Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,074
» Son Üye: desdinova
» Toplam Konular: 2,836
» Toplam Yorumlar: 3,067

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 1210 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 1210 Ziyaretçi

Son Aktiviteler
Nereden Başlamalıyım?
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: desdinova
07-04-2025, Saat: 11:03
» Yorumlar: 0
» Okunma: 164
Ayahuasca çayi hakkinda b...
Forum: ŞAMANİZM
Son Yorum: Gümüşkurt
29-12-2024, Saat: 23:19
» Yorumlar: 0
» Okunma: 330
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 758
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 675
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,510
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,864
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 26,050
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,301
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,535
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,832

 
  Bu belirtiler varsa almanız gereken önlemler
Yazar: Archilles - 11-04-2018, Saat: 16:16 - Forum: SAĞLIK - Yorum Yok

Midedeki asit ile mide içeriğinin yemek borusuna kaçması olarak tanımlanan reflü, yaşam tarzı değişiklikleri ile büyük ölçüde önlenebiliyor. Her yemekten sonra sıkıntı veren, geceleri uyutmayan reflü ihmal edildiğinde astım, ses kısıklığı ve yutma güçlüğü gibi istenmeyen hastalıklara dönüşebiliyor.

bu-belirtiler-varsa-almaniz-gereken-onlemler-b.jpg

Memorial Antalya Hastanesi Gastroenteroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Yıldıran Songür, reflünün tedavi yöntemlerini anlattı.

Gastrit ile bir arada görülüyor

Gastrit belirtileri, reflüylebenzerlik gösterir. Ancak gastrite bağlı olanlar daha çok açken ortaya çıkan, midede kazınma, yanma hissiyle kendini gösteren, bazen gece uykudan uyandıran uzun süreli ağrılar olabilir.

Halbuki reflüde şikayetler daha çok yemekten sonra başlar. Daha mideden çok yukarı doğru ekşime şeklinde ortaya çıkar. Çoğunlukla hastalarda gastrit ile reflü bir arada görülür.

Bu belirtilere dikkat;
Göğsün ön tarafında, midenin üst bölümüne karşılık gelen bölgede yanma, ekşime ile boğazda yanma hissi
Ağza acı su gelmesi
Geğirti 
Ses kısıklığı
Boğazda dolgunluk ve gıcık hissi
Ağız kokusu
Yutma güçlüğü ve yutarken yiyeceklerin takılma hissi
Tedaviye iyi yanıt vermeyen astım tekrarlayan astım nöbetleri
Tedavi edilemeyen larenjit ve farenjit

Kansızlık reflü belirtisi olabilir

duzce-reflu-nedir-2-20160226140812.jpg

Midede ekşime, yanma, sırta vuran ağrı, yediklerin boğaza gelmesi varsa reflü teşhisi daha kolay konulur. Eğer hastada kansızlık, yutma güçlüğü, lokmaların zor geçmesi, yutarken ağrı duyma, kilo kaybı, erken doyma gibi birtakım şikayetler varsa mutlaka endoskopi yapılması gerekir.

Şikayetlerin reflüye bağlı olup olmadığını anlamak için 24-48 saat boyunca yemek borusuna kaçan asidin ölçülmesi için de ayrı testler yapılır. Bu testlerde yemek borusunun hem alt hem de üst tarafına çipler yerleştirilerek asidin ne kadar yukarıya, ne kadar süre ile çıktığı ve ne kadar şiddetli olduğu gözlemlenir.

Kanser türüne zemin hazırlayabilir

GetContentMHLUDI7I.jpg

Gastroözofagialreflüde,  yapılan endoskopide yemek borusunun alt-orta tarafında reflüye bağlı doku hasarı, yani bölgede küçük yaralar, ülserler görülür.Uzun süre devam eden reflülerde ise “Barretözofagus” denilen, yemek borusu ile midenin birleştiği noktadaki mukozada birtakım hücresel değişiklikler ortaya çıkabilir.

Bunlar da ileride bir kanser türüne zemin hazırlayabilir. Dolayısıyla söz konusu durumun tespiti için endoskopi yaparak tanıyı koymak büyük önem taşımaktadır.

Tedavi süresinin planlanması önemli!

Çoğunlukla hastalarda yeme alışkanlığı, kilo, günlük yaşamda dikkat edilmesi gereken düzenlemeler yapıldıktan ve ilaç tedavisine başlandıktan sonra şikayetler kesilir. Önemli olan hastaya bu tedavinin ne kadar süre ile verileceğidir.

Çünkü ilaç alındığı sürece şikayetler ortadan kalkar, ilacı kesildikten sonra tekrar başlayabilir. Bunu engellemek için reflüye yol açan başta diyet ve beslenme tarzı olmak üzere yaşam tarzındaki değişiklikler yapılmalıdır.

Her hastaya farklı tedavi uygulanır. Bazı hastalarda ilaçlar yeterli olmayabilir ya da hasta ilaçları çok uzun süre kullanmak zorunda kalabilir. Bu durumda hastalar reflü cerrahisine yönlendirilebilir.


reflu-1.jpg

REFLÜYE KARŞI ALMANIZ GEREKEN 9 ÖNLEM

1. Kilo fazlalığı varsa mutlaka kilo verilmeli
2. Yemek saatleri ve beslenme düzeni değiştirilmeli
3. Yemeklerde mide çok fazla doldurulmamalı
4. Özellikle yatmadan en az 3 saat öncesulu ya da katı gıda alımı kesilmeli
5. Geceleri uyandıran ve uyku-apneyi tetikleyen reflüde, yatağın başı15-20 cm kadar yükseltilerek uyunmalı
6. Portakal, limon gibi asitli meyve suları içilmemeli
7. Kızarma yiyecekler, yağlı kremalar, yağlı peynirler, bol salçalı yemekler, alkolü içecekler, kahve, çay, asitli içecekler, çikolata, cipsler, şekerli ve yağlı çörekler, tatlılar, soğan, sarımsak mümkün olduğu kadar az tüketilmeli
8. Sigara kullanılıyorsa bırakılmalı
9. Reflü şikayetleri fark edildiğinde mutlaka doktora danışılmalı.

Bu önemli bilgi ve yöntemlerden daha fazla kişinin faydalanması için, beğenip, paylaşmayı unutmayın lütfen...


Kaynak:hayatmutfakta

Bu konuyu yazdır

  Cehenneme Gittiğini İddia Etti ve Bunları Anlattı!
Yazar: Archilles - 11-04-2018, Saat: 13:59 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

İngiltere'de bir kadın cehenneme gittiğini iddia ederken, kadının anlattıkları sosyal medyada hızla yayıldı..

