürünün göstergesidir. Harappa ve Mohenjo-Daro uygarlığın bilinen ana kentleridirler; Mohenjo-daro ırmağın batı kıyısında, Harappa ise Mohenjo-Daro´nun 640 km. kuzeydoğusundadır. Daha doğuda ise bir diğer önemli kent olan Kalibangan vardır. Ve tüm bölgede yüzün üstünde, ticaret merkezi, küçük limanlar ve balıkçı köyleri yer alır. Tüm yerleşim merkezlerinde aynı standart planın uygulanmış olduğunu görmek bir diğer şaşırtıcı olaydır; araştırmalar sonucunda İndus insanlarının pirinç, buğday ve yulaf ektikleri ve kümes hayvanları, buffalo, domuz, at, deve, fil kambur öküz ve köpek yetiştirdikleri belirlenmiştir. Bulunan resimli plakalarda, ayrıca gergedan, boğa, fil ve bilinmeyen üç başlı bir hayvan figürleri dikkat çeker, bu buluntuların üzerlerinde görülen diğer simgelerin anlamları şu ana kadar çözülememiştir. Ana tanrı büyük olasılıkla tüm vahşi hayvanların tanrısı olan Şiva (Pasupati)´dir. Araştırmalar, İndus inançlarının erken-Hinduizm şeklinde olduğunu göstermektedir.
Bu büyük uygarlığın MÖ 2. Yüzyıl´da çöktüğü sanılmaktadır ama nedenler belirsizdir; büyük savaşların olduğunu, doğal afetlerin yaşandığını gösteren bazı ipuçları bulunmuşsa da yeterli değildir ama en ilginci bölgede ve hatta Kuzey Hindistan´ın İndus dışındaki bazı başka yerlerinde kent kalıntılarının çok yüksek bir ısı altında erimiş gibi göründüğüdür. Fotoğraflarda gördüğünüz insan iskeletlerinin durumu (biri kadın, diğeri erkek), ölümün çok ani geldiğini kanıtlamaktadır; kadın elindeki eşyayı dahi hala tutmaktadır. Acaba binlerce yıl evvel ne olmuştu? Bu cevap şu anda yok, belki gelecekte öğreneceğiz…

mahabharata_qi64_l.jpg?w=557

Bu konuyu yazdır

  Telekinezinin Zararları
Yazar: Spiritüeller - 28-05-2016, Saat: 20:04 - Forum: TELEKİNEZİ - Yorum Yok

1. Baş ağrısına neden olabilir.

2. Bulunduğunuz odada ampuller, voltaj düşmesinde olduğu gibi kırpa bilirler. Yeteğiniz hasebiyle bu olay, farklı yerlerde de vukuu bulabilir.

3. Durugörü yeteneğine davetiye çıkartabilir. Bu da kimi olayları önceden algılamanıza neden olur. Dolayısyla iyi kötü olayları önceden bilmek bazıları için sorun olabilir ( Buradaki gelecek görmek çok yakın bir zaman içindir ) Dolasıyla iyi kötü olayları önceden bilmek bazıları için sorun olabilir.

4. Saydıklarımızın dışında başka teknik ve sağlık problemleri gerçekleşiyor olabilir.

Bu konuyu yazdır

  Telepati Yeteneğine Sahip Misiniz?
Yazar: Spiritüeller - 28-05-2016, Saat: 19:43 - Forum: TELEPATİ - Yorum Yok

Mırıldandığınız şarkı radyoda çalınmaya başlarsa, aklınıza gelen kişiyle yolda karşılaşırsanız ya da canınızın çektiği meyveyi arkadaşınız getiriyorsa siz bir telepatsınız demektir.


- Telepati, kişiler arasında bir fikir ya da duygunun hiçbir araç kullanılmadan iletilmesi, biçiminde tanımlanabilir. Pratik hayatın içinde farkında olmadan telepati yeteneğimizi sık sık kullanırız. Bazen şaşırtıcı tesadüfler şeklinde dikkatimizi çeker, Fakat, yine de bunun üstünde fazla durmadan gülüp geçeriz.

Örneğin çalmakta olan telefonun kimden geldiğini tahmin etmek, mırıldanmakta olduğumuz şarkının radyoda çalınmaya başlaması, aklınıza gelen kişiyle yolda giderken karşılaşmak, canınızın çektiği meyveyi ya da herhangi bir şeyi arkadaşınızın getirmesi gibi daha pek çok örnek sayılabilir. Ve bütün bunların tesadüf olduğunu düşünüp önemsemeyiz. Aslında bütün bu tuhaf tesadüfleri telepati olarak tanımlayabilir ve dikkat ettikçe bu yeteneğimizin gelişmesini sağlayabiliriz. Hepimizde az ya da çok derece derece ortaya çıkan telepatinin düzenli bir çalışma sonucu gelişmesi mümkün.

Telepati üzerine çeşitli gruplar oluşturulup yapılan çalışmalar hâlâ sürdürülüyor. Bu çalışmaların arasında 1930'da yayınlanan “Zihni Radyo” adlı kitabın ortaya çıkmasını sağlayan deneyler son derece ilgi çekici. Upton Sinclair, eşi Mary Craig ve grubun diğer üyeleriyle birlikte yaptıkları çalışmalar 150yi aşan telepatik resim çizme deneylerini kapsıyor. Daha sonra Sinclair bütün bunları “Zihni Radyo” adlı kitapta toparlamış. Ve konu hakkında Albert Einstein, grubun yaptığı çalışmaları zaman zaman izlemiş ve kitabın önsözüne şöyle demiş;

“Bu kitapta dikkatli ve sade bir biçimde ortaya konulan telepatik deney sonuçları, bir doğa araştırmacısının düşünülebilir olarak kabul ettiği sonuçların çok ötesindedir. Öte yandan upton Sinclair gibi öylesine dürüst bir gözlemci ve yazarın okurlar dünyasını bilinçli bir şekilde kandırmakta olduğunu düşünemeyiz bile, kendisinin doğruluğu ve güvenilirliği kuşku götürmez.”

