Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 1148 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 1148 Ziyaretçi

Son Aktiviteler
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 330
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 307
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,012
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,135
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,078
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,007
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,150
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,524
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,286
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,173

 
Wink Kıyamet Zaten Koptu, Bir Sonraki 2030'da
Yazar: Emka - 08-05-2017, Saat: 18:51 - Forum: GÜNCEL HABERLER - Yorum Yok

İskoç arkeolog Graham Hancock, son yirmi yıldır yürüttüğü akıl almaz çalışmalarla ilgi gören, her kitabı çok satanlar raflarında yerini alan bir isim. Onun son iddiası ise epey ilginç ve hem tarihe hem de geleceğimize bakışımızı kökten değiştirebilecek güce sahip...

korkunc-iddia-kiyamet-zaten-koptu-bir-so...73_1_b.jpg


Graham Hancock, daha önce insanlığın yok olduğunu ve tekrar dünyaya geldiğini iddia ediyor. Hannock'a göre bu tarihten önce insanlık bugün olduğu gibi son derece gelişmiş bir durumdaydı. Üstelik Hancock, bu tarihi gerçeğe dair hikayelerin İncil'de ve çeşitli mitlerde yer aldığını ifade ediyor ve dünyamızda bu felakete ve öncesindeki gelişmiş medeniyetimize işaret eden kanıtlar bulunduğunu söylüyor

korkunc-iddia-kiyamet-zaten-koptu-bir-so...86_2_b.jpg

Graham Hancock, bu iddiasını yeni kitabı "Tanrıların Büyücüleri"nde uzun uzun anlatıyor. Burada geçen ifadelere göre dünyamız, 13,000 yıl önce gerçekleşen buz devri ile popülasyonunun büyük bir kısmını kaybetmiş ve ardından gezegene çarpan bir kuyruklu yıldız da akıl almaz büyüklükte depremlere ve tsunamilere sebep olmuş.


korkunc-iddia-kiyamet-zaten-koptu-bir-so...50_3_b.jpg


Kitapta sunulan kanıtlardan en önemlisi, ülkemizde bulunan bir yapıya işaret ediyor. Şanlıurfa'da yapılan kazılar neticesinde ulaşılan ve dünyanın bilinen en eski kült yapılar topluluğunu barındıran Göbeklitepe'yi örnek gösteren Hancock, bu yapının pek meşhur Stonehenge'in iki katı yaşında olduğunu ve büyük bir mimarlık ve mühendislik becerisi gerektirdiğini vurguluyor.


korkunc-iddia-kiyamet-zaten-koptu-bir-so...86_4_b.jpg


Buradaki taşların üzerinde bulunan astronomiye dair oymalar ve yazıtlar bir yandan hikayeler anlatıyor, bir yandan da o dönemin gökbilimcilerine yol gösteren bilgiler içeriyor.


korkunc-iddia-kiyamet-zaten-koptu-bir-so...09_5_b.jpg


Daha da ilginci ise, bu hikayelerden birinde gezegene çarpan bir kuyruklu yıldızın konu edilmesi. Elde ettiği tüm bu kanıtlar ışığında iddialarını kuvvetlendiren Hancock, bilim dünyasından pek çok ismin alaylı ifadelerine maruz kaldı.


korkunc-iddia-kiyamet-zaten-koptu-bir-so...53_6_b.jpg


Pek çok bilim insanı, onun halüsinojen uyuşturucuları entelektüel uyarıcılar olarak görmesiyle dalga geçti ve araştırmaları yalnızca meraklı bir hippinin boşuna çabaları olarak görüldü.


korkunc-iddia-kiyamet-zaten-koptu-bir-so...96_7_b.jpg


Ancak geçtiğimiz hafta Edinburgh Üniversitesi arkeologları tarafından yayımlanan bir makale, Hancock'ın pek çok konuda haklı olabileceğini ortaya koydu.


korkunc-iddia-kiyamet-zaten-koptu-bir-so...69_8_b.jpg



Görünen o ki Hancock son yirmi senedir boş bir uğraşın peşinde sürüklenmiyor, gerçekten de tarihe bakış açımızı değiştirebilecek bilgilerin ardından gidiyordu. Üstelik Göbeklitepe'deki taşların üzerinde gerçekten de bir kuyruklu yıldızın M.Ö. 10,950 yılında dünyaya çarpışına dair hikayeler anlatılıyordu.


korkunc-iddia-kiyamet-zaten-koptu-bir-so...06_9_b.jpg


Üstelik Hancock'ın teorilerini çürütebilecek herhangi bir kanıt da henüz bulunabilmiş değil...


korkunc-iddia-kiyamet-zaten-koptu-bir-so...9_10_b.jpg


Bilim insanları, M.Ö. 11,000 yılı civarında dünyamızdaki son buzul çağının sona ermeye başladığı sırada çok büyük bir felaketin yaşandığı ve bunun âni bir iklim değişikliği yarattığı konusunda hemfikir. Ancak bunun öncesinde ya da sonrasında dünyamızda neler olduğu kesin olarak bilinmiyor; yalnızca ortaya bir takım teoriler atılabiliyor.


korkunc-iddia-kiyamet-zaten-koptu-bir-so...3_11_b.jpg


Hancock ise tam bu noktada odağımızı 200 antik mite çeviriyor ve kutuplardan ekvatora kadar pek çok farklı noktada yaşamış farklı toplumların, hepsinin de mitlerinde gelişmiş bir medeniyetin sel ve yangınlarla ortadan kalkışından söz edildiğini vurguluyor.


korkunc-iddia-kiyamet-zaten-koptu-bir-so...0_12_b.jpg


Ancak tüm bunlar, yine de Hancock'ın iddialarını bilimsel olarak kanıtlamak için yeterli değil...


korkunc-iddia-kiyamet-zaten-koptu-bir-so...4_13_b.jpg


Çünkü tüm bu çalışmalar hâlâ birer varsayımdan ibaret ve Hancock'ın söylemleri geçmişimiz ve geleceğimiz hakkında çok büyük iddialar sunduğu için belirsizliğini koruyor. Bu iddiaların kanıtlanması içinse önümüzdeki dönemde daha fazla bilim insanının Hancock'a katılması ve konu üzerine daha detaylı çalışmaların yürütülmesi gerekiyor...

Bu konuyu yazdır

  mele-i ALA
Yazar: ruhanikadın - 08-05-2017, Saat: 15:31 - Forum: Ruhlar - Yorum Yok

MELE-İ ALA ''MELEKLER KONSEYİ'' ne demektir, nedir, ne değildir?
 

bu konu hakkında geniş bir açıklama verebilir misiniz?

Bu konuyu yazdır

  SOYADLARIMIZIN KÖKENİ
Yazar: Emka - 08-05-2017, Saat: 13:14 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

SOYADI KANUNU

Kanun Numarası: 2525

Kabul Tarihi: 21/06/1934

Yayımlandığı Resmi Gazete Tarihi: 02/07/1934

Yayımlandığı Resmi Gazete Sayısı: 2741

Madde 1 – Her Türk, öz adından başka soyadını da taşımağa mecburdur.

Madde 2 – Söyleyişte, yazışta, imzada öz ad önde, soyadı sonda kullanılır.

Madde 3 – Rütbe ve memuriyet, aşiret ve yabancı ırk ve millet isimleriyle umumi edeplere uygun olmıyan veya iğrenç ve gülünç olan soyadları kullanılamaz.

Madde 4 – Soy adı seçme vazifesi ve hakkı evlilik birliğinin reisi olan kocaya aittir.

Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır. Koca ölmüş ve karısı evlenmemiş olursa veyahut koca akıl hastalığı ve akıl zaifliği sebebiyle vesayet altında bulunuyor ve evlilik de devam ediyorsa bu hak ve vazife karınındır.

Kocanın vefatiyle karı evlenmiş veya koca evvelki fıkrada zikredilen sebeplerle vesayet altına alınmış ve evlilik de zeval bulmuş ise bu hak ve vazife çocuğun baba cihetinden olan kan hısımlarından en yakın erkeğe ve bunların en yaşlısına yok ise vasiye aittir.

Madde 5 – Mümeyyiz olan reşit soy adını seçmekte serbesttir.

Akıl hastalığı ve akıl zaifliği dolayısiyle vesayet altına alınmış olan reşidin adını babası, yok ise anası, bu da yok ise vasisi seçer.

Madde 6 – En büyük mülkiye memurunun vereceği müzekkere üzerine Cumhuriyet Müddeiumumisi, 3 üncü maddedeki memnuiyete uygun olmıyarak soy adı kullananların bu adı değiştirmelerini ve tarihte ün almış olanlara ilişik anlatan adların, hilafını iddia ile, kullanılmamasını mahkemeden istiyebilir.

Kanunla taayyün eden unvanlar mahfuzdur.

Madde 7 – Bu kanunun neşri tarihinden itibaren iki yıl içinde gerek soy adı olmıyanlar ve gerekse soy adlarını değiştirmek istiyenler taşıyacakları adı Hükümetin tayin edeceği şekilde nüfus kütüklerine geçirilmek üzere bildirirler. Bu iş için verilecek her nevi evrak pul resminden muaftır.

Madde 8 – Soyadı seçme işlerinde çıkacak ihtilafları halletmek ve kendiliklerinden soyadı seçmiyenlerle anası babası belli olmıyan çocuklara ad takmak ve bir adın kanunun istediği şekle uygun olup olmadığı hakkında karar vermek salahiyeti ana kütüğün bulunduğu yerin en büyük mülkiye memuruna aittir.

Madde 9 – Valiler ve kaymakamlar soyadlarının nüfus kütüklerine ve doğum kağıtlarına doldurulması işinde diğer Devlet dairelerinde münasip gördükleri memurları iş bitinceye kadar yardımcı olarak nüfus dairelerinde çalıştırmağa salahiyetlidirler.

Madde 10 – Bu kanunun tayin ettiği müddet geçtikten sonra soyadlarını değiştirmek istiyenler Kanunu Medeninin bu baptaki hükümlerine tabi olurlar.

Madde 11 – Soyadlarını nüfus kütüğüne ve doğum kağıtlarına yazma işinde ihmali görülen memurlar hakkında kaymakamlar bir haftalığa, valiler on beş günlüğe kadar maaş kesme cezası verebilirler. Bu kararlar kati olup ilk ödenecek maaştan kesilir.

Madde 12 – Kanunun tayin eylediği zaman içinde soy adını memurlara bildirmiyenlerden beş liradan on beş liraya kadar ve bu iş için Hükümetçe verilecek vazifede ihmali görülen muhtarlar ve ihtiyar heyetleri azasının her birinden ve belediyelerce memur edilenlerden on liradan elli liraya kadar hafif para cezası alınır. Bu cezalar mahalli idare heyetleri karariyle verilir ve vali veya kaymakamların tasdikı ile katileşir.

Madde 13 – Bu kanunun tatbik yollarını gösterir bir Nizamname yapılacaktır.