Ölümden sonraki yaşam ve ölüm anında yaşananlar insanoğlunun her zaman merak ettiği konuların başında geliyor. İngiliz express internet sitesi, ölümden dönenlerin yaşadıklarını iddia ettikleri hikayeleri derledi.

thumbnail_detail_515322.jpg

Hikayeler arasında son günlerde en çok dikkat çekeni ise bir kadına ait. Beyin sarsıntısı geçiren ve sağlık ekiplerinin müdahalesiyle hayata döndürülen İngiliz kadın, cehenneme gittiğini iddia ediyor.

Bir deliğin içine çekildiğini söyleyen kadın, “İçine düştüğüm delik vücudumdan yalnızca biraz daha genişti. Düşerken etrafımdaki duvarlara tutunmak istiyordum ama her şey parçalanıyordu. Nefes alamıyordum ve her çığlık attığımda daha da hızlı düşüyordum” ifadelerini kullandı.

Başından geçenleri doktorlara anlattığında bunun beyninin gösterdiği imgeler olduğunu öğrenen kadın, yine de yaşadıklarının gerçek olduğuna inandığını söyledi ve ekledi: “Cehennem çok sıcak ve zift gibi kokuyordu.”

Sözcü

Bu konuyu yazdır

  Evrenin önünüzdeki kapıları sihirli bir şekilde açtığını hayal edin
Yazar: Emka - 11-04-2018, Saat: 12:43 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Her sabah güne başlarken her iki elinizin baş parmağı ile orta ve yüzük parmaklarını birleştirerek parmaklarınızdaki enerji döngüsünü tamamlayın. Bu parmakları birleştirmek ruhu enerjinizi dengelemek üzere harekete geçirecektir. Tanrı’nın içinizdeki parçasını çağırın ve bu bağlantının güçlenmesi için kısa bir zaman tanıyın.Burnunuzdan nefes alıp ağzınızdan nefes verin ve daha sonra neler yapacağınızla ilgili tüm düşünceleri bırakın.

Sonra o gün içinde planladığınız tüm olayları, sizi bekleyen en büyük olanakları düşünün.
Otomobilinizle işe giderken tüm ışıkların yeşile döndüğünü hayal edin.
Yürürken büyük bir sevgiyle selamlandığınızı hayal edin.

kap%25C4%25B1lar%25C4%25B1-sihirli.jpg

Çalışma masanızda oturduğunuzu ve yapmanız gereken tüm işleri kolayca, adeta sihirli bir biçimde yaptığınızı hayal edin.Evrenin önünüzdeki kapıları sihirli bir şekilde açtığını hayal edin.
Zihninizin bu olanaklarla oynamasına izin verin.

YİRMİ ALTI SANİYE… Gereken tek şey budur.
Ve eğer bu sırada aklınıza zor bir şey gelirse (ya da hayalinize) işe giderken tüm ışıkların kırmızıya döndüğünü görürseniz, önemli değil. Parmaklarınızı açarak enerji döngüsünü kesin, 3 derin nefes alın ve sonra yine parmaklarınızı birleştirerek yeniden hayal etmeye başlayın.


Kaynak: Steve Rother

Bu konuyu yazdır

  Genetik bilgi: Düşünce gücü ile genleri harekete geçirmek
Yazar: Spiritüeller - 10-04-2018, Saat: 16:36 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Artık, uyuyan genlerin uyandırılabileceğini biliyoruz. “Kalıtsal” terimi, bundan 20-30 yıl öncesine kadar Kader ya da Alın yazısı ile neredeyse eş anlamlıydı. Bir kuşaktan diğerine aktarılan özellikler değiştirilemez görülmekteydi. Oysaki yetenek, büyük çabalar sonucunda elbette geliştirilebilir. Çevre ve diğer dış etkenler genlerimizin işleyişini değiştirebilir. 

genetik-kodumuzda-sakli-gizemler-dusunce...genler.jpg

Genetik Kodumuzda Saklı Gizemler

Diğer bir mucizevi olan kısımsa; işleyiş ilkelerinin temelde aynı olmasına karşın, genlerin sonsuz sayıda kombinasyon olasılığından dolayı hiçbir varlığın birbiriyle tamamen özdeş olmamasıdır. Doğacak bir çocuk için yetmiş trilyon gen kombinasyonu olasılığı vardır. Dolayısıyla, güzel bir kadınla zeki bir adamın evliliğinden her zaman yakışıklı bir dahi doğmaz. Bu aynı zamanda sizin ne kadar eşsiz ve özel olduğunuzun da bir göstergesidir. Meseleye şöyle de bakabilirsiniz: Siz varsınız, çünkü yetmiş trilyon olasılık arasından denk gelip seçildiniz. İşte siz, bu kadar özelsiniz!

Yararlı genlerinizi harekete geçirin!
Japoncada, “hastalık zihinden ileri gelir” diye bir özdeyiş vardır. Başka bir ifadeyle, düşünce tarzımız bizi hasta edebilir ya da tam tersine iyileşmemize yardımcı olabilir. Bazı bilim adamları, genlerimizin ve işleyişlerinin mutlu bir yaşam sürüp sürmeyeceğimizi belirlediğine bile inanmaktadır. Bu, insanın mutluluğunun doğduğu anda genetik olarak belirlenmiş olduğu anlamına gelmemektedir.

Mutluluğu yöneten genler; herkesin içinde gizlidir ve sadece devreye alınmayı bekler. Bize düşen görev, onları harekete geçirmek ve yaşantımıza fayda sağlayacak biçimde çalışmalarını sağlamaktır. Bilindiği kadarıyla; genlerimizin yalnızca %5-10’luk bir bölümü gerçek anlamda çalışmaktadır. Geriye kalanlarının ne yaptığıysa meçhuldür. O halde, nasıl yaparız da genlerimizi mutlu olmamızı sağlayacak biçimde çalıştırırız? Bu sorunun cevabı: Her günü olumlu bir tutum içinde ve dolu dolu yaşamaktır.

dna.rx_.jpg

Hayata karşı coşku dolu bir yaklaşımın, insanı başarıya götürme ve mutluluk duymaya yol açan genleri harekete geçirme olasılığı çok yüksektir. Olumlu bir tutum içerisinde, coşku dolu ve zindeysek yaşam kolay akar. Böyle bir zihinsel durum; iyi genleri harekete geçirirken, kötülerini hareketsizleştirir. Nasıl çalıştığı henüz tam olarak anlaşılmamış olmakla birlikte günümüzde yaygın olarak konuşulan ve benimsenen “pozitif düşünce” kavramının bu ilkeyle bağlantılı olduğu düşünülebilir.

