Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Forum İstatistikleri |
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065
Detaylı İstatistikler
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 1495 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 1495 Ziyaretçi
|
Son Aktiviteler |
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 311
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 305
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,006
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,129
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,073
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,004
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,145
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,519
|
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,285
|
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,169
|
|
|
ÖMÜR YAVAŞLARKEN ZAMAN NEDEN HIZLANIR? |
Yazar: Spiritüeller - 16-09-2016, Saat: 17:45 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Geçen giden zaman yaşımızı, yaşımız da zaman algımızı tayin ediyor! Biraz karışık mı oldu? O zaman hemen açıklayalım… Biz yaşlandıkça zaman hızlanıyor. Bu tespit tamamen bilimsel olup “zaman geçmek bilmiyor” diye sızlanan genç nesil! Sizi yazının devamını okurken görmek isteriz…
Bilim açıklıyor: Zaman neden biz yaşlandıkça daha hızlı akar?
Beyin ve zihin
Size de yaşınız ilerledikçe zaman daha hızlı akıyor gibi geliyor mu? Sanırız hayatın en büyük oyunlarından biri bu. Ve siz de kendini bu oyunun içinde hissedenlerdenseniz, kesinlikle yalnız değilsiniz. Çünkü anlaşılan o ki, bu durum, birçok insan tarafından yaşanan algısal bir fenomen.
Zamanın daha hızlı akması gibi bir durum tabi ki söz konusu değil, yelkovan ve akrep tik taklarını daha hızlı bir şekilde sürdürdüğünü de söyleyemeyiz. Kaldı ki zamanın akıyor olması da bir algı sorunu; ve Discover Magazine isimli bilim dergisinin haberine göre zamanın hızı da algıyla ilgili olduğu için artabilir.
Yukarıda biraz karmaşık şekilde yer verdiğimiz durumu şu şekilde açıklayabiliriz aslında: Beyinlerimiz zamanı, bir noktaya kadar yaşadığımız zaman üzerinden hesaplıyor. Mesela 2 yaşında bir çocuk için bir yıllık bir zaman ömrünün yarısını ifade ediyor. Fakat yaş ilerledikçe, her bir yıl, hayatınızın toplam yüzdesinde daha küçük bir orana tekabül ediyor.
Bu durumda 10 yaşındaki haliniz için bir yıl, hayatınızın onda biri anlamına gelirken; aynı zaman dilimi siz 20 yaşına geldiğinizde hayatınızın yüzde 5’ini ifade ediyor. Bu açıdan baktığımızda, 10 ve 20 yaşlar arasındaki 10 yıllık süreç, 5 ile 10 yaş arasında geçen 5 yıllık süreç kadar hızlı geçmiş gibi geliyor. Ve yaşınız ilerledikçe bu durum daha da ilginçleşiyor: Öyle ki 40 ile 80 yaş arasındaki 40 yıllık süreç, insana 5 yıllık bir zaman kadar kısa sürmüş gibi gelebiliyor.
Biyolojik saat
Peki, beyniniz neden zamanı bu şekilde ‘zalimce’ ölçüyor? Durum sadece logaritmik bir ölçümden ibaret değil. Çünkü bedenlerimizin de saati var: Biyolojik saat. Ve bu saatin hızı, biz yaşlandıkça düşüyor. Örneğin; metabolizmamız yavaşlıyor ve bu kalp atışlarımızı ve nefes alışımızı yavaşlatıyor. Kalp ritmini ve nefesi bir saatin tik takları olarak düşünürsek, gençken bir dakikaya sığdırdığınız tik takların sayısının yaşlılığınızla aynı olmadığını söyleyebiliriz.
Bu etki, aynı zamanda, kısmen de olsa zamanın biz bir şeyler için çaba sarf ederken daha yavaş akıyor gibi görünmesini açıklayabilir. Aynı şekilde macera tutkunları da, yükselen adrenalin seviyeleri kalp atışlarını ve nefeslerini hızlandırdığında zamanın daha yavaş aktığını ifade ediyorlar. Ki bu, insanlar ölüme yaklaştığında tüm hayatlarının film şeridi gibi gözlerinin önünden akıp gitmesini de açıklıyor olabilir.
Öte yandan zaman algımızda rol oynama ihtimali olan başka bir durum daha var. Bu da, biz alışılmışın dışında deneyimler yaşarken beynimizde salgılanan dopamin. Gençlik yıllarında yaşadığımız deneyimlerin çoğu, bizim için alışılmışın dışındadır. Biraz daha geriye gittiğimizde, çocukken yaşadıklarımızın çoğunlukla bizim ilklerimiz olduğunu söylemek mümkün. Özgün deneyimler, beynin daha fazla enerji sarf etmesini sağlar ve işlenebilmek için daha fazla zaman gerektirir. Bu yüzden gençken, beyinlerimiz dünyayı anlamaya çalıştığı için daha hareketli ve daha detaycıdır. Ancak, belli bir noktada işlerin nasıl yürüdüğünü anladıktan sonra, dikkate alınacak detaylar azalır. Beyinlerimiz de yavaşlamaya başlayabilir. Ne var ki bu durumda zaman daha hızlı akar, çünkü önemli anların sayısı gittikçe azalır.
Gençlik pınarı
Tüm bunlar, zaman algımızdaki değişikliklere bir açıklama getirebiliyor. Peki zamanın hızlı akmasını engelleyebilecek bir çözüm var mıdır? Meraklı ve aktif kalmaya devam etmeniz ve özgün deneyimler arayışında olmanız durumunda, belki zamanı tıpkı gençliğinizdeki gibi yavaş yaşayabilirsiniz. Belki merak ve yeni deneyimler yaşamak, gençlik pınarı olarak adlandırdığımız şeyin ta kendisidir.
Her anı, son anınızmış gibi yaşamanız gerektiğini söyleyen sözü mutlaka duymuşsunuzdur. Fakat belki de sır, her anı ilk anınız gibi yaşamakta gizlidir.
Kaynak:discovermagazine
|
|
|
Kendi Beyninizin Patronu Olun |
Yazar: Spiritüeller - 16-09-2016, Saat: 17:38 - Forum: Beyin
- Yorum Yok
|
|
Zamanımızın en popüler konularından biri, kuşkusuz beyin gücü ve kullanma yöntemleri; şu bir gerçek ki, beynimizi yönetmeyi öğrendiğimiz takdirde gücümüzün ve yapabileceklerimizin sınırı yok.
Bu konuyla ilgili binlerce kitap yazıldı ama İçlerinde bir tane yeni olanı var ki diğerlerinin arasından kolayca sivriliyor: "Mozart''ın Beyni ve Savaş Pilotu". Kitap, beyin performansından en iyi şekilde faydalanmayı öğretiyor.
Kitabın adına bakmayın. İçinde Mozart''ın adının birkaç örnekte geçmesi dışında Mozart''la bir alakası yok. Yazarı Prof. Dr. Richard Restak, George Washington Üniversitesi''nde nöroloji profesörü ve beyin gelişimi Öğrencilerine dersler veriyor.
"Mozart''ın Beyni ve Savaş Pilotu" bizlere beynimizi nasıl tanıyacağımızı ve ona sinyaller gönderme yöntemlerini anlatıyor. Tabii ki kitabı okurken şaşırmamak elde değil. Gündelik hayatımızda alışık olduğumuz renkler, ışıklar, sesler ve kokuların beynimiz için ne kadar önemli uyarıcılar olduğunu ve bize alışkanlıklarımızı hatırlattıklarını biliyor muydunuz? İşin en ilginç kısmı da, beynimize komutlar vererek kötü alışkanlıklarımızdan kolayca kurtulabiliyoruz, buna birçoğumuzun bırakmakta zorlandığı sigara da dahil.
Bu kitap, konsantrasyon ve hafıza sorunlarını ortadan kaldırmanın yollarını öğretiyor. Ancak aynı bedensel egzersizler gibi, her gün, düzenli olarak beyin egzersizleri de yapmak gerekiyor.
Restak, beyin gücünüzün kapasitesini artırmak için yapmanız gerekenleri şöyle sıralıyor:
1. Beyninizin kapasitesini keşfedin.
Beyninizin kapasitesini çözmek için ille de nörolog olmanıza gerek yok. Ayni anda pek çok şeyi beynimiz sayesinde yapabiliyoruz. Diyelim ki tango öğreniyorsunuz. Başlangıçta zor görünüyor... Adımları tek tek saymak, öğrenmeye yoğunlaşmak ve kavramak.
Ama deneyim kazanınca bu yoğunlaşma azalıyor. Zamanla tango yaparken akşam ne yemek pişireceğinizi, kızınızın notlarını, ertesi günkü toplantıyı düşünebiliyorsunuz.
2. Bisiklete binmeyi unutabilir misiniz? Bir işe uzun süre ara verseniz de tekrar hatırlayabilirsiniz.
İlginizi çeken konuları öğrenmekten vazgeçmeyin. Sürekli tekrar, beyni güçlü kılar. Yazar Restak, kendinden bir örnek veriyor: "Tai chi eski bir savaş egzersizidir. Ben bu egzersizi 20 yıl önce yapıyordum. 20 yıl sonra sokakta tai chi yapan bir gruba rastladım, onlara katıldım. Hareketlerin çoğunu biliyordum. Ama yapmaya kalkınca unuttuğumu fark ettim.