Madde 14 – Bu kanun neşri tarihinden altı ay sonra mer’iyete girecektir.

Madde 15 – Bu kanunun hükümlerini yerine getirmeğe Dahiliye Vekili memurdur.


soy-agacinin-tarihcesi.jpg


1934 yılında Soyadı Kanunu bu şekilde kabul edilmişti. Bu yazının konusu da soyadlarımız ile kökenlerimiz arasındaki bağ üzerine olacak.

Türkiye’de, 1934 Soyadı Kanunu’nda bazı aileler kendilerine yeni soyadlar seçerken bazı aileler de gerçekten de soylarının adını yani aile lakaplarını soyad olarak kullanmıştı.

1934 Soyadı Kanunu’ndan önce herkesin soyunu belirten birer aile lakabı vardı. Türk boyları içinde aileler, obalar ( cemaat), oymaklar ( kabileler) vardı. Türkler, Anadolu’ya ve Rumeli’ye mensup oldukları boylarla ya da içinden çıktıkları boydaki çeşitli obalarla, oymaklarla yayılmıştı. Tıpkı diğer milletler gibi…

Oğuzlar’ın Kınık Boyu’ndan Selçuklular, iskan siyasetleri gereğince Anadolu’ya göçen Türk boylarını parça parça Rumeli ve Anadolu’ya yaymıştır.

Kayı Boyu’nun Karakeçili Aşireti’nin Softalı Cemaati’nden Osman’ın adlı Türkmen Beyi’nin oğulları olan Osmanlılar da kendini rakip gördüğü beylikleri yıktıktan sonra beylik içerisindeki boyları parçalara ayırarak özellikle de Rumeli’ye sürmüş,

Öte yandan Osmanlı- Safevi Savaşı’nda da çok sayıda Türkmen ve Yörük Aleviler ya İran’a göçmüş, ya Kıbrıs’a, ya da Balkanlara sürülmüştür. Safeviler de bir Türkmen Devleti idi, Safevilerden sonra sırası ile İran’ı Avşar ve Kaçar Türkmenleri yönetmiştir. 1925’de İngilizler, Fars kökenli Pehlevileri destekleyerek, İran’daki 1000 küsür yıllık Türk yönetimini ortadan kaldırmışlardır. Bugün İran’da İran Türkü, İran Azerisi, öte tarafta Azerbaycan Azerisi diye bildiğimiz Selçuklu ve Hazar coğrafyasında yaşayan bu Türkler, bizimle aynı soydandır.

Bu nedenle Selçuklu ve Osmanlı iskan siyaseti sonucu bugün biri Sivaslı, biri Balkan göçmeni diğeri Azerbaycanlı veya Kerküklü veyahut da Halepli olup ta aslında aynı soydan gelen aileler, sülaleler vardır.

Arşivlerde “Türkmen ve Yörük” halk arasında ise “Türk, Türkmen, Yörük” ayrımı vardır. Anadolu’da Türk, sürekli olarak yerleşik olan şehirli, köylü, kasabalılardır. Türkmen, yarı göçebe olan, yazları yaylaya çıkanlardır. Yörük, yaz kış çadırında yaşayan sürekli göçer halde olanlardır.

Boz-Ulus Türkmenleri de bir zamanlar yazın Erzurum ve civarını, kışın ise Diyarbakır ve civarına inerek Yörükler gibi sürekli göç halinde idi.

Oğuz Türkleri şehirli Türklere “ yatuk, tembel” lakabı verip, küçümsermiş. Buna bir örnek, arşiv kitabında gördüğüm, Oğuzların 24 boyunda biri olan Kızıkların, “ Oturak Kızık” lakaplı bir koludur.

Bugün bir bölgede Türkmen diğer bölgede Yörük diye anılan aynı boydan oymaklar vardır.

Diğer bir dikkat edilmesi gereken husus ise Halk Etimolojisi denilen yer veya bir aile lakabı hakkında halkın yaptığı yakıştırmalardır.

Örneğin Anadolu sözcüğü “Yunanca Doğu Ülkesi” anlamına geldiği halde, halk arasında “ askerlere su dolduran bir yaşlı anaya, su doldukça askerlerin ‘ ana dolu’ diye seslenmesinden “ Anadolu” adının ortaya çıktığı anlatılır. Aile lakaplarında da bu hususa dikkat etmek gerekir. Örneğin soyadım olan “Koca” aile lakabı hakkında da yaşlılarımız “ köye ilk gelen Kocaoğlu çok uzun boylu imiş de ondan Koca aile lakabı almış gibi bir yakıştırmaya giderler. Halbuki bir aile bir yerden bir yere göçtüğünde mensup olduğu boyun adını da aile lakabı olarak götürür. Hatta kimi zaman bir köyde bir ailenin iki lakabı dahi olabilir ki biri ya o ailenin içinden geldiği boyunun adı diğeri ise yine o boyun bir alt kolu olan cemaatin adıdır ya da ikinci lakap meslekle ilgili veya o aileden ileri gelen bir kişinin adı olur.

Koca aile lakabı ise en küçük toplumsal birim olan ailede olduğu gibi oymaklarda, cemaatlerde de “ yönetici” anlamına gelir.

Örneğin baba tarafım hem Kocaoğlu diye hem de Şaşlar diye anılır. Şaş, Özbekistan’ın Başkenti Taşkent’in 1000 li yıllardaki adıdır. Oğuzların bir kısmı buradan Horasan’a oradan da Anadolu’ya geçmişlerdir. Şaş, aile lakabımız için de yaşlılarımız, “ şaşkınlık içeren bir olayla ” ilgili diye kendilerince yoruma giderler.

Çeşitli arşiv kitaplarında gördüğüm Türkmen- Yörük adlarından kimilerini başlıklarla aşağıya sıralayacağım. Böylece boy adlarının nasıl çeşit çeşit olduğu görülecektir.

Renkler ve boylar:

Türkler her yöne bir renk vermişlerdir

Sarı: merkez, Doğu: gök/yeşil, Batı: ak, Kuzey: kara, Güney: kızıl

Arşivlerde ve yer adlarında bu renk ve yön ilişkisine örnek boldur.

Ballı, Karaballı, Sarıballı, Akballı

Gökvelili, Akvelili, Sarıvelili, Karavelili

Keçili, Karakeçili , Sarıkeçili, Kızılkeçili, Akkeçili

Tekeli, Karatekeli, Sarıtekeli,

Amucalı, Akamcalı, Karaamcalı

Öte yandan ırmak ve denizlere de renklere göre ad verilmiştir;

Yeşilırmak ( Doğuırmak), Akdeniz ( Batıdenizi), Karadeniz ( Kuzeydenizi) , Kızıldeniz ( Güneydenizi)

Aile lakapları ve boy adları

Çepni: Köse, Şuayyip, Kasabalı, Korkmazlı

Avşar: Deliler, Sofular, Kerimoğlu

Beğdilli: Araplı, Karacalı, Ulaşlı, Kasımlı, Kayaslı, Gündeşli, Dengizli

Bu üçü de Oğuzların 24 Boyu’na mensuptur.

Oğuzların 24 Boyu; Kayı, Bayat, Alkaevli, Karaevli, Yazır, Dodurga, Döğer, Yaparlı ( Çarıklı), Avşar, Kızık, Beğdilli, Kargın, Bayındır, Çavundur, Peçenek, Çepni, Salur, Eymür, Alayuntlu, Yüregir, Iğdır, Bügdüz, Yıva, Kınık

Boy adları ve duruma göre biçimlenmesi

Köse: Çepni Boyu’na mensup bir oymak.

Köse, Köseli, Köseler, Köseoğlu, Köseoğulları,

Kösece/Köseci, Kösecili

Karaköse, Kızılköse, Akköse, Gök/Yeşilköse, Sarıköse,

Avşarköselisi, Döğerköse

Köseömerli, Kösealili, Kösebekirli

Türkiye’de en sık gördüğüm soyadlardan biri de Köse’dir. Tüm Köseler Çepni Boyu’ndan gelmedir.

Aile lakapları ve Yer Adları

Kızıldağ, Kızılırmak: Kızıl Oğuzlar

Akçadağ: Akçalı

Kösedağ: Köseli ( Çepni)

Keldağ : Kelli

Aile lakapları ve Orta Asya yer adları

Şaş ( Taşkent) ,Yıldız, Talas

Aile Lakapları, boy adı ve komutan, önder adları

Bazı aile lakapları çeşitli Türk boylarından veya bu boylara mensup alt kollardan adını alır ve hatta bazıları da doğrudan bu boyların komutanlarından…

Atatürk’ün baba soyu üzerinden konuya örnek verelim örnek verebiliriz.

Tarihte geçen 11. y.y. daki  Irak Oğuzları’nın belli başlı komutanları Kızıl, Yağmur, Gök-Taş, Buka, Kız Oğlu, Mansur, Anası Oğlu, Dana idi.

Kızıl Oğuzlar, Atatürk’ün baba soyunun mensup olduğu boydur ve bu boyun adı yukarıda da anılan Kızıl adlı komutandan gelir:

“…1041 yılı civarında Hazar Denizi’nin güneyinde ve güneybatı bölgesinde Tahran, Kazvin, Reşt, Zencan ve Tebriz bölgelerinde oturan, “Kızıl Özen” veya “Kızıl Ören” Irmağı bölgesinde yaşayan ve İldeniz hükümdarlarından Arslan Şah’ın oğlu “Kızıl Bey”in oymakları oldukları için bu Türkmenlere “Kızıl Oğuz Türkleri” adı verilmiştir.

Kızıl Oğuz Türkmenleri; 1410’da Reşadiye ve Mesudiye arasındaki “Kızıl Özenliler Yurdu” olarak anılan (bugünkü Reşadiye-Kızıl Ören Köyü civarı) bölgede “Kızıl Ahmetliler” isimli bir de beylik kurdular. Beyliğe adını veren Kızıl-Oğlu Ahmet Bey ve kardeşleri, Amasya, Tokat, Çorum ve Sivas, Ordu, Samsun, Giresun ile Şebinkarahisar’ı ele geçirdiler. Kızılırmak ve Yeşilırmak bölgesine hakim oldular. 1424 yılında Sultan II. Murat’ın emri ile Amasya Valisi Yörgüç Paşa, Kızıl-Oğlu Ahmet Bey ve diğer ileri gelenleri Amasya Kalesi’ne davet ederek ortadan kaldırdı. Kızıl Oğuz Türkmenleri de Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağıtıldılar…”

Örnekte görüldüğü üzere İldeniz Hükümdarı’nın oğlunun adı olan Kızıl daha sonra bir boya ad oluyor.