Birçok insan hayata karşı olumsuz bir yaklaşım içindeymiş gibi görünmektedirler. Böyle bir yaklaşım genler açısından zararlıdır. “Fazla yememeliyim”, “fazla içmemeliyim”, “sigarayı bırakmalıyım”, “kilo vermeliyim” ve “daha iyi beslenmeliyim”… Yararlı genleri harekete geçirmeyen düşüncelere örnektir. Diğer bir deyişle, bu ifadelerde normalde bir hata olmamasına karşın; bizim için geçerli olduklarına inanmamız gereksiz gerginliğe yol açabilir ve bu gerginlik de, genlerimiz üzerinde olumsuz etki yapabilir.

Sonuçta size “neyin iyi geldiği” kendinize bağlıdır. Eğer canınız bir şey çekiyorsa, yiyin. Sizi hasta etmediği sürece onun tadını çıkarabilirsiniz. Önemli olan şey; mümkün olan en fazla sayıda zararlı geni “kapamak” ve yararlı genleri harekete geçirerek, size hizmet etmelerini sağlamaktır. Bunu başarmanın anahtarıysa, düşünce tarzınızdır.

brain-to-brain-625x300.jpg

Hücre ve genlerin yaşamsal gizemleri: “Açma/kapama” mekanizması
Hayatımız, bir anlamda DNA’larımızda kayıtlı olan uçsuz bucaksız bilgiye bağlıdır. Tek bir gende kayıtlı bilginin, bedenimizde bulunan altmış trilyondan fazla hücrenin her birinde kayıtlı bilgiyle birebir aynı olduğu gerçeği; bedenin herhangi bir kısmından alınacak bir hücrenin, yeni bir insan yaratmak için kullanılabileceğini ifade etmektedir.

Hücre çekirdeğindeki genler, içlerinde ucu bucağı bulunmayacak miktarda bilgi depolar. Bu bilgilerin arasında, genlerin belli durumlarda nasıl çalışacağına ve çalışmayı ne zaman durduracağına ilişkin talimat da vardır. Genetikçiler bunu “açma/kapama” mekanizması” olarak adlandırırlar. Bu “açma/kapama” mekanizmasının varlığı ise artık bir sav değil, gerçektir. Bundan kırk yıl kadar önce; Paris Pasteur Ensitüsü’nde çalışan iki iki bilim adamı, François Jacob ve Jacques Monod, genellikle bağırsaklarda yaşayan bir bakteri olan koli basili üzerinde deney yaparlarken, genlerin “açma/kapama mekanizmasına” çok benzer bir işlev keşfettiler.

Koli basilinin temel besin kaynağı glikozdur. Hem laktoz hem de glikozun bulunduğu durumlarda bakteri, şaşmaz olarak ikincisini seçmektedir. Yapılan deneyde, ortama önce glikozun yanı sıra laktoz da verildiğinde bakteriler laktoza ilgi göstermedi. Bir sonraki adımda, besin kaynağı tek başına laktozdu. Bakteriler başlangıçta bir şey yemediler ancak aradan kısa bir süre geçtikten sonra laktoz tüketerek hızla çoğalmaya başladılar.

Jacob ve Monod yaptıkları deneyle, bakterilerin laktoz tüketme yeteneğinin, bu maddenin ortama verilmesinden sonra mı edinildiğini yoksa hep mi var olduğunu belirlemeye çalışıyorlardı. Uzun araştırmalardan sonra, bu yeteneğin sonradan edinilmediği sonucuna vardılar. Başka bir deyişle; laktozun bozulmasını sağlayan laktaz enzimini üretme yeteneği, koli basilinin doğasında vardı. Ortamda glikoz bulunduğu sürece, enzimi üreten genin düğmesi kapalı oluyordu. Bakteri, besin kaynağı olarak sadece laktoz bulabildiğinde ve hayatta kalmak için laktozu sindirmek zorunda kaldığındaysa gen harekete geçiriliyordu.

5f4ceb60af7666e78c2e796170d97b29%2B-%2BKopya.jpg

Genetik bilgi nedir?
Genlerimizde kayıtlı olan ve “genetik bilgi” olarak adlandırılan bilgi, üç milyar kimyasal harfe eşdeğerdir ve basılmaya kalkılsa her biri biner sayfalık, üç bin cilt oluşturur. 

Bedenimizde olup biten her şey kimyasal tepkimelerin sonucudur. Yaşamı bir kimyasal tepkime olarak tarif etmek hiç de iç açıcı olmayabilir. Ama ne yapalım ki bu bilimsel gerçekliğin en iyi göstergelerinden biri de insanların kriz anlarında kazandıkları insanüstü güçtür. Kaza ya da yangın gibi acil durumlarda, kaldırılması olanaksız eşyaları kaldırabilen kişiler olduğunu duymuşsunuzdur. İlk gereklilik enerjidir. Acil bir durumda, o zamana kadar hücreye elli kiloyu kaldırmaya yetecek kadar enerji üretmesini emretmiş olan genler, enerjinin iki katına çıkarılmasını buyurur. Aslında her bir yaşam süreci, belli bir durumla uğraşmaya yönelik kimyasal tepkimelerin sonucudur. “Yaşamak” bu anlama gelir.

Düşünün ve genlerinizi harekete geçirin! 
“Olumlu” ve “olumsuz” düşünme kavramları bize artık öylesine tanıdık gelmektedir ki; “olumlu düşün” ifadesi gündelik dilimizin adeta bir parçası halini almıştır. Ancak, yaşamda hem iyi hem de kötü şeyler vardır. İşler ters giderken, olumlu bakışı yitirmemek her zaman kolay değildir.

İki kavram arasında ki farkın açıklığa kavuşmasına yardımcı olmak üzere “olumlu” ve “olumsuz” düşünmeyi entropi bağlamında karşılaştıralım. Suyla dolu bir küvete bir damla mürekkep eklerseniz ne olur? Mürekkep derhal suyun içinde yayılmaya başlar. Peki, neden bir noktada toplanıp orada kalmaz? Bu olayın altında derin bir açıklama vardır.

Fiziksel alemde, düzensizliğe doğru doğal bir eğilim olduğu düşünülür ve bu eğilim “artan entropi” yasası olarak bilinir. “Artan entropi” yasası, sadece mürekkep için geçerli olmayıp; bütünüyle madde alemini ilgilendiren bir yasadır. Genler ansızın bütün hızlarıyla çalışmaya başlasalardı, bu hemen ölmeleri anlamına gelirdi. Çünkü fazlasıyla yıpranırlardı. Oysa normal koşullarda genlerimiz, bizi hayatta tutmak ve bedenimizdeki entropinin artmasını önlemek için çalışmaktadır. Buna “entropi azalması” denir.