Başıma gelen şeyin bilimsel açıklaması şuydu: Beynimdeki nöron ağlarının bağlantısı kopmuştu ve bağı kurmak zor değildi."Unuttuğunuz her şeyi yeniden hatırlamanın yolu var: Nöron ağını yeniden kurmak! Bazı durumlarda nöron ağları daha kolay kurulur, bisiklete binmek gibi... Bu kolay unutulmaz.
3. Olaylarda kronolojiye takılmayın... Fotomontaj yapın.
Beyninizin en iyi biçimde çalışmasını istiyorsanız her şeyle katı, kronolojik yöntemlerle uğraşma eğiliminizden kurtulun. Yaşamınızın farklı dönemlerine ait olayların belleğinizde bir arada var olmalarına izin verin. Rastlantılardan derin anlamlar çıkarmak yerine, (bazen doğru olsalar da) onları yaşadığınız anı zenginleştiren şeyler olarak görün.
4. Hafızanızı gerektiğinde değil, her zaman kullanın. Ona güvenin ve onu diri tutun.
Çoğumuzun sorunudur bellek zayıflığı. Doktorların kapısını bu yüzden aşındırırız. "Hiçbir şey hatırlamıyorum" diye şikâyet ederken, büyük bir hastalığımızın olduğunu sanırız. Oysa bellek zayıflığının temelinde depresyon yatar. Ayrıca bellek zayıflığı kültüreldir. Yaşama biçimi çok önemlidir. Bu yüzden hafızanızı kullanın, beyninizi hatırlamaya zorlayın.
5. Semboller ve takma adlarla bellek gücünüzü geliştirin.
İşte bir örnek. Hafızayı güçlendirmenin yollarından biri de şu: Mutlaka bilmeniz gereken bir bilgi var. Ama bir türlü ezberleyemiyorsunuz. Örneğin gezegenlerin güneşe olan uzaklıklarına göre sıralanmasını hatırlamak zorundasınız. Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün ve Plüton, "Meltem Veli''ye döndü. Jale, Selim''i unutamadı. Nalân’sa partnersiz." Bu cümlelerin ilk harflerine bakarsanız, gezegenleri sırayla sayabilirsiniz. Meltem Merkür oluyor, Veli de Venüs. Döndü Dünya''yı anlatıyor vs... Bu sıralama hatırlamanıza yardımcı olabilir.
6. Geçmişe mazi demeyin. 0 günleri yeniden yaşayın.
Geçmiş yıllarda yaşadığımız farklı günlerde çekilmiş fotoğrafları barındıran bir albüme baktığımızı düşünelim. O resimlerde kendinizi tanımış olsanız ve o an hakkında bir şeyler hatırlayabilseniz de bir şekilde geçmişteki duygu ve düşüncelerinizi yeniden hissedemediğinizi fark edeceksiniz. Kaybedilen bu duygusal devamlılık belleğinizin çok önemli bir parçasını oluşturuyor. Duygusal belleğimizin silinmesine izin verirsek, kendimizle olan ilişkimiz de kopar.
7. Zekâ testleriyle konsantrasyonunuzu artırın.
Nörologlar, bulmaca, yap boz, zeka testleri gibi basit testlerin konsantrasyon gücünü büyük ölçüde geliştirdiğini söylüyor. Her gün okuduğunuz gazetede bulunan bulmacayı çözmek, beyniniz için çok faydalı bir egzersiz olacaktır. Bu küçük bulmacalar, büyük işlere yoğunlaşmanızı sağlayacaktır.
8. Beyninizi gereksiz düşüncelerin kuklası haline getirmeyin.
Beyninizin en iyi şekilde çalışmasını sağlamak için, ilk önce onu lüzumsuz düşünceler ve faaliyetlerden arındırın. Eğer bunu başaramazsanız, beyninizi istediğiniz gibi kullanamadığınızı göreceksiniz, çünkü arıza yapacaktır. Eğer aşağıda sıraladığımız arızalardan bazılarını yaşıyorsanız, belli ki beyninizi bazı gereksiz faaliyetlere maruz bırakıyorsunuz.
Dikkati toplamakta ve odaklanmada güçlükler
Zayıf hayal gücü
Bellek zayıflığı
Düzenleme ile ilgili problemler
Ruh halinde tutarsızlık
Bilinenin aksine, beyin bilgisayar veya makine gibi çalışmaz. Bu yüzden beyni gereksiz ve verimsiz şekillerde çalıştırmaktan vazgeçin.
Örneğin bazı parlak öğrenciler standart testlerde başarısız olurlar, çünkü basit bir soruyu okuyup doğru olan cevabı seçmek yerine, doğru olan cevap hakkında kendiyle konuşmakla meşguldürler.
9. Stresten kurtulmak için aktif ölçümler yapın.
Yaşadığımız gündelik ve hızlı hayat içerisinde stres kaçınılmaz bir gerçek. Stres aynı zamanda beyin faaliyetlerini azaltan, kapasitemizi daha az kullanmamıza sebep olan bir faktör. Beynimizden daha çok faydalanmak için, stresli ortamda strese girmemeyi öğrenmeliyiz. Nasıl mı?
Endişeleri ortadan kaldırın.
En kötü korkularınızın yer aldığı olumsuz senaryolarla uğraşmayı bırakın.
Hedeflerinize ve fikirlerinize konsantre olun.
Egonuzu tatmin edici arayışlar içine girmektense, hedeflerinizi hatırlayın.
Sık sık sevdiğiniz şeyleri yapın; sevdiğiniz bir kitabi yeniden okuyun mesela. Bu, fazla yüklenen bilgi stresine karşı ilaç gibi gelecektir.
10. Mantık gücünüzü eğitin.
Kendinizi bir kaleci gibi düşünün. Zihniniz sürekli rakip takımın golcüleri ve savunma pozisyonlarıyla meşgul. Büyük ihtimalle hedefiniz hiç gol yemeyip maçtan galip ayrılmak olacaktır. Şartların iyi olduğu ve şansınızın yaver gittiği günlerde az gol yiyip, kötü gittiği günlerde yenilgiyi kabul etmeniz gerekecek. Mantığınızı kullanarak başarıyla sonuçlanan maçlarda sizin veya takımınızın neden iyi olduğunuza ya da rakip takımın neden kötü olduğunu düşünün. Bu diğer maçlarda işinize yarayacaktır. Bir örnek daha: Bir taksi şoförüsünüz. Herkes gibi siz de az çalışıp çok kazanmak istiyorsunuz. Kazancın iyi olduğu günlerde birkaç saat fazla çalışıp, kötü olduğu günlerde işi erken bırakabilirsiniz, Tek yapmanız gereken mantığınızı devreye sokmak.
11. Belirsizliğe karşı tolerans gösterin, kalıp düşüncelerden uzaklaşın.
Bir örnek: Steve çok utangaç ve içine kapanık biridir. Her zaman yardımseverdir ama insanlarla pek ilgilenmez. Alçakgönüllü ve derli topludur. Her zaman düzenleme ve planlama yapmaya ihtiyaç duyar ve detay tutkusu vardır.
Soru: Bu tanımlamaya göre Steve''in kütüphaneci mi yoksa çiftçi mi olma olasılığı daha yüksektir?
Yanıt: Büyük ihtimalle siz de Steve''in kütüphaneci olması gerektiğini düşünüyorsunuz. Çünkü Steve''in düzen tutkusunun kütüphanecilikte işe yarayabileceğini tahmin ediyorsunuz. "Utangaç" ve "düzenli" tanımlamaları yüzünden basmakalıp düşünceleri benimseyebiliyorsunuz. Farklı düşünecek olursak bir çiftçi de utangaç, aynı zamanda düzenli olabilir. Ya da bir tamirci benzer özellikleri içinde barındırabilir. Sorulan bir soruda ilk akla gelecek cevabı vermeden önce mutlaka diğer ihtimalleri düşünün.
12. Egonuzu kenara koyun zayıflığınızı kabullenin.
Beyin performansımız söz konusu olduğunda, hepimizin güçlü veya zayıf olduğu durumlar vardır. Güçlü olduğumuz durumlarda sorun yok ama zayıf olduğumuz durumları kabullenip kendimizi geliştirmemiz gerekiyor. Çok sayıda telefon numarasını aklınızda tutabiliyor musunuz? Ya da en sevdiğiniz kitabı kimin ödünç aldığını aylar, yıllar sonra hatırlayabiliyor musunuz? "Önemi yok" diye düşünmeyin. Bunları yapamıyorsanız, özeleştiriden kaçınmayın, farklı yorumlara açık olun. Performans kaybına neden olabilecek unsurları düşünün. Sıkıntılarınızı ve egonuzu bir kenara koyun. Hedefiniz, zihinsel usta statüsüne erişebilmek ve beyin performansınıza hâkim olmaktır. Belleğinizin sınırlarını öğrenin. Neyi aklınızda tutup neyi tutamadığınızı bilin ve programlı olun. Genel görüntüye odaklanın. Bu sizi duygusallıktan uzak tutup sorunun çözümünde fayda sağlayacaktır.
