Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Forum İstatistikleri |
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065
Detaylı İstatistikler
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 919 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 919 Ziyaretçi
|
Son Aktiviteler |
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 322
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 305
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,006
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,130
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,074
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,007
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,145
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,522
|
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,285
|
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,173
|
|
|
HAYATINIZI 30 GÜNDE DEĞİŞTİRİN |
Yazar: Emka - 02-02-2017, Saat: 12:13 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM
- Yorum Yok
|
|
Hayatında her şey yolunda giden insanların sırrı nedir dersiniz? Aslında onlar gibi yaşamak ve hayatınızı daha iyi bir hale getirmek için ihtiyacınız olan tek şey
aylık bir program.
Her şey oldukça basit. Dört haftaya bölünmüş bir programla hayatınızı değiştirmek mümkün! Her hafta verilen üç görevi yerine getirip bunları hayatınızın bir parçası
yapmak her an sizi iyi hissettirecek.
1.Hafta: Zihninizi ve Bedeninizi Arındırın
Güne erken başlamak: Sabahın 6’sında kalkmak, gün içerisinde yeteri kadar boş zaman bulamayanlar için ideal. Herkes hala uyuduğu için asla bulamadığınız o
sessizliği ve huzuru bulabilirsiniz. Dikkatinizi dağıtacak çok az şey olduğu için üzerine yoğunlaşmak istediğiniz işlerin başına bu saatlerde oturabilirsiniz. Gün boyu
zindelik verecek sabah egzersizleri için de en uygun zaman saat altı sularıdır. Tembel hissetmek veya yataktan kalkmak istememek, bir yorgunluk belirtisi değildir.Bu
sadece hayatı yaşamak istemediğinizi gösterir. “Yataktan çıkınca ne olacak ki? Kapkara bir havada metroya bin, akbil doldur, işe git…” diye düşünmektense “bugün
mükemmel olacak” diye düşünmek, sabah kalkmanızı kolaylaştırabilir. Kabul edin ki eğer böyle düşünseydiniz sabah erken kalkmak bir problem haline gelmekten çıkardı.
İşte bu kadar basit! Eğer hayatı dolu dolu yaşamak istiyorsanız, yataktan da hemen çıkacaksınız, o kadar! Bir de diğer tarafından bakalım; eğer yataktan hızlı
çıkarsanız, gün daha hızlı daha dolu geçer!
İyi beslenme: Yaklaşan değişiklikler sizden büyük miktarda enerji çekecektir. Büyük olasılık, şu anda alkol, sigara ve ağır veya sağlıksız yiyeceklerin etkileri
karşısında vücudunuzun işlevselliğini korumak için enerjinizin çoğunu kullanıyorsunuzdur. Hepimizin kendine göre bu tür alışkanlıkları var ama neden onları yenmeyelim
ki? Kendinize uyan bir diyet seçip onu uygulamaya hemen, şu anda başlayabilirsiniz. Alkol, cips, şekerli içecekler, hazır yemekler, abur cubur gibi yiyeceklerin
hiçbiri sağlıklı bir diyette yer almamalı. Bu yüzden bu tür gıdaları tüketmeyi acilen bırakmalısınız. Ayrıca, büyük yemek porsiyonlarından ve yatmadan önce yemek
yemekten kaçınmalısınız. Diyet konuları için bedeninizin sesini dinleyebilir veya bir diyetisyenden yardım alabilirsiniz. Ancak en önemli şey bedeninizi toksinlerle
dolu bir varile çevirmemek. Bunun yerine vücudunuz üzerindeki ağırlığı hafifletip daha sağlıklı ve lezzetli, hafif yemekleri tercih edebilirsiniz. Daha mutlu ve daha
enerjik olacağınızdan hiç şüphem yok.
Spor: Sporu sevin ve sporu kesinlikle zorunlu bir aktivite haline getirin. Şekilli ve sağlıklı bir beden, ruhsal sağlık için de oldukça önemlidir. Yorgun bir
bedeni tekrar işler hale getirmek istiyorsanız, bedenin kendisini işler hale getirmelisiniz! Hangi sporu seviyorsanız ona yönelebilirsiniz. Yoga, koşu ve dans gibi
yüzlerce alternatif arasından seçim yapmak zor olsa da sizi hareketlendirecek. Gün içinde daha çok hareket etmeyi deneyin. Asansör yerine merdivenleri kullanın, spor
salonuna gidip biraz ter atın.
2. Hafta: Özel hayatınızı yoluna sokun
Kişisel alanınızı temizleyin: Her şeyi atın! Her köşeye düzen getirmenin vakti geldi. Uzun zamandır düzenlemediğiniz kitaplığınıza, dolabınıza el atmanın tam
zamanı. Evinizdeki her eşya (çok küçük olanlar bile) oldukça yer kaplamakla birlikte enerjinizi tüketiyor. Eşyalara bu denli bağlı kalmak enerji sarf etmenize değer
mi? Eşyaları çöpe atmaktan veya bağışlamaktan çekinmeyin. Sadece gerçekten ihtiyacınız olan, sizi mutlu eden eşyalarla yaşamayı öğrenin. 1998 yılından kalma oyuncak
ayınıza gerçekten ihtiyacınız var mı? Tereddüt etmeden atın! Eşyalardan kurtulmaya başladığınız anda daha iyi hissedeceksiniz. Hele bir de etrafı süpürüp toz alınca
minimalist yaşamın güzelliklerini göreceksiniz. Bağışlamak, eşyalarınızdan kurtulmanın en güzel yoludur. Yıllardır bir kere bile giymediğiniz kazağınız, bir çocuğun
yüzünde gülümseme yaratabilir.
İşlerinizi rayına sokun: Kaç yıldır İspanyolca öğrenmek istiyordunuz? Konya’daki babaannenizi ne zamandır ziyaret etmiyorsunuz? Peki yeni yıl kararlarınızdan
kaçını gerçekleştirdiniz? Kendinize verdiğiniz sözleri hatırlayın ve onlarla nasıl başa çıkacağınıza karar verin. Daha kendinize verdiğiniz sözleri bile tutamazken,
nasıl başkalarına verdiğiniz sözleri tutabilirsiniz ki?
Sosyal hayatınızdaki gerginliklerden kurtulun: Sizi üzen veya dibe çeken ilişkileri bitirmenin sizce de zamanı gelmedi mi? Sizi olumsuz etkileyen kim varsa
bağlarınızı koparın. Arkaya bakmadan yolunuza devam edebilirsiniz. “Hayır” demeyi öğrenin. Kendinizi nasıl özgür hissediyorsanız öyle davranın. Ailenize karşı her
zaman saygılı ve anlayışlı olun.
3.Hafta: Planlar, amaçlar ve hayaller
Hayallerinizi önce kâğıda sonra gerçeğe dökün: iki haftadır yaptıklarınız sizi nasıl hissettiriyor? Daha mutlu hissediyor musunuz? Cevap hayırsa belki de yapmanız
gereken birkaç şey daha vardır. İşten arta kalan zamanda sorunlarınızı, hayallerinizi düşünmek yerine onları gerçekleştirmek için küçük adımlar atsanız nasıl olur?
Sizi en çok zorlayan, sürekli ertelediğiniz hayaliniz üzerinde çalışmaya başlamanın vakti geldi de geçiyor. Hepsini kâğıda dökün. Hayatınız için bir hikâye yazın ve
başkarakteri siz olun. Ama güzel bir hikâye olsun.
İmkânsız hayallerinizin bir listesini çıkarın: Yapmaktan en çok keyif alacağınız şeylerden biri bu madde olacak. Bunu düzenli bir aktivite haline getirirseniz ne
kadar yaratıcı olduğunuzun farkına varacaksınız. Hep hayalini kurduğunuz, olabildiğince absürt ve asla olmayacak şeylerin bir listesini çıkarın. Mesela dünyayı
yönetmek veya 89 yaşında Everest Dağı’na çıkmak… Kafanızdaki sesi susturun ve hiçbir maddi engeliniz veya zaman kısıtlamanız olmadığını varsayarak hayaller kurun. Ne
yapardınız?
Günlük planlar yapın: Her akşam bir sonraki gün için plan yapın. Kısa veya uzun olmasının hiçbir önemi yok. Yazdığınız sürece herhangi bir plan olabilir ve bunu
akşam yapmanız çok önemli. Yarın hatırlamayacak olsanız bile daha verimli olacağınızdan eminim. Denendi ve onaylandı! Dahası, planınıza şöyle bir bakıp hayatta ne yöne
doğru gittiğinizi sorgulamalısınız. Bir yöne gidiyor musunuz?
4.Hafta:Ufkunuzu genişletin
Daha farklı yaşamayı deneyin: En küçük şeylerin bile büyük bir etkisi olabilir. İşe farklı bir yoldan gitmeyi deneyin. Daha önce hiç gitmediğiniz bir kafeye gidip
bir çay için. Yeni bir spor türü deneyin. Önceden hiç yapmadığınız bir şeyi yapın. Her zaman yaptığınız şeylerle meşgul olurken kendinize “şu an neyi farklı
yapabilirim” diye sorun. Yeni bir şey denemeyi alışkanlık haline getirin. Bu sayede rutininizin dışına çıkar, monotonluktan kurtulursunuz.
Konfor bölgenizin dışına çıkın: Diğer tüm görevleri başarıyla yerine getirdiyseniz, konfor bölgenizin dışına çıkmaya hazırsınız demektir. Ancak bunu bir adım ileri
taşıyıp en büyük korkularınızla yüzleşmeye hazır mısınız? Sadece yüzleşmeye değil, aynı zamanda savaşmaya hazır mısınız? Yükseklikten mi korkuyorsunuz? Hava dalışı
yapın. Patronunuzdan mı korkuyorsunuz? Tek başınıza onun yanına gidip yeni bir proje veya öneri sunun. Yeni insanlarla tanıştığınızda nutkunuz mu tutuluyor? Kimseyi
tanımadığınız bir partiye gitmeye ne dersiniz? Hem de tek başınıza! Böylece yeni arkadaşlarınızla müthiş bir akşam geçirebilirsiniz. Her an yeni şeyler öğrenip
kendinizi bu tür durumlara sokarsanız hiçbir şeyden korkmayan biri haline gelmeniz mümkün!
Biraz ara verin: Çok zor olacağını düşünmüştünüz ama yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiniz! Hadi biraz ara verin. Dinlenin. Yalnız dinlenmekten kastım telefonunuzu yanına
almayıp evden çıkarak dışarıda yalnız vakit geçirmeniz. Bu şekilde dürüst bir özeleştiri gerçekleştirebilirsiniz. Geçtiğimiz ay nasıldı? Hayatınızda ne gibi
değişiklikler meydana geldi? Bundan sonra böyle devam etmek istiyor musunuz?
Bu yolculuğun ortasına geldiğinizde (evet ortası, yoksa bittiğini mi sandınız? Bu yol sonsuzluğa kadar gider) sizi bekleyen şeyler, beklentilerinizi aşacak. Tüm bu
görevleri (hem de bu kadar basit görevleri) yerine getirerek onları hayatınızın bir parçası yapmalısınız. Böylece hayatınızdaki huzuru ve kadirliği fark edecek,
tünelin sonundaki ışığı görmeye başlayacaksınız. Biraz iddialı olduğunun farkındayım ama inanın ki hepsi doğru.