Entropi ilkesini olumlu ve olumsuz düşünme kavramına uyarlarsak; olumlu düşünmenin entropi azalmasına, olumsuz düşünmenin ise entropi artışına yol açtığı kabul edilebilir. Daha açık bir ifadeyle; neşe, heyecan, inanç ve dua gibi olumlu etkenler, yararlı genlerde bulunan belgeleri faal hale getirirken; kaygı, gerginlik, korku ve ağrı gibi olumsuz etkenler aynı belgeleri hareketsizleştirmektedir. Bedenimizdeki muazzam sayıdaki genin yalnızca %5-10’u işlev görmektedir.

Bilim adamları, geri kalan genlerin ne yaptığı hakkında hiçbir bilgiye sahip değildir. Onlar, içlerinde belki insan evriminin tarihini, belki de insanın gelişimini sağlayacak gizli gücü saklamaktadır. Ve biz onların ne olduklarını henüz bilmiyoruz.

n%25C3%25BCkleotitler-genleri-olu%25C5%259Fturur.jpg

Vücudumuzda, genlerimizde yazılı olmayan hiçbir şey gerçekleşmez. Ne mutlu bize ki genlerimizin önünde sayısız seçenek bulunmakta; kullanılmayan genlerin büyük bir yüzdesi kendi kendilerini sağaltma gücünü elinde tutmaktadır. Bu yüzden genlerimizin şu anda bize söyledikleri, en son söyleyecekleri sözler değildir. İyi genler her an devreye girip, kötü genler de devreden çıkabilir. Bizi hasta eden genlerimizin yanı sıra, hastalığı bastıran genlere de sahibiz. Hem kansere yol açan hem de kanseri engelleyen genler olduğu kaydedilmektedir. Bunlar birlikte var oldukları sürece, denge korunmaktadır. Bu durum diğer hastalıklar için de geçerlidir. Önemli olan dengedir.

Genlerimiz biz düşünmeye başlamadan harekete geçer
Kendimizle, farkında bile olmadan konuşuruz. Endişeliysek, olumsuz bir bakış açısıyla düşünür ve düşündüklerimizi uygularız. Öte yandan güneşli bir sabah gezintisi, “Ne güzel bir gün!” Kendimi çok iyi hissediyorum!” diye haykırmamıza yol açabilir. O anda hücrelerimiz bu çığlıktan yarar görmektedir. Önce günışığını görsel olarak kaydedip, beynin bu mesajı bütün vücudumuza iletmesini beklememiz gerekmez.

Dışarı adım atar atmaz, hücrelerimiz güzel havaya yanıt verir ve harekete geçer. Hücreler, beyinden gelen talimata göre hareket etmelerine rağmen, aynı zamanda bağımsız bir organizmadır. Bu, “açma/ kapama” mekanizması üzerinde düşünülürken, üzerinde durulması gereken bir noktadır. Gerçek yaşamda, hepimizin sağlıksız ya da enerji yüklü olmadığı zamanlar vardır. İş hayatında sorunlarla karşılaşabilir ya da başkalarıyla ilişkilerinizde zorlanabilirsiniz. Böyle zamanlarda karamsarlığa kapılmamak oldukça güçtür.

Size enerji veren genlerinizi harekete geçirin!
Kendinizi bu duygudan nasıl kurtarabilirsiniz? Size enerji veren genlerinizi harekete geçirerek… Bunu nasıl yapacağınızı, yaşayarak kazandığınız bilgelik sayesinde keşfedebilirsiniz. Bu yolda atılacak en önemli adımlardan birisi coşkulu olmaya çalışmaktır. Eğer yaşadığınız anda coşkunuzu arttıracak bir şeyler bulamıyorsanız, sizi derinden heyecanlandırmış olan geçmiş bir anı düşünün. Coşku; sevinç ve heyecan karışımı bir duygudur.

Coşkulu olmak, aynı zamanda gençliğin ve uzun yaşamanın yollarından biridir. İnsanlar, duygulandıkları zaman genellikle ağlarlar. Güçlü duygular gözümüzden yaş getirir ancak, fizyolojik olarak bu genlerin ortaya çıkardığı bir durumdur. Ve zihnimizin, genlerimizi nasıl etkilediğinin bir göstergesidir. Ağlayacak kadar heyecan duymak güzel bir şeydir. Üzüldüğümüz zaman ise, güzelce ağlamak bizi rahatlatarak kendimizi iyi hissetmemizi sağlar. Kendimizi iyi hissetmemiz, iyi genlerimizin harekete geçtiğinin işaretidir. Uzun ve dolu dolu bir ömür sürdürebilmek için; kalbinizin derinliklerinden gelen, içten duygular uyandıran işlerin ve ilişkilerin peşinden gitmek önemlidir.

Yetenek her yaşta ortaya çıkabilir
Genlerin harekete geçirilmesinde üç etken vardır. Genin kendisi, çevre ve zihin…

Dahi: Kendisine, geçmiş kuşaklardan miras kalan genleri bir etkiyle aniden harekete geçmiş kişidir.

Tüm insan ırkının gizil gücü, bireyin genlerinde saklıdır. Bu yüzden, olağanüstü yeteneklere sahip analar ve babalar, kendileri kadar iyi olmayan çocukları karşısında hayal kırıklığına uğramamalıdır.

Ne kadar yaşlanmış olursak olalım, hayatımızın herhangi bir döneminde gelişme gösterebiliriz. İçimizde bir şeyler başarma tutkusu ve enerjisi varsa, her şey mümkündür. Başarıya ulaşmanın önündeki tek engel “ben bunu yapamam” düşüncesidir. Gizli yetenekleri geliştirmeye başlamanın “erken” i de yoktur. “Doğum öncesi eğitim”, anne adayının bilinçli olarak iyi müzik dinlemesini, iyi kitaplar okumasını, sanata eğilmesini ve doğmamış çocuğuna sevgiyle seslenerek, eğitmesini içerir. Bu eğitim; cenin için zararlı sayılan, olumsuz duygular uyandıran şeylerden kaçınmayı da kapsar.

Doğanın hedefi çeşitliliktir. Ne, yüksek IQ’lu insanların birbiriyle evlenmesi önemlidir, ne de daha düşük IQ’lular arasındaki evlilikler… Olasılıklar her durumda eşittir. Herkes, içinde uyuyan muhteşem yetenekleri geliştirebilir. Yapmaları gereken tek şey, genlerini harekete geçirmeyi öğrenmektir. Uykudaki genler, yeni bir çevreyle karşılaştıklarında aktif hale gelebilir ve sanki bu fırsatı bekliyormuş gibi hemen işe koyulurlar.

