Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 1556 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 1556 Ziyaretçi

Son Aktiviteler
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 318
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 305
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,006
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,129
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,073
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,005
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,145
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,519
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,285
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,170

 
  5 ADIMDA BİLİNÇALTI TEMİZLİĞİ
Yazar: Spiritüeller - 12-12-2016, Saat: 21:22 - Forum: Bilinçaltı - Yorum Yok

Birçok insan, hedefleri ve niyetleriyle örtüşmeyen kararlar verir. Mesela sabah erkenden spora gitmeyi düşünüyorsanız, gece 1’e kadar TV başında oturmamalısınız. Elinizde hafta sonuna yetişmesi gereken bir proje varsa, zamanınızın büyük bir kısmını keyif yaparak ya da internette sörf yaparak geçiremezsiniz. Kilo vermek istiyorsanız molalarda şekerli atıştırmalıklar yemeye son vermelisiniz. 

Hipnoz ve Bilinçaltı Değişim Uzmanı Mehmet Başkak’a göre otomatik hale gelmiş davranış kalıplarından kurtulmak her zaman mümkün. 
Diyelim ki, kariyerinizi geliştirme hedefiniz var ama birtakım öğrenme zorlukları nedeniyle, hