Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Forum İstatistikleri |
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065
Detaylı İstatistikler
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 1265 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 1265 Ziyaretçi
|
Son Aktiviteler |
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 328
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 306
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,010
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,132
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,075
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,007
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,150
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,524
|
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,286
|
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,173
|
|
|
İNSANLIKTAN ÇOK ÖNCE ÜRETİLMİŞ TOPLAR |
Yazar: Archilles - 24-03-2017, Saat: 20:26 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
|
30 Yıl önce güney Afrika'da Batı Transvaal'da bulunan Wonderstone Gümüş Madeninde çalışan madenciler , kuyu açma çalışmaları sırasında metal kürelere rastladılar .
Kürelerin sayısı 200'ü aşıyordu , 1979'da kürelerin birkaçı Johannesburg , Witwaterstand Üniversitesi'nden Jeoloji uzmanı Prof. J.R. Mclver ve Potsshefstroom Üniversitesi'den Prof. Andries Bisschoff tarafından incelendi , metalik küreler biraz basıktılar ve çapları 1 ile 10 cm. arasındaydı
Dış yüzeyleri genelde çelik mavisiydi , dışarıya vuran kızıl yansımalar görülüyordu ve metale gömülü minik benekler vardı , benekler beyaz fiberden yapılmış izlenimini veriyorlardı . Alaşımın nikel/çelik olması doğal değildi çünkü bu kompozisyon kurallarının dışındaydı , ancak metorik bir köken böyle olabilirdi.
Bazılarında bir veya iki cm.lik ince bir kabuk belirlendi ve küreler kırılarak açıldığında içlerinin garip süngerimsi bir madde ile dolu olduğu anlaşıldı ama kısa bir zaman sonra hava ile temas eden bu maddenin küle dönüştüğü gözlemlendi
Kürelerin analitik yapısı , kayaların özgün yapısı ile hiç ilgili değildi , radyo-izotop teknikleriyle yapılan tarih belirlemelerinde kürelerin en azından 2.8 veya 3 milyar yıllık oldukları belirlenince herkes şok oldu . Güney Afrika Klerksdrop Müzesin'den Roel Marx , bu garip ve gizemli olaya bir gizem daha kattı ; küreler kendi eksekleri etrafında döndürüldüklerinde dışarıya serbest bir tür enerji yayıyorlar ve durdurulduktan sonra çok uzun bir süre aynı enerjiyi yaymaya devam ediyorlardı.
Kürelerin yaydığı enejinin türü belirlenemedi , neden yapıldıkları anlaşılamadı , amaçları bilinmiyor ve de kimlerin yaptığı tahmin dahi edilemiyor.
|
|
|
KENDİ ELEMENTAL VARLIĞINIZI YARATMAK |
Yazar: Archilles - 24-03-2017, Saat: 13:24 - Forum: TULPA
- Yorum Yok
|
|
Yazar ve kaşif Alexandra David-Neel Tibet'de yolculuk yaparken incelediği pek çok bilinen ancak mistik tekniklerden biri tulpa yaratımıydı. Beden, Zihin ve Ruh : Yeni Çağ Fikirleri, insanları Yerler ve Terimler sözlüğü adlı eserlerinde Eileen Campell ve J.H. Brennan şöyle diyordu: "Geleneksel Tibet doktrinlerine göre tulpa bir romancının yarattığı hayali karakterler gibi, düşlem sonucunda yaratılan bir varlıktır. Tek fark tulpaların kaleme alınmamasıdır." David-Neel bu konsepte o kadar ilgi duydu ki, kendisi bir tulpa yaratmaya karar verdi.
Buradaki yöntem esasen yoğun konsantrasyon ve görselleştirmeydi. David-Neel’in tulpası Friar Tuck’a (Keşiş Tuck) benzeyen şişman, ufak tefek, iyi huylu bir papazdı. Başlangıçta bu imge tamamen özneldi ancak pratik yaparak David-Neel giderek tulpayı görselleştirmeyi başardı; tıpkı gerçek dünyaya gelen düş ürünü bir hayalet gibi. Zaman içinde imge giderek netleşmeye ve maddesel olmaya başladı ve fiziksel gerçeklikten ayırt edilemeyecek hale geldi. Ancak halüsinasyonun Alexandra’nın bilinçli kontrolünün dışına çıktığı an geldi.
Alexandra papazın kendisi istemediği zamanlarda ortaya çıktığını fark etti. Ayrıca dostu olan bu küçük varlık giderek zayıflamaya ve sinik bir görünüm almaya başladı. Sonunda, uygulamakta olduğu zihinsel disiplinlerden haberi olmayan arkadaşları Alexandra’ya kamplarında dolaşan “yabancının” kim olduğunu sorar oldular; bu, cisimleşmiş imgeden daha fazla olmayan bir varlığın kesin objektif bir gerçeklik kazanmasının bir göstergesiydi. Bu noktada David-Neel çok ileri gittiğini fark etti ve varlığı tekrar kendi zihninin içerisine almak için farklı lama teknikleri uyguladı. Tulpa bu şekilde yıkıma uğramaya istekli değildi ve bu işlem birkaç hafta sürdü; sonunda yaratıcısı da yorgun düştü. Düşüncelerin şeyler olduklarını zaten biliyordum fakat bu, doğrumalara yeni bir anlam ve hatta korkutucu bir boyut kattı.
Araştırmalarımı yaparken birkaç yıl önce ingiltere’de bir tulpa yaratmış 6 kişiden oluşan bir grup ile karşılaştım. Her gece Marian Hallsey ölüler ile bağlantıya geçmek için arkadaşlarıyla toplanıyordu. Bu kişiler eğitimsiz ya da havai insanlar değillerdi; aralarında bir gazeteci, bir bilim adamı, bir dişçi, bir doktor ve bir işadamı vardı. Ölüler ile temas kurmak için bulundukları birçok girişim başarısız oldu. Hatta medyumlar bile çağrıldı fakat hiç kimse Öteki Taraftakilerle bağlantı kurmayı başaramadı. Bir gece Marian’ın aklına bir fikir geldi: grup kendi ruhunu kendisi yaratacaktı! Geceler boyunca bu toplantılarda bir imgeyi bir varlık haline getirmek için dikkatli detaylar kaydedildi. Ona bir doğum tarihi, bir doğum yeri (Liverpool) ve bir isim (Edward Howard) verdiler. Boyu, tam ağırlığı, saç rengi ve bıyıkları not edildi.
Ona bir eş ve iki çocuk verdiler ve mesleğini bankacı olarak tayin ettiler; hatta siyah, dar kenarlı, bazı ingiliz işadamları tarafından giyilen bir şapkası ve tüvit takımı olmasına, pipo içmesine ve baston taşımasına da karar verdiler. Grup Edward’ın çocukluk çağını yarattı ve düşüncelerini hayal etmeye başladı. Gruptaki altı katılımcıdan biri şöyle dedi: “Edward hakkında birbirimiz hakkında bildiğimizden daha çok şey biliyoruz.” Edward’ın hayatının kurgulanmasından yaklaşık bir buçuk yıl sonra bir gece etrafında toplandıkları masa o kadar şiddetli bir şekilde sallanmaya başladı ki, herkes yerinde zıpladı.
Olan olmuştu, Edward Howard huzurlarına gelmişti! Grup inanılmaz konsantrasyonları sayesinde bir tulpa yaratmıştı. Bu hikaye belgelenmiştir; hatta Sir Arthur Conan Doyle’nin ziyaret ettiği Spiritüalist Okulda öğrenci olan Minnie Bridges ile de görüştüm ve o da Edward’ı gördüğünü doğruladı. Gerçekte, Edward’ın ruhunun geri gönderilmesi için bölgedeki tüm medyumlara başvurulmuştu. Şimdi, bir tulpa yaratmak konusunda içinize korku salmak istemem; bu yöntemin sadece çok fazla zamanı olan kişilerde işe yaradığını belirtmem gerekir. Ayrıca atmosfer ve koşulların da doğru olması gerekir. Bunun için Tibet mistikliği ve meditasyon uygulamaları ile ideal bir yer olur.
|
|
|
YAŞAM ÇİLESİNİ, YAŞAM SEVİNCİNE DÖNÜŞTÜREBİLMEK |
Yazar: Emka - 24-03-2017, Saat: 03:22 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
İnsan genelde mutsuzdur !.. Herkesin içinde bir sıkıntı, bir acı, herkesin yüreğinde bir keder vardır. İnsan bazen kısa süreli keyifli zamanlar yaşasa da ; endişe ve tedirginlik herkesin temelde içsel bir fon müziğidir.
insanın en önemli ihtiyacı; kendinde yer etmiş olan bu sürekli endişe duygusundan kurtulup, içsel bir dönüşümle; sürekli bir dinginliğe ve kaybolmayan bir “ooohh çekiş” halindeki içsel huzura, yaşam sevinci ile dolu olarak yaşamaya dönüşmektir.
YAŞAM ÇİLESİNİ, YAŞAM SEVİNCİNE DÖNÜŞTÜREBİLMEKTİR !
Ve insan DÖNÜŞEBİLİR !... çünkü taşıdığı endişe ve sıkıntı, varoluşunda bulunmayan bir aldanış, bir illüzyondur. İnsanın içinde bulunduğu durumlar; sorunlar halinde yorumlanır ki, endişe ve mutsuzluk, yaşanan durumlarda değil, yorumlarda bulunan psikolojik bir eksikliktir. GERÇEK olmadığı için de, dönüşümün mümkün olabileceği bu sıkıntılar, yanlış yorumlayış ve eğitimsizlikten dolayı yaşamımızı cehenneme çevirmektedir. Fakat insan, böyle bir eğitimin mevcut olduğunun bile farkında değildir.
Bu sebepten dolayı acılarımız aslında çok değerlidirler. Bizi ruhsal arayışa zorladığı için değerlidirler ama onları taşımak mecburiyetinde de değiliz ! Ancak insanın yönelişi, kendi sorunlarının kaynakları olduğunu düşündüğü yüzlerce dünyasal şartın düzeltilmesinden yanadır. Oysa çözüm,sadece kendisindeki bir farkındalık dönüşümündedir. Bu ihtiyacı çok güzel ifade eden bir Hint örneği vardır;
“Adam, alaca karanlıkta, oğluyla beraber evine girer ve birdenbire duvar kenarında çöreklenmiş halde duran bir yılanı fark eder. Hindistan’da bir kobra yılanıyla bu kadar yakın karşılaşmak âdeta ölüm demektir. Birden, korkuyla bedeni ter içinde kalarak ve nasıl kurtulacaklarının endişesi içersinde; kapı kenarındaki küreği kapıp yılanı öldürmeğe çalışmak mı, ya da yılanın saldırısından kaçıp kurtulmanın mı daha doğru olduğunun kararsızlığı içindeyken; durumdan haberi olmayan oğlu elektirik düğmesini açar ve o anda yılan zannedilen şeyin kalın bir ip kangalı olduğu görülür.”
Bu örnekte kurtuluş; düşünülen çarelerin hiç birinden gelmemiş sadece bir yanılışın, yanlış algının farkına varılarak mümkün olmuştur. İşte insan, Varoluşsal bir gerçekliği olmayan, sadece kendi zanlarının, illüzyonlarının korku ve sıkıntıları içindedir. Ve bunlar, sadece farkına varılarak kurtulabileceği kişisel cehennemidir.
İnsanın sıkıntılarının, endişelerinin yaklaşık % 90 ’ ı tamamen onun zihninin bir illetidir. Bir fark edemeyiş hastalığıdır ve herkeste bulunuşu, bu hastalığın önemsiz olduğunu göstermez! Bedensel rahatsızlıklarını tedavi ettirmek için her türlü çareyi arayan insan, mutsuzluğunun da tedavisi mümkün bir hastalık olduğunu bilmeden onu ömür boyu içinde bir ağrı, bir sancı gibi taşır durur.
Aslında insanın en eski kurumlarından biri olan DİN ve DİN ÖĞRETİSİ temelde bu tedavi için vardı. Ama maalesef din bize yanlış anlatıldı !... Âdeta bu dünyadaki halimizi tedavi için değil de, ölümden sonrayı tedavi için bir çare olarak sunuldu insana. Çok şükür ki dinin gerçeğini yaşamış ve yaşatmaya çalışmış olan bilgeler, dinin bir ölüm öğretisi değil, bir yaşam ve sevinç öğretisi olduğunu anlatabilmişlerdir insana. Asık suratlı bir ciddiyet içinde “kendine eziyet ve mahrumiyet” hali yaşamaktan; neşe, coşku, espri ve kahkaha içindeki mutluluk olduğunu sergilemişlerdir yaşamlarıyla.
Din insana “doğru yolu”, yani mutluluk yolunu öğretecek bir yaşam bilgisi olmaktan, kasıtlı olarak; günah, cezalandırılma, tövbe ve ahiret bilgisi’ne dönüştürülmüştür. İnsanları kontrol altında tutabilmek için, dindar yaşam yolunu aslâ kendisinin bilemiyeceği ve ona sadece bir din adamının, bir din otoritesinin bu yolu öğretebileceğinin empoze edilmesi ile bir çıkar, bir menfaat kadrosu oluşturmak ve insanla İlahî Sistem arasına girebilmektir maksat !.
“ Bir ömür süresi harcansa bile içinden çıkılamayacak, altından kalkılamayacak, Lâtincede, Arapçada, ya da İbranicede uzmanlaşmayı gerektirecek ve ancak binlerce ciltlik kitaplardaki bilgi donanımıyla edinilmesi mümkün olabilen bir doktrin !..” haline getirilerek alelâde insanın yaşam öğretisi olmaktan çıkartılmıştır din. Bu ölçüde zor ve anlaşılamaz hâle getirilerek her şeyin kendilerinden sorularak bilinmesini isteyen sözde din otoriteleri, ne yazık ki dindeki asıl özü, asıl gerçeği değil, insanları korkuyla baskı altında tutabilecekleri bir doktrini “din” diye öğretir hâle gelmişlerdir.
Onlara göre insan devamlı yanlıştadır ! Her davranışımız kusurludur, eksiktir; her adımda günah bizi beklemektedir ! Tanrıdan korkmak, tövbe etmek ve bağışlanmayı istemek esastır. Hattâ hristiyan dininde Hz. İsa’nın, Âdem ve Havvâ’ nın günahıyla taa en baştan başlamış olan “insanlık günahı” nın kefaretini şahsında ödemek üzere çarmıha gerilmek için geldiği bildirilir.
Zaten yaşam mücadelesi içinde sıkıntılı, endişeli ve mutsuz haldeki insana devamlı bir günaha girme,hesap verme, cehennemde yanma motifleriyle sunulan bu öğretinin bir yaşam sevinci verebilmesi imkânsızdır. Yine insanlık ortaçağda hristiyan din adamları tarafından engizisyon mahkemelerinde yargılanmış ve işkencelere maruz bırakılmıştır. Böylece dine en büyük zararı, dinin ne olduğunun özüne varamamış din adamları vermişlerdir.
Oysa öyle yüceler de geldi ki her dinin içinden; insanlık onların huzur saçan enerjilerini, yargılamayan hoşgörülü tutumlarını, sevgi dolu yaklaşımlarını yüzlerce yıl sonra bile unutamamıştır. Din adına; korkuyu, kasveti ve hüzünü değil; sevinci,coşkuyu, huzuru işleyen bu veliler Tanrıyı KORKU VARLIĞI değil, SEVGİLİ olarak, AŞK VARLIĞI olarak tanıttılar… İşte bu ululardır ki, konu ettiğimiz “Dönüştürücü Farkındalığı” insana öğretmişler ve örnek olmuşlardır.
Kur’an’da “Her nefis ( yani her insan ) ölümü tadacaktır” der [ 3/18, 21/35, 29/57 ].. Bunun garantisi verilmiştir. Ölümü tadacaktır da; ne yazık ki yaşamı tadamamıştır insan !... Bunun garantisi verilememiştir Kur’an-ı Kerimde! Oysa aslolan yaşamı tadabilmektir… İlahî maksat, İlahî hedef; insanın yaradılışında bulunan Varoluş Sevinci’ni tadabilmesi, onu yaşar hale gelmesidir.Tüm aydınlanmış bilgeler, Tanrı Erenleri, Velîullah; yaşam sevincini keşfetmiş ve onu coşku ile yaşamışlardır. Oysa empoze edilen din; yaşamı, yaşam sevincini değil, ölümü ve hesap vermeyi anlatır hâle getirilmiştir. Bir ölüm motivasyonunda yaşamak DİN olmuştur âdeta ! İşte bu yüzden; din bize yanlış öğretildi !...
Neredeyse yaptığın her şey yanlıştır! Dünya yanlıştır, beden yanlıştır, aşk yanlıştır, ilişki yanlıştır, içtiğin yanlış, yediğin yanlış, herhangi bir şeyden zevk almak yanlıştır, bir kadının giyimi bile yanlıştır ! İnsan her şey hakkında öyle suçlu, öyle kınanacak hale getirilmiştir ki; aslında olmayan “ölüm”ün sonrası için korku duyar insan… Aslında bizim algıladığımız, zannettiğimiz tarzda bir ölüm yoktur! Ve ölüm, hiç de o zannettiğimiz şey değildir. Yaşam ebedîdir. Safha safha şekil değiştirerek ebediyyen devam eder… Ama din adamlarına göre, insan korku içinde yaşatılmalıdır!... ölüm, ceza, cehennem, azap !
Katiyyen korkma ! Çünkü bu; din adamlarının stratejisidir, onların ticari sırrıdır. Seni korkutur ve sonra sana “korkma ben buradayım ve sana yardım etmek için bulunuyorum” der. Papaz; “olmayan günahı” çıkartmaya çalışır, olmayan cehennemden nasıl kurtulacağını, şeytana nasıl karşı koyacağını öğretmeye çalışır. Ve bu arada papaz, “sadece hristiyanların cennete gideceğini” savunurken, haham musevilerin, imam sadece müslümanların cennetlik olduğunu savunur !... Din adamı, “Tanrının bağışlayıcılığını” anlatırken temel konu; ortada suç ve günahın bulunuşu ve bize suçlu olduğumuzun empozesidir. En başta,Tanrı suçlayıcı değildir ki ; bağışlayıcılığına sevinelim !.
İnsanın içinde sürekli bir eksikliğin, suçluluğun duygusunun taşınıyor olmasının müsebbibi, insanlığa din yoluyla huzuru öğretmesi gerekirken, gerçek dini anlayamamış ve zaten kendisi de mutsuz olan sözde din insanlarıdır. Onlar hep “Allah Korkusu”nu vurgularken, Kur’an’da [ Rad 13/28 ] “Allahı anmakla kalpler huzur bulur” der. Ona ne şüphe; TANRI SEVGİDİR! Tanrı insanı sevgi’sinden yaratmıştır, Tanrıyı anmakla kalpler huzur bulur; bulmalıdır da ! Tanrı Korkusu değil, Tanrı Sevgisi, Yaşam Sevinci olmalıdır gönüllerimizi dolduran duygu !..
İnsan kendinde bir baskı unsuru olarak kasıtlı oluşturulan bu içsel suçluluktan, eksiklikten tamlığını, eksiksizliğini, günahsızlığını fark ettiğinde, ancak o zaman içinde Tanrısal Varoluşunu, Varoluş Sevinci’ni hissetmeye başlar… Daha önce değil !...
Korkacak hiçbir şey yoktur ! Çünkü Tanrı senin içindedir, “şah damarından yakın” [50/16] olmasının anlamı budur. Hayatı korkusuzca yaşa ! Her ânını dolu dolu, doya doya yaşa. Kalplerinizde Varoluş Sevincinin tomurcuklanması ve orada Varoluşun şarkısını, coşkusunu yaşayabilmeniz için; bu ilahî sistemin sizi asla suçlamadığını, siz ne kadar sevgi ve sevinç içindeyseniz,Tanrıyı, Varoluşu o kadar doğru anladığınızı, hakikati fark ettiğinizi bilmeye başlamanız gerekir.
Bu yepyeni çağda eski olanı dönüştürmeniz, kendi içinizi yeniden inşa etmeniz ve oranın kirletilmesine asla izin vermemeniz gerekir!... Bunu fark ettiğiniz an, en yüksek sezgi ânınızdır. Kendi kalbinizin “yegâne kutsal kitabınız” olduğunu fark ettiğiniz günün; üzüntüden DÖNÜŞÜP coşkuya yol almaya başlayacağınız gün olduğunu unutmayın. O zaman aslâ hata yapmayacaksınız !.
Sevmenin, sevginin ve sevincin YEGÂNE DİN olduğunu fark ettiğiniz gün ; en kutsal ve en yüce dini yaşamaya başlayacaksınız !.
|
|
|
EPİFİZ BEZİ VE GÜNEŞE BAKMAK |
Yazar: Emka - 24-03-2017, Saat: 03:14 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
İnsanlar için mevcut olan en güçlü ve en yüksek eterik enerji kaynağı olarak düşünülen epifiz bezi psişik güçleri (örneğin durugörü) başlatmakta her zaman önemli oldu. “Üçüncü gözü” aktive etmek ve yüksek boyutları algılamak için epifiz ve hipofiz birlikte titreşmelidir, buna meditasyon, tonlama ve/veya güneşe bakmak ile ulaşılır.
Güneşe bakmak üçüncü gözün açılmasına ve psişik yeteneklerin güçlenmesine yardımcı olmak için kullanılan kadim bir uygulamadır. Güneşe bakmak güneşin doğuşu veya batışı sırasında güneşe bakma işlemidir. Bu zaman sırasında, güneşten yayılan ışık çok kuvvetli değildir, güneşe bakmayı mümkün kılar. Güneşe bakmayı uygulayan bir çok insan bunun gözlere ve epifiz bezine faydalı olduğuna inanıyor.
Epifiz bezi için gözün gördüğünden daha fazlası vardır. Güneş ışığının epifiz bezine etkisi daha fazla araştırılması gereken bir şeydir. Epifiz zaten en çok araştırılan bezlerden biridir. Parlak ışığın epifizde serotonin ve melatonin üretimini canlandırdığını biliyoruz, ama serotonin ve melatonin sadece ruh hali, uyku, üreme ve beden sıcaklığı etkilerinden daha derin olan epifiz tarafından üretilen başka nörokimyasallar var.
Pennsylvania Üniversitesindeki bilim adamları 2002’de güneş yogisi Hira Ratan Manek’i 130 gün boyunca gözlemlediler. Onun epifizinin büyüme ve yeniden aktivasyon sergilediğini gördüler.
“Üçüncü gözü” aktive etmek ve yüksek boyutları algılamak için epifiz ve hipofiz birlikte titreşmelidir, buna meditasyon, tonlama ve/veya güneşe bakmak ile ulaşılır. Hipofiz vasıtasıyla işlev yapan kişilik ile epifiz vasıtasıyla işlev yapan ruh arasında doğru bir ilişki oluşturulduğu zaman, manyetik bir alan yaratılır. Epifiz kendi manyetik alanını üretebilir, çünkü manyetit (mıknatıslı demir cevheri) içerir. Bu alan dünyanın manyetik alanı ile etkileşebilir. Şafakta dünyanın manyetik alanını yükleyen solar rüzgar epifiz bezini canlandırır. Sabah saat 4 ile 6 arasındaki periyodun meditasyon yapmak için ve güneşe bakmak için en iyi zaman olmasının nedeni budur. Bu zamanlarda, epifiz İnsan Büyüme Hormonu salgılaması için hipofizi canlandırır. Güneşe bakanların tırnaklarının ve saçlarının çabuk uzamasının, saç renklerinin düzelmesinin ve genel yenilenmelerinin nedeni budur.
Kleopatra gençliğini ve iyi görünüşünü sürdürmek için hipofizi canlandırmak için alnına mıknatıs koyardı. Zaten kafasında bir mıknatıs olduğunu bilmiyordu.
Ayrıca, şafakta negatif elektrik yükü ile yüklenmiş epifiz ve pozitif elektrik yükü ile yüklenmiş hipofiz, meditasyon yaparken “kafadaki ışığı” yaratmak için kendi özlerini birleştirir.
|
|
|
MUDRALAR |
Yazar: Emka - 24-03-2017, Saat: 03:06 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
1- Gyan Mudra (Bilgi Mudrası)
Yöntem:
Başparmak ucu ile işaret parmak ucuna dokunulur. Diğer üç parmak uzatılır.
Özellik:
Bilgi mudrası olarak bilinir, bilgiyi geliştirir.
Başparmak ucunda hipofiz ve endokrin bezlerinin merkezleri vardır.
Parmaklarınızı bastırdığınız zaman, bu iki bezin bulunduğu merkezleri aktifleştirirsiniz.
Süre:
Bu mudra için belirli bir zaman süresi yok.
Her yerde ve her zaman; otururken, ayakta veya yatakta yatarken uygulayabilirsiniz.
Faydaları:
Hafıza gücünü arttırır, beyni keskinleştirir, konsantrasyonu artırır ve uykusuzluğu önler. Eğer düzenli olarak uygulanırsa, tüm ruhsal zihinsel bozukluklar tedavi olur. (Histeri, öfke ve depresyon gibi.)
2- Vayu Mudra (Hava Mudrası)
Yöntem:
İşaret parmağınızı aşağıya kıvırıp üzerine başparmağınız ile basın. Diğer parmaklarınızı düz tutun.
Özellik:
Hava dengesizliği nedeniyle gerçekleşen tüm hastalıkları önler.
Süre:
12-24 saat içinde bu mudra 45 dakika uygulandığında hastalığın şiddetini azaltır. Daha iyi sonuç için düzenli 2 ay uygulanmalıdır.
Faydaları:
Romatizma, Artrit, Gut, Parkinson hastalığı ve felç Servikal omur ve omurga iltihabı, yüz felci için yararlıdır.
Ayrıca midedeki şişkinliği düzeltir.
3- Shoonya Mudra (Hava Mudrası)
Yöntem:
Orta parmağı aşağıya doğru kıvırın ve başparmak ile kıvrım yerinin ortasına bastırın.
Özellik:
Vücudumuzdaki donukluğu azaltır.
Süre:
Günlük tedavi için 40-60 dakika süre yeterlidir.
Faydaları:
Kulak ağrısını 4-5 dakikalık uygulama bile giderebilir.
Doğuştan olmayan sağır ve zihinsel özürlüler içinde kullanılır.
4- Prithvi Mudra (Toprak, Dünya mudrası)
Yöntem:
Başparmağın ucu ile yüzük parmağının ucuna dokunulur, diğer üç parmak uzatılır.
Özellik:
Tüm fiziksel zayıflıkları azaltır.
Süre:
Belirli bir zaman süresi yoktur. İstediğiniz zaman uygulama yapılabilir.
Faydaları:
Zayıf insanlar için kilo artışına yardımcı olur. Cilt sağlığını güçlendirir ve cilde parlaklık kazandırır. Vücudu aktive ederek sağlığı koruyup güçlendirir.
5-Varuna Mudra (Su Mudrası)
Yöntem: Başparmak ucu ile küçük parmak ucuna dokunulur, diğer üç parmak uzatılır.
Özellik:
Su içeriğini dengeler ve tüm hastalıkları önler. Hastalıklar su eksikliğinden dolayı oluşur.
Süre:
Belirli bir zaman süresi yoktur. Uygulamaya göre belirlenebilir.
Faydaları:
Vücutta su içeriğini dengeleyerek kanı temizler ve sağlığı korur. Mide, bağırsak iltihabını iyileştirir ve kas erimesini önler.
6- Prana Mudra (Yaşam Mudrası)
Yöntem:
Yüzük parmağı ve küçük parmak ile başparmak ucu birleştirilir. Diğer iki parmak uzatılır.
Özellik:
Yaşam mudrası olarak tanımlanır, yaşam gücünü artırır. Uygulama ile zayıf insanlar güçlü hale gelir. Kan damarlarında daralmaları azaltır. Eğer düzenli olarak uygulanırsa, kişi aktif hale gelecektir.
Süre:
Belirli bir zaman süresi yok. Her zaman uygulanabilir.
Faydaları:
Bağışıklığı güçlendirir. Gözlerin gücünü artırır ve göz hastalıklarını azaltır.
Vitamin eksikliğini ve yorgunluğu ve halsizliği giderir.
7- Apan Mudra (Sindirim Mudrası)
Yöntem:
Orta parmak ve yüzük parmağınızı kıvırın başparmak ucu ile dokunun, diğer iki parmağınızı uzatın.
Özellik:
Boşaltım sistemini düzenleyerek sağlığımızda önemli rol oynar.
Süre:
Günlük 45 dakika uygulama önerilir. Ancak daha uzun süreli uygulamalar daha yararlı sonuçlar sağlar.
Faydaları:
Şeker hastalığını kontrol eder.
Kabızlık ve basuru iyileştirir.
Toksinlerin vücuttan atılmasına yardımcı olur.
8- Apan Va yu Mudra
Kalp krizi için ilk yardım.
Yöntem :
İşaretparmağını başparmağınızın dibine değecek şekilde bükün. Aynı zamanda orta ve yüzükparmaklarınızın uçları başparmağınızın ucuna değmelidir. Serçe parmağınızı açın ve diğer elle de aynı mudrayı yapın.
Özellik:
Apan vayu mudra birçok kalp komplikasyonuna iyi gelir. Acil durumlarda dilin altına konan nitrogliserin kadar etkili olduğu söylenmektedir.
Süre:
İhtiyaç duyduğunuz süre boyunca yapın veya bir tedavi yolu olarak günde 3 defa 15 dakikalık seanslar halinde uygulayın.
Faydaları:
Bu parmak duruşları kalp krizinin ilk işaretini aldığınız anda bir ilk yardım işlevi görebilir.
Kalp krizleri ve kronik kalp sorunları nedensiz yere ortaya çıkmazlar. Bu sorunlar kişinin hayat tarzının yeniden düşünülüp planlanması gerektiğini işaret ederler. Bu mudra genel iyileşmeye yardımcı olup kalbi güçlendirir. Kalp hastaları dışarıdan artık mantıklı görünmeye ‘mecburiyetleri’ yerine getirmek zorunda olan insanlardır. Gevşemeye vakitleri yoktur. Ayrıca sakin sakin oturmakta güçlük çekerler. Hayatlarında sürekli bir şey olmalıdır, işte veya boş vakitlerinde başka birileri veya bir şeylere destek vermek için enerjilerini öyle tüketirler ki kendi ihtiyaçlarına yer kalmaz. Oysa ruhun gıdası olan vakitler de tam da bu vakitlerdir.
9- Surya Mudra (Güneş Mudrası)
Yöntem:
Yüzük parmağını kıvırıp başparmak ile bastırın.
Özellik:
Tiroid bezinde merkezi güçlendirir.
Süre:
Günde iki kez 5-15 dakika uygulanır.
Faydaları:
Kolesterolü azaltır ve kilo azaltmada yardımcı olur.
Anksiyeteyi azaltır, hazımsızlığı düzeltir.
10- Varun Mudra
Yöntem:
Sağ el serçe parmak ucunu bas parmağın etli kısmına değecek şekilde bükünüz. Sag elin bas parmağını üstüne yerleştiriniz. Sol bas parmağınız ile, bu iki parmağınızın üstüne hafif baskı uygulayınız. Sol eliniz sağ elinizi yumuşakça alttan sarsın.
Süre:
Günde 3 kere 15 er dakika uygulayabilirsiniz.
Özellik:
Mide ve akciğerler üzerinde etkilidir.
Faydaları:
Varuna mudra midede ya da akciğerde fazla balgam biriktiğinde muhakkak uygulanmalıdır. Balgamlaşmaların kısmı sinüzitlerinde akciğerde ve mideden bağırsağa kadar tüm sindirim bölgelerinde yer edinebilir. Balgamlar bedenin her neresinde olursa olsun, zorlanmış sinirlerle, iç kasılmalarla ve huzursuzlukla ilgilidir.Kaldırabileceğinden fazla yüklenmek, acelecilik, kızgınlık ya da korku tarafından tetiklenmektedirler.Varuna mudra ile birlikte aynı zamanda yeni bir yasam planı da ele alınmalı ve görevler sorumluluklar es ve ebeveyn ya da çocuklar arasında tekrar pay edilmelidir.Balgamlaşma olan kişiler genelde çok sorumluluk hisseden kişilerdir.Her şeyin kendilerine bağlı olduğunu ve her şeyi kendilerinin yapması gerektiğini düşünürler. Başlangıçta tüm sorumluluklarınızın akması için akıcı ılık bir su düşünün. Yük olan her ne varsa tümünü akarsuya dökmeniz muhteşem bir başlangıç olabilir. Simdi küçük bir şelalenin altındasınız.ister dışınızda ister içinizde olsun üzerinize yapışmış her şeyin bu su tarafından temizlendiğini imgeleyin.Sonra yeni temiz ve saflığınızın keyfine varın. Simdi bir süreliğine görevlerinizi düşünün neleri bırakabilirsiniz ve değiştirebilirsiniz.
11- Linga Mudra (Isı Mudrası)
Yöntem:
İki elin parmakları iç içe geçirilir, sol elin başparmağı yukarıya doğru uzatılarak sağ elin işaret parmağı ile sarılır.
Özellik:
Vücut ısı üretir. Bu mudradan daha çok faydalanmak için beslenmede süt, tereyağına önem vermeliyiz daha fazla su ve fresh meyve suları tüketmeliyiz.
Süre:
İstenildiği zaman uygulanabilir. Isı ürettiği için çok uygulamada terlemeye neden olabilir. Kış dönemi daha rahat uygulanır.
Faydaları:
Bu balgam üretimini durdurur ve akciğerlere güç verir
Şiddetli soğuk algınlığı ve bronş enfeksiyonunu tedavi eder. Vücudu canlandırır.
Mudraları istediğiniz zaman, her yerde yapabilirsiniz. (Otobüs, tren, araba, ofis veya evde)
İşe yarayıp yaramadığını anlamak için denemek gerekir.
Uygulama ile kazanacağınız çok şey olmasına rağmen, kaybedecek bir şeyiniz yoktu
r.
|
|
|
IŞIK İŞÇİLERİ NEREYE DİKKAT ETMELİDİR |
Yazar: Emka - 24-03-2017, Saat: 02:56 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Evrenin temelinde “enerji” vardır. Her şey enerjidir aslında. Enerji, kendini bir “titreşim” ve “dalga boyu” şeklinde ortaya koyar. Var olan her şey gibi insan da bir enerji ve belirli bir dalga boyudur. Aslında kendimizi sadece et, kan ve kemikten oluşan bir fizik beden olarak ifade etmiyoruz. İnsan enerji düzeyinde de sürekli bir yayın halindedir bu yayınımı suya atılan bir taş gibi, çevresinde halkalar ve dalgalar oluşturur. Bu halkaların birbirleriyle olan girişimleri kimi yerlerde yükselen, kimi yerlerde de alçalan dalga desenlerinin meydana gelmesine yol açar. Bu dalga desenlerine “hologram” denir. Beynimiz de tıpkı evrendeki bütün cisimler gibi “holografik” bir işletim sistemine sahip. Dalga boyları ve onların birbirleriyle kesişip-girişerek oluşturdukları “bilgi hologramları” aracılığıyla faaliyet gösteriyor.
“Holografik Beyin Teknikleri”, beynin işletim sistemi üzerinde bilinçli etkilerde bulunmak ve “bilincimizi” istediğimiz şekilde “yönetip-yönlendirmek” anlamına geliyor. 2012 yılından sonra ‘Hologram’ ve holografik bütünlük gibi konuların gündelik yaşamda daha fazla kullanım alanına girmesi gibi; temel anlayışlarımızda pek çok yenilik yaratacak yeni bilgi hareketleriyle ve haberleriyle karşılaşmaya hazır olalım, şaşırmayalım!
Mikro da ne varsa aynısı da makroda olduğu için gezegenlerin de bizleri etkileyen bu tip yayınımları vardır ve bazı özel konumlar özellikle çarpıcı etkiler yaratırlar. Bu yıl bu etkileri hem kendi yaşamımızda hem de toplumsal düzeyde hep birlikte yaşama ve gözleme şansımız var.
Holistik-Bütünsel İnsan Modelinin İlk Örnekleri Oluşuyor
Büyük Yenilik Hareketleri ilk çıkışları itibariyle evrensel değerler taşırlar ve doğal yollarla egoyu denetim altına alırlar. Tüm holistik bilgiler, sadece ben diyerek yürümenin zorluğunu ve egonun ağırlığını anlatıyorlar. Bu tip yeni bilgi akışlarıyla akan bireylerin fazla zorlanmadan doğal denetim sistemlerini harekete geçirmeleri mümkündür. Özellikle 2012’den sonra ‘Gezegen Enerjileri’nin diziliş ve akış şekli buna izin vermektedir. Bu yıldan itibaren her türlü olayı kendi çıkarlarına göre değerlendiren insan modelleri demode oluyor. “Ben yerine biz demeyi bilen, kendini düşündüğü kadar bir başkasını da düşünen holistik insan modeline hızlı bir geçiş var.” Günlük gazetelerde bile bu konulara ait haberler yer almaya başladı bile…
Tüm bunlar yenilik haberleridir, dikkatli okumak ve araştırmakta herkes için yarar vardır. Yeni bir bakış açısı ve bilgilendirme sistemi uzun yıllardır devrede ama bu yıl değişik bir patlama yaşanması da söz konusu.
Ezoterik, astrolojik ve spiritüel bilgilere göre, “Holistik insan”, egonun dar sınırlarını aşan ve evrensel düzenle aynı frekansta titreşebilen insandır. Diğerlerine göre ruhsal yeteneklerini ve duyular dışı algılarını daha fazla kullanır. Bir eleştiriyle karşılaşınca bunu “kendini geliştirme fırsatı” olarak değerlendirir. Kimseye ve hiçbir olaya kızmaz. “Bu, benim başıma neden geldi?” diye düşünür. Tipik söylemi, “Ben nedenleri anlayarak bu başıma geleni değiştirebilirim, süreyi kısaltabilirim, sorunu aşabilirim, kendime de başkalarına da faydalı olabilirim” şeklindedir.
Özellikleri
1. Duyular Dışı Algılama kapasiteleri gelişkindir.
2. Ruhsal ve Psişik yeteneklerini ve beyin kapasitelerini mümkün olduğunca fazla kullanırlar.
3. Ruh ve bedenlerinin enerji düzeyini ve titreşimlerini yükseltmeyi bilirler, beş duyunun dışına kolaylıkla taşarlar.
4. Farkındalığı yüksektir, bilincini, zihnini(düşünce sistemini) beynini yönlendirmeye önem verir ve teknik kullanır.
5. Holografik bir anlayışla, kendisinin de bir mikrokozmos olduğunu bilir ve sürekli kapasitesini geliştirmeye çalışır.
6. Evrensel “Bir”lik ve “Bütünsellik” olgusunu yüksek bir farkındalıkla hissetmeye çalışır ve bireysel yararlarının her
şeyin yararına ve iyiliğine olduğunun şuurundadır.
7. Pozitif ve olumlu bir insan olmak onun için görev değil, yaşanması gerekli bir haldir.
8. Günlük yaşamda karşılaştığı olayları pozitif ya da negatif diye değerlendirmek yerine kuantum mantığıyla ikili
düşünür ve zıtları birlemeye, olaylara kartal bakışıyla bakmaya çalışır.
9. Karşılaştığı insanların ve olayların ona bir şeyler öğretmek ve onun deneyimlerini zenginleştirmek için orada
olduklarını, süreç bittiğinden her şeyin değişeceğini iyi bilir ve yaşamının sorumluluğunu yüklenir.
10. Evrensel sır olarak kabul edilen bilgilerin doğal, anlaşılabilir ve uygulanabilir yasalar olduğunu hissetmeye
başlar ve kendine göre pratikler yapar.
11. Holistik insan, iletişime çok önem verir. İletişim tekniklerini doğru kullanır. Beden dili, sözel anlatım, düşünce
yayını, enerji dengeleri gibi temel bireysel gelişim konularına önem verir.
12. Spiritüel ve dünyasal lisans eğitimlerini, bilimi, okumayı, araştırmayı ve sürekli kendini geliştirmeyi ciddiye alır.
13. Eski kalıpları kullanmaz, soruları açıklayarak yanıtlar, karşısındakini ikna etmek ister ama zorlamaz. Ceza
yöntemlerini kullanmaz, farkındalığa değer verir. Sorgulamayan itaati ciddiye almaz. Anlamak ve anlaşılmak
ister.
14. Modern bir Yunus gibidir. Varlığa ve yokluğa sevinmek ya da üzülmek yerine gerekenin yapılmasını daha fazla
önemser.
15. Yeni bir dönemin ve yeni bir başlangıcın, ruhsallıkla-bilim arasında kurulacak meta köprülerle atılacağını ve
meta bilimin önemini bilir. Metapsişikle, bilim arasındaki köprüleri kurmak için kendi de düşünsel-sözsel-eylemsel
aktivitelerde bulunur.
Enerjilerin Bedendeki Yansımaları
Bu dönem itibariyle hem enerjetik hem de fizik bedende de bazı yansımaların olması doğaldır. Bedensel ağrı ve sızılarda özellikle sırt, bel ve boyun belgesinde artış olabilir… Bu ağrılara yaşadığımız yoğun olayların verdiği sarsıcı etkiler neden oluyor olabilir, sarsıcı olay bizde kökül bir değişim ve yeni bir anlayış yarattığı için DNA değişimine de neden oluyor. Bu ağrılar geçicidir.
Zaman zaman nedensiz derin bir üzüntü duyulabilir. Geçmişin geride bırakılması böyle bir hüzne neden olabilir. Tıpkı eski evden yeni bir eve taşınırken geride bıraktıklarımız için üzüldüğümüz gibi, geçmiş yaşamlarla da vedalaşmak üzüntüye yol açıyor. Bu üzüntü geçicidir. Fazla uzatmamak gerekir. Yeni her zaman daha iyidir.
Ara ara nedensiz gözyaşlarına boğulsanız şaşırmayın. Ağlamak iyi gelir ve sağlığa da yararlıdır. Ayrıca eski enerjiler bu yolla dışarı atılır. Bu da geçici bir durumdur.
Uyku düzeniniz bir süreliğine bozulabilir hemen ilaca sarılmayın bu geçici bir durumdur. Geceleri belli saatlerde uyanabilirsiniz ve kafanızdaki binbir konu sizi hayli meşgul edebilir. Tekrar uyumak için kendinizi sıkmayın daha zor olur. Kalkıp hoşunuza giden bir şeyle meşgul olabilir, ılık bir şeyler içebilirsiniz.
Bu ara sık sık kabus görüyor olabilirsiniz. Savaşlar, katliamın yanı sıra korkunç varlıklar tarafından takip edildiğinizi rüyalarınızda görüyorsanız gerçek olduğunu sanmayın. Çünkü kelimenin tam anlamıyla eski enerjiyi üzerinizden atıyorsunuz. Savaş, katliam, takip edilme ve korkunç yaratıklar tam da bunun sembolüdür. Korkmayın, bu durum da bir süre sonra düzelecektir.
İnsanlarla birlikteyken bile yalnızlık hissiniz varsa bu da yenilenmenin bir işareti...
Bir süredir kendinizi yalnız ve insanlardan "ayrı" bırakılmış hissediyor olabilirsiniz. Ayrıca kalabalıklara girmeyi de istemiyor olabilirsiniz. Yalnızlıktan ne kadar bunalsanız da, insanlarla bir arada olmak da içinizden gelmiyor olabilir. Bu da geçici. İçinizdeki boşluk, sevgi ve ışıkla bir süre sonra yeniden dolacak. Yeni insanlarla tanışacak, başka şeyler konuşuyor olacaksınız. Bu sizi daha mutlu edecek…
Coşku ve tutkunuzu da bir süreliğine yitirmiş olabilirsiniz. Her şeye karşı kayıtsız olduğunuz hatta yaşamınızı dondurulmuş gibi hissettiğiniz bir dönemden geçiyor olabilirsizin. Endişelenmeyin, her şey yolunda. "Hiçbir şey yapmak istememe"nin tadını çıkarın. İmkanınız varsa seyahate çıkın. Çünkü bu da geçici. Bu tıpkı kişisel bilgisayarınızın yeniden yüklenmesine benzer. Bilgisayarı yeniden daha karmaşık bir programla yüklemek için önce kapamak, ardından açmak gerekir.
Siz de şu anda o nedenle devreleri kısa bir süreliğini kapatmış bulunuyorsunuz.
Yönünü tayin edememe duygusu. Bazen kendinizi yeterince bu dünyaya ait değilmişsiniz gibi hissedebilirsiniz. Ya da kelimenin gerçek anlamıyla yeterince ayaklarınızın yere basmadığını, iki boyut arasında kıstırılıp kaldığınız hissine kapılabilirsiniz. Bu gerçekten de mekân anlamında öyledir. Labirentte kalmak ve hep aynı noktaya çıkmak duygusu verir. Merak etmeyin bu da geçici ve bu döneme ait özel bir durumdur. Yenilenmeyi işaret eder. Şuurunuz (bilinciniz) yeni enerjideki geçişi deneyimlerken, bedeniniz dünyada asılıymış gibi ya da yönünü ve çıkışı bulamıyormuş gibi kalabilir. Bedene ve bu mekana yeterince odaklanmak için ormanda yürüyüşler yapmak ya da doğada zaman geçirmek, nefes uygulamaları yapmak önerilir.
Aile ve akrabalarla olan sorunlarınızda köklü çözülmeler olabilir ve eskisi kadar bağlı ve bağımlı olmadığınızı fark edebilirsiniz, bu sizi şaşırtmasın. Karmalarınız nedeniyle aile ve akrabalarla aranızda bağlar vardı. Ancak bu karmalar çözülürken yani bazı olayların asıl nedenleri ortaya çıkarken aile ve akraba ilişkilerindeki sorunların da çözülmesi çok normal. Kendinizi aile ve arkadaşlarınızdan uzaklaşıyor gibi hissedebilirsiniz.
Bu da geçici. Korkmayın. Yakın bir zamanda söz konusu kişilerle farklı bir düzeyde yeni bağlar kurabilirsiniz. Ancak bu kez söz konusu ilişkiler eski takıntılarından arınmış ve yeni enerjiyle beslenmiş daha gerçek bağlar olacak. Bazılarının da devreden çıkması çok normal. Öncelikle kendine dürüst olmayı gerektiren bu dönemde, kiminle görüşüp görüşmeyeceğinizi de yine aynı kararlılıkla siz bulmalısınız.
Mesleki kariyerinizde ani değişimler olabilir.
Bu son zamanlarda çok yaygın bir durumdur. Siz değiştiğiniz için çevreniz de değişiyor. Kendinize nasıl uygun bir iş bulacaksınız diye sakın dert etmeyin. Bu da geçici bir durum. Şu anda geçiş dönemini deneyimliyorsunuz. Hayal ettiğiniz ve o çok istediğiniz işi bulana kadar farklı farklı iş kollarında kendini çalışıyor bulabilirsiniz tüm bunlar deneyimleri zenginleştirmek ve gerçekte ne istediğinizi bulmanızı sağlamak için yaşanıyor olacaktır.
Kendi kendine yapılan içsel söyleşilerde artış olabilir. Son zamanlarda kendinizi kendinizle sık sık söyleşirken yakalayabilirsiniz, sakın şaşırmayın. "İç"inizle yani asıl kendinizle yeni bir iletişim şekli yaratıyorsunuz. Bu içinizle söyleşiler, aysbergin görünen tarafıdır. Bu içsel konuşmalar gittikçe derinleşecek ve akıcı hale gelecek ve farkındalıklarınızın arttığını göreceksiniz. Olaylar arasındaki bağlantıları daha rahat keşfedeceksiniz. Merak etme çıldırmıyorsunuz, siz yeni enerjileri kullanmaya başlıyorsunuz.
Özlem duygusu. Bu belki de hepimizi en çok zorlayan ve en güçlü meydan okumalardan biridir. İçimizde taa derinlerde yuvaya dönmeyi isteyen bir duyguyu zapt etmek bazen güçleşir.. .Bu sadece sessizce yuvaya dönmek isteyen yönünüzün hasretidir. Yani özüne dönmek ve gerçek kendin olmak, kararlarını otomatik etkiler olmadan asıl kimliğiyle almak arzusu ve Hakikate duyulan özlem böyle derin bir hüzün yaratabilir. Buna yuvaya dönüş de denebilir. Burada, dünya üzerinde yeni bir göreve hazır olup olmadığınız sorun kendinize? Yeni enerjiye kök salmak için karşılaşacağın meydan okumalara hazır mısınız? Evet! Tabii ki hazırım diyorsanız artık içsel benliğinizle ya da diğer adıyla üstün benliğinizle karşılaşmaya ve gerçeği yalansız dolansız yaşamaya hazırsınız demektir.
Düşünce gücümüzle, atomaltı parçacık düzeyine kadar inip, kuantum etkileri harekete geçirekek dalga-parçaçık yani soyut-somut, ruh-madde, pozitif-negatif, siyah-beyaz dengesinde yeni seçim olasılıkları yaratabilir ya da ikili bir mantık sistemi kullanarak, olayların üzerinde kalmayı başarabiliriz. Her negatif olayın diğer uçta mutlaka bir pozitif yönü olduğunu bilmek günümüz insanı için Polyanna’cılık sayılmıyor. Aksine bu tip olumlu ve umuda yönelik düşünceler yeni fizikle de besleniyor. 2010 yılında sadece bize ait olacak ve yeni farkındalıklar yaşadığımızı hepimiz öyle ya da böyle hissedeceğiz.
Özgür ve yenilikten hoşlanan kişiler için hayli farklı bir dönem başlıyor. Bizden başkalarının da bu geçiş döneminde yeni enerjiye sıçraması için hepimize ihtiyaçları var. Başkalarının eski enerjiden yeni enerjiye atlamayı göze almış "insan" modellerine olan gereksinimlerini göz ardı etmemiz gerekiyor. Artık hiçbir sadece kendimiz için değil, hepimiz için yani ben yerine biz demenin ne anlama geldiğini bize anlatacak hem güzel, hem zorlu, hem şaşırtıcı olaylar dizisiyle bakalım neler gözlemleyeceğimiz ve ne tür zengin deneyimler yaşayacağız?
|
|
|
Evliya Çelebi’nin Anlatımıyla; Osmanlı Devrinde Cadılar, Vampirler, Tıslımlar ve Büyü |
Yazar: Emka - 24-03-2017, Saat: 02:51 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Her konuda anlatacak bir hikâyesi olan Evliya Çelebinin elbette “sihir”, “büyü” ve “cadılar” hakkında da anlatacak bir şeyleri vardır. Seyahati boyunca karşılaştığı pek çok egzotik hikâyeyi, şahit olduğu tılsım, cadı, büyü, büyücü olaylarını ve gözlemlediği doğaüstü varlıkları eserinde anlatır.
Kendinden önceki tılsım ve efsanelere atıfla tecrübe ettiği bu hadiseleri yorumlar. Hatta bilinen en eski “Vampir” hikâyelerinden birini onun naklettiği, bu yönüyle klasik “Drakula” öykülerine temel teşkil ettiği konusunda tüm tarihçiler hemfikridir.
Evliya Çelebi Seyahatnamesinin çeşitli bölümlerinde “harikulade hadiseler” dediği bu olaylara dair pek çok değişik anlatımlar yapar.
Meydanlarda, paşa konaklarında, ziyafet ve şenliklerde şahit olduğu sihirbazlık, hokkabazlık, madrabazlık gibi gösterilerden bahsederken bunların “temaşa” – “gösteri” yönünü vurgular. Fakat, Evliya’nın anlattığı 3 farklı Cadı, Büyü, Büyücü olayı vardı ki olayları şahsi tecrübelerine dayandırarak ve hakikat ile sarmalayarak, şahitler huzurunda ortaya koymaktadır.
''Bu yazı münasebetiyle Evliya Çelebi’nin eserini günümüz Türkçesine kazandırılmasında büyük emekler sarf eden, genç yaşta aramızdan ayrılan kıymetli dostum, Yücel Dağlı’yı rahmetle anıyorum.''
Evliya Çelebi deyince aklımıza hep “damdan dama atlarken donankedi” hikâyesi gelir. Hâlbuki Evliya’nın seyahatnamesinde daha ne “tantanalı” olaylar vardır da bilinmez. Seyahatname bizde unutulup gitmişken 1830’lerde Avrupalılarca keşfedilir.
İlk olarak Alman tarihçi Hammer’in dikkatini çeker ve şöhret bulur. Eserden İngilizce, Almanca, Yunanca, Ermenice dillerinde seçkiler yayınlanır. Anavatanında ise Evliya sansüre uğrar, sürmen altı edilir. Tam bir baskısının yapılması için ise 150 yıl beklemek gerekecektir.
Evliya, 17 asır bağlarında yani imparatorluğun en mutantan zamanında İstanbul, Unkapanı’nda dünyaya gelir. Arapça, Farsça, Rumca, Latince öğrenir, hafız olur, 25 yaşına kadar İstanbul’daki tahsil hayatı devam eder. Fakat içindeki gezip görmek tutkusuyla kıvranmaktadır. Evliya bu husuta “Peder ü mâder ve üstâd birader kahrından nasıl kurtulur da cihangeşt olurum” demektedir.
Böylece Evliya’nın 70 yılı aşkın ömrünün 51 yılın geçireceği bir diyardan başka bir diyara uzanan, 257 şehir, 7 iklim 18 padişahlık tutan gezisi başlar.
Bu süre zarfında evlenmeye ise vakit bulamaz. Gezip gördüklerini, başından geçen olayları ve kendisine anlatılanları akıcı dili ve ilgi çekici üslubuyla “Seyahatname” adını verdiği eserinde yazıya döker. 10 cilt 4 bin sayfalık eser bütün dünya tarihinin en ilginç kaynaklarından biridir.
“Seyahat ya Resulullah.”
Evliya Çelebi, seyahatlerinin sebebini gördüğü bir rüyaya bağlar. Bu rüyaya göre İstanbul’da Yemiş İskelesi civarındaki Ahi Çelebi Camii’nde kalabalık bir cemaatle birlikte Hz. Muhammed’i görür.
Tam bu sırada heyecana kapılır ve “Şefaat ya Resulullah” diyeceği yerde “Seyahat ya Resulullah” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber tebessüm ederek Evliya Çelebi’ye şefaatide, seyahati de müjdeler. Böylece seyyahatlerinin bahanesi bu rüya olur.''
Evliya Seyahatnamesinde, Dünyada 12 büyük şehir olduğundan söz eder ve sayar, Viyana, Prag Kösece Paris, Edirne, Bursa, Kahire, Halep, Şam ve tabiki İstanbul.
Yine, Hazerfen Ahmet Çelebi’nin kanat takarak Galata Kulesi’nden Üsküdar Doğancılar meydanına uçuşunu yazan tek kaynak odur. Legari Hasan Çelebi‘nin yaptığı roketle fezaya doğru yolculuğu da bir tek Evliya’nın eserinde geçmektedir..
Bunların yansıra İyi biri dil bilinci olarak kendi döneminin Türkçesini, gittiği yerlerde konuşulan Türkçenin ağızlarını bize aktarmaya çalışmıştır. Mesela Kayseri de köylülerin o dönemde daha yeni yeni moda olmaya başlayan kahveye bakışlarını onların şivesini hiç bozmadan nakleder;
“Gıllı gıçlı şaarlılar kayfe örpürdetirler”..
Cadılar Savaşa Tutuşuyor
Evliya Çelebi, hicri 1076 şevvalinin 20. gecesi Hatukay Çerkez diyarının 300 küsur haneli Pedsi köyünde cadıların gökyüzündeki savaşına şahit olur. Zifiri karalık bir gecede yıldırımlar aniden kıyametler gibi kopmaya başlar. Ortalık Çerkez kadınların nakış işleyebilecekleri kadar aydınlanır.
Durumdaki harkuladeliği sezen Evliya civardaki Çerkezlere sorup, “vallahi yılda bir defa böyle karakoncolos gecesi olur, Çerkez oburları (cadıları) ile Abaza oburları göklere uçup ceng-i azim eder, vuruşurlar” cevabını alır. Sonrada dışarı çıkıp korkmadan seyr-i temaşa etmesi tavsiye edilir.
Yetmiş, Seksen kişiyle birlikte dışarı çıkan Evliya, büyük ağaçlar, küpler tekneler, hasırlar araba tekerleri, fırın söykeleri ve daha nice benzer eşyalara binmiş Abaza cadılarıyla, at ve sığır leşlerine, deve ölülerine binmiş, ellerinde yılanlar, at deve kelleleri olan Çerkez cadılarının savaşa tutuştuğunu hayerler içerisinde görür.
Tam 6 saat süren bu vuruşmada kulakları sağır eden bir gürültü ortalığı kaplar. havadan yere keçe, sırık, küp, Tekne, kapı gibi eşya parçalarıyla, araba tekerleri, en nihayet at, insan ve sair hayvan uzuvları yağmaktadır. 7 Abaza oburu ve 7 Çerkez oburuyla sarmaşıp yere düşerce, Çerkez cadıları hemen 2 Abaza cadıyı kanlarını emerek öldürür ve ölülerini ateşe atarlar. Horozların ötmesiyle biten savaşın ardından oburlar (Cadılar)da giderler.
Evliya böyle hikâyelere dair gayet “münkir” olduğunu fakat kendisiyle birlikte bilcümle zevatında bunu görüp hayretler içinde kaldıklarını belirterek, ahalinin de 40 – 50 yıldan beridir bu denli şedid bir “karakoncolos gecesi” görülmediklerini söyler.
Insan Kanı İçen “Ölü” Cadılar (Zombiler)
Evliya Çelebi anlatılanlara göre bu diyarda karakancolos gecelerinde ortaya çıkan ve insan kanı içen cadılar olduğunu da yazar. Halkın Evliya’ya anlattığına göre, bazı gecelerde cadılar musallat oldukları kişinin kanını içip hasta etmektedirler.
Eğer kanı içilenin kimsesi yoksa yatağa düşer ve ölür. Varsa, hasta yakınları bir “cadıcı” ile mezarlıkları dolanıp cadının çıktığı, toprağı eşilmiş mezarı ararlar. Bulup, mezarı kazıdıklarında adamın kanını içtiğinden gözleri kan çanağı misali “pörtlemiş” cadı leşi teşhis edilir.
Bu halde, cadı hemen mezardan çıkarılarak “göbeğine” uzunca böğürtlen kazığı çakılır. Hayattaki başka bir cadının ruhu bu bene de hulul etmesin (geçmesin) diye de ateşte yakılır. Allah’ın emriyle cadının sihri batıl olup, kanı emilen adam tez vakitte şifa bulur.
Insan Kanı İçen “Yaşayan” Cadılar (Vampirler)
Yine Evliya Çelebi’nin anlatılanlardan naklettiğine bu diyarlarda yaşayan cadılarda vardır ki halkın arasında gezer de bilinmez. Fakat vakti zamanı gelip kudurunca, tuttuğu birinin kulağı arkasından kadını emer. Adam gün be gün hasta olur. Derhal akrabaları bir “cadı üstadı” bulup köy, kasabai şehir şehir dolanıp gözleri kan içmekten kan çanağına dönmüş cadıyı aralar ki yakalayıp zincire vuralar.
3 gün 3 gece zincire vurulan cadı, yaptığını ve cadılığını itiraf ettiğinde hemen yatırılıp göbeğine böğürtlen kazığı çakılır. Çıkan kan, kanı emilmiş adamın yüzüne gözüne sürülünce hasta derhal şifa bulur. Cadının leşi de ateşe atılıp yakılır. Bu cadılık derdi taundan (vebadan) fenadır, Moskof, Leh, Çek taraflarında hayli yaygınadır vesselam.
Dr. Stefanos Yerasimos, Evliyâ Çelebi’nin Kafkaslara dair bu anlatısında egzotizminin izlerini aramaktadır. Yerasimos’a göre Osmanlıların Kafkaslardaki hâkimiyetinin kısa sürmüş olması ve yöreye fazla ilgi göstermeyişleri burayı Osmanlılar için egzotik bir iklime büründürmüştür. Bu nedenle Yerasimos, “havalarda atlarla uçuşan cadılar” , “cesetlere saplanan kazıklar”, “zincire vurulan vampir hikâyeleri” Evliyâ’nın egzotik bir coğrafyaya doğaüstü mit ve efsaneleri yerleştirme ihtiyacından doğmuş olabileceğini sorgular.
Ancak Dr. Başak Öztürk Bitik, söz konusu eser Seyahatnâme olunca “egzotizm” seçeneğine kolaylıkla evet demenin çok da mümkün olmadığını belirterek; Evliyâ’nın şahit olduğunu söylediği ikinci cadı vakası, Osmanlılar için pek de egzotik olamayan bir mekânda, Bulgaristan’ın bir köyünde gerçekleşitiğinin altını çizer.
Büyücü Kadın ve Karakoncolos
Evliya Çelebi, Rumeli’de (Bulgaristan’da) Çalıkkavak köyünde, bir “kefere” hanesinde konaklamakta ve ateş karşısında istirahat etmektedir. Kapıdan içeri saçı başı dağınık, çirkin yüzlü, yaşlı bir acuze kadın girer. Çekinmeden gelip ateşim başına oturur ve kendi lisanında küfürler savurmaya başlar.
Evliya, önce dışarıdaki adamlarının kadını kızdırmış olabileceğini düşünür ve çağırtıp sual ettiğinde, “haşa bir şeyden haberimiz yoktur” cevabını alır. Sonra bu acuzenin etrafına kızlı erkekli 7 çocuk gelip onlar dahi ateşin etrafını saralar ve hep birlikte “çağıl” “çağıl” Bulgarca konuşmaya başlarlar. Evliya ise “ne garip temaşadır” diyerek bunları seyre koyulur.
Gece yarısı olunca çıkan gürültü ve patırtılar Evliya’yı uykusundan hoplatır. Evliya, acuze kadının kapıyı açıp içeri girdiğini ve ocaktan aldığı bir avuç külü fercine sürdüğünü görür. Sonra küle bir efsun okuyarak ocak başında yatan bu 7 çocuğun üzerine saçar. Yedisi birden iri piliçlere dönüşerek “civ”, “civ”, “civ“ demeye başlarlar. Hemen elinde kalan külleri kendi başına serpince o an büyük bir tavuğa olup “guruk”, “guruk” diyerek kapıdan çıkarı çıkar. Piliçler dahi ardı sıra çıkarlar.
O an evliya, “Bre oğlan” diye feryat ettiğinde, adamları hemen koşup gelirler ve burnundan kan boşladığını görürler. Evliya ise onlara, “bu ne haldir bre, dışarı çıkın bakın hele bir kütürtdür kopuyor” der.
Dışarı çıkan adamlar görürler ki, tavuk ve piliçler atlar arasında gezinmekte, atlar ise birbirleri üzerine yarışıp kendilerini helak etmektedirler. Köydeki “kefereler” ise durumdan haberdar olup, gelip hemen atları bağlarlar. Cadı ve tavuklar ise bir tarafa gider.
Bundan sonrasını Evliya’nın adamı şöyle anlattır; “Bir baktık ki bir kefere, zekerini çıkarmış tavukların üzerine sepe sepe işemektedir. O an sekiz tavuk benî âdem (insan) olup biri yine o ihtiyar acuze oldu ve o işeyen kefere ve sair kefereler acuze kadını, çocukları kollarından tutup döve döve ve bir tarafa götürdüler. Ardı sıra gidip baktık ki meğer vardıkları yer kilise imiş. Hatunu papaza teslim edip papaz okuyup üfleyerek ‘afaroz-u mandolos’ eyledi.”
Evliya anlatısına şöyle devam eder; - Bu olay üzerine adamlarım yemin verdiler. ‘Antepli Müezzin Mehmet Efendi ve adamları, Mataracıbaşı ve adamları hepsi bu olayı görüp tavuğun insan olduğuna şahit oldular’ dediler.
O gece sabaha kadar korkumdan veya kanımın hareketinden burnumun kanı dinmedi. Ta vakit sabah olduğunda kandan kurtuldum. Sonra müezzin ve mataracının adamlarını çağırıp sordum -Vallahi akşam tavukların üzerine o Bulgar kefere işeyince tavuklar adam oldu. İsterseniz işeyen herifi getirelim.- dediler. Ben de ‘Canım, haydi getirin.’ dedim.
Gelen Bulgar gülerek; ‘Sultanım, o karı başka soydur, yılda bir kere kış geceleri öyle karakoncolos olurdu ama bu yıl tavuk oldu, kimseye zararı yoktur.’ deyip gitti.
İşte bu hakir mezkûr Çalıkkavak’ta böyle bir temaşaya şahadet edip aklım başımdan gide yazdı ve Çalıkkavak balkanı’nın hâl‑i ahvâl‑i pûr-melâli böyledir, Hudâ hıfz ide” diyerek anlatıyı noktalar.
Kırım Dönüşü Tatar Büyüsü
Harap viran köyler beldeler geçip, yılan, çıyan ve kargalara mesken yıkık kaleler aşan Evliya Çelebi ve beraberindekiler bu kez Tatar vilayetinden İstanbul’a dönmektedir. Yolda, artık çarşı, pazar, dükkân ve hamamları kalmamış bir zamanların mâmur şehirlerinden geçeler. Bir su değirmeninden başka ne han ne hamam ne bağ ne de bahçelere rastlarlar.
Hâlbuki der Evliya “zaman-i kadimde bu vilayetler âbâd idi, ammâ şimdi harab olup akçe ve pul ve bâğ u bâğçe ve çârsû‑yı bazar ve hân u hammâm ve dahi kilise dahi kalmamıştır. Ahali ise ne kâfirdir ne müselmân.” Dedikten sonra, “Bu kalelerin bazıları zamanında değerli mücevherlerle süslenerek yapılmışlarsa da Tatar eline girdikden sonra sual ne lâzım, cevâhir mi kalır? ” diye serzenişte bulunur.
Evliya ve beraberindekiler, İstanbul yolunda Azak’tan doğru ilerleyip Kuban nehrini geçmek zorundadırlar. Gemi olmadığından nehrin kenarına varıp çadır kurmak isterler, fakat soğuktan donmuş toprağa çadır kazıklarının girmesi bile mümkün olmaz.
Bu esnada dehşetli bir rüzgâr esmeye başlar. Çadırları havaya savurup arabaları baş aşağı eder, atlar öteye beriye koşuşup ortalık bir anda “hercümerç” olur. Yanlarındaki “Kırım gazileri “eyvah” çekip “sihre uğradık” diye feryâd-ı figan ederken Mehmed Paşa mahiyetine muavvizeteyn surelerini (Felak ve Nas) okumalarını emreder ve nihayet rüzgâr sükûnet buldur. Devamını Evliya’dan dileyelim;
Ardından bir köse Kalmuk Tatarı çıka geldi ve Paşa’ya: “Paşa bana zararının dokunmayacağına yemin ver” dedi. Paşa da Kuran’a el vurup yemi etti. Bunun üzerine Kalmuk:
‘Sultanım, sizin başınıza rüzgârı, kızıl kıyameti koparan, bu kadar arabaları, çadırları yere vuran bendim ki marifetimi size izâr edeyim istedim. İmdi, eğer bu nehri aşmak niyetindeyseniz, bana bir at, bir kürk ve yüz kuruş verin. Yine kızıl kıyamet koparıp ve bu suyu dondurup, buz hâline koyayım. Cümleniz selametle karşıya geçip, maksadınıza nail olasız” dedi.
Bîçare Mehmet Paşa, ‘Bre medet, öyle olsun hadi!’ deyip, Kalmuk’un istedikleri verdirtti. Kalmuk, atını alıp, bir tarafa bağladı ve orman içine doğru yürüdü.
Kalmuk Tatarı’nın Sihirleri
Adamım ardından ormanın içine gizlice süzülen Evliya Çelebi Kalmuk’un yaptıklarını gizlendiği yerden hayretle izliyordu. Kalmuk Tatarı bir ağacın dibinde def-i hacet edip kıçını yukarı çevirip kar üstünde taklalar atarak bir takım hareketler yaptı. Sonra ellerini yere koyup ayaklarını havaya kaldırıp, necasetini alnına sürerek bir müddet bu şekilde durdu.
Birden doğu, batı ve kuzey taraflarından kara bulutlar toplaşıp, gök gürlemesi ve şimşek ile bir büyük rüzgâr koptu. Kalmuk Büyücüsü, necasetinin etrafında üç dört defa dönüp, eliyle parçalar alıp havaya savurdukça yıldırımlar çakıp kıyametler kopar oldu.
Bu sırada askerler, Paşa’nın emriyle toplaşıp buz kesen nehirden karşıya geçmeye başlamışlardı. Fakat Dîvân efendisi ve mutaassıp birkaç zât ise sihir tesiriyle oluşan bu buzdan geçmeye reddetmişlerdi. Paşanın, geçmelerini emretmesiyle yine de Felak, Nas sureleri ve esmâü’l-hüsnâları okuyarak geçmeye koyuldular. Ancak okudukları dualar sihri bozduğundan buz delindi ve bir kısmı suya düşüp boğuldu.
Bu sırada hızla koşup gelen Kalmuk’lu büyücü ise sihrini bozdukları için başındaki kalpağını yere vurup feryat ü figan bağırarak Paşa’ya ve buz üstündekilere “Arapça” okumadan hızlı hızlı geçmelerini tembih etti.
Üç Hikayeninde Düşündürdükleri
Pertev Naili Boratav’a Halk geleneğinde, birtakım tabiatüstü halleriyle insanların yaşamına etki eden esrarlı varlıklara inanıldığına, fakat bu varlıklar nedense hiçbir zaman iki kişi bir arada iken belirmeyip; insana hep yalnız olduğu zamanlarda, çeşitli kılıklarda göründüğüne işaret eder. Ancak, Dr. Başak Öztürk Bitik bu durumun Evliya Çelebi anlatıları için pek de geçerli olmadığını belirtmekle birlikte üç hikâyede de kendisine bir seyirci grubunun eşlik ettiğinin altını çizer.
Evliya’nın anlatısında, zincirlere vurulmuş cadının; “Fülân kişinin kanın ben içtim” şeklinde itirafa mecbur kalması, yahut acuze kadının sihrinin sadece “gark-gurk” sesleri çıkaran bir tavuğa dönüşmekten ibaret olması, ya da havaya sözünü geçirse bile bir Osmanlı paşası karşısında korkan Karluk’lu büyücünün Paşaya “Bana zararın dokunmaz değil mi?” sorusunu sorması, aslında onların insan karşısındaki acziyetini ve güçsüzlüğünü alaycı bir dille vurgulamaktadır. Bu olağan üstü varlıkların insana zarar veremedikleri gibi bilakis hep kendileri zarar görmüştür.
|
|
|
ESKİ MEDENİYETLERE AİT 5 FARKLI KURBAN RİTÜELİ |
Yazar: Emka - 24-03-2017, Saat: 02:43 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Tanrılar ya da bir inanç uğruna canlıların kurban edilmesi geleneğinin kökeni binlerce yıl öncesine dayanıyor.
Her ne kadar yazının keşfinden önce kurban ritüellerinin nasıl uygulandığı hakkında kesin bir bilgimiz olmasa da, yazının keşfi ile beraber günümüzden çok önce yaşamış medeniyetlerin kurban ritüelleri hakkında bir miktar bilgiye sahibiz. Bu medeniyetlerin kurban olarak seçtikleri canlıları, tanrılara nasıl kurban ettiklerini kabaca bu listede derledik.
1- Sümerler
kurban1
MÖ. 4000 – MÖ. 2000 yılları arasında bugünkü Güney Irak’ta, bilinen ilk sistemli yönetimi kuran ve kendinden sonraki birçok medeniyete etki eden Sümerlerde kurban ritüelleri, Ziggurat adı verilen tapınaklarda gerçekleşirdi. Kişisel kurban ritüellerinde genellikle, ekmek, şarap, tereyağı, bal, tuz gibi yiyecekler kutsal mekandaki Tanrı heykelinin önüne konuluyor, sağ ayağı ve böbrekleri kızartılarak Tanrıya ikram edilecek olan bir sığır öldürülüyor, törene katılanlar arasında paylaşılıyordu. Toplu törenlerde ise, hayvanların insanlar için yaratıldığı vurgulanırken, bu durum şu sözlerle orada bulunanlara özenle anlatılıyordu;
‘’Koyun insanlığın vekilidir; insan yaşamı için bir koyun vermelidir, insan başı yerine bir koyun başı vermelidir’’
2- Hititler
kurban2
MÖ. 17 yüzyılda Anadolu’nun ilk merkezi gücü olan, ‘’bin tanrılı halk’’ olarak adlandırılan Hititler için bayramlar önemli bir yer tutmaktaydı ve kurban sunumları için katı kuralları bulunmaktaydı. Ülkenin ilk meyveleri, bir yaşındaki hayvanları, yiyecek ve içeceğin ilkinin sunulması gerekiyordu. Pis olarak kabul ettikleri domuz ve köpeği kurban olarak pek tercih etmiyorlardı. Kurban için tercih edilen hayvanlar genellikle öküz, koyun ve keçiydi. Tanrılar için seçilen hayvanların kusursuz ve iyi durumda olmaları gerekirdi. Hititlerde kan akıtmak önemliydi, bazı kültürlerde görülen yakarak kurban etme yerine, hayvanlar boğazları kesilerek öldürülürdü.
3- Antik Yunan
kurban3
Antik Yunan’da Hititlerden farklı olarak kurban için seçilen hayvan kan akıtılarak değil, belli parçaları ya da tamamı yakılarak Tanrılara sunulurdu. Çok sayıda olan Tanrı ve Tanrıçaların her biri için belirlenmiş evcil hayvanlar, yabani hayvanlar, kuşlar hatta balıklardan oluşan kurbanlar sunulurdu. Genellikle, ‘’Gök’’ ile alakalı Tanrılar için az tüylenmiş, yeraltı ve öte dünya Tanrıları için ise siyah renkli kurbanlar tercih edilirdi. Bir kadının doğurganlığını artırması için, toprak tanrıçasına tohum saçması ve savaş Tanrısına kömür sunması gerekirdi. Denizciler ise rüzgar için Poseidon’a yanmış kurbanlar sunmalıydı.
4- Mayalar
kurban4
İspanyol işgaline değin (MS. 1697) Meksika’nın güneydoğusunda binlerce yıl varlığını sürdüren Maya medeniyetinin, kurban ritüellerinde insan kurban etmesi 12. yüzyılda başladı. Mayalar, Kafkas Arnavutlarında görülen bir esir kurbanı ritüeli uygularlardı. Bu ritüelde, alınmış esirlerden birinde olağandışı bir durum görülürse, bu esirin boynuna kutsal olduğuna inanılan pamuk bir ip bağlanıp, bir yıl süresince tüm istekleri yerine getirilerek yaşatılırdı. Sonunda vücudu gül yağı ile ovulduktan sonra Ay Tapınağı’nda rahip tarafından kalbi çıkarılırdı. Rahip, bu kalp üzerine elini koyup dua ederek halkı kutsardı.
5- Aztekler
kurban5
Mayalar gibi Azteklerde Amerika kıtasında büyük bir medeniyet kurmuş ve Mayaları bile gölgede bırakacak şekilde kurban ritüelleri gerçekleştirmişlerdir. Geleneğe göre ilk doğan çocuk veya onun yerine satın alınan bir kölenin kurban edilmesi gerekiyordu. Bazı bayramlarında ise Tanrı bedenlerinin ekmek gibi ortaklaşa yenmesini temsil eden uygulamada, insan olan kurbanlığın eti ve kanı hamura karıştırılarak tapınanlarca yeniyordu. Kurban ritüelinin diğer bir parçası da kurbanın kalbinin sökülüp atar vaziyetteyken tanrı heykelinin önüne bırakılır, cesedin derisi yüzülüp, törene/bayrama katılanlardan biri tarafından giyilip, kanın akıtılarak gezilmesiydi. Azteklerde insan kurbanın temelinde Tanrı için kurban edilen insanın bedenin paylaşılarak yenmesi esası vardı.
|
|
|
İLLÜZYONDA YAŞAMAK |
Yazar: Emka - 24-03-2017, Saat: 02:38 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Matrix filmlerini hatırlarsınız, yaşadığımızı sandığımız ortamın bir illüzyon, bir simülasyon, bir kurgu ya da bir hayal dünyası olabileceğini bizlere düşündürterek, aksiyonlu görsel sahneleri ile olduğu kadar felsefesi ile de izleyici üzerinde derin etkiler bırakmıştı. Yine 1998 yapımı olan Truman Show yaşadığımız Dünya'nın gerçek olmayabileceği üzerine kurgulanmış seyirciyi etkileyen bir filmdi. Rüyalarımız da öyle değil midir, ancak uyanınca bir rüya görmüş olduğumuzu anlarız. Belki de yaşadığımızı sandığımız fiziksel Dünya bir illüzyondan ibarettir, kurgulanmış planlı bir hayaldir. Ve ancak öldüğümüzde bu kurgulanmış hayalden uyanıp gerçek varlığımızın farkına varabileceğiz.
Belki de Matrix filmlerindeki gibi bir sistem vardır. Yani, bildiğimiz, gördüğümüz şeylerin hiç birinin gerçek olmadığı bir sistem, illüzyon, rüya ya da bir simülasyon bize gördürülür (ya da yüklenir) ve biz bir enerji olarak öte bir alemde (ya da boyutta) belki bir enerji saflaştırma kabininde her an gördüğümüz rüyanın, illüzyonun, simülasyonun (yani dünya hayatı) bizde yarattığı enerji seviyeleri ölçülerek ve anında yeni yüklemeler yapılarak (kader), enerjimizi (ruhumuzu) saflaştırma kürü alıyor olabiliriz. Yani rüyada olduğunu içindeyken fark edememek uyanınca bir rüya görmüş olduğunu anlamak gibi. Ölünce de tekrar o enerji saflaştırma kabininde uyanıp gerçek hayatımıza geri dönüyoruz.
Bu varsayım reenkarnasyon düşüncesine de uygun. Çünkü tekrar tekrar bu kabine girip yeni rüyalar (hayatlar yaşamak) görmek mümkün. Bazen ne yaparsak yapalım değiştiremediğimiz durumlara şahit olmuşuzdur. İşte bu, illüzyon varsayımına göre, görülen rüyalara anında müdahale edilip, bizim enerji saflaştırma programımıza uymadığı için yeni durumların engelleniyor olmasıdır. Tekamül görüşüne de uygun. Çünkü bizlerdeki öz enerji, farkındalığı ve bilinç seviyesi artmış bir ruh haline geldikçe (tekamül ettikçe) saflaşıyor (titreşim-frekansını arttırıyor) ve muhtemelen Öz Ruhun (yaratılışa sebep olan şeyin, ya da ne isim verilirse) enerjisinin saflaşmasına da katkıda bulunuyor olabiliriz.
|
|
|
Son 1000 Yılın En Büyük 10 Toplumsal Değişimi |
Yazar: Emka - 24-03-2017, Saat: 02:31 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Avrupa, geçtiğimiz Milenyumda birçok toplumsal olayla şekillenmiştir. Peki hangi olaylar, hangi yüzyıllarda modern dünyayı şekillendirmiştir? Kronolojik olarak sıraladık.
