09-08-2017, Saat: 19:28
(Son Düzenleme: 09-04-2020, Saat: 22:18, Düzenleyen: Neval Ercan.)
Telefon çaldı ve telefondaki ses sana şöyle söyledi:
– Çocuğun elimizde. Onu yeniden görmek istiyorsan şu, şu taleplerimizi yerine getireceksin.
Telefonu kapattığında ne yaparsın? Bundan kolay ne var, polise haber verirsin.
Peki ya, çocuğun elimizde onu yeniden görmek istiyorsan taleplerimizi yerine getireceksin diyen kişi çocuğu doğuran kişiyse ne yaparsın? İşte o zaman işler hiç de kolay değil. Hele hele talepleri, ölsem yine de kabul etmem diyeceğin şeyler se. Bir planının olması gerekli.
Annelik, babalık ne halt işlersen işle, sende kalacak ünvanlar değildir.
Anneliği, babalığı bir mertebe olarak hak etmeli insan.
Biyolojik doğuma katkı vermek meselenin sadece küçük bir kısmı.
Herşey asıl ondan sonra başlıyor.
Evladından 3 aydır ayrı tutulan bir baba olarak giriyorum bu Babalar Günü’ne. Onu şöyle özledim böyle özledim diyecek değilim çünkü kendi üzüntüne odaklanmak da bir bencillik türü.
Bahsi geçen bu çile, asıl evladın çilesi. Bizler ne acılar çekeriz, hepsi gelir geçer. Tshirt’lerini koklayarak özlemimi gidermeye devam ederim. Sorun, evladın mutsuz olduğunu ve güvende olmadığını bilmenle ortaya çıkıyor. Çünkü onlar gelişim halinde. Yanlış koşullarda, yanlış gelişim gösterirler ve bu, sonradan telafisi imkansız durumlar yaratır.
Babanı arayacak olursan iPad’ini kırarız demişler. Bu yüzden açamıyorum baba sen beni aradığında dedi. Eski Türk filmlerinde üvey anne figürleri vardı. O geliyor insanın aklına. ‘Ben seni tatillere götüreyim, sen git babanı sev. Babam da babam de. Nankör!’ Bu da Türk filmlerinde zengin annenin elinde sigarayla çocuğuna bağırma sahnesi değil. Kulaklarla duyulmuş, yaşanmış bir sahne. Çocuğu ayaklarından tutup bağırta bağırta çeken o kişinin, daha sonrasında defalarca ‘Beni neden sevmiyorsun?’ diye sorduğunu kulaklarımla duydum. Gerçekten anlamıyordu.
Toplumumuzda oyuncak alarak, gezdirerek çocuklarının sevgisini kazanacağını zanneden insanlar var. Çocuk psikolojisi kitaplarına da gerek yok. O kadar Türk filminde işlendi bu konu, gene mi ders almadınız? Çocuklar kendisini kimin saf ve beklentisizce sevdiğini, kimin sevmediğini anlayabiliyorlar. Kendi evladımdan örnek vereyim. Doğduğunda hepimizi tanıyordu. İçerideyken, kimin kendisinden ne beklentisinin olduğunun fotoğrafını çekmiş olarak dünyaya gelmişti. Herkese ona göre ayrı davranışlar sergiliyordu ağzında emziğiyle.
Çocuğuna yaptığın şartlı iyilik her ne ise onu rüşvet olarak verdiğini biliyor içinde. Verdiğin çikolatayı yemesi seni yanıltmasın. Kalbine giden yol mideden geçer reklamlarına aldanma. Kalp hastalıklarına giden yol mideden geçiyor olabilir. Ama sevginin yolu hiçbir menfaatten geçmiyor.
Oğlum diyorum. Seni şuraya götüreyim. Hadi buraya gidelim. Hafta sonumuzu gezerek geçirelim. Hayır baba lütfen eve gidelim. Evde BERABER oyun oynayalım… Evler, arabalar, bahçeler, havuzlar… Biliyorum ki, biz onunla bir çadırda bile yaşasak bu onu dünyanın en mutlu çocuğu yapmaya yeter. Koşullarımız ne olursa olsun, bunun ona olan sevgimi değiştirmeyeceğini biliyor. Bitti.
Bebeklerin,
annelerinin karnındayken şuursuz canlılar olduğunun zannedilmesi,
Tanrı’nın küçükleri büyüklerden korumak için aldığı bir tedbir aslında.
Bak diyolar ona.
Burada sessizce dur ve izle.
Gideceğin ortam burası.
Dünyanı öğren.
Velilerini tanı.
Ve kendini ona göre savun.
