1990 yılı ortalarında, Avustralya'daki Yunuslar ve Balinalar Konferansı'nda konuşma yapmak üzere davet edildim. Bin milden daha uzun olan Great Barrier Reefi gördüğüm zaman bu arazinin inanılmaz güzelliğine dalarak Queensland'e vardım. Yaşamak için ne kadar güzel bir yer! Dünyanın her tarafından binlerce insan yunus ve balinaları tartışmak üzere orada olmakla beraber çevre konuları gibi ilgili diğer konular da tartışılacaktı. (Yunus ve balinalar ve diğer yaşam formları, biz insanlar yaşam şeklimizi değiştirmediğimiz takdirde hayatta kalamayacaklardı.) O dönemlerde R-2 ile deneyler yapıyordum ve Dünya Ana ile bağlantıda olan tek bir insanın bile kendi ışık bedenini ya da Mer-Ka-Ba'sını kullanarak çevreyi değiştirebileceğini keşfetmiştik. Bu kavram beni çok heyecanlandırıyordu. Sıram geldiğinde, dinleyicilerimin kim olduklarını bildiğim için son derece kişisel bir bakış açısından konuştum.
Bizlerin düşünce ve duygularının etrafımızdaki dünyayı yaratabildiğim ve kalpte Dünya Ana'yla bağlantıda kalarak her şeyin mümkün olduğunu, hatta sadece insan ışık bedeniyle çevrenin bile temizlenebildiğim vurguladım. Konuşmamın sonunda kürsüden indim, salonun arkasına yürüdüm ve sonraki konuşmacıyı dinlemek üzere beklemeye başladım. Bu sırada, beş ya da altı yaşlı Aborjin bana yaklaştı ve onlara katılmam için işaret ettiler, fazla düşünmeden onlarla gittim. Bu yaşlı adamlar beni ortalarına aldılar ve bana kendi bildiklerini anlatan ilk kişi olduğumu söylediler. Bana, Dünya Ana'nın nasıl hiç mücadele etmeden her şeyi onlara sağladığını, dünyanın sadece ışık olduğunu ve insan bilincinin genellikle beyazların anladığından daha fazlası olduğunu söylediler. (Bizleri kendi bilinçlerinin mutasyonu, dış dünyayı öğrenmeye çalışan bebekler olarak kabul ediyorlar.) Yaşlı adam bana, benim Avustralya'da olduğum sürece, eğer onların yardımını kabul edersem destek vereceklerini söyledi.
"Destek"le ne demek istediklerini tam anlamadım, ancak tabii ki kabul ettim, her şeyden önce onlar gerçekten bizim büyüklerimizler. Bundan sonra, Avustralya'nın Melbourne, Brisbane, Sid-ney gibi diğer şehirlerinde de konuşmaya karar verdim. Konuşmama başladığım her seferinde, dinleyicilerime bakıyor ve bu yaşlı adamları daire halinde salonun arkasında oturmuş yavaşça şarkı söylerken buluyordum. Bazen binden fazla dinleyicim oluyordu, ancak bu yaşlı adamlardan gelen enerji öylesine güçlüydü ki salonun içinde adeta kalp atışlarını hissediyordum. Beni nasıl bulduklarını ya da arabaları olmadığından bu uzak mesafeleri nasıl kat ettiklerini bilmiyorum, ancak her zaman oradaydılar. Yunus ve Balina Konferansı'nda onlardan ayrılmadan önce bana bir şey daha söylediler: "Yaratırken karanlığı ve kalbini hatırla". Bu sözler bana o zamanlar hiçbir şey ifade etmemişti.