Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 1172 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 1172 Ziyaretçi

Son Aktiviteler
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 330
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 307
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,012
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,135
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,078
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,007
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,150
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,524
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,286
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,173

 
  BEDENİ TANIMADAN SPİRİTÜELLİĞE GEÇİLMEZ
Yazar: Emka - 11-05-2017, Saat: 14:13 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Buna yogi yolu denmektedir. Yogi yolundan maksat, bütün inanç sistemlerinde bedenin, içinde bulunduğu durumun dışına taşabilecek şekilde aşırı faal hale getirilme meselesi vardır. Bir yoginin yapmak istediği de budur. Bedenin gerçek yeteneklerini, gerçek gücünü ortaya çıkartarak ondan yararlanmaktır. Bu sayede de spiritüaliteyi genişletmek hedefleniyor.
  
Bir yere kadar geliniyor fakat bir de bakıyoruz ki, spiritüalitenin yerine doğrudan doğruya bedene özel olarak bağlanıp kalma eğilimi hakim. Hristiyanlık da kendine özgü bir yogizme sahiptir. İsa'ya benzemek için yapılan düşünce yoğunlaşmaları buna örnektir. İsa'yı taklit etmek; İsa'nın kendisi gibi olmaktan çıkmış, doğrudan doğruya   İsa'nın bedenindeki yaraların taklidine kadar gidilmiştir. Nitekim bazı azizlerin bedeninden, İsa'nın çarmıha gerildiği noktaların aynısı olmak üzere kan akmaya başlamıştır. Burada spiritüalite değil, doğrudan doğruya bedenle özdeşleşmenin devreye girdiğini görüyoruz.
  
Denebilir ki, bu, İsa'ya gösterilen sevginin tezahürüdür. Ancak söz konusu bu sevgi maddeleşmiş bir sevgiye dönüşmüştür. Eğer tam bir gelişme sağlanmış olsaydı, İsa'nın taklit edilmemesi gerekirdi. İsalaşmak gerekirdi...


spirit%25C3%25BCel-ne-demektir-kisaca-tanimi.jpg


  BEDENİMİZDE EVRENSEL YASALAR GEÇERLİDİR 

Beden mikro ve makroevreni, her ikisini birarada temsil eden, yaradılış düzenine en uygun ölçülerde meydana getirilmiş bir araçtır. Bedenin kendine özgü çok büyük yasaları vardır. Uzak Doğu öğretilerinde ortaya çıkan bazı bedensel noktaları ve değiştirici bölgeleri belki yasalar olarak ele alabiliriz ancak yine de uygun değildir ve yetersizdir.

Bedendeki bütün titreşimsel seviyeleri değiştirerek tek bir amaca konsantre ettiğimizde ne istiyorsak o olur. Bedenimizde ne istiyorsak onu yapabiliriz. Şeklimizi değiştirebiliriz. Varlığın tahayyülüne bağlı olduğu için kendi şeklimizi değiştirebiliriz. Yerimizi ve mekanımızı da değiştirebiliriz.

21. yy insanının öğreneceği şeylerden biri de, kendi bedenini istediği yere nakledebilmek, bedeni değiştirebilmektir.  Bedenini değiştiren insanların ilk yapacağı şey, bedendeki dejenere edilmiş bölgelerin rejenere edilmesidir. Mide kanamalı değil, sağlam; kalp bozuk değil, o da sağlam. Varlık kendi kendisini iyileştirme özelliğine o zaman sahip olur.
  
Bunlar tamamen varlığın kendi spiritüalitesini tanıdığı zaman ortaya çıkacak olan beden üzerindeki avantajlarıdır. Şu an beden bize hakim olduğu için bedenin avantajları çok. Ruhsal avantajlar ise pek yok.
Büyük değişimle birlikte varlıkta kendi özü hakkındaki bilgisi genişlediği zaman, bedeni üzerindeki hakimiyeti de birdenbire artacaktır. Bir yaranın bir hafta sürmesi mümkün olmayacaktır. Filipinler'de yapılan ameliyatlar buna örnektir.

  

Bedensel yenilemeler ömür yenilemesi demektir. Vücudun sağlam hale getirilmesi, fonksiyonlarını tam olarak yerine getirmesidir. Örneğin 120 yaşındaki bir insanın 100 metreyi 10 saniyede koşması normal karşılanacaktır.

Bu konuyu yazdır

  Timüs bezi; Mutluluk ve Sağlık
Yazar: Emka - 10-05-2017, Saat: 16:51 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Timüs bezi, yaşam ve yaptıklarımızdan haz alma duygularının, konuşma ve gülümsemenin ana kaynağını oluşturur. Beyni uyararak konuşmayı ve gülümsemeyi aktivite eder. İlgili sinirleri, kasları ve hücreleri harekete geçirir.

Timüs bezi aktivitesini yitirmişse; aşırı asabiyet, ani davranış değişiklikleri, konuşmada tutukluk, yapılan esprilere duyarsızlık ve alınganlık olarak belirtiler görülür.

Timüs bezi, tiroid bezinin altında, kalp ve gırtlak chakrasının arasında, iman tahtası denen göğüs kafesinin altında ve soluk borusunun önünde bulunur.

Bu bez insanın bağışıklık sisteminin merkezidir. Yani bütün bağışıklık sistemi buradan yönetilir.

Timüs bezi ne kadar çok titreşirse kişi o kadar sağlıklı ve bağışıklık sistemi sağlam olur.

Anadolu'da ağıt yakan kadınların göğüslerine vurduklarına hepiniz şahit olmuşsunuzdur. Bu refleks kaynaklı basit bir el hareketi değildir. Bu beynin otomatik gerçekleştirdiği bir davranıştır.

Timüs göğüs kafesinin üst kısmının tam arkasında, göğsün ortasında yer almaktadır. İki parmakla timüsün üzerine gelen noktaya vurularak uyarılması ve dilin, üst dişlerin arkasında damağa ve ağzın tavanına değdirilmesi (Khechari Mudra) Timüsün uyarılmasını sağlamaktadır.

Kişi göğsüne vururken Timüs bezini titreştirir. Bu sayede üzüntü kaynaklı bağışıklıkta meydana gelen direnç azalmasının önüne geçmeye çalışır.

Timus bezinin bulunduğu noktaya günde en fazla iki kere kapı tıklar gibi 4-5 vuruş yapmak yeterli olacaktır.


-Tarzan niye göğsünde davul çalıyor zannediyorsunuz?

Timüs uyarıldığında salgıladığı hormonlar kişide haz ve mutluluk duygusu yaratır. Çünkü timus aktive olduğunda bedenin kimyasının değişimine neden olur. Bu değişiklik sinir sistemini sakinleştirir ve beyin fonksiyonlarını hızlandırır. Bu da kişide rahatlama duygusu yaratır.

Bu bez ne kadar sıklıkla titreştirilirse kişi o kadar genç ve sağlıklı yaşar ayrıca geç yaşlanır. Sizde parmaklarınızla göğsünüzün ortasına yapacağınız küçük vuruşlarla timüs bezini titreştirebilirsiniz.

Yada daha basit bir yolu kullanırsınız, 'kahkaha' atabilirsiniz. Çünkü kahkaha da göğüs kafesini titreştirdiği için bu bezi harekete geçirir.

Ve tabi ki şarkı söylemek de bağışıklık sistemini güçlendirir ve sizi genç tutar.

Timus bezini aktive etmenin diğer yollarından biri de "aum / om" mantrasını yüksek sesle söylemektir.