‘Tutumunuzu verin ve kendinizi verin!’
Yeni bir çevrede bulunan herhangi bir uyarıcı, kişide ani bir başkalaşım yaratabilir. Japonlar: “tutumunuzu değiştirin ve kendinizi verin” derler. Kafa yapısının bu şekilde değiştirilmesi, varlığından haberdar bile olmadığımız genleri uyandırabilir. Zaman zaman normal yaşantınızın dışına çıkıp; size kimlerin, nerelerde, neler sunduklarına bir bakın. Eğer çevrenizin ve etkileşim halinde olduğunuz insanların hiç dışına çıkmaz, hep aynı yerde kalıp, hep aynı şeyleri yaparsanız, bakış açınız da dahil olmak üzere; her şey aynı kalacaktır. Hem zihinsel hem de bedensel olarak canlanmak için alışkanlıklarınızdan düzenli aralıklarla silkinin. Çevre değişikliği, yeni şeyler görmenizi sağlayarak, size yeni bir hayatın kapılarını açabilir.

Tüm insan ırkının gizil gücü, bireyin genlerinde saklıdır. Bu yüzden, olağanüstü yeteneklere sahip analar ve babalar, kendileri kadar iyi olmayan çocukları karşısında hayal kırıklığına uğramamalıdır.

Ne kadar yaşlanmış olursak olalım, hayatımızın herhangi bir döneminde gelişme gösterebiliriz. İçimizde bir şeyler başarma tutkusu ve enerjisi varsa, her şey mümkündür. Başarıya ulaşmanın önündeki tek engel “ben bunu yapamam” düşüncesidir. Gizli yetenekleri geliştirmeye başlamanın “erken” i de yoktur. “Doğum öncesi eğitim”, anne adayının bilinçli olarak iyi müzik dinlemesini, iyi kitaplar okumasını, sanata eğilmesini ve doğmamış çocuğuna sevgiyle seslenerek, eğitmesini içerir. Bu eğitim; cenin için zararlı sayılan, olumsuz duygular uyandıran şeylerden kaçınmayı da kapsar.

Doğanın hedefi çeşitliliktir. Ne, yüksek IQ’lu insanların birbiriyle evlenmesi önemlidir, ne de daha düşük IQ’lular arasındaki evlilikler… Olasılıklar her durumda eşittir. Herkes, içinde uyuyan muhteşem yetenekleri geliştirebilir. Yapmaları gereken tek şey, genlerini harekete geçirmeyi öğrenmektir. Uykudaki genler, yeni bir çevreyle karşılaştıklarında aktif hale gelebilir ve sanki bu fırsatı bekliyormuş gibi hemen işe koyulurlar.

‘Tutumunuzu verin ve kendinizi verin!’
Yeni bir çevrede bulunan herhangi bir uyarıcı, kişide ani bir başkalaşım yaratabilir. Japonlar: “tutumunuzu değiştirin ve kendinizi verin” derler. Kafa yapısının bu şekilde değiştirilmesi, varlığından haberdar bile olmadığımız genleri uyandırabilir. Zaman zaman normal yaşantınızın dışına çıkıp; size kimlerin, nerelerde, neler sunduklarına bir bakın. Eğer çevrenizin ve etkileşim halinde olduğunuz insanların hiç dışına çıkmaz, hep aynı yerde kalıp, hep aynı şeyleri yaparsanız, bakış açınız da dahil olmak üzere; her şey aynı kalacaktır. Hem zihinsel hem de bedensel olarak canlanmak için alışkanlıklarınızdan düzenli aralıklarla silkinin. Çevre değişikliği, yeni şeyler görmenizi sağlayarak, size yeni bir hayatın kapılarını açabilir.

Kaynak:indigodergisi.com

Bu konuyu yazdır

  Ruhsal gelişimin etikleri ve kendi yolunuzun sınırları
Yazar: Magnetho - 08-04-2018, Saat: 16:40 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Ruhsal gelişimin etikleri… Ruhsal tekamülde bu 12 kuraldan hangisini uygulayabiliyorsunuz?

ruhsal-gelisimin-etikleri-12-kural.jpg

Ruhsal Gelişimin Etikleri: 12 kural

1. Kendini bil, kendin ol ve kendini geliştirmek için çaba harca.

2. Ruhsal deneyimlerin konusunda sessizliğe önem ver.

3.  Yolunla ve gelişiminle ilgili amaçsız bir şekilde gereksiz yere konuşma.

4. Evrende var olan her şey canlıdır, hepsini sev.

5.  Kimseyi yargılama.

6. Kim olduğunu veya neye inandığını kimseye açıklamak zorunda değilsin.

7. Gücü ve bilgiyi bilgelikle kullan, şimdi ve her zaman

8. İnsanların iradelerine, inançlarına, yaşam şekillerine ve seçimlerine saygı duy.

9. Doğayı, Dünya’yı ve hayvanları koru.

10. İlahi olduğunu bil ve kendine inan.

11. Şikayet etme, başına gelen iyi ve kötü her şey senin ruhsal gelişimin içindir.

12. Ruhsal ve Fiziksel Dünya’yı birlikte yaşa ve her daim ikisi arasındaki dengeyi sağla.

Kendi Yolunuzun Sınırları
Yukarıda bahsi geçen farklı yollardaki kuralların benzerliklerini fark etmişsinizdir. Ruhsal yolun erdemleri esasında bellidir ve bu erdemler evrensel yasalarla uyumlu olmanın en önemli yoludur. Bizler ruhsal gelişim yolundayken zaten farkında olmadan kendi kurallarımızı, erdemlerimizi ve doğal olarak kendi ruhsal yolumuzun “sınırlarını” belirleriz. İçgüdüsel yaptığımız bu eylem bizim dengeli ilerlememizin yegâne yoludur.

moses-tablets.jpg

Yolumuzda var olan sınırlar aynı bir bardağa benzer. Suyu yere döktüğünüzde hızla dağılırken, bir bardağa döktüğünüzde form ve şekil alır ve su, bu kabın içerisinde birikir. İşte ruhsal kurallarda aynı bardak gibi sınırları çizerek bizim enerjimizin ve düşüncelerimizin dağılmadan ilerlemesini sağlar.

Tek farkı ruhsal kuralların çizdiği sınır dogmatik değil, değişken ve sürekli yenilenebilir şekildedir. Haliyle bizim önem verdiğimiz kurallarda yaşadığımız şeylere göre önem arz eder. Kimisi için sessizlik ön plana çıkarken, kimisi için kişinin kendine inanması daha çok ön plana çıkabilir.