Kızıllar :

Bozok, Kayseri, Sivas, Akdağ, Adana, Maraş, Teke, Ha-mıd, Bolu, Tarsus, içel, Karaman, Afyonkarahisar, Bolvadin -Dinar Şark-i Karaağaç, Karaman, Çerkeş ,Gümülcine, Dimetoka, Kavala ÜskÜp, Hezargrad (Niğbolu), Vardar, Selanik, Silistre, Usturga Ohrı, Manastır”

(Başbakanlık Arşiv Belgelerine göre: Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatler”, Tercüman Yay.1979)

Kızıl Oğuzların parçası olduğu İldenizli Devleti de, belli ki bugün aile lakaplarında İldeniz ( Eldeniz)ve Yildeniz olarak yaşamaktadır tıpkı Akkoyunlu , Karakoyunlu soyadları gibi…

Atatürk’ün dedesinin Makedonya Kocacık’tan Selanik’e göçtüğünü ve Kocacık’taki köylerini gösteren gazete haberlerini veya Tv yayınlarını görmüşsünüzdür. Arşivlerde Kocacık’ın izini takip edelim:

“Kocac,Kocaclar,Kocaclı(Kocaclu),(Kocac,Perakendesi):
İçel, Adana, Tarsus, Sis, Karahisar-ı Şarki Sancağı, Mut ve Gülnar Kazası ( İçel Sancağı), Kirmasti-Kazası(Hüdavendigar-Sancağı)
-Yörükan-(Yörükler)

Kocacık,Kocacıklı,(Kocacıklu),(Gocacık,Gocacıklı,Gocacıklu):
Adana,Kars-ı-Meraş,-Karahisar-ı-Şarki-Sancağı
Yörükan

(Başbakanlık Arşiv Belgelerine göre: Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatler”, Tercüman Yay.1979)

Böylece Makedonya’da bir Türk yerleşimi olan Kocacık adının Kocac adlı Türkmenlerin soyundan geldiğini anlıyoruz. Kocac boy adının aslı Kocacı, Kocaca yani Koca adlı boydan olan demek.

Koca boyundan kopanlar Kocacı/Kocaca/ Kocac adlı boyları,  Kocac adlı boydan kopanlar ise Kocacık boyunu oluşturmuş. Koca lakabı ise yönetici anlamına geliyor. Demek ki Kocacıklar’ın soyu bir boyun yöneticisi sülalesi olan Kocalar’dan geliyor. Kocacık Yörükleri’nin İnallı Türkmenlerin olduğu bilgisi var, buna göre demek ki bu yerleşim İnallu boyunun yönetici sülalesinden olan Kocacıklar tarafından kurulmuş, daha sonra Osmanlı zamanı Balkanlara sürülen Kızıllar’dan Atatürk’ün baba soyu da bu bölgeye yerleşmiş. Atatürk’ün ana soyunu ise Sofular deniyor, bu boy Avşar boyuna mensuptur.

Üstte verdiğim alıntıda görüldüğü gibi 15. Y.y.da Kızıllar Oğuzları’nın önder i Kızıl Oğlu Ahmet Bey diye anılıyordu. Türkmen-Yörük geleneğinde önder ve ailesine yapılan diğer adlandırma geleneğince Kızıl Oğlu Ahmet’nin diğer adı ise Kızıl Koca idi.

Kızılkoca:

Bozok S., Yozgad K. (Bozok), Adilcevaz S. (Van Ey.)

(Başbakanlık Arşiv Belgelerine göre: Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatler”, Tercüman Yay.1979)

Öte yandan diğer komutan adları da arşiv kitaplarında Türkmen ve Yörük olarak geçmektedir; Yağmurlu, Danalı, Kızlı, Mansurlu…

Bir başka örnek ise Harzemşahlar. Harzemşah Sultanı Celalettin Mengüberti ( Celalettin Harzemşah) , 1231’de vefat ettiğinde komutanları Selçuklu tarafından Anadolu’ya dağıtılmıştı;  Bereket, Yılanboğa, Canbirdi, Güçlü Han, Kayır Han.

Bugün Hormek, Horzum, Harzem, Güçlü (Güçlühanlı), Canbirdili, Bereketli, Kayırlı(Kayırhanlı), Yılanboğalı aile lakapları taşıyanların soyu buradan kaynaklanıyor. Keza Saruhan aile lakabı da Harzemşah’ın komutanlarından Saruhan’dan gelir ve ayrıca Laçin aile lakabı da Harzemşahlara ait Laçin adlı bir boydan gelir.

Örnek:

Harzem:

Kütahya Sancağı- Türkman Yörükanı

Horzum:

Kütahya, Aydın, Güzelhisar K.(Aydın), Saruhan S., Yalavaç K. ( Karahisar-ı Sahip S.)

Horzum Kebir:

Kütahya S.

(Başbakanlık Arşiv Belgelerine göre: Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatler”, Tercüman Yay.1979)

Hazır  bey ve  komutan adları üzerinden bilgi vermişken bir başka konuyu da burada açayım.

Dede Korkut’u okuduysanız, kahramanlar, kişi adları ile değil de  boyları ile anılır.

Örneğin orada “Usun Koca oğlu Zeyrek” denir, Usun ve Zeyrek kişi adı değil boy adıdır.

Bu “Usun boyunun kocası yanı yönetici cemaati Zeyrekler “demektir.

Zeyrekler de bugün Türkiye’de geniş bir alana yayılmıştır, bunları çeşitli bölgelerdeki Zeyrek ( Seyrek,Ziyrek) adlı yer adları ve aile lakaplarından anlıyoruz.

Alevi-Bektaşilik ve Ahilik gibi Eski Türk Geleneklerine dayanan tarikatların, mezheplerin erenleri de  bu biçimde ad alırdı:

Hacı Bektaş-ı Veli: Hacı Bektaşlı boyunun Velilik makamındaki ereni

Pir Sultan Abdal: Pir Sultanlı  boyunun Abdallık makanındaki ereni

Baba İlyas : İlyaslı  boyunun Babalık makamındaki ereni

Ede Bali : Ede Bali boyunun ereni

Saru Saltuklu: Sarı Saltuklu boyunun ereni

Örneğin Hacı Bektaş-ı Veli’nin asıl adı Seyyid Muhammed bin İbrahim Ata’dır. Anlaşılan mensup olduğu boy, Hacılı ve Bektaşlı adlı iki boyun birleşmesinden oluşmuştu. Arşivlerde Hacılı, Bektaşlı ( Begdeşli) boy adları geçmektedir. Bektaşlı boyu da bildiğim kadarı ile Oğuzlar’ın 24 ana boyundan Bayındırlılara mensuptur.

Seyyid lakabı ise  O’nun Hz. Muhammed’in kızı Hz. Fatma ile Hz. Muhammed’in amcaoğlu Hz. Ali’nin soyundan geldiğini gösterir. Hz. Ali ile Hz. Fatma’nın evliliğinden Hz. Hüseyin ile Hz. Hasan doğar ve Hz. Hüseyin’in soyundan gelenlere Seyyid, Hz. Hasan’ın soyundan gelenlere Şerif denir. Hz. Muhammed’in soyu kızı Hz. Fatma’dan yürümüştür.

Ne var ki Hz. Hasan’ı, Emevilerin kurucusu Halife Muaviye adamları aracılığı ile  zehirletmiş, oğlu Halife Yezid ise ordusu ile Hz. Hüseyin ve 70-80 kişilik  yakınlarının çoğunu ( rivayete göre kadın ve çocuklarda dahil olmak üzere 72 kişi) Kerbela denilen çölde katletmişti.  Halife Yezid’in, adamlarının Hz. Hüseyin’in kesik başını sarayda top yapıp oynadığı inancı yüzünden eskiden futbol oynamak Anadolu’da günah sayılırdı.

Yine aynı nedenlerle Türkler hangi mezhepten olursa olsun Muaviye ve Yezid ve yine benzer bir hikayesi olan Mervan ( Hz. Hasan’ı zehirlettiği iddia edilir) isimlerini kullanmaz.

Aile lakaplarının unutulmuş anlamları

Koca, Kahya, Kethüda, Boybeyi: yönetici,Torun: Yönetici ailenin soyundan olan,   Bal : Bel, Cesur, Sert,  Sin : Mezar:, Laçin Big Grinoğan:, İspa :Sipahi:, Eşkinci :  Sefere katılan sipahi, Çatal :Sefere katılmayı, bekleyen sipahi,

Yönetici aile adları

Boybeyi, kethüda, kahya, koca, bey, torun, mir…

Kişi İsmiyle anılanlar

Alili, Bekirli, Otmanlı, Hıdırlı, Hüseyinli, Hasanlı, Ömerli, Musalı, Mehmetli, Kızıllı, Sinanlı,Hamzalı, Osmanlı, Tayipli, Tahirli, Yusuflu, Yunuslu, Yakuplu, Muratlu,Nuhlu,Mürselli, Hızırlı

Örnekler:

Sinanlı Oymağı:

Ankara S., Konya S.- Yörükan

Mürselli:

Akhisar-ı Geyve K. ( Kocaeli S.)- Türkman Yörükanı

Dinsel inanış belirtenler

Etyemezli, Otyemezli, Balyemezli, Allahverdi

Otyemezli deki ot sözcüğünün aslı od ise ateşyemezli gibi değişik bir anlam ortaya çıkar.

Etyemezli ve Balyemezli aile lakapları vejetaryenlik çağrıştırıyor. Belki Uygur Türkleri’nin kurmuş olduğu Eretna Beyliği’nde hala kimi Budist inançlar taşıyanlar vardı ve belki o nedenle  iki boyun adı da o inanışlardan kalmadır.

Örnek:

Allahverdi Cemaati:

Rakka Ey., Keskin K. ( Kengiri S.), Bozok Ey.Çiçek Dağı N. ( Kırşehri S.), Karaman, Sivas- Bozulus Türkman Aşireti

Fiziksel özellikle anılan oymaklar

Boynuinceli, Boynuyoğunlu, Boynukısalı, Gözükızıllı, Penbeli, Saçıkaralı, Ağzıkaralı

Örnek:

Boynuinceli

Aksaray Sancağı, Sivas, Kırşehri, Konya, Karaman, Bozkır Kazası(Beğşehri Sancağı), Hacıbektaş Kazası (Kırşehri Sancağı), Koçhisar Kazası (Aksaray Sancağı), Adana, Maraş , Nevşehir Kazası (Niğde Sancağı), Develi, Ilgaz Kazası (Kengiri-Çankırı) Sancağı, Niğde, Danişmendlü (Danişmendlü-i Sağir) Kazası (Niğde Sancağı)- Türkman Yörükanı

Hayvan adları taşıyanlar

Şahinli, Laçinli, Karakuşlu, Kartallı, Doğanlı, Balabanlı

Kurtlu, Çakallı, Tilkili, Yılanlı, Köpekli, Baraklı, Donguzlu ( Domuzlu), Kazlı

Örnek:

Baraklı:

Rakka, Sivas, Tokat, Yeni İl ( Sivas), Halep, Mumkal’a Kazası ( Halep), Adana, Zülkadriye, Tarsus, Dimetoka K. ( Paşa S.)