Timüs bezinin sağlıklı kalabilmesi ve görevini tam yapabilmesi için, Hipofiz bezinin yeterli Endorfin ve Serotonin salgılaması gerekmektedir. Endorfin ve Serotonin salgıları Tiroit, Timüs ve Kalbe akarak sükunet, huzur ve mutluluğu tetiklerler. Endorfin ve Serotonin salgıları Timüs bezinin ve kalbin kesintisiz enerji kaynağıdır.

Timüs'ün ürettiği T hücreleri olarak adlandırılan lenfositler bedene zarar verebilecek zararlı hücreleri yok etmektedir. Bağışıklık sistemini çökerten hastalıkların ölümcül olması, T hücrelerinin haberleşme hattını kesmelerinden kaynaklanmaktadır.

Timüs yaşla birlikte gerileyen bir organdır. Fazla heyecan, stres gibi durumlar sık görülürse timüs atrofiye uğrar ve görevini yapamaz hale gelir, bağışıklık zayıflar.

-Çocuklarda iri olan Timus ergenlik döneminde bir ceviz kadar irileşiyor.

Ama yas ilerledikçe bir bezelye tanesi kadar küçülüyor, yaşlılıkta ise tamamen köreliyor. Ama stresten uzak ve kaybetme korkusu olmayan ileri yaslarda bile hala ceviz büyüklüğünü koruması, bilimin henüz çözemediği alanlardan biri.

2015_prot_myastheniagravis_hero-1.jpg


-Timusu uyarmanın birinci yolu gülmek. Yani gerçek, içten, sıcak bir gülüş, bir kahkaha. Her gülündüğünde timus bezi aktive oluyor. Her aktive olduğunda bedenimize kimyasal dalgalar göndererek kendimizi iyi hissetmemizi sağlıyor. Yapılan araştırmada gülmenin timusu ve beynin değişik haz bölgeleriyle bağlantısı olan kasları harekete geçirdiği ve insanda haz duygusu yarattığı kanıtlanmış.

-Timusu uyarmanın ikinci yolu iki parmakla timusun üzerine gelen noktaya vurulması, yani elle uyarmak.

-Timusu uyarmanın üçüncü yolu ise Khechari Mudra yani dilin üst dişlerin arkasında damağa ve ağzın tavanına değdirilmesi. Dr. John Diamond ve ekibi dilin bu pozisyona getirilmesi ile sol ve sağ beyin küresi arasında denge oluşmasını sağladığını tespit etmiş. Bu da insanin daha iyi düşünmesi ve kendini daha iyi hissetmesine yardımcı oluyor.

Timüs kapsülünün üzerine gündüzleri bir kaç saatliğine Elmas veya Kuars türü kristaller takı olarak takılması durumunda siklon enerji girdabı oluşur. Siklon enerji bedenimize yönelik negatif enerjiyi bertaraf ederek, enerjinin geldiği yere katlanarak geri iade eder. Pozitif enerjiyi ise, kendisi neşreder. Aynı zamanda bedenimize yönelen pozitif enerjiyi katlanarak bedenimize çeker. Kısacası; pozitif enerjiyi çeker, negatif enerjiyi iade eder.

Çinko eksikliğinde ise timüs bezi hafifler ve T-Killer hücreler ve NK-hücre aktivitesi azalır ve kanser riski artar

-Dr.İlhami Güneral'in kitabından

Timüs'ü aktive etmenin bir diğer yolu ise 250 Watt Xeroterm / Radium lamba kullanmak; "Işıkla birlikte verilen ısı T hücrelerin üretim merkezi olan Timüsün canlanmasını sağlıyor. Bunun için bedeni örten bir bez alınarak Timüs bölgesine gelecek kısım 6-8 cm.çapında daire olarak kesiliyor. Bir askıya asılan lamba ile aramızda yaklaşık 35 cm. olacak şekilde yatarak lambadan gelen ısı ve ışınla Yaklaşık olarak 20-25 dak. süresince Timüsümüzü uyarıyoruz.

Not: Seans esnasında gözler ışıktan korunmalı ve çalışma bir uzman denetiminde yapılmalıdır.

-Bir de Google'dan bakalım: Mutluluk ve Timus bezi ..

Mutlu duyguların hissedilmesinde hormonların rolü büyük. Bedenimizde o hormonları salgılayan salgı bezlerinden minicik ama çok güçlü bir salgı bezi var: timus.

Timus uyarıldığında salgıladığı hormonlar kişide haz ve mutluluk duygusu yaratır. Çünkü timus aktive olduğunda bedenin kimyasının değişimine neden olur. Bu değişiklik sinir sistemini sakinleştirir ve beyin fonksiyonları nı hızlandırır. Bu da kişide rahatlama duygusu yaratır.

Avustralyalı Nobel ödüllü kanser araştırmacısı Sir MacFarlane Burnet timus bezinin aktif hale getirilmesiyle insan bedeninin kendisini kanserden koruyabilme yeteneğine sahip olacağını savunuyor...

Unutmayınız, sağlık ve mutluluk bizlere 'Tek tık' kadar yakın...

Derlenmiştir


Not: Sakatat gıdaların içerisinde "uykuluk" diye tabir edilen kısım kuzunun timus bezidir.. Şifalı oluğu ve insanı gençleştirdiği rivayet edilir. (Evde pişirmeyiniz çok kötü kokar, açık havada hazırlanması önerilir..)

Bu konuyu yazdır

  Manyetik Alanların Rüyalarımız Üzerindeki Etkileri
Yazar: Emka - 10-05-2017, Saat: 16:17 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

İnsan beyni manyetik alanlar ile sürekli etkileşim içerisindedir ve hepimiz yeryüzünün manyetik alanı içerisinde hareket etmekteyiz. Bir pusulanın farklı yerlerde aynı yönü göstermesi de yeryüzünün manyetik alanının varlığını göstermektedir. Yeryüzünün manyetik alanı yer zemininden çıkıp gökyüzüne kadar devam etmektedir ve uzayda dünyamızı çevrelemektedir.

Manyetik alanlarla etkileşime en güzel örneklerden birisi kuşların manyetik alanı hissetmesidir. Örneğin bazı kuşlar göç ederken sadece Güneş ve yıldızların konumuna göre değil aynı zamanda Manyetik alanın yönüne göre de göç ederler. Bilimadamlarının yaptığı bazı deneylerde başının yan tarafına mıknatıs yerleştirilen bazı kuşların yollarını şaşırdıkları gözlemlenmiştir. Çünkü mıknatıs farklı bir manyetik alan oluşturur ve kuşun dünyadaki doğal manyetik alanı algılamasını zorlaştırır. Ayrıca uzay yolculuğu yapan astronotların da uzun süre Dünya manyetik alanından uzak kalmaları sonucunda bazı fiziksel rahatsızlıklar yaşadıkları belirtilmektedir.

Manyetik alanların sadece şiddeti değil yönü de çok önemlidir. Yeryüzünün manyetik alanı az önce belirttiğimiz gibi dikey bileşeniyle atmosfere kadar devam etmektedir. Yapılan ölçümler bazı bölge veya şehirlerin manyetik alanlarının daha güçlü olduğunu göstermektedir. Mesela maden yataklarının olduğu bölgeler veya bazı dağlar bu güçlü bölgelere örnektir. Güçlü manyetik alanları tespit etmek için özel ölçüm cihazları kullanmalısınız veya Jeofizikçilerin daha önce farklı bölgelerde yaptıkları manyetik ölçümleri incelemelisiniz. Ya da pusula türündeki aletlerin manyetik alandaki hareketlerine bakarak tahmini fikir edinebilirsiniz fakat bu son yöntemle doğru ölçümlere ulaşmak çok zordur. Manyetik alanların hangi bölgelerde daha yoğun olduğu hakkında hazırlanmış "Manyetik Alan Haritaları" vardır ve ayrıca "Maden Tetkik ve Arama" Genel Müdürlüğü?nün de hazırladığı haritalar bulunmaktadır.