Evet, anlatılanlar öğrendiğimiz gerçeklerden öylesine farklıdır ki, Einstein güvenilirli üzerine konuşmak ihtiyacı duymuş.

Fakat, bir de literatüre geçmiş olan ünlü telapatlar var. Ve onların yüzlerce insanın gözü önünde gerçekleştirdiği telepati gösterileri… Bunların arasında biri var ki, telepatiyi ispatlamak için yaşamış gibidir.

Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük telepati olarak kabul edilen Wolf Messing (Hitler Almanya’sından telepati yeteneğini kullanarak Rusya’ya kaçmış ve kendini kabul ettirerek çeşitli gösteriler yapmıştır) düşünceleri okuma yeteneğinin herhangi bir doğaüstü ya da gizemli yanı olmadığını söylüyor ve telepatiyi nasıl gerçekleştirdiğini şu sözlerle ifade ediyor; “Kendimi önce belirli bir gevşeklik haline sokuyorum. Bu hal içerisindeyken, duygu ve güç topladığımı hissediyorum. Bundan sonra telepatiyi gerçekleştirmek artık kolay oluyor. Hemen hemen her düşünceyi ele geçirebilirim. ‘Verici’ye dokunduğum zaman gönderilmekte olan düşünceyi genel parazitten ayırt etmem kolaylaşıyor. Fakat, temas benim için bir ihtiyaç oluşturmaz.”

duyu-disi-algilar-6.his-ve-telepati.jpg


Messing telepatik iletişim kuracağı zaman neler hissettiğini çok açık anlatıyor. Zihnimizi gevşettiğimiz ve düşünmekten vazgeçtiğimiz sırada pasif duruma geçiyor ve dışarıdaki düşünce dalgalarını yakalayabiliyoruz. Fakat, bunların kendimize ait olup olmadığını pek tabii anlayamıyoruz. Fakat, Messing gibi ayırt edebilecek derecede telepati yeteneğimizi geliştirmiş olmamız gerekiyor.

Ve tabii ki, bütün yetenekler gibi telepati de çalışmalar sonucu geliştirilebilir. İşte size çok eğlenceli ve geliştirici bir telepati oyunu;
Suçlu kim?

Grup halinde oynanacak bu oyun hem eğlenceli hem de telepati yeteneğini geliştirici.

Hemen her yaş grubundan herkes sınırsız sayıda katılabilir. Katılım oranı ne kadar yüksek olursa, o derece eğlenceli ve geliştirici olacaktır.

Oyuna katılan kişilerin sayısı kadar kağıt hazırlanır. Bu kağıtların rengi ve ebadı aynı olmalıdır. Ayrıca not almak için önünüzde başka kağıtlar bulundurmalısınız.

Sonra bu kağıtlardan birinin üzerine “Tanık” bir başka kağıdın üzerine de “Suçlu2 yazılır.

Kağıtların hepsi dikkatle katlanır ve bir çanağın ya da torbanın içine konulup karıştırılır.

Oyuncular teker teker torbanın içinden birer kağıt çekerler ve diğer oyunculara göstermeden bakıp üzerine kendi adlarını yazarlar.

Tanık kağıdını çekmiş olan kişi bunu diğer arkadaşlarına gösterir. Geriye suçlu kağıdı kalmıştır. Suçlu kağıdını çeken de kimseye bir şey belli etmez ve o da kağıdın üzerine adını yazar. Sonra herkes elindeki kağıdı katlar ve tanığa verir. Tanık kağıtlara tek tek bakar ve suçlunun adını okuduktan sonra kağıtların hepsini tekrar torbaya atar.

Sonra sırtını iskemleye yaslayıp gözlerini kapatır ve gevşemeye çalışır. Daha sonra suçlunun adını zihninin içinde ritmik biçimde tekrarlamaya başlar.

Aynı zamanda suçlunun adını harf harf zihninin içinde ışıklı olarak yazmaya çalışır. (Kişinin imajinasyon yeteneği zayıfsa, yani zihninde resim olarak göremiyorsa, o zaman ritmik olarak adı tekrarlaması yeterlidir. Tabii bu arada başka hiçbir şey düşünmemesi gerekir.)

Oyuna katılmış olan diğer oyuncular da aynı şekilde gevşemeye çalışırlar.

Hem bedenlerini, hem de zihinlerini gevşetirler ve zihinlerinde belirecek olan adı beklemeye başlarlar. Sonra herkes önündeki boş kağıda belirlediği adı yazar.

Tanık herkese tek tek suçlunun adını sorar. Doğru cevabı verenlere bir puan verilir.

Daha sonra oyun tanık kağıdı konulmadan yeni kağıtlarla devam edilir.

Boş kağıtların arasında sadece “suçlu2 kağıdı vardır. Tanık olma sırası önceki tanığın yanındaki kişiye geçer. Ve böylece herkes bir kez tanık olmak suretiyle oyuna devam edilir. Herkes tanık olduktan sonra puanlar sayılır ve en yüksek puanı alan kazanır.

Bu oyunu oynamaya ilk başladığınız günlerde puanlar düşük olacaktır. Fakat, aynı kişilerle oynamaya devam edecek olursanız zaman içinde telepati yeteneğinizin büyük bir hızla geliştiğini anlayacak ve çok şaşıracaksınız.

Bu konuyu yazdır