13. Çok geniş çaplı okuyarak zihinsel keskinliğinizi arttırın.
"Ricardo Reis''in Öldüğü Yıl" adlı bir kitap vardır. Nobel ödüllü bir kitaptır bu. Kitabın yazarı Jose Saramago şöyle der: "Bir insan çok okumalıdır, her şeyden biraz veya ne okuyabilirse... Her kitap öğretici olmadığı için, okumaya öğretici kitaplardan başlayın. Herkesin ilgi alanı farklı olsa da bu tür kitaplar kişinin bilgi dağarcığını geliştirir. Sonra kişisel seçimler gelebilir.
14. Sanat ve müzik öğrenin, deneyimlerinizi geliştirin.
Salvador Dali ve Leonardo da Vinci, yıllar önce öğrencilerine dünyadaki şekil, nesne ve olayları saçma da olsa yorumlattı. Bu iki sanatçının amacı öğrencilerin hayal gücünü geliştirerek bir çeşit beyin egzersizi yaptırmaktı. Bugün hâlâ bazı ustalar bu tekniği kullanıyor. Da Vinci, resmi ve müziği birbirine karıştırarak çalışmanın doğruluğuna inandığı için, öğrencileriyle bunu paylaştı. Hiç kuşku yok, bu yüzden "deha" olarak anıldı. Dali''ye göre müzik, beynin yaratıcı güçlerini kuvvetlendiren bir araç. Beyninizin, basmakalıbın dışına, sınırların ötesine seyahat etmesine izin verirseniz çok yaratıcı sonuçlar alabilirisiniz. Farklı müzikler dinlemekten, anlamadığınız bir resme bakmaktan korkmayın. Onlarda kendinizden bir şeyler arayın.
15. Tai Chi beyninizi geliştiren en iyi egzersizdir.
Bütün fiziksel egzersizler beyin performansını geliştirir. Ama bazıları var ki direkt olarak beyne etki eder. Denge hareketleri ve bacaklardaki kuvveti geliştirici egzersizler beyne çok faydalı egzersizlerdir. Buna göre, yavaş hareketli eski Çin egzersizi "Tai Chi"yi size önerebiliriz.
Türkiye''de yapılmamasına rağmen Tai Chi''nin nasıl yapıldığını internetten öğrenip evde uygulayabilirsiniz.
Bonus Madde: Beyninizi Rahatlatma Teknikleri
Kitap okudunuz, farklı müzikler dinlediniz, bulmaca çözdünüz. Yani hep çalıştınız. Hiç mi dinlenmeye ihtiyacınız yok. Beynimiz dinlenmeyi de ister. işte beyni rahatlatıcı birkaç egzersiz:
1) Sırtüstü uzanın ve göbeğinize bir kitap yerleştirin.
Mide kaslarınızı rahatlatın ve kitabı hoplatacak şekilde karnınızdan nefes alın ve verin. Bu egzersizle ciğerlerinizin alt bölümlerine de oksijen gitmesini sağlarsınız.
2) Dik oturun ve sağ elinizi karnınıza, sol elinizi de göğsünüze koyun. Solunum sırasında karnınızdaki elinizi yükseltip alçaltacak kadar derin nefes alın. Burnunuzdan nefes alın ve yine burnunuzdan veya ağzınızdan verin.
3) Cep telefonunuzun ya da saatinizin kronometresini ayarlayın. Beş saniyede karnınızın havayla dolduğunu hissederek yavaş yavaş nefes alın ve yine beş saniyede yavaş yavaş nefesinizi verin. Bu solunum egzersizini stresli hissettiğiniz zamanlarda yapabilirsiniz. Stresiniz azalacak ve rahatlayacaksınız.
|
|
|
5 DAKİKADA STRESİ BEYNİNİZDEN SİLİN |
Yazar: Spiritüeller - 16-09-2016, Saat: 17:05 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM
- Yorum Yok
|
|
1.Rahatlayın: Bütünüyle kendinizi çok çok iyi hissettiğiniz bir zamanı düşünün... Daha önce yaşadığınız bir durum veya gelecekte imkan olsa yaşamak isteyeceğiniz bir durum. Bu olayı ´sanki şimdi oluyormuş´ gibi yeniden beyninizden yaşayın. Oradaki tüm duyguları bütünüyle hissederken bu rahatlığı ve diğer verdiği olumlu duyguları fark edin...
2. Değiştirin: Zor durumunuzdaki (Hayatınızda zorlandığınız yer neresi ise, stres ve baskı yaşadığınız o durum ne ise....) sizi düşünün.
(a). Oradaki tüm insanları palyaço gibi giyinmiş ve suratlarını o şekilde görün. Kendi durumunuzu da. Ve bunu gerçekten her yönüyle yaşayın. (En az 5 kez bunu yapın ve her seferinde gözlerinizi açıp başka yerlere bakın ve parmağınızı şıklatın.)
(b). Oradaki olayları ´hızlı´ bir şekilde sondan başa oynatın ve çok komik bir müzik duyun. (Komik bir film, reklam veya sirk müziği gibi....) ve olayı en az bir 3 kez daha bu şekilde yaşayın.
3. Odaklanın: Şimdi nasıl bir durum yada duygu yaşamak istiyorsanız (rahat, güçlü, kararlı, huzurlu, hayır diyebilen,....) istediğiniz durum her neyse sanki onu yapmış gibi düşün... Sanki siz bir film yönetmenisiniz. Nasıl bir sonuç yaşamak istiyorsanız onu hayal edin, nasıl davrandığınızı neler hissettiğinizi fark edin. Bu yeni durumunuzdaki gibi giyinin, yürüyün, konuşun ve hareket edin. Bu olayı tüm ayrıntıları ile en az 3 kez yaşayın.
4. Kontrol Edin: Her gün güne bu olayı beyninizde bir kez yaşayarak başlayın.
|
|
|
ZAMANDA YOLCULUK: TEORİLER, PARADOKSLAR VE OLASILIKLAR |
Yazar: Spiritüeller - 16-09-2016, Saat: 16:49 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Zaman yolculuğu, yani zamanda farklı noktalar arasında hareket etmek, bilim kurgu filmleri ve dizileri için her zaman popüler bir konu olmuştur. Doctor Who’dan Star Trek’e ve Geleceğe Dönüş’e kadar bir çok yapımda kahramanlarımızı bir aracın içinde geçmişe veya geleceğe yaptıkları maceralı yolculuklarda izledik.
Fakat gerçek biraz daha karmaşıktır. Bilim insanlarının hepsi zamanda yolculuğun mümkün olduğuna inanmaz. Hatta bazıları için böyle bir şeyi denemek ölümcül olacaktır.
Zamanı anlamak
Zaman Nedir? Çoğu insan için zaman sabitken, ünlü fizikçi Albert Einstein bize zamanın göreceli olduğunu ve uzaydaki hızımıza göre değişebileceğini göstermiştir. O’na göre zaman dördüncü boyuttur. Uzay üç boyutlu bir yerdir. Uzunluk, genişlik ve derinlik gibi koordinatlarla bulunduğumuz yeri belirtiriz. Zaman ise başka bir koordinat veya yöndür ve sadece ileri doğru hareket eder.
Einstein’ın özel görelilik teorisine göre zamanın yavaşlaması veya hızlanması, bizim başka bir şeye göre ne kadar hızlı olduğumuzla ilişkilidir. Bir cisim hızlandıkça zamanı genişler. Zaman genişlemesi, cisim için zamanın daha yavaş akmasıdır. Örneğin ışık hızına yaklaşan bir uzay gemisindeki bir kişi, dünyadaki ikizine göre daha yavaş yaşlanır. Bu da bir anlamda astronotların zaman yolcusu olduğunu gösterir.
Einstein’ın genel görelilik teorisine göre yerçekimi de zamanı bükebilir.
Kütlesi olan herşey uzayda bir yer kaplar ve bu da uzay-zamanın bükülmesine, çökmesine neden olur. Uzay-zamanın bükülmesi de objelerin eğimli bir yörünge üzerinde hareket etmesine neden olur ve bu da bizim bildiğimiz adıyla yerçekimidir.
Solucan Delikleri (warmhole)
NASA’ya göre, genel görelilik teorisi zamanda geriye doğru yolculuğun mümkün olabileceğini gösterir. Ancak buradaki denklemler fiziksel olarak oldukça zor kabul edilir.
Bir olasılık, uzay-zamandaki noktalar arasında solucan delikleri (warmhole) yaratmak olabilir. Einstein’ın denklemlerine göre bu mümkün. Ancak bu sadece çok küçük partiküller için geçerli olan bir teoridir. Ayrıca bilim insanları henüz bu solucan deliklerini gözlemlememiştir ve bir solucan deliği yaratmak da günümüz teknolojisinin çok ötesinde bir durumdur.