"Bazı bölgelerin yani mekanların beynimize ve ruhsal yapımıza daha güçlü tesirleri olduğuna dair eski metinlerde örnekler de vardır. Mesela Hz.Yakup bulunduğu yerden Haran'a doğru yola çıkar ve güneş batıp gece olunca ordaki bir alanda uyur. Başını o yerdeki taşlardan birisine yaslar ve uyur yani başının altına taş koyar. Hz.Yakup uykuya dalınca mucizevi rüyalar görmeye başlar fakat bunlar sıradan rüyalar değildirler. Hz.Yakup bu bölgede uyurken rüyasında yeryüzü üzerine bir merdiven dikildiğini ve başının göklere eriştiğini görmüştür ve onda meleklerin inip çıktığını görmüştür. Hz.Yakup uyandığında bu bölgenin çok özel olduğunu ve buranın göklerin bir kapısı olduğunu söylemiştir."

576765_10150892813489909_2008761640_n.jpg

Manyetik alanların uyku esnasında beyinle etkileşimine dair ilginç örnekler de mevcuttur. Mesela yoğun manyetik alanlarının olduğu bölgelerde uyuyan bir kişi hayatında görmediği netlikte ve gerçeklikte düşler-rüyalar görebilir. Hatta günahlardan arınmış insanlar bu rüyaları doğaüstü hallere kadar taşıyabilir.

Gerçekten de manyetik alanların fiziksel ve ruhsal yapımıza etkileri olup olmadığını denemek isteyenler Uyku esnasında başlarına yakın bir yerde mıknatıs bulundursunlar. Çünkü mıknatısların da manyetik alanları vardır ve bu da beynimizi yakın mesafede etkiler. Büyük bir mıknatıs bulmak biraz zor olabilir. Fakat müzik hoparlörlerinin içinde yani teyplerde sesin geldiği kolonların içerisinde büyük mıknatıslar bulunur. Dolayısıyla uyku esnasında herhangi bir hoparlörü de başınıza yakın tutarak bunu deneyebilirsiniz. (Teyp veya Hoparlörün elektriğe bağlı olmasına gerek yok kapalı olsun. Yani ses gelmesine gerek yok teyp çalışmasın) Ayrıca mıknatısın yani hoparlörün başa göre uzaklığı, yönü ve açısı da önemlidir (Sağ,Sol,Düz,Ters,Uzak,Yakın?v.s )

Farklı denemeler yaparak yani hoparlörün yönünü ve uzaklığını değiştirerek en uygun açıyı ve hoparlörün yerini farklı uyku denemeleri yaparak belirleyin. Fakat bunu sürekli denemek sağlığa zararlı olabilir o nedenle sadece birkaç defa deneme maksadıyla mıknatıs kullanabilirsiniz. (7-8 defa mıknatıs kullanmanın da bir zararı olmaz)

Nitekim asıl önemli olan yer zemininin yani Doğal Manyetik alanın yoğun olduğu alanları tespit edebilmenizdir.(Sağlık açısından Mıknatısı sürekli kullanmayın) Başta da değindiğimiz gibi doğal manyetik alanlar yer zemininden çıkıp atmosfere kadar devam etmektedir yani uzaya kadar ulaşmaktadır. (Mıknatıs sadece deneme içindir fazla kullanmayınız zararlı olabilir)

Elektromanyetik alanlar Manyetik alanlardan farklıdır. Mesela cep telefonlarından elektromanyetik dalgalar yayılır ve sağlığa zararlı olup olmadığı halen tartışılmaktadır. Fakat manyetik alanların (bizim başından beri bahsettiğimiz manyetik alanların) sağlığa zararlı olduğuna dair bilimsel bir bulgu yoktur.(Bizim bahsettiğimiz manyetik alana Statik yani durgun Manyetik alan da denilir) Mesela birçok hastanede MR dediğimiz Manyetik Rezonans cihazları kullanılmaktadır ve bu cihazlarda çok güçlü manyetik alanlar bulunmaktadır. Sağlığa zararlı olsaydı bu cihazlar günümüz hastanelerinde kullanılmazdı. Fakat dediğimiz gibi diğeri yani Elektromanyetik alanlar zararlı olabilir.

Bu konuyu yazdır

  ORB FENOMENİ
Yazar: Emka - 10-05-2017, Saat: 16:13 - Forum: ORB - Yorum Yok

Hiç fotograflarinizda sise/dumana benzer, yuvarlak sekilli, içi gorunur şeffaf baloncuklara rastladiniz mi?

Bazı baloncuklar flaşlı fotoğraflarda kendini gostermektedir. Bazıları ise akşamlari daha belirgin olup, gündüz çekiminde daha transparant bir sekilde gorunurler.

Onlara Ingilizce’de ‘orb’ denilmesinin sebebi küreye benzeyen sekillerinden ileri gelmektedir. ‘Orb’ anlam olarak ‘küre, daire, gökcismi’ demektir.

Ne olduklarina dair birden fazla sav var;

-Ölen kisilerin ruhlari/hayaletler

-Doğa enerjileri

-Cok boyutlu ışık varlikları

-Elektromanyetik ışımalar

-Bir takim belirlenemeyen bilincli varliklar

-Fotograf anomalisi

-Havadaki toz zerreciklerinden yansıyan flaş ışığı

Şekillerine göre üç gruba ayriliyorlar.

1. Orblar

2. Huniler (funnels)

3. Plasmalar

Genel ozellikleri:

-Sürü halindeler ve organikler/canlılar.

-Soğana benzer cok katli derinlikleri var.

-Hem fiziksel hem de eterik bedenleri var.

-Zeka ve Bilince sahipler: Bazi medyumlar onlarla konusabiliyor.

-Hizlilar… Çok çok hızlılar.

Baska bir boyuttan geldikleri dusunuluyor, bazı bilim adamlari bizim boyutumuzda görünür olabilmek için bu tur ruhların titresimlerini özellikle düşürdüklerini ileri sürüyorlar.

561371_10150675448854909_1900144939_n.jpg

Ve NASA’da görevli bilim adamlarından Prof Klaus HEINEMANN fotoğraflardaki paranormal orblar gerçeğini desteklediğini açıklamıştır.

Prof. Klaus HEINEMANN, “Daily Mail”in “Strange orbs of light” başlıklı incelemesine katılan birkaç bilim insanından biridir. Prof. HEINEMANN, kendisiyle konuşan bir gazeteciye, ruhsal şifacıların bir toplantısında, karısının çektiği fotoğraflarda minyatür aya benzer ışık dairelerinin bulunduğunu gördüğü zaman çok şaşırdığını söylemiştir. Prof. HEINEMANN önce, bu ışıklı lekeleri su ve toz parçacıklarıyla ortaya çıkmış oluşumlar sanmışsa da, sonra merakını yenemeyerek yakından incelediği zaman onların bu kadar basit bir oluşum olmadıklarını anlamakta gecikmemiştir. Mikroskop teknolojisinde de epeyce bir deneyim ve birikime sahip olan Prof. HEINEMANN, resimlerin çekildiği kamerada da bir arıza bulamamıştır.