Baraklıoğlu:

Karahisar-ı Sahip S. – Türkman

Coğrafi özellik adı taşıyanlar

Taşlı, Kayalı, Dağlı, Saylı ( Vadi)

Meyve adları taşıyanlar

Elmalı,  Armutlu, Erikli

Örnek:

-Armutlu Cemaati:

Kütahya, Edirne, Karahisar-ı Şarki, Karaman, İçel, Konya, Varna K. ( Silistre S.), Malazgird S.( Erzurum Ey.) Yenice-i Karasu K. ( Paşa S.), Mudanya K. ( Hudevendigar S.), Keşişlik N. ( Siroz S.) – Bozulus Türkman Yörükanı

Renk-yön geleneğine uygun ad alanlar

Kara-Hüseyinli, Sarı-Alili, Karaca-Ahmetli, Sarı-Velili, Kara-Keçili, Sarı-Tekeli, Kara-Ballı

Örnek:

Kara Keçili:

Adana, Diyarbekir, Siverek, Eskişehir, Siirt, Birecik, Ankara, Kütahya, Ruha (Urfa), Rakka, Aydın, Kırşehir, Balıkesir, Haymana, Manisa, Trablus-Şam, Kula, Eşme (Kütahya), Bursa, Alaşehir- Türkman Yörükanı

Renk-yön geleneğine uygun olarak ad almalarına rağmen mensup oldukları boydan kopmaları nedeni ile sadece renkle ilgili adları kalanlar

Karalı, Akçalı, Yeşilli, Sarılı

Yönetici ünvanlılar

Kızılkoca, Akçakoca, İsakoca, Alikoca , Mürsel Koca, Süleyman Kethüda

Örnekler:

Mürsel Kocalı:

Diyarbekir Ey.- Türkman- Bozulus Aşireti

Süleyman Kethüda:

Kırşehri S., Nevşehir K. (Niğde S.)- Türkman

Yönetici ünvanlı oymak olmasına rağmen, yönetici olduğu boydan kopanlar

Kocalı, Kocalar, Kocac, Kocacık, Kocaoğlu

Örnek:

Kocalı ( Nam-ı Diger Rendene):

Radovişte K. ( Köstendil S.), İnebahtı ve Kilis S., Kalkandelen K. ( Üsküp S.) – Yörürkan

İçlerinde veya komşu yaşadıkları toplumun adını taşıyanlar

Araplı, Kürtlü, ,Franklı, Macarlı, Bulgarlı

( Bugün bu gelenek Balkan göçmenlerine “ Yugoslav, Bulgar “,  gurbetçilere “Alamancı” ve Doğu Karadenizlilerin tamamına “Laz” denilerek devam ediyor. Halbuki Balkan göçmenlerinden Boşnak ve Arnavutlar dışındakiler Osmanlı ve Selçuklu zamanı o bölgeye yerleştirilmiş çeşitli Türkmen ve Yörüklerdir. Özellikle Osmanlı, Karamanlı Beyliği’ni yıktıktan sonra Karamanlı Beyliği’ne mensup boyları Balkanlara yerleştirmişti.

Lazlar ise Doğu Karadeniz’in Rize ve Artvin illerinde yerleşiktirler ama bir Giresunluya da halk arasında laz denebiliyor. Bugün de 1950 lilerde Almanya’ya göçmüş Türklere ve onların çocuklarına Alamancı diyerek bu geleneği devam ettiriyoruz.

Franklı boy adının kökleri Haçlı Seferleri zamanlarına dayanıyor olmalı zira Haçlı ordusuna Müslümanlar Franklar derdi. Alamanlar da Haçlı Ordusu’na katılmışlardı. O dönem Türk boylarının Franklar ile karşılaşması ile bu kabile adları doğmuş olmalı.

Listede Alamanlı adı da var, ancak eski Türkçe’de Alaman, olgun, anlayışlı kişi demekmiş.

Örnek:

“Arab, Arablar, Arablı (Arablu):

Halep, Sıvas, Meraş, Diyarbekir Eyaletleri, Menteşe Sancağı, Rakka Eyaleti, Anamur Kazası (İçel Sancağı), Adana, Edirne, Selanik Sancağı, Çorum Sancağı, Koçhisar Kazası (Aksaray Sancağı), Mardin Kazası (Diyarbekir Eyaleti), Zülkadiriye Kazası (Meraş), Bozok, İçel Sancağı, Alaiye Sancağı, Düşenbe Kazası (Alaiye Sancağı), Mağnisa Kazası (Saruhan Sancağı), Alaşehir Kazası (Aydın Sancağı), Erzurum, Adana havalisi, Saruhan Sancağı, Hezargrad Kazası (Niğbolu Sancağı), Antalya, Kütahya, Hama, Hums Sancakları, Çıldır Eyaleti, Gelibolu Sancağı, Şehirköy Kazası (Paşa Sancağı), Siverek Sancağı, Karaman, Uzuncaabad Hasköy Kazası (Çirmen Sancağı), Nevşehir Kazası (Niğde Sancağı), Aydın Sancağı, Adala Ovası (Saruhan Sancağı), Yeni İl Kazası (Sivas), Göynük Kazası (Hudavendigar Sancağı), Arapgir Sancağı (Sivas Eyaleti), Divriği Sancağı (Sivas Eyaleti), Kars Eyaleti, Uluborlu ve Gönan Kazası (Hamid Sancağı), Ürgüp Kazası (Niğde Sancağı);

Konar-Göçer Türkman Yörükani taifesinden. Beğdilli Aşiretinden olan Arablar Cemaati, İçel Sancağında iskan olunmuştur.”

“Arablıibrahim (Arabluibrahim): Niğde,Halep, Ankara, Kengiri, Rakka Sancakları; Türkman taifesinden. Arablıibrahim cemaati, Beğdilü Aşiretindendir.”

“Arablımersin (Arablumersin): Niğde Sancağı;  Türkman taifesinden. Arablımersin Cemaati, Beğdili Aşiretindendir.”

Üstte görüldüğü üzere Beğdilli Boyu’ndan olan ve Anadolu’ya göçmeden önce Araplarla iç içe yaşamasından ötürü Araplı adını olan Türkmen Boyu, Mardin’den Bulgaristan Plevne’ye( Niğbolu), Kars’tan Edirne’ye,  Suriye’den( Halep ve Rakka) Gelibolu’ya kadar dağılmış.

Araplı Aşireti’nin  İçel Sancağına iskan edilen cemaati ile Araplı Aşireti’nden türedikleri belli olan Araplı-İbrahim ve Araplı-Mersin cemaatlerinin Beğdilli olduğu ibaresi sayesinde biz Araplı Aşireti’nin Oğuzların 24 Boyu’ndan Beğdilli’ye mensup olduklarını öğrenmiş oluyoruz.

Not: Bu liste Araplı Aşireti’nin tüm iskan edildiği yerleri ya da iskan edildikleri bölgelerde zamanla çoğalarak, dağıldıkları diğer bölgeleri göstermiyor.

Akrabalık adları taşıyanlar

Atalı ( Edeli), Dayılı,  Amucalı ( Emmili),  Ebeli ( Abalı), Dedeli (Tatalı), Annalı ( Anneli)…

Örnek:

Annalar Cemaati:

Edirne K. ( Paşa S.)- Yörükan

Dinsel adlar taşıyan oymaklar

Seyyid, Hacılı, Babalı, Halifeli, Işıklı, Şeyhli, Şıhlı, Abdallı, Sofulu, Mollalı, Pirli, Fakılı(Fakıh), Atalı/Edeli, (?), Deliler (?)…

Örnek:

Karaşeyh, Karaşeyhler, (Karaşeyhli, Karaşeyhlü, Karaşeyhli Avşarı, Karaşıh) Cemaatii:

Sivas, Maraş, Diyarbekır, Kütahya, Saruhan, Karaman, Haleb, Rakka, Niğde, Arabgir, Divriği, Malatya, Kengiri, Kilis, Ankara, Aydın, Hama ve Hums Sancakları, Yeni İl Kazası (Sivas Sancağı), Hısn-ı Mansur Kazası (Malatya Sancağı), Şiran Kazası (Erzurum Eyaleti), Selmanlu-i Kebir Kazası (Kırşehir Sancağı)-  Türkman-, Beğdili Aşireti.”

Boy adları taşıyanlar

Türklü, Kıpçaklı, Türgişli, Kazaklı, Kırgızlı, Uygurlu, Çiğilli, Peçenekli, Tatarlı, Türklü, Türkmenli, Kumanlı, Avarlı, Harzemşahlı ( Horzum, Harzem, Hormek)

Aynı boylar farklı biçimde telaffuz edilebiliniyor:

Dodurga, Tötürge,

Melemenli, Menemenli- Sinemanlı, Sinemelli

Paşalı, Beşeli

İlanlı-Yılanlı, İnallı-Yınallı, Ulduzlu-Yıldızlı

Hacıvatlı – Acıvatlı/Ecevitli

Karaballı, Karabelli

“İsim Kaderdir İnancı” ve boy adları

Bazı Türkmen-Yörükler de adlarını Şaman Kültüründen kalma ad verme geleneğinden

Almışlardır:

Döndü ( üst üste kız çocuğu doğunca sonraki çocuklar erkek doğsun diye konur.)

Durmuş ( Göç etmesin/Çocuk yaşta hastalıktan ölmesin? )

Dursun, Duran(Turan) ( Çocuk yaşta hastalıktan ölmesin)

Yaşar  ( Çocuk yaşta hastalıktan ölmesin)

Satılmış ( Çocuk doğar doğmaz, güya istenmeyen, değersiz birisiymiş gibi satışa çıkarılır böylece kötü ruhlar da bu çocuğu önemsemez ve dokunmaz)

Bu adlara Satı,Döne gibi benzer adlar da eklenebilir.

Buraya kadar olan kısım hala halkça anlamları bilinen isimlerdir. Birde anlamlarının unutulduğu belli olan isimler vardır:

Ay-tekin:

Gün-tekin

Tekin, yönetici anlamına gelir ama işin içinde biraz öte alemde vardır zira “ Tekinsiz” sözcüğünü “ tekinsiz yer” diye kullandığımızda biraz da göze görünmeyen varlıkları ifade eder. Burada da Ay ve Güneş’in güçlerine bağlı bir ad geleneği var.

Gültekin/Gültekin: Bu adın aslının da Göl Tekin yani Göl yöneticisi olduğu söylenir. Bunda da su ile ilgili bir kutsallık ya da edebiyatta Derya, Umman sözcüklerinin enginlik, sonsuzluk anlamına gelmesi gibi bir anlamı olduğu söylenir.

Ay-Kut: Kut, kişi doğa güçleri ile uyumlu olduğunda kazanılan uğur anlamına gelir.

(Daha ayrıntılı bilgi için DerKi’deki “Taoculuk ve Türkler” yazıma bakınız.)