Alternatif Zamanda Yolculuk Teorileri
Einstein’ın teorileri zamanda yolculuk yapmayı zorlaştırırken, bazı gruplar zamanda ileri – geri gitmek için alternatif çözümler önermektedirler.
I. Sonsuz silindir
Astronom Frank Tipler’in önerdiği bir mekanizma (Tipler Silindiri olarakta bilinir) zamanda yolculuğu mümkün kılabilir. Tipler silindiri, masif ve uzun bir silindirin kendi ekseni etrafında dönmesine dayanır. Ancak bu metodun bazı kısıtlamaları bulunur. Buna göre zamanda sadece geriye yolculuk yapılabilir, geleceğe yapılamaz ve çalışması için silindirin sonsuz uzunluğa sahip olması gerekir.
II. Kara delikler
Bir başka olasılık, bir gemiyi hızlıca bir kara deliğin etrafında dolaştırmaktır.
Stephen Hawking’in yazdığı bir makalesine göre kara deliğin etrafında dolaşanlar için zaman yarılanabilir. Yani kara deliğin etrafındaki kişiler için geçen 5 yıl, kara delikten uzakta olan dünyadaki kişiler için geçen 10 yıl demektir.
Bunun çalışması için kara deliğin etrafında ışık hızında dolaşmak gerekir.
III. Kozmik sicimler
Potansiyel zaman yolcuları için bir başka teori kozmik sicimlerdir. Kozmik sicimler, tüm evren boyunca uzanan enerjinin küçük ince parçacıklarıdır. Evrenin ilk zamanlarından kalan bu ince parçacıkların devasa miktarlarda kütleye sahip olduğu tahmin ediliyor. Bu yüzden de uzay-zamanı bükebileceği düşünülüyor.
Bilim insanlarına göre kozmik sicimler de sonsuz ve sonu olmayan döngüler içindedir. Birbirine paralel iki sicimin yakınlaşması uzay-zamanı bükebilir. Böylece teorik olarak zamanda yolculuk yapılabilir.
IV. Zaman makineleri
Genel kabul olarak zamanda yolculuk etmek için bir araca, yani zaman makinesine ihtiyacımız olacak.
Bir zaman makinesinin uzay-zamanı bükerek yolculuk yapabilmesi için negatif enerji yoğunluğu denilen maddenin egzotik formuna ihtiyaç duyacağı düşünülür. Egzotik madde bazı garip özelliklere sahiptir. Örneğin ittirildiğinde normal maddenin tersi yönünde hareket eder.
V. Büyükbaba paradoksu (Grandfather paradox)
Zamanda yolculuk, fizik problemleri arasında bazı eşsiz durumlara da yol açabilir. Örneğin zamanda geriye giderek ailenizi veya büyükbabanızı öldürürseniz, hiç doğmamış olmanız gerekirdi.
Bazı fizikçilere göre eğer böyle bir şey olsaydı şu andaki evrende değil ama paralel başka bir evrende doğabilirsiniz (paralel evrenler kuramı). Başka fizikçilere göre ise bu paradoks yüzünden zamanda hareket edilemez.
Peki zamanda yolculuk mümkün müdür?
Günümüz teknolojisi ve fizik kurallarımızla zamanda yolculuk pek mümkün görünmüyor. Belki kuantum teorilerindeki ilerlemeler zamanda yolculuğa ait paradoksları çözmemize yardım edebilir. Teknoloji ve fizik gibi alanlardaki ilerlemelerde gerçekten hızlı ve yakın gelecekte zaman yolculuğuna dair daha güçlü olasıklar sunabilirler.
|
|
|
DEVRE SONU |
Yazar: Spiritüeller - 16-09-2016, Saat: 15:50 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Ruhçuluğa göre dünya bir tekamül okuludur. Her tufan bir öğretim döneminin sonunu ve yeni bir öğretim döneminin başlangıcını oluşturur. Öğretimin son bulması, o devre içinde uygulanan eğitimin son bulması demektir. Tekamüle bağlı bir ayıklanma sonunda yeni bir devre başlar ve tekamül süreci helezon şeklindeki gelişimini sürdürür.
Biliyoruz ki, yeni bir devreye girdik ve bu devrenin süresi belli, sonucu açık. Bu devre bir ayıklanma, liyakatlerin ortaya çıkması, insanı kainatla bir kılan bilginin alınması devresidir. Devre sonu, makul vicdanın, temiz duyguların ve sezgilerin, cehit ve sabrın karşılık görebileceği, sınavını veren herkesin kurtulacağı bir devredir. Her yönden, semadan, uzaydan, yerden yardım gelen, kurtulmak için kurtarmamız gereken bir devredir. Devre sonunda kişisel kanaatlerin hiçbir önemi yoktur. Büyük bir dikkat ve sabırla olayların gelişmesini beklemek, yeniliklere kendimizi hazırlamak, daha uyanık ve şeffaf bir muhakeme sahibi olmamız gerek.
Tekamül hem toplumsal, hem de bireyseldir. Bireyin anlayış ve duyuşundaki değişimler şuur değişimine neden olur. Bireyin şuursal içeriğindeki değerlerin yeni bilgi ile tartılıp düzene sokulması da realite değişimine sebep olacaktır. Dünya tekamül düzeni yeni devresinin içinde hızla yol alırken insanları daha acı ve ıstıraplı bir terbiye sistemi ile ikaz etmeye, uyandırmaya devam eden Ruhsal İdare Mekanizması hepimizi üzüntü ve korkuya salan büyük afetler ortaya çıkarabilir. Bu afetleri doğal sebeplerle açıklamak, birtakım yerli yersiz açıklamalarla işlerine geldiği gibi açıklamak isteyenler olabilir. Zaten olaylar, anlayabilenler için ders ve bilgi kaynağı, anlayamayanlar için ise bir ihtardır.
Her yılın kozmik bir değeri, güneş sisteminde dengesel bir karşıtı vardır. Bu karşıt dengelenme %100’e ulaşıncaya kadar beşeri tekamülün dalgalanmaları, iniş çıkışları sürüp gidebilir. Sonuç, Dünya Okulu’nun öğretim devresinin sona ermesidir. Bu, kıyamet demek değildir. Bu, dünya tekamül düzeyinin yönetimini, eğitimini sevk eden Rab Planı’nın Evren İradesi’nden aldığı vazifenin sona ermesi demektir. Beşeri varlıkların genel tekamül süresi içindeki fonksiyonları Rab Planı’nın gayesini gerçekleştirmekten başka bir şey değildir. Bizler bu fonksiyonu farkında olmadan doğal bir şekilde yaparız. Bütün yaşam uyanmak, aydınlanmak, evreni, doğayı, kendimizi tanımak, şuurun en derin ve en yüksek yerindeki özü bulabilmek içindir. Uyurgezer bir insanlık yerini uyanık şuurlara sahip bir topluma bırakacak, aklın imkan sınırları aşılacak ve insanlar sadece enerji tüketen varlıklar olmaktan çıkıp değişimin gizli gücü ile enerji üreten varlıklar haline geleceklerdir.
Bizim hala bir insanlık birliği yaratamamamızın bir nedeni de bize bırakılan mirastan dolayıdır: Geçmiş yüzyılların insanlarının enkarnasyon yüklerini de biz taşıyoruz. Bunlar bazı karmik yüklerdir. Bunlara bizlerin karmik yükleri de diyebiliriz çünkü geçmişte de bedenlendik, gelecekte de bedenleneceğiz ta ki dünya okulunu bitirene dek yani yükler aslında yine bizlerin yükleridir. Bunların getirdiği bazı zorunluluklar ve oluşmuş bazı alanlar vardır. Bu alanlar henüz ortadan kalkmamış olduğu için, epey bir çaba gerekmektedir. Bunlar doğrudan doğruya bizim elimizde olmayan işlerdir. Yani şu andaki insanların nelerden hoşlandığı, neleri kale aldığı ya da almadığı meselesinde doğrudan doğruya sorumluluk varlığın kendisine ait değildir. Çoğu sorumluluklar dolaylı olarak ortaya çıkmıştır. Elimizde olmayan sorumluluklar haline gelmiştir. Örneğin, bizim Türkiye olarak içinde bulunduğumuz büyük zorlukların kaynakları ve kökleri Osmanlılar’a kadar gider.
Devre sonunun bize gösterdiği hedefler vardır. Bunlar hiçbir ulusa, ideolojiye ait hedefler değildir. Devre sonu, elinde bulunan imkanları kullanmamız için sanki bize yalvarmaktadır. Oysaki bizler hala eskiyi denemekte ısrar ediyoruz Ama tüm bu direnmelere rağmen, inkar edilemeyecek bir değişim sürüp gitmektedir. Devre sonu, bizlere sunduğu yeni yeni olanaklarıyla statükonun asla korunamayacağını göstermeye çalışıyor. Çünkü, tekamül süreci evrenin en büyük olgusudur. Gelişme ve değişme her yerde, her şekliyle vardır. Sadece ruhsal bir olay değil, aynı zamanda maddesel bir olaydır.