Aslında her kural birbirine bağlıdır ve hepsi önemlidir. Yine de eğer kendi gelişiminizi takip etmek veya sizde olmadığını düşündüğünüz erdemlere sahip olmak istiyorsanız, sizde kendi ruhsal kurallarınızı belirleyebilir veya hali hazırda olanları kullanabilirsiniz.

Bu kuralları özenerek bir kağıda yazın ve her sabah kalktığınızda görebileceğiniz bir yere (aynanın yanına, tam yatağınızın karşısına, kapının üzerine vs..) asın. Kalktığınız vakit her gün bu kuralları okuyarak kendinize hatırlatın ve hayatınızın içine dâhil edin. Bunu yaptığınızda evrenin size bu erdemleri öğretmek için doğru senaryoları hazırlayacağına şahit olacaksınız.

Çünkü hepimizin bildiği gibi bu erdemleri sadece kâğıttan kuru kuru okumak, içselleştirmek için yeterli değildir. Asıl içselleştirme, bunları hayat içinde kullanarak gerçekleşir. Haliyle siz bu erdemleri öğrenmek istediğiniz sinyalini her sabah evrene verdiğinizde, evrende sizin bu erdemleri öğrenmeniz için gerekli koşulları sağlayacaktır. İşte bu tür kritik durumlarda her daim o erdem aklınıza gelsin.  Bu tekâmülü hızlandırmanın en etkili yöntemlerinden biridir.

Bunu yaparken ve kuralları benimserken asla dogmatik ve katı olmayın. Örnek olarak kendi ruhsal deneyimleriniz konusunda sessiz olmaya önem verebilirsiniz ama öyle bir an gelir ki, sizin yaşadığınız deneyimi bir başkasının bilmesi, o kişiye önemli bir farkındalık katacaktır. Böyle bir durumda deneyiminizi anlatmanız gerekebilir.

Kurallar her daim belli bir oranda esnekliğe sahip olmalıdır çünkü insanoğlunun tekâmülü sırasında hiçbir kural kesin ve net olamaz. Hayır ve şer kavramları bizim bilincimizin ötesindedir ve herkesin “yanlış” dediği bir eylemi yapmanız sizin tekamülünüz gereği sizin açınızdan “hayır” olabilir,  ki mesela bu hayır, o yaptığınız yanlıştan dolayı büyük bir bilgeliği öğrenmek olabilir.  Sınırlarınızı çizin ama bunların “katı” değil “esnek” olduğunu da bilin.

Kaynak:indigo dergisi

Bu konuyu yazdır

  Uzayın Bilinen İlk Ülkesi Asgardia, Daha Kurulmadan Demokrasiden Uzaklaşıyor
Yazar: Magnetho - 08-04-2018, Saat: 15:25 - Forum: UZAY - Yorum Yok

Uzayla ilgili bir medeniyet düşündüğümüzde, teknolojik olarak üst seviyede olan ancak hep bir kral ve çocukları tarafından yönetilen gezegenleri tahayyül edebiliriz. Ancak Asgardia, kendisini asla bir "Uzay Krallığı" olarak tanımlamıyor.
Uzayın bilinen ilk ülkesi olma yolunda adım adım ilerleyen Asgardia topluluğu bazı yüce hedefleri kendine görev edinmiş durumda. Bunlar, "Barışçıl kullanım, Dünya'yı uzay tehlikelerinden korumak ve uzayda askerden arındırılmış ve özgür bir bilimsel bilgi tabanı yaratmak." olarak ifade ediliyor. Peki kim bunlar diye merak ediyorsanız kısaca bahsedelim.

38b185ec04d57e636d099457ffcfb44f0da86f75.jpeg

2016 yılında kurulan Asgardia, o zamandan bu yana insanlığın uzay ulusunun liderleri olması için çalışmalar yapmaya ve yıldızlara ulaşmaya zemin hazırlamayı denediler. Burada denediler kelimesini vurgulamakta fayda var. Geçtiğimiz yıllarda internet üzerinden vatandaşlık başvurularını (180.000 kişi) alan ülkenin bir de anayasası bulunuyor. Ancak kendisini demokrasi ile ilişkili ifadelerle nitelendiren Asgardia'nın anayasası oldukça tezat bir durum taşıyor. Zira vatandaşlar anayasaya "Hayır" oyu veremiyorlar. Anayasanın eleştirmenleri, "Üstün Uzay Konseyi" nin kontrolü gibi birçok şeyin hakimiyetinin kurucu  Dr. Igor Aşurbeyli'ye verildiğini söylüyorlar.

22ac688922aa85a171ea3217c8338f70bc754662.jpeg

Böyle bir otorite kurucu faktörünün Viyana merkezli STK'nın forumlarına düşmesiyle birlikte, Asgardia yurttaşları, daha birlikte yaşaadan müthiş bir kaosun içerisinde buldular kendilerini. Kendilerine Asgardlar diyen yurttaşlar, ülkenin kurucu değerlerinden bir kopuş yaşandığını hissettiler. Düşünsenize, uzayda koca bir kletokrasi hüküm sürüyor (hırsızlar yönetimi). Daha sonra Letonya merkezli bir internet gazetesi Asgardia halkının % 72.5'inin anayasayı onayladığını yazdığını da belirtmekte fayda var.

Bunun yanı sıra konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Asgardia vatandaşları, denetim altında olmaktan bıktıklarını da söylüyorlar. Zira henüz bir site arayüzüyle sıkıntılı süreçler yaşarken parlamento koltuğuna oturmak nasıl olurdu ki? Ancak Asgardia, en azından uzaya bir adım attı. Geçtiğimiz aylarda bir uydu fırlatan ülke, bayrak ve anayasanın dijital bir kopyasıyla birlikte “Dünya'yı resmen terk etti.” Asgardia ileride düzelir mi ya da bir ülke kurma pratiği tam olarak nasıl olur bunu biraz tarihe bakarak yorumlamak lazım. Her ne olursa olsun Asgardia, tüm insanlığı heyecanlandırmak için çok güzel bir proje olarak görünüyor. Aranızda Asgardia vatandaşı olan var mı?