SOYADLAR, AİLE LAKAPLARI VE KÖKLER:

Bulgaristan, Romanya, Macaristan ve Rusya gibi Türklerin diğer milletlerin içinde eridiği ( asimile) coğrafyalarda da soyadlardan ve yer adlarından Türk  kökenli aileler  tespit edilebiliniyor. Bu coğrafya da en belirgin örnek Balaban soyadıdır. Hazar ve Karaim kökenli Türk Musevilerden, Doğu Avrupalı Hristiyanlara kadar değişik milletler içinde yer alan Türkçe bir soyaddır.

Hazarlar ile Karaimler Türk kökenli Musevilerdir. Doğu Avrupa’da  1000 li yıllarda çok sayıda hristiyanlaşan Bulgar, Macar ve Kıpçak ( Kuman)  Türk boyları olmuştur.  Hristiyan Kıpçaklardan Codex Cumanicus adlı bir sözlük dahi kalmıştır.

Bugün Doğu Avrupa ve Rusya kökenli Musevilerde, Hristiyanlarda da rastlanılan Balaban adına Hindistan’da hükümdarlık yapan ve Ulu Borlu adlı Kıpçak Boyu’ndan olduğu tahmin edilen bir Türk Beyi olan Balaban Han’da da rastlarız.

Burada değinmek istediğim bir konu daha var; ne zaman Türkçe ve diğer diller arasında bağlantı kurulsa ” Havaii; Hava iyi, Niagara; Ne Yaygara” gibi uydurmalar gündeme getiriliyorlar. Bu tamamı ile Tanzimatçı kafanın yani Batı’ya karşı her zaman “ kompleks” duyan, sözde bazı aydınların, halkımızın kafasını karıştırmak için kullandığı sahte delillerdir. Zira aynı sözde aydınlar, Meksika’da yerli halkın “ Tepe” sözcüğü yerine “ Tepek” sözcüğü kullandığı bilgisi ile dalga geçmeye cüret edemedikleri gibi konu üzerinde yorum bile yapmamaktadırlar. Aşırılıkları eleştirmek ile ülkeni, geçmişini yermek arasında fark vardır…

Keza sözde aydınlarımızın da seve seve sahip çıktıkları başkaca bir klasik batı uydurması ise Türkler’in aslının çekik gözlü, Moğol tipli olduğu, Anadolu’ya yapılan göçlerde sadece % 10 Türk geni geldiğidir. Bu da klasik bir batı uydurmasıdır.

Türkler hepimizin bildiği gibi çeşitli boylardan oluşur. Bu boyların hepsi aynı fiziksel özellikte değildir.

Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz’un evlendiği Gök Kızı’nın gözleri de gök gibi mavidir. Oğuz’un ise destanda gözleri “ ela” geçer. Oğuz Han’ın evlendiği diğer hatun olan yer-su kızının ise göz rengi belirtilmez, muhtemelen kahverengidir. Bu söylence de dış anlama ( egzoterik) göz renklerinin eklenmesi, Oğuzları oluşturan boyların fiziksel özellikleri hakkında sonraki kuşaklara bilgi aktarmak amacı ile olmalıdır.

Kıpçaklar ( Kumanlar, Ahıskalılar), Rus, Ermeni ve Bizans kaynaklarında Soluk Sarışın ve renkli gözlü geçer.

Arap tarihçileri, eski Kırgızların “ renkli gözlü ve kızıl saçlı olduklarını” yazmışlardır.

Firdevsi’nin  Şehnamesi’nde Türkler kedi gözlü ( renkli) anlatılırlar.

“…”B. VIII 2618, v. 932’ye göre Türk kırmızıdır. Bununla şair, Türklerin sarışın olduklarını tanıtmaya çalışmış, “ kedi gözlü” demekle de Türklerin göz renklerinin açık renkli olup, İranlılara benzemediği, onların siyah gözlerinden ayrıldığı gerçeğini vurgulamak istemiştir…”

Oğuzların 24 kolu vardır ve bunlardan örneğin Avşar gibi boylarda renkli gözlülük ve sarışınlık sıkça rastlanılır.

Cahiliye devri Arap şiirlerinde de Türklerdeki sarışınlık yer alır:

“…Ellerinde av kartalları olan sarışın bıyıklı Türk yiğitlerini görünce,
Suyu onlar için terk ettim ve deveme atlayıp, aradan çıktım …- Avs b. Hacer  (ölüm 620)”

Dolayısı ile Türklerin Ataları’nın çekik gözlü olduğu ya da renkli gözlü olmadığı iddiası ile Anadolu Türklerini yok saymanın tarihi bilgilerle örtüşür bir yanı yoktur. Açık ten ve renkli gözlülük, çekinik gendir, Asya’da doğuda Çinliler, batıda İranlılar ve altta da  Hintliler olursa doğal olarak renkli göz ve açık tenin yerini ya çekik gözlülük ya da esmerlik alır aynı şey Anadolu’da da geçerlidir. Akdeniz coğrafyası ile temas eden kavimler, baskın gen olan esmerliği, koyu renk gözü de zamanla bünyelerine katarlar.

Bu nedenle özellikle Batı’nın propagandası nedeni ile Türklerin aslının çekik gözlü ve kısa boylu olduğunu iddia edip, esmer, sarışın, renkli göz ve uzun boy gibi Moğollarda olmayan özellikleri taşıyan Türklerin yerli halktan devşirme olduğu tezi yanlıştır, bilimsel değildir.

Üstte verdiğim birkaç örnekte görüldüğü üzere Atalarımızı oluşturan Türk Boyları, renkli göz ve sarışınlık özelliklerini de içeren çeşitli fiziksel özelliklere sahiptiler.

Özetle Avruplalılar istedikleri kadar Atalarımızın çekik gözlü, Moğol tipli olduğunu savlayıp, bugün çekik gözlü olmayan veya uzun boylu olan veya renkli gözlü, renkli saçlı olanları Türk saymamaya devam etsin, tarihi gerçekler onları yalanlıyor. Onlar ise bilime ırkçılık karıştırarak dünya tarihini kendilerine göre biçimlendirmeye çalışmaya devam ediyorlar.

SONUÇ:

Aile lakaplarımız ve bu lakabı taşıyorlarsa soyadlarımız tesadüfi değil, köklü bir geleneğin ve kültürün ürünüdür.

Tabii bu gelenekten, bu kültürden “ Avrupa’da her soyadın, her aile adının 600-700 yıllık geleneği var, bizde böyle bir şey yok, bizlere 1934 Soyadı Kanunu ile soyadlar verilmiş”  diyen kimi sözde aydınlarımızın haberi yok.

Tüm bunlara rağmen Balkanlardan Azerbaycan’a kadar eski Osmanlı ve Selçuklu coğrafyasında yayılmış Türkler, Ataları’ndan gelen aile lakapları ve eğer bu lakapları soyadı olarak almışlar ise soyadları ile bu coğrafyada kendilerini yok sayanlara karşı Türklüğü yaşatıyorlar.

Bu konuyu son bir örnekle açıklamak istiyorum:

Köseler, Köseli,(Köselü) (Köseoğlu, Köselerobası, Köseoğlu, Köselüoğlu):

Alaiye, Kars-ı Meraş, Adana, Tarsus, Sis, İçel, Bozok, Hamid, Meraş, Saruhan, Karahisar-ı Şarki, Paşa, Konya, Karaman, Aydın, Ankara, Teke ve Sığla Sancakları, Turgut Kazası(Konya Sancağı), Zülkadriye Kazası(Meraş Eyaleti), Bursa, Mihaliç, Gönen ve Harmancık Kazaları(Hüdavendigar Sancağı) Yüreğir Kazası(Adana Sancağı), Radovişte Kazası(Köstendil Sancağı), Avunya Kazası(Biga Sancağı), Silifke Kazası(İçel Sancağı), Ordu Kazası(Karahisar-ı Şarki Sancağı), Selmanlu Sagir Kazası(Bozok Sancağı), Filibe, Filorine ve Gümilcine Kazaları(Paşa Sancağı), Ermenek Kazası( İçel Sancağı), Balıkesir Kazası(Karasi Sancağı), Sultan Hisarı Kazası(Aydın Sancağı), Manavgat Kazası(Alaiye Sancağı), İncesu Kazası,(Niğde Sancağı), Gördük Kazası(Saruhan Sancağı), İznikmid Kazası(Kocaeli Sancağı), Dağardı Kazası(Kütahya Sancağı), Kemah Kazası(Erzurum Sancağı).

Gördüğünüz üzere Köseler boyundan olan aileler Erzincan, Konya, Manisa, Balıkesir, Yozgat, Konya, Çanakkale, Adana, Maraş, Adana, Bursa, Mersin, Antalya, Adana, Ordu, Niğde, Kocaeli, Ankara, Alanya ve Balkanların çeşitli bölgelerine yerleştirilmiş.

Bunlar Köseler Boyu’nun tespit edilmiş bir kısmı. Zira henüz Türkmen Yörük Aşiret ve Cemaatlerini tamamıyla ortaya konan bir eser henüz yayınlanmadı.

Ama gördüğünüz gibi aslında Erzincan Kemahlı ve aile lakabı veya soyadı Köse olan bir Türk vatandaşı ile Bulgaristan göçmeni ve yine aile lakabı veya soyadı Köse olan bir Türk vatandaşı aslında yanı soydan geliyor. Ama Köseler Boyuna mensup bu aileler,  Orta Asya’dan beraber geldikleri akrabalarından bir süre sonra ayrılarak, Anadolu ve Balkanlara dağılmışlar.

Ancak yabancıların Türkiye’de etnik kökenlerle ilgili yazdıkları kitaplara bakarsanız biri Erzincanlı biri Bulgaristan göçmeni olduğu için farklı soydan olmaları gerekiyor.  Hatta yine Avrupalıların iddiasına göre Bulgaristan’daki Türkler oranın yerli halkından, Erzincan’daki Türkler ise bu bölgedeki yerli halktan zamanla Türkleşmiş olmalılar Ama gördüğünüz gibi gerçekler böyle değil. Çeşitli Türk boyları zaman içerisinde Azerbeycan, Türkiye, Kuzey Irak, Kuzey Suriye, Kıbrıs ve Balkanlara yayılmış…

(Faruk Sümer’in “ Oğuzlar” adlı kitabında verilen bir arşiv belgesine göre “ Köseler” adlı Aşiretin “ Korkmazlı, Kasabalı, Şuayyipli ve Sarılı” adlı diğer aşiretler ile beraber Oğuzların 24 Boyu’ndan Çepni Boyu’na mensup olduğunu görüyoruz.)


Hukuk mezunu olmama rağmen tarihe merakım nedeni ile kendi soyum üzerine yaptığım araştırmalarda tespit ettiğim bilgileri bu yazıyla ortaya döktüm. Sonuçta tarih bilimi üzerine eğitim almadığım için bu yazı bir amatör bir çalışmadır. Ama “ soyad, aile lakabı” gibi konular üzerine eğilmeye meraklı kişiler için belirli bir altyapı sağlayabilecek bir yazı yazdığımı sanıyorum.