“Bununla da yetinmeyen Prof. HEINEMANN” diyen H. COURTENEY, Daily Mail’e hazırladığı araştırma yazısını şöyle sürdürüyordu: “bu gizemli dairelere neyin neden olduğunu düşünmeyi sürdürdü. Bunun için karısıyla birlikte orada burada yüzlerce dijital resim çekti durdu. Bu oluşuma neden olan gizemli etkiyi keşfetmek istiyordu. Pek çok çekimden sonra buldular. İnanılacak gibi değildi ama yakın gerçek buydu: Evet, bu gizemli daireler (“orb”lar) sadece, kendilerinden kameraya görünmeleri rica edildiği zaman ortaya çıkıyorlardı! Ayrıca, spritüel nitelikli toplantılarda onları çekme şansına daha çok sahip oluyorlardı.”

Prof. HEINEMANN bu ilk başarılı sonuca ulaştıktan sonra durmadı ve bu sefer daha sıkı ve kontrollü koşullar altında çekimlerde çift kamera kullanmaya başladı. Bu şekilde ve bu ikinci aşamada “orb” ların saatte 500 mil hızla hareket edebildiğini saptadı ve beklenen ilk açıklamasını yapmakta gecikmedi: “ Bence artık hiç kuşku yok ki, orblar, pekala şimdiye kadar beşeriyetin tanık olduğu bu realitenin ötesiyle ilgili bir oluşum olabilir. Şimdiye kadar ruhsal âlemin varlığı yokluğu konusunda ciddi ya da gayrı ciddi pek çok şey söylendi. Bence bu konunun şakaya gelir yanı yok. Fiziksel olmayan ama gerçek bir fenomen ile karşı karşıya bulunuyoruz. Artık sayıları giderek artan saygın bilim insanı ‘orblar’ konusunu kabul ediyor.”

Gazetenin bu konudaki ayrıntılı haberine göre, 2007’nin başlarında “orblar” üzerine ilk uluslar arası konferansı Arizona’da yapılmıştır. Dünyanın birçok üniversitesinden konuyla ilgili profesörlerin katıldığı bu konferansta ağırlıklı görüş “orblar”ın paranormal kökenli olmalarıyla ilgiliydi. Konferansa bildiri sunanlardan teorik fizik profesörü (madde ve şuur araştırmaları konusunda Stanford Üniversitesinde uzman bir araştırmacı olarak) William TILLER; dünya beşeri olarak bizlerin, görünen evrenin sadece onda birini algılayabildiğimizi söylemiştir.

İrlanda Ulusal Üniversitesi’nden teoloji profesörü Miceal LEDWITH de, “Bana göre, hiç kuşkusuz bu orb fenomeni gerçektir ve ciddi çalışmalara layıktır. Elimizdeki birikim sadece birkaç orb fotoğrafı değildir. Dünyanın dört bir yanından gelen yüzbinlerce gerçek orb fotoğrafı bulunuyor elimizde.”

Vatikan’da Uluslar arası Teoloji Komisyonu Üyelerinden olan Mr. LEDWITH’in sadece kendi özel orb resim koleksiyonu yüz bin parçadan oluşuyormuş. “Her boydan orb var: üç beş santimden, çapı 90 cm, 1 metreye kadar değişenler var. Ayrıca renk olarak da çeşitlilik gösteriyorlar. Beyazdan altın sarısına kadar her renkte olanı var. Zamanla kendi çekimlerimde anladım ki, çekimlerde flaş gerekiyor, gün ışığında bile. Çünkü orblar floresan ışıkta daha iyi görülebiliyorlar; bildiğiniz gibi, fotoğraf flaşında da floresan yayını vardır.”

Mr. LEDWITH’e göre (bir kısmı) bedensiz varlıklara, (bir kısmı da) enkarne olmak üzere sıra ve zaman bekleyen (yine “bedensiz”) varlıklara aittir. Yine Mr. LEDWITH’e göre orblar, fiziksel ortamlara henüz hiç enkarne olmamış bir tür enerji varlıklara ait oluşumlar da olabilirler…

Psişik önemi olan mekânlarda “orblar”ın fotoğrafları daha güzel çekilmektedir. Spritüel amaçlı ve ruhsal konulu toplantılar “orblar”ın görüntülenmesi için ideal fırsatlardır. Orblar, ruhsal şifa celselerinde de şifacının yakın çevresinde ve yoğun olarak da şifacının elleri civarında görülür.

Deneyimli fotoğrafçı Anna DONALDSON da konferansa katılanlar arasındaydı. A. DONALDSON ünlü medyum Keith WATSON’un da çalışmadayken birçok fotoğrafını çekmiştir. Ayrıca, A. DONALDSON; büyükannesinin Batı Sussex’teki evi yakınında oynarken kaçırılan Sarah PAYNE olayında da araştırmacılara yardım etmişti. Kaçırılan Sarah’ın, A. DONALDSON tarafından çekilen en son resimlerinden birinde sanki alev alev yanan ışıklı ve gizemli bir nokta da ortaya çıkmıştı. A. DONALDSON konferansta yaptığı konuşmada, “Benim aslında paranormal ile aram açıktır, inanmam. Bu ışıklı lekenin bulunduğu kareden dolayı makinemi tekrar tekrar kontrol ettim, hiçbir bozukluk yoktu. Eğer makine de bir şey olmuş olsaydı, çektiğim tüm resimlerde sıra dışı bir şey olması gerekirdi. Nihayet deneyimli fotoğrafçı medyum K. WATSON’u, çocuğun kaçırıldığı o noktada bir daha çekmeye karar verdi ve o karede de mavi bir orb görünmüştü medyumun görüntüsünün yanında. Ertesi gün aynı yerde çekilen resimlerde de orblar vardı ama renkleri değişik: Bu kez turuncu renkte.

Arizona Üniversitesi’nden psikiyatri profesörü Dr. Gary SCHWARTZ da konferansın konuşmacıları arasındaydı. G. SCHWARTZ “orblar”la ilgili çalışmalarını Katherine CREATH adlı optik bilimci ile birlikte yapmış.

Konferansın sonunda tekrar söz alan Prof. HEINEMANN, orblar konusundaki araştırmaların henüz emekleme aşamasında olduğunu ama eldeki fotoğrafların daha şimdiden spritüel gerçekliğin bilimsel kanıtlarını oluşturduğunu söylemiştir.

Orblar Dünya boyutları için yeni değildir, ancak dualitede hissedilir olmaları için kristalden indiler (güçleri azaldı). Bunlar 144 Kristal Izgaranın oluşturulmasından önce, çoğunlukla mavi veya altın küreler şeklinde gerçekleşti. Kristal Orblar yüksek boyuttan ışık enerjileridir ve kristalin fonksiyonda işlerler. Onlar kodlanmış Akaşanın prizleri (muhafazaları) ve aletleridir ve Kuantum Kristalin Alanın artan varlığının kanıtıdır. Amaçlı niyet veya mavi kopya ile doldurulmuş madde/antimaddenin gerekli parçacıklarını içerirler.

Bunlar yerkürenin ve insanlığın yeniden oluşumunun anahtarlarını taşıyan İlahi Bilinçli Zekalardır. Daha kesin olmak için, bunlar süreci tamamlayan ve dönüşümsel işleyişin zincirlerini birleştiren yüksek enerjileri çağıran ve çeken manyetik mavikopyalardır. Bunlar Yükselişin katalizör mekanizmalarıdır ve sayısız geometrik matrikslerde gerçekleşirler. Orbların bazıları insanların MerKiVic dönüşümü içindir ve diğerleri gezegenin makro dönüştürülmesi içindir.

Orblar kristalin genişleme yükleridir. Şu anda çoğu insan bu ‘orbları’ sadece dijital teknoloji fotoğraf imgeleri ve sezgisel ‘üçüncü göz’ algısı ile görebiliyor. Kozmik Tetikleyicinin Kristalin aşaması ışık içeriğiniz ve MerKiVic ilerlemeniz vasıtasıyla onlara çekilenleriniz tarafından onların çıplak gözle görülmesini sağlayacak.

İnsanlar sadece belli bir frekans aralığında duyabilmekte ve görebilmektedirler. Melek, Peri, cin ve diğer ışık varlıklar ise farklı bir frekansta titreşirler. Çok sayıda insan, sadece somut olana inandığından, ruhsal varlıkların olmadığını düşünüp, yok sayarlar. Bunun sonucunda bu varlıkların sundukları yardım elinin farkına varmadan, umutsuz bir yaşam sürerler.

Melekler ve Yükselmiş Üstatlar insanların dikkatlerini çekebilmek için, Orb olarak görünmeye başlatmışlardır. Böylece hem insanlara bir kanıt sunulacak, hem de Orb gören kişi ile temas kurulabilecektir.

Orbların daire şeklinde olmasının sebebi nedir ?

Bir Orb görüntüsü yakaladığınızda, siz ışık varlığın enerji alanını görmektesiniz. Işık beden veya merkabah normalde 6 köşeli yıldız şeklindedir. Varlık geliştikçe daire şeklini almaya başlar. Bu ise tamlığı ve bütünlüğü simgeler. Ayrıca küre diğer şekillerden daha yüksek bir enerjiye sahiptir ve enerji akışını kısıtlayacak köşeleri yoktur. İçindeki varlığı korur ve seyahati sırasında zarar görmesini engeller.

Neden her fotografta orblar görünmez ?

Orblar sadece belli bilinç seviyesindeki fotoğrafçıların çektiklerinde belirirler. Sevgi işin anahtarıdır. Orblar auraları genişlemiş beşinci boyut varlıklarıdır. Orbları görüntüleyebilmek için ya şanslı olmalısınız ya da yüksek bilince ulaşmalısınız.

Resimlerde Orblar yoksa o bölgede ruhani varlıklar yok mu ?

Hayır. Ruhani varlıklar heryerdedir. Bu fotografçının yanlış açıda olduğunu veya doğru bilinç seviyesinde olmadığını gösterir.

Orbları nasıl görüntüleyebiliriz ?

Sadece kalbinizi açın, melekleri ve varlıkları düşünün fotografınıza davet edin. Sonuca şaşırabilirsiniz. Birçok boyut bulunduğu ve hepsi farklı frekansta titreştiğinden bir çok değişik renk ve şekilde orblar görülebilir. Her melek, başmelek, ruh kendine özel bir şekle ve renge sahiptir. Her Orb merkez bölgesinden ilahi enerjiye bağlıdır ve en saf ilahi ışığı yansıtır. Dış hat korunma hattıdır. Korunma halkasının dışında aura bulunur ve bu bölge sizin auranızla temas eder. Böylece aranızda bilgi alışverişi sağlanır.

Not: Flaş kullanmayınız.

Derlenmiştir

Bu konuyu yazdır

  ŞEYTANIN SAYISI 666 DEĞİL 616
Yazar: Emka - 10-05-2017, Saat: 16:08 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

Hırıstiyan dünyasında, yaklaşık 2’nci yüzyıldan bu yana şeytanın sayısı olarak bilinen 666 sayısının bir çeviri hatası olduğu ve şeytanı sembolize eden gerçek sayının 616 olduğu iddia edildi.

Bild gazetesinin haberine göre araştırmacılar, Yunanca orijinal metindeki rakamların yanlış çevrildiğini tespit ettiler. Vatikan uzmanları ise 666 sayısının yanlış olduğunun ispatlanması durumunda doğru sayının İncil’in bir sonraki baskılarında değiştirilebileceğini belirtiyor.

İlahiyatçıların ortaya attığı iddiaya göre şeytanın sayısı 666 değildi, Yuhanna İncili’nin Vahiy bölümünde geçen asıl sayı 616’ydı. Ancak Yunanca orijinal metnin yanlış tercüme edilmesi sonucu şeytanın sayısı 666 olarak bilindi.

seytanin-_sayisi.jpg

Hıristiyan dünyasında, yaklaşık 2’nci yüzyıldan bu yana şeytanın sayısı olarak bilinen 666 sayısının bir çeviri hatası olduğu ve şeytanı sembolize eden gerçek sayının 616 olduğu iddia edildi. Bild gazetesinin haberine göre araştırmacılar, Yunanca orijinal metindeki rakamların yanlış çevrildiğini tespit ettiler. Vatikan uzmanları ise 666 sayısının yanlış olduğunun ispatlanması durumunda doğru sayının İncil’in bir sonraki baskılarında değiştirilebileceğini belirtiyor.

Hıristiyan aleminde 666 sayısı İncil’de Yunanna’nın "Vahiy" bölümünde (13-18) geçiyor. Yuhanna’daki vahiyde İncil’in Türkçe çevrisine göre, "Bu konu bilgelik gerektirir. Anlayabilen, canavara ait sayıyı hesaplasın. Bu sayı bir insanı simgeler. Sayısı 666’dır" deniliyor.

İlahiyatçılar, İncil’de 6 rakamının insanı simgelediğini belirtirken, Hıristiyan inancına göre insanın 6’ncı günde yaratıldığına inanılıyor. Ancak peşpeşe sıralanan 6 rakamının ise şeytanı sembolize ettiği kabul ediliyor.

Hıristiyan ilahiyatçılar, burada geçen 666 sayısının "şeytan, Mesih karşıtı (Deccal) ve sahte peygamberin üçlü birliğinin gizli şifresi" olduğu yorumunda bulunuyorlar.

Şeytanın sayısı olarak bilinen 666 ise, aynı zamanda din ve özellikle de Hıristiyan karşıtlarının da kullandığı bir sembol olarak geçiyor. Bir çok filme de konu olan 666 sayısı aynı zamanda şeytana tapanlar tarafından da kullanılıyor.

Bu konuyu yazdır

  SONSUZLUK ARAYICISI
Yazar: Emka - 10-05-2017, Saat: 15:52 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Filozoftan söz etmeden Felsefe’den; ve bu fikirleri yaşayabilen insandan söz etmeden de, fikirler dünyasından söz etmek mümkün değildir. Böylece, Filozofun yani bilgeliği seven insanın temel özelliklerinden birini vurgulamamız gerekirse, onun sonsuz arayıcının niteliklerini kendinde topladığını söyleyebiliriz. O, sonunda Bilgeliğe ulaştığında aramayı bırakacak bir fetih insanıdır ve o zaman da, şu an bizim için anlaşılmaz ve erişilmez başka şeyler arayıp aramayacağını da bilmiyoruz.

Filozof, çok özel bazı izlerin ardından, yaşamın kırlarından ve ormanlarından, dağlarından ve nehirlerinden geçen bir av köpeği gibidir. Her şeyin gerçek bilgisini arar. Kendisini, Gerçeği, tek bir sözcükle, evrensel köken olarak Tanrıyı arar.

Fakat neden yolu bu kadar uzun ve zordur? Yoksa, Gerçek, içinde yaşadığımız bu dünyada değil mi? Yoksa, Tanrı burada kendinin görülmesine izin vermiyor mu? Bu sınırların ötesinde aradığımız şeyi bulmak için sonsuz bir çölü -algılanır yaşamımız, tarihi ortamımız, koşullarımız- geçmek mi gereklidir? – Hayır.

infinity_galaxy_by_boxtail-d92zn3c.png

İnanıyoruz ki, Tanrı ve Gerçek, bu dünyada, kendi ortamımızda, başarılarımızda ve sorunlarımızdadır. Fakat kalın bir çamur tabakasıyla kaplanmış, garip şekiller altında saklı kalmışlardır; öyle ki çoğu kez yalan Gerçeğin yerini almaktadır ve açıkça kimse yalanın maskesini düşürememektedir; insan tininin doğal tepilerinin yerini içsel boşluk ve inançsızlık doldurmaktadır.

Arayıcı filozofun becerisi, yeniden tüm güçleriyle parıldamak için cesur insanların çabasını bekleyen o gizli gerçekleri, şimdi ve burada, hataların ve cehaletin ortasında, karanlığın ve tuzakların ortasında bulmasıdır.

Aramak, yorulmaksızın karanlıkların içinde en ufak bir ışığı, mutsuzluklar arasında en ufak bir mutluluk damlasını, onca karmaşa içinde bir gerçek parçacığını bulma fırsatını harcamadan aramak zorunludur.

Önemli olan amaçtır; duyuları ve zekayı ona varmak için güvenilir rehberler olarak kullanmaktır. Ne aradığını ve nasıl arayacağını bilen kişi FİLOZOF’tur.

Delia Steinberg GUZMAN’ın şeylerin geçiciliği ve sürekliliği, yanılsama ve gerçek konularında makalelerinin bulunduğu “Maya’nın Oyunları” ve felsefi-psikolojik makalelerinden oluşan “Özgürlüğe Uçuş” adlı eserleri Türkçe’de yayınlanmıştır.

Bu konuyu yazdır

  YAŞAM AĞACI
Yazar: Emka - 10-05-2017, Saat: 15:44 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Kavramının kökeni tarih-öncesi denilen devirlere kadar uzanan, başta Asya şaman gelenekleri olmak üzere, pek çok gelenekte rastlanan bir semboldür.

-Türk geleneğinde yaşam ağacı

Yakut ve Altay Türkleri’nde yaşam ağacına Dünya Ağacı da denir. Eski Türk geleneğine göre, bu, Dünya’yı ortasından (göbeğinden) öte-âleme ve Demir-Kazık Yıldızı’na bağlayan, dalları vasıtasıyla şamanlara yeryüzünden yüksek âlemlere yolculuk yapma olanağı sağlayan bir ağaçtır. Buna Demir Ağaç da denir.

Şamanist geleneğe göre, Dünya, “Göğün göbeği” ile bu ağaç sayesinde irtibat halinde olup, bu ağaç ile beslenir. Anne rahmindeki bir bebek için göbek kordonu nasıl yaşamsal bir öneme sahip bulunuyorsa yeryüzü için de bu irtibat kanalı aynı derecede öneme sahip bulunmaktadır. Dolayısıyla Türk Şamanizm’inde Dogon tradisyonunda da görüldüğü gibi, bu irtibatı ifade etmede “göbek” sözcüğü tercih edilmiştir. Gerek Dogon gerekse eski Türk geleneğine göre, göğün göbeği bir yıldızdır. (Gök sözcüğünün şamanizmde üç anlam içerecek şekilde kullanıldığı görülmektedir. Örneğin Altay şamanı Tanrı Ülgen’e seslenirken aynı cümlede bir ayrım yaparak “ulaşılmaz mavi gök”, “erişilmez ak gök” ve “dönen yıldızlı gök” der ki, bu üç ayrı terimin gökyüzünü, spiritüel göğü ve uzayı ifade etmek üzere kullanıldığı ileri sürülür.)

Ural-Altay kültürlerinde gök katları, yaşam ağacı, kayın ağacından yapılma bir direk üzerine ya da bir kayın ağacının üzerine kertikler açılarak temsil edilir. Orta Asya’da kutsal kayın ağacına açılan bu kertiklerin sayısı 7,9 veya 12 olur. Sibirya’da yaşam ağacını ve yerin eksenini aynı zamanda, şamanın transa geçtiği çadırının ortasındaki kayından yapılmış direk temsil eder. Kayın ağacına verilen önem, Türkler’in akrabalık bağlarını gösteren isimlerde de “kayın” sözcüğünü kullanılmasıyla görülür (kaynata vs.)

rd.jpg

Altay şamanının uçuş denilen trans deneyiminde son gök katına varabilmesi yedi, dokuz veya oniki katla ilişkilendirilen bu yaşam ağacına tırmanmasıyla ifade edilir. Bu ağacın sekiz dallı olarak belirtildiği Yakut geleneğinde Yerin Göbeği’nden çıkan, çiçek açan bu ağacın tepe kısmının köpüklü, sarı, insanlara şifa verici bir sıvı içinde olduğu ifade edilir. Sibirya Şamanizm’inde yaşam ağacı 7’nin yanı sıra 8 ve 12 sayılarıyla da ilişkilendirilir.

Abakan ve Moğol geleneğinde de görülebileceği gibi, Asya şamanist geleneklerinin birçoğunda yaşam ağacı “Dünya Dağı” kavramıyla ilişkilendirilir; ağaç dağın ya ortasında ya da tepesinde bulunur. Yine, Asya şamanist geleneklerinin birçoğunda, özellikle Orta-Asya, Sibirya, Moğol ve Endonezya mitolojilerinde, bedensiz varlıklar, yani bedenlerini ölüm olayı ile terk etmiş ruhlar ve tekrar doğmaya hazırlanan ruhlar, genellikle yaşam ağacının dallarına tünemiş, bekleşen küçük kuşlar olarak tasvir edilirler. Örneğin, Altaylılar “Yeryüzünde tekrar doğmayı bekleyen insan ruhları göklerdeki, göksel ağacın dallarındaki küçük kuşlar gibidir” derler. Turukhansk Yakutlar’ı geleneğine göre, Yaratıcı ya da ışığın yaratıcısı olan Yüce Varlık, ilk şamanı yarattığı zaman gökteki makamından sekiz dallı bir ağaç dikmiştir ki, dallarındaki kuşlar O’nun çocukları olan ruhları temsil ederler.

-Hint geleneğinde yaşam ağacı

Ruhların yaşam ağacı dallarına konmuş kuşlarla simgelenişi Hint metinlerinde de mevcuttur. Örneğin, ruhların bedenden bedene göçen göçmen kuşlara benzetildiği Upanişadlar’da bulunan bir sembolizmde yaşam ağacına tünemiş iki kuştan biri meyveyi yerken, öbürü bakar ki, bu iki kuştan (Atma ve Jivatma) meyveyi yiyen “reenkarne olmuş, aktif haldeki ruh”u, öteki kuş ise bedensiz ruhu simgeler. Hint geleneğindeki bir başka yaşam ağacı, yayıktaymış gibi çalkalanan süt denizinde bulunan Boddhi ağacıdır. Bir Angkor yazıtına göre, Boddhi ağacının kökleri Brahma, gövdesi Siva, dalları Vişnu’dur. (Kimi versiyonlarda ise ağaç Siva’dır, Brahma ve Vişnu dallarıdır. )