Dünya Okulu’nda bu kadar çeşitli din, felsefe ve inanç olmasının sebebi; dünya üzerindeki ayrı seviyelerden ve ayrı devrelerden gelen varlıkların bilgi ve tecrübe bakımından gelişmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı dünya tekamülünü tamamlamak güçtür. Her türlü çelişki dünyamızdadır. Gerçeğin bir elden ötekine bozulmadan geçmesi büyük bir kısmettir. Bu nedenle, dünyanın sürekli teşevvüşü son devrenin niteliğidir. Verilen bilgilere göre, iyi ile kötünün ayırt edileceği, birinin alınıp ötekinin bırakılacağı ayıklanma süreci başlayalı çok olmuştur.
Dünya gezegeninin ulaşacağı tekamül düzeyinin gereği olarak, her millet kendi ihtiyaçları yönünde hızla ilerlemektedir. Milletlerin hatalarla dolu geçmişlerinin kefareti ağır bedellerle ödenmekte, şuurlanma ya da uyanma haline geçebilmek için harcanan emek ve çaba, ıstırabı dayanılması güç bir duruma sokmaktadır. İnsanlığın en yüksek hırs ve bencillik devrini yaşıyoruz. Daima almak ve doymamak gibi bir idraksizliğin çilesini çeke çeke doymak ve vermek aşamasına gelmek gibi evrensel bir mutluluğu yaşama realitesine geleceğimiz verilen bilgilerde söylenmektedir. Bu tür bir yaşamın gerçekleşmesi ancak bilgi ve sevgi ile olacaktır.
Değişim sadece dünyanın kendisi üzerinde değil, Güneş sisteminde de olacaktır. Gezegenlerin kendilerinde fiziksel bakımdan, ayrıca oralarda yaşayan varlıkların yaşayışlarında da değişikliklerin olacağı ve oraların da bunu beklediğinden sürekli olarak söz edilir. Bu değişiklik sadece dünyasal yani beşeri değildir. İnançlar ve düşünceler üzerinde oluşacak değişikliklerin hepsi belli bir idrak düzeyinden sonra, kendiliğinden olacak şeylerdir. Bilimde, dinde, doğayı anlayışta, beşeri ilişkilerde değişiklikler olacaktır. Bunlar, idrakin yükselmesinden sonra ikinci derecede olacak şeylerdir.
İnsanın amacı maddeyi kullanmaktır, ona prangalı bir esir olmak değil. Evren, her yönüyle, maddeyi kullanan ruhun öyküsüdür. Ruhsuz, sevgisiz, duygusuz ve yüreksiz bir yaşamın ipine sarılmanın ıstırabına son verme zamanı devre sonunda gerçekleşmektedir. Maddeyi ruhsallaştırma gayretlerine karşılık, yapılan gerçek psişik araştırmalar maddeyi aşıp geçen bir cevherin, bir özün varlığını giderek daha belirgin olarak ortaya çıkarmaktadır.
Bilgi devrinin, gerçeğin ve doğru olanın önünde hiçbir dünya gücü duramaz. İdraklerde uyanan iç ışıkla bütün sahte, yalancı, karanlık olan söz ve fillerin aldatıcılığı devre sonunda ortadan kalkacaktır. Bunu sağlayacak olansa vicdan uyanıklığıdır, korkulması gereken İlahi Güç işte budur. Vicdan uyanıklığının silahı ise bilgidir.
İnsan sonsuz tekamüle layık fakat dar kapasiteli bir varlıktır, kapasitesini kendiliğinden genişletemez. Eğer antenleri açık, şuuru uyanıksa o zaman kendisine gelen tesirleri alır, anlayışı ve idraki artar, kendini tanır, maksatlı faaliyetlere başlar. İnancımız ve bilgimiz ancak fiillerle gerçekleşir. Felsefe, teori devri bitti; insanlık ancak tatbikatla, tecrübe ve görgüyle, özellikle ruh hallerini yaşayarak tekamül edebileceği bir devrededir.
Birlik ve beraberlik uygulamasını en yoğun şekilde yapmak zorunda olduğumuz bir devredeyiz. Bu nedenle, hiç durmadan her yanımızdan basınç altındayız buna, Rahman ve Rahim olan şuurda uyandırıcı etki de diyebiliriz, enerjetik bedenlerimiz bile basınç altındadır. Hatta asıl basıncı onlar yiyor. Çünkü, Yukarı’dan gelen tesirler doğrudan doğruya fizik bedenimize ulaşmaz. Önce görünmeyen bedenlerimize, oradan da fizik bedenimize yansır. Bir çok rahatsızlıklar, astral bedendeki kaymalardan meydana gelir. Bunun da nedeni fizik bedenle olan bağlantısının azalmış olmasından dolayıdır. Bu rahatsızlıkların çoğu, psikolojik rahatsızlıklardır: Huzursuzluk, depresif durumlar, sinirlilik, kavgacılık, nefret, düşmanlık, kin gibi... İnsanda meydana gelen baskı tesirlerinin nedeni, özellikle beyin, şuur ve şuur altı mekanizmalarımızdaki bir takım teşevvüşlerdir.
Şuurda uyandırıcı Rahman ve Rahim olan etkisine karşın miskinlik ve atalet içinde yaşayanlar da az değildir. Miskinlik beşeri bir rahatsızlıktır. Dinamizm ve çok hareketlilik içinde de miskinlik sürüp gidebilir. Kendini tanıma çerçevesinde sahte benliklerini kontrol altına alma cehti sergileyememek miskinliktir, kendini madde içinde yitirmişliktir. İçinde bulunduğumuz devre sonunun şu bitiş günlerinde dünya yaşamı, tüm konforu ve teknolojik harikalarıyla beraber tüm beşeriyeti tam bir miskinliğe ve atalete sevk etmiş durumdadır. Yani, beşeriyeti gerçek hedefine ilerleme cehtinden alıkoymuştur. İnsanlar, beşeri koşullandırmalar ve maddenin cezbedici etkisiyle oluşturulan yapay hedef ve ihtiyaçlar peşinde koşturmaktadır. Bireyin yapay hedefler peşinde koşması, onun bir tür atalet içinde olmasına yol açmaktadır. Tanrı’nın sıfat isimlerinden biri “El-faal”dir; yani, aktif, hareketli ve etkin. Yüce Tanrı bizleri de hareketli, aktif, ataletten uzak görmek istemektedir. Atalet halinde olmamız Planımızın ve Ruhsal İdare Mekanizması’nın işine gelmez. Ataletten ve miskinlikten çıkmamız için, Ruhsal İdare Mekanizması’nın yasalarına uygun her türlü etkiyi harekete geçirirler. Bu hareket geçiriş olaylar ve tesirler tarzındadır. Giderek daralan ve içinde bulunduğumuz şu zamanda olmakta olan da budur.
|
|
|
Çin Uydusunun Ayda Keşfettiği Maden Tesisi |
Yazar: Emka - 03-09-2016, Saat: 14:38 - Forum: AY
- Yorum Yok
|
|
Neden kimse Ay’a yıllardır ayak basmıyor hiç merak ettiniz mi ?Bu soruların cevabı zamanla karmaşık ama daha kolay olabiliyor. Dr. Michael Salla " doğal uydu’ yüzeyinde dünya dışı askeri bir endüstriyel kompleks olduğuna işaret edip şu anda ayda insanlar ile birlikte çalışan yabancı bir rejimin güçlü bir olasılık olduğunu söylüyor.
Çin ay yüzeyine işletim tesisini andıran karmaşık ilginç bir binanın fotoğrafını yayınladı. Buda Dr. Sallanın ve Diğerlerinin iddialarını destekliyor ve Bu Görüntü hala ayda yürütülen gizli operasyonların varlığını temsil ediyor, aynı zamanda bundan Çin hükümetinin dünya dışı ziyaretçiler ile temas halinde olduğu da ortaya çıkarılabilir. Bu olay aynı zamanda Çin’in devasa radyo teleskoplara neden yatırım yapıldığını da açıklıyor. Aşağıdaki Videoda detaylı izleyebilirsiniz
|
|
|
7 ADIMDA ZİHİNSEL ENERJİ SEVİYENİZİ YÜKSELTİN |
Yazar: Spiritüeller - 02-09-2016, Saat: 15:04 - Forum: MEDİTASYON
- Yorum Yok
|
|
Zihin, insan vücudundaki enerji seviyesini etkileyen en önemli faktör. Zihinsel enerjisi yüksek olan insanların ortak özelliği; mutluluk, yüksek irade, güven ve motivasyon sahibi olmaları. Artan irade ve motivasyonla da sağlıklı beslenme gibi alışkanlıklar kazanmak mümkün.
Eğer kendinizden eminseniz, yaptığınızdan da eminseniz işte o zaman yaptığınız işi başarı ile gerçekleştirebilirsiniz.
İşte zihinsel enerji seviyenizi yükseltmek için atmanız gereken ilk 7 adım.
1.MİNNETTAR OLUN...
Hayatınızda minnettar veya müteşekkir olduğunuz şeyleri kendinize hatırlatın. Şükran, sizi daha çok olumlu düşünceye bu sayede de zihinsel enerjinizin artmasını sağlayacak. Eğer işyerinizde eğlenemiyorsanız, işinizin olduğunu ve bir maaş kazandığınızı hatırlayıp mutlu olun. Eğer hayatınızda zorluklarla karşılaşıyorsanız, zorlukların sizi daha güçlü yapacağını hatırlayın.
Şükretme neyin önemli olduğunu size hatırlatır. Eğer trafik sıkışıklığında kaldıysanız, ailenizi hatırlayın. Trafik sadece sizi onlara ulaştıracak.
Aksiyon:
Hayatınızda minnettar olduğunuz 5 şeyi bir kağıda yazın.
2.ÇEVRENİZİ İYİ İNSANLARLA DONATIN...
İnsanlar doğuştan sosyal varlıklardır; insanlarla iletişim kurmak bizi mutlu eder ve enerji verir. Olumlu düşünen ve size enerji veren insanlarla zaman geçirin. Her zaman olumlu bir tonda konuşun. Bu daha olumlu düşünüp daha enerjik olmanızı sağlayacak.
Aksiyon:
Hayatınızda sürekli olumsuz düşünen insanlar var mı? Onlarla bu kadar çok zaman geçirmeli misiniz? Nasıl insanlarla zaman geçirmeyi tercih ederdiniz? Bu tür insanlarla tanışıp zaman geçirmek için bir strateji geliştirin.
3.OLUMLU DÜŞÜNÜN...
İyimser düşünmek, ruhsal enerjinizi yükseltecek.
Biraz mutsuz ve halsiz hissediyorsanız, kendinizi daha olumlu düşünmeye zorlamak olumsuz ruh halini tersine çevirmenin çok iyi bir yolu. Momentumun enerji seviyeniz üzerinde somut bir etkisi var.
Eğer ruhsal enerji seviyeniz düşüyorsa bir an önce harekete geçmelisiniz; Çünkü ne kadar düşerse yükselmesi de o kadar zorlaşır. Aynı şekilde enerji seviyenizi ne kadar yüksek tutarsanız, düşmesi de o kadar zor olacaktır.
Aksiyon:
Her olayın olumlu yanlarına odaklanın. Karşınıza çıkan fırsatlardan yararlanın. Neyin ters gidebileceğini düşüneceğinize, nelerin iyi gidebileceğini düşünün.
4.AKLINIZDAKİLERİ DÜZENLEYİN...
Çoğu insan her zaman çok meşgul ve akıllarında birçok farklı şeyi tutmak zorundalar. E-posta gibi yöntemlerle, her zamankinden daha hızlı bir şekilde bilgi ediniyoruz. Hata yapmaktan kaçınmak için aklınızdakileri düzenleyin; her şeyi aklınıza kazımak zorunda değilsiniz.
Aksiyon:
Ajanda, alarm ve hatırlatıcılar yardımıyla aklınızdakileri düzenleyin.
Örneğin bir toplantı belirlediğinizde bunu ajandaya geçirin ve hatırlamak için kendinizi zorlamak zorunda kalmayın. Bir to-do listeniz olsun. Bu sayede işlerinizin bilincinde olacak ve yetiştirmekte büyük kolaylık yaşayacaksınız.
5.DIŞARI ÇIKIN...
D vitamini içeren gün ışığı, cildinize ve gözlerinize iyi gelir ve enerji seviyenizi yükseltir. Ayrıca, vücudunuz ve zihniniz gün boyu uyanık olmaya alışık olduğundan, gün içinde kendinizi daha enerjik hissedersiniz. Gün ışığı vücudumuza uyanık ve enerjik olması gerektiğini hatırlatır.
Aksiyon:
İşte kendinizi yorgun hissettiğinde dışarı çıkın ve güneş ışığında kısa bir ara verin.
6.EĞLENİN...
Ailenizle ve arkadaşlarınızla zaman geçirmeyi ihmal etmeyin. Hobilerinize zaman ayırın. Bu aktiviteler sizi heyecanlandırıp motive edecektir. İşe biraz ara vermek, daha çok iş halletmenizi sağlayabilir. Eğlenmek, vücudunuza enerji seviyenizi yükselten bir etki eder.
Aksiyon:
Haftanın belirli günlerini hobilerinize ve sevdiklerinize ayırın.
7.ZİHNİNİZİ TETİKLEYİN...
Zihninizi çok yormadan tetikte tutun. Zihninize meydan okumak size enerji verecektir. Kendinizi zorlamazsanız günlük hayattan sıkılabilir veya amaçsız hissedebilirsiniz. Zihninizi tetiklemek için yeni bir beceri edinmeyi deneyin.
Aksiyon:
Günlük hayatınızda kendinizi zorlayan deneyimler yaşamaya çalışın.
|
|
|
DUYULARIMIZIN ÖTESİNDEKİ ESRARENGİZ DÜNYA |
Yazar: Spiritüeller - 02-09-2016, Saat: 14:45 - Forum: PARAPSİKOLOJİ GENEL
- Yorum Yok
|
|
Beş duyunun erişemediği bir dünyanın varlığına inanan bilginler artıyor. Yanımızda olmayanların mesajları ve uzaklarda olagelmiş olaylar hakkında bilgi sahibi olabilmemiz, onların haklı olduklarını gösteriyor.
Amerika’nın Georgia eyaletinde bir sabah kahvaltısında, genç bir öğretmen kız, elindeki çatalı sofranın üzerine fırlatarak, o sıralarda açık denizlerde olan genç gemi mühendisi nişanlısının tehlikede olduğunu haykırdı:
“Her an havaya uçması mümkün!“ diye bağırarak koştu ve radyonun düğmesini çevirdi. Tam o sırada, ajans haberlerinde, bir geminin ambarındaki patlayıcı maddelerin parladığı ve geminin uçmasının dakika meselesi olduğu bildiriliyordu. Gemi, kızın nişanlısının gemisiydi. Sonunda, patlayıcı maddeler kontrol altına alındı ve gemi kurtuldu. Öğretmen, tehlikeyi nasıl sezdiğini bir türlü anlatamadı. Washington’da da bir kadın akşam yemeğini hazırlarken birdenbire, “Babam öldü! Onu koltuğunda otururken gördüm!“ diye bağırdı. Ailesi onu, hayal gördüğüne inandırmaya çalıştıysa da az sonra başka bir eyaletteki evinden gelen telgraftan, adamcağızın koltuğunda otururken kalp krizinden öldüğü öğrenildi.
Pennsylvania’da başka bir kadın, rüyasında dört küçük oğlunun yüzmeye gittiklerini, dokuz yaşındakinin üzerinde de kırmızı mayo olduğunu görmüştü. Rüyanın daha sonraki bir safhasında, çocuklar girdaba kapılıyorlardı. Anne bunun üzerine suya atlıyor ve kırmızı mayolusu hariç, hepsini kurtarıyordu. Sonra uyandı. Haftalardan sonra, dokuz yaşındaki oğlu girdaba kapılarak boğuldu. Üç tane mavi mayosu olmasına rağmen, tesadüfen o gün ağabeyinin kırmızı mayosunu giymişti.
Bunlar, Duke Üniversitesi’nin Parapsikoloji Laboratuarının dosyalarından rasgele derlenmiş olaylardır. Bu hayret verici olaylar, parapsikologların DDA (duyular dışı algılamalar) dedikleri gücün sonucu olabilir mi?
Tabiatıyla her şaşırtıcı olay DDA ile ilgili değildir. Bir DDA denemesi, insana, gerçeğe uyan bir mesaj vermelidir. Daha önemlisi, bu mesajın, duyular yoluyla, hafıza, muhakeme, sonuç çıkarma yahut tahmin gibi zihni işlemler sonucunda elde edilmiş olmaması da şarttır. Bu iş nasıl olabiliyor? Pennsylvania’da bir kadın, nasıl olmuş da geleceğe bir bakış atıp oğlunun boğulacağını ve hatta nasıl boğulacağını görebilmiştir? Zihnin ne olduğu ve nasıl çalıştığı, bilimin bugün hala meçhulü olduğuna göre, bu soruya tam bir cevap verilememektedir. Bununla beraber, en büyük kısmı anlaşılamamış Psi denilen bir zihin yeteneğinin varlığını kabul etmekle, az çok bir şeyler açıklanabilir. (Psi’nin incelenmesi psişik araştırma diye tanınmakta iken son yıllarda parapsikoloji adını almıştır.)
Telepati ve uzakta olan şeyleri görmenin ikisi de Psi’nin görünüşleridir. Telepati’de bilgi, başka kimselerin düşüncelerinden, uzakta olan şeyleri görmede ise olaylardan ve cisimlerden gelir. DDA’nın üçüncü bir tipi de vardır; bunda, henüz ortaya çıkmamış olaylar hakkında bilgi edinilir. Çoğu Psi olayları, bu üçünden birinin veya her üçünün birleşmesinin sonucudur.
Telepati’nin iki zihin arasındaki bağlantısı, iki kişi arasında doğan ilgi ve duygu bağıyla anlatılabilir. Mesela, yeni bir üsse atanan genç bir subayın karısı, bir akşam televizyon seyrederken, 500 km uzaktaki baba evini telefonla araması için, içinde bir zorlama hissetmişti. Telefona ağlamaklı bir sesle cevap veren annesi oldu:
“Ah kızım, deminden beri telefonun başında oturuyor ve kocanın yeni üssünde seni nasıl buldurup babanın bir kalp krizi geçirdiğini haber vereceğim diye düşünüyordum.”
Göze görünmeyen şeyleri görmek de telepati kadar sık geçmektedir. Bunların birçokları, başta mücevherler olmak üzere, kayıp eşyayla ilgilidir. Bir kadın bulaşık yıkamadan önce, yüzüklerini çıkarmış ve bir dolabın rafının üzerine bırakmıştı. Akşamüzeri aklına gelip onları arayınca, rafın üzerinde olmadıklarını gördü. Kendisi ile kocası ilkin mutfağı, sonra da bütün evi boşu boşuna aradılar. Derken kadın birdenbire buzdolabına gitti, buz kalıplarından birini çekti; bir de ne görsün, yüzükler orada buz külçelerinden birinin içinde donmuş değiller miydi? Kocası, dolaptan bardak alırken, farkında olmaksızın onları raftan buz kutusunun içine düşürmüştü. Kadın bu konuda, “Beni, o buz kutusunun içine bakmaya sevk eden gücün ne olduğunu bilemiyorum.”demiştir.
New Jersey’li bir kadın da, iki yaşındaki kızını kocasıyla bırakarak alışverişe çıkmıştı. Sonradan şunları anlatmıştır:
“Yarı yola varmıştım ki içimde bir his bana hemen eve dönmem gerektiğini söyledi. Müthiş bir korku benliğimi kapladı. Otobüsten indiğim gibi, hemen bir başka otobüsle evin yolunu tuttum. Kocamla kızım divanın üzerinde uyuyordu, kocam uyurken küçük kızım havagazı muslukları ile oynamış ve onları açık bırakmıştı. Sonra, divana babasının yanına tırmanmış ve o da uyuyakalmıştı.”Bu durumda, uyuyan koca, karısına bir telepati mesajı göndermiş olamayacağına göre, kadında, uzakta olan şeyleri görme duyusu vardı.
Gerçeği ne olursa olsun, “Psi”, mesafeleri hiçe saymakta ve insanlar, cisimler yahut olayların arasında ister bir oda ister bir kıta veya okyanus olsun, aynı derecede kolaylıkla etkisini gösterebilmektedir. Geçmişte, kehanetin, bazı yüksek din adamlarına, kahinlere ve mistiklere özgü esrarengiz bir kudret olduğu sanılırdı. Fakat Duke Üniversitesi’nde yapılan denemeler, sıradan kimselerin de bazen, henüz olmamış olayları görebildiklerini göstermektedir.
25 yıl kadar önce, bir yaz günü, Iowa eyaletinde mutlu bir genç kız, o akşam gideceği bir baloyu düşünerek işten evine dönüyordu. Sonradan o da şunları anlattı:
“Birdenbire içimde müthiş bir sıkıntı hissettim. Bu sıkıntı bütün akşam, üzerimden gitmedi. Hep beraber baloya gitmemiz için, birçok arkadaşlar bizim eve gelmişlerdi. Ama ben evde kalmaya karar verdim.
Kız kardeşim Frances de baloya gidenlerin arasındaydı. Korku içinde ona, ‘O otomobile binme, Frances. Buna bin!’ diye haykırdım. İkinci otomobil yeni bir modeldi. Ertesi sabah 2.30’da Frances bir otomobil kazasında can verdi. Yeni otomobil fazla hızlı gitmediği için,arkadaşlarıyla eski otomobile geçmişti.“
Bazı hayaller ise hem göze, hem de kulağa hitap ederler. 14 Mart günü saat tam 3’de, New York’ta genç bir kadın, İtalya’daki babasının, “Maria! Maria!“ diye bağıran sesiyle uyanmıştı. Kadıncağız korku içinde yatağının içinde oturunca, pencerenin dışında babasının yüzünü gördü. “Baba!“ diye haykırması üzerine, hayal kayboldu. Bu hikayeyi duyan kızın ailesi, gülüp geçtiler. Fakat üç gün sonra İtalya’dan bir telgraf aldılar; Maria’nın babası, 14 Mart günü, NewYork saatiyle 3’te ölmüştü.
Koku almaya dayanan hayaller de vardır. Brooklyn’de bir kadın, sabahın 2’sinde duman kokusu duyarak uyanmıştı. Yatağından kalkıp sobayı ve ocakları kontrol ettiyse de hiçbir şey bulamadı. Sebebini kendi bilmiyordu. Birdenbire, dokuz kilometre uzaktaki dükkanında bir şeyler olmasından korktu. Otomobiline atlayıp oraya gidince, dükkanın duman içinde olduğunu gördü. Arkadaki odada kocası baygın yatıyordu. Elinden düşürdüğü sigara, üzerinde yattığı divanı tutuşturmuştu.
Duke Üniversitesi’nin koleksiyonunda, faciaların veya faciaya yakın olayların çoğunlukta olması, DDA’nın mahiyetinden çok, insan tabiatının sonucudur. Birçoğumuz, hayatın mutlu veya alelade olaylarını oldukları gibi kabul etmekte, buna karşı olağanüstü olayların ve özellikle felaketlerin etkisi altında kalmaktayız.
Bir zamanlar, Psi’nin sadece İskoçyalılar, İrlandalılar ve Çingeneler gibi ırk gruplarına özgü olduğu sanıldığı halde, şimdi böyle bir sınırlama olamayacağı anlaşılmıştır.
Psi, zeka derecesiyle ilgili değildir. Bazı şartlar altında, DDA derecesi, dışa dönük kimselerde kısmen daha yüksek olma eğilimini gösterebilir. Tahmin edildiğine göre, herkeste Psi vardır, ancak buna karşı takınılan tavır, kişilik özellikleri ve bazı şartların bir araya gelmesi, bu yeteneklerin bazı kimselerde daha çok göze çarpmasına sebep olmaktadır. Birçok kimselerin başından Psi tecrübelerinin geçtiği, ancak bunların farkında olmadıkları sanılmaktadır.
Psi’yi kontrol etmek ve kullanmak, yani uzaklardaki olaylar, başkalarının düşünceleri ve henüz olmamış olaylar hakkında bilgi edinmek, nispeten genç bir bilim olan parapsikolojiyi geliştirmemizle mümkün olacaktır. Artık insan zihninin, duyuların sınırları içinde hapsolmayacak kadar geniş olduğu anlaşılmaktadır.
Dr. Louisa Rhine
|
|
|
İNDİGO ÇOCUKLAR DÜNYAYA YENİ DÜZEN KURMAYA GELİYORLAR |
Yazar: Spiritüeller - 04-08-2016, Saat: 16:26 - Forum: İndigolar
- Yorum Yok
|
|
Bu çocuklar alışılmışın dışında zekiler, öz güvenleri fazlasıyla yüksek, otoriteye karşı çıkıyorlar, çok canlı ve hareketli olmalarının yanında onların sezgileri de oldukça güçlü. Onlar indigo çcuklar ve dünyaya yeni düzen kurmaya geliyorlar.
Özellikle bu tip çocukları olan ailelerin de dahil olduğu bazı kişiler bu çocukların düzeni değiştirmeye gelen üstün özelliklere sahip çocuklar olduğuna inanıyor.
Otistik bozukluk, hiperaktivite, dikkat eksikliği ya da dürtü kontrol sorunları yaşayan kimi çocukların aileleri çocuklarında bu sorunların varlığını kabul etmektense olağandışı bir çocuk sahibi olmayı daha kabul edilebilir buluyor.
Böyle düşünen aileler, var olan patolojinin tedavisi üzerine gitmek istemiyor. Çocuk ve Ergen Psikiyatrı Dr. Nüket İşiten “İndigo çocuk” tanımının çocuklarında davranış sorunları gösteren bir psikiyatrik hastalığı kabullenmekte zorluk çeken ailelerin sığındığı bir tanımlama olarak ortaya çıktığını belirtiyor. Psikiyatr Dr. Nüket İşiten’e indigo çocukların ve ailelerinin içinde bulunduğu durumu soruyoruz.
İndigo çocuk tanımı ile anlatılmak istenen nedir?
Spiritüel inanışlara göre bunlar düzeni değiştirmeye gelen, üstün özellikleri olan, asil görünümlü, özgüvenleri yüksek, otoriteyle disipline edilemeyen ve sisteme başkaldıran çocuklar.