En son okul müdürünün odasında gizlice görüştük çocuğumla. Ona sarıldım ve onu bulacağımı söyledim. Bu görüşmenin ertesi günü babasından 500 km uzakta bir yere götürüldü, orada yaşamak üzere.
Kitap çıktıktan sonra sadece kendi çocuğum için değil, bu durumdaki tüm çocukların kölelik çilesini giderecek bir hareket başlatacağım. İstismar dışardan gelirse çözüm kolay ya içerden gelirse?
Çocuk 2 yaşında, Babaaaa diye boynuma var gücüyle sarılmış bir halde çığlık çığlığa ağlıyor. Baba bırakma beni! Diğer tarafta da bir kadın, ayaklarından yakalamış çocuğu, var gücüyle kendine doğru çekmekte. Gel çok eğleneceğiz, tatile gidiyoruz diyor gülen bir yüzle. Komşular bir çocuğun ağlama sesine balkona fırlamışlar. Sokak bir çocuğun hıçkırıklarıyla inliyor. Gören herkes ağlıyor. Bir kişi hariç. Ana yüreği.
O gözler bunları ve daha neleri gördü, yaşadı.
Toplumumuzda kendilerine emanet ettiğimiz çocukların Velayet belgelerini, Kölelik belgesi olarak gören ve bunu çıkar kapısı yapmak isteyen insanlar var. Çocuğuna olan sevgini, bir zaaf olarak algılayan, çocuğunu rehine olarak kullanarak sana istediğini yaptıracağını zanneden insanlar var. Kabul etmeyeceğini bildiği halde buna devam ediyorsa, geriye tek bir ihtimal kalıyor. Kendi çocuğundan intikam alıyor.
Bizler anne-babayız.
Bizler çocuklarımıza vericileriz.
Birbirimize bu sözü verdiğimiz için ana baba olduk.
Onlar da kendi çocuklarına verecekler.
Bu zincir böyle ilerleyecek.
Biz almak üzere çocuk büyütemeyiz.
Kendimizi mutlu etmek için çocuk sahibi olamayız.
Biz mutlu edebilmek için çocuk getiririz dünyaya.
Ancak bunu başarırsak o zaman mutlu olabiliriz.
Onu mutlu edebilirsek.
Anne baba olmak elbette çocuğuna paspas olmak da değil. Senin kendi mutluluğun da önemli. Çocuğundan sonraki sırada da o olmalı. Ve fakat kendini mutlu etmen kendi sorumluluğun, çocuğun değil. Kendi kişisel hayatını yoluna koyman la ilgili.
Toplumumuzda, kendi çocuklarını kıskanan insanlar var.
Onun gördüğü sevgi, kendi sevgisizliği ile çarpıştığında ortaya çıkan bir dram bu. İnanması gerçekten güç ancak bu insanlar varlar. O filtreli fotoğraflardan ayırt etmek zor. O insanın hikayesini bilmen lazım. O fotoğrafı paylaşma ihtiyacını doğuran hikayeyi bilmen lazım.
Genç Anneler ve Babalar.
İçinde olduğumuz çağ, hiçbir çağda olmadığı kadar boşluk hissiyle dolu. Ve sakın ama sakın, içinizdeki boşlukları doldurmak için çocuk getirmeyin dünyaya. Bencillik çünkü bu. İçimizdeki bencil çocuğu bir kere o boşluğa yerleştirdi mi, oradan onu bir türlü çıkartmak istemiyor.
Çocuklar mutluluk aksesuarı değildir.
Çocuk bir misyondur.
Karşılığında sadece sevgi bekleyebilirsin.
Ki ergenleştiğinde o sevgiyi geri alabildiğini dahi göremeyebilirsin.
Yine de görevini sevgiyle yapmaya devam edersin.
Mutsuz ve amaçsız dünyana, bir mesih olması için çocuk doğur-t-amazsın.
Hiçbir çocuğun babasını/annesini mutlu etmek,
onları yükseltmek,
onları bir yerlere getirmek,
onlara sevgi pili olmak,
onların gururunu okşamak gibi bir misyonu olamaz.
Bunun adı Genetik Kölelik’tir.
Facebook ta anne oldum, baba oldum diye sevinç içinde paylaşım yapan güler yüzlü birilerini gördüğümde hoşuma gidiyor.
Hele bir de çocuğun fotoğrafı da görünüyorsa daha da hoşuma gidiyor.
Pozitif bir enerji.
Fakat içimden de hep şunu diyorum.
Hayır.
Sen anne/baba adayı oldun.
Anne/baba olup olamadığını bize çocuğun söyleyecek.
