Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 1523 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 1523 Ziyaretçi

Son Aktiviteler
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 311
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 305
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,006
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,129
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,073
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,004
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,145
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,519
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,285
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,169

 
  Çift Yüzlü Adam Edward Modrake'in Şeytani Yapışık ikizi
Yazar: Emka - 17-11-2016, Saat: 23:45 - Forum: EFSANELER - Yorum Yok

Tarihte yaşanmış belki de en ilginç yapışık ikiz vakasıdır Edward Mordrake. Fakat olayın ne olduğunun anlaşılamayacağı bir çağda yaşamıştır.

19.yy' da İngiltere'de yaşayan Mordrake, kimi kaynaklara göre bir soyludur. Kimi kaynaklar ise sıradan bir vatandaş olduğundan söz eder. Kaynaklar arasındaki ortak kısım ise 19.yy İngiltere' de yaşamış olmasıdır. Ama 19.yy başında mı, sonunda mı yaşadığına dair de bir bilgi bulunmuyor.

Yazının bu kısmına kadar her şey sıradan. 

Edward Mordrake'yi farklı kılan şey ise onun ikinci yüzü. Kafasının tam arka kısmında bulunan bu yüzün normal bir yüzden pek bir farkı yok. Gözleri, burnu, ağzı, her şeyiyle tastamam.

Yetişkin olana kadar, pek bir şeyin farkında bile değil Mordrake. Bir süre sonra insanların kendisinden korkarak kaçtığını iyiden iyiye hissedince başlıyor acıları.

Toplumu, Edward'ı lanetli olarak görüyor. İnsanların kendisinden kaçışı onu nasıl etkiledi bilemiyoruz ama onu asıl etkileyenin bu olmadığını biliyoruz.

Çünkü ensesindeki yüzü, adeta bir şeytani ikiziydi onun. Gündüzleri hep asık suratlı ve suskundu ensesindeki yüzü. Ama hava kararınca bir yılan gibi tıslayarak konuşuyor ve Edward'ın ödünü koparıyordu.

Edward'ın ensesindeki şeytani yüz yemek yemez ve gündüzleri konuşmazmış. Buna karşın ağlayabiliyor ve gülebilirmiş. Gündüzleri konuşamayan bu ikinci yüzün, geceleri sürekli kendisine fısıldadığını ve ona korkunç şeyler anlattığını iddia ediyor Edward. Hatta bu yüzün en çok cehennemden bahsettiği de söylenir.

Edward Mordrake' nin bunca şikayetine rağmen hiçbir doktor bu yüze dokunup ameliyat etmeye cesaret edememiş. 


Toplum tarafından lanetli görülen ve şeytani yüzün ona yaşattığı korkunç gecelere daha fazla dayanamayan Edward daha 23 yaşında iken kendini asarak yaşantısına son vermiş.




29906170001_4533959337001_4533913662001-vs.jpg

Bu konuyu yazdır

  5 Dakikanızı Ayırıp Lütfen Okuyun
Yazar: Emka - 17-11-2016, Saat: 17:50 - Forum: Beyin - Yorum Yok

Elektromanyetik Alan” konusunda doktora yapmış bir kişiyim.
Öncelikle dizüstü bilgisayarlarıni asla ve asla kucağınızda, dizinizin üstünde kullanmayın.
En çok manyetik alanı saç kurutma makinesi ve ütü yayar (bu aletleri kullanırken acele edin, işinizi çabuk bitirin.

“Yatak odalarında televizyon, bilgisayar ya da cep telefonu bulunması tahmin edemeyeceğiniz kadar zararlıdır. Havayı iyonize eden elektromanyetik alan yüzünden çoğu zaman bir koku ile algıladığımız ancak gözle göremediğimiz elektrik yüklü parçalar havada asılı kalırlar.

Saatlerce havalandırsanız bile tam olarak ortamdan süpürülmezler, her nefes aldığınızda ciğerlerinize bu parçaları çekiyorsunuz demektir.
Elinizin hemen altındaki klavye ve Mouse ise her hareketinizde elektrik sinyalleri gönderir. Mutlaka kablolu mouse kullanınız. . Aynı şekilde uzun süreli klavye ve mouse kullanımı maalesef bilekleri ve eli deforme etmektedir. “RSI (Repetitive Strain Injury)” denen sürekli aynı bedensel hareketlerin tekrarıyla oluşan eklem rahatsızlıkları ve “Carpal Tunnel Sendorumu (tekrar eden hareket sendromu )” ciddi sonuçları olan ve ameliyat gerektirebilen hasarlar verirler.
Lazer baskı yapan yazıcılar, çalışmaları sırasında ozon gazı üretirler.

Uzmanlar kanser ve bağışıklık sistemi hastalıklarının, manyetik alanın zayıflattığı bünyelerde oluştuğunu söylüyorlar.
Mesela çoğumuzun kullandığı Bluetooth kablosuz bağlantısı için HP firmasının resmi kitapçığı “lütfen sağlığınız için bir metreden kısa mesafede Bluetooth kullanmayın” diyor.


15032263_1810004859252511_1231186650370243075_n.jpg


Eğer bütçeniz yetiyorsa LCD dediğimiz ince ekranlardan alın. Bunun radyasyon seviyesi daha düşüktür.
Bilgisayar kasanızı bedeninizden uzak tutun. Kabloları mümkün olduğunca uzun tutarak çevrenizdeki boş alanı uzatın, Bilgisayar masanızı metal aksamdan değil, ahşap ve elektrik yükü tutmayacak şekilde oluşturun.

Bilgisayarınızın bağlı olduğu prizi mutlaka topraklı yaptırın.
Günde bir kaç saatten fazla keyif, oyun ve web gibi zorunlu olmayan aktiviteler için bilgisayar karşısında zaman harcamayın.
Son olarak, bilinen tüm elektronik cihazlarda elektromanyetik alanı yakalama becerileri yüzünden özellikle ametist kristalleri kullanmanızı ve bilgisayarınızın yakınına koymanızı önereceğim.