-Diğer geleneklerde yaşam ağacı 

-Çin geleneklerindeki yaşam ağacı (Kiyen Mu) dokuz dallı, dokuz köklü, dokuz göğe ve dokuz kaynağa dokunan bir ağaç olup, ölülerin bulunduğu öte-âlemi de içerir. Çin geleneğinde ayrıca, meyvesi ölümsüzlük sağlayıcı şeftali olan si-wangu-mu ağacı bulunur.
-Kafkas geleneklerinde, tepesi göğe değen bu ağacın kökünden bir pınar fışkırır.
-İsmailî gelenekte yedinci göğü aşan bir ağaçtır.
-Yaşam ağacı sembolü Urartu, Hurri ve Frig eserlerinde de görülür. Frigya eserlerinde yaşam ağacı sekiz dallıdır.
-Eski Mısır geleneğinde de yaşam ağacı Şamanizm ve Hint tradisyonlarındaki gibi ruhların kuş biçiminde tünedikleri bir ağaçtır. Gök ilaheleri Hathor ve Nut bu kuşları su ve meyve ile besler.
-Tevrat’ta, Aden’le ilgili sembolizme konu olan iki tür ağaç vardır; biri dört kollu ırmağın aktığı Aden cennetinin ortasındaki yaşam ağacı, diğeri ise hakikat ağacıdır. (Hakikat ağacı kişinin meyvesini yediği gün öleceği “iyi ile kötüyü bilme ağacı” olarak belirtilir.)
-İbrani geleneğine göre yaşam ağacı, meyvesi ölümsüzlük sağlayan öyle bir ağaçtır ki, kendisinden semavi tesirin tüm alemlerle temasını sağlayıcı bir çiy çıkar.
-Hıristiyan gelenekte yaşam ağacı sembolizmi İncil’in vahiy denilen, Yuhanna’nın Vahyi kısmında görülür. Yuhanna’nın bu vizyonunda yaşam ağacı,12 defa meyve veren, yaprakları ulusların şifa bulmasını sağlayıcı bir ağaç olarak belirtilir ( Vahiy, 22/2). Ayrıca İsa Mesih'in çarmıhı alegorik olarak yaşam ağacını simgeler.
-İslamî gelenekte, kökleri Göğün yedinci ve son katındaki Sidre’den çıkan Tuba (huzur, mutluluk) ağacı simgesine rastlanır.
-Zerdüştçülük’te bir denizin derin sularından çıkan, ölümsüzlük sağlayıcı gaokerena ağacı.
-Eski İran geleneğinde Haoma olarak bilinen ölümsüzlük besininin edinildiği yaşam ağacı.
-Yaşam ağacı simgesine rastlanan diğer geleneklerden bazıları olarak, Lapon, İzlanda, İskandinavya, Finlandiya, Avustralya gelenekleri sayılabilir.

-Yaşam ağacı sembolizminin ezoterizmdeki açıklaması

Yer, Yeraltı (öte-âlem) ve “spiritüel Gök”ten oluşan üç ortamı birbirine bağlayan ekseni temsil eden yaşam ağacı ezoterik bilgilere göre alemler-arası irtibatı simgeler; yani, yeryüzü, öte-alem denilen süptil (esîrî) plan (spatyum) ve semavi alem (tezahür etmemiş alem) arasındaki irtibatı, her bakımdan simgeler. Fiziksel alem olan yeryüzünün semavi alem tarafından yönetilmesi ve prensipten tezahüre doğru yoğunlaşma olgusu, kökleri semavi alemden çıkan ters ağaç sembolüyle belirtilmiştir. Bu yüzden birçok gelenekte yaşam ağacı kökleri yukarıda, dal ve yaprakları aşağıda olarak tasvir edilmiştir. Yaşam ağacının ters yapılışına İbranî gelenekte (Zohar’da), Türk ve İslam geleneklerinde (Tuba ağacı), Upanişadlar’da, Sabiîlik, Lapon, İzlanda, İskandinavya, Finlandiya, Avustralya ve Hint geleneklerinde rastlanır. Dante’nin İlahi Komedya eserinde değindiği cennetteki ağaç da terstir. Upanişadlar’da (Brahma’nın tezahürü olan Aswattha ağacı), Vedalar’da ve Bhagavat-gita’daki ters yaşam ağaçları daha ziyade prensipten tezahüre doğru yoğunlaşmayı simgeler.

Ayrıca kimi geleneklerde, ikincil semboller olarak, yaşam ağacının dallarında kuşlar bulunduğu ve ağacın ölümsüzlük sağlayıcı meyvesi ya da sıvısı olduğu belirtilir ki, burada kuşlar doğacak ruhları, ölümsüzlük kazanma ise ruhsal gelişimin hedefi olan, doğum-ölüm çemberinden kurtuluşu simgeler.

Bu konuyu yazdır

  CEHENNEMİN KAPISI TÜRKİYE'DE ÇIKTI
Yazar: Emka - 10-05-2017, Saat: 15:20 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

İtalyan arkeologlar, Pamukkale’de, girişindeki ölümcül buharlar dolayısıyla içeri girenlerin ölümüne sebep olan “Cehennem Kapısı” isimli antik kalıntıları ortaya çıkardı.

İstanbul’da düzenlenen İtalyan arkeolojisi konferansında açıklamalarda bulunan arkeologlar, Greko-Roman mitolojisinde yer altına açılan kapı olarak bilinen, diğer adıyla Pluto’nun Kapısı’nı bulduklarını duyurdu.

18403563_207506969765552_2635777656449740284_n.jpg


Pluto’nun Kapısı’nın, Salento Üniversitesi’nde klasik arkeoloji profesörlüğü yapan Francesco D’Andria’nın yönettiği bir takım tarafından bulunduğu belirtildi. Girişinde ölümcül buharların bulunduğu belirtilen kapının, mitolojide Phrygian Şehri olarak bilinen Pamukkale’de ortaya çıkarıldığı açıklandı.

18403149_207506966432219_3643914943288108704_n.jpg

Arkeologlar, Latince adıyla Plutonium olarak bilinen mağarayı, Pamukkale travertenlerine giden yolu yeniden inşa ederek bulduklarını söyleyerek, meşhur beyaz travertenlerin bu mağaradan kaynaklandığını ifade ettiler.


Arkeolojik kazıda ayrıca, bir tapınağın, bir havuzun ve mağaranın yukarısına yerleştirilmiş birkaç merdivenin kalıntıları bulunduğu bildirildi. Kazı yerindeki iyonik kolonların üzerinde, Yunan mitolojisinde yer altı tanrıları olarak bilinen Pluto ve Kore’ye ithaf edilmiş yazıtların yer aldığı ifade edildi.

Bu konuyu yazdır

  Aphantasia-Zihin Körlüğü
Yazar: Emka - 10-05-2017, Saat: 14:54 - Forum: Zihin - Yorum Yok

Gözlerinizi kapatın ve bir kumsalda yürüdüğünüzü, Güneş'in doğuşuna doğru ilerlediğinizi düşünün. Aklınıza gelen görüntü ne kadar net?
Birçok kişi zihinlerindeki görüntüyü hayallerinde canlandırabilir. Buna 'zihin gözü' (beyin gözü) denir.
Fakat bu yıl yapılan bir araştırmada bilim insanları, bazı kişilerin zihinlerindeki görüntüleri canlandıramadıklarını tespit etti. Uzmanlar bu yeni sağlık durumuna da 'aphantasia' olarak adlandırdı.
Zihin gözü 'kör' olanlardan biri de Lancaster'li Niel Kenmuir.

Çocukluğundan bu yana çevresindekilerden farklı olduğunu bildiğini söyleyen Niel, "Uyuyamadığım zaman üvey babam koyunları saymamı söylerdi ve bunun ne anlama geldiğini açıklardı. Denedim fakat yapamadım. Çitlerden atlayan koyunları göremedim, sayacak hiçbir şey yoktu" diyor.
Anılarımız genellikle görüntülerle eşleştirilir. Örneğin bir düğünü veya okuldaki ilk gününüzü aklınıza getirin.
Niel, belleğinin bir bakıma 'korkunç' olduğunu söylüyor fakat bazı verileri çok iyi hatırlıyor. Fakat aphantasia durumundan mustarip olanlar gibi o da yüzleri tanımakta güçlük yaşıyor.

150211154548_human_mind_future_624x351_thinkstock.jpg


'Hastalık değil'

Niel, aphantasia'yı "bir hastalık değil, hayatı farklı bir yoldan deneyim etme" olarak tanımlıyor.
İronik olan, Niel'in şimdi bir kitapçı da çalışıyor olması. Genelde kurgu olmayan kitapların bulunduğu raflarda duruyor.
Niel'a nişanlısını zihninde canlandırmaya çalıştığında ne gördüğünü soruyorum.
"Tarif etmesi en zor şey" diyor:
"Nişanlımı düşündüğümde bir görüntü oluşmuyor, fakat kesinlikle onu düşünüyorum. Bugün saçını arkadan topladığını ve siyah saçlı olduğunu biliyorum."
"Fakat gördüğüm imajı tarif etmiyorum, onun hakkındaki özellikleri hatırlıyorum. En tuhafı da bu, belki de biraz hasret sebebi."
Niel görüntüleri zihninde canlandıramamayı çok dert etmiyor fakat bazıları bu durumdan oldukça rahatsız.
Araştırmaya katılanlardan biri, diğerlerinin zihinlerinde görüntüler oluştuğunu öğrendiğinde 'soyutlanma' ve 'yalnızlaşma' hissine kapılmaya başladığını söyledi.
Annesinin ölümünden sekiz yıl sonra onunla ilgili anılarını hatırlamamak onu 'delirtiyormuş'.

'Her 50 kişiden biri'
Diğer yandan Niel'in aksine çocuk kitapları illüstratörü Lauren Beard ise yazarları okuduğunda bütün görüntüleri doğrudan zihninde canlandırabiliyor.

"Çok sağlam bir hayal gücüm var, dünyayı yaratabilir ve eklemeler yaparak zihnimde giderek büyütebilirim, karakterleri geliştirebilirim. Görüntüleri hayal edememek nasıl bir şey tahmin bile edemiyorum" diyor Lauren.
Lauren ve Niel birbirlerine zıt iki durumda.
Bilişsel ve Davranış Nörolojisi Profesörü Adam Zeman, bu iki farklı durumdaki, (aphantasia ve hyperphantasia) kişinin deneyimleri ve hayatları arasındaki farkları karşılaştırmak istiyor.

Exeter Üniversitesi'nde görevli Zeman, Cortex adlı dergide aphantasia durumuna ilişkin yeni bulguları paylaştı.
BBC'ye konuşan Zeman, "İnsanlar bana bu durumun tespit edilmesinden ve adlandırılmasından duydukları memnuniyeti ifade ediyorlar. Çünkü bu tuhaflığı yıllardır diğerlerine açıklamaya çalışıyor ve anlatmakta zorluk yaşıyorlardı" diyor.
Zeman, aphantasia için "kesinlikle bir rahatsızlık değil" diyor ve her 50 kişiden birinin bu durumda olabileceğini belirtiyor.

Bu konuyu yazdır

  GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDEKİ SIR
Yazar: Spiritüeller - 10-05-2017, Saat: 00:24 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

“En zor bulunan sır genellikle gözümüzün önünde durur. Onu görmek için ihtiyacınız olan kendinizi geliştirmektir.”

Simyacılar uzun yıllar altın yapmak için uğraşıp durmuşlardır. Ancak anlıyoruz ki yıllarca boş yere çaba göstermişler. Bilim insanları altın elementinin oluşması için gereken enerjinin ancak iki süper novanın çarpışması ile ortaya çıkabileceğini söylüyor. Enerji kaynağımız olan güneşimiz, Hidrojeni nükleer füzyon reaksiyonları ile Helyuma çevirebiliyor. Süpernovaya dönüşmek için de kütlesi yetersiz. Yani güneş sistemimizde altın üretmenin bir yolu bulunmuyor.

Simyacılar pek çok keşif yapmış. Bunlardan birisi Sülfirik Asit. Diğer adı ile vitriol. Vitriol öylesine bir kelime değil. Bir kısaltma. Latince “visita interiora tellus rectifacando invenies occultum lapidem” cümlesinin baş harflerinden oluşan bir kelime. “Dünyanın derinliklerini (içini) ziyaret et, damıtırken (arıtırken) gizli taşı (felsefe taşı’nı) bulacaksın.” İlk başta bir simya işlevi tarifi gibi görünse de aslında o dönemin kişisel gelişim sembolizması denilebilir. Çünkü simyacıların altın konusundaki bitmez tükenmez gibi görülen çabalarının altında, felsefe üzerine de kafa yormuş olduklarını biliyoruz. Bu bağlamda, “her ne arıyorsan uzaklara değil, kendi içine bak, onun için her ne arıyorsan, orada bulacaksın aradığını” anlamındadır.

O dönemlerde bilgi o kadar değerlidir ki ona sahip olabilmek çok önemlidir. Simyacılar Altını üretmenin yolunu bulamamış olsalar da, kendilerini geliştirmenin ve felsefe ile benliklerini yüceltmenin yolunu bulmuşlardır. İşin tuhaf yanı, bu yolculuk bitmek bilmez. Hatta insanoğlu “gerçeği” nesiller boyu arayıp durur.

maxresdefault.jpg

Aslında uygarlığın gelişmesi de nesiller boyu edinilen bilginin üst üste konulması ve aktarılması ile mümkün olmuştur. En azından, artık kıtalar arası yolculuk yapmak için gemi ya da uçak icat etmemiz gerekmiyor. Bizden önce bunu yapmış olan insanların mirasları sayesinde bir bilet almak yetiyor. Hani klişe bir laf vardır “bilgi paylaşa, paylaşa büyür” diye. Son derece doğrudur. Sorun, günümüzde bu bilgi mirasının kolayca ulaşılabilir olmasına karşın, tüm insanlığın halen bu bilgiye erişmesi ve ondan yararlanabilmesi, üzerine yeni bilgiler eklemesi için engellerin bulunmasındadır.

Eğitim, bu bilgiyi nerede bulabileceğimizi, onu nasıl kullanabileceğimizi ve bilginin doğruluğunu sorgulamayı öğretmelidir. Bilgiyi geliştirmenin ve gerçeği bulmanın önünde duran dogmalar ancak bu şekilde engel olmaktan çıkabilecektir.

Cehalet sizin bir kalıba girip, orada mutlu (?) yaşamanızı sağlayabilir. Ancak, uygarlığın bilgi birikiminden uzaklaşmak, bizi sadece vahşi hayvanların seviyesine geriletir.

Kendini tanımak için bilgi birikimi önemli ve gereklidir, ancak yeterli değildir. Hatta Vitriol’ün ifade ettiği gibi “içinize bakmak” da aradığınızı bulmanıza yetmeyebilir. Aradığınız, orada olmalıdır. Ya da ne aradığınızı bilmeniz lazımdır. Ne aradığını bilmeden, onu bulduğunuzda aradığınızın o olduğunu nasıl farkına varabilirsiniz?

Gerçeği arayın ve bunun için gerekli donanımları da hayatınız boyunca edinin. Belki, bir gün onu bulamasanız bile bıraktığınız yerden meşaleyi devralan bir başka insan onu bulabilir.

Bu konuyu yazdır