Doğurgan / Doğurtkan olma aşamasını geçtin sadece.
Ama tabi ki sevinmekte haklısın.
Dünyanın en güzel çilesine hoşgeldin.
Yazmayı istediğim o kadar çok şey var ki.
Bu Babalar Günü ve bu yazı, bir milat olsun çocuklarımızı özgür çocuklar olarak yetiştirebilmemiz için. Son gördüğümde evladıma söylediklerimi paylaşarak yazıyı bitirmek durumundayım şu an:
“Oğlum,
Havada karanlık bulutlar var.
Bu karanlık bulutlar, insanların içine giriyor
ve onları yanlış yolda yürüyen insanlara dönüştürüyor.
Özünde herkesin içinde iyi bir insan olsa da,
Bu kötü bulutlar o insanlara birbiri ardınca yanlışlar yaptırıyor,
onlara doğruyu değil yalanı konuşturuyor,
sinirli, sevgisiz insanlar haline getiriyor.
Peki bu bulut, en yakınındaki insanların içine girdiğinde
biz ne yaparız?
– Ne yaparız baba?
Biz itiraz ederiz oğlum.
Biz, seninle yanlış olan herşeye itiraz ederiz.
Kabullenmeyiz.
Dışavururuz.
Mutluluğumuzu da mutsuzluğumuzu da belli ederiz.
Sen bir çocuksun.
Sen bir köle değilsin.
İstemediğin bir yemeği yemen gerekebilir.
Ama istemediğin bir hayatı sana kimse yaşatamaz.
Ben yaparsam bana da itiraz etmelisin.
Bu karanlık bulutla karşılaştığında içindeki sevginin gücüne güven.
Konuş.
Anlat.
Başını eğmeden, yüzünü asmadan.
Bıkmadan, yorulmadan, beni dinlemiyor demeden anlat.
Bil ki en son anlattığında anlayacak.
Sen benim canımın merkezisin.
Sen bunları yaptığın sırada
senin özgür bir çocuk olman için ben üstüme düşenleri yapıyor olacağım.
Bunu birlikte başaracağız.
Sen hiç merak etme.
Seni uzaya bile götürseler ben seni bulurum.
Canım oğlum.”
B. özdemir
Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz,düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz,ruhlarını değil.
Çünkü ruhları yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez,dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız,çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu,sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu,uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever
Halil Cibran
Your Page Title
#satışortaklığı
– Çocuğun elimizde. Onu yeniden görmek istiyorsan şu, şu taleplerimizi yerine getireceksin.
Telefonu kapattığında ne yaparsın? Bundan kolay ne var, polise haber verirsin.
Peki ya, çocuğun elimizde onu yeniden görmek istiyorsan taleplerimizi yerine getireceksin diyen kişi çocuğu doğuran kişiyse ne yaparsın? İşte o zaman işler hiç de kolay değil. Hele hele talepleri, ölsem yine de kabul etmem diyeceğin şeyler se. Bir planının olması gerekli.
Annelik, babalık ne halt işlersen işle, sende kalacak ünvanlar değildir.
Anneliği, babalığı bir mertebe olarak hak etmeli insan.
Biyolojik doğuma katkı vermek meselenin sadece küçük bir kısmı.
Herşey asıl ondan sonra başlıyor.
Evladından 3 aydır ayrı tutulan bir baba olarak giriyorum bu Babalar Günü’ne. Onu şöyle özledim böyle özledim diyecek değilim çünkü kendi üzüntüne odaklanmak da bir bencillik türü.
Bahsi geçen bu çile, asıl evladın çilesi. Bizler ne acılar çekeriz, hepsi gelir geçer. Tshirt’lerini koklayarak özlemimi gidermeye devam ederim. Sorun, evladın mutsuz olduğunu ve güvende olmadığını bilmenle ortaya çıkıyor. Çünkü onlar gelişim halinde. Yanlış koşullarda, yanlış gelişim gösterirler ve bu, sonradan telafisi imkansız durumlar yaratır.
Babanı arayacak olursan iPad’ini kırarız demişler. Bu yüzden açamıyorum baba sen beni aradığında dedi. Eski Türk filmlerinde üvey anne figürleri vardı. O geliyor insanın aklına. ‘Ben seni tatillere götüreyim, sen git babanı sev. Babam da babam de. Nankör!’ Bu da Türk filmlerinde zengin annenin elinde sigarayla çocuğuna bağırma sahnesi değil. Kulaklarla duyulmuş, yaşanmış bir sahne. Çocuğu ayaklarından tutup bağırta bağırta çeken o kişinin, daha sonrasında defalarca ‘Beni neden sevmiyorsun?’ diye sorduğunu kulaklarımla duydum. Gerçekten anlamıyordu.