Yazan: Svetlana Pokrevskaya
site : kolektif-kozmos.com
|
|
|
BURÇLARIN EN BÜYÜK KORKULARI |
Yazar: Emka - 02-02-2017, Saat: 12:02 - Forum: Astroloji
- Yorum Yok
|
|
Astrolojiyi takip ediyorsanız, burcunuzun iyi özelliklerini okuyarak epey zaman harcamışsınızdır. Her burcun karanlık tarafına göz atmak ise astrolojiyi, herkes için
daha kullanışlı bir araç haline getirebilir. Bu yazıda burçların en büyük, en derin korkularını işleyeceğiz.
Bu korkuların ve onları besleyen olumsuz düşüncelerin farkına vardıkça, onları arkada bırakıp istediğimiz insan olmaya daha çok yakınlaşabiliriz.
Koç (21 Mart – 19 Nisan): İnsanları kaybetme korkusu
Bir Koç için savaş kaybetmekten daha korkutucu olan bir şey varsa, o da arkadaş kaybetmektir fakat, savaş kaybetmeyi hiç mi hiç sevmediklerinden bunu şu ana kadar fark
etmemiş olabilirler. Koçlar savaşçıdır. Kazanmak istedikleri için değil, doğaları gereği savaşırlar. İyi ve çekişmeli bir kavgadan zevk alırlar ve eğer kolay kolay
kavga çıkmıyorsa, farkında olmadan sevdiklerini kışkırtırlar. Koç burcunun bu hareketi geri teperse de sevdikleri, savaşarak değil, onlardan uzaklaşarak misilleme
yapar. Böylece Koç, hatasını asla unutmaz. Bu da Koç burcunu içten içe parçalayan, haksız bir konuma getirir. Ne yazık ki, bu mutsuzluk, onları savaşmaya daha çok
iter. Bu da Koç burcunun kısır döngüsüdür.
Boğa (20 Nisan – 20 Mayıs): Ekonomik dengesizlik korkusu
Boğalar, rahat olmayı sever. En basit zevklerden hoşlanırlar: iyi yemek, iyi arkadaşlar, güzel bir halı, bir şömine ve sıcak atmosfer yaratan her şey. Rahatlık, Boğa
burçları için seçenek değil, ihtiyaçtır. Hayalini kurdukları rahatlığa ulaşmak, finansal özgürlük gerektirdiğinden, paralarını korurlar ve borca bulaşmazlar. Hesap
bakiyesinin gittikçe azaldığını görürlerse endişe ettikleri ilk şey, yaşam biçimlerinde yapacakları değişiklikler olacaktır. Parayı geçinmek için değil, harcamak için
kazanırlar. Boğa burçlarını, maddi dengesizlikten daha çok korkutan hiçbir şey yoktur.
İkizler (21 Mayıs – 20 Haziran): Karar verme korkusu
İkizler burcu kararlarını, fikirlerini, seçimlerini ve hatta kendilerine verdikleri sözleri bile sürekli değiştirirler. Sebep? Onlara bağlı kalmak istemedikleri için…
Onları bu kadar yetenekli bir düzenbaz yapan da bu özellikleridir. Görüşlerini o kadar sık değiştirirler ki en başta ne dediklerini unutursunuz. Fakat, her gücün bir
zayıflığı olduğu gibi, İkizler burcunun da zayıflığı karar verme korkusudur. İkizler burcunun sembolü, iki insandır. Bu da demek oluyor ki İkizler burcunun sürekli
çatışan iki ayrı kişiliği (İkizler erkeğinde bu, ikiden fazladır) vardır. Karar verdikleri anda, “diğer yarıları” bu seçim yerine neler yapılabileceğine dair fikirler
üretmeye başlar. İkizler’in en büyük sorunu, iki tarafın da harika fikirleri olduğunu düşünmesidir.
Yengeç (21 Haziran – 22 Temmuz): Evden çıkma korkusu
Yengeç burcu, tam bir agorafobiktir. Kimsenin onları incitemeyeceği, güvende hissettikleri alanlarda durmayı tercih ederler. Agorafobi, “kaçışın zor olduğu yerlerde
veya durumlarda bulunma korkusu” olarak tanımlanır. Aslında agorafobiye sahip kişiler, bu korkunun esiridir. Ne kadar ironik değil mi? Yengeçler, alıştıkları
ortamlarda daha güvende hissetseler de ortaya çıkan kopukluk ve soyutlanma onlar için pek iyi değildir. Dışarı çıkıp onları korkutan şeyleri yapmaları gerek. Mesela,
fiziksel ve duygusal olarak alışık olmadıkları bir yere gitmek gibi… Bu sayede, kişisel özgürlüğün, içsel şartlarla daha çok bağlantılı olduğunu öğrenebilirler.
Aslan (23 Temmuz – 22 Ağustos): Fark edilmeme korkusu
Aslan burcunun asla dayanamayacağı bir şey varsa, o da bir odaya girdiğinde fark edilmemesidir. Neyse ki bu korkuyla motive edici bir şekilde baş etmeyi biliyorlar.
İnsanların onları fark etmemesini neredeyse imkansız hale getirerek… Bunu bazen kıyafetleri, bazen vücut dilleri, bazen de kendilerini ifade etme biçimleriyle
yapıyorlar. İlgi çekmek istedikleri her zaman, bu üç yöntemin her birini de kullanırlar.
Aslan burçları göz önünde olmayı sever. Deneyimlerini doğrulama için görülmeleri gerekir. Bu, düşünce tarzlarından kaynaklanır ve eğer diğer insanlar tarafından fark
edilmezlerse, var olmaları bir anlam taşımaz. Bir Aslan burcuna, “Kimsenin olmadığı bir ormanda düşen ağaç ses çıkarmış olur mu?” diye sorarsanız, “Etrafta kimse
yoksa, kimin umrunda? Bu durumda ağaç, tamamen gereksiz bir varlık.” diye cevap verir. Aslan, hikayedeki ağaçla aynı kaderi paylaşmamak için elinden gelen her şeyi
yapar.
Başak (23 Ağustos – 22 Eylül): Hata yapma korkusu
“Friends” dizisindeki Monica’nın yere bir şey döküldüğünde yaşadığı zihinsel çöküşü hatırlıyor musunuz? Eğer bir Başak burcunun evine girip halıya çay dökerseniz, size
bir mahkeme celbi gönderebilirler. Kişisel yaşamlarındaki en ufak bir düzensizlik, Başak burcunu üzüntüye itebilir.
Başak burcunu olumsuzluk döngüsüne yollamak çok zor değil, çünkü zaten olumsuz bir kişiliğe sahipler. Tabii olumsuz olduklarını asla kabul etmezler; “gerçekçi” ya da
“yapıcı” olduklarını düşünürler. Duygusal dengelerini korumak için düzenli olmayı tercih ederler. Bilinçli olarak dışsal kusurlardan korksalar da asıl korkuları içsel
kusurlardır.
Terazi (23 Eylül – 22 Ekim): Yalnızlık korkusu
Zeki, sevecen, tutkulu insanlar olan Terazi burçları mükemmel bir partnerdirler. Hayatlarını yalnız geçirmeleri olağan bir şey olmasa da bunu düşünmeden edemezler.
Neden mi? Çünkü Terazileri yalnız kalmaktan daha çok korkutan bir şey yoktur. Terazi burcu ya tek eşlidir, ya da mutsuzdur. Bunu en iyi ben bilirim çünkü babam bir
Terazi burcu. Annem onu boşadığında, bir yıl boyunca sadece sos ve meze yemişti. Ayrıca ilk sevgilisine evlenme teklif etmişti, çünkü bir kat merdivenden düşerse evde,
onu kurtaracak kimsenin olmamasından korkuyordu. Onun kalbine sağlık.
Akrep (23 Ekim – 21 Kasım): Samimiyet korkusu
Akrep burçları karanlık, derin ve karmaşıktırlar. Balıkların duygusal açıdan en hassas burç olduğunu duymuşsunuzdur. Böyle bilinmesinin sebebi, Balık burçlarının
duygularını açıkça göstermesidir. Akrep burçları ise aslında, Balıklardan daha hassastır çünkü Akrep, duygularını tamamen açıkça edemeyecek kadar hassastır. Akrep’in
hassaslığı işte böyle şaşırtır.
Akreplerdeki samimiyet korkusunu yaratan iki faktör, terk edilme ve kaybolmadır. Eninde sonunda terk edilmelerinden veya ilişkide benliklerini kaybetmekten korkarlar.
Sonuçta, evlilik dışı ilişleri ya da duygusal geri çekilmeyi kullanarak partnerlerini uzaklaştırırlar. Akrep burcu ile arkadaş olmak bile, iki ayda bir kendinizi
sorgulamaya iter.
Yay (22 Kasım – 21 Aralık) : Kapalı alan korkusu
Yay burçları doğuştan kaşiftirler. Kendilerini bulmak için dünyayı dolaşır, çocuklara gönüllü yardım yaparlar. Sıkıntı ise, bu yardımları kendi ceplerinden yapıp
verdikleri paradan asla pişmanlık duymazlar. Yaylar, genişleme gezegeni olarak bilinen Jüpiter ile yönetilirler. Doğada gezen yaban atlarıdır Yaylar. Belki de Yay
burçlarına böyle bir klostrofobi bahşeden de Jüpiterin etkisidir. Klostrofobik Yaylar, dünya turuna çıkmadan önce banka hesaplarını kontrol etmek gibi sınırlayıcı
sorumluluklardan nefret ederler. Aynı şekilde, kendilerini kısıtlanmış hissettikleri yerde bulunmaktan hoşlanmazlar. Özgürlüklerini engelleme potansiyeli olan her şey,
onları korkutur.
Oğlak (22 Aralık – 19 Ocak): Başarısızlık korkusu
Oğlak burçlarının kafası, iş odaklı çalışır. İşkolik Oğlakların, başarı merdivenlerini teker teker çıkarken içlerinde tek bir korku vardır: “Ya başarısız olursam?”
Her yaptıklarının temkinli ve yavaş olmasının sebebi de bu başarısızlık korkusudur. Başarı arzuları, baba figürü ile olan abartılı ilişkilerinden kaynaklanıyor
olabilir. Ya baba figürüne aşırı değer verip baş tacı yaparlar, ya da onlarla asla görüşmezler. Oğlak burcunun yöneticisi, baba, şöhret ve gururla bağlantılı olan 10.
evdir. Baba sorunlarına rağmen, Oğlak burçları, tıpkı Aslanlar gibi, korkularıyla kamçılanırlar. Başardıkları zaman ise, baba sorunlarını çözmek için bir terapi
alsalar iyi ederler.
Kova (20 Ocak – 18 Şubat): Kurum korkusu (Kova burçları çok garip)
Kova burçları, hayatları boyunca zihinsel tuzaklardan uzak durmaya çalışır. Bu yönleriyle Yaylara çok benzeseler de Kova burçlarının klostrofobisi, daha çok kurumlara
yöneliktir. İş, okul, hastane ya da evlilik gibi kurumları, zihinsel bir hapishane olarak görürler ve herhangi bir grupta olma düşüncesinden nefret ederler. Ama, Kova
burçları o kadar kendilerine özgü ve eşsizler ki onları bu huyları yüzünden suçlamak hata olur. Eğer bir karar verilecekse, bunu Kovalara bırakın ya da karar verirken
onları yalnız bırakın. Böyle muhtemelen daha mutlular.
Balık (19 Şubat – 20 Mart): Sorumluluk alma korkusu
Burçların Peter Pan’i olan Balıklar, asla büyümek istemedikleri bir fantezi dünyasında yaşarlar. Zaten isteseler de büyüyemezler. Yaşlarına göre epey bilge ve olgun
kişiler olmaları da epey ilginçtir. Balık burçları, asla bitmeyen yaratıcılık ile taçlandırılırken, günlük hayatı idare etme yetersizlikleri ile de yerin dibine
girerler. Birçok Balık’ın, sorumluluklardan kaçmak için alkole veya uyuşturucuya yönelmesinin sebebi de budur ve birçoğu 12 Adım Programı (alkol bağımlılığını
sonlandıran bir program) ile olgunluğa erişirler.
Yazan: Rosebud Baker
Resimler: Elite Daily
Çeviren: Ceren Ürkmeztürk
Site: Koloktif-kozmos.com
|
|
|
DÜNYANIN MANYETİK ALANI TÜM CANLILARI BİRBİRİNE BAĞLAR |
Yazar: Emka - 02-02-2017, Saat: 11:48 - Forum: EVREN VE BİLİM
- Yorum Yok
|
|
Son zamanlardaki buluşlara göre insanların gerçekten auralarının olduğu doğrulandı. Vücutlarımızın etrafında birer elektromanyetik alan oluşur. Bu alan, bizim
biyolojimiz ve canlılarla olan bağımızı etkiler.
Kalbin tüm organlar arasında en büyük elektromanyetik alanı oluşturduğunu biliyor muydunuz? Bu alanlar ve içlerine gömülü bulunan bilgiler, düşüncelerimize ve
hislerimize göre değişiklik gösterebilir. Kalp kısa ve uzun belleğe sahip nötronlar vasıtasıyla beyne sinyaller gönderir ve bu sinyaller bizim hislerimizi
etkileyebilir. Bizi çevreleyen elektromanyetik alan ve taşıdığı bilgiler değiştikçe, etrafımızdakiler de bundan etkilenebilir. The HearthMath Enstitüsü Direktörü
Profesör Doktor Rollin McCraty, “Temelde ve derin bir şekilde hepimiz birbirimizle ve gezegenin kendisi ile bağlantılıyız,” demiştir.
“Bulgulara göre kalbi sevgi ve şefkat gibi olumlu hislere yönlendirdiğimizde kalpten sosyal çevremizi (ev, iş, okul, …) etkileyecek manyetik bir dalga yayılır. Farklı
bireylerin kalpleri benzer dalgalar yaydıklarında oluşan enerjik alan sayesinde insanlar daha kolayca bir araya gelebilir. Yani teorik olarak yeterli sayıda kişiden
oluşan bir grubun senkronize bir şekilde aynı dalgayı etrafa yayması, tüm dünyayı etkileyebilir.”
Yukarıdaki sözler, Quantum Intech Genel Müdürü Dr. Deborah Rozman’a ait. Her gün yeni bir şeyin bulunduğu bir çağda yaşıyoruz ve bu konuya istediğimiz kadar ağırlık
verilmese bile bilim, hepimizin Güneş Sistemi’ni bile aşan büyük bir enerji ağının parçası olduğumuzu doğruluyor.
Peki, frekans uyumu tam olarak nedir? Adından anlaşılacağı üzere bir uyum ve örüntü söz konusu. Dr. Rozman bu uyumu şöyle tanımlıyor: “Kuantum parçacıkları,
organizmalar, kişiler, sosyal gruplar, gezegenler ya da galaksiler fark etmeksizin sistemlerin içinde ve arasında bulunan bir anlaşma haline frekans uyumu denir.”
Kısacası sevgi, minnettarlık, kanaatkarlık gibi “pozitif” duygular sadece kendi sinir sistemimizi değil; aynı zamanda çevremizdekileri ve hatta tahminimizin ötesinde
başka sistemleri bile etkilemektedir.
Bu biraz da toplu meditasyon ve duanın etkileri üzerinde yapılan çalışmaları andırmıyor değil. Bunların görülebilir fiziksel etkilerinden ziyade önemli verileri ortaya
koyan yayınlar mevcut. Bu tarz çalışmaları inceleyen, kolaylıkla erişip indirebileceğiniz, uzman elinden geçmiş yayınları internette bulabilirsiniz.
Dünya çapında çeşitli organizasyonların toplu meditasyon, dua, enerji yayma gibi faaliyetlerin etkilerini araştırması frekans uyumunun önemini gözler önüne seriyor.
Pek çok araştırma gösteriyor ki belli bir niyetle yapılan bu tarz toplu faaliyetler ölçülebilir etkiler yaratabiliyor.
Örneğin, 1980’lerdeki İsrail-Lübnan savaşı sırasında benzer bir deney yapılmıştı. Harvard Üniversitesi’nden iki profesör Kudüs, Yugoslavya ve Amerika’da 27 ay
süresince aralıklarla savaş alanlarına odaklanmak üzere deneyimli meditasyoncu grupları oluşturdu. Çalışma boyunca orada her ne zaman bir grup meditasyon yapsa
Lübnan’daki şiddet oranı %40-80 arası azaldı. Savaşta bir günde ölen kişi sayısı 12’den 3’e düştü. Savaş kaynaklı toplam yaralanma oranı ise %70 azaldı.
(Childre;Martin;Rozman;McCraty, 2016)
Washington’da 1993’te yapılan bir çalışmanın sonuçlarına göre ise barış enerjisi yayarak belli zaman aralıklarında 2,500 kişi meditasyon yaptığında suç oranlarında
%25’lik bir düşüş yaşandı.
“Her bireyin enerjisi, kolektif alanın bütünlüğüne katkıda bulunur. Yani her bir kişinin duygu ve düşünceleri bir şekilde bu alanı da etkiler. Toplumsal stresi küresel
enerji alanından ayırt etmenin ilk adımı, kendi enerjimizi kontrol etmekten geçer. Kendimize düşeni yerine getirerek çevremizi etkileyen düşüncelerimiz, hislerimiz ve
davranışlarımızın daha çok bilincinde olabiliriz. İstediğimiz her an enerjimizi kontrol altına alabiliriz. Bu da küresel uyumu sağlayacak bireysel/yerel özgürlüğe denk
gelir.” (Childre;Martin;Rozman;McCraty, 2016)
GCI – Küresel Uyum Organizasyonu
GCI, insanlığın iyi enerjisini ve küresel bilinci artırmaya yardımcı olan uluslararası bir kuruluştur. Bu organizasyonun öncelikli fonksiyonu, insanları küresel enerji
alanına daha bilinçli bir şekilde sevgi ve şefkat gibi pozitif enerjilerle katkı sağlamaya davet etmektir. GCI aynı zamanda birbirimiz ve gezegenimizle olan bağa
odaklanıp bunu daha iyi bir dünya yaratmak için ne şekilde kullanabileceğimiz üzerine bilimsel çalışmalar da yürütmektedir.
Bilim insanı ve araştırmacıların süreç öncesi hipotezleri şu şekildeydi:
Dünyanın manyetik alanları tüm canlıları birleştiren biyolojik bilgi taşır.
Her birey bu küresel alanı etkiler. Pek çok insanın uyum halinde sevgi, minnet, duyarlılık ve şefkat gibi olumlu hislerin enerjisini yaymasıyla içinde bulunduğumuz
karmaşa halinden kurtulabiliriz.
İnsanlar ve dünyanın enerjik/manyetik sistemleri arasında karşılıklı bir etkileşim vardır.
Dünyanın hepimizi etkileyen birden çok manyetik alan kaynağı mevcuttur. Bunlardan ikisi, çekirdekten kaynaklanan geomanyetik alanla Dünya ve iyonosfer arasında
kalan kısımlardır. Dinamik ekosistemin bir parçası olan bu alanlar, gezegenimizi çevreleyerek bizi güneş ışığı radyasyonundan, kozmik ışıklardan ve uzayın diğer
zararlı etkilerinden korur.
Dünyanın şu an içinde bulunduğu durumu düşününüz. Kafamızı çevirdiğimiz her yerde bu kadar şiddet, savaş, nefret ve açgözlülük varken küresel bir uyum kesinlikle söz
konusu olamaz. Bu hususta bize yapacak çok şey düşüyor. Düşünce ve duyguların dünyayı nasıl etkilediğini, onun manyetik alanına ne tarz mesajlar işlediğini ya da
onunla ne şekilde etkileşime girdiğini henüz bilmiyoruz. Ama burada, hayatlarında değişiklik yaratmak ve daha kaliteli yaşamak isteyen insanların arttığından eminiz.
Bilim insanları bu manyetik alanların farkında olsalar da henüz bilmediğimiz pek çok şey mevcut. Bilime göre bu manyetik alan, sağlığımızı ve davranışlarımızı bile
etkilemektedir. (McCraty, 2012; Rosch, 2014)
Bilimsel kaynaklara göre psikolojik ritim ve küresel kolektif davranışlar yalnızca güneş ve geomanyetik aktiviteyle bağlantılı olmakla kalmaz, aynı zamanda bu
alanlarda problem yaşanması insan sağlığı ve davranışları üzerinde olumsuz etkiler de yaratabilir. (Doronin, 1998; Kay, 1994; Mikulecky, 2008)
“Dünyanın manyetik alanı bir şekilde zarar gördüğünde uyku bozukluklarına, akıl karışıklığına, sebepsiz halsizlik veya can sıkıntısına neden olabilir. Manyetik alan ve
güneş aktivitelerinin dengeli bir kombinasyonu sağlandığında insanlar daha iyi, pozitif ve yaratıcı hissettiklerini bildirmişlerdir. Bunun sebebinin insan beyni,
kardiyovasküler ve sinir sistemlerinin geomanyetik frekanslarla senkronize olması olasıdır.” (Childre;Martin;Rozman;McCraty, 2016)
Dünya ve iyonosfer 0.01-300 Hertz arasında değişen bir frekans yayar. Değişkenlikleri sayesinde manyetik alanlar bazen beynimiz, kardiyovasküler ya da sinir
sistemimizle senkronize olabilir. Bu da Dünyanın ve Güneşin manyetik alanlarının bizim üzerimizdeki etkisini açıklayabilir. Bu alanlarda değişiklik olursa beyin
dalgalarımız, kalp ritmimiz, hafızamız, atletik performansımız ve genel anlamda sağlığımız bundan etkilenebilir.
Ayrıca, aşırı güneş aktivitesinin dünyanın manyetik alanına etkileri yüzünden insanlığın hem en büyük sanat eserleri hem de en trajik olaylarından bazılar meydana
gelmiştir.
Artık bu alanların bizi nasıl etkilediğiniz biliyoruz. Peki ya biz de onu etkilemeye karar verirsek? GCI bilim insanlarına göre kalp ritmi ve beyin dalgalarının
dünyanınkiyle eşleşmesi sayesinde biyolojik bilginin hem alıcıları hem de kaynağıyız.
“Araştırmaya göre insan duyguları ve bilinci geomanyetik alana biyolojik bilgi transferi sağlar ve bu bilgiler dünyanın her yerine dağıtılır. Manyetik alan tüm
canlıları ve toplu bilinci etkileyen bu bilgileri taşır.”
Hala tamamlanmamış bulunan bu araştırma şüphesiz dallanıp budaklanacak. Davranışlarımız, duygularımız ve asıl niyetimizin oldukça önem arz ettiği gerçeğini
destekleyecek ve hepimizin birbirimizi etkilediğine dikkat çekecektir. Uyum içinde ve ortak bir amaç çevresinde buluşulduğunda dünyada olup bitenleri ve hayat
kalitemizi değiştirebiliriz. Yukarıda bahsi geçen olumlu pek çok duyguya odaklanıp daha iyi kişiler olmaya çabalayarak gezegenimizi de daha iyi bir yer haline
getirebiliriz.
Peki, Siz Ne Yapabilirsiniz?
Mesela üzgün ya da kızgın hissettiğinizde verdiğiniz tepkileri gözlemleyin. Bu şekilde duygularınızın kontrolünü kazanmanız ve kendinizi geliştirmeniz mümkün
olacaktır. İyi hissetmek için elinizden geleni yapın. Bunlar spor yapmak, sağlıklı beslenmek, elektronik aletler başında olabildiğince az vakit geçirmek,
arkadaşlarınıza zaman ayırmak ya da herhangi bir şey olabilir. Daha az yargılayıcı olmayı ve kökenlerini araştırarak niyetlerinizi iyileştirmeyi deneyebilirsiniz.
Sahip olduklarınızla mutlu olabilir, başkalarına yardım edebilir ve böylelikle sevdiklerinizi gülümsetebilirsiniz.
Bu süreçte –meditasyon gibi– size yardımcı olabilecek pek çok şey de mevcut. Asıl unutmamanız gereken nokta şu: Kendinizle mutluysanız ve duygularınız sizin
kontrolünüz altındaysa hem dünyaya hem de çevrenizdekilere iyilik etmiş olursunuz. Eğer sürekli kızgınsanız ya da kötü niyetlerinizle başkalarına zarar veriyorsanız da
yaptıklarınızın tam tersini yapmak için çok geç değil.
Bu konuda daha fazla şey öğrenmek istiyorsanız HearthMath Enstitüsü’nün internet sitesine bakabilirsiniz. HearthMath Enstitüsü uluslararası bir üne sahip, kar amacı
gütmeyen bir eğitim organizasyonudur ve insanlara stresi azaltma, duyguları yönetme ve daha sağlıklı ve mutlu bir hayat yaşama konusunda destek olmayı amaçlar.
Yazan: Arjun Walia
Çeviren: Nejla Nur Güney
Yayınlanan Site: koloktiif-kozmos.com
|
|
|
HİPNOZ TEKNİKLERİ " 2 " |
Yazar: Archilles - 31-01-2017, Saat: 22:33 - Forum: Hipnoz
- Yorum Yok
|
|
Şimdi herkesin rahatlıkla uygulayabileceği bir ipnoz yöntemiyle konumuzu toparlayalım... Bu çalışma için öncelikle bir süje bulmakla işe başlayın. Gönüllü bir süjeyi bulduktan sonra neler yapacaksınız adım adım bunu görelim:
Çalışmaya başlamadan önce elinizi yüzünüzü sabunla iyice yıkayın. Mümkünse ılık bir duş alın.
Kimsenin sizi rahatsız etmeyeceği, sessiz bir odaya geçin. Süjenizin başına ve sırtına yumuşak yastıklardan hazırlayacağınız bir döşekle, hafif dik bir pozisyonda yatmasını sağlayın. Tam oturmasın ama tam da yatmasın. İkisinin ortasında bir şekilde kanepeye uzansın. Odanızın ışığını azaltın. Elinize ışığı mavi kap kağıdıyla örtülmüş küçük bir el feneri alın... Süjenizin göz hizasının biraz üstünde tutarak, mavi ışığa konsantre olmasını isteyin. 2-3 dakika süreyle sadece mavi ışığa baksın ve ondan başka hiç bir şey düşünmesin. Mavi ışık süjenizin gözlerinden 30 cm kadar uzakta tutulmalıdır. Bu süre içinde kendisine şu telkinlerde bulunmaya başlayın:
"Gayet rahat, gayet sakinsiniz... Sizi saran ağırlıklardan kurtulun... Rahatça uzandınız... Vücudunuzda sizi rahatsız eden bir şey varsa hareket edip düzeltebilirsiniz... Vücudunuzu serbest bırakın... Omuzlarınızı serbest bırakın... Külçe gibi bu koltuğa yığın kendinizi... Gayet rahat ve sakin durumdasınız... Gözlerinizi kapatmak istiyorsunuz ama kapatmayın. Işığa, sadece ışığa bakın... Zihniniz sesime ve ışığa odaklanmış durumda... Asla gözlerinizi kapatmayın... Dikkatlice ışığı gözleyin ve sesime konsantre olun... Az sonra gözlerinizi kapatacaksınız... iyice gevşemeye başladınız... Gevşiyorsunuz... Üçe kadar sayacağım... Uç deyince gözlerinizi kapatabilirsiniz... Bir... iki... Uç..."
Süjeniz gözlerini kapattıktan sonra 15 saniye kadar susun. Bırakın a ritmi onu sarsın. Bu arada şu telkinlerde bulunun:
"Bacaklarınız, kollarınız, karın ve sırt kaslarınız gevşiyor... Yüz kaslarınız, gözlerinizin etrafındaki kaslar gevşiyor... Bir gevşeme dalgası sizi kuşatmış durumda... Bu gevşemenin sizi sarmasına izin verin... Omuzlarınızı, başınızın yastığa değen kısımlarını bırakın yığılmasına yatağa serilsinler... Birazdan gözlerinizi açmanızı sizden isteyeceğim... Biliyorum. Sizi saran bu gevşeme hali yüzünden gözlerinizi açmak size büyük bir azap gibi geliyor... Ama komutumu bekleyin... Üçe kadar sayıyorum... Uç deyince açın gözlerinizi açacaksınız... Bir... İki... Üç..."
15 saniye hiç bir şey söylemeyin. Mavi ışığınıza bakmaya devam etsin... Bu arada şu telkinlerde bulunun:
"Gözlerinizi büyük bir zorlukla açık tutuyorsunuz. Işık sizi ağır ağır kendinizden geçiriyor... Ona dikkatle bakınız... Tüm dikkatinizi ona yöneltiniz... Işık gittikçe silikleşmeye ve bulanıklaşmaya başladı... Göz kapaklarınız iyice ağırlaştı... Gözlerinizle birlikte tüm vücudunuz ağırlaştı... Kollarınız, bacaklarınız kurşun gibi ağır... Daha çok ağırlaşıyor... Bu ağırlığı gittikçe daha çok hissediyorsunuz. Bu ağırlık tüm vücudunuzu sarıyor... Göz kapaklarınızı açık tutmakta güçlük çekiyorsunuz... Üçe kadar sayacağım ve siz zorlukla açık tutmaya çalıştığınız gözlerinizi büyük bir huzur içinde kapatacaksınız... Gözlerinizi kapadığınızda şimdiye kadar hiç olmadık bir huzur ve gevşeme dalgası sizi kuşatacak... Bir... iki... Üç..."
Süjenize 15 saniye telkin vermeden onu kendi haline bıraktıktan sonra size daha önce "kendi kendine gevşeme" metotlarında verdiğimiz nefes alma egzersizlerini süjenize yaptırın ve daha sonra şu telkinlerle ipnoz deneyinize devam edin:
"Gevşiyorsunuz... Gittikçe daha fazla gevşiyorsunuz... Uyku ile uyanıklık arasındaki bir sınırda derin bir şekilde gevşiyorsunuz... Gayet rahat, gayet sakinsiniz... Büyük bir huzur içinde gittikçe daha çok, daha çok gevşiyorsunuz... Rahat, sakin ve düzenli olarak nefes alıyorsunuz... Kendinizi içinizden hissedin... Kendinizi içinizden hissedin... Ağır ağır dalgalanıyorsunuz... Kalbiniz sakin ve güçlü olarak atıyor... içinize dolan enerji sizi beşikteymiş gibi sallamaya devam ediyor... Gayet rahat, gayet sakinsiniz... Gevşemenin sizi saran duygusunu hissedin... Gevşemenin verdiği huzuru hissedin... Gevşiyorsunuz... Gittikçe daha çok gevşiyorsunuz... Tüm bedeniniz bir külçe gibi yığılmış vaziyette... Ve siz onu hissedemiyorsunuz bile... Kendinizi içinizden hissetmeye devam edin... Bırakın gevşemenin huzuru sizi iyice sarsın... Artık enerjinizin kaynağıyla bir ve bütünsünüz..."
Süjeniz şu anda telkin alma yeteneğiyle orantılı bir gevşeme şuuru içinde bulunmakta... Artık isteğiniz doğrultusunda ona bazı telkinlerde bulunabilirsiniz. İlk başlarda ona büyük bir enerjiyle dolu, neşeli bir şekilde kalkacağını telkin edin. Bu onun streslerden büyük bir oranda arınmasını sağlayacaktır. Çalışmalarınız ilerledikçe onu çeşitli alışkanlıklarından kurtarabilir ya da eğer varsa psikosomatik kökenli rahatsızlıklarını tedavi etmeye de çalışabilirsiniz. Deneylerinizdeki başarınızı ölçmek için, süjenize bazı telkinlerde bulunarak süjenizin gevşemede hangi aşamaya kadar ulaştığını test edebilirsiniz. Örneğin ondan bir elmayı gözünün önünde canlandırmasını isteyin. Eğer bunu başarırsa en az orta dereceye yakın bir transın gerçekleştiğini düşünebilirsiniz.
Süjenizi tekrar uyandırmak için şu yolu izleyin: "Şimdi bir müddet susacağım... Tekrar sesimi duyduğunuzda sizi saran bu gevşeme şuurundan yavaş yavaş uzaklaşmaya başlayacaksınız..."
25 - 30 sn kadar sustuktan sonra şu telkinlerle çalışmanızı sona erdirin:
"Derin bir nefes alın ve verin... Gevşeme halinden çıkmaya kendinizi hazırlayın... Tekrar derin bir nefes atın ve nefesinizi verin... Nefesinizi verirken sizi saran gevşeme hali hızla verini normal şuurunuza terk etmeye devam edecek... Uyanıyorsunuz... Eski halinize geri dönüyorsunuz... Az sonra sizden gözlerinizi açmanızı isteyeceğim... Yavaş yavaş ellerinizi ve ayaklarınızı kıpırdatabilirsiniz... Biraz sonra üçe kadar sayacağım... Uç dediğimde tamamen uyanmış olacaksınız. Gözlerinizi açtığınızda büyük bir enerji dolmuş vaziyette neşe içinde uyanacak ve ayağa kalkacaksınız... Bütün baskılardan ve streslerden uzak bir yaşam sizi bekliyor... Ayaklarınızı, bacaklarınızı ve kollarınızı kıpırdatın ve gerin kendinizi... İyice gerin... Boynunuzu ve başınızı oynatın... Bir... iki... Üç..."
Bu tür ipnoz çalışmalarını yaparken, süjenizin şuuraltı her türlü tesiri kabule açık olacağı için, sizin duygu ve düşünce bazında sürekli pozitif bir enerji üretmeniz gerekmektedir. Eğer o gün çok yorgun ya da stresliyseniz. Kesinlikle süjenizle ipnoz çalışmaları yapmamaya özen gösterin.
Kaynak:gizliilimler
|
|
|
HİPNOZ TEKNİKLERİ " 1 " |
Yazar: Archilles - 31-01-2017, Saat: 22:31 - Forum: Hipnoz
- Yorum Yok
|
|
Hipnotizmanın tarihçesini işlerken gördüğümüz gibi; hipnotizma yapmak için bir çok usul kullanılmaktadır. Hatta her hipnotist kendi kişiliğine uygun bir usul tespit ederken; sujenin durumunu da göz önüne alarak bu usulünde zaman zaman değişmeler yapabilmektedir. Belli başlı hipnotistlerin kullandıkları usulleri ve metotları yeri geldikçe izah etmeye çalışacağız. Ama esas vermek istediğimiz kendi kullandığım metodun ayrıntılarını burada sizlere sunabilmektir. Yılların araştırmalarının vermiş olduğu bilgi ve tecrübe birikimini burada satırlara dökmeye çalışacağım. bu arada literatür bilgisi ile çatışan veya desteklenen yerleri de özellikle belirteceğim. Şimdilik aşağıda ismi belirtilen araştırmaların usul ve metotlarını ve bu arada kendi usulümüzü aktarmaya çalışacağım. Bunlar;
Kendi Usulümüz «Bakışla Tespit, Sözle Telkin»
DELEUZE USULÜ
Tester USULÜ
NOİZET USULÜ
ESSDAİL USULÜ
FARİA USULÜ
BRAİD USULÜ
CHARCOT USULÜ vardır.
LIEABEAULT USULÜ
BERNHEIM USULÜ
1- KENDİ USULÜMÜZ: BAKIŞLA TESPİT, SÖZLE TELKİN METODU
Metodumuz temelde diğer tekniklerden pek farklı değildir. Bütün teknikler temelde aynı fizyolojik kanunlardan hareket ederek belirli sonuçlara ulaşmışlardır. Temelde aynı olan metotlar ve teknikler kullandıkları yol itibarı ile birbirinden ayrılmaktadırlar.
Metodumuzun giriş kısmını Hipnotabilite: (Suggestibilite) testlerini izah ederken kısmen değinmiştik. Burada konuyu daha detaylı ve etraflı olarak inceleyeceğiz.
Şahsıma yapılan müracaatların çoğu. hipnotizmayı nasıl yaptığım ve bu işin püf noktasının ne olduğu etrafında idi. Durum bu merkezde olunca; elbette ki bende bu konuya fazla eğileceğim ve bu suallere tatminkar bir cevap vermeye çalışacağım.Çalışmalarımızda esas elde etmek istediğimiz amaç süjelerimizin bize olan itimat ve güvenlerini sağlamaktır. Bunun için de bir çok hileli yola başvurmaktayım. Tarafımızdan bilinen bir çok fizyolojik illüzyon ve halüsinasyonlardan yararlanarak; süjelerimizin itimadını sağlamaktayız. Süjelerimizin itimadını temin ettik-ten sonra onları yavaş yavaş istediğimiz yöne kanalize etmekte ve bu arada oluşan telkin alma kabiliyetindeki artmadan da yararlanarak onları hipnotize etmekteyiz.
Herhangi bir süjemle hipnoz konusunda anlaşmaya vardıktan sonra daha önceki bölümlerde gördüğümüz; «Hipnoza Hazırlık» safhasında gerekli olan tüm şartları yerine getirmeye çalışırım.
Hipnoza hazırlık safhasında belirttiğim Genel Faktörler ve Özel Faktörler'den ne kadar fazla yararlanabilirsem başarım da o oranda artmaktadır. Ama bunun yanında bu bahsettiğimiz kolaylaştırma faktörlerin çoğuna sahip olmadan da çok başarılı hipnotizma seansları yaptığımızı burada belirtmek isterim. Yeri geldikçe bu seansların özel durumlarını izah etmeye çalışacağım.
Belirttiğimiz çevre şartlarını da sağladıktan sonra süjemle hipnoz odasında karşı karşıya geliriz. Odada bulunan şahıslar ve süjem pür dikkat, hareketlerimi takip etmektedir. Bu andan itibaren biraz occultik (gizemci), biraz esrarengiz tavır ve cümlelerle seansıma başlarım.
Şimdiye kadar bir kaç seansım hariç bakışla hipnotizma yapmış değilim. Dr. Braid'in yapmış olduğu metodun bir benzerini uygulamaktayım. Bahsettiğim hipnoz odasının sade ve düz olan duvarına 20 x 20 cm. ebadında bir beyaz veya saman kağıdını bir selobantla yapıştırırım. Bu yapıştırma olayı rasgele bir olay değildir. Yaptığımız her hareketin ya occultik bir anlamı veya fizyolojik bir temeli vardır. Kağıdı yapıştırdığımız yer süjemin göz hizasından 30-40 cm. yukarıda bulunur. Yaptığım çeşitli denemelerde en uygun şartın bu olduğunu gördüm. Süjenin gözüyle aynı seviyede tutulmuş, kağıt yapıştırma çalışmalarının sonucu daha başarısız oldu.
Sıra süjemin kağıda olan uzaklığın tespite geliyor. Sujenin kağıda olan uzaklığı 1,5-2 metre kadar olmalıdır. Daha uzak ve daha yakın mesafelerde aynı şekilde daha başarısız sonuçlar verdiğini gördüm.
Süjemizi uygun bir kanepeye oturturum. Oturtma işlemi de çok önemlidir. Süje otururken adalelerinden hiçbirinin kasılmaması gerekir. Çünkü sabit bir şekilde uzun süre durmasını isteyeceğimiz süjenin dikkati, bir müddet sonra adalelerinin ağrısı ve kasılması sonucu dağılabilir. Bu da bizim işimizi bozar. Onun için süjemi diş hekimlerinin kullandığı tipten bir ayarlanan koltuğa oturtmak en iyi yoldur. Şayet kullandığımız koltuk bu ise bu koltuğu 30-40 derecelik bir eğim yaptırılarak, arkaya yatırılması sağlanır. Burada dikkat edilecek önemli noktalar-dan biride süjenin boyun adalelerinin boşta kalmasına mani olmaktır. Bu tip koltuklarda süjemizin başını destekleyecek düzenekler bulunduğun-dan pek problem olmamaktadır. Şayet böyle bir koltuk imkanına sahip değilsek, rahat ve arkası uzun olan bir kanepeden yararlanabiliriz. Kanepenin arkasının (sırt dayanacak kısmın) uzun olmasının amacı; süjen'nin başını destekleme imkanına sahip olmamızdandır. Şayet böyle bir koltuğumuz yoksa seansımızı basit bir karyola üzerinde de yapabiliriz
Kaynak:gizliilimler
|
|
|
EKMİNEZİ - GEÇMİŞ YAŞAMLARA TRANSLA GERİ DÖNÜŞ |
Yazar: Archilles - 31-01-2017, Saat: 22:23 - Forum: Hipnoz
- Yorum Yok
|
|
Geçmişi tekrar yaşamaya Ekminezi denir. Ekminezi tabirini Prof. Dr. Pitre bulmuştur. Hipnotizmayla uyuttuğu süjesinin, 10-20 sene önceki hayatını en ince ayrıntısına kadar yeniden yaşamaya başladığını görünce hayretler içinde kalmış ve bu olayı araştırmaya koyulmuştur. Ekminezi olayı hatırlamaktan farklıdır, geçmişi tekrar yaşamaktır. Hatırlamada geçmişten bahsederken olayların geçmişte olduğunu biliriz ve gerçek hayatımızı o anda içinde yaşadığımız olaylar teşkil eder. Oysa Ekminezi'de şimdiki zaman henüz gelecekte olan bir zamandır ve hipnoz altındaki kişi için mevcut değildir.
Bu metot iki süreci uygulamak suretiyle gerçekleşebilmektedir. Birincisi hipnotik ve manyetik uyku, ikincisi psikolojik ayrışım. Hipnotik ve manyetik uyku yoluyla yapılan Ekminezi uygulamaları daha çok rağbet görmekle birlikte, herkesçe bilinmeyen, oldukça incelik ve ustalık isteyen psikolojik ayrışım yoluyla yapılanlar daha verimli ve kolay olmaktadır. Psikolojik ayrışım, bir insanın çevresiyle ilgisini keserek kendi ruhi bilgilerinin içine dalması ve bu durumda dışardan gelecek ruhi tesirleri kolaylıkla alabilmesidir. Psikolojik ayrışımda ruhlarla konuşulduğu gibi, süjenin veya medyumun kendi ruhundaki anılarla da bağlantıya geçilebilir. Hipnozun aksine süjenin şuuru kaybolmamıştır. Medyumun kendi ruhundaki anılarla bağlantıya geçmesi demek, onları tekrar aynen yaşamaya başlaması demektir.
Süje manyetik uykuya sokulduktan sonra uykusu derinleşir. Bu derinlik uyurgezerlik (somnambül) aşamasına kadar çıkmalıdır. Az derin uyku hallerinde Ekminezik çalışma yapılması tavsiye edilmez. Birçok arızalar ortaya çıkabileceği gibi başarı da elde edilemez.
İngiliz araştırmacıları bu konuyu aydınlatmak için profesörlerin de bulunduğu bir deneyde Babinski refleksine bakmışlardır. Babinski refleksinde, ayak tabanını bir iğneyle çizdiğimiz zaman normal insanda ayak parmakları öne ve aşağı doğru kıvrılır, buna Babinski olumsuz denir. Eğer felç olaylarında olduğu gibi kişinin ekstra pramidal sinir yollarında (hareketi sağlayan yüksek sinir merkezlerindeki sinir yolları) bir harabiyet olursa veya bu yollar bir yaşından aşağı çocuklarda olduğu gibi tam gelişmemişse Babinski refleksi olumlu olur. Böyle bir kişiye yapılan Babinski deneyinde kişi çok gıdıklanır ve ayak parmakları açılarak baş parmak geriye doğru kalkar, yani Babinski refleksi olumludur. Bu refleksi kontrol için süje hipnotizmayla uyutulur ve Ekminezi yapılır.
14 -15 yaşına götürülmüş süjede Babinski deneyi yapılmış ve Babinski olumsuz bulunmuştur. Ekminezi'ye devam edilerek süje 6 aylık hale getirilmiş ve yapılan deneyde Babinski olumlu olarak bulunmuştur. Deneyde hazır bulunan tüm gözlemciler hayretler içinde kalmış, Ekminezi'nin hatırlamadan daha ileri bir şey, tam anlamıyla bir yaşama olduğunu ve bunu Babinski deneyiyle saptadıklarını söylemişlerdir. Ama deneye burada son verilmeyip devam edilmişti. Acaba doğumdan önceki zamanda spadyumda (ahirette) refleks ne olacaktı ? Sonuç merakla bekleniyordu. Süje Ekminezi'yle doğumdan önceki zamana götürüldü. Bu anda Babinski deneyi yapıldı ve hayretle süjede hiçbir reaksiyon olmadığı görüldü. Oysa içinde bulunduğu durumu yaşıyor ve konuşuyordu. Deney tekrar tekrar yapıldığı halde ayakta hiçbir hareket yoktu. Biraz evvel 6 aylıkken kahkahalar atan ve ayağına dokundurtmak istemeyen süjede şimdi tam bir hissizlik vardı. Spadyumda süjenin bedeniyle ilgisi yoktur, çünkü bedeni yoktur, bu yüzden hiçbir refleks göstermemiştir. Tüm bu deneylerden sonra Ekminezi'nin bir hatırlama olmayıp bulunduğu anı aynen yaşama olduğu anlaşılmıştır.
Bloxham’ın teyp kayıtları arasında en ilginci, Ekminezi yoluyla 6 değişik yaşama geri dönen bir kadına aittir. Otuz yaşlarında, evli ve bir ofiste görevli olan Jane Evans, 6 geçmiş yaşamı hakkında apaçık konuşabiliyordu. Jane Evans’ın Ekminezi uygulamalarına ait kayıtlardan ilk üçü oldukça etkileyicidir. Çünkü söz konusu yaşamlar çoğumuzun hiç bilmediği tarih dönemleriyle ilgilidir. Ancak, bu kayıtlarda değinilen konuları kontrol etmeye başladığımızda her şey yerli yerine oturmaktadır. Belirli tarih kitaplarıyla, bazı tarihçilere başvurduğumuzda bu yaşam öykülerindeki çoğu inanılmaz ayrıntıların doğruluğuna şahit olmaktayız. Yanıt hemen her zaman aynıdır: “Doğru” yada “doğru olabilir”. Hatta bazı ayrıntılar için önceleri “Hayır, bu böyle değildir” diyen tarihçiler, araştırmalarını biraz daha ileri götürdüklerinde düşüncelerini değiştirmişlerdir.
Bloxham’ın ilgi çekici kayıtları sadece Jane Evans’ın yaşamlarından ibaret değildir. Süjelerin bu yaşamlarında hiç ziyaret etmedikleri kent ve ülkelerden söz ettikleri Ekminezi örnekleri de vardır. Bazen çok kültürlü insanlar Ekminezi altında cahil ve kaba bir kişiliğe bürünmekte ve tanınmayacak bir sesle konuşarak şaşılacak derecede bir argo, geçmiş zaman deyimleri ve geçmiş bir çağın sokak yaşamı bilgisini ortaya koymaktadırlar.
Jane Evans’ın Ekminezi altında geriye dönerek anlattığı altı geçmiş yaşamı tarih sırasıyla şöyledir: 1- Roma devri İngiltere’sinde Livonia, milattan sonra 286. 2- York, İngiltere’de Rebecca 1190. 3- Jacques Coeur’ün hizmetçisi Alison 1451. 4- Aragonlu Catherine’nin nedimesi Anna 1502. 5- Londralı terzi kız Ann 1702. 6- Maryland, Amerika’da rahibe Grace 1920. Ve şimdiki Jane Evans doğum 1939. Bu oldukça ilgi çekici listede yaşamlar arası geçen en kısa süre 15 yıl kadardır. O da rahibe Grace’in ölümüyle Jane Evans’ın 1939’daki doğumu arasındaki süredir.
“Hipnozla geri döndürme” olayında insanlar yaşamlarının daha önceki bir anına geri döndürülebilirler. Bu durumda süjeler tamamen unuttukları tüm geçmiş olayları en ince ayrıntısına kadar yaşamakta, geri döndürüldükleri yaşın her türlü tavrını takınmaktadırlar.
Bu, süjenin geçmiş yaşamını hatırlaması değildir, geri götürüldüğü anı her tür duygu ve düşüncesiyle yeniden yaşamasıdır. Örneğin, kırk yaşındaki biri sekiz yaşına geri götürüldüğünde sekiz yaşındayken yazmış olduğu yazının aynısını yazar, sekiz yaşındayken yapmış olduğu hataların aynısını tekrarlar. Bu yaşamında matematik profesörü bile olsa, dokuzun kare kökü sorulduğunda kesinlikle yanıt veremez!
Baltimore Metafizik Araştırmalar Cemiyeti’nde 1969 yılından beri Kalvin Widener üzerinde Ekminezi denemeleri yapılmaktadır. Cemiyetin, reenkarnasyon konusuna giren doğumdan önceye götürme çalışmalarında Ekminezi yöntemiyle Kalvin’in evvelki hayatlarından birçoğu ortaya çıkarılmıştır. Raporlara göre, Kalvin’in mağara adamından film yıldızı Rudolph Valentino’ya kadar 15 eski hayatı tespit edilmiştir. Birçok süjeden farklı olarak Kalvin hipnoz altında eski hayatlarından birine götürüldüğünde o günün dilini yazıp konuşabilmektedir. Post hipnotik telkinle epeyce derin bir transa giren Kalvin’in, bundan önceki hayatlarında 18. yüzyılda yaşamış Leo Vinoy isimli bir İngiliz, MÖ 342’de sona eren Üçüncü Sülalenin son firavunu Nechtanebo II’nin oğlu Kallikrates ve Uranüs’te yaşamış Neuron isimli bir varlık olduğu anlaşılmıştır.
Film yıldızı Glenn Ford en azından iki eski hayatına inanmaktadır. Bu, hipnoz altında yapılan deneylerden sonra anlaşılmıştır. Enkarnasyonlarından birinde bir İskoçyalı, daha öncekinde de bir Fransız olarak yaşamıştır. Her ikisinde de ortak yan atlara karşı beslediği sevgidir, at sevgisi aktörün bu hayatında da devam etmektedir. Ruhsal fenomenlere karşı olan merakı tanınmış aktörü Los Angelesli Dr. Maurice Benjamin’e kadar götürmüştür. Dr. Benjamin aktörle bir sene kadar hipnotik çalışma yaptıktan sonra Ford’un evvelki hayatları ortaya çıkmıştır.
Bundan önceki hayatında Ford, Charles Steward isimli bir müzik öğretmeniydi. O hayatında 1774’te Elgin Scotland’da doğmuş, yine aynı ülkede tüberkülozdan 1812’de bedenini terk etmişti. Ford o hayatına ait olayları anlatırken İrlanda İngilizcesiyle konuşuyordu. Piyano öğretmenliği yanında en çok sevdiği şey atlarıydı. O hayatına ait anlattıkları banttan Ford’a dinletildiğinde, İrlanda aksanıyla konuştuğunu duyunca çok şaşırmıştı. Ayrıca transtayken Beethoven ve Mozart’a ait oldukça zor parçaları kolaylıkla çaldığı görülmüştü. (Aktör şimdiki hayatında piyano çalmasını bilmiyor)
Daha evvelki hayatıyla ilgili deneylere başladığı zaman Dr. Benjamin transtaki aktöre “Neredesiniz ?” diye sormuş, “Versailles” yanıtını almıştı. Bunu söyledikten sonra Ford’un lisanı birden değişmiş ve 1600’lerin Paris Fransızcasını konuşmaya başlamıştı. Transtan çıktığında birkaç deyimden başka Fransızca hiçbir şey hatırlayamamıştı. O hayatında aktör 14. Louis zamanında Fransa’da yaşamıştı ve adı Launvaux’du. Zamanın aristokrasisini beğenmiyordu, ama aristokrat bir kadına aşıktı. Kadının kocası durumdan haberdar olunca Launvaux’u öldürtmüştü. Ford o zaman aldığı kılıç yarasının izini şimdiki hayatında da taşımakta ve zaman zaman bu yaradan rahatsız olmaktadır. Göğüs kemiği hizasına rastlayan bu yarayı aynı yerde oğlu Peter de taşımaktadır. O hayatındaki atlara düşkünlüğünü aktör çok iyi hatırlamaktadır.
Ford’un şimdiki hayatında ilk ata binişi 10 yaşına rastlar. İlk binişinde eğere hiç de yabancı olmadığını hissettiği zaman kendisi de şaşırmıştır. “Ata ilk bindiğim gün sanki eğer benim bir parçam gibiydi” demektedir. 11 yaşında polo oyunlarına katılmış, 14 yaşında ise usta bir binici olup çıkmıştır. Kendisiyle yapılan röportajlardan birinde şöyle demiştir: “Başkalarına nakletmenizi istediğim bir tek şey var. O da ölümden korkmamalarıdır. Bu hayatın ötesinde çok değişik şeyler var!”
Prens Galitzin Hamburg’da bir parkta gezinirken fakir bir kadının bankın üzerinde yatmakta olduğunu gördü ve ona acıyarak otele yemeğe davet etti. Yemekten sonra, bir manyetizör olan Prensin aklına kadını uyutmak geldi, dostlarının yanında kadını uyuttu. Uyumadan önce kadın kötü bir şiveyle Almanca'dan başka dil konuşamıyordu. Uyuduktan sonra bir evvelki hayatına götürüldüğünde düzgün bir Fransızca konuşmaya başladı. Odada bulunanların hayret dolu bakışları arasında bu hayatındaki sefaletinin sebeplerini anlattı. Kadının anlattığına göre, 18. asırda Britanya’da deniz kenarında bir şatoda iyi bir hayatı varmış. Bir aşığı olan kadın kocasından kurtulmak istiyormuş. Kocasını bir kayanın tepesinden denize yuvarlamak suretiyle öldürmüş.
Kadın cinayetin yerini ve olayı tüm ayrıntılarıyla anlattıktan sonra, Prens Bretanya’ya gittiğinde bir araştırma yaparak kadının tarif ettiği şatoyu buldu. Şatoda vaktiyle genç ve güzel bir kadının yaşadığını, kocasını kayadan yuvarlamak suretiyle öldürdüğünü öğrendi. Prens böylece kadının bir evvelki hayatıyla ilgili şeylerin tümünün doğru olduğunu kanıtlamıştı.
|
|
|
ŞAMANLAR HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKEN 13 BİLGİ |
Yazar: Spiritüeller - 31-01-2017, Saat: 21:47 - Forum: ŞAMANİZM
- Yorum Yok
|
|
1. Şaman kelimesi Tunguzca kökenlidir ve Rus bilim insanlarının yaptığı araştırmalar sonucu kullanılmaya başlamıştır.
2. Şamanlar; ruhlar, tanrılar ve insanlar arasında bağlantı kuran din adamlarıydı. Ayrıca hastalıklara çare bulmak, verilen kurbanları yer ve gök tanrılarına ulaştırmak, çeşitli dinsel törenler düzenlemek, insanları kötü ruhlardan korumak, fal bakıp gelecekten haber vermek gibi işlerle de ilgileniyorlardı.
3. İlk ve en etkili şamanlar kadınlardan oluşuyordu. Ancak daha sonra erkekler bu işte baskın rol oynamaya başladılar.
4. Şaman olan birinin soyunda başka bir şaman olması gerekir. Ancak nadiren de olsa soylarında şaman olmayanlar arasında seçildiği de görülmüştür.
5. Şamanın kolayca trans haline geçebilecek karaktere sahip olması gerekir. Bu nedenle şamanlar genellikle toplumdan soyut olarak yaşayan kişiler arasından çıkar.
6. Şamanlık belirtileri genelde ergenliğe geçiş evresinde görülür. Gerçek üstü varlıklar görme, sık baş dönmesi, ruhsal ve bedensel acılara maruz kalma, sinirli olma, insanlarda kendini soyutlama, sürekli düşünceli bir tavır gibi davranış biçimleri şaman olacak kişide gözlenen belirtilerdir.
7. Ancak sadece bu özellikleri taşıyanların şaman olmaz. Şaman olabilmek için belirli bir bilgi birikimi ve eğitimin de olması gerekir. Şaman olmaya aday olanlar şaman olmadan önce bir takım eğitimlerden geçirilirler.
8. Çok yaygın olmamakla birlikte, dünyanın çeşitli bölgelerinde şamanların, trans haline geçebilmeleri için uyuşturucu bitki ya da ilaçları kullandığı görülmüştür.
9. Peki ya ilk şaman nasıl ortaya çıktı?
Çeşitli toplumların çeşitli efsanelerinde farklı farklı hikayeler olsa da bir din tarihçisi olan Mircea Eliade'nin bahsettiği bir Buryat efsanesine göre tanrılar, insanı yarattıktan sonra, kötü ruhlar hastalık ve ölüm yaymaya başlar. Bunun üzerine ilahlar, bu kötü ruhlarla mücadele etmesi ve insanlara yardım etmesi için bir şaman göndermeye karar verir. Ancak şaman olarak gönderilen kartalın dilinden anlamayan insanlar ona güvenmez. Bunun üzerine kartal ilahlara döner ve kendisine insanlarla konuşma yeteneği verilmesini ya da onlara kendi cinslerinden bir şaman gönderilmesini diler. İkinci dileği kabul olan kartal insan kılığında tekrar dünyaya gönderilir. Geri dönen kartal ağacın altında uyuya kalmış bir kadın görür ve bu kadınla birlikte olur. Bu birlikteliğin sonucunda ise ilk şaman olarak nitelenen çocuk dünyaya gelir.
10. Şamana yardımcı olan malzemelerden biri de üzerinde çeşitli eşyaların ve hayvan kalıntılarının bulunduğu elbisesidir. Bu elbise şamanın trans anında yaptığı yolculuklarda biçim değiştirmesini sağlar.
11. Araştırmalara göre en eski şaman kıyafetleri hayvan şeklinde olan kıyafetlerdir. Bu, kıyafeti giyen şamanın gerektiği zaman hayvanın şekline girebileceğini işaret eder.
12. Şamanların bir diğer önemli malzemesi de davullarıdır. Şamanın yeraltına iniş ya da gökyüzüne yükselme törenlerinde önemli bir rolü olduğu düşünülür. Ayrıca tanrıya kurban sunma, bir evi kötü ruhlardan temizleme, kötü ruhları yakalama ve onları içinde hapsetme gibi amaçlarla da kullanılmıştır. Kullanılmasındaki başka bir amaç ise davul sesinin ritmiyle ayinin gidişatının izleyicilere aktarmak ve trans durumuna geçişi kolaylaştırmaktır.
13. Şamanların kullandığı bir başka eşya ise asalarıdır. Bu baş kısmı 2 ya da 3 çatallı sopaların uç kısımları şamanın ait olduğu klanı ifade eder. Bu asaların uç kısımlarına kumaştan yapılmış beyaz, sarı, kırmızı, yeşil, mavi ve siyah renkte şeritler ve çanlar bağlanır.
|
|
|
ŞAMANİZM'DEN GELEN TÜRK ADETLERİ |
Yazar: Spiritüeller - 31-01-2017, Saat: 21:35 - Forum: ŞAMANİZM
- Yorum Yok
|
|
Su dökerek uğurlama:
Gidenin arkasından su dökmek eski Türkler'deki su kültünün doğurduğu bir adettir.
Mum:
Câmi avlularında mum yakılması, ağaçlara bez ve çaput bağlanması da Şamanizm döneminden günümüze aktarılan geleneklerdir.
Tahtaya Vurmak:
Yine, istenmeyen bir olay duyulduğunda tahtaya el ile tokmak gibi üç kere vurulması da, kötülükten korunmak, kötü ruhların duymasını önlemek amacına yönelik eski bir Şaman inanışıdır.
Kurşun Dökme:
Kurşun Dökme de Şaman geleneklerinden kalan bir âdettir. Şamanlar bu ritüele “Kut Dökme” anlamına gelen “Kut Kuyma” adını vermişlerdi. İnsana musallat olan kötü ruhların olumsuz etkisini ortadan kaldırmaya yönelik olarak çok eski dönemlerde uygulanan sihir kökenli bir ritüeldi
Kırmızı kurdale:
Loğusa kadınların başına bağlanan kırmızı kurdela Şaman döneminden günümüze kadar ulaşmış bir adettir. Bu kurdelanın anneyi ve yeni doğan çocuğu, albız denen şeytana karşı koruduğuna, özelikle Alevilik'de gözlemlenen mezarın başına bağlanan kırmızı kurdelanın da ölüye kötü ruhların musallat olmasını engellediğine inanılır
AY:
Anadolu'da yeni ayın görünmesi sırasında yere diz çökerek niyaz edilmekte, gökyüzüne, aya ve toprağa bakarak dilekte bulunulmaktadır. Yeni ayın yeni umutlara ve yeni başlangıçlara vesile olacağı düşünülür. Bu olgu da Türkler'in eski Göktanrı inancından kaynaklanmaktadır.
40 Sayısı:
Eski Türk inanışına göre ruh fizikî bedeni 40 gün sonra terk etmektedir. Türk destanlarında kırk sayısı çok yer alır ve kırk yiğitler, kırk kızlar epeyce geçer. Manas destanında olduğu gibi, Dede Korkut hikâyelerinde kırk yiğitler görülmektedir. Kırgız türeyiş efsânesinde de, Sağan Han’ın bir kızı ve otuz dokuz hizmetçisi ile kırk kız bir gölün kenarına giderek sudan gebe kalmışlardı. Oğuz’un verdiği şölende, diktirdiği sırıkların boyu kırk kulaç uzunluğunda idi. Hikâyelerde ve masallarda kırk gün ve kırk gece düğünler, kırk haremiler, kırk satır ve kırk katır çok geçer. Bazı ejderhalar vardır ki onlar yenilmez ve ölmezler, ancak bunların tılsımları bozulursa ölürler. Bu gibi ejderhaların kırk günlük bir uyku zamanı vardır. İşte bu zamanda ejderhanın yanına gidilir, üzerinden kırk tâne kıl koparılır, ateşe atılarak yakılırsa ejderha da ölür.
40 sayısı da totemcilik döneminden kalma bir inanıştır. Semâvî dinler dâhil tüm dinlerde 40 sembolizmasının görülmesi dinlerin evrim süreci konusunda fikir vermektedir. İslâmiyet'te ölümün ardından 40 gün geçtikten sonra Kur'an ve Mevlit okutma âdetlerinin, Musa'nın Tanrı'nın buyruklarını Tur dağında 40 gün 40 gecede almasının, eski Mısır’da firavunun ölümünden kırk gün sonra cennete gidebilmek için bir boğa ile mücadele etmek zorunda kalmasının, Hıristiyanlar'ın paskalyaya 40 gün oruç tutarak hazırlanmasının, Ayasofya kilisesinin zemin katında 40 sütununun ve kubbesinde de 40 penceresi olmasının kökeninde o devirlerden kalma Şaman veya totem geleneklerine benzetilmektedir.
Mezartaşı:
Şaman âyin sırasında yardımcı ruhlarını kullanmaktadır. Ölülerin, âilenin vefat etmiş büyüklerinin, eski Şamanlar'ın ruhlarının, ormanın, suyun ve yerin yardımcı ruhlarının da Şaman'a yardım ettiği kabûl edilir. Ölen büyüklerin ruhlarının çoğalması sonucu bu ruhların en kıdemlisinin ruhların başına geçeceğine ve bunun da diğerlerinin yardımı ile Şaman'a yol göstereceğine inanılır. Kuş biçiminde düşünülen bu ruhlar Şaman'a gökyüzüne yapacağı yolculukta yardımcı olmaktadırlar. Toplumda ulu kabûl edilen kişilerin ölümünden sonra ruhlarından medet ummak mezarları kutsamış ve bu yerler medet umulan yerler hâline gelmişlerdir. Günümüzde mezar, türbe, yatır ve benzeri yerlerin ziyareti ve bunlardan medet umulması da bu inanç sisteminin devamı olarak ortaya çıkmıştır.
Eski Türkler’de mezarları gizleme geleneği yoktur, aksine özellikle büyüklerin özel mezarları yapılıp, üzerlerine bir yapı (bark) yapılmış, barkın iç duvarları ölünün yaşarken katıldığı savaş sahnelerini gösteren resimlerle süslenmiştir. Ayrıca mezarın veya mezar yapısının üstüne Balballar dikilmiş, sıradan kişilerin mezarlarına da, belirli olması için tümsek biçimi verilmiştir.
Arap dünyasında mezar taşı yoktur. Ölünün toprakla bütünleşmesi ve zaman içinde kaybolması istenir. Kutsanması günahtır. Mezarlara taş dikilmesi ve bu taşın san'at eseri hâline getirilecek kadar süslenmesi İslam coğrafyasında sadece Anadolu’da görülmektedir.
Dilek tutma:
Göktanrı inancında kanlı kurbanlardan başka bir de kansız kurbanlar vardır. Saçı, yalma, yani ağaçlara veya kamın davuluna bağlanan paçavralar, ateşe yağ atma, tözlerin ağızlarını yağlama ve kımız serpme gibi törenler bu kansız kurbanlardır.
Ölüm:
Şamanizm'de köpek ruhun yaklaştığını uzaktan acı ulumayla haber verebilmektedir. Sıradan bir kişi bu ruhu görürse bu onun pek yakında öleceğine işaret sayılır. Anadolu’da günümüzde köpek uluması uğursuz sayılmaktadır. Köpeklerin bâzı olayları önceden algıladıklarına ve bunu uluyarak anlattıklarına inanılır.