Bu konuyu yazdır

  Beyin İzini Dönüştürerek Yaşamlarımızı Dönüştürebilir miyiz?
Yazar: Emka - 08-05-2017, Saat: 11:20 - Forum: Beyin - Yorum Yok

1998  yılından bu yana çeşitli şifa terapileri tekniklerinde eğitimler almış, uygulamalar yapmış ve son iki yılını yoğun bir şekilde şamanik çalışmalara vermiş birisi olarak size o “büyülü” dünyaları anlatmak yerine beyni anlatmayı tercih etmemin, deneyimlerle sabitlenmiş çok değerli bir nedeni var:

Enerji alanımızda yaptığımız çalışmaların yerini layıkıyla bulabilmesi için beynimizin kendini güncellemesine yardımcı olmak!

Bu ise, çoğumuza, o enteresan, “büyüleyici” şifa çalışmaları kadar yüksek reytingli gelmediğinden hem de biraz daha “uğraşmak” gerektiğinden çok da üzerinde durmadığımız bir konu.

Oysa sırf bu nedenle, bir süre sonra yaşamlarımız, aynı yanlış haritada durmaksızın dönüp durduğumuz bir labirente çevriliyor.

2014 yılında Alman Savunma Bakanı’nın parmak izi, bir basın toplantısında alınan yüksek çözünürlükteki fotoğraftan kopyalanmış, böylece, korsanlar, Alman Savunma Bakanı’nın giriş yetkisi olan tüm gizli dosyalara giriş sağlayabilmişti.

Beyin izi (brainprint) içinse durum daha farklı. Beyin izi oluştururken, şiddet içermeyen, içgüdüsel ve pasif bir düşüncenin dalgaları kaydediliyor ve sisteme tanımlanıyor. Kişi ölürse beyin dalgaları durduğu, panik halinde ise aşırı derecede adrenalin salgısından ötürü beyin dalgaları farklılaşacağından, parmak izinden, retina izinden daha güvenli bir yöntem olarak kullanılması öngörülüyor.


412-625x300.jpg


Beyin dalgalarından bu anlamda da yararlanılabileceğini öğrendiğimde bir kere daha beyne, titreşimlere, enerjisel boyuttaki muhteşem sisteme ve insan beyninin yüksek potansiyeline hayran kalmıştım.

Aynı yöntemle, beyin korsanlığı da aslında bir şekilde mümkün olabilir gibi görünüyor.

Dr. Lazsio, çalışmasında, X kişisinin 10 dakikalık bir video izlemesiyle oluşan beyin dalgalarını kaydederek, Y kişisine 12 saat boyunca bu beyin dalgalarının yarattığı ışık şovunu izletiyor ve bu sürecin sonunda Y kişisinin beyin yapısı, yaklaşık %20 oranında X kişisine yaklaşıyor.

Bu bulgu, psikolojik bazı rahatsızlıkların tedavisi için de kullanılabilecek bir yöntem olarak beyin izini önemli hale getiriyor.

Psikiyatrist Dr. Sarah Laszio’nun, Elektrik ve Bilgisayar Mühendisi Yard. Doç Zhanpeng Jin ile birlikte yaptığı bu enteresan ve keyifli çalışmanın detaylarını internette bulabilirsiniz.

Peki bizim beyinlerimizin çalışma şeklini değiştirmemiz için mutlaka laboratuar çalışmalarına mı dahil olmamız gerekiyor?

Kuantum fiziğinin açıkladığı gibi yaşamdaki her şey temelinde titreşimlerden oluşuyor ve bu titreşimlerin sıklığı da maddenin formunu belirliyor.

Dalga ise bu titreşimlerin bir ortamda yayılma hareketi.

Ve beyin dalgalarımız, farkında olsak da olmasak da zamandan ve mekandan bağımsız olarak yarattıkları titreşimlerle, yaşamımızı şekillendiriyorlar.

Beyin dalgaları, nöronlarımızın her bir davranışımız için geliştirdiği nöral bağlantılardan sağlanıyor.

Örneğin, kolumuzu kaldırmak için nöronlarımız arasındaki elektriksel haberleşme kendine bir yol yaratıyor ve kolumuzu her kaldırdığımızda, aynı bağlantı üzerinden elektriksel bir geçiş oluyor.

Aynı hareketi ne kadar çok tekrarlarsak, bağlantı o kadar güçleniyor.

Yandaki resmi, insan beynindeki nöral bağlantılara örnek olarak inceleyebilirsiniz.

Konuya bir başka açıdan bakarsak, çoğunu yaşamımızın ilk altı yılında öğrendiğimiz, az bir kısmını da on beş yaşına kadar öğrenmeyi tamamladığımız her şey, tüm ömrümüz boyunca, bu yolları kullanarak yaşamlarımızı şekillendiriyor.

Çatalı nasıl tutacağımız, hangi durumlarda hangi tepkileri vereceğimiz, hangi kelimeyi nasıl telaffuz edeceğimiz, nasıl seveceğimiz, nasıl inanacağımız, vs…

Çünkü beyin, alışkın olduğu yolları kullanmayı tercih ediyor böylelikle daha az enerji harcamış oluyor.

Ve bizim 6 yaşında ya da daha küçük bir çocuk olarak edindiğimiz değersizlik duygusu, başarısızlık hissi, tüm koşullar farklı olsa da sadece beyin, haberleşme için alışkın olduğu yolları kullanmayı tercih ettiğinden, yaşamımızın sonuna kadar aynı kalabiliyor.

Ve biz yıllar boyunca, bunu dönüştürebilmek için psikologların, psikiyatrların, şifacıların kapılarını aşındırıyor, birilerinin sihirli dokunuşlarla yaşamlarımızı değiştirmesini bekliyoruz.

Oysa yukarıda da değindiğim gibi, enerjisel ve bilinçaltı dönüşümü tamamlanmış olsa bile, sırf beyinlerimiz alışkın olduğu yolu tercih ettiği için, bir süre sonra, her şey eski haline dönebiliyor.

Beyin korsanlığı mümkün mü? Kendi beynimizin korsanı olabilir miyiz? Yani beynin yarattığı o eşsiz harita, farklı bir haritaya dönüştürülebilir mi? Böylece yaşamlarımız farklılaşabilir mi?

Elbette mümkün ve kolaylıkla uygulanabilir yöntemler var. Bunlardan birisini Psikiyatr Marisa Peer 4 maddede özetlemiş:

Ne istediğinizi detaylı bir şekilde beyninize söyleyin. Zihniniz, kelimelerinize ve duygularınıza karşı son derece hassastır. Bu, pozitif düşünce değil, beyni yeniden haritalama (kablolama) tekniğidir ve pozitif düşünceden çok daha etkilidir.
Yapmak istediğiniz şeyi keyifle bağdaştırın, yapmamaya karar verdiğinizi ise acı ile. Beyin, acıdan kaçınmak üzere yapılandırılmıştır, keyif aldığına inandığı şeyi yapmaya yönelecektir.

Beyin sadece iki şeye tepki verir: Zihninizde canlandırdığınız resimler ve kendinize söylediğiniz sözler. Bunu yaparken de iyi – kötü, doğru – yanlış olduğuna bakmaz sadece söyleneni dinler ve uygular. Seçtiğiniz resimleri sıklıkla beyne gösterir ve seçtiğiniz sözcükleri tekrarlarsanız, beyin buna inanacaktır. “ÖNCE SİZ İNANÇLARINIZI YARATIRSINIZ, SONRA DA İNANÇLARINIZ SİZİ”
Beyin, alışkın olduğunu sever ve alışkın olduğu şekilde davranmaya meyillidir. Dönüştürmek istediğiniz konuda, beyne, alışkın olduğunu bıraktırın, aşina olmadığına alıştırın.

Böylece, beyin, kendine yeni nöral bağlantılar yaratacak ve eski bağlantıları unutmaya başlayacaktır.  Bu aşamada, beynin yeni bir alışkanlığa alışma sürecinin 21 gün olduğunu hatırlamanızı ve beyninizin eskiyi devam ettirmeye yönelik tüm kandırmacalarına karşı bu 21 gün boyunca tetikte olmanızı öneriyorum.

Dr. Peer’ın 4 yolunu yaşam tarzınıza dönüştürürken, Nörolog Andrew Huberman’ın önerdiği aşağıdaki 5 dakikalık meditasyon çalışması yolculuğunuza önemli bir ivme katacaktır:

Nefesinizle, 3. Gözünüzün arka tarafına odaklanın. “burada amacımız, anda olmak”
Gözlerinizi açın ve nefes alırken yakın mesafedeki bir nesneye odaklanın.
“iki göz birden aynı noktaya bakarak odaklanıldığında, beyindeki çok çeşitli merkezlere nüfuz edebilen harika bir sistem vardır.”

Gözleriniz açıkken tekrar nefes alın ve büyük resme bakın (hayal ettiğiniz her ne ise onu görün)
“günlük yaşamımızda hem anda olmak, büyük işler yapmak hem de yaratıcılığımızı konuşturmak isteriz ki bu kısım aslında anda olmamakla, şu anla sınırlı olmamakla ilgilidir.”

Yaşamlarımızdaki her şey dönüşebilir; en ağır travmalar, yerlerini en güzel hediyeleri bırakarak çıkıp giderler hayatlarımızdan. Bitmez denilen her gece, sabaha illa ki varır.


Dönüşümün sürdürülebilir olmasının tek bir koşulu vardır; en baştan dönüşümü kabul ederek, bu uğurda samimiyetle ilerlemek…

Bu konuyu yazdır

  VÜCUDUN HANGİ İŞARETİ HANGİ HASTALIK BELİRTİSİ
Yazar: Spiritüeller - 07-05-2017, Saat: 18:04 - Forum: SAĞLIK - Yorum Yok

Tırnaklar: Tırnaklarınızda hafif mavilik ya da morluk görürseniz bu kalp hastalığının belirtisi olabilir.

Nefeslerinizi Sayın: Eğer dakikada 15 kez veya daha altında nefes alıp veriyorsanız sağlıklı ciğerlere sahipsiniz demektir.

Gözler: Aynada gözlerinizden birine bakın. İrisin etrafında beyaz bir daire varsa kolesterol seviyeniz yüksek anlamına geliyor

Avuç İçinize Bakın: Eğer kırmızı ve lekelilerse karaciğerinizde sorun var demektir.

9bb0bf8f20775b0db2eb.jpg

Tiroit Misiniz: Kollarınızı yere paralel olarak uzatın. Elleriniz bu pozisyonda titriyorsa o zaman tiroit olma riskiniz çok.

Doğum Kilonuz: Doğum kilonuz 3 kilonun altındaysa kalp sorunlarıyla karşılaşabilirsiniz.

Beliniz Kalın Mı? Vücut şekliniz elmaya benziyorsa kalp sorunu yaşama riskiniz daha fazla

Tuvalet Sıklığı: Her 3 saatte bir tuvalete birden çok gitme ihtiyacı mı hissediyorsunuz? Bu diyabetin ene erken belirtisidir.

Nabız Kontrolu: Nabzınız ne kadar yavaş atıyorsa o kadar uzun yaşayacaksınız demektir. (70 in altında olmalı)

Parmak Uzunluğu: İşaret ve yüzük parmakları aynı uzunlukta olan kişilerin kalp krizi geçirme riski daha fazla…

kaynak: sağlık habeleri

Bu konuyu yazdır

  ALTIN KURALLAR MUTLAKA OKUYUN!
Yazar: Spiritüeller - 07-05-2017, Saat: 17:52 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM - Yorum Yok

1-Ucuz araba kullan ama, alabileceğin en güzel evi al.

2-Her zaman ve her ortamda anlatabileceğin üç fıkra öğren.

3-Sevinçlerini sakın erteleme.

4-Eşini çok iyi seç. Çünkü bu seçim mutluluğunun veya bedbahtlığını %90’ını oluşturur.

5-Hergün 30 dakika yürüyüş yap.

6-Her yemekten sonra şükret.

7-Bir arkadaşına sırrını açıklamadan önce iki kere düşün.

8-Maaş çekini imzalayan kişileri asla eleştirme.

9-Kaybedecek şeyi olmayan insanlardan kork.

10-Gözünün önünde hep güzel şeyler bulundur.

11-Çocukların, gelenek sözcüğünü duyduklarında seni hatırlayacak şekilde yaşa.

15621765_10207428036208954_2473164634079884231_n1.jpg

12-Dinine ait kitabı tam anlamıyla okumak için kendine bir yıl süre tanı.

13-Biri seni kucakladığında ilk bırakan sen olma.

14-Hergün 6 bardak su içmeyi unutma..

15-seni seven insanları koru..

16-Zor da olsa ailenle tatil yapmak için her şeyi dene. Bu tatildeki anılar, hayatındaki en değerli anılardan biri olacak.

17-Kendine yapılmasını istemediğin hiçbirşeyi başkalarına yapma.

18-Başarıya, iç huzura kavuştuğun, sağlıklı olduğun ve sevildiğin zamanı değerlendir.

19-İyi ve başarılı bir evliliğin iki şeye bağlı olduğunu unutma:
a) Doğru insanı bulmak
b) Doğru insan olmak.

20-Ebeveynlerini, eşini ve çocuklarını eleştirmek istediğin zaman dilini ısır.

21-Evliliğini güzelleştirmek için hergün bir şeyler yap.

22-iyilik dolu bir sözü ve iyiliğin etkisini asla küçümseme.

SON SÖZ..
Hayatınızdaki kötü olayları düşünerek vakit kaybetmeyin; Yoksa güzellikleri kaçırabilirsiniz

Bu konuyu yazdır

  BASTIRILAN DUYGULARIN TEHLİKELERİ
Yazar: Spiritüeller - 07-05-2017, Saat: 17:35 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Saygı çerçevesinde duygu ve görüşlerimizi belirtmek önemlidir, ancak etrafımızdaki insanların nasıl tepki vereceğini takıntı haline getirmeyin.

“Çok yutkunan, nihayetinde boğulur.” Bu deyişi muhtemelen duymuşsunuzdur. Diğer tüm özlü sözler gibi bu da eski bir sözdür ve bize atalarımızı, bilmemiz gereken evrensel doğruları hatırlatır.

Her gün nelerle karşı karşıya geliyorsunuz? Başkalarını gücendirmemek için ne kadar çok duygu ve düşüncenizi kendinize saklamak zorunda kalıyorsunuz? Dikkatli olun, çünkü nihayetinde asıl kendinize zarar veriyorsunuz. Aşağıda bastırdığınız duyguların bazı tehlikelerini size açıklayacağız.

timthumb.jpg

1. Sessizlik onaylamak gibi görünebilir ama her şeyin bir sınırı var

Sessizlik bilgeliktir, buna şüphe yok, ve sessiz kalmak her zaman aptalca bir şey söylemekten daha iyidir. Yersiz bir yorum yapmadan ya da uygunsuz bir şey söylemeden önce, çenemizi kapatmak ve zekamızı göstermek düşünmeden konuşmaktan elbette iyidir.

Ancak sessiz kalmak ve görüşlerinizi savunmak arasında bir denge olmalı:

Duygu ve düşüncelerinizi kendinize saklamak aslında karşınızdakinin sizi nasıl kırdığını ya da sınırı aştığını anlamasını engeller. Kimse müneccim değil, siz kırıldığınızı ya da üzüldüğünüzü söylemezseniz onlar da bunu anlayamayacaklar.
Bazen sessiz kalmak bilgece bir harekettir, diğer türlü bilgece kelimeler seçmek zorunda kalırsınız. Ne zaman konuşup, ne zaman susmanız gerektiğini bilmek geliştirebilmesi mümkün olan bir yetenektir. Bu tamamen sessiz kalmak ya da aklınıza gelen her şeyi söylemek demek değil, aşırılık her zaman kötüdür. Dengeyi koruyun ama unutmayın ki duygularınızı saklamak sadece size zarar verir. Bu başkalarının size ait alanı işgal etmelerine, çizgiyi aşmalarına, siz sessiz kaldığınızda sizin yerinize karar vermelerine izin verir. Sonunda, diğerleri tarafından oynatılan bir kukladan farkınız kalmaz.

2. İçinize atmak psikosomatik hastalıklara neden olur

Beynin ve vücudun derinlemesine bağlı olması size şaşırtmamalı. Öyle ki uzmanlara göre insan nüfusunun %40’ı psikosomatik hastalıklardan muzdarip.

Gerginlik sindirim sisteminizi etkileyerek ishal ve baş ağrılarına neden olur. Yüksek stres altında kalmak uçukların tetikleyici unsurudur. Duygu ve düşüncelerinizi umursamamak, vücudunuzda yüksek seviyede endişe ve kaygıya neden olur.

Ailenizi ya da arkadaşlarınızı incitmemek adına söylemediğiniz şeyleri aklınıza getirin. Yardım ettiklerini düşünerek bazı eylemlerde bulunuyorlar, ama gerçekte aslında sadece sizin daha kötü hissetmenize sebep oluyorlar. Neden onlara gerçeği söylemiyorsunuz? Partnerlerimizi de düşünüyoruz, onları incitmemeye gayret ediyoruz; onlar bizi defalarca incittiği halde. Ama sessiz kalmayı biz seçiyoruz.

Tüm bunlar eninde sonunda psikosomatik hastalıklarla sonuçlanabilir; migren, tansiyon ve kronik yorgunluk gibi…

3. Açık konuşmak: duygusal rahatlamanın anahtarı

Kendinizi ifade etmekten korkmamalısınız, hatta başkalarının kendini ifade etmesinden daha az korkun. Bu aslında yemek yemek, nefes almak ve uyumaktan farksız. Duygusal iletişim hem kendimizle hem de başkalarıyla inşa edeceğimiz ilişkiler için gerekli.

İşte karşınızda takip edebileceğiniz birkaç ipucu;

Her şeyin bir sınırı olduğunu unutmayın. Duygu ve düşüncelerinizle ilgili açık konuşmadığınızda, saygın bir şekilde hareket ediyor olmayacaksınız, aksine özgüveninizi ve hayatınızın kontrolünü kaybedeceksiniz. En başta şunu hatırlayın, ne düşündüğünüzü ve hissettiğinizi belirtmek sizin hakkınız.

Kişinin düşündüğünü söylemesi kimseyi incitmez. Bu kendinizi savunmanız ve başkalarına nasıl hissettiğinizi göstermek demektir.

İnsanlar ne tepki verecek diye düşünmeyin, buna takıntılı olmayın. Nasıl anlaşılacağınız konusunda endişe ediyorsanız, muhtemel tepkilere kendinizi hazırlayabilirsiniz. Bir örnek verirsek; mesela her hafta sonu ailenizin yanınıza gelmesinden rahatsızsınız ve sevgilinizle özel hayatınız kısıtlanıyor. Ailenize artık daha az sıklıkla gelin demeye karar verdiniz. Nasıl bir tepki vereceklerini tahmin ediyorsunuz? Eğer güceneceklerini düşünüyorsanız, onlara aslında üzülecekleri bir şey olmadığını açıklayan bir konuşma düşünün. Eğer incineceklerini düşünüyorsanız onlara bu şekilde hissetmemeleri gerektiğini söylemeye de hazır olun.

Bunu bilgece uygulayın ve kendinize önem verin.

Bu konuyu yazdır

  TİTREŞİMLERİN İYİLEŞTİRİCİ GÜCÜ
Yazar: Spiritüeller - 07-05-2017, Saat: 15:35 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Meksika Körfezinde ses dalgalarıyla yapılan bir çalışma ile körfezin pis suyu büyük ölçüde ve hatta 1 günde temizlenerek tekrar yunusların geldiği ve balıkların çoğaldığı görülmüştür.

Sevgi frekansı olarak adlandırılan 528 Hz titreşimleri, varolan herşeyin kalbine dokunabiliyor. Tüm varlıkların kendine has titreşimleri var, hatta içimizdeki organların da ayrı ayrı titreşimleri olduğu hesaplanmış durumda. Qigong’un ileri seviye ses tonlaması çal…ışmalarında bu organlara “chanting” dediğimiz ses dalgalarıyla titreşim gönderiyoruz ve bu organlardaki hücrelerin titreşerek iyileşmesini sağlıyoruz. Ses tonlamasına destek olarak dinlediğiniz müziklerin de uygun frekansta olması şifaya destek olabiliyor.

titresimlerin-iyilestirici-gucu.jpg

Nedir bu titreşimler?

337 Hz: Kan dolaşımını düzene sokar
537 Hz: Endokrin sistemini düzene sokar (büyüme, gelişme, cinsellik, metabolizma ile alakalı hormonal denge)
625 Hz: Böbrek fonksiyonları
635 Hz. Hipofiz bezi (pituary)
654 Hz: Pankreas
662 Hz: Epifiz bezi (pineal)
696 Hz: Kalp
751 Hz: Karaciğer
763 Hz: Tiroid
764 Hz: Sinir sistemi
835 Hz: Bağışıklık sistemi
1335 Hz: Adrenalin, stresle mücadele
1565 Hz: Ruhsal şifa
528 Hz frekansı tüm evreni şifalandıracak kapasitede mucizevi titeşimlere sahiptir. DNA onarıcı gücü vardır. 
396 Hz korkulardan arınmamıza
741 Hz farkındalığın artmasına ve uyanışa geçmemize, 582 Hz ruhumuzla bağlantıya geçmeye yarar.