Toplumumuzda oyuncak alarak, gezdirerek çocuklarının sevgisini kazanacağını zanneden insanlar var. Çocuk psikolojisi kitaplarına da gerek yok. O kadar Türk filminde işlendi bu konu, gene mi ders almadınız? Çocuklar kendisini kimin saf ve beklentisizce sevdiğini, kimin sevmediğini anlayabiliyorlar. Kendi evladımdan örnek vereyim. Doğduğunda hepimizi tanıyordu. İçerideyken, kimin kendisinden ne beklentisinin olduğunun fotoğrafını çekmiş olarak dünyaya gelmişti. Herkese ona göre ayrı davranışlar sergiliyordu ağzında emziğiyle.
Çocuğuna yaptığın şartlı iyilik her ne ise onu rüşvet olarak verdiğini biliyor içinde. Verdiğin çikolatayı yemesi seni yanıltmasın. Kalbine giden yol mideden geçer reklamlarına aldanma. Kalp hastalıklarına giden yol mideden geçiyor olabilir. Ama sevginin yolu hiçbir menfaatten geçmiyor.
Oğlum diyorum. Seni şuraya götüreyim. Hadi buraya gidelim. Hafta sonumuzu gezerek geçirelim. Hayır baba lütfen eve gidelim. Evde BERABER oyun oynayalım… Evler, arabalar, bahçeler, havuzlar… Biliyorum ki, biz onunla bir çadırda bile yaşasak bu onu dünyanın en mutlu çocuğu yapmaya yeter. Koşullarımız ne olursa olsun, bunun ona olan sevgimi değiştirmeyeceğini biliyor. Bitti.
Bebeklerin,
annelerinin karnındayken şuursuz canlılar olduğunun zannedilmesi,
Tanrı’nın küçükleri büyüklerden korumak için aldığı bir tedbir aslında.
Bak diyolar ona.
Burada sessizce dur ve izle.
Gideceğin ortam burası.
Dünyanı öğren.
Velilerini tanı.
Ve kendini ona göre savun.
En son okul müdürünün odasında gizlice görüştük çocuğumla. Ona sarıldım ve onu bulacağımı söyledim. Bu görüşmenin ertesi günü babasından 500 km uzakta bir yere götürüldü, orada yaşamak üzere.
Kitap çıktıktan sonra sadece kendi çocuğum için değil, bu durumdaki tüm çocukların kölelik çilesini giderecek bir hareket başlatacağım. İstismar dışardan gelirse çözüm kolay ya içerden gelirse?
Çocuk 2 yaşında, Babaaaa diye boynuma var gücüyle sarılmış bir halde çığlık çığlığa ağlıyor. Baba bırakma beni! Diğer tarafta da bir kadın, ayaklarından yakalamış çocuğu, var gücüyle kendine doğru çekmekte. Gel çok eğleneceğiz, tatile gidiyoruz diyor gülen bir yüzle. Komşular bir çocuğun ağlama sesine balkona fırlamışlar. Sokak bir çocuğun hıçkırıklarıyla inliyor. Gören herkes ağlıyor. Bir kişi hariç. Ana yüreği.
O gözler bunları ve daha neleri gördü, yaşadı.
Toplumumuzda kendilerine emanet ettiğimiz çocukların Velayet belgelerini, Kölelik belgesi olarak gören ve bunu çıkar kapısı yapmak isteyen insanlar var. Çocuğuna olan sevgini, bir zaaf olarak algılayan, çocuğunu rehine olarak kullanarak sana istediğini yaptıracağını zanneden insanlar var. Kabul etmeyeceğini bildiği halde buna devam ediyorsa, geriye tek bir ihtimal kalıyor. Kendi çocuğundan intikam alıyor.
Bizler anne-babayız.
Bizler çocuklarımıza vericileriz.
Birbirimize bu sözü verdiğimiz için ana baba olduk.
Onlar da kendi çocuklarına verecekler.
Bu zincir böyle ilerleyecek.
Biz almak üzere çocuk büyütemeyiz.
Kendimizi mutlu etmek için çocuk sahibi olamayız.
Biz mutlu edebilmek için çocuk getiririz dünyaya.
Ancak bunu başarırsak o zaman mutlu olabiliriz.
Onu mutlu edebilirsek.