İçki:
Şamanlar (kamlar), Tanrı ve koruyucu ruhlar için arak (rakı) saçı saçarlar, bu kansız kurban sayılır. Oysa İslâm’da içki içilmesi kesinlikle yasaklanmıştır. Eski Türk kültüründe içki içilmesi yaygın bir gelenektir. Özellikle düğünlerde ve mutlu günlerde müzik eşliğinde içki içilmesi geleneği vardır.
Kubbe:
Ayrıca, cami mimarisine kattığımız "kubbe" gök tanrı dini'nden taşıdığımız bir durumdur.
Nazar:
Anadolu’da halk arasında “nazar” olgusu çok yaygın bir inançtır. Bâzı insanların olağandışı özellikleri olduğu ve bunların bakışlarının karşılarındaki kimselere rahatsızlık verdiğine, kötülük yaptığına inanılır. Bunun önüne geçmek için “nazar boncuğu”, “deve boncuğu”, “göz boncuğu” v.s. takılır. Nazar olgusu da eski Türk inançlarındandır.
Halı Kilim Desenleri:
Şaman'ın üzerine giydiği giysiye yılan, akrep, çiyan, kunduz gibi yabanî ve zararlı hayvan şekilleri çizilerek onların kaçırılacağına inanılırdı. Bugün Anadolu’da Türkmen köylerinde dokunan halı, kilim gibi örgüler Şaman giysilerinin izleri taşımaktadır.
Müzik:
Şamanlar âyinlerinde davul ve kopuz kullanmışlardır. Müziksiz bir âyin düşünülemez. Oysa İslam dininde Kur'an dışındaki dinî eserlerin müzikle okunması günahtır. Şaman geleneğinin devamı olarak Anadolu’da Hz. Muhammed'in, Hz. Ali’nin hayatları müzikle okunmaktadır. Mevlit ve İlâhiler sâdece Anadolu’da uygulanan müzikli anlatımlardır.
|
|
|
ECKHART TOLLE - ACI BEDEN DÜŞÜNCELERİNİZLE NASIL BESLENİR? |
Yazar: Spiritüeller - 31-01-2017, Saat: 21:09 - Forum: ECKHART TOLLE
- Yorum Yok
|
|
Acı beden, acıktığında ve kendini yenileme zamanı geldiğinde, uykusundan uyanır. Buna ek olarak, herhangi bir zamanda herhangi bir olayla tetiklenerek de harekete geçebilir. Beslenmeye hazır olan acı beden, en önemsiz olayı, birinin söylediği ya da yaptığı bir şeyi ve hatta bir düşünceyi tetik olarak kullanabilir. Eğer yalnız yaşıyorsanız ya da o sırada yakınınızda kimse yoksa, acı beden sizin düşüncelerinizle beslenir. Aniden, düşünce sisteminiz belirgin bir şekilde olumsuz hale gelir. Genellikle, bu olumsuz düşünce krizi başlamadan önce zihninize olumsuz bir duygu dalgasının girdiğini fark etmezsiniz; endişe ya da öfke gibi. Bütün düşünceler enerjidir ve acı beden şimdi düşüncelerinizin enerjisiyle besleniyordun Ama her düşünceyle beslenemez. Olumlu bir düşüncenin, olumsuz bir düşünceden tamamen farklı bir duygu tonu algılamanız için olağanüstü hassas olmanıza gerek yoktur. Aynı enerjidir ama farklı bir frekansa sahiptir. Acı beden, mutlu ve olumlu bir düşünceyi hazmedemez. Sadece olumsuz düşüncelerle beslenebilir, çünkü kendi enerji alanına uyan düşünceler sadece onlardır. Her şey, sürekli hareket halinde olan enerji alanlarıyla titreşirler. Oturduğunuz sandalye, elinizde tuttuğunuz kitap ya da çalışma masanız, son derece katı ve hareketsiz gibi görünebilir, çünkü duyu organlarınız onların titreşimlerini o şekilde algılamak üzere yaratılmıştır. Yani moleküllerin, atomların, elektronların ve atomaltı partiküllerin bir araya gelerek ve titreşerek oluşturdukları şeyleri siz sandalye, kitap ya da masa olarak algılarsınız. Fiziksel nesne olarak algıladığımız şey, belli bir hızda titreşen enerjiden ibarettir. Düşünceler, maddeden daha hızlı titreşen bir enerjiye sahip olduklarından, beş duyumuzla algılanamazlar. Düşüncelerin kendilerine ait bir frekans alanı vardır ve olumsuz düşünceler daha alt seviyelerde kalırken, olumlu düşünceler daha üst seviyelere çıkar.
Acı bedenin titreşim hızı, olumsuz düşüncelerin titreşim hızıyla aynıdır ve acı bedenin sadece olumsuz düşüncelerle ve duygularla beslenebilmesinin nedeni de budur. Düşüncenin duygu yaratması kalıbı, acı beden durumunda tersine döner. Acı bedenden yayılan duygu, kısa süre içinde düşünce sisteminizi etkisi altına alır ve zihniniz acı bedenin kontrolü altına geçtiğinde, düşünce sisteminiz de olumsuz hale gelir. Zihninizdeki ses size hayat ya da kendinizle ilgili üzücü, endişe verici, öfkelendirici hikâyeler anlatır ve bunu yapmak için geçmişinizle, insanlarla veya geleceğinizle ilgili gerçek ya da hayali olayları kullanır. Kendinizi tamamen o sesin söyledikleriyle tanımlar, bütün bozuk düşüncelerine inanırsınız. O noktada, mutsuzluk bağımlılığı yerleşir. Sorun olumsuz düşünce trenini durduramamanız değildir; durdurmak istememenizdir. Bunun nedeni, o sırada acı bedenin sizin sayenizde yaşaması ve sizmiş gibi davranmasıdır. Acı beden için, acı zevktir. Bütün olumsuz düşünceleri iştahla yutar. Aslında, şimdi zihninizdeki ses, acı bedenin sesidir. İçsel konuşmalarınızın kontrolünü ele geçirmiştir. Acı beden ve düşünce sisteminiz arasında kötücül bir döngü oluşur. Her düşünce, acı bedeni besler ve karşılığında acı beden de daha fazla düşünce üretir. Birkaç saat ya da birkaç gün sonra, kendini tazeleyip beslenmesini tamamlayarak uykusuna geri döner ve arkasında enerjisi tükenmiş bir organizma ve hastalıklara karşı daha açık bir fiziksel beden bırakır. Eğer bu size psişik bir asalak gibi göründüyse, haklısınız, çünkü gerçekten öyledir.
|
|
|
ECKHART TOLLE - GEÇMİŞİ BERABERİNDE TAŞIMAK |
Yazar: Spiritüeller - 31-01-2017, Saat: 21:05 - Forum: ECKHART TOLLE
- Yorum Yok
|
|
İnsan zihninin geçmişi bırakmak konusundaki beceriksizliği ya da isteksizliği, Tanzan ve Ekido adında, şiddetli yağmurlardan sonra oldukça çamurlu bir hale gelmiş olan toprak kır yolunda yürüyen iki Zen rahibinin hikâyesinde güzel bir şekilde örneklenmektedir. Bir köyün yakınından geçerlerken, yolun karşı tarafına geçmeye çalışan genç bir kadın görürler. Çamur çok derin olduğu için, kadın üzerindeki ipek kimonoyu berbat etmeden karşı tarafa geçemeyecektir. Tanzan hiç tereddüt etmeden kadını kucağına alıp yolun karşı tarafına geçirir. Sonrasında rahipler sessizce yollarına devam ederler. Beş saat sonra, yaşadıkları tapınağa yaklaşırlarken, Ekido daha fazla kendini tutamayarak Tanzan’a döner. “Neden kızı yolun karşı tarafına geçirdin?” diye sorar. “Biz rahiplerin bu tür şeyler yapmaması gerekir.” “Ben kızı saatler önce bırakmıştım,” der Tanzan. “Sen hâlâ taşıyor musun?”
Şimdi birinin sürekli Ekido gibi hoşuna gitmeyen olay veya durumları zihninde taşıyarak ve düşünce üstüne düşünce biriktirerek yaşadığını düşünürseniz, gezegendeki insanların çoğunun nasıl yaşadığıyla ilgili bir fikir edinmiş olursunuz. Zihinlerinde taşıdıkları yükün ağırlığına bakar mısınız? Geçmiş, anılar olarak içinizde yaşar ama anıların kendileri sorun değildir. Aslını söylemek gerekirse, geçmişten ve geçmiş hatalarımızdan ancak anılarımızı hatırlayarak ders alabiliriz. Ancak anılar, yani geçmişle ilgili düşünceler sizi tamamen ele geçirdikleri ve benlik duygunuzun bir parçası haline geldikleri zaman bir sorun, bir yük oluştururlar. Bu olduğunda, geçmişle şartlanmış olan kişiliğiniz, hapishaneniz haline gelir. Anılarınızda bir benlik duygusu vardır ve hikâyeniz kendinizi algılama biçiminiz haline gelir. Bu “küçük ben” aslında zamana ve biçime bağlı olmayan varlığınız olarak gerçek kimliğinizi gölgeler.
Geçmişinizde sadece zihinsel değil, aynı zamanda duygusal anılar da vardır; eski duygular, sürekli olarak yeniden yaşanır. Hoşnutsuzluğunu beş saat boyunca düşünceleriyle besleyerek taşıyan rahip gibi, çoğu insan büyük miktarda fazladan bagaj taşırlar. Kendilerini kırgınlıklar, pişmanlıklar, düşmanlıklar ve suçluluk duygusuyla sınırlarlar. Duygusal düşünce sistemleri, benliklerinin bir parçası haline gelir ve böylece, kimliklerini güçlendirmek için eski duygulara tutunmayı öğrenirler. İnsan eski duyguları sürdürme eğiliminde olduğundan, neredeyse herkes, eski duygusal açılarıyla kendi etrafında bir enerji alanı örer ki ben buna “acı beden” diyorum. Öte yandan, zaten sahip olduğumuz acı bedeni daha da büyütmekten vazgeçebiliriz. Kanatlarımızı çırparak – mecazi anlamda elbette – ve zihinsel olarak geçmişte yaşamaktan vazgeçerek, eski duygulan biriktirmekten ve beraberimizde sürüklemekten kendimizi kurtarabiliriz. Olayları veya durumları zihnimizde canlı tutmamayı, zihinsel film yönetmenliğini sürdürmek yerine dikkatimizi şu ana çevirmeyi öğrenebiliriz. O zaman düşüncelerimiz ve duygularımız yferine, Varlığımız kimliğimiz haline gelir. Geçmişte, sizi şimdide yaşamaktan alıkoyabilecek hiçbir şey olmadı; eğer geçmişin sizi şimdide yaşamaktan alıkoyacak gücü yoksa, başka ne gücü olabilir ki?
|
|
|
|