Duygularınız ve düşünceleriniz titreşimlerinizi gün boyu etkileyecek güce sahip. Korku ve korkunun türevleri olan endişe, kaygı, öfke gibi duygularla bir anda nefes alış verişiniz değişir ve tüm bedeniniz farklı bir frekansta titreşmeye başlar. Bunu organlar bazında incelerseniz, duygularınızla alakalı organın titreşimi bundan en çok nasibini alan yer olduğunu görürsünüz. Yani öfkelendiğiniz zaman bir anda karaciğerinizin ve safra kesenizin frekans ayarları şaşar. Endişe ve kaygılar mide asidinin tavan yapmasına yol açar. Neden? Çünkü frekansı değişmiştir. Ani üzüntü akciğerlerin, aşırı heyecan kalbin titreşimleriyle oynar.

Titreşimlerinizi beta seviyesinden daha yüksek seviyelere taşıdığınızda artık sezgilerinizle, kalbinizle, iç sesinizle ve karnınızdaki ikinci beyin ile hareket etmeye başlarsınız.

Bu konuyu yazdır

  SUYUN pH DEĞERİ NEDEN ÖNEMLİ HERKESİN OKUMASI GEREKEN BİR YAZI!
Yazar: Spiritüeller - 07-05-2017, Saat: 15:27 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Milliyet yazarı Güngör Uras, damacana sudaki tehlikenin gündeme gelmesinden sonra, içme suyuyla ilgili önemli uyarılarda bulundu. 

Ambalajlı (Cam veya plastik şişe veya damacanalarda satılan) su tüketimi giderek yaygınlaşıyor. Ambalajlı suların her birinin özelliği var. Aynı marka altında satılan ambalajlı sular eğer farklı kaynaklardan ambalajlanıyor ise onların özellikleri de farklı oluyor. 

Suyun ana özellikleri sertlik derecesi ile pH ölçüsü. Okuyucularıma bu konularda derlediğim bilgileri aktarmak istiyorum

Suyun sertlik derecesi...

Yeryüzünden buharlaşarak bulutlarda depolanan sular yeryüzüne yağmur veya kar olarak dönerken atmosferdeki karbondioksidi çözer ve bir miktar asidik hale gelirler. Bu asidik yağmur suları kaya ve toprak katmanlarından geçerken bu defa da kayalardaki ve topraktaki kalsiyum karbonatı çözerler. İşte bu çözülmüş mineralleri taşıyan sulara sert su denilir.

Bir suyun sertlik derecesi sudaki kalsiyum karbonat miktarına bağlıdır. Su sadece kalsiyum karbonatı çözmez. Magnezyum sulfat, klorid, asit silisit tuzu ve demirden de etkilenir ve bu maddeleri taşır. Ancak, çözülmüş haldeki kalsiyum karbonat bir suyun sertliğine en fazla katkı yapan elementtir. Sert sular sağlık açısından bir risk oluşturmazlar.

Eskiden halkımız suyun en fazla sertlik derecesi ile ilgilenirdi. Şişelerin etiketine sertlik derecesini yazmak zorunlu olmadığından, şimdilerde tüketici içtiği suyun sertliğini bilemiyor. (Bilgi için: Sabunu köpürtmeyen su sert sudur.) Bu işin uzmanlarının verdiği bilgiye göre, suların sertliği Alman, Fransız, İngiliz sertlik derecesi ve ppm gibi çeşitli birimle tanımlanıyor. En yaygın kullanım Fr (Fransız Sertlik Derecesi) tanımı.

Bu tanıma göre 0.5 Fr çok yumuşak, 5-10 Fr yumuşak, 10-20 Fr orta sert, 20-30 Fr sert sudur. 30 Fr.den sonraki sulara çok sert su denilir. (Ambalajın üzerindeki yazıları okuyunuz. Bazı etiketlerde "Fr" işareti karşısında sertlik derecesini gösteren rakamlar olabiliyor.)

suyun_ph_degeri_neden_onemlidir_h5906.gif

pH neden önemlidir?

Dr. İsmail Mert'ten öğrendiğime göre, pH bir çözeltinin asitik veya bazlık derecesini gösteren bir ölçü birimidir. Suyun pH değeri, hidrojen iyonlarının yoğunluğunu gösterir.

Sulu çözeltilere hidrojen iyonu verebilen maddelere "asitli maddeler", sulu çözeltilere hidroksil iyonu verebilen maddelere de "bazik maddeler" denilir. Diğer bir ifade ile de hidrojen iyonu verebilen maddeler "asit", hidroksil iyonu alabilen maddeler "baz" olarak adlandırılır.

Sulardaki pH yoğunluğu 1'den 14'e kadar rakamlarla ölçülür.

pH 7'de hidrojen ve hidroksil iyon düzeyi eşittir. pH 7'de su nötrdür.

Hidrojen iyonları artarsa suyun pH değeri düşer ve su asidik olur. Tam tersi, hidrojen iyonları arttığında pH değeri yükselir ve su alkali hale gelir.

İşte bunun için sudaki pH 7'nin aşağısı ise su asidik, pH 7'nin üzeri bazik sudur.

Türk standardına göre içme sularındaki pH değeri 4.5-9.5 arasında olmalıdır.

Yönetmeliğe göre, "Doğal Mineralli Sular"ın etiketine pH değerini yazma zorunluluğu yok. İnsani tüketim amaçlı kaynak suları ve içme suları etiketinde ise pH değerinin gösterilmesi gerekiyor.

Düşük pH'lı sular korozif oldukları ve bu özellikleri ile birtakım metalleri çözebildikleri için içilmemesi gereken sulardır.

Yüksek pH'lı sular özellikle mide rahatsızlığı olanlara ve diyet yapanlara tavsiye edilmektedir. Mide sorunu olanlarda asidite arttıkça, rahatsızlıklar artar.

Vücut, doğal olarak kanın pH'ının sürekli 7.35-7.45 aralığında kalmasına çalışır. Vücutta tüm metabolik işlemler dengeli bir pH'a bağlı olduğundan, "bazik" olan, yani pH'sı 7'den büyük olan suların tüketilmesi sağlığa yararlı sayılır.

Diyetle alınan gıdalarda asitlik artar, vücuttaki pH dengesi bozulur. İçilen suyun pH'sı ortalama 7.5 ve üzeri ise bu su vücuttaki pH'yı dengeleyebilmektedir.

Şişe sularının ve damacanalı suların tümünün etiketinde pH değerinin yazılması zorunluluğu vardır. İçtiğiniz suyun pH'sını kontrol ediniz


GÜNGÖR URAS / MİLLİYET

Bu konuyu yazdır

  VÜCUDUMUZDAKİ AĞRILARIN DUYGUSAL SEBEPLERİ
Yazar: Spiritüeller - 07-05-2017, Saat: 15:01 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

‘Psycology Today’ dergisinde yayınlanan bilimsel bir çalışmaya göre, vücudumuzdaki ağrıların fiziksel sebeplerinin… yanı sıra duygusal sebepleri de olabilir. Buraya kadar normal, çünkü hepimiz stresin bir takım ağrı ve acıları tetiklediğini biliyoruz. Ancak bu çalışmada hangi duyguların hangi bölgeleri etkilediğini de ortaya koymuş. Özellikle fiziksel sebebi saptanamayan kronik ağrıların sebebinin çözülemeyen travmalar olabileceği iddia edilmiş.

a0609120cc0c09eb6b59795d5cdbcaca.jpg

1. Baş Ağrısı – Stres ve Rahatlayamamak
Hepimizin tahmin edebileceği gibi baş ağrısının en önemli sebeplerinden biri gün içerisinde yaşanan stres, bu stresten kaynaklı kasılmalar ve rahatlayamama, düzensiz nefes almak ve beyne giden oksijenin azalması.

2. Boyun Ağrısı – Affedememek ve Kin
Bu çalışmaya göre kronik boyun ağrısının arkasında insanları affedememek ve kin beslemek yatıyor olabilir. Koy verin gitsin, tatlı canınızdan değerli mi?
Herkesi affettim ama ağrım geçmiyor diyorsanız biraz egzersiz işe yarar belki.

3. Omuz Ağrısı – Duygusal Yükler ve Suçluluk
Omuz ağrısı duygusal bir yükü taşımayı ifade edebiliyormuş. Bu yük bir başkasının size yüklediği yük de olabilir, bir suçluluk duygusu da.

4. Sırt Ağrısı – Duygusal Destek ve Sevgi Eksikliği
Sırt ağrısı çevrenizden beklediğiniz destek ve sevgi eksikliğinden kaynaklanıyor olabilirmiş. Savaşmayalım, sevelim, sevişelim ama biz yine de oturma ve duruş bozukluklarımızı da gözden geçirelim. 

5. Bel Ağrısı – Maddi Kaygılar
Bel ağrısının sebebi maddi kaygılar ve gelecekle ilgili dünyevi endişeler (ev, iş, para, geçim derdi) olabiliyormuş. Belini doğrultamamak terimi tesadüf olabilir mi?

6. El Ağrısı – İletişim Eksikliği ve Kendini İfade Edememek
Psikologlar ellerimizin diğer insanlarla olan iletişim araçlarımız olduğunu ifade ediyor, bu sebeple vücut dilimizde en çok ellerimizi kullanıyoruz. Ellerimizde duyduğumuz ağrının kaynağı da iletişim eksikliği, anlatmak isteyip anlatamadıklarımız, kendimizi ifade edemeyişimiz olabilir.

Mouse kullanım alışkanlıklarımızı da gözden geçirmekte fayda var. (Karpal Tünel Sendromu)

7. Kalça Ağrısı ve Dirsek Ağrısı – Değişime Direnmek
Kalçaların ve dirseklerin değişime en çok direnen bölgeler olduğu söyleniyor. Hayatımızda büyük değişiklikler yaşadığımızda, koşa koşa seve seve değiştiğimizi düşündüğümüz zamanlarda bile kalçalarımız ve dirseklerimiz bu değişime direniyor ve düzeni korumak istiyor olabilir, böyle durumlarda ise sinyal veriyorlarmış.

8. Diz Ağrısı – Yüksek Ego
Diz Ağrılarının sebebinin yüksek ego, kibir ve kendini beğenmişlik olduğu düşünülmüş. Biraz tevazu lütfen.

Ayrıca yokuş aşağı koşmamaya da özen gösterelim, 65 yaşında emekli olup da gezmek istediğimizde o dizlere çok ihtiyacımız olacak. (Dikkat: Menisküs)

9. Bacak Ağrısı – Kıskançlık ve Kendine Güvensizlik
Bacak ağrılarının kişinin kendine güvensizliği, yetersizlik duygusu ve kıskançlıkla tetiklendiği düşünülüyor.

10. Ayak Ağrıları – Kötümserlik ve Umutsuzluk
Vücudun bütün yükünün ayaklarımızda birikmesi gibi, kötümserliğimizin olumsuz etkileri de ayakları etkiliyor, umutsuz başın cezasını ayaklar çekiyor.

Bu konuyu yazdır