İNDİGO ÇOCUKLARIN ÖZELLİKLERİ
Ancak bir çocuk karşı gelme özellikleri gösteriyorsa, çocukta biraz da inatçılık ve tutturma takıntıları varsa ebeveyni başta kural koyma olmak üzere çocukla ilgili bazı konularda zorlanır. Bu durumda doktor, psikiyatri ve rehberlik servisi gibi aklına gelen her çözümü dener. Uzun uzun randevu günleri ve tetkikler için beklediği halde kendini iyi hissettirecek bir uygula-bitsin yöntemi bulamaz. Uzmanlar onun yerine günler, aylar belki yıllarca devam edecek olan ilaç ve psikoterapi yöntemleri önerir. Üstelik aynı uzmanlar hem ailede hem de çocukta bir sürü olumsuzluk saptar. Bu ve benzeri eleştirileri kabullenmek ve zahmetli tedavi süreçlerine uyum sağlamak hiç kolay değil tabii.
Tanıyı kabul edemeyen ebeveynler kendi içlerinde düşünmeye başlarlar: ‘Ne yani şimdi bütün bildiklerim ve yaptıklarım yanlış mıydı? Verdikleri ilaçların ne kadar da çok yan etkisi var! Üstelik sadece çocuğum değil bizim de yapmak zorunda olduğumuz şeyler varmış. Öğretmen de gerek yok demişti. Kullanmazsak ne olur? İşin yoksa şimdi günlerce, aylarca o merkeze git gel. Ne kadar tüketici bir süreç… Hem zaten kesin düzelecek diye garanti de vermediler.’ gibi…
Neden ebeveynler çocuktaki sorunları görmezden gelerek basit bir tanımla “indigo çocuk” demeyi tercih ediyor?
İndigo çocuğunuzun olduğunu kabul etmek sizi birçok sıkıntıdan kurtarır. Onun karşıt olma durumunu ya da ani ve kuralsız davranışlarını sorunlu davranış olarak betimleyip mücadele etmek zor bir süreçtir. Onun yerine böyle bir çocuğu özgüveni yüksek, otoriteyle disipline edilemeyen, sisteme başkaldıran özel bir çocuk olarak kabullenmek daha kolaydır. Doktorların “hiperaktif” ya da “dislektik” olarak tanımladığı bir durumu; “özel çocuk” olarak benimsemek daha tercih edilir bir yönelimdir.
İNDİGO NASIL ANLAŞILIR
Bu terim ne zamandan beri kullanılıyor?
İndigo çocukların 1970’li yılların sonlarında doğmaya başladıkları iddia ediliyor. Bu durumda ilk “indigolar” yetişkin yaşlarda olmalı. Keşke bu bireylerin yaşam süreçleri ile ilgili geriye dönük izlem araştırmaları yapılmış olsa ve elimizde tedavi edilememiş olmanın onların yaşamlarını nasıl şekillendirdiğini tespit edecek, olumlu ve olumsuz yanlarını gösterecek veriler olsa.
EĞER DİKKAT EKSİKLİĞİ OLAN ÇOCUKLARINI BİR KISMI İÇİN BU TERİM KULLANILIYORSA…
Aslında tedavi edilmeyen dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu (DEHB) ile ilgili verilere bakmak bize fikir verebilir. Önceki yıllarda DEHB olan bireylerin var olan zihinsel kapasitelerinin gereği olan bir eğitim başarısı gösteremedikleri; bir yandan da “istesem de arkadaşım X kadar başarılı olamam” düşüncesi ile sistemik eğitimden uzaklaştıkları saptanmış.
Tedavi edilmeyen çocuğun okuldan uzaklaşmasını izlemek hangi ebeveyn için kolay olur ki?
Anne babanın çocuğu ile ilgili gelecekten beklentileri ve duygusal yatırımları var. Bunlar kumdan kaleler gibi gözlerinin önünde yıkılıp gider. Bunun izleyicisi olmak tahammül edilebilir bir durum değildir. Böyle bir durumda onun hastalıklı olmasını kabullenmek yerine dünya yeni bir düzen getirebilecek “özel” bir insan olduğunu ve bu nedenle sisteme uyum sağlayamadığını düşünmek daha rahatlatıcıdır.
Aileler neden çocuklarında herhangi bir psikolojik sorun olabileceği düşüncesini kabul etmezler?
Eğer çocuğun söz konusu durumuna zihinsel yetersizlikler de eşlik ediyorsa patolojik durumu kabullenmek daha olasıdır. Ancak mental kapasitesi yüksek olup bir yere kadar var olan sorunları bu yönleri ile kapatabilen çocuklarda ailelerin ruhsal bir bozuklukla çocuklarını eşleştirmeleri kolay olmuyor. O zaman da aile -denize düşen yılana sarılır- misali “başka ne olabilir?” arayışlarına giriyor.
Ateş düşürücü/ antibiyotik bile verirken ikileme düşüp ‘Acaba vermeli miyim?’ diyen anne babaların ‘fazla da problemi yok aslında’ diye değerlendirdiği böyle tablolarda tedaviye yönelik ilaçları gönül rahatlığı ile çocuklarına vermeleri kolay olmuyor. Ancak tedaviden uzaklaşılınca ortaya çıkabilecek kayıplar ailelere iyi anlatılmalı. Bu aileler çocuklarının okul ve öğretmenleriyle sıkı bir işbirliği içine girmeli. Özellikle zihinsel fonksiyonları iyi olan bu çocukları “özel çocuk”, “indigo çocuk” etiketlemeleri ile medikal bir tedaviden uzaklaştırma bu çocukların yararına değildir. Elbette çocuğun ilgi ve beceri alanlarına göre yetenekli olduğu konularda ilerlemesine izin verilmeli. Bu, her anne babanın ve eğiticinin önceliği olmalıdır. Ancak bu çocukları “akıllı, çok zeki ve yetenekli çocuk, mutlaka üstesinden gelebilir” diyerek tıbbı destekten yoksun bırakmak, gelecekte hak ettikleri yerlere gelmelerine engel olabilir.
|
|
|
POZİTİF ENERJİ UYUMLAMASI |
Yazar: Spiritüeller - 02-08-2016, Saat: 17:12 - Forum: MEDİTASYON
- Yorum Yok
|
|
Düşünce, insanın temel yaratıcı yeteneğidir. Düşünce ve imajinasyon (tahayyül-hayal etme gücü) hareketten önce vardır. Her düşünce belli bir etkiye sahip olan yaratıcı bir süreçtir.
Hayatımızı iyiye doğru yöneltmek istiyorsak eğer, gereken olumlu sebeplerin oluşması için bir tür aşırı çaba göstermeliyiz. İmajinasyon gücümüzün,hayatımızı her an yeniden yapılandıran bir yaşam sanatçısı olduğunu unutmayın.
Eğer bir insan,“Pozitif düşünüyor ve davranıyorum, ama yansımalar asla pozitif değil.”diye düşünüyorsa, yanılıyordur. Pozitif düşünce, bizi sevindirmeyen, mutlu kılmayan ve onaylamayan olayları dikkate almamak anlamına gelmez ki; aksine,“Gerçek pozitiflik, her durum ve şart altında elinden gelenin en iyisini yapmaktır.”Günlük hayatta yeni zorluklarla karşılaşmak engellenemez. Zaten bu tür değişimler ve meydan okumalar bize atak yaptırır. Gelişmek, değişmek, güçlenmek ve karşılaştığımız zorlukları olumlu olaylar hâline getirerek çözümlemek insan hayatının amacı ve anlamıdır. Hayatın acılıkla, katılıkla, negatiflikle sunduğu her şeyi tatlandırmak, güzelleştirmek ve pozitif enerjinin pırıltılı ışığıyla yıkamak için buradayız. Her zorluk onu aşmamız için bize bir olanak sağlar ve “ruhsal farkındalığımızı” artmasına neden olur.
“Yaşamanın” öncelikle “öğrenmek” anlamına geldiği gerçeğinin tam olarak şuuruna varırsak, hayatla ilgili görevlerimizi de hakkıyla yerine getiririz.
Düşüncelerimizin her biri bir yaratma eylemidir. Hepimiz de buraya yaratıcı yönümüzü geliştirmek için geldik. Düşüncelerimizle yaratıcı enerjiye şekil veriyoruz. Ve daha sonra bu eylemimiz, hayatımızda bir durum veya olay olarak ortaya çıkıyor.
Pozitif düşünmek ve pozitif enerjiyle uygulama yapmak, üstelik bu olumlu enerjiyi başkalarına da yansıtmak demek, tüm deneyimlerin özellikle de acı ve ıstırap dolu deneyimlerin bize “Öğrenmek ve Uygulamak” için olanaklar sunduğunu fark etmek; geçmişin tüm acı anılarını affetmek, onları sevgiyle kendimizden uzaklaştırmak demektir.Şuurlanmanın ve gelişimin hangi aşamasında bulunursak bulunalım, insan olmanın erdemli vazifesini bilgece yerine getirme şansına eşit olarak sahibiz. Kim olursak olalım, büyük küçük demeden ne hizmet yaparsak yapalım, hizmetimizi pozitif enerjinin verdiği güçle olumlu ve doğru yapmak olanaklarıyla donatılmış durumdayız. Yeter ki, “Pozitif enerjinin tüm varlığımızdan yansıyabilmesi için sadeleşmeyi ve terki göze alalım ve pozitifin bilgisine gönül kaplarımızı açalım.”
|
|
|
|