Kaynak:webtekno

Bu konuyu yazdır

  Üzerinizdeki Ağırlığın Sebebi Evinizdeki Negatif Enerji Olabilir!
Yazar: Emka - 06-04-2018, Saat: 21:30 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM - Yorumlar (1)

Üzerinizdeki Ağırlığın Sebebi Evinizdeki Negatif Enerji Olabilir! Evde Pozitif Enerji Yaratmak İçin 9 Yol

evdeki_negatif_enerji_yok_etmek.jpg

Evinizdeki ve odanızdaki enerji akışı sizin ruh halinizi ve duygu durumunuzu sandığınızdan çok daha fazla etkiliyor. Bulunduğunuz ortamın enerjisini yukarı çekmek ve kendinizi daha pozitif bir aurayla çevrelemek istiyorsanız, bu basit ama basit olduğu kadar da etkili 9 ipucunu dikkate almanız siz ve sevdikleriniz için oldukça faydalı olacaktır;

1) Bulunduğunuz çevrenin kirli veya dağınık olmasının zihninize etkisi oldukça fazladır. Bu yüzden etrafınızı özelliklede akşam saatlarinde derli toplu tutmanız oldukça önemlidir. Stresli olduğunuz akşam saatlerinde dağınık bir ev sizin sinirlerinizi fark etmeseniz bile daha çok bozacaktır.

ev.jpg

2) Negatif enerjiler evin demirbaşları olarak kabul gören ve uzun süre hiç oynatılmadan etrafınızda bulunan ağır eşyalara tutunurlar, bu yüzden ilgili ağır eşyaların yerini zaman zaman değiştirmelisiniz. Koltuk, yemek masası ve vitrin bu büyük eşyalara iyi örneklerdir.

dekor-758x463.jpg

3) Defne yapraklar negatif enerjiyi temizlemekle bilinirler, bu yüzden evin belli köşelerine defne yaprakları serpiştirin. Negatif enerjinin kontrol altına alındığını hissedeceksiniz.

defne.jpg

4) Himalaya tuz lambaları havanın iyonik dengesini sağlayarak temizleme özellikleri ile bilinirler. Bu lambalar aynı zaman da iyi bir uyku çekmeye ve sinüs problemine yardımcı olurlar.

tuz-lambas%25C4%25B1-758x392.jpg

5) Deniz tuzunun da himalaya tuz lambaları gibi temizleme özelliği vardır. Evin köşelerine deniz tuzu serpiştirilebilir fakat diğer gün onu süpürmeyi unutmayın ve deniz tuzunun nemli olmamasına dikkat edin.

deniz-tuzu-758x453.jpg

6) Haftada en az bir kez soğuk suyla duş alın. Soğuk suyla duşun faydası bilim insanlarınca kanıtlamış ve bilinmektedir. Bu yüzden savunma kuruluşları dahil birçok yerde uyanıklık ve pozitiflik için soğuk suyla duş aldırılır. Soğuk su negatifliklerin akıp gitmesini sağlar, bu sizin daha yenilenmiş ve enerjik hissetmenize sebep olur.

dus%25CC%25A7.jpg

7) Negatif enerjiyi temizlemek için tütsü tekniğini kullanabilirsiniz. Ancak seçtiğiniz kokunun size ağır gelmemesine ve sevdiğiniz bir koku olmasına dikkat edin. Çıkan dumanla birlikte odanızı kaplayan hoş koku eşliğinde içeceğiniz bir bitki çayı hem evinizi hemde sizi pozitif yükleyecektir.

tu%25CC%2588tsu%25CC%2588.jpg

8) Bu ilk bakışta kulağa garip gelsede, soğanlar da negatif enerjinin emilmesine yardımcı olur. Aynı zaman da bunu yapmakta oldukça kolaydır. Yapmanız gereken tek şey bir soğanı ortadan iki bölerek evin iki farklı köşesine yerleştirmek ve ertesi gün temizlemek. Bir süre sonra aradaki farkı hissedeceksiniz.

sog%25CC%2586an-758x507.jpg

9) Temiz havanın evinize girmesine mutlaka izin vermelisiniz! Evinizi her gün, günde en az iki defa sabah ve akşam olmak üzere havalandırmalısınız. Camları açın ve olumsuz enerjinin yerini pozitif enerjinin aldığını hayal ederek evinizi havalandırın.

Kaynak:filoji.com/uzerinizdeki-agirligin-sebebi-evinizdeki-negatif-enerji-olabilir-evde-pozitif-enerji-yaratmak-icin-9-yol/

Bu konuyu yazdır

  Karanlık Alana Dikkat : Üçüncü Gözü Açmanın Tehlikeleri
Yazar: Magnetho - 05-04-2018, Saat: 18:14 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Üçüncü göz, pek çok doğu dininde yaygın olan mistik görünmez bir göz olarak, destekçileri tarafından normal görmenin ötesinde algılama talep edilen ve maneviyata uyanmanın anahtarı olduğu görüşündedir.

Çoğu için, üçüncü gözün açılması, içsel benliğin gerçekten ortaya çıkmasına izin veren güçlü bir maneviyat uyandırmasıdır. Bununla birlikte, bu sınırsız kaynağın içine girmek tehlikesiz değildir.

Gözün bireyi anında mutlu ve tatmin edici hale getireceği konusunda yaygın bir yanlış anlaşılma var.

Üçüncü gözün sunacağı fikir her zaman mutlaka olumlu değildir. Üçüncü gözün sunabileceği bilgiler dürüst ve dürüst ancak aynı zamanda karşılaşılmaya hazır olmayan veya kısa vadede iyiden daha fazla zarar verebilecek şeyleri ortaya çıkarabilir.

pic-2.jpg

Ancak, üçüncü gözün paylaştığı her bilgi ile çalışmayı öğrenerek kişisel büyümeye ve spiritüel ilerlemeye tam olarak kavuşma potansiyeline sahiptir. Bununla birlikte, bu girişim için hazırlık yapılmaksızın süreç acı verici olabilir.

Bazı insanlar pozitif ve negatif yönlerini görmeye eğilimli olurlar. Bunlar kendilerini iç bilgi ya da bu fasetlerin gerçek ifadeleri olarak, bazı insanlara iblisler ya da canavar olarak atıfta bulunabilirler.

Bu tecrübenin karanlık tarafı, risklerin farkında değilseniz sizi bir talihsiz olay zincirine kaydırabilir. Üçüncü gözünüzü açmadan önce bilinmeyen için hazırlanmanız gerekir.

Zaman ve mekan engelleri, üçüncü gözün açılmasıyla sunulan anlayışlarla uğraşırken artık geçerli olmadığından, bu deneyim korkutucu olabilir ve göründüğünden çok daha uzun sürebilir gibi görünebilir.

Bazıları ayrıca, ruhsal uyanışlarının kendilerini fiziksel belirtiler olarak tezahür ettiğini bulurlar. Bazıları halüsinasyon görür, bazıları fiziksel olarak iyi hissetmez ve uyku bozukluğu çeker.

Sadece bu kişilik ve iç benliğin unutulan yönlerini dinleyerek üstesinden gelebilir ve bir birey kendisi ile tamamen barış içinde olabilir. Çoğu kişi, dünyaya sunulan kişiliklerinin sığ ve yüzeysel dış katmanından daha derin bir seviyede sonsuza kadar çelişkili ve kişinin asla mutlu olmamasının nedeni budur.

Kaynak:galaksiarşivi

Bu konuyu yazdır

  MISIR MUMYALARINDA ANADOLU GENİ BULUNDU
Yazar: Magnetho - 05-04-2018, Saat: 18:03 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

Almanya’da mumyalar üstüne yapılan bir araştırma ilginç bulguların ortaya çıkmasına sebebiyet verdi. Mısır’da çıkarılan M.Ö. 1400 ve 400 yıllarına ait olan mumyalarda yapılan araştırmada, bu mumyaların DNA’larında Anadolu ve Avrupa genlerinin olduğunu ortaya koydu. Mumyaların genlerinin Akdeniz insanlarının genlerine yakın olduğu anlaşıldı.

3Tj53_1496221972_3239.jpg

Almanya’da bulunan Tübingen Üniversitesi, ilginç bir bulguyu ortaya çıkardı. Yapılan araştırma ülkenin üniversite şehri olarak tanımlanan Jena’daki Max Planck İnsan Tarihi Bilimleri Enstütüsü ve Tübingen Üniversitesi’nin ortak çalışması olarak yürütüldü. Araştırmada Mısır’da ortaya çıkarılan milattan önce 400 ve 1400’lü yıllar arasında yaşayan Antik Mısırlılara ait olan mumyaların DNA’ları incelendi.

misir-mumyalarinda-anadolu-geni-bulundu-1024x683.jpg

İnceleme sonucunda ulaşılan sonuç, Antik Mısır genlerinin günümüz Mısır halkı ile değil Anadolu’da ve Avrupa’da yaşayan insanların genleriyle uyumlu olduğunu ortaya koydu. Mumyaların analizi sonucunda bilim insanları, kalıntıların genlerinin Akdeniz insanlarının genlerine daha yakın olduğunu tespit etti. 151 mumya üzerinde yürütülen çalışma sonrasında bilim insanları, Antik Mısırlıların genlerinin İsrail, Suriye, Ürdün ve Lübnan’ın gen havuzuyla da uyuştuğunu belirtti. Nature Communications dergisinde yayınlanan sonuçlarda günümüzde yaşayan Mısır halkının soyunun nereye dayandığı ortaya konuyor. Yapılan araştırmayla tespit edilen Mısır halkının soyu Sahra altı Afrika geni taşıyor.

Antik Mısırlıların, Yakın Doğu’da bulunan insanlarla gen bakımından daha yakın olduğuna değinen araştırmanın yöneticisi Johannes Krause, araştırmayı yaparken Büyük İskender ve diğer tarihi isimlerin Mısırlıların genlerini etkileyip etkilemediklerini keşfetme amacını taşıdıklarına değindi.

Kaynak:newsweek.com/egyptian-mummy-dna-study-suggests-close-ties-middle-east-europe-617767

Bu konuyu yazdır

  Bilim İnsanları: Evren Her An ve Beklenmedik Bir Şekilde Yok Olabilir
Yazar: Magnetho - 04-04-2018, Saat: 13:30 - Forum: EVREN VE BİLİM - Yorum Yok

1970'li yıllardan bu yana araştırılmaya devam edilen bir teori olan “Higgs bozonu” teorisi, yakın zamanda kanıtlanmıştı. Harvard Üniversitesi’nde görev yapan bilim insanları ise oldukça karmaşık bir süreç sonunda evrenin 10 üzeri 390 yıl içinde ani bir patlamayla yok olabileceğini ileri sürdüler.

Öncelikle 2010’lu yılların en büyük keşiflerinden birisi olan Higgs bozonu hakkında biraz bilgi verelim. Çünkü bunu anlamadan evrenin geleceği hakkında yapılan söz konusu öngörüyü anlamak oldukça güç. 

maxresdefault_27.jpg

1970’li yıllardan bu yana fizikçilerin aklını karıştıran Higgs bozonu teorisi, 2012 yılına geldiğimizde Büyük Hadron Çarpıştırıcısı deneyinde kanıtlandı.

Higgs alanı dediğimiz şey, bütün evrenin sahip olduğu tüm alanı ifade ediyor. Yani bir odayı dolduran tüm insanlar Higgs alanı olarak tarif edilebilir. O odaya ünlü bir kişi girer ve insanlar onun etrafında toplanmaya başlarlar. Ünlü kişi, ilerlemek için daha fazla enerji harcar, gittikçe sıkışır. Çünkü etrafındaki boşluklar dolmaya başlamıştır. Böylece diğer alanlar, ünlü kişinin çevresine göre daha çok boşluk içerir. 

e88c8ed75caf3b5101709705a50af5bd427b589b.jpeg

Tam bu sırada odaya giren bir başka kişi, olması gerekenden daha rahat edecektir. Higgs bozonu da bazı parçacıkların, belirli bölgelerde örnekteki insanlar gibi yoğunlaşmalarını ifade ediyor. Böylece diğer alanlar daha da boş bir hale geliyor.

Evrenin yıkım süreci çoktan başlamış olabilir:
Higgs bozonu, bir kuantum parçacığı ve kara deliğin etkileşime geçmesine neden olabilir. Araştırmacıların gündeme getirdikleri son iddia, evrenin aniden yok olabileceğini ortaya koyuyor. 

Bilindiği üzere maddenin tam tersi olan ve antimadde denilen güç olduğuna dair tartışmalı bir konu var. Evrenin sürekli genişlediğini de antimaddenin her köşeye yayılmış olmasına bağlıyorlar. Bu hareketin bir sonu var ve gelinen noktada oldukça yavaş işleyen bir süreç.

fa9461e2b45e403c9793e626f77bf726973c60af.jpeg

Ancak yeni araştırma, fiziğin bu modern gerçeğinin karşısında durarak evrenin yavaş yavaş değil, aniden yok olacağını öne sürüyor. Hatta 10 üzeri 390 yıl içinde herhangi bir anda gerçekleşebilir. 

Harvard Üniversitesi araştırmacıları, Higgs bozonunun değişmez olarak kabul edilen kütlesinin de değişebileceğini söylüyorlar. Bu durumda da hayatı mümkün kılan kuantum parçacığının değerleri değişiyor. Böylece bozulma sürecine giriliyor.

Araştırmacılar, böyle bir etkinin fiziğin bilinen bütün yasalarını ihlal eden negatif yüklü bir enerji balonu ortaya çıkartabileceğini söylediler. Bu balonun evrenin tamamını kaplayana dek genişleyeceğini söyleyen bilim insanları, somut verilere ulaşmak için çalışmalarını sürdürüyorlar.

Kaynak:webtekno

Bu konuyu yazdır