Anne baba olmak elbette çocuğuna paspas olmak da değil. Senin kendi mutluluğun da önemli. Çocuğundan sonraki sırada da o olmalı. Ve fakat kendini mutlu etmen kendi sorumluluğun, çocuğun değil. Kendi kişisel hayatını yoluna koyman la ilgili.
Toplumumuzda, kendi çocuklarını kıskanan insanlar var.
Onun gördüğü sevgi, kendi sevgisizliği ile çarpıştığında ortaya çıkan bir dram bu. İnanması gerçekten güç ancak bu insanlar varlar. O filtreli fotoğraflardan ayırt etmek zor. O insanın hikayesini bilmen lazım. O fotoğrafı paylaşma ihtiyacını doğuran hikayeyi bilmen lazım.
Genç Anneler ve Babalar.
İçinde olduğumuz çağ, hiçbir çağda olmadığı kadar boşluk hissiyle dolu. Ve sakın ama sakın, içinizdeki boşlukları doldurmak için çocuk getirmeyin dünyaya. Bencillik çünkü bu. İçimizdeki bencil çocuğu bir kere o boşluğa yerleştirdi mi, oradan onu bir türlü çıkartmak istemiyor.
Çocuklar mutluluk aksesuarı değildir.
Çocuk bir misyondur.
Karşılığında sadece sevgi bekleyebilirsin.
Ki ergenleştiğinde o sevgiyi geri alabildiğini dahi göremeyebilirsin.
Yine de görevini sevgiyle yapmaya devam edersin.
Mutsuz ve amaçsız dünyana, bir mesih olması için çocuk doğur-t-amazsın.
Hiçbir çocuğun babasını/annesini mutlu etmek,
onları yükseltmek,
onları bir yerlere getirmek,
onlara sevgi pili olmak,
onların gururunu okşamak gibi bir misyonu olamaz.
Bunun adı Genetik Kölelik’tir.
Facebook ta anne oldum, baba oldum diye sevinç içinde paylaşım yapan güler yüzlü birilerini gördüğümde hoşuma gidiyor.
Hele bir de çocuğun fotoğrafı da görünüyorsa daha da hoşuma gidiyor.
Pozitif bir enerji.
Fakat içimden de hep şunu diyorum.
Hayır.
Sen anne/baba adayı oldun.
Anne/baba olup olamadığını bize çocuğun söyleyecek.
Doğurgan / Doğurtkan olma aşamasını geçtin sadece.
Ama tabi ki sevinmekte haklısın.
Dünyanın en güzel çilesine hoşgeldin.
Yazmayı istediğim o kadar çok şey var ki.
Bu Babalar Günü ve bu yazı, bir milat olsun çocuklarımızı özgür çocuklar olarak yetiştirebilmemiz için. Son gördüğümde evladıma söylediklerimi paylaşarak yazıyı bitirmek durumundayım şu an:
“Oğlum,
Havada karanlık bulutlar var.
Bu karanlık bulutlar, insanların içine giriyor
ve onları yanlış yolda yürüyen insanlara dönüştürüyor.
Özünde herkesin içinde iyi bir insan olsa da,
Bu kötü bulutlar o insanlara birbiri ardınca yanlışlar yaptırıyor,
onlara doğruyu değil yalanı konuşturuyor,
sinirli, sevgisiz insanlar haline getiriyor.
Peki bu bulut, en yakınındaki insanların içine girdiğinde
biz ne yaparız?
– Ne yaparız baba?
Biz itiraz ederiz oğlum.
Biz, seninle yanlış olan herşeye itiraz ederiz.
Kabullenmeyiz.
Dışavururuz.
Mutluluğumuzu da mutsuzluğumuzu da belli ederiz.
Sen bir çocuksun.
Sen bir köle değilsin.
İstemediğin bir yemeği yemen gerekebilir.
Ama istemediğin bir hayatı sana kimse yaşatamaz.
Ben yaparsam bana da itiraz etmelisin.
Bu karanlık bulutla karşılaştığında içindeki sevginin gücüne güven.
Konuş.
Anlat.
Başını eğmeden, yüzünü asmadan.
Bıkmadan, yorulmadan, beni dinlemiyor demeden anlat.
Bil ki en son anlattığında anlayacak.
Sen benim canımın merkezisin.
Sen bunları yaptığın sırada
senin özgür bir çocuk olman için ben üstüme düşenleri yapıyor olacağım.
Bunu birlikte başaracağız.
Sen hiç merak etme.
Seni uzaya bile götürseler ben seni bulurum.
Canım oğlum.”
B. özdemir
Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz,düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz,ruhlarını değil.
Çünkü ruhları yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez,dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız,çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu,sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu,uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever
Halil Cibran