1. Kaleler-11. Yüzyıl
Birçok insan kalelerin çatışmanın ve karışıklığın temsili olduğunu düşünüyor. Ancak kale burçları savaş kadar barışın sembolü olarak da görülmelidir. 1000`li yıllarda Avrupa`da çok az, İngiltere`de ise hiç kale yoktu. Bu bölgesel savunma eksikliği, toprakların kolayca işgal edilebilmesine yol açıyordu. İngiltere`yi istila eden I. William bu eksikliği gidermek için fazlasıyla çaba sarfetti. 11. yüzyıl boyunca Avrupa`daki bütün lordlar, kendilerini ve topraklarını korumak adına kaleler inşa etti. Tabi bu durum yakınlarındaki toprakları işgal eden kralların işini fazlasıyla zorlaştırmıştı. Bu durumda lordlar, kendi topraklarının sahibi olduklarını ve korumak zorunda olduklarını kavrayarak, kendilerini bir lorddan ziyade topraklarının kralları olarak görmeye başladılar. Politik liderler bu şekilde korumaları gerekenlerin sadece kendi insanları değil, kendi sınırları içerisinde yaşayan herkes olması gerektiğini kavradılar ki bu o zamanın standartlarına göre büyük bir değişimdi.
2. Kanun ve Düzen-12. Yüzyıl
İnsanların yabancı bir ülkeyi ziyaret ederken dikkate aldıkları ilk şey, o ülkede nasıl güvende olacakları konusudur. Doğrusunu söylemek gerekirse, insanları ziyaret edecekleri bir ülkeye gitmekten vazgeçmelerinin yegane sebebi, oradaki kanunların ve düzenin eksikliğidir. Yani şöyle ki, kanun düzeninin uygulanmasının başlangıç sistematiği, Avrupa tarihinin dönüm noktalarından birisidir. Bu durum, hukuk kitaplarının derlenmesi, hukuk biliminin gelişmesi, İngiltere`de ise; seyyar hakimliğin gelişmesi, bölge hakimlerinin oluşması ile birlikte jüri sisteminin kurulmasıyla meydana geldi.
3. Alışveriş-13. Yüzyıl
Bilindiği üzere, para bin yıllardır hayatımızda. Ancak bu demek değildir ki, para eskiden de şu anki kullanıldığı işlevde kullanılıyordu. 13. yüzyılın başlarında İngiltere`de çok fazla insan para kullanmazdı. Ülkenin büyük çoğunluğunun yaşadığı yerlerde insanlar, alışveriş yapmak için takas yöntemini kullanırdı. Dönemin lordları köylerde yaşayan vatandaşlarına arazilerin bir kısmı karşılığında tarım yapmalarına izin verdi. Aynı zamanda parayla ticaret yapmalarına izin verdiği insanlar, pazar yerlerinde yaşayan ve sayıları 300 ila 500 kişi arasında değişirmiş. Sonrasında, 13. yüzyıl boyunca İngiltere`de 1400 market kuruldu. Bununla beraber Avrupa`da da bu sayı 4 katına çıktı. Hepsi başarılı olmasa da bir kısmı istediklerini elde etti ve bütün Hristiyan alemi takas sisteminden paralı ticarete kaydı. 1300`lerde altın sistemine ve İtalyan bankaları tarafından kredi sistemine geçilerek Avrupa kıtasının karşısına kadar yayılan bir süreç ortaya çıktı.
4. Veba-14. Yüzyıl
İnsanlık tarihinin başına gelen en büyük ve en önemli felaketlerden birisidir ve bu durumda teknolojinin yapabileceği hiçbir şey yoktu. 7 ay içerisinde ülke nüfusunun yarısının öldüğü bu hastalığın ölümcül sonuçları, I. Dünya Savaşı`ndan 200 kat daha etkiliydi. Sosyo-ekonomik sonuçların başı çektiği bu hastalık, toprak sahiplerini de derinden etkiledi. Azalan nüfusla birlikte toprak sahipleri, çalıştırmak için işçilere daha fazla para ödemek zorundaydı. Bu sırada insanlar şunu da sorgulamaya başladı. Yardımsever Tanrı neden bu kadar masum çocuğun ölümüne izin veriyordu? İnsanlar ölümü kabullenmeye başladı, inançları onları aşağılamaya başlamıştı. Sonuç olarak veba sadece insanları öldürmedi, toplumun yaşayış biçimini değiştirdi ve tabi ki ölümle ilgili beklentilerini de...
5. christopher columbus-15. Yüzyıl
İnsanlık tarihinin en önemli ilişkisi, yine insanla toprak arasındaki ilişki olmuştur. Basitçe, ne kadar toprağa sahipsen o kadar doğal kaynağa sahipsin demektir. Şu bir gerçek ki, bu konuda Kolomb dünya tarihinin en önemli figürlerinden birisidir. Tabi ki şovunu da yaparak, Avrupalılara hayatları boyunca hayal edemeyecekleri toprakların yolunu gösterdi. Hiçbir teknolojiden güç almadan, daha 300 yıl önce hayatlarına giren pusula sayesinde 1492 yılında Haiti Adası`nı keşfetti. Sosyo-ekonomik baskılarsa Kolomb`un en büyük dezavantajı oldu zira kendi arzusu zengin bir toprak sahibi olmaktı. Kolomb`un İspanya`dan daha ileriye giderek yaptığı keşiflerin en büyük sonuçlarından biri de, İspanyolca`yı Çince`den sonra en fazla konuşulan ikinci dil olmasıdır. 1492 yılına kadar insanlar, Antik Roma ve Yunan yazarların doğru ve gerçek bilgilere ulaştığına inanıyordu. Ancak Amerika ile ilgili hiçbir bilgiden söz edilmemişti. Bunun üzerine, şayet Amerika bilgisi gözden kaçırıldıysa, biz de birçok şeyi bilmiyoruz sonucuna vardılar. Böylece Atlantik Okyanusu`nun geçilerek Amerika`nın keşfi, bilgeliğin ve bilgilerin yeniden değerlendirilmesine yol açtı.
6. Kişisel Şiddeti Reddetmek-16. Yüzyıl
Endüstri çağı öncesi dönem, bizim standartlarımıza göre fazlasıyla şiddet ve acımasızlık içeriyordu. Orta Çağ`da cinayet oranı korkunç sayılara ulaşmıştı. Ancak 1500`den sonra cinayet oranlarında gözle görülür şekilde düşüş meydana geldi. Bu durum 20. yüzyılın sonlarında tekrar artmaya başlayana kadar, her yıl yarı yarıya azalış gösteriyordu. Sebebi ise, insanların daha fazla iletişime geçmeleri, okur yazar oranlarındaki artış ve devletlerin emniyet konusunda daha fazla hassasiyet göstermesiydi. İnsanlar kavga ederken ya da birbirlerine bıçak çekerken 2 kez düşünmek zorundaydı artık. Kolluk kuvvetleri, amirlerine peşlerine düştükleri zanlılar ve olaylar için hesap veriyordu ki bu durum önceki yüzyıla göre daha büyük bir titizlik olmasını sağladı. Sonuç olarak bu yüzyıl boyunca yapılan değişikliklerle toplum biraz daha güvenli bir hal aldı.
7. Bilimsel Devrim-17. Yüzyıl
16. ve 17. yüzyılda Avrupa`yı kasıp kavuran cadılık olayı sadece bir hurafe değildi. Eğer sevmediğin birisi öldürülürse, bunun üzerine hem bu cinayetle hem de cadılıkla suçlanabilirdin. Suçlandığın anda ise, cadılığa inanmadığını ya da var olmadığını iddia etmenin hiçbir faydası olmazdı. Cadılık kanunlar gereği tanınmıştı ve bu tamamen bir batıl inançtı. 17. yüzyılda bu inançların yerini bilimsel teoriler almaya başladı. Eski inanç, Güneş`in Dünya`nın etrafında döndüğü üzerineyken, Galile bu teoriyi çürüttü. İnsanlar hayatlarını tehdit eden hastalıklarla yüzleşmeye başladı. Eskiden çare sadece Tanrı`da aranırken, sonrasında doktorlara da görünmeye başladılar. Ancak en önemli konu insanların bilime güvenmeye başlaması oldu. Öyle ki, 1687 yılında yayınlanan Isaac Newton`un `Doğal Felsefenin Matematik İlkeleri` kitabı sadece bir avuç insan tarafından algılanabilirken, 1700`lerde önde gelen bilim adamlarına karşı dünyayı anlayabileceklerine dair bir güven oluştu. Bununla birlikte yöntem değişti ve insanlar gizemli olayları çözmek için batıl inançlara başvurmaktan vazgeçmeye başladı.
Bu arada fotoğrafta Isaac Newton`a ait ilk aynalı teleskobu görüyorsunuz.
8. Fransız İhtilali-18. Yüzyıl
Hiç şüphe yok ki, 1789 yılındaki Fransız Devrimi, sadece Fransa`nın değil, tüm batı dünyasının devrimiydi. Bu ideal ilk olarak ülke çapında test edildi ve bütün insanların adaletin önünde eşit olması gerektiği düşüncesi savunuldu. Bu durum bütün Avrupa`yı; insan hakları, politik eşitlik ve kadın hakları konusunda tekrar düşünmeye zorladı. Birçok hükümet bu değişime karşı başta ihtiyatlı olsalar da, köleliğin kaldırılması, evrensel eğitim, kadın hakları ve kadınların mülk edinebilme hakları, halk sağlığı ve ölüm cezasının hafifletilmesi gibi konularda ciddi adımlar atıldı.
9. Haberleşme-19. Yüzyıl
Bizler 20. yüzyılın iletişim devrimine sahne olduğunu düşünsek de, asıl devrim 19. yüzyılda yatıyor. Evet 1900`lerde büyük büyük babalarımızın cep ya da ev telefonları yoktu, evet 2000`de dünyanın yüzde 40`ının kendine özel telefonu var ancak asıl iletişim devrimi 19. yüzyılda yatıyor. 1900`de insanlar telgrafı kullanmaya başladı. 1805`te ise Trafalgar Savaşı`nın haberi 2 ay içerisinde ilgili yerlere ulaştırıldı. Bu ulaştırma sürecinde ise haber, 21 at değiştirilerek yapıldı. Uluslararası telgraf sistemi 1872 senesinde faaliyete geçince, Avusturalya`ya bile mesaj göndermek basit bir hale geldi. Tren yolları, telefon ve telgraf istenilen mesaj hızla ulaşmaya başladı. Bu yolla hükümetler, kendi halkının kontrolünü sağlama ve diğer ülkelerde olan gelişmelerden haberdar olmak adına önemli bir yol katetti. Zira haberleşmenin eski usulü, başka ülkelerde görev yapan `güvenilir` insanlardı.
10. Geleceğin Buluşları-20. Yüzyıl
Hiç şüphe yok ki, yaşadığımız 20. yüzyıl içerisinde teknoloji çok ama çok gelişti. Ancak değişen sadece teknoloji değildi. 1900`lerde çok az insan gelecek hakkında düşünüyordu. William Morris ve yanındaki bir kaç sosyolog, görmek istedikleri ütopik dünyayla ilgili yazılar kaleme aldı ancak toplum olarak nereye gittiğimiz hakkında çok az ciddi düşünceye yer verilmişti. Bugüne geldiğimizde ise artık her şeyi öngörebiliyoruz. Havanın nasıl olacağı, nasıl konutlara ihtiyacımız olacak hatta önümüzdeki 30 yıl çöplerimizin nereye atılacağı ya da nerede imha edileceğine kadar her şeyi öngörüyor ya da biliyoruz. Küresel ısınmanın ne boyutlarda olduğunu görebiliyoruz. Kısacası, sınırlı bir gezegende, sınırlı kaynaklarla yaşıyoruz ve bunun şimdilik bir çözümü yok. Ancak bundan yüzlerce ya da binlerce yıl sonra, şayet insanlık devam ederse, 20. yüzyıl modern yeni dünyanın başlangıcı olacak tabi insanlık geçmişini ve geleceğini göz önünde bulundurarak yaşayabilirse..
|
|
|
|