Bu ametist kristalleri belli aralıklarla deniz suyuyla topraklandıklarında elektrik yükleri sıfırlanarak gereken koruma alanını sağlamaya devam ederler.”
Sevgili okurlar, ben şahsen Balıkesir Dursunbey Güğü Köyü’nde çalışırken, köyde ametist madeni olması nedeniyle, bol miktarda ametist kristali edinmiştim.
VE EN ÖNEMLİ KONU: . . . Eğer acil servis doktoru falan değilseniz, cep telefonunuz uyuyacağınız odada asla açık olarak kalmamalı. Gece siz uyurken Yatak Odanızdan en az 10 metre uzakta olmalıdır!!!!
Yapılan araştırmalara göre 20 dakika boyunca cep telefonu ile kesintisiz konuşanların, bir sağlık kuruluşunda beyin kontrolünden geçmesi gerekiyor. Nitekim telefon ile konuşurken sınırı aştığınızda hep başınız ağrır.. Unutmayınki , konuşurken de telefonun patlama gibi bir tehlikesi vardır . . . Mutlaka KULAKLIK KULLANIN ! ! !

Telsiz telefonlarda da benzer tehlikeler mevcut, ev telefonunuz telsizse değiştirin, kablolu alın.
Çamaşır ve bulaşık makineleri çalışırken yanında durmayın ( mesela bulaşık makinesini çalıştırıp yanındaki masada keyif çayı içmeyin veya masa keyfi yapmayın ), çünkü çok manyetik alan yayarlar. Özellikle çamaşır makinesinin, çamaşırları döndürme aşamasında hemen uzaklaşın.
Son olarak; kullanmadığınız aletleri fişten çekin. Yapılan araştırmaya göre, “stand by” da yani bekleme modunda kalan aletler, gene elektrik tuketıyorlar. Ve ABD’de bekleme modunda tüketilen elektiriğe ” vampir elektirik” deniliyor. Bu da gösteriyor ki elektronik aletler fişten çekilmediği, en azından güç düğmesinden kapanmadığı sürece bizim için tehlike yaymaya devam ediyor.

Tüm bu aletlerin neden olduğu masraf ve küresel ısınma yetmiyormuş gibi, bizi de tüketiyorlar yavaş yavaş.

(Dç Doktor Ayşegül yıldız)

Bu konuyu yazdır

  EKVADOR'DAKİ GİZEMLİ HEYKELLER
Yazar: Emka - 15-11-2016, Saat: 13:01 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

EKVADOR'DAKİ GİZEMLİ HEYKELLER:

Ekvador’da bulunan antik bir eser, Gözlü Piramit olarak adlandırılır. Göz, bir kakma işçiliğidir. Taş, gri ve beyaz renkte olup üzerinde 13 adet basamak bulunur. Nesne, 1 Amerikan Dolarının üzerindeki Parlayan Gözlü Piramide tıpatıp benzer. Eğer piramit koyu ışık altına konulursa, göz çok kuvvetli şekilde parlar. Bu piramidin altında, küçük altın plakalardan yapılmış noktalar halinde Orion takımyıldızının dizilişini gösteren bir işleme ve bir de bilinmeyen bir yazı vardır. Alman Dilbilim Derneği’nin başkanlığını yapan ve kırktan fazla dilde kusursuz olan Profesör Schildmann yazıyı, en eski yazıdan daha eski olduğu için Ön-Sanskritçe diye adlandırmıştır. Bu dört harfin çevirisi şöyledir; "Yaratıcının oğlu geliyor”.

Aynı yazı değişik ülkelerde, örneğin Ekvador’da, Kolombiya’da, İllinois’de (Birleşik Devletler), Fransa Glozel’da, Akdeniz’in Malta Adası’nda, Türkmenistan’da, Avustralya’da, İtalya’nın Güney Calabria’sında daha önceleri de görülmüştür. Bu da şu anlama gelir, bu yazı bir zamanlar tüm dünyada mevcuttu ve Sanskritlerden daha eski bir zamanda, 6.000 yıldan daha öncesinde kurulmuş küresel bir uygarlık olmalıdır.


Bu bölgede bulunan kobra heykeli de ilginçtir. Güney Amerika’da kobra asla var olmamıştır; ancak bu heykel de aynı yerde bulunmuştur. Kobra kafasının bir tarafında, 33 tane çizgi bulunmaktadır ve 33 sayısı, çok uzun zamandan beri mistik anlayışta önemli bir sayıdır.



15032263_1810004859252511_1231186650370243075_n.jpg

Bu konuyu yazdır

  Kaçırılma - Dosyası TRAVIS WALTON
Yazar: Spiritüeller - 07-11-2016, Saat: 16:16 - Forum: Kaçırılma Olayları - Yorum Yok

Uzaylılar tarafından kaçırılma hikayelerini çevreleyen şüpheleri ve tartışmaları Travis Walton olayı kadar açık bir biçimde ortaya koyan çok az örnek vardır. Arizona’da Sitgraves Ulusal Ormanı’nın düzenleme çalışmalarını yürüten yedi işçiden biri olan Walton, 5 Kasım 1975 günü saat akşam 6.00 civarında, diğer işçilerle birlikte, grubun ustabaşısı Mike Rogers’a ait kamyonetle eve dönmek üzere yola çıkmıştı. Kısa bir süre sonra, yoldaki ağaçların arasında esrarengiz bir parlaklık farkettiler ve ardından da yakındaki bir açıklıkta disk biçiminde bir UFO’nun havada durduğunu gördüler. Ani bir frenle duran kamyonetin içindekiler gördükleri karşısında şaşkınlıkla donakalırken, Walton birdenbire kamyonetten aşağı atladı ve cisme doğru koşmaya başladı. 

Walton’un bu hareketi üzerine dönmeye ve elektronik sesler çıkarmaya başlayan UFO’nun gönderdiği bir ışık demeti Walton’un kendinden geçmiş bir şekilde yere yıkılmasına sebep oldu.. Olanlar üzerine şok geçiren kamyonettekiler panik halinde hızla oradan uzaklaştılar. İlk şoku atlattıktan sonra olay yerine geri dönen işçilerin görebildiği sadece gökyüzüne doğru yükselen parlak bir ışık oldu; Walton’dan eser yoktu! Arkadaşları şerife giderek Walton’un gördükleri bir UFO gözleminden sonra kaybolduğunu bildirdiler fakat Walton’un kayboluşunu izleyen iki gün süresince yüzlerce görevlinin ve helikopterle yapılan detaylı araştırma hiçbir sonuç vermedi. Şerif ve resmi yetkililer bunun üzerine Walton'nun arkadaşlarının onu öldürdüklerini ve UFO yalanını bunu örtbas etmek için uydurduklarını düşünmeye başladılar.. Fakat Walton'nun 6 arkadaşıda yapılan yalan makinesi testinden başarıyla geçtiklerinde herkes onlara inanmaya başladı çünkü, yalan makinesini bir kişinin bile kandırması milyonda bir ihtimalken 6 'sının birden kandırması imkansızdı! 

Travis 5 Gün Neredeydi?11 Kasım günü, yani Walton’un esrarengiz bir biçimde kayboluşundan 5 gün sonra, Walton telefonla kızkardeşini aradı ve kaybolduğu yerden 12 mil uzaklıkta bir kasabada olduğunu söyleyerek gelip onu almalarını istedi. Walton’u bulduklarında bir telefon klubesinin içinde, yerdeydi ve kafası son derece karışıktı. Yeterince kendine geldiğinde ise başına gelenleri anlatmaya başladı. Walton, ışık demetinin kendine çarpmasıyla bir baygınlık geçirmiş ve uyandığında kendini sıcak, nemli, alçak tavanlı bir odada bulmuştu. Gözlerini açtığında üç tane uzaylı ona bakmaktaydı. Boyları 1.50 cm’den daha kısaydı; saçsız ve büyük başları vardı ve tebeşir beyazı, yarısaydam bir tene sahiptiler. Kulakları, burunları ve ağızları çok ufaktı. Bu esnada Walton’la uzaylılar arasında hiçbir iletişim olmadı. Walton, kaçmanın bir yolunu aramaktaydı, bir uzaylıya vurdu, en sonunda da üzerlerine doğru atlayacak gibi bir hareket yaparak uzaylıların odayı aceleyle terk etmelerini sağladı. 

Aracın çevresinde yürüyen Walton’un karşısına alışılmadık bir sandalye çıktı. Bu sandalyenin kollarında birer ekran vardı. Sandalyeye yaklaştıkça oda karardı; yarısaydam duvarlardan karanlık uzay görülüyordu. Walton sandalyenin koluyla oynamaya başlayınca araç sağa sola hareket etmeye başladı, bunun üzerine insan benzeri bir varlık onu durdurarak dışarı çıkardı. Bu, yaklaşık 1.80 boylarında, kaslı biriydi; üzerinde parlak mavi, dar bir takım, başında ise yarısaydam bir kask vardı.

Bu insan benzeri yaratık Walton’u aracın çevresinde bir tura çıkardı; Walton’un sorularına sadece gülümseyerek cevap veriyordu. Hangara benzeyen geniş bir alana geldiler; burada Walton’un geldiği araca benzeyen fakat daha ufak araçlar park etmişti. Hangarın yanındaki bir odaya girdiler. Burada iki erkek, bir kadın durmaktaydı, ilk adamla aynı şekilde giyinmişlerdi ama kaskları yoktu. 

Odaya giren Walton bir masaya yatırıldı. Kadın elinde oksijen maskesine benzer bir cisimle Walton’a doğru geldi; Walton tekrar kendinden geçmişti. Uyandığında Arizona’nın Heber kasabasının batısında, bir kaldırımda yatıyor ve sessizce yükselerek giden UFO’ya bakıyordu. Walton yeniden ortaya çıktığında, kayboluşunun üzerinden beş gün geçmişti. Walton’un başından geçen olay büyük tartışmalara yol açmıştı, fakat onunla görüşen ve olayı inceleyen psikyatristler ve onu yalan makinesinden geçiren poligraf uzmanları Walton’un doğruyu söylediğini savunuyorlardı. Walton’ı muayene eden üç psikyatristten biri olan Dr. Rosenbaum şu açıklamayı yaptı: 

“Sonuç olarak bizim düşüncemiz bu genç adamın kesinlikle yalan söylemediği ve olayda herhangi bir aldatmacanın bulunmadığı yolundadır.” 

Walton, araçta neler yaşadığını tam olarak hatırladığını söylüyor ve anlattıklarının gerçek olduğunda ısrar ediyordu. Walton, 1978 yılında yayınlanan kaçırılma deneyimini anlattığı kitabı ve daha sonra filmi çevrilen Fire in the Sky (Gökteki Ateş)’de şöyle demektedir: “Benim tek istediğim, kanıtların tarafsız olarak değerlendirilmesi. Bunu yapmayan bir kişinin olayla ilgili bir yargıya varma hakkı yoktur.”UFO araştırmacılarına göre Walton’ın yaşadığı deneyimdeki en ilgi çekici yan, insan-benzeri uzaylılarla diğer tuhaf görünüşlü uzaylılar arasında bir bağlantı olup olmadığı konusuydu. 1978 yılında yaptığı bir röportajda Walton bu soruya şöyle cevap vermiştir: 

“Kaçırılmamda uzaylılar ve insana benzeyen varlıklar işbirliği yapmış olabilirler. Aslına bakarsanız, uzaydaki tüm zeki yaşam formları arasında bir etkileşim ve işbirliği olabilir…” 

Alıntıdır.

enigmas3_25070734.jpg

Bu konuyu yazdır

  Kaçırılma Dosyası - PROFESÖR SALTER VE OĞLU
Yazar: Spiritüeller - 07-11-2016, Saat: 16:10 - Forum: Kaçırılma Olayları - Yorum Yok

Uzaylılar tarafından kaçırılma olaylarında, pek çok kez, yaşayanın unutmak isteyeceği, korkutucu deneyimler yaşanmıştır. Bununla beraber bazı olaylardaki yöntem denemeye değer niteliktedir. Tıpkı, Kuzey Dakota Üniversitesi’nden Prof. John Salter ve oğlu John Jr.’ ın başından geçen gibi. 

Baba oğul, Güney eyaletler için konuşma turu programlamışlardı. Mart 1988’de Prof. Salter, oğluyla birlikte arabasını, ilk randevusu için 61. Karayolu istikametine doğru sürüyordu. Bilmedikleri bir nedenden dolayı, arabalarını programladıkları yolun dışında başka bir yöne doğru sürmeye başlayan baba oğul, bir anda kendilerini tam tersi istikamette giderken buldular. Ardında da o gece dinlenip ertesi gün devam etmeye karar verdiler. 

İki adam daha sonra, bir gece önceki programladıkları istikametten gitmemelerinin nedeni hakkında konuşmaya başladıkları sırada gümüş renkli bir UFO görerek şoka uğradılar. İlerledikleri yolun üzerinde aniden belirmiş olan bu UFO’ya karşı ikisi de her nedense bir yakınlık hissetmişlerdi. Bu sırada birden hafızalarında geçen gece yaşadıkları canlanmaya başladı. 

Baba oğul, birbirlerine bakarak o anda dikkatlerini çeken cismin dün arabalarını durduran şey olduğunu hatırladılar. Dün ikisi de, araçlarına doğru gelen bir grup varlık tarafından dışarı çıkarılmışlardı. Prof. John, arkadan gelen uzun boylu yarı insan yarı yaratık olan varlığı görmeden önce, öndeki kısa boylu kişileri ilkin çocuk sanmıştı. İki adam bir yandan başlarına kötü bir şey geleceğinden ötürü kaygılanırken, bir yandan da adlandıramadığı bir hisle koruma altında olduklarını hissetmişlerdi. Prof John, UFO’ya doğru ilerledikleri sırada tökezlemiş ve az kalsın düşeceği sırada, garip bir enerji tarafından düşüp kendini incitmesi engellenmişti... 

John ve oğlu, dönemeçli duvarların bulunduğu bir odada, dişçilerin kullandıkları türden, arkaya yaslanılarak uzanılan bir sandalyede hareket edemeyecek bir şeklide yatırılmışlardı. John’un burun deliğine, acı vermeyen bir şey sokulmuştu. Diğer iğne şeklindeki aletlerden biri boynuna bir diğeri de göğsünün üstüne sokulmuştu. John’un bu bölgelerin insanın gelişimi, metabolizması ve bağışıklığıyla ilgili 3 önemli tıbbi bölüm olduğunu bilecek kadar tıp bilgisi vardı. 

Bu test tamamlandıktan sonra, John garip bir şekilde bu yabancılara bağlandığını hissetmişti. Ayrıca onlardan, tekrar karşılaşacaklarına dair bir mesaj aldığını da hissediyordu. Bu garip durum, John ve oğlu eve döndükten sonra daha da acayip bir hal almaya başladı. John, sağlığında genel olarak bir iyileşme olduğunu hissediyordu. Tırnakları ve saçları eskisinden daha kalındı ve daha çabuk uzuyordu ve alnındaki yara izi belirsizleşmeye başlamıştı. Bununla birlikte sigarayı bırakma savaşı veren oğul John, şimdi sigarayı düşünme gereği dahi duymuyordu. Her iki Salter için de kaçırılma iyi neticeyle sonuçlanmıştı. Saygı değer biri olarak görülen John Salter ve oğlunun başından geçenler 1988 yılında “Bilinmeyenden Gelen Ziyaretçiler” olarak filme de uyarlanmıştır.

Alıntı...
82495.jpg

Bu konuyu yazdır

  Evren Uzaylı Tasarımı Bir Bilgisayar Simülasyonu mu?
Yazar: Spiritüeller - 07-11-2016, Saat: 15:34 - Forum: EVREN VE BİLİM - Yorum Yok

İngiliz filozof Nick Bostrom, çevremizde algıladığımız gerçekliğin son derece gelişmiş bir bilgisayar programının ürünü olduğuna inandığını söylüyor. Matrix filminden fırlamış bu fikrine şaşırtıcı bir şekilde ona NASA'nın da katıldığını anlatıyor.

Dr.Bostrom önerdiği bir yazısında insan yarışını "Dijital Hapis" olarak adlandırarak yabancı yaşam formlarının evrimleşme yarışında insanları tutsak aldığın savunuyor.
Dr.Bostrom'a göre bu yaşam formları yada süper insanlar sanal gerçekliği kullanarak uzay ve zamanı simule ediyor.

NASA bilim adamı Rich Terrile, NASA'nın Jet Propulsion Laboratory'ında evrimsel hesaplama ve otomatik tasarım merkezinde müdür ve kendisi Dr.Bostrom'un birşey üstünde çalıştığını düşünüyor ve ekliyor: " Şu anda en hızlı NASA süper bilgisayarları insan beyninin yaklaşık iki katı hızda ve eğer basit olarak Moore's kanunu kullanarak hesap yaparsak (kabaca bilgisayarların her iki yılda bir gücünü iki katına çıkardığı iddiasıyla) bu tür bir süper bilgisayarın 80 yıllık bir insan ömrünü hesaplamak için yeterli olabileceğini bulacaksınız." diyor.

"Kuantum Mekaniğine göre parçacıklar gözlemlenmediği sürece kesin bir durumu yoktur". Çoğu teorisyen de bunu nasıl açıklayacaklarını düşünüyor. Bu açıklamalardan bir tanesi de bizim bir simulasyon içerisinde yaşıyor olduğumuz yönündedir. Görmeye ihtiyacımız olduğu zaman onu görmeye çalışıyoruz...

Parçacık fiziğinin Standart modeli bizlere atomik madde için 17 temel parçacığın olması gerektiğini söylüyor. İlk defa 1960'larda bilim adamları tarafından teorize edilmiş Higgs bozonu, bu 17 temel parçacıklar arasında yer almaktadır. 2012 Yazında, CERN'deki bilim adamları, yakalanması zor olan "Tanrı parçacığının" olduğuna inanmaktadırlar...

Evrenin gittikçe artan bir hızla genişlediği gerçeği de dahil olmak üzere standart model olarak parçacık fiziği henüz evrenin şaşırtıcı özelliklerini tam olarak açıklaması mümkün değildir. Karanlık maddenin, görülebilir maddeyi birbirine bağlayan bir web benzeri madde olduğuna inanılmaktadır. Ayrıca Standart Model henüz yer çekimi kuvveti için tam bir açıklamaya sahip değildir. Karanlık maddenin henüz kanıtlanmamış varlığı, sanal evren modellemesi ile açıklanabilir olduğu düşüncesini ileri sürüyorlar. Ama herkes matrix açıklamasına ikna olmuş gözükmüyor...

Oxford Üniversitesi'nde felsefe ve bilgisayar bilimleri öğreten Profesör Peter Millican, sanal gerçeklik açıklamasının kusurlu olduğunu düşünüyor. Teori, "Süper Zihinler" varsayımı temel almış gibi görünüyor diyor. Eğer onlar bu dünyanın bir simülasyon olduğunu söylüyorlarsa simülasyon dışında, olanların neden süper zihinler olduğunu düşünüyorlar? Düşüncelerin ve yöntemlerin aynı sınırları olacaktır...

Bilim insanları evren modellerini açıklamak için fantastik düşünceler oluşturmaya devam ede dursun sonun da her şeyi oluşturan bir enerjinin varlığını kimse inkar edemiyor...


Konu hakkında siz ne düşünüyorsunuz?

neo.jpg

Bu konuyu yazdır

  BİYOMANYETİK ENERJİ ALANIMIZ
Yazar: Emka - 06-11-2016, Saat: 23:02 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

BİYOMANYETİK ENERJİ ALANIMIZ:

İçinden elektrik geçen her nesnenin etrafında manyetik bir alan oluştuğu gibi insan bedeninde de sinir hücreleri tarafından iletilen elektrik, beden etrafında biyo manyetik bir enerji alanı oluşturur. Buna aura denir ve yaydığımız frekansa göre bu enerji alanı az ya da çok etkili olabilir. Bunu saptayan elektronik aletler olduğu gibi 5 duyu dışındaki algılamaları gelişmiş kişilerce de hissedilebilir ya da görülebilir.

nikola-tesla-resimli-sozleri.jpg

Auralarımızdan yayılan etkiler temas ile ya da yakın mesafede bulunmak ile çevreye bulaşır ya da çevredekiler bize bulaşır. Nazar da bu etkilerden biridir. Ayrıca selamlaşma, tokalaşma, kucaklayıp öpüşmenin de temelinde, bu taşınan etkilerin alınıp verilmesi vardır. İnsanlarla az temas etmek, az konuşmak bu enerjinin bedende depolanmasını ve istenildiği anda güçlü olarak kullanılmasını sağladığı gibi, fazlası da çoğu zaman farkettirmeden psikolojik bir sıkıntıya sebep olur. Örneğin dengeli depo edilmiş bu enerji ile bir söylevde bulunduğumuzda konuşma etkili olacaktır.

Bu enerji kullandığımız eşyalara özellikle metallere daha kolay geçer ve Anadolu'da bıçak, makas el değiştirildiğinde üzerine tükürür gibi ağızdan nefes üflemenin sebebi de bu taşınmış enerjinin etkisini azaltmak içindir. Ya da hediye verildiğinde genelde içten duygularla verildiğinden karşıdaki kişide yarattığı memnuniyetin sebebi de budur. Bilirsiniz, tv yanındaki cep telefonunun sesinin ya da tv nin görüntülerinin parazitlendiğini... Aynı şekilde dinlerde geçen; namaz kılanın önünden insan geçmemesi kuralının altında yatan da bu enerji karışıklığına sebep olmaması gerçeği vardır.

Bu konuyu yazdır

  Neden Gıdıklanırız ?
Yazar: Spiritüeller - 06-11-2016, Saat: 22:16 - Forum: SAĞLIK - Yorum Yok

Dokunma, aşırı kuvvetli bir şeydir. Aşıklar ve arkadaşlar arasındaki güven verici sarılmalar, sıkmalar ve kucaklamalar güçlü fiziksel ve duygusal tepkiler üretir. Coşku, rahatlama, keyif, arzu; hepsi bir kişinin elini tutmak gibi basit bir şeyden gelir. Hafif bir öpücük fiziksel uyarım yaratabilir. Ama başka şartlarda bir dokunuş tehditkar ve korkutucu olabilir. Bir yabancının istenmeyen dokunuşu uygunsuz biçimde dokunulan insanda istismar hissi ve öfkeye yol açabilir.

İnsanlar dokunmaya hem fiziksel hem de duygusal olarak açıkça tepki verirler. Ama vücutlarımızdaki bazı bölgeler diğer bölgelerden daha hassastır. Başka birinin parmağının uyluğunuzun tepesine, dizinizin birkaç santim üstüne hafifçe dokunduğunu düşünün. Pek bir tepki yok, değil mi? Ama aynı parmağın yavaşça göğüs kafesine, koltukaltınızla buluştuğu yerin hemen üstüne kaydığını düşünün. Muhtemelen bu hassas bölgeyi hayali parmağın gıdıklamasından korumak için kollarınızı yanlarınızda birleştirdiniz. Yüzünüzde gülümseme var mı? Kıkırdıyor musunuz?

Öyleyse çok şaşırmayın. Gıdıklanma ve gülme (veya muhtemelen gıdıklanmayı düşününce gülümseme) et ve tırnak gibi bir aradadır. Doğru şartlarda ve belli bölgelerde gıdıklandığımızda gülmekten kendimizi alamayız. Gülme, gıdıklanmaya istemsiz bir tepkidir.
Gülme ve gıdıklanma arasındaki bağlantıyı doğal karşılamak kolaydır ama doğrusu, bu tepki tuhaf bir tepkidir. Bu bir soru işareti oluşturur: Gıdıklanmaya kahkaha tepkisinin temeli nedir? İlk olarak gıdıklanmanın fizyolojisine bakalım.

Gıdıklanmanın Fizyolojisi

Cildinizin altında, beyne her türlü dokunuş ve sıcak-soğuk gibi şeylere maruzatı bildiren milyonlarca küçük sinir ucu bulunur. Bu his sayesinde, elimiz sıcak ocağa değdirdiğinizde çekerek yanmaktan koruruz ya da dışarısı buz gibi soğukken bir palto veya bir kıyafet daha giymemiz gerektiğini biliriz.

Bu sinir uçları hafifçe uyarıldıklarında, örneğin başka birinin parmakları veya bir tüy değdiğinde, sinir sisteminizden beyninize mesaj gönderirler, beyinse mesajı analiz eder. Gıdıklanma hissiyle sonuçlanan hafif bir dokunuş etkisi, beynin iki bölgesinin analizinin sonucudur. Somatosensori korteks dokunuşun analiz edilmesinden, örneğin onunla ilgili baskıdan sorumludur. Cildin duyusal alıcıları da hoş duygukarı yöneten ön singülat korteksten geçer. Bu ikisi birlikte gıdıklanma hissini yaratırlar. Bu hissiyat görünüşte hafif bir dokunuştan kaynaklanır: 

Aşırı gıdıklanan herkesin doğrulayabileceği üzere, aşırı baskı gıdıklanın hoş olmaktan çıkıp ağrılı hale gelmesine neden olabilir.

Bu iki bölgenin gıdıklanmayla ilgili olduğunu işlevsel MRI kullanım çalışmaları yoluyla biliyoruz. Bu teknoloji, kendimizi neden gıdıklayamadığımızı da ortaya çıkardı: Beynin arkasında yer alan ve hareketi yönetmekten sorumlu olan beyincik kendi kendine gıdıklamayı tahmin edebilir ve beynin geri kalanına bunun yaklaştığını haber verebilir. Sonuç olarak, duyumun yoğunluğu kısılır.
Beyin bunu neden yapar? Bunun, beynin önemli konulara yoğunlaşmak için gereksiz bilgiyi filtrelediği süreç olan duyusal zayıflatmayla ilişkisi olabilir. Kendi parmaklarınızdan tahmin edilebilir bir dokunuş zihninizin dikkatine değer görünmez, o yüzden beyniniz bilgiyi bilincinize girme şansı elde edemeden önce eler.

Kendinizi gıdıklayamayacağınız gerçeği, gıdıklanmanın sosyalleşmenin bir ürünü olduğu fikrini destekler. Mutluluk biliminin gıdıklanmanın sosyal yönleri hakkında neler bulduğunu sonraki sayfada öğrenebilirsiniz.

Gıdıklanmanın Sosyal Yönleri

Bir yüzyıldan fazla süredir insanlar mizah yeteneği ve gıdıklanmanın ayrılmaz biçimde birbirine geçtiğine inandı. Ne de olsa, gıdıklanma espri yeteneğini geliştirmeseydi neden gülerdik? Biyolog Charkes Darwin ve fizyolog Ewald Hecker, mizah yeteneği ve gıdıklanmanın alakalı olduğunu çünkü etkili olmaları için kısmen iyi bir ruh hali gerektirdiğini varsaydılar (Darwin-Hecker hipotezi). Ama sonradan ortaya çıktığına göre mizah yeteneği ve gıdıklanma ilişkili değildir.

Darwin-Hecker hipotezini test etmek isteyen çalışmalar tutarlı biçimde gösterdi ki stand-up komedi klipleri gibi mizah yeteneğini geliştiren tekniklerin kişiyi gıdıklanmaya daha fazla ya da az yatkın hale getirmediğini gösterdi. Gıdıklama sırasında gülmemiz onu komik bulduğumuzdan değildir. Peki o zaman neden güleriz?

Evrimci biyologlar ve sinir bilimciler (bir noktaya kadar) gıdıklandığımızda neden güldüğümüzü açıkladılar. Basitçe ifade edilirse, bir saldırgana boyun eğişimizi gösteriyoruz. İnsan vücudunun en gıdıklanan yerleri, genelde yaralanmaya en yatkın olan yerleridir. İnsanlar sosyal gruplarda yaşamaya evrimleştiler ve bu grupların bir işlevi bilgiyi bir nesilden diğerine aktarmaktır. Gıdıklanma yoluyla, bir kişi bir başkasına kendini saldırıdan korumayı öğretir.

Hayali parmak koltukaltınıza geldiğinde ne yaptığınızı gözünüzde canlandırın. Kollarınız bir savunma mekanizmasını olarak yanlarınızda kapandı. Bir kişi gıdıklandığında gıdıklayan kişiyi uzaklaştırmaya ve kaçma çabasıyla kıvranmaya da çabalayacaktır. İstemsiz gülme tepkisine neden olan gıdıklanma saldırısı, iki tarafın da çatışmayı fazla ciddiye almamasıyla tehlikesiz bir hal alır.
Sonraki sayfada, vücudunuzdaki en gıdıklanan bölgelerin bazılarını bulabilirsiniz.

Gıdıklanan Bölgeler

Darwin hipotezinde tamamen yanılmış değildi ama gıdıklanmanın mizah yeteneğiyle ilişkili olması hakkındaki kısımda yanlış tahmin yaptı. Ayrıca, genelde başkaları tarafından dokunulmadığımız yerlerden gıdıklandığımızı öne sürdü. Çeşitli derecelere kadar yaygın biçimde gıdıklanma refleksi üreten bölgelerden insanlar gıdıklanabilir de gıdıklanmayabilir de. Başkalarıysa çoğu insanın gıdıklanmadığı yerlerden gıdıklanabilir.

Ayak tabanları ve koltukaltları vücuttaki en yaygın gıdıklanan bölgelerdir. Ama ayakların gıdıklanabilirliği Darwin’in teorisine uyuyor çünkü atak tabanları biz ayaktayken veya yürürken vücudun geri kalanından baskıyı dağıtmaya alışmıştır. Başka birinin ayak tabanını avuç içinizi sürttüğünüzde muhtemelen pek tepki alamazsınız. Dahası, ayak tabanlarında cildin yüzeyine yakın bulunan üst düzeyde duyarlı Meissner cisimciklerinden yüksek yoğunlukta vardır. Bu sinir uçları ayakları daha fazla gıdıklanabilir yapar.
En gıdıklanan bölgelerin, en azından üst vücut etrafında, saldırıya en açık bölgeler olduğunu gördük. Koltukaltınız aksiller damar ve atardamarı bulundurur. 

Aynı zamanda kalbinize engelsiz ulaşım sağlar çünkü göğüs kafesi koltukaltında artık göğüs boşluğunu korumaz. Aynısı başka bir gıdıklanan bölge boyun için de geçerlidir. İki yerde de koruyucu kemikler olmadığından başka bir insanın o bölgelere dokunmasına refleks olarak tepki göstermemiz anlamlıdır. Boyun her türlü yaşamsal maddeyi içerir. İnsan vücudundaki en önemli iki atardamara ev sahipliği yapar: beyne kan sağlayan karotidler. Akciğere hava taşıyan soluk borusu da boynun ön tarafında yer alır.

Sonuç olarak, insanların gıdıklandığında neden güldüklerini kesin açıklayamayız çünkü daha en başta neden gıdıklandıklarından emin değiliz. Ama etrafta abiler ablalar, anne babalar olduğu sürece bu kesin olmayan ve gayri resmi bilgi tüm hızıyla devam edecektir.

neden-gidiklaniriz.jpg

Bu konuyu yazdır

  Reptilianlar Kimdir, Neye Benzerler?
Yazar: Spiritüeller - 06-11-2016, Saat: 20:57 - Forum: REPTİLİANLAR - Yorum Yok

Reptilian adı verilen varlıklarla ilgili ilk bilgiler ufoloji dahilinde yani ilk ufo gözlemleriyle ortaya çıkmıştır. Uzaylılar tarafından kaçırıldığını iddia eden insanların anlattıkları ortak noktalardan edinilen bilgilerle, reptilianlar hakkında bildiklerimiz oluşmaya başlamıştır.

İnsanoğlu, dünya dışı yaşam ile tarih boyunca ilişki kurmuştur. Bunun kanıtlarına birçok tarihi belgede hatta taş devrine ait mağara resimlerinde dahi rastlamak mümkündür. Ancak biz bu süreci yakın tarihimiz üzerinden incelemek istersek, çağdaş zamanlı dünya dışı varlıklarla temas akımının, Polonyalı profesör “George Adamski” ile başladığını görüyoruz. Adamski, insana benzeyen uzaylılarla tanıştığını dile getiren ilk kişidir.
george-adamski-orthon.jpg
Çağdaş zamanımızın, dünya dışı varlıklarla teması 3 evreden oluşmaktadır;

1-“George Adamski” ve “Howard Menger” başlayan ilk evrede karşılaşılan varlıklar, daha çok insana benzeyen: sarışın mavi gözlü “Nordik” denilen güzel, yakışıklı, çekici ve sevecen varlıklardı.

2-İkinci evrede ise gri varlıklar görülmektedir. Bu varlık 1.50 m. Boylarında vücutları oldukça zayıf ve narin görünümlü fakat kafaları vücutlarına oranla oldukça büyük olan korkutucu görüntüsü olan varlıklardır. Bunlarla, bilinen ilk teması gerçekleştiren ise “Betty Barney Hill” dir. Barney Hill, temasa geçtiği bu varlıkların kara kalemle çizimini ve heykel tasfirini yapmıştır. 1990’lı yıllara kadar dünya üzerinde çok pek çok insan gri varlıklarla karşılaştılar. Günümüzde uzaylı dediğimizde aklımızda canlanan uzaylı tasfiri bu varlıklara aittir.
betty-barney-hill.jpg
3-Üçüncü evre ise bu yazımızın asıl konusunu oluşturan yarı insan yarı sürüngenimsi (kertenkele) görüntüsü olan reptilianlardan oluşuyor. Reptilian ırkının da kendi arasında üç-dört grubu bulunmakla birlikte en çok rastlananlar iki ayağı üzerinde yürüyen; vücutları ve yüzleri kertenkele derisine benzeyen, gözleri de sarı renkli, dikine çizgilerden oluşan adeta bir yılanın gözüne benzer ve hipnotize etme gücüne sahiptirler. Reptilianlar çok zeki varlıklar olup aşırı bir bilgi birikimine sahiptirler. İnsanları etkisi altına alabilirler ve telepati gücüyle konuşurlar.
draco.jpg

Reptilian varlıkların kendi aralarında sınıf farklılıkları ve hiyeraşiler bulunmaktadır. Bu varlıklar arasında en az görülen tür “Drakolar”dır. Drakolar süt beyazı bir ten rengine, kırmızı parlayan gözlere sahiptirler. Bunlar kendilerini en üst varlık olarak görmektedirler. Şuna da değinmekte fayda görüyorum; Reptilianlar zaten ırk olarak kendilerini en üst varlıklar olarak görmektedirler ama kendi ırk içerisindeki hiyerarşide ise Drakolar en üsttedir.

Bir diğer reptilian ırkı ise kanatlı drakolardır. Bunlar 2-3 metre uzunluğundadır, yarasaya benzeyen devasa kanatları bulunmakta, kuyrukları ve boynuzları vardır.

[b]reptilian.jpg[/b]

Reptilianların vücutları hem enerjik hem de fiziki (madde) yapıya sahiptirler. En önemlisi de bu varlıklar vücutlarını istediği şekle sokabilirler ve insanlara istedikleri biçimde gözükebilirler. Yani istediği bir hayvanın şeklini alabilir ya da daha da ilginci herhangi bir tanıdığınızın görüntüsüne bürünebilirler. Bu özelliklerinden dolayı bir çok kaynakta bunlardan şekil değiştiren (shapeshifter) olarak da bahsedilmiştir.

İnsanların zihnindeki önemli anıları tararlar ve o zihindeki en önemli kimse o kişinin kılığına girmeyi tercih ederler. Reptilianlarla temasa geçen bir kadının anlattığına göre kadın: evinde bir gece uyanır ve  ölmüş kocasının karşısında dikildiğini görür, kocasının ruhunun kendisini ziyaret ettiğini düşündüğü anda o karşısındaki görüntü değişir ve yeşil derili, yılan gözlü bir varlık şeklini alır. Yaptığı araştırmalardan sonra kadın, bu varlığın reptilian olduğunu öğrenir.


Reptilianlar, istedikleri zaman görünmez olabiliyorlar, kapalı kapılar ve kalın duvarların içinden geçebiliyorlar. Tüm bu özellikler, bizlere sanki doğaüstü güçler gibi gelebilir ama bilim yeterince geliştiğinde maddenin atomlarına hükmedecek bilgi birikimi oluştuğunda bu gibi eylemler gerçekleştirilebilir. Kuantum fiziğine göre görünmezlik ve maddelerin birbiri içerisinden geçmesi mümkün olabilir.Reptilianlar’ın etrafında manyetik alanlardan oluşan auralar mevcuttur. 

Ellerinde 4 parmak bulunur, el ve ayakları pençe şeklindedir.

Bu konuyu yazdır

  Zombi Kıyameti İçin 5 Bilimsel Neden
Yazar: Spiritüeller - 06-11-2016, Saat: 16:33 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

Popüler kültürün son yıllardaki en büyük atılımı zombilerdir dersem sanırım yanlış olmayacaktır. Zombiler üzerine sayısız dizi, film çekilmiş binlerce roman ve makale yazılmış, özel danslar kareografize edilmiş hatta festivaller dahi düzenlenmiştir.

Kökeni haitideki vuudu büyücülerine dayanan, popüler kültürde ise öldükten sonra dirilip insan eti yemekten başka bir şey düşünmeyen zombiler için bilimsel olarak salgına yol açabilecek 5 konuyu sizler için araştırdım ve risk sınıfına göre 

Zombi kıyameti için 5 bilimsel neden:

1. BEYİN PARAZİTLERİ
Parazitlerin, kurbanlarını beyinsiz zombi vari kölelere çevirmeleri doğada çok sık rastlanan bir şeydir. Toxoplasmosa Gondi adlı bir parazit bize bunun ne kadar korkunç bir şey olabileceğini gösteriyor.

Bu parazit farelere bulaşıyor ancak sadece kedilerin bağırsaklarında çoğalabiliyor ve bunun bilincinde olarak farenin beynini kontrol etmeye başlıyor. Fare tek bir farkla gündelik hayatına devam ediyor oda kedileri tehtid unsuru olarak algılamıyor aksine onları bulmaya çalışıyor. Parazit bu şekilde fareleri kedilere yem yapıp daha fazla çoğalmayı başarıyor.

İnsanlar ve fareler genetik olarak birbirine çok yakındır. Yani bir zombi kıyameti başlaması için toxoplasmosanın biraz evrilip insanlara geçmesi yeterli olucaktır.

27726.jpg

2. NÖROTOKSİNLER
Nörotoksinler vucut fonksiyonlarınızı ölü sayılacağınız bir noktaya kadar yavaşlatabilecek çok komplike zehirlerdir. Kurbanlar bu durumdan alkaloidler ile uyandırılabilir. Ancak geri döndüklerinde eski hallerinde olmazlar; Yemek, uyumak, inlemek ve kollarını kasıp sersem şekilde hareket etmek gibi sadece iç güdüsel komutlarla hayatlarına devam ederler.

Haitide 1962 yılında clarvus isimli kadın ölü ilan edilip gömülmüştür. 18 yıl sonra tandıkları tarafından bilinçsizce yolda dolanırken bulunmuş ve eve götürülmüştür. Daha sonra evin köpeğini canlı canlı yediği resmi kayıtlara geçmiştir. Yapılan polis soruşturması sonucunda kadına bir vudu büyücüsü tarafından nörotoksin verilip şeker tarlasında köle olarak çalıştırıldığı büyücü ölünce serbest kaldığı saplanmıştır.

hodyachie-mertvecy-the-walking-7317.jpg

3. RAGE VİRÜSÜ
Halk arasında Delidana Virüsü olarak bilinen Rage Virüsü, ineklerin beyinlerine ve omurgalarına saldırıp hayvanı kendi türlerine karşı dahi vahşi bir hale sokuyor.

Bu virüs insanlara bulaştığında Yürüyüşte değişiklik, kasılmalar, odaklanma sorunları, doyma hissinin yok olması ve bilincin kaybolması şeklinde etkiler gözlemleniyor. Virüsün bir diğer özelliği ise çok hızlı evrim geçirip karakterini değiştirmesi olarak biliniyor.

yfl0wR5.jpg

4. NÖROJENEZ
Sizlerde mutlaka kök hücre araştırmalarını duymuşsunuzdur. Nörojenezler ölü beyin hücrelerinin yerini alabilen kendine has karatere sahip joker hücreler olarak tanımlanabilir.

Şu ana kadar tıp hastaları beyin hasarı hariç hemen her şeyden kurtarabiliyordu kalp pili, yapay kapakçıklar protezler vesaire. Ancak beyin öldüğünde dönüş yoktu. Fakat artık öyle olmak zorunda değil. Günümüzde, Nörojenler beyin travması geçirmiş hastaların beyinlerini bir yere kadar onarabiliyor. Henüz yolun başındada olsa kısa süre sonra bu tedavi ile ölü beyin hücrelerinin bir çoğunun yenilenecebileceği ön görülüyor.

Sorun şu ki beyin ölmeye dışarıdan içeriye doğru başlıyor. Yani ilk önce beynin sizi insan yapan korteks kısmı ölüyor. Hayatta kalmanız için korteks gerekli değildir yürümeniz yemek yemeniz için beyin kökünüz yeterlidir. Yani beyin ölümü gerçekleşmeye başlayan birini alıp beyin kökünü kök hücre tedavisi ile oluşturursanız elinizde bilinçsiz bir şekilde dolanan düşünce ve karakterden mahrum sadece hayatta kalmak için gereken temel iç güdülerle hareket eden bir insana sahip olursunuz.

Zombi-Announcement-Trailer-4.jpg

5. NANOBOTLAR
Nanotbotlar, kendilerini kopyalayan, siz farkında bile olmadan bir şeyleri inşa edip yıkabilen mikroskobik robotlardır. Bu konuya günümüzde tüm dünyada çok büyük yatırımlar yapılıyor. Bilim şimdiden silikon çipleri bir virüse bağlayarak ilk nano-cyborgu yarattı bile. Elde edilen ilk bulgu ise cyborgların bünyelerinde bulunduğu canlı öldükten aylar sonra bile yaşamaya devam ettikleriydi.

Önümüzdeki birkaç yıl içerisinde beyninize enjekte edildikten sonra hasarlı nöron bağlantılarını onarabilecek nano robotlar yaratılabilecektir. Yani yakın zamanda beyninize nanorobotlar olacağını garanti edebiliriz. Bunlar siz öldükten sonrada çalışmaya devam edeceklerdir. Yani beyninizde ki çürüyen hücrenin yerini alıp kaslarınızı eklemlerinizi ve davranışlarınızı kontrol edebilir ve bunu bedeniniz tam manasıyla çürüyene kadar devam ettirebilirler.


Nano robotlar karakterleri gereği kendilerini çoğaltabilme ve deneyimlerle öğrenme bilincine sahiptir. Vucudun sahibinin ölümü onlarında bir süre sonra ölümü anlamına gelmektedir. Bu yüzden nanobotlar bulundukarı vucudun ölümünün ardından sağlıklı bir kurban arayacak ve ısırarak kan yoluyla sağlıklı bedene kendilerini aktarıp kontrolü yeniden ele almak için hızla çalışmaya başlayacaklardır. Yeni kurbana geçen nanobot beynin korteksini devre dışı bırakarak beyin köküyle birlikte kontrolü ele alabilecektir. Böylece dünya sürekli genişleyen nano zombi insanlarla dolacaktır.

zombi-nedir.jpg

Bu konuyu yazdır