Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Forum İstatistikleri |
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065
Detaylı İstatistikler
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 827 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 827 Ziyaretçi
|
Son Aktiviteler |
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 342
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 312
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,020
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,148
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,086
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,008
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,156
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,525
|
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,287
|
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,175
|
|
|
SES FREKANSI VE ENERJİ ALANLARI |
Yazar: EvrimBilge - 10-08-2017, Saat: 01:58 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Sesin potansiyelini kavramak için, sadece İbranice İncil’i okumak yeterli, o bize borazanların güçlü titreşimini ve askeri yürüyüş yapan ayakların temposunun Eriha’nın duvarlarını nasıl devirdiğini anlatır. Modern zamanlarda, bu aynı armonik fenomeni, çevresinde esen rüzgarın frekansıyla rezonans içinde dalgalanan Kaliforniya köprüsünde gördük.
Köprü en sonunda parçalandı. Birçoğumuz için eşit derecede nahoş olan şey, yanımızdan geçen otomobillerin derin, gümbürdeyen bass’larıdır (alçak perde), bunlar kalp çarpıntısına neden oluyor.
Bu tür “sürüklenme” duyumsamaları, meditatif düşünce, sözcükler veya ritmik sesler ile tersine çevrilebilir, tüm bunlar herhangi bir frekans modelini hızla değiştirir. İnsanlar her zaman, değiştirilmiş bilinç hallerine yol açmak ve sesin gücüyle iyileştirmek için seslendirme (şarkılar, mırıldanmalar, mantralar vs) ve tonlamalar kullandılar.
Son zamanlarda, Mısırlı hiyerogliflerin, hastalarının enerji alanlarını iyileştirmek için kendi seslerinin titreşimlerini kullanan uzmanları (ustaları) gösterdiğini okudum, ama bu henüz doğrulanmadı. Frekans ve titreşimin yapabileceklerini tam olarak kavrarsak, her şeyi iyileştirebileceğimiz, sezgisel olarak anlamlı geliyor.
Çağlar boyunca kaybolan bu yeteneklerin ırka ait anısı Edgar Cayce ve diğerleri tarafından geri getirildi. Cayce’nin uzak geçmişe göz atışlarını okuyan araştırmacılar, Mayaların, Azteklerin ve Mısırlıların megalitik tapınaklar ve piramitler inşa etmek için 100 tonluk kayaları yüzlerce mil uzağa, dağlara ses teknolojisi üstatlığı vasıtasıyla taşıdıklarına inanıyorlar.
David Elkington’un titizlikle araştırılmış kitabı, ‘Tanrıların Adına’ Mısır piramitlerinin defin odaları olarak değil, spiritüel yükseliş için ve ölünün mumyalanmasını hızlandırmak için frekans modülatörleri olarak kullanıldığını iddia ediyor.
Kutsal höyükler ve taş çemberleri gibi, piramitsel yapılar yüksek sesle söylenen sesleri yükseltir, büyütür ve kristalin insan bedeninin frekanslarını, Dünya’nın kristalin şifa verici frekansları ile uyumlu hale getirmek amacıyla yükseltmek için kullanılmış olabilir.
Bugün Dünya’nın frekansının 7.8 hertz olduğunu biliyoruz, bu frekans meditasyonun ve elle şifa uygulayanların anında iyileştirmelerinin temel beyin dalgası frekansıdır.
Hindular, Budistler ve birçok Batılı, çok bilinen “Om” veya Sufi sözcüğü “Hu” yu söyleyerek beden – zihni armonize eder. Bu sözcükleri başkalarına nasıl seslendirdiğimiz yerine, sevgi dolu, ilahi enerjinin hissine odakladığımız zaman, bu sözcüklerdeki sesli (ünlü) sesler enerjiyi karın, kalp – akciğer ve kafatası boşluklarında dolaştırır.
Seslendirmenin ve tonlamanın anahtarı o anda var olmaktır.
İşte kadim Mısır’dan gelen güçlü bir seslendirme. Bu, Edgar Cayce tarafından trans halindeyken alınmıştır ve Cayce’nin kurduğu ARE Vakfının yayınladığı ‘Köprü olarak Müzik’ küçük kitabında açıklanmıştır.
Konuşmalarım ve workshoplarım sırasında insanlardan bu seslendirmeyi söylemelerini istiyorum ve daima söyleyenlerin derin meditatif hallere taşıdığı güzel armonik yüksek tonları işitiyorum. Cayce, bu özel seslendirmenin bizi ilahi olana ve ilahi olanı kendimize çekme yeteneğimizi uyandırdığını söyledi. Sizin için işe yarayıp yaramadığına bakın!
Kendinizi sevginin kutsal çemberiyle sarmalayarak ar-ar-r-r–i-i-i–o-o-o—mmm ‘u söyleyin. Pelvisinizi (leğen kemiğinizi) ve göbeğinizi bu zengin, rezonans “ar-ar-r-r” ile doldurun ve solar pleksusunuzda tüm bedeninizi “iiiiiiii” ile doldurun, nefesinizi yukarıya doğru çekin ve kalp ve boğaza “oooooooo” sesini yönlendirin, sonra beynin tabanına ve merkezine “uuuuuuuuu” yu seslendirin ve alına ve beyninizin ön lobuna “mmmm”ı seslendirin. Bu en son ses titreşimini başınızın kemiklerinde hissedersiniz.
Eğer bir süre bu seslendirmeyi sürdürerek oturursanız, beden – zihninizden akan ruhsal sevgi akımlarını hissedersiniz ve bir huzur nehri sizi mükemmel sevginin Birliğine taşır. Sevdiklerinizi ve Dünya’nın insanlarını gözünüzde canlandırarak, huzurunuzu ve şifanızı paylaşın.
Neşe Birliğe giden bu yolların doğal sonucudur, çünkü burada her şeyi mükemmelliğini hissediyoruz ve İlahi Olanla bir olduğumuzu biliyoruz. Tüm acılar, kayıplar ve üzüntüler Tanrı’nın Işığına ve Sesine doğru olan bu yolculukta azalıp yok olur. Bu aydınlanmış Birliğin güzel müziğinde, gerçekten ait olduğumuz yerimizde, yuvada, özgürlük ve neşenin kanatlarında ebediyen süzülürüz.
Judith Pennington
|
|
|
Rehin |
Yazar: Neval Ercan - 09-08-2017, Saat: 19:28 - Forum: NOTLAR
- Yorum Yok
|
|
Telefon çaldı ve telefondaki ses sana şöyle söyledi:
– Çocuğun elimizde. Onu yeniden görmek istiyorsan şu, şu taleplerimizi yerine getireceksin.
Telefonu kapattığında ne yaparsın? Bundan kolay ne var, polise haber verirsin.
Peki ya, çocuğun elimizde onu yeniden görmek istiyorsan taleplerimizi yerine getireceksin diyen kişi çocuğu doğuran kişiyse ne yaparsın? İşte o zaman işler hiç de kolay değil. Hele hele talepleri, ölsem yine de kabul etmem diyeceğin şeyler se. Bir planının olması gerekli.
Annelik, babalık ne halt işlersen işle, sende kalacak ünvanlar değildir.
Anneliği, babalığı bir mertebe olarak hak etmeli insan.
Biyolojik doğuma katkı vermek meselenin sadece küçük bir kısmı.
Herşey asıl ondan sonra başlıyor.
Evladından 3 aydır ayrı tutulan bir baba olarak giriyorum bu Babalar Günü’ne. Onu şöyle özledim böyle özledim diyecek değilim çünkü kendi üzüntüne odaklanmak da bir bencillik türü.
Bahsi geçen bu çile, asıl evladın çilesi. Bizler ne acılar çekeriz, hepsi gelir geçer. Tshirt’lerini koklayarak özlemimi gidermeye devam ederim. Sorun, evladın mutsuz olduğunu ve güvende olmadığını bilmenle ortaya çıkıyor. Çünkü onlar gelişim halinde. Yanlış koşullarda, yanlış gelişim gösterirler ve bu, sonradan telafisi imkansız durumlar yaratır.
Babanı arayacak olursan iPad’ini kırarız demişler. Bu yüzden açamıyorum baba sen beni aradığında dedi. Eski Türk filmlerinde üvey anne figürleri vardı. O geliyor insanın aklına. ‘Ben seni tatillere götüreyim, sen git babanı sev. Babam da babam de. Nankör!’ Bu da Türk filmlerinde zengin annenin elinde sigarayla çocuğuna bağırma sahnesi değil. Kulaklarla duyulmuş, yaşanmış bir sahne. Çocuğu ayaklarından tutup bağırta bağırta çeken o kişinin, daha sonrasında defalarca ‘Beni neden sevmiyorsun?’ diye sorduğunu kulaklarımla duydum. Gerçekten anlamıyordu.
Toplumumuzda oyuncak alarak, gezdirerek çocuklarının sevgisini kazanacağını zanneden insanlar var. Çocuk psikolojisi kitaplarına da gerek yok. O kadar Türk filminde işlendi bu konu, gene mi ders almadınız? Çocuklar kendisini kimin saf ve beklentisizce sevdiğini, kimin sevmediğini anlayabiliyorlar. Kendi evladımdan örnek vereyim. Doğduğunda hepimizi tanıyordu. İçerideyken, kimin kendisinden ne beklentisinin olduğunun fotoğrafını çekmiş olarak dünyaya gelmişti. Herkese ona göre ayrı davranışlar sergiliyordu ağzında emziğiyle.
Çocuğuna yaptığın şartlı iyilik her ne ise onu rüşvet olarak verdiğini biliyor içinde. Verdiğin çikolatayı yemesi seni yanıltmasın. Kalbine giden yol mideden geçer reklamlarına aldanma. Kalp hastalıklarına giden yol mideden geçiyor olabilir. Ama sevginin yolu hiçbir menfaatten geçmiyor.
Oğlum diyorum. Seni şuraya götüreyim. Hadi buraya gidelim. Hafta sonumuzu gezerek geçirelim. Hayır baba lütfen eve gidelim. Evde BERABER oyun oynayalım… Evler, arabalar, bahçeler, havuzlar… Biliyorum ki, biz onunla bir çadırda bile yaşasak bu onu dünyanın en mutlu çocuğu yapmaya yeter. Koşullarımız ne olursa olsun, bunun ona olan sevgimi değiştirmeyeceğini biliyor. Bitti.
Bebeklerin,
annelerinin karnındayken şuursuz canlılar olduğunun zannedilmesi,
Tanrı’nın küçükleri büyüklerden korumak için aldığı bir tedbir aslında.
Bak diyolar ona.
Burada sessizce dur ve izle.
Gideceğin ortam burası.
Dünyanı öğren.
Velilerini tanı.
Ve kendini ona göre savun.
En son okul müdürünün odasında gizlice görüştük çocuğumla. Ona sarıldım ve onu bulacağımı söyledim. Bu görüşmenin ertesi günü babasından 500 km uzakta bir yere götürüldü, orada yaşamak üzere.
Kitap çıktıktan sonra sadece kendi çocuğum için değil, bu durumdaki tüm çocukların kölelik çilesini giderecek bir hareket başlatacağım. İstismar dışardan gelirse çözüm kolay ya içerden gelirse?
Çocuk 2 yaşında, Babaaaa diye boynuma var gücüyle sarılmış bir halde çığlık çığlığa ağlıyor. Baba bırakma beni! Diğer tarafta da bir kadın, ayaklarından yakalamış çocuğu, var gücüyle kendine doğru çekmekte. Gel çok eğleneceğiz, tatile gidiyoruz diyor gülen bir yüzle. Komşular bir çocuğun ağlama sesine balkona fırlamışlar. Sokak bir çocuğun hıçkırıklarıyla inliyor. Gören herkes ağlıyor. Bir kişi hariç. Ana yüreği.
O gözler bunları ve daha neleri gördü, yaşadı.
Toplumumuzda kendilerine emanet ettiğimiz çocukların Velayet belgelerini, Kölelik belgesi olarak gören ve bunu çıkar kapısı yapmak isteyen insanlar var. Çocuğuna olan sevgini, bir zaaf olarak algılayan, çocuğunu rehine olarak kullanarak sana istediğini yaptıracağını zanneden insanlar var. Kabul etmeyeceğini bildiği halde buna devam ediyorsa, geriye tek bir ihtimal kalıyor. Kendi çocuğundan intikam alıyor.
Bizler anne-babayız.
Bizler çocuklarımıza vericileriz.
Birbirimize bu sözü verdiğimiz için ana baba olduk.
Onlar da kendi çocuklarına verecekler.
Bu zincir böyle ilerleyecek.
Biz almak üzere çocuk büyütemeyiz.
Kendimizi mutlu etmek için çocuk sahibi olamayız.
Biz mutlu edebilmek için çocuk getiririz dünyaya.
Ancak bunu başarırsak o zaman mutlu olabiliriz.
Onu mutlu edebilirsek.
Anne baba olmak elbette çocuğuna paspas olmak da değil. Senin kendi mutluluğun da önemli. Çocuğundan sonraki sırada da o olmalı. Ve fakat kendini mutlu etmen kendi sorumluluğun, çocuğun değil. Kendi kişisel hayatını yoluna koyman la ilgili.
Toplumumuzda, kendi çocuklarını kıskanan insanlar var.
Onun gördüğü sevgi, kendi sevgisizliği ile çarpıştığında ortaya çıkan bir dram bu. İnanması gerçekten güç ancak bu insanlar varlar. O filtreli fotoğraflardan ayırt etmek zor. O insanın hikayesini bilmen lazım. O fotoğrafı paylaşma ihtiyacını doğuran hikayeyi bilmen lazım.
Genç Anneler ve Babalar.
İçinde olduğumuz çağ, hiçbir çağda olmadığı kadar boşluk hissiyle dolu. Ve sakın ama sakın, içinizdeki boşlukları doldurmak için çocuk getirmeyin dünyaya. Bencillik çünkü bu. İçimizdeki bencil çocuğu bir kere o boşluğa yerleştirdi mi, oradan onu bir türlü çıkartmak istemiyor.
Çocuklar mutluluk aksesuarı değildir.
Çocuk bir misyondur.
Karşılığında sadece sevgi bekleyebilirsin.
Ki ergenleştiğinde o sevgiyi geri alabildiğini dahi göremeyebilirsin.
Yine de görevini sevgiyle yapmaya devam edersin.
Mutsuz ve amaçsız dünyana, bir mesih olması için çocuk doğur-t-amazsın.
Hiçbir çocuğun babasını/annesini mutlu etmek,
onları yükseltmek,
onları bir yerlere getirmek,
onlara sevgi pili olmak,
onların gururunu okşamak gibi bir misyonu olamaz.
Bunun adı Genetik Kölelik’tir.
Facebook ta anne oldum, baba oldum diye sevinç içinde paylaşım yapan güler yüzlü birilerini gördüğümde hoşuma gidiyor.
Hele bir de çocuğun fotoğrafı da görünüyorsa daha da hoşuma gidiyor.
Pozitif bir enerji.
Fakat içimden de hep şunu diyorum.
Hayır.
Sen anne/baba adayı oldun.
Anne/baba olup olamadığını bize çocuğun söyleyecek.
Doğurgan / Doğurtkan olma aşamasını geçtin sadece.
Ama tabi ki sevinmekte haklısın.
Dünyanın en güzel çilesine hoşgeldin.
Yazmayı istediğim o kadar çok şey var ki.
Bu Babalar Günü ve bu yazı, bir milat olsun çocuklarımızı özgür çocuklar olarak yetiştirebilmemiz için. Son gördüğümde evladıma söylediklerimi paylaşarak yazıyı bitirmek durumundayım şu an:
“Oğlum,
Havada karanlık bulutlar var.
Bu karanlık bulutlar, insanların içine giriyor
ve onları yanlış yolda yürüyen insanlara dönüştürüyor.
Özünde herkesin içinde iyi bir insan olsa da,
Bu kötü bulutlar o insanlara birbiri ardınca yanlışlar yaptırıyor,
onlara doğruyu değil yalanı konuşturuyor,
sinirli, sevgisiz insanlar haline getiriyor.
Peki bu bulut, en yakınındaki insanların içine girdiğinde
biz ne yaparız?
– Ne yaparız baba?
Biz itiraz ederiz oğlum.
Biz, seninle yanlış olan herşeye itiraz ederiz.
Kabullenmeyiz.
Dışavururuz.
Mutluluğumuzu da mutsuzluğumuzu da belli ederiz.
Sen bir çocuksun.
Sen bir köle değilsin.
İstemediğin bir yemeği yemen gerekebilir.
Ama istemediğin bir hayatı sana kimse yaşatamaz.
Ben yaparsam bana da itiraz etmelisin.
Bu karanlık bulutla karşılaştığında içindeki sevginin gücüne güven.
Konuş.
Anlat.
Başını eğmeden, yüzünü asmadan.
Bıkmadan, yorulmadan, beni dinlemiyor demeden anlat.
Bil ki en son anlattığında anlayacak.
Sen benim canımın merkezisin.
Sen bunları yaptığın sırada
senin özgür bir çocuk olman için ben üstüme düşenleri yapıyor olacağım.
Bunu birlikte başaracağız.
Sen hiç merak etme.
Seni uzaya bile götürseler ben seni bulurum.
Canım oğlum.”
B. özdemir
Çocuklarınız sizin çocuklarınız değil,
Onlar kendi yolunu izleyen Hayat'ın oğulları ve kızları.
Sizin aracılığınızla geldiler ama sizden gelmediler
Ve sizinle birlikte olsalar da sizin değiller.
Onlara sevginizi verebilirsiniz,düşüncelerinizi değil.
Çünkü onların da kendi düşünceleri vardır.
Bedenlerini tutabilirsiniz,ruhlarını değil.
Çünkü ruhları yarındadır,
Siz ise yarını düşlerinizde bile göremezsiniz.
Siz onlar gibi olmaya çalışabilirsiniz ama sakın onları
Kendiniz gibi olmaya zorlamayın.
Çünkü hayat geriye dönmez,dünle de bir alışverişi yoktur.
Siz yaysınız,çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Okçu,sonsuzluk yolundaki hedefi görür
Ve o yüce gücü ile yayı eğerek okun uzaklara uçmasını sağlar.
Okçunun önünde kıvançla eğilin
Çünkü okçu,uzaklara giden oku sevdiği kadar
Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever
Halil Cibran
|
|
|
İlahi Nizam ve Kainat’ı Anlamak |
Yazar: Magnetho - 09-08-2017, Saat: 17:20 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Bu yıl içerisinde bir kitap, raflarda yerini aldı. Yayınlanan yüzlerce kitaptan bir farkı vardı, çünkü elli dört yıldır yayınlanmak için noter ve banka kasalarında bekletiliyordu. Bedri Ruhselman tarafından düzenlenen İlahi Nizam ve Kainat için artık zaman gelmişti…
Orijinal metnin Günümüz Türkçesi’ne uyarlanmış şekli olan kitap, insanların tekamül ihtiyaçlarına cevap verebilecek şekilde vazifelileri tarafından dünyaya verildiği önsözüyle daha da esrarengiz bir hale geliyor. Birçok kişi için oldukça ağır ve karmaşık gelebilecek olan bu eserin temel kavramlarını anladığımız ölçüde ve dilimiz döndüğünce aktarmayı arzu ettim.
Ezberlerinizi bozmak ve basmakalıp bilgilerinizi değiştirmek için İlahi Nizam ve Kainat adlı bu eseri okumalı ve anlamaya çalışmalısınız.
Bu kitapta aşina olduğunuz birçok kavramın derin manalarıyla karşılaşacak ve yüzleşeceksiniz. Hemen birkaçını sıralamak gerekirse; Madde, Varlık, Ruh, Beden, Tekamül, İnsan, Vicdan, Zaman, Kader… Hepsi bildiğinizi sandığınız, fakat bildiklerinizden çok daha farklı ifade ve anlatımlarla dolu… Ve tabii bir de, Kainat…
Herkes kendi idrak ve bilgi seviyesince okuyacak, anlamaya çalışacak ve anlayacaktır. Sonsuz tekamül yolculuğunda önemli bir kaynak olan bu kitap için bir nebze ışık tutabilirsek, ne mutlu bize…
Madde nedir? Kitap, bu tanımla açmaya başlıyor sayfalarını. “Madde, bütün tesirlere zemin oluşturan ve çeşitli oranlarda bu tesirlere cevap veren bir unsurdur.” Bu tesirlerin neyin nesi olduğuna bakacak olursak; “Tesirler, evren dışı hakikatlerin maddeye yansımış durumlarıdır. Bütün bu tesirler, evreni baştan başa ve hiçbir insan idrakinin kavrayamayacağı karışık bir ağ halinde sararlar.”
Kitaptaki ifadesiyle insan idrakinin almayacağı, bütün hal ve şekillerden soyutlanmış olan maddeye ise “Amorf Madde” veya “Asli Madde” denilmektedir. Maddenin bünyesi ile ilgili olan iki temel unsur bulunmaktadır: “Düalite İlkesi” ve “Değer Farklanması Mekanizması.”
İster maddeden, isterse duygulardan bahsediliyor olsun, her şeyde bir zıtlık, bir ikilik vardır. İyilik – kötülük, güzelik – çirkinlik, yaşlılık – gençlik, dişilik – erkeklik gibi örnekler çoğaltılabilir. Kitap, hayatın baştan başa düalite ilkesi ile ona bağlı olan değer farklanması mekanizmasının gözlemlenmesinden ibaret olduğunu ileri sürüyor. Değer kavramı ise bir maddenin zıtlıklarından birinde dışarıdan gelecek etki ve tesirlerle artma veya azalma olması olarak ifade ediliyor. Madde kavramı detaylı olarak irdeleniyor ve madde ile ruh bağlantısı aktarılıyor. Ayrıca ruh ve evren arasındaki karşıtlık ilişkisi ise ayna sembolü üzerinden örneklendirilerek, evren üstü hakikatlerde dünyamıza özgü zaman ve mekan durumlarının olmadığının altı çiziliyor.
Alıntı:Ruhun tekamülünün bir sınırı yoktur, yani sonsuzdur. Bu da, ruhların asli ilkeye hiçbir zaman erişemeyecekleri savını ortaya sürmektedir.
Kitapta asli ilkeyle ilgili anlatımı aynen nakletmek gerekirse: “Ruhların asli ilkeye erişememelerini zorunlu kılan etken ise her şeyin üstünde ve bütünlerin bütünü olan her şeyle en ufak bir ilişkisi bile söz konusu olmayan, akıllara, hayallere, hislere girmeyen, hiçbir isimle ifadesi mümkün olmayan, – yalnız burada büyük bir zorunluluk içinde – hiçbir işaretini düşünmeden, bir dünya kelimesi ile anacağımız ‘Allah’ın, erişilmezliklerin erişilmezliği zorunluluğudur.”
Varlıksa hizmetinde bulunduğu bir ruhun evrendeki temsili bir görünüşüdür. Ruh ortadan kaybolduğunda ona ait olan görünümler de silinmiş olacaktır. Beden ise bilince sahip olan bir maddeden başka birşey değildir. Zira ruhun yapabileceklerinin sınırının bağlandığı bedenin beyin ve sinir sisteminin olanaklarına bağlı olması bundandır. Kitap, tüm bu hususları açıklamaya çalışırken bunu dünya kelimeleri ve kavramları ile yapmaya çalıştığını da okuyucularına hatırlatıyor. Örneğin, bildiğimiz madde ve elementlerden çok daha başkalarının var olduğu, fakat insanın şu anki idrak seviyesinin bunları anlamaya yetmediği gibi…
Bu noktadan itibarense kitabın ana teması olan Tekamül kavramına değinmek isterim. MTİAD’ın tanımlaması şöyledir. “Tekamül; ruhların madde evrenindeki görgü ve deneyimini arttırarak, şuurunu ve bilgisini genişletmesidir.” Yani kısa ve maddi insan hayatında bilinç ve idrak seviyesinde ileri bir aşamayı amaçlayan bir yoldur bu.
Bütün varlıkların amacı tekamül etmektir. İnsanın da, ölüm denilen alt ortamdan üst ortama geçene kadar dünyadaki görevlerini layıkıyla yerine getirmesi ve hep vicdanının sesiyle hareket etmesi onun için faydalı olacaktır. Çünkü dünya hayatında insana bahşedilen vicdan melekesi onun tekamül yolundaki en güçlü dayanağıdır.
İlahi Nizam ve Kainat’ın satırları arasındaki derin manaları ve bilgileri keşfetmeyi ve anlamaya çalışmayı değerli okurlarına bırakıp, sözü evrenlerin en muazzam sözcüğü ile tamamlamaya çalışalım. Sevgi ile…
Sevgi kavramını da, yine sadece dünya hayatıyla ve dar anlamıyla düşünmemek gerekir. Her şeye karşı sevgi duyulabilir. Bitkilerin güneşe karşı dönmeleri bile bir sevgi çekimidir. İnsan hayatında ise sevgi olmasaydı, öz bilgiyi kazanma ve vicdan mekanizmasının çalışması pek mümkün olmayacaktı. Sevgi öyle birşeydir ki, sevgi dolu insanların bedenlerinden pozitif bir titreşim çıkarken, diğer insanlardansa nefret ve antipati duygusu titreşimleri salınır. Kıskançlık, bencillik, gurur gibi duygular sevgiyi zehirlerler. Kitapta açıkça belirtildiği üzere insanların dünya hayatından sonra girecekleri yarı süptil alemin hazırlayıcı aracı da, sevgidir…
İlahi Nizam ve Kainat, dünya hakkında alışılagelmişin dışında pekçok bilgiyi naklederken dünya sonrasını ve tekamül yolculuğunu da anlatıyor.
Kitabı düzenlemiş olan Dr. Bedri Ruhselman, ülkemizde deneysel yeni-ruhçuluğun kurucusu ve ruhlarla temas akımının başlatıcısıdır. Kendisinin pekçok farklı ruh ile iletişime geçerek ve onlardan aldıkları bilgileri düzenleyerek bu kitabı oluşturduğu sanılmaktadır. Ancak kitapta yüksek vazifeliler olarak adlandırılmış olsa da, ileri boyutta olan ruhların bu gibi ruhsal seanslarla bilgi verdikleri ve gidişata etki ettikleri tartışmaya açıktır. Ancak bunlar, dünyada bulunmak veya burada bedenlenmek zorunda olan ruhlar olabilirler.
İlahi Nizam ve Kainat, moleküler biyolojiden teolojiye kadar birçok kapıyı aralıyor. Ayrıca içerisinde üstü kapalı bir şekilde ifade edilen bilgiler de barındırıyor. Ancak okunması ve anlaşılmaya çalışılması gereken bir kitap olarak, sizlerle buluşmayı bekliyor…
Kaynak:indigodergisi
|
|
|
Kendini arayan gizem: Büyük sırrın 5 perdesi |
Yazar: Magnetho - 09-08-2017, Saat: 17:16 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Zihinler hep O’nu aradı. ‘O’ hiçbir zaman bulunamadı. Kalpler hep onu sakladı. Tüm bilinenlerin ötesindeydi. “O” olmadan asıl gerçek şekillenemezdi. Otuz kuşun Kafdağı’nın ardında aradığı Simurg oydu.
Simyacıların “Filozof Taşı” oldu kimi zaman. Sufi’nin derin aşkıydı o sıkı sıkı saklanan. Kimi zaman ise ezoterik bilgelerin esrarengizliğinde kaybolan. Aklın, işte “tam kavrıyorum” dediği an! Kavranamayan ve kurnazca kaçan yine oydu. İdealar aleminin yaramaz çocuğuydu. Kuantumun anlatmaya çalışıp ta bir türlü anlatamayışının sorumlusuydu. Arayış ise hep devam etmekteydi. Kendini arayan gizemin sonsuz hikayesiydi.
Büyük sır neydi? Zümrüdü Anka neredeydi ve kimdi?
Bildiğimiz her şey kocaman bir yalan olabilir mi? “Var” olduğumuza gerçekten emin miyiz? “Var”lığın kesin delillerine sahip miyiz? Zihnimiz kendi sınırlarını niçin bedeni ile çiziyor? Tüm hayatımız zihnimizdeki düşüncelerden ibaret olabilir. Zihnimizi beden illüzyonundan kurtarabilirsek eğer bedenimiz madde evreni olarak tanımladığımız her şey olabilir mi? Algıladığımız her şey aslında biz miyiz? Madde dediğimiz her yapının hammaddesi atom altı düzeyde aynı değil midir? Bilindiği üzere her madde enerjidir. Enerji hal değiştirir, yoğunlaşır ve seyrelir. Bunlar an’da enerjinin yaşadığı değişimlerdir.
Kendini arayan gizem neydi? Büyük sırrın 5 perdesi
Ateş yakar, su boğar. Demir serttir, hamur ise yumuşak. Kurallarımız ve tanımlarımızla sınırlarını çizdiğimiz bir dünya. Ateşin yakmayabileceği ve demirin hamur gibi bükülebileceği zihin kabullerimize terstir. Mekan ve zaman algısıyla birlikte bu kabullerde kendilerini gerçekleştirir. Zihnimiz belli bir mekanda ve belli bir zamanda faaliyet gösterdiğine inanır. Bu inanca iyice bağlanır.
Zihnimiz tüm zaman ve mekanları kapsıyor yada kuşatıyor olabilir mi? Nelerin farkındayız? Nelerin farkında olmayabiliriz? Zihnimiz hayal gücümüze ne kadar izin veriyor? Maddeler, zihnimizin kalıplaşmış düşünceleri olabilir. Zihnimiz eserlerini değiştirip yeni şekiller ortaya koyabilir. Zihnimiz niçin rüyasını bu şekilde şekillendiriyor ve niçin kendimize bu şekillerle hangi mesajı vermek istediğimizi anlayamıyoruz?
Tibet mandalalarının anlatmak istediği şey acaba gerçekten kainat mı?
Ya da Anlatılan kainat bizim zihnimiz mi? Bitmeyen sorulara bitmeyen cevaplar arama süreci devam ediyor. İnsan bulduğu her aydınlığı işte şimdi tamam zannediyor. Aydınlıklarda zamanla köreliyor ve ışık peşinde koşan gölge böcekler gibi üzerine atlamak için ateşler arayıp duruyor. Zaman hem geçiyor hem de geçmiyor. Nereden bakarsan farklı şekilde görünüyor. Tüm bakışların üzerini örten sıkı perde nedense ısrarla ışık geçirmiyor. Zamanın efendisi ve mekanın sevgilisi yüce ruhlar artık biliyor. Bütün bu illüzyonları terk etme vakti geldi. Artık onlar gidiyor!
İlk perde: Her şey
“Her şeyin özü her şeydir. Her şey her şeyde bulunur.” Simya, çıkış noktası olan bu bilgi sayesinde modern bilimin temellerini atan disiplinlerden birisi olmuştur. Kimyada ve metalürjide kullanılan bir çok işlem ve madde simyacılar sayesinde keşfedilmiştir. İnsanoğlunun yaklaşık olarak 2500 yıldır bu disiplinle uğraştığı bilinmektedir.
Doğanın esrarını çözme yolunda hem ruhani hem de felsefi bir başlangıcı olan simya disiplini ilk dönemlerinde içerisinde mistisizm, spiritüalizm, kimya, metalürji, fizik, tıp ve sanatı barındıran çok geniş bir yelpaze gibiydi. Eski Mısır, İran, Mezopotamya, Hindistan ve Çin gibi birçok uygarlık bu disiplinle ilgilenmiştir. Batıda, Hermes Trismegistus’a kadar uzanan felsefi, mistik ve spiritüel bir başlangıcı olmakla birlikte erken modern dönemde yavaş yavaş kimya bilimine dönüşmeye başlamıştır.
Simya denilince ilk akla gelen kurşunu altına çevirme çalışmaları ve ölümsüzlük iksiridir.
Sir İsaac Newton ve Robert Boyle da simya ile ilgili çalışmalar yapan kişilerdendir. Bu gibi kişiler simyanın kimya olması yönünde şüphe esası ile birlikte ve deneylerle madde doğasını anlamaya ve fizik evreni açıklamaya çalışmışlardır. Simyacılar her türlü madde dönüşümünde değişip dönüşmeyen bir “öz” olduğuna inanmışlardır. Ortaçağın karanlığında Avrupalı simyacılar tüm dönüştürme çalışmalarında kullanabilecekleri efsanevi “Filozof taşı”nı aramışlarıdır. “Filozof Taşı” nesnelerin cevherinde değişiklik meydana getiren taştır. Filozof taşının ilk ortaya çıkışı zannedildiğinin aksine altın merakından değildir. Filozof taşı kişiyi simgelemektedir. Bireyin ruhunda gerçekleştireceği değişim ile bakır gibi olmaktan kurtulup altın gibi değerli bir varlık olacağı kastedilir. Bireyi altına döndüren, bireyin kendi taşıdır. Kendisi taşımaktadır. Dışarıda taş aramak çok yanlıştır. Her insan başlı başına filozof taşıdır. Felsefeye inancı olmayanlar bu taşı asla bulamayacaktır.
İkinci Perde: Varlık Felsefesi
Felsefenin temel konulardan birisi “Varlık Felsefesidir”. Varlığın, gerçekte mi yoksa düşüncede mi var olduğu filozoflar tarafından araştırılmış ve tartışılmıştır.
Varlık sorunu aslında hiçbir zaman filozoflar arasında popülaritesini kaybetmemiştir. Var olmanın anlamı, varlık şartları, var olmanın değeri ve var olmanın ötesi ve varlığın özü gibi konular felsefe dünyasında hep yer bulurlar.
Thales’ten Demokritos’a Anadolu’da yaşamış olan filozofların genel görüşü varlığın yaratılmadığı ve zamanın her anında ezeli ve ebedi bir varoluş içinde olduğu, “Yok” tan “Var” olunamayacağı ve “Var”dan da “Yok” olunamayacağı ve tüm varlığın ilk şekille var olduğu ve bu ilk şeklinde her şeyin özünde bulunduğu ve ilk şeklin değişip dönüşümleri ile varlığın farklı ve çokluk olarak göründüğü şeklindeydi.
Filozoflar daha sonra bu ilk şeklin arayışına giriştiler. İlk şekil su muydu yoksa ateş miydi yoksa zerre miydi? Yoksa ilk şekil ya da öz iki ayrı dünyada farklı farklı hallerde miydi? Platon, idealar evreni ve fenomenler evreni olarak iki evren kabul eder. İdealar evreni düşünceler evrenidir. Maddi evren değildir. Gerçektir ve duyu organlarıyla algılanamaz. Akıl ile kavranır. Fenomenler evreni ise içinde yaşadığımız evrendir. İdealar evreninin gölgesidir. Nesneldir ama gerçeklikten yoksun sanal, illüzyon evrendir. Fenomen evren algılanır. Algıların algıladıkları gerçek değildir ve birlikten yoksundur.
Üçüncü Perde Varlık Birliği
Tasavvufun “vahdet-i vücut” öğretisinde ise “varlık birdir”. Hakkın vücudundan başka bir varlık yoktur. Tüm var gibi görünenler onun tecellisinden ibarettir. Tecellide var gibi görünenler onun varlığının gölgesinden ibarettir. Onun; kendi kudreti ile kaim oluşu onun gerçek varlık olduğuna, onun kudreti ile kaim olan tecelliyatın var gibi görünmesi de gölge olduğuna delildir. Gölge ile asıl olanda birdir. Var olan tek varlık o olduğu gibi ondan gayrı bir vücutta düşünülemez.
Şeyh-ül Ekber Muhyiddin-i Arabi “Mirat-ül İrfan” isimli kitabında şöyle söylemektedir:
Yüce Allah , öyle bir varlık idi ki: Onunla beraber bir şey yok idi.. Şu anda dahi öyledir. Vahid..Yani Birinci.. Ama sayı ve hesap ile değil. Yüce Allah , zatında ve sıfatında münferittir… Ama, bir ferdaniyet mefhumunu düşündürecek belirti olmadan…
O, isim ve müsemmadan terkib edilip bir araya gelmiş de değildir. Çünkü; isim de, müsemma da odur! İsim onun gayrına mal edilemez. Çünkü; Onun gayrı diye bir şey yoktur. İşbu sebepten; isim de müsemma da odur! Evvel odur. Amma bu evveliyet için bir başlangıç düşünülemez.. Keza ahir de odur!
Ama bu ahir için bir bitiş tevehhüm eylenmesin. Yani; Bitiş diye bir şey yoktur! Aynı şekilde zahir de odur! Ama şöyle veya böyle; diye bir zuhur vasfını tabir de mümkün değildir. Keza batın da odur. Yani; Gizli… Ne var ki ; bu gizliliği de anlatmak için herhangi bir vasfa büründürmek mümkün değildir.
Taayyünatın, yani; Herhangi bir şeyin kendi başına oluşu ve başkasına benzeyiş şekillerinin tümü odur! Varlığın ilk harfi, keza odur! Yani Varlığın başlangıcı… Keza sırrın başlangıcı da ona varır. Aynı şekilde ahirin, yani; Sonun harfi de yine odur! Onunla başlar… Yani; Onun baş harfi ile… Böylece ahirin de sırrı o olmuş olur. Muhyiddin Arabi monopol oyununun atası olan “Satranc-ı Urefa” adlı oyununda: “Bir” e ulaşan yolda, zillet ve visal arasındaki 101 basamaklı bilinç yükselişini anlatmıştır ki bu oyun kendi icadıdır ve öğrencilerinin eğitiminde kullanmıştır.
Dördüncü Perde: Kozmik Bilinç
Ezoterik öğretilerde ise varlık “bir” olarak tanımlanır ve “bir” den başka bir varlığın olmadığı öğretilir. Halka açıklanmayan bu öğretiler belli bir grup içinde ve sembolizm ile aktarılmıştır. Varlığın birbirine zıtmış gibi görünen iki hali yani “mutlak varlık” cephesi ile “Göreceli varlık” cephesi aynı şeydir. Bu zıt yapılar daima birbirlerini tamamlar ve dönüşüm sonsuzda sonsuz kez gerçekleşir. Bireysel bilincin zannettiği gibi kimlik göreceli varlığın taşıdığı ve ölünce bıraktığı vücut yada zihin değildir. Kozmik bilinç ölümden etkilenmeyen benliğimizdir. Aydınlanma kozmik bilince ulaşma ile gerçekleşir. Ezoterik bilgelik kendini bilme yoludur. Kendini bilmek en büyük erdemdir.
Beşinci Perde: Kuantum Kuramı
Kuantum fiziğinin temelleri, Max Planck, Albert Einstein, Niels Bohr, Werner Heisenberg, Erwin Schrödinger, Max Born, John von Neumann, Paul Dirac, Wolfgang Pauligibi bilim adamları tarafından atılmıştır.
Kuantum Fiziğinin temel kavramları;Belirsizlik ilkesi, anti madde, Planck sabiti, kara özdek, dalga kuramı, nicem alanları, olasılık teorisi, kaos teorisidir. Klasik fiziğin kara cisim ışıması, tayf çizgileri, foto-elektrik etki gibi bir takım olayları açıklamada yetersiz kalması sonucu gelişim göstermiştir.
Kuantum kuramı bizim algıladığımız dünyadan çok daha farklı bir dünya görüşü ileri sürmektedir.
Bu görüşler klasik mantık ile değil zıtlıklar mantığı (diyalektik) ile anlaşılabilir. Zannedilenin aksine varlıklar aynı anda hem parçacık hem de dalgadır. Aynı şekilde süreklilik ve süreksizlikte aynı anda varlıkta mevcuttur ve varlık hem sürekli hem de süreksizdir.
Bir parçacık aynı anda iki farklı noktada bulunabildiği gibi aynı anda hiçbir yerde de olabilir. Kesin sınırları çizilemeyen bir kuramdır. Bağımsız parçacık tanımı kuantumda geçerli değildir. Parçacıklar aynı anda diğer tüm parçacıklara bağlı olduğu gibi hiçbirine bağlıda değildir.
Her türlü olasılığın aynı anda ve her tür tanımlamada vücut bulduğu kuantum kuramı bizlere sonsuz olasılıkların sonsuz bir şekilde ve aynı anda olduğunu ve o an hem var hem de yok olduğunu anlatan ileri bir bilgidir. Kuram, zamanı sürekli olarak değil “an” olarak ifade eder. Her an yeni bir oluşum ve farklılık vardır. Gerçek, an’ın gerçeğidir.
Mutlak gerçek an’da gizlidir ya da mutlak gerçek yoktur. Anda her ikisi de mevcuttur. Kesin olarak tanımlanamayan bir enerji ağı vardır. Bu ağın sabit sınırları çizilemez. Bu ağ tektir. Devamlı değişen ve dönüşen bir ağdır. Her an farklı bir yapıda, farklı bir yoğunlukta titreşmektedir. Buradan hareketle şu çıkarımları yapabiliriz.
İnsan algıladıklarından ayrı bir varlık değildir.
Algıladıkları ve yanılgıya düşerek kendisinden ayrı olarak tanımladığı her şeyle aynıdır. Tek enerji ağıdır. Ayrı bir varlık değildir. Sonsuzla sonsuz bir bağı vardır. An’da yaşamaktadır.
Böylece kendini arayan gizemin seyri hep devam etti. Zaman geçti, sonsuzluk bir “an” olup geçmişi ve geleceği fethetti. Tüm bilinmezler bilindi ve bilinenlerden yeni bilinmezler üretildi. Varlık sonsuz kere takla attı öz ruhunda. Bilinçler mekanlara serildi kar tanesi kristalleri gibi. Gizemler unutulup gitti ve her bir gizem bir diğeri ile birleşti ve birlik olup “bir”i gerçekleştirdi sonrada kadim efsanelerle hiçbir zaman ayrılmamak üzere evlendi.
Kaynak:indigodergisi
|
|
|
Sonsuzluğa Toltek Bakışı: Şamanlık Bilinci |
Yazar: Magnetho - 09-08-2017, Saat: 17:09 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Toltek ya da şaman bilişinin temel öğesi enerjidir. Evrenin en ince ayrıntısı bile bir enerjinin ifadesidir. Bu enerjiyi dolaysızca görme edimi sonucu Şamanların ulaştığı bilgiye göre; tüm evren, aynı zamanda hem birbirine karşıt, hem birbirini tamamlayıcı çift güçlerden oluşur. Bu iki güce canlı ve cansız enerji adı verilir.
Gündelik yaşam dünyası; bizi biz yapan ya da yıkan bir şey olarak görülür. Savaş alanımız çevremizdeki dünya ile giriştiğimiz kavganın alanı değildir oysaki. Gerçekte savaş alanımız ufukta, belki de bizim düşünemediğimiz bir alandadır. Bu da insanın, insan olma biçiminden vazgeçtiği alandır.
Savaş Alanımız Sonsuzluktur
Farkında olmadan o alana doğrudur yolculuğumuz. O alanın adına sonsuzluk denilebilse de, tam ve gerçek tanım olmak konusunda eksiktir ne yazık ki… Sonsuzluk teriminin kelimesel olarak indirgenebildiği noktada, bizde algılanan her şey eksik ve yetersiz kalacaktır.
“Sonsuz” dediğimizde kişiselleştirmek durumunda kaldığımız şey; gerçekte kişiselleştirilemeyecek kadar indirgenemez bir olgunun kavramıdır.
Enerji bağlamında indirgenemez olması, sonsuzluğun; deneyimlenmesine engel değildir bir taraftan. Evrende akan enerjiyi akadurduğu biçimde görmek; bir varlığın ereceği doruk noktalardan birisidir.
Evrende akan enerjiyi aka geldiği şekilde görmek, şimdilerde tanımlanmış bir kavram gibi görünse de gözümüze; şaşırtıcı bir biçimde tahmin etmediğimiz kadar eski bir kavramdır. Meksika Şamanlarının çağlar boyunca geleneksel olarak aktarıp, bizlere kadar taşıdığı bir “biliş” olarak karşımıza çıkar tüm esrarıyla.
Şamanlık Bilişi
Toltek kelimesiyle özdeşleşerek günümüzde tanımlanan bu öğretinin içeriği; şaman kelimesi altında, Meksika kaynaklı bir aktarımdır.
Don Juan Matus adında Yaqui kızılderilisinin, Carlos Castaneda (C.C) adında bir insanbilim uzmanı kanalıyla bize aktardığı sıra dışı bu bilgi dizini, “Şamanlık Bilişi” adıyla tanımlanır.
C.C’nin; Toplumbilimin, Felsefenin, Antropolojinin, hatta dinin alanına girmeyen bir alan olarak tanımladığı Şamanlık Bilişi; doktora çalışması olarak yazılmaya başlanmıştır. 12 kitap ile sonuçlanan bu paylaşım, C.C’nın Don Juan ile geçirdiği uzun yılların sonucudur.
Kitap dizininin tamamı enteresan öyküler ve bilgiler içerir. Sıra dışılığı ile gerçek olup olmadığı tartışılan bu bilgi dizini; insana ve evrene bakış, sonsuzluğun tanımlanması bağlamında ilgi çekicidir.
Don Juan’ın Şaman Bilişi dediği bu biliş, Toltek uygarlığından iletile gelmiştir ona göre. Don Juan, kendisinin Toltekler’e uzanan soyunda, bu bilgileri atalarından çömezlik-ustalık yoluyla aldığını belirtmiştir.
Toltekler Kimdir?
Esrarengiz bir biçimde tarihten kayboldukları ileri sürülen Toltek Uygarlığı, Amerika uygarlıklarından birini oluşturan halk olup, Meksika’daki Aztek-öncesi üç kültürden (Mayalar, Toltekler, Olmekler) biri olarak kabul edilirler. Meksika topraklarında ilk insan topluluklarına ait izler, yaklaşık 20.000 yıl öncesine dayanır. Bıraktıkları eserlerin toprak üstüne çıkarılan kısmı; gelişmiş bir medeniyetin izlerini taşır ve özellikle yine karşımıza piramitlerle çıkan birtakım gizemler içerir.
Don Juan Matus, atalarının uyguladığı çömez-usta yöntemiyle C.C’ya Şamanlık öğretisini aktardığını belirtmiştir. C.C de bu bilgileri kitaplarla dünyaya anlatmıştır.
Şamanların erişmelerini hedefledikleri son aşama; çok basit bir tanımın içindedir…
Gerçekten ölecek olan varlıklar olmamız
Bu sebeple insanın gerçek mücadelesi başka insanlarla ya da dünyayla olan kavgası değil, sonsuzlukla olan mücadelesidir. Özünde bir teslimiyet olan bu kavga, sonsuzluğu kabulümüzle sona erir. Bizim yaşamlarımız sonsuzluktan çıkar, çıkmış olduğu yerde yani sonsuzlukta biter.
Kişiselliğimizin sınırlarını koruyabilmek için verdiğimiz tüm savaşlar, Şamanlık bilişinin içinde anlamsız kalır. Bütün uygar insanların gereksinmesi; bilinen dünyalarının sınırlarını korumaktır. Oysa bu sınırlar, kaçınılmaz bir sonla bir gün nihayete erecektir.
Toltek Bilgeliğinde Enerji ve Varlıklar
Toltek ya da şaman bilişinin temel öğesi, enerjidir. Evrenin en ince ayrıntısı bile bir enerjinin ifadesidir. Bu enerjiyi dolaysızca görme edimi sonucu Şamanların ulaştığı bilgiye göre; tüm evren, aynı zamanda hem birbirine karşıt, hem birbirini tamamlayıcı çift güçlerden oluşur. Bu iki güce canlı ve cansız enerji adı verilir.
Cansız enerji, farkındalıktan uzaktır. Canlı enerjinin titreşimsel durumu ise farkındalık adını alır. Yeryüzündeki tüm canlılar titreşimsel bir enerjiye sahiptirler. Titreşimsel bu varlıkların hepsine, organik varlıklar denir. Enerjinin bağlılığını ve sınırlarını belirleyen şey organizmanın kendisidir. Bir organizmaya bağlı olmaksızın titreşen canlı enerji toplamları da bir bağlılığa sahiptir ve bunlara inorganik varlıklar denir.
Canlı olmanın temel koşulu; evrendeki başıboş enerjiyi duyusal veriye çevirmektir. Basit bir indirgemeyle vericiden verileri alıp sese ya da görüntüye çeviren radyo ve TV gibi… Organik varlıklar, aldıkları bu enerjiyi bir tepkiye çevirerek bir açıklama dizgesi şekline dönüştürür. Bu da varlığın kendi evrenini oluşturan edimdir.
İnorganik varlıklar âleminde ise, dönüştürülen duyusal veri, onların âleminde bizim aklımızın alamayacağı yorumlar şeklinde gerçekleşir. O boyut bizim için tanımlanamaz durumdadır; dünyasal algımıza bağlılığımız gereği…
Duyusal verilerin açıklanma dizgesi, bizim bilişimizi oluşturur. Organik varlıkların tümünün kendilerine özgü ayrı bir bilişi vardır. Tüm organik varlıkların bağlı olduğu bir biliş noktası da Ortak Bilişi oluşturur. Şaman bilgeliği; bilişimize geçici olarak ara verebileceğimizi ve o anda evrendeki enerjiyi aktığı gibi görme edimini gerçekleştirebileceğimizi söyler. Bu görme; gözlerimizle gerçekleşmese de onlarla görüyormuş gibi dizgelenebilir.
Bu görme anında organik varlıklar; ışıklı toplara benzeyen enerji toplaşımları olarak algılanır. Bu ışıklı topların her biri bireysel olarak evrende mevcut olan bir enerji kütlesine bağlıdır. Bu enerji kütlesine karanlık farkındalık denizi adı verilir. Işıklı toplar; kendi ışıltılarından daha parlak olan bir noktalarından bu denize bağlanırlar.
Bu bağlantı noktasının adı Birleşim Noktası‘dır. Karanlık farkındalık denizinden gelen enerjinin algılanmasının bu noktada gerçekleştiği kabul edilir. Birleşim noktasında veriye dönüşen enerji, bizi saran dünya olarak yorum kazanır. İnsana, karanlık farkındalık denizinden gelen enerjiyi veriye çevirecek şekilde yeterlilik sunulmuştur.
Evrenin kendisi de sonsuza dek uzayıp giden ışıklı iplikçiklerden oluşmuştur. Işıklı telcikler birbirine asla değmeden uzayıp giden kütleler halindedirler. Herhangi bir kütleye odaklanma haline ise niyetlenme denir. Şamanlar göre; bütün evren bir niyet evrenidir ve anlakla eştir. Titreşimsel enerjinin en uç noktası, kendisinin farkında olan varlığın kendisidir. Evrendeki bütün potansiyel dönüşüm ve değişimler rastlantısal değil, titreşimsel enerjinin; enerji akışı düzeyinde yaptığı niyetlenmenin ürünüdür.
Hayatımızda var olan her kavram; niyetlenmemiz sonucu cereyan eder. Bizim bu satırlarda iletişim kurmamız için bilinçaltımızı ve bilincimizi kullanarak paylaşım yaratacak ortamı oluşturmamız da bu niyetlenmenin bir sonucudur. Aynı enerji kütlesini kullanarak ortak bilişte buluştuğumuz bir noktadır şu saniyeler.
Evrende akıp giden ışıklı telcikler, bizim birleşim noktamızdan geçecek biçimde yönlenirler. Birleşim noktası; Şaman bilişine göre bir tenis topu büyüklüğündedir. Sınırlı sayıda ışıklı telcik bu noktamızdan geçebilse de, yine de pek büyük bir sayıda enerji alanı o noktadan geçer. Enerji alanlarının birleşim noktasından geçerken çarpması sonucu oluşan gündelik yaşam bilişi; bütün insanlar için homojendir. Çünkü birleşim noktası, tüm insanlarda aynı noktada yer alır. Bu nokta; kürek kemiklerinin bir kol boyu gerisinde, ışıklı topun dış sınırına yakındır.
Toltek Bilgeliğinde Rüyalar
Meksika Şamanlarına göre, birleşim noktası; normal uyku, aşırı yorgunluk, hastalık durumunda yer değiştirebilir. Yeni bir konumdayken birleşim noktasından geçen enerji alanları demetinin duyusal veriye çevrilmesi de değişir. Bu durum yeni ve başka bir dünyanın algılanmasına yol açar. Bu yenidünyalar, gündelik yaşam dünyasından farklı, orada yaşanabilecek, ölünebilecek dünyalardır. Yaşadığımız dünyaya son derece benzeyen yönler taşımakla birlikte tanımlama aşamasında da değişik bir biliş getirir. Rüyalar; Şaman Bilgeliğinde bu yüzden çok önemli yer tutar.
Dünyasal bilişimizin dışına çıkarak yaşadığımız rüyalar, farkındalık arttırarak kontrollü olarak deneyimlenebilir. Rüyamızda rüyada olduğumuzu bilmemiz, bazen rastlantısal olarak yaşanır. Rüya bedenimiz diye tanımlanan dünyasal bedenden ayrı bir başka bedenimiz daha vardır. Bu bedene “Eş” adı da verilir. Özellikle daha erişkinliğe erişmemiş olduğumuz dönemlerde, yani dünyasal algı biçimimizin henüz kemikleşmediği dönemde rüyada olduğumuzun bilincinde olmamız çok daha rastlanır bir durumdur. Şaman Bilişine göre kadınlar, rüya konusunda erkeklere göre daha yetkin ve yeteneklidirler. Bunu kadınlara sağlayan şey de, istenç denilen güç merkezlerinin rahimlerine bağlı olmasındandır. Sonsuzluğa bakışta Toltekler için kadınlar; erkeklerden farklı yetenekler taşıyan çok önemli varlıklardır. Çünkü kadınlar, doğaları gereği; sonsuzluğa geçiş için açık birer kapıya sahiptirler.
Toltek bilgeliğinde rüya görme çalışmalarında, rüyada olduğumuzun farkına vardığımız anda ellerimize bakmamız önerilir. Bu öneri; rüya bedenimiz ile gerçek bedenimizin farkındalığını aynı noktaya bağlayabilmemizi sağlamak için yapılır. İlerleyen çalışmalarda ellerin ardından tüm beden ve bilincin rüyaya taşınması, dünyasal algının dışında var olan diğer bir dünyada kontrollü olarak yaşamayı getirir.
Farkındalık, herhangi bir kültürün buyurduğu algısal olasılıkların değil, insanın bütün algısal olasılıklarının bile bile bilincinde olma edimidir. İnsanların topyekûn algılama kapasitelerinin serbest bırakılması, onların işlevsel davranışlarını hiçbir şekilde bozmaz. İşlevler en kaçınılmaz gereksinim halinde gerçekleşmeye devam ederken, yeni değerler kazanmayı sağlayan yeni farkındalıklar, idealciliklerden ve düzmece amaçlardan kurtulmayı getirir. Buna Toltek Bilişinde, kusursuzluk denir.
Kusursuzluk; insanın yapabileceğinin en iyisinin üstüne biraz daha fazlasını gerçekleştirmesi demektir. Kusursuzluk yolunda, insanın üzerinden atması gereken bir sürü özellik vardır. Bunlardan en önemlisi kendime acıma ve kendini önemsemekten kurtulmaktır. İçsel sessizlik, yaşam öyküsünü silmek, kendisinin ve evrenin izini sürmek, yansız olmak,
farkındalığı yükselterek kusursuz olmaya gitmenin yollarıdır. Evren bizde farkındalık oluşturmaya çalışırken; bizim bir diğer herhangi varlıktan bir üstünlüğümüz, ayrıcalığımız yoktur. Bir orman dolusu karıncanın bizim gözümüzde birbirinden farkı olmadığı gibi, onun gözünde de bizim değerlerinden bir farkımız yoktur. Bu sebeple kendimize acımamız ya da kendimizi önemli saymamızın bir değeri yoktur. Kendi yaşam öykümüzü algımızda sıradanlaştırma ve yansız olma; farkındalık için koşulsuz şarttır. Kendi edimlerimizi ve evrenin edimlerini her an farkındalıkla izlemek, içsel sessizlik sağlayarak evreni olduğu gibi hissedebilmenin yoludur.
Tonal ve Nagual nedir?
Toltek bilgeliğine göre; var oluşumuz esnasında iki ayrı güç halkasıyla doğarız. Dünyasal boyutta akılla direkt bağlı olan birinci güç çemberimizi kullanırız. Dünyasal algımızın oluşturduğu tüm her şey;bizi biz yapan her şeydir ve ona Tonal denir. Dünyaya anlam vermeye çalışan şey tonaldır, o olmadan bir takım yabancı sesler duyar, bir şey anlamayız. Tonal gerçek varlığımızı esirgeyen bir koruyucudur bu da ona edimlerinde kıskanç ve kurnaz olma niteliği verir. Onu doğumla birlikte büyütmeye başlarız. İçimize havayı ilk çektiğimiz o an, Tonal içindeki erkle nefes almaya başlamış oluruz. Tonal doğumla başlar ve ölümle biter. Hiçbir şeyi yaratamaz ya da değiştiremez ama yinede de oluşturur dünyayı. Yargılamak, değer biçmek, tanıklık etmektir işlevi çünkü. Tonal hiçbir şey yaratmayan yaratıcıdır.
İkinci güç çemberimiz ise Nagualın alanıdır, istençle bağlantılıdır. Nagual bizim hiç ilgilenmediğimiz parçamızdır. Nagual bizim betimleyemediğimiz bölümümüzdür. İsim yok, söz yok, duygu yok, bilgi yok.
Yaşanabilir ama hakkında konuşulamaz
Daha doğduğumuz anda aslında iki parça olduğumuzu hissederiz. Doğum anında ve sonraki kısa sürede tümüyle nagualızdır. Sonra işlev görmek amacıyla sahip olduğumuz parçanın bir karşı parçası olması gerektiğini hissederiz. Aranan Tonaldır ve bu en başından beri bir eksiklik yaratır. Derken Tonal gelişmeye başlar ve önem kazanır, nagualın parıltısı körelir, onu tümüyle kaplar. Artık tümüyle Tonal olduğumuz anda ise doğumdan başlayarak bize eşlik eden ve bizi bütünleyen bir parça olduğunu sürekli anımsatan o eski yetersizlik duygusunun arttığını seyretmekten başka bir şey yapamayız.
Tümüyle Tonal olduğumuz andan başlayarak eşler oluşturmaya koyuluruz. İki yanımız olduğunu hep duyumsarız ama bunu tonalın nesneleriyle dile getiririz. Bir yanımız ruh diğeri beden, zihin ve özdek, iyi ya da kötü, Tanrı ve şeytan gibi… Aslında adanın üstündeki şeyleri eşleştirdiğimizin ayırtına varamayız.
Dünyasal bilişimizin tanımlandığı güç alanımız, bağlı olduğumuz tonalimiz tarafından yönlendirilir. Bizler bir başka yanımız daha olduğunu duyumsasak da Tonal, hep kendisinin içinde kalmamız için sürekli sopasını gösterir. Bu yüzden şaman bilişinde dışarıdan kabuğun kırılması, yani çömez-usta ilişkisi gereklidir.
Organizmaların kendi birleşim noktasından bağlı oldukları büyük ışıklı topun da bir birleşim noktası vardır. Topyekûn ışıklı yumurtanın birleşim noktasının belirlenebileceği ve onun üzerine yoğunlaştırılacak enerji ile yepyeni bir ortak dünya oluşturulabileceği kabul edilir. Ortak bilişin değişmesi için evrensel niyetlenmenin gerçekleşmesi, başarılabilinir bir olgudur. Oraya ulaşmak için yapılacak tek şey; birleşim noktasının devinimine niyet etmektir.
Evrenden akan enerji; sürekli şekilde itilip çekilir evren tarafından. Evrenin vahşiliği, yırtıcılığı, acımasızlığı, sömürmesi gibi görülen bu itme-çekme tepkimesi aslında, onun kendi farkındalığını deneyimlemeye çalışmasından ibarettir.
Evren, varlıklar üstünde baskı uygulayarak farkındalıklarını arttırmaya çalışmaktadır. Evren bu yolla kendisinin farkında olmaya çalışmaktadır. Bu yüzden Toltek Bilgeliğinin bilişsel dünyasında farkındalık; son ve nihai aşamadır.
Don Juan’a göre Şamanların arayışlarının doruk noktası; yeryüzündeki tüm insanların hepsi için nihai enerji bağlamında bir olgu olan, doğru yolculuktur. Carlos Castaneda’ya göre Şamanlar; arayışlarını, sonunda bir organizması olmaksızın, birleşik bir birim gibi davranabilme anlamında bir varlık olma arayışı diye tanımlarlar. Bu açıdan varlıklar, yeni biliş ufuklarına götürecek sıçrama tahtaları görevi gören hatırlatıcı araçlar ya da uygulayımsal yapılardır sadece.
Toltek Bilişinde ve bakışında varlıklar; gerçek savaş alanları olan sonsuzlukla savaşırken, aynı zamanda teslimiyetle kabullenmelidirler onu. Sonsuzluktan gelip, sonsuzluğa gitmek durdurulmaz bir döngüdür. Eksi sonsuzdan artı sonsuza, ya da artı sonsuzdan eksi sonsuza… Savaşçılar, bu sonsuz döngünün içinde erk avlayan ve yaşamının sonuna kadar vazgeçmeyen kusursuz insanlardır. Kusursuzluğunun son noktası da; Doğru Yolculuğu gerçekleştirip yeni Biliş Ufuklarına ulaşmaktır.
İnsanın insan olmaktan vazgeçtiği alan, kimilerine göre ölüm, kimilerine göre sonsuzluktur. Ölümün ya da sonsuzluğun ne olduğu değil de sadece var olduğu gerçeğinin bilişinde ve bilincinde olmak ve savaşmaktan vazgeçmemek bile başlı başına bir farkındalıktır.
Kaynak:indigodergisi
|
|
|
İlahi nizam ve kainatı okumanın 9 şartı |
Yazar: Magnetho - 09-08-2017, Saat: 17:02 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
|
Bedri Ruhselman, İlahi Nizam ve Kainat için, “Bu eser benim değil, yukarının eseridir” demiştir ve o bilgiler kavranılamaz bir düzenin bilgileridir. İnsan zihnini zorlayan, çizginin dışına taşıyan, alışıldık sol beyin kavramlarıyla, hele hele standart fikirlerle açıklanamaz bilgilerdir. Bu bilgiler ‘kıyam’ bilgileridir. Ve işin en ilginç tarafı, hazır olmayana hiçbir şey ifade etmezler.
Onun varlığından yansıyan enerji ve bilgi ile 1977-1978 yıllarında tanıştım. Evimize bırakılan eski eşyaların arasında bulduğum “Ruh ve Madde” dergisinin hem de ilk sayıları benim başka bir dünyaya açılan kapım olmuştu.
Öyle bir kapı ki, geçtikten sonra içinde yürüdüğüm yol beni asla bırakmadı. Dünyasal hikayelerimin tüm ağırlığına ve hayatta kalma mücadelelerime rağmen girdiğim o kapıdan hiç ayrılamadığımı fark ettiren enteresan olaylar yaşadım sürekli.
1977 yılında annemin amcası ölmüştü. Çocukları yoktu ve onun arkada bıraktığı tüm eşyalar plansız bir zorunlulukla bizim eve indirilmişti. Amca; tüm yaşamını sıhhiyecilik ve okumayla geçiren bir adamdı.
Çok küçükken onu birkaç kez görmüş, konuştuklarını içsel bir algılama ile hissederek, gözlerimi kocaman açarak dinlemiştim. Zaman içinde onun kitaplarının arasında Bedri Ruhselman’a ulaşmak kısmet oldu böylece…
Hiç bir şeyin tesadüf olmadığını anlayalı o kadar çok oldu ki, ifade etmek için bir çabam olmuyor genellikle. Ama bu “tesadüf” o kadar değerli ki benim için, epey çaba harcayabilirim tesadüfün tesadüf olmadığını anlatmak için…
Ve yıl 2013 Nisanı… 1 Nisan’da “Mutlak Sıfır Noktası” konusu ile ilgili bir yazım yayınlanmış İndigo Dergisi’nde. Yazı kendini doğurana kadar adeta kalp krizi geçirdim, o kadar ağır bir yükü vardı. Benim için dönüm noktam dediğim bir yazı bu.
Ve tesadüf bu ya ruh ve madde kavramları ile ilgili ilginç farkındalıklar yaşamış ve paylaşmışım yazımda. O gece sabaha karşı yine tesadüfle Bedri Ruhselman‘ın kitabının ertesi gün çıkacağını öğreniyorum facebook sayfamda. Ve alnıma vuruyorum; ” Tabii ya, ben bu kitabı duyup peşine çok düşmüştüm de nasıl unutmuşum da çıkışından son gün haberim oluyor?” Ertesi gün eğitimim var, kitabın peşine düşmem imkansız.
Gün içinde hatır sormak için bir arkadaşımı arıyorum ve bingo! Arkadaşım o kitabı dernekten almaya gidiyor az sonra, bunu öğreniyorum… Sonrası o kitap akşama aynı arkadaşım tarafından elime hediye olarak veriliyor. Bak sen tesadüfe…
Bitmedi, kitabı açıyorum ve ilk sayfa… Bedri Hocanın, madde ve amorf madde kavramları ile maddenin tesirler ile şekillendiğini anlattığı konu; tamamen benim bir gece önce yayınlanan yazımla örtüşüyor. Birbirini içeren konu ve kavramlar içinde birlikte bir yolculuğa çıkıyoruz. Üç gün… Takvimden kayıp olan üç gün benim için. Hem tek bir an gibi, hem tüm zamanlar gibi. Adeta bir dehr yaşıyorum ve tavşan deliğine düşüyorum…
Uyanışım 5/4/2 0 1 3 günüdür… Mukadderat ve Mürselat ile baş başa… Mukadderat Yolcusu Bedri Hoca, benim için Mürselat’tır… Mürselat kelimesi; önden gönderilen kuvvetler demektir. Hem de kıyam içindir bu gönderme…(Dergideki yazımın içeriği de Mürselat Suresidir)
“Andolsun ard arda bilgiyle öncü gönderilenlere ve de kuvvetle esenlere. Andolsun hakikatı açıklayıp yaydıkça yayanlara, yaydıkça duyuranlara. Ve farkına varıp ayırt edip ayıranlara, andolsun özür ve uyarı olarak sözü bırakanlara, algıya çevirenlere. Mürselat 1-2-3-4-5″
Benim için hem tesadüfün hem de bu kitabın ne olduğunu anlatmaya çalışıyorum deminden beri ama nafile… Yetmez… Yine de denedim…
Tüm bunları neden anlattım?
Kendime ne pay çıkarmaya çalışıyorum? Anlatmayı deneyeyim. O gün itibariyle izliyorum, basını, arkadaşlarımı, kitabı okuyanları ve tüm söylenenleri… Soranlar oluyor; ne anladınız, anlaşılabiliyor mu, dili çok mu ağır, hoca ne demek istedi, fiyasko mu, muhteşem mi, yeni dille yazılanı ne zaman çıkacak, yeni dille yazılan aslını aktarabilecek mi, kıyamet gerçekten kopacak mı?
Anlaşılmaz olduğuna dair çok fazla eleştiri var bu kitap hakkında. Aslında aşağıda yazacaklarım bu tür eleştiriler içindir daha çoğunlukla, lütfen dikkatinizden kaçmaya… Payıma düşen de sadece budur kanımca… Bedri Ruhselman’ın ardından vasiyeti gereği aktarılanlara göre, “Bu kitabın yazdıkları hakkında lütfen yorumda bulunmayınız” deniliyor… Evet, bulunmayalım… Ama onun Türkiye’de açtığı o kapı konuşulmalı ve anlaşılabilmeli bence. O bir öncüdür.
Bedri Ruhselman, İlahi Nizam ve Kainat için, “Bu eser benim değil, yukarının eseridir” demiştir ve o bilgiler kavranılamaz bir düzenin bilgileridir. İnsan zihnini zorlayan, çizginin dışına taşıyan, alışıldık sol beyin kavramlarıyla, hele hele standart fikirlerle açıklanamaz bilgilerdir. Bu bilgiler ‘kıyam’ bilgileridir. Ve işin en ilginç tarafı, hazır olmayana hiçbir şey ifade etmezler.
Hazır olmak! Bu da ne demek şimdi?
Bu hazırlık, bir kıyama hazır olmaktır…
Bu nasıl bir ukalalıktır ki benimkisi, bir kitap var ortada ve bildiğimiz harflerle yazılmış işte. Kelimeler bugünün nesline yabancı da gelse de alırsın eline sözlüğü, okursun işte, hazırlığı da nedir bu kitabı okumanın, değil mi? Mümkün değil mi bunu yapmak? Ne yazık ki mümkün değil… Çok üzgünüm, gerçek bu. Bu kitabı kendisi için zamanı gelmeyen kimse Oku-yamaz! Okuduğunu sanır ama yanılgıdır. Neden okuyamaz.
İlahi Nizam’ı okumak isteyenlerin, birtakım bilimlerin ve bilgilerin senteziyle oluşmuş bir zihin haritasına ve belirli bir ruh tekâmülü seviyesine ihtiyacı vardır. Böyle bir zihin haritasına sahip olabilmenin ve tekâmül seviyesinin şartları vardır.
Nelerdir bu bilimler, bilgiler ve şartlar; maddelemeye çalışmalıyım şimdi…
1- Harfler seslerdir. Seslerin titreşimleri vardır. Kelimeler, cümleler ve yazılı bilgiler, seslerin titreşimlerinin bütününü içeren birer özgün eserdir. Böylesi bir eseri algılayabilmek için eş titreşimler halkasına girmek gerekir. Yani frekans uyumunu yakalamak gerekir, bu birinci şart.
2- Bu kitabı okumak isteyenlerin öncelikle, Kur’an-ı Kerim’i ve diğer kutsal kitapları çok iyi bilmesi gereklidir. Özellikle Kıyamet hakkında kitabımızın içinde yazanları hem de özgün arapça dilinden okumuş olması gerekir. Kur’an’ı mealden okumak, onun bir boyut altına düşmeyi getirmektedir zira. Arapçadan okumayı ise sadece seslerin tekrarı olarak değil, etimolojik- linguistik- filolojik olarak o dile hâkimiyetli ve belirli bir boyut frekansında yapmalıdır. Bu ikinci şart.
3- İlahi Nizam ve Kainat kitabını okumak isteyenlerin, madde, antimadde, atom ve parçacık bilimini, kuantum mekaniğini epeyce anlamış olması gereklidir. Özellikle CERN deneyini takip ediyor olması gerekir. Bu üçüncü şart.
4- Bu kitabı okumak isteyenlerin, zaman ve onun göreliliği hakkında bilimsel bilgilere, uzay ve fizik bilimine çok aşina olması gerekir. Ayrıca, Birleşik Alan Teorisini, Sicim Teorisini, Paralel Evrenler Teorisini, Herşeyin Teorisini, Doublement Teorisini, dört temel kuvvet olan; Kütle çekimini, Manyetik Kuvvetleri, Elektromanyetik Kuvveti, Elektriksel Kuvveti ve Işığın Dinamiklerini bilmesi gerekir. Bu dördüncü şart.
5- Bu kitabı okumak isteyenlerin beynin yapısını, nöronları, ayna nöronları, insanın sinir sistemini, bilinç, bilinçdışı, bilinçaltı ve ortak bilinç kavramlarını özellikle de Rüya Bilimini, Rüya katmanlarını bilimsel açıklamaları ile bilmesi gerekir. Bu beşinci şart.
6- Bu kitabı okumak isteyenlerin Reenkarnasyon, astroloji ve ruhsal astroloji, kabala, karma bilgilerini, kadim uygarlıkların tarihini, ayrıca medyumik çalışmaların gerçeklerini, uygulamalarını ve durugörünün bilimsel zeminlerini bilmesi gerekir. Bu altıncı şart.
7- Bu kitabı okumak isteyenlerin, dünyanın arkeolojik, antropolojik ve teolojik yani dinsel ve inançsal tarihini çok iyi biliyor olması gerekir. Yedinci şart.
8- Bu kitabı okumak isteyenlerin Rezonans gerçeklerini çok iyi bildiği gibi, kendi varlığının düalitik rezonansını da yönetebiliyor olması gerekir. Sekizinci şart.
9- Ve sonuncu ve en zor şart da şudur ki, tüm bu bilimsel ve ruhsal bilgilere sahip olmaya rağmen, hiçbir şekilde bu bilgilerin esiri olmayacak kadar özgür ve zincirlenemez bir zihin, düşünce ve karakter yapısı olmalıdır. Dokuzuncu şart. Çok mu abarttım? Sanmıyorum…
Bedri Ruhselman gibi hem bilim insanı, hem de yüksel ruhsal seviyeye sahip bir üstadı eleştirebilmek için önce onun zihin, kalp ve ruh seviyesinde olmaya ve anlamaya ihtiyaç vardır, benim yazdıklarım da dahil gerisi laf-ü güzaftır…
Kalpleri mühürlülerden olmayıp, İkra’yı yani Oku-mayı, anlamayı ve arkasından gitmeyi, gereğini yapabilmeyi, o yolda akarak yaşayabilmeyi diliyorum tüm nefslere…
Kaynak:indigodergisi
|
|
|
Unutulmuş 23 Büyülü Kelime |
Yazar: Magnetho - 09-08-2017, Saat: 16:47 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Lugat 365 projesi, hissikablelvuku, müşkülpesent gibi unutulmuş veya gençlerin duymadığı eski kelimeleri sosyal medya üzerinden paylaşan bir projeydi. Onların paylaştıkları kelimelerden bir seçkiyi Erol Akyavaş’ın resimleri ile birlikte hazırladık.
1. Dilemma: İkilem
“Her gülücük bir fiyasko, her iltifat bir asparagas, her hediye bir skandaldı… Yine de idare ediyordum. Yalnızsan yalanlar sana ilaç gibi gelir, iftiralar senin için bir terapidir. Dilara Dilemma ile aramızdaki aşk karşılıklı bir iftiradan ibaretti.” (Murat Menteş, Dublörün Dilemması)
2. Sergüzeşt: Serüven, macera
“Evet yeri gelmişken itiraf etmeliyim, sadece romantik değil, aynı zamanda iflah olmaz bir sergüzeştim ben. Belki bir romancı için gerekli bir ruh halidir bu sergüzeştlik ama hayat, her zaman hakikatin üzerinde yükselir.” (Ahmet Ümit, Elveda Güzel Vatanım)
3. Şikemperver: Yemeğe düşkün (Günümüzde kullanılan gurme yerine pekala geçebilir)
“Bu yokluk içinde Hacı Nazif Bey kül oldu gitti. Muhalifler galiba fazla ekûl (pisboğaz) fazla şikemperver adamlar, fakat rakıya düşkün adamlar değiller.” (Refik Halit Karay, Guguklu Saat)
4. Nazenin: Cilveli, nazlı
“Artık ona biraz daha dikkat ediyordum. Toplu bir başı, tatlı gözleri, pembe bir burnu vardı. Tamamıyla sarı idi ve ötesinde berisinde sarı tüylerinin daha koyuca, sanki tersine dönmüş de dalgaları vardı. Ve bütün halinde hayata yırtmaktan ziyade sevmek, fakat sevmekten evvel sevilmek için gelmişe benzer nazenin bir edanın baygınlıkları vardı.” (Halit Ziya Uşaklıgil, Zerrin’in Hikayesi (Aşka Dair))
5. Asude: Rahat, sakin
“Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.”
(Yahya Kemal Beyatlı, Rindlerin Ölümü)
6. Letafet: Güzellik, hoşluk
“Birlikte kafaları çekerlerken Mustafa onlara Fuzulî’den beyitler okuyor, Nedim’in içki düşkünlüğünden örnekler veriyordu: Meyhane mukassi görünür taşradan ammâ/Bir başka ferah başka başka letafet var içinde. Rakıdan başka bir de tiyatroya düşkün olmuştu. Hafta sonları arkadaşları mektepte harıl harıl çalışırken Mustafa, Darülbedayi’de Shakespeare’i seyrediyordu.” (Oğuz Atay, Bir Bilim Adamının Romanı)
7. Tahayyül: Hayalde canlandırma, imgeleme
“Hakikaten eskisi gibi miydi ya? Eskisi o kadar uzak, o kadar efsanevi bir alemdi ki; Behçet Bey orada, bu alemin her şeyi değiştiren ve güzelleştiren büyülü ışığı altında kendisini istediği gibi tahayyül edebilirdi.” (Ahmet Hamdi Tanpınar, Mahur Beste)
8. Sazende: Sazcı
“Sazendeler bütün maharetleriyle telleri titretirken kadın, erkek bu iki vücut tekmil zarafetleriyle, havada kıvrıla kıvrıla dönen nağmelerle aynı ahenkte kıvrılıyor, doğruluyor. Hafif ve parlak pabuçların, yemenilerin içindeki ayaklar ölçülü bir şiir düzgünlüğünde keçenin üstüne konup kalktıkça göze çimende oynaşan bir çift kelebeğin ahenktar tavırlarını hatırlatıyordu.” (Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Yarayı Kanatan öyküsü (Çağlayanlar))
9. Müteşekkir: Teşekkür borcu olan
“Ömrümde ilk defa düşündüğümün aksini söylemedim. Düşündüğümü söyleyecek kadar çirkin olduğuma zaman zaman müteşekkir oluyorum.” (Halide Edip Adıvar, Kalp Ağrısı)
10. Müteessir: Üzülmüş, üzüntülü
“Müteessir olmamak elde değil… Mamafih bendeniz o kadar yufka yürekli bir insan değilim… Bilhassa vazife başında… Yani bendenizi öyle zayıf, iradesiz, aciz, korkak bir insan olarak tanımamanızı rica ederim Müfettiş bey.” (Reşat Nuri Güntekin, İstiklal adlı tiyatro oyunu)
11. Munis: Cana yakın, uysal, uygun
“Sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu”
(Murathan Mungan, Yalnız Bir Opera)
12. Tarumar: Dağınık, karışık, perişan
“Yolcu yollarda topraksız insanın
ve insansız toprağın feryadını duyar idi.
Ve yolların sonu kale kapısında kılıç şakırdar
köpüklü atlar kişner iken
çarşıda her lonca kesmiş kendi pirinden ümidi
tarumar idi
Velhasıl hünkar idi, timar idi, rüzgar idi
ahüzar idi.”
(Nazım Hikmet, Şeyh Bedrettin Destanı)
13. Terûtaze: Çok taze, körpe
“Kralına gönderilen çok kıymetli hediyelerle yüklü olan ve İspanya Tersanelerinden terûtaze çıkmış bulunan bir gemiyi Barbaros el çabukluğu marifet diyerek zaptediverirken gene Barbaros Palma Adası’nı basıyordu.” (Halikarnas Balıkçısı, Uluç Reis)
14. Nâmütenâhi: Sonsuz ucu bucağı olmayan
“Bütün bu fikirler arasında bir rakkas gibi kalbini, korku ve bezginlik ile ezen kendi mukayese-i hayatı daima tekerrür ediyor, bazen namütenahi bir kasvet ve melal, sonra acı bir korku ve telaş, her şeyin, bütün emellerin, ümitlerin, gençlik ve saadetin zalim bir inatla mutlaka elden kaçacağını, işte elan kaçmakta olduğunu, bir şey yapmak ihtimali olmaksızın artık hayatının bitmiş olduğuna karar vermek lazım geldiğini görerek zebun kalıyordu.” (Mehmet Rauf, Eylül)
“Aylardır bu saati, bu dakikayı intizâr ettim, size namütenahi hürmetime rağmen susmayacağım Neveser.” (Attila İlhan, Dersaadet’te Sabah Ezanları)
15. Mütenasip: Orantılı, oranlı uygun
“Genç kız ilk bakışta acayip bir tesir bırakıyordu. Beyaz bir yüzü, omuzlarına dökülen uzun saçlan, hafif tatlı esmer bir cildi, ince narin mütenasip bir vücudu vardı. Fakat gözleri çok tuhaftı. Donuk ela idiler. İnsan bunlara bakınca hiç bir şey anlayamıyor, fakat bunların manasız olduklarını da bir türlü kabul edemiyor, daha dikkatle bakıyor ve nihayet garip bir yorgunluk ve ürkeklik hissiyle başını çevirmeye mecbur oluyordu.” (Sabahattin Ali, Bir Hakikatın Hikayesi adlı yayımlanmamış öyküsü)
16. Temenni: Dileme, dilek
“Halbuki ben ne kadar saçma olursa olsun, yan yana bulunduğumuz zamanın durup kalmasını, asla bitmemesini temenni ediyorum.” (Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna)
17. Telakki: Anlayış, görüş, kabul etme
“Bir insanı diğerinden ayıran hususiyet nedir? Dış şartlar mı? Olamaz. Nedir o halde? Kazanç ve kayıp hakkındaki telakkisidir.” (Oğuz Atay, Tutunamayanlar)
18. Ehemmiyet: Önem
“Hiç kimsenin ne dediğine, ne diyeceğine zerre kadar ehemmiyet vermedim ve harekatımı herkesin arzusuna uydurmaya lüzum görmedim. Bütün bunlar birer fazilet değil midir?” (Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kiralık Konak)
19. Dilhun: İçi kan ağlayan, büyük üzüntü içinde olan
“Onlar böylesi alçakça, canavarca bir ölüme layık insanlar değillerdi. Ali Safa Bey öyle candan, öyle güzel konuştu ki bu gece herkesi dilhun eyledi.” (Yaşar Kemal, İnce Memed)
20. Meftun: Tutkun, gönül vermiş, vurgun
“Prensesim,
Güzel gözlerinizden damlayan inci, okudukça beni meftun eden mektubunuza değil, adeta içimi yakan cehennem alevine damlayıp söndürdü ve sinemdeki yaralara deva oldu. O gül yaprağındaki şebnem misali inci ki; ay kadar güzel, ay kadar hüzünlü ve ay kadar yalnız.” (İhsan Oktay Anar, Yedinci Gün)
21. Vuslat: Kavuşma
“Gülmenin sonu ağlamaktır… Vuslatın sonu hicran… Yazın sonu hazan… İkbalin sonu zeval… Hayatın sonu ölüm!” (Ömer Seyfettin, Terakki)
22. Tecessüs: Belli etmeden kendini ilgilendirmeyen şeyleri öğrenmeye çalışma
“Nüzhet iki defa salondan çıktı, girdi ve ikisinde de gözleriyle beni dışarı çağırdığı halde yerimden kalkmadım. Tecessüs -hatta yeni başlayan bir sevgi- benim. Doktor Ragıb’ı Nüzhet’e tercih etmemle neticeleniyordu. Galiba, düşmana dosttan fazla bağlandığımız alaka noktası budur.” (Peyami Safa, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu)
23. Diğerkam: Kişisel yarar gözetmeksizin başkasına yararlı olmaya çalışan
“O sözcüğü ne zaman söylesem gözlerim yaşarır. Öylesine özlemişimdir; bir anı, bir vasiyet gibi diğerkam oğlum gibidir, oğlum değildir benbenci, tamahında değildir dünyanın, ne bana benzer, ne ablasına, belki bir meczuptur oğlum, bir ermiş kadar tamahsızdır.” (Leyla Eril, Eski Sevgili)
Kaynak
Lugat 365, Can Yayınları – Lugat 365, Bazı Kelimeler Çok Güzel
|
|
|
İsim Analizi ve Doğum Tarihinizin Yaşamınıza Etkisi |
Yazar: Magnetho - 09-08-2017, Saat: 16:32 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
İsminiz ve doğum tarihiniz yaşamınızı nasıl etkiliyor? Doğum esnasında karşılaştığımız kozmik etkilerin ve ismimizin enerjisinin bizim üzerimizde nasıl bir etkide bulunduğuna dair, çok eski geleneklerden kalma bazı bilgiler mevcuttur. Bu prensibi iyi bilen eski toplumlar, yeni doğan çocuklarına gelişi güzel isim vermezlerdi.
Hatta çocuk belli bir yaşa gelene kadar beklerler ve çocuğun karakteristik özelliklerini dikkate alarak, ona uygun bir isim verirlerdi. Bu gelenek özellikle Kızılderililer’de ve Orta Asya Türkleri’nde hayli yaygın bir şekilde uygulanmaktaydı.
Celalettin İpekbayrak’ın yazdığı Kaderin Şifresi isimli kitap, hem doğum tarihimiz hem de ismimizin nümerolojik değerlerini hesaplayarak kendimizle ilgili bulgulara ulaşabileceğimizi ileri süren bir şifreleme sistemini anlatıyor.
Bu sisteme inanıp inanmamak size kalmış, biz ilginç bulduğumuz için paylaşmak istedik. Siz de isim koyarken bu bilgileri göz önüne alabilir veya etrafınızda şanslı olduğunu düşündüğünüz kişiler için bilgileri doğruluğunu test edebilirsiniz.
Temel olarak, karakter sayısı ve şans sayısı diye 2 farklı hesaplama yapıp, bu sayıları birbirleriyle kıyaslayacağız.
Karakter Sayısı
Tabloda gösterilen harfler ve onların karşılarındaki sayılar, karakter sayınızın tespitinde kullanılacaktır.
Adınızı ve soyadınızı yan yana yazdıktan sonra, isminiz ve soyisminizdeki harflere denk gelen sayıları bulup topluyoruz. Eğer bulduğunuz rakam iki haneli ise, onun rakamlarını kendi içinde topluyoruz. Burada amaç, 11 veya 11’den küçük bir sayıya ulaşmak.
Örneğin, Tarkan’ın ismindeki harflerin toplamı T(6)+A(1)+R(3)+K(5)+A(1)+N(8)= 24 yapıyor. Tek basamaklı bir sayıya ulaşabilmek için, 2 ile 4’ü de topluyoruz. Karakter sayısı 6 oluyor.
Burada hatırlatılması gereken önemli bir nokta var. Bu hesaplamayı yaparken aktif olarak kullandığınız isimlerinizi hesaplamaya dahil edin. 2 farklı isminiz varsa ama bir tanesini hiç kullanmıyorsanız, onu hesaplamaya dahil etmeyin. Eğer ikisini de kullanıyorsanız, ikisini de hesaplamaya dahil edin:
1 A H Ö Y
2 B I P Z
3 C İ R
4 Ç J S
5 D K-Q Ş
6 E L T
7 F M U
8 G N Ü
9 Ğ O V-W-X
Bu tabloda, isim ve soyisminiz ile hesapladığınız karakter sayısınızın kısa bir değerlendirmesini görebilirsiniz. Her grubun kendine özgü özellikleri vardır. Bu farklı özelliklerin açığa çıkabilmesi için sizin çabalamanız gerektiği kadar, şans sayınızın yüksek olması da önemlidir. Şans sayınız, karakter sayınızdan ne kadar yüksekse, grubunuzun karakteristik özelliğini o oranda iyi kullanabilirsiniz.
Örneğin, karakter sayınız 8 çıktıysa ve Aralık ayında doğduysanız, aşağıdaki tabloda 8. Grup – Aralık kısmına bakmanız gerekmektedir. Daha detaylı analizleri, Celalettin İpekbayrak’ın Kaderin Şifresi kitabında okuyabilirsiniz.
1. Grup
Ocak Mükemmeliyetçi, Otoriter, Sağlam
Şubat Duygusal, Zeki, Kararsız
Mart Duygusal, Mantıklı, Sabırlı
Nisan Yönetici, İşine Bağlı, Titiz
Mayıs İnatçı, Duygusal, Merhametli
Haziran Mantıklı, Duygusal, Aceleci
Temmuz Zeki, Duygusal, Hırslı
Ağustos Neşeli, Duygusal, Pratik
Eylül Neşeli, Zeki, Ehlikeyf
Ekim Ciddi, Dürüst, Çalışkan
Kasım Çalışkan, Lider, Kuvvetli
Aralık Cıvıl Cıvıl, Sevecen, Gururlu
2. Grup
Tüm Aylar Geleneklere bağlı, İçe dönük, Detaycı
3. Grup
Ocak Ciddi, Tatlı sert, Otoriter
Şubat Doğuştan lider, Zeki, Merhametli
Mart Zeki, Çalışkan, Dışadönük
Nisan Ciddi, Ağırbaşlı, Çalışkan
Mayıs Zeki, Duygusal, Ağırbaşlı
Haziran Samimi, Hassas, Duygusal
Temmuz Zeki, Hırslı, Özgür
Ağustos Neşeli, Açık yürekli, Duygusal
Eylül Neşeli, Zeki, Zarif
Ekim Kararlı, Proje üreticisi, Zeki
Kasım Meraklı, Atılgan, Sert mizaçlı
Aralık Hassas, İradeli, Mükemmeliyetçi
4. Grup
Ocak Ciddi, Otoriter, Sert
Şubat Zeki, Duygusal, Çalışkan
Mart Zeki, Çalışkan, Duygusal
Nisan Çalışkan, Ciddi, Titiz
Mayıs Meraklı, Zeki, Dürüst
Haziran Duygusal, Zeki, Meraklı
Temmuz Hırslı, Zeki, Zarif
Ağustos Duygusal, Çalışkan, Dışadönük
Eylül Fedakar, Zeki, Neşeli
Ekim Zeki, Çalışkan, Dengeli
Kasım Otoriter, Çalışkan, Mantıklı
Aralık Azimli, Ölçülü, Neşeli
5. Grup
Ocak Zeki, Meraklı, Özgür
Şubat Araştırıcı, Mantıklı, Duygusal
Mart Zeki, Meraklı, Çalışkan
Nisan Yönetici, Otoriter, Kararlı
Mayıs Çalışkan, Zeki, Ciddi
Haziran Zeki, Meraklı, Hassas
Temmuz Zeki, Duygusal, Sabırsız
Ağustos Pratik zekalı, Girişimci, Meraklı
Eylül Neşeli, Zeki, Fedakar
Ekim Zeki, Çalışkan, Kararlı
Kasım Ciddi, Titiz, Kararlı
Aralık Zeki, Enerjik, Duygusal
6. Grup
Ocak Zeki, Çalışkan, Atılımcı
Şubat Zeki, Hareketli, Yenilikçi
Mart Duygusal, Zeki, İdealist
Nisan Zeki, Çalışkan, Dürüst
Mayıs Zeki, Meraklı, İdealist
Haziran Lider, Zeki, Girişimci
Temmuz Hayata bağlı, Neşeli, Zeki
Ağustos Adil, Zeki, Çalışkan
Eylül Cazibeli, Zeki, Çalışkan
Ekim Düzenli, Kararlı, Zeki
Kasım Mükemmeliyetçi, Ciddi, Çalışkan
Aralık Zeki, Kendini sorgulayan, Dürüst
7. Grup
Ocak Lider, Zor beğenen, Koruyucu
Şubat Zeki, Hassas, Zarif
Mart Duygusal, Zeki, Önsezileri kuvvetli
Nisan Meraklı, Zeki, Atılımcı
Mayıs Hassas, Çözümleyici, Sabırsız
Haziran Neşeli, Meraklı, Yaratıcı
Temmuz Coşkulu, Zarif, Gururlu
Ağustos Zeki, Lider, Güvenilir
Eylül Önsezileri kuvvetli, Hayat dolu, Sabırsız
Ekim Zeki, Kararlı, Çalışkan
Kasım Otoriter, Sabırlı, İnatçı
Aralık Heyecanlı, Plancı, Öğretici
8. Grup
Ocak Lider, Çalışkan, Pratik
Şubat Duygusal, Hayat dolu, Zeki
Mart Açık yürekli, Zeki, Çalışkan
Nisan Ciddi, Ağırbaşlı, Zeki
Mayıs Lider, Zeki, Duygusal
Haziran Çalışkan, Neşeli, Duygusal
Temmuz Lider, Duygusal, Zeki
Ağustos Zeki, Hırslı, Duygusal
Eylül Zeki, Atılımcı, Duygusal
Ekim Girişimci, Yönetici, Zeki
Kasım Ciddi, Çalışkan, Zeki
Aralık Meraklı, Araştırmacı, Zeki
9. Grup
Özel Grup Hırslı, Yönetici, Önsezileri kuvvetli
11. Grup
Gerçek Liderlerin Grubu Lider, Coşkulu, Azimli
Şans Sayısı
Karakter sayımız sebebiyle ait olduğumuz grup, bizim genel karakter özelliklerimizi belirler. Ancak, kişiliğimize ait özelliklerimizi gerçekleştirirken bunları ne kadar sağlıklı uygulayabileceğimiz veya zaaflarımızın önümüzde ne gibi engeller oluşturabileceğini anlamak için, şans sayımızı hesaplamalıyız. Şans numaranızı bulmak için, doğum tarihinizi GG-AA-YYYY şeklinde yazıp rakamlarını 11 veya 11’den küçük bir sayıya ulaşacak şekilde toplamanız gerekmektedir.
Örneğin, Tarkan’ın doğum tarihi 17.10.1972 olduğu için buradaki rakamları topluyoruz, 1+7+1+0+1+9+7+2=28’a ulaşıyoruz. 11’den küçük bir sayıya ulaşmak için, 2 ile 8’i de topluyoruz ve 10’a ulaşıyoruz. Şans sayısı 10 oluyor.
Şanslı sayılabilmek için bulduğunuz şans sayısının, karakter sayısından büyük veya en azından buna eşit olması gerekiyor.
Kaynak:leblebitozu
|
|
|
BU AĞAÇLARDAN HANGİSİ SİZİN MÜKEMMEL KİŞİLİĞİNİZİ YANSITIYOR |
Yazar: Magnetho - 09-08-2017, Saat: 15:04 - Forum: SPİRİTÜEL TESTLER
- Yorum Yok
|
|
İşte size eğlenceli bir kişilik testi… Bu ağaçlar arasından, altında oturmayı, uyumayı, piknik yapmayı ya da yakınlarında yaşamayı isteyebileceğiniz bir ağacı seçin. Sizi ilk anda kendine çeken ağacı seçin ve bakın size kişiliğinizin en iyi tarafları hakkında neler söylüyor… Eğer birden fazla ağaç arasında kaldıysanız ikisini de okuyun. Ağaçlardan hangisini seçerseniz seçin kendinizin en mükemmel haliyle karşılaşıyorsunuz. Seçtiğiniz ağaç sizi fazlasıyla takdir ediyor. Hayatınız boyunca yeterince eleştirilmediniz mi? Test sonucunuzu okuduğunuzda belki de “bu ben değilim” diyeceksiniz. Ya şu ana kadar size çevrenizin söylediği kişiden ibaret değilseniz? Bu eğlenceli kişilik testini yaptıktan sonra seçtiğiniz ağaç tarafından takdir edilmek hoşunuza gittiyse bu testi sevdiklerinizle de paylaşın…
1. Cömert ve ahlaklı bir insansınız. Kendinizi sürekli geliştirmeye çalışıyorsunuz. Başarma isteğiyle dolusunuz ve oldukça yüksek standartlara sahipsiniz. İnsanlar sizinle iletişim kurmakta zorlanıyor olabilirler fakat sizin için olduğunuz insan olmak kolay değildir. Çok çalışkansınız. Dünyanın daha iyi bir yer olması için çalışıyorsunuz. İnsanları sevme konusunda büyük bir kapasiteniz var; ta ki sizi incitene kadar. Ama onlar bunu yapsalar bile siz sevmeye devam edersiniz. Bütün bunlara rağmen sizi hak ettiğiniz ölçüde takdir eden çok az insan var.
2. Eğlenceli ve dürüst bir insansınız. Sorumluluk sahibisiniz ve çevrenizdekileri önemsiyorsunuz. İş hayatında dürüstlüğe çok önem veriyor ve pek çok sorumluluk alıyorsunuz. Çok iyi bir kişiliğiniz var, bu da insanların size kolaylıkla güvenmesini sağlıyor. Parlak, esprili ve kıvrak bir zekaya sahipsiniz. Her zaman anlatacak bir hikayeniz var.
3. Akıllı ve düşünceli bir insansınız. Büyük bir düşünürsünüz. Düşünceleriniz ve idealleriniz hayattaki en önemli şeylerdir. Teorileriniz hakkında düşünmekten ve tek başınıza onları gözden geçirmekten çok hoşlanıyorsunuz. Ahlak üzerine sık sık düşünüyorsunuz. Toplum sizinle aynı fikirde olmasa bile doğru olan neyse onu yapmaya çalışıyorsunuz. Hayata biraz da eğlenceli tarafından baksanız nasıl olur?
4. Anlama kabiliyeti yüksek, filozof ruhlu bir insansınız.Kendi türünün son örneği denebilecek nadir ruhlardansınız. Etrafınızda size benzer bir insan bulmanız çok zor. Hassas ruhlu ve biraz da acayipsiniz. Sık sık yanlış anlaşılıyorsunuz ve bu sizi incitiyor. Mahremiyete ihtiyacınız var. Yaratıcılığınızın gelişmesi gerekiyor, bu da diğerlerinin saygı duyması gereken bir şey. Hayatın aydınlık ve karanlık yanlarını net bir şekilde görebiliyorsunuz. Çok duygusalsınız.
5. Özgüvenli ve sorumluluk sahibisiniz. Özgürlüğünüze çok düşkünsünüz. Hayat prensibiniz “Her zaman kendi bildiğim yoldan giderim”dir. Sevdikleriniz ve kendiniz için nasıl güçlü kalmanız gerektiğini iyi biliyorsunuz. Hayatta ne istediğinizi biliyor ve rüyalarınızın peşinden gitmekten çekinmiyorsunuz. İnsanlardan tek beklediğiniz dürüstlük. Çünkü gerçeği kabul edecek kadar güçlüsünüz.
6. Nazik ve duygulu bir insansınız. İnsanlarla ilişkileriniz çok iyi. Pek çok arkadaşınız var ve onlara yardım etmekten büyük keyif alıyorsunuz. İnsanlar yakınınızdayken kendilerini iyi hissetmelerine neden olan parlak ve sıcak bir auranız var. Her gün kendinizi daha fazla nasıl geliştireceğinize odaklanıyorsunuz. İlginç, eşsiz ve sezgisel olmak istiyorsunuz. Dünyada herkesten çok sizin sevgiye ihtiyacınız var. Sizi sevmeyenleri bile sevmeye hazırsınız.
7. Mutlu ve soğukkanlısınız. Çok duyarlı ve anlayışlı bir insansınız. İyi bir dinleyicisiniz ve insanları yargılamadan dinleyebiliyorsunuz. Herkesin kendi hayatını yaşaması gerektiğine inanıyorsunuz. Yeni insanlara ve yeni olaylara açıksınız. Strese oldukça dayanıklısınız ve nadiren üzülüyorsunuz. Normal olarak oldukça sakin bir insansınız. İyi vakit geçirmeyi biliyor ve yoldan çıkmıyorsunuz.
8. Etkileyici ve enerjik bir insansınız. İnsanları nasıl güldüreceğinizi biliyorsunuz. Evrenle uyum içinde bir hayatınız var. Spontan ve coşkulu bir kişiliğiniz var. Maceraya asla hayır demezsiniz. İnsanları sık sık şaşırtıyor hatta şoke ediyorsunuz. Neyseniz osunuz. Kendinize daima dürüstsünüz. Pek çok ilgi alanınız var ve bir şey ilginizi çekerse o alanda uzmanlaşana kadar rahat etmezsiniz.
9. İyimser ve şanslı bir insansınız. Yaşamın bir armağan olduğuna inanıyorsunuz ve mümkün olduğunca o armağanı en iyi şekilde kullanmaya çalışıyorsunuz. Başarılarınızla gurur duyuyorsunuz. Hayata çok sağlıklı bir yaklaşımınız var. Bardağın yarısı sizin için her zaman dolu. Affetmek, öğrenmek ve büyümek için her fırsatı kullanıyorsunuz. Çünkü hayatın çok kısa olduğuna inanıyorsunuz.
SENEM YURTTAKALAN
|
|
|
Parapsikoloji ve ruhsal yetilerimiz: 7 doğa üstü yetenek |
Yazar: Magnetho - 09-08-2017, Saat: 14:42 - Forum: PARAPSİKOLOJİ GENEL
- Yorum Yok
|
|
Tarihten günümüze metafizik hep kapalı kapılar ardında kalmıştır. Belli bir elit kısım dışında bu bilgiler gün ışığına çıkmamış, çıkarılmamıştır. Ama ne kadar saklanmaya çalışsa da, günümüze kadar bu kadim ve ezoterik bilgelik taşınmış hatta modern bilimin inceleme alanı dahi olmuştur.
Mısır, Yunanistan, Anadolu ve bazı kadim uygarlıklarda bulunan inisiyasyon merkezleri, kişinin kendini bilmesini ve içindeki tüm tanrısal potansiyeli çıkarması üzerine eğitimler vermekteydi. Mısır’da bu süreç iki şekilde sağlanıyordu; İsis inisiyasyonu (küçük sırlar, arcana minor) ve Osiris inisiyasyonu (Büyük sırlar, arcana major).
Köken olarak Mısır’dan sonra diğer kültürlerde de bu inisiyasyon süreçleri devam etmiş, yüzyıllarca bilgelerin yetişmesine vesile olmuştur. Ancak materyalist çağlara giriş ve bu merkezlerin tek tek yok olmasıyla bu bilgiler gizlenmiş, bilimden uzaklaşmış hatta felsefeden bile çekilip alınmıştır.
Aynı şekilde birçok kültürde bunlara dair örnekler ve deneyimler mevcuttur. Hint aiçvaryaları bize kendi ruhsal güçlerimiz hakkında bilgi vermektedir. ‘Aiçvarya’, bir insanın sahip olduğu halde kullanmasını bilemediği yeteneklerini öğretme bilimidir.
Hint Aiçvaryalar’ı 7 bölüm halindedir.
1. Amma: Düşünce gücüyle maddeleri ufaltıp büyütebilmek. Maddeler üzerinde çeşitli etkilerde bulunmak.(Telekinezi)
2. Lghima: Cisimleri hafifletmek ve havada durdurabilmek.(Levitasyon)
3. Prapte: Zaman sınırlarını aşarak, çeşitli yerlere ulaşmak ve düşünce nakli.(Astral seyahat ve telepati)
4. Prakamya: İrade yolu ile gaz, sıvı ve katı cisimler arasından geçmek.
5. İçitritva: Maddelerin özelliklerini değiştirme.(simya)
6. Sohtart: Kendi bedenine ikinci bir ruh sokabilmek.(Medyomluk)
7. Atartvaç: Görünmez olabilmek.(Demateryalizasyon)
Alıntı:indigo dergisi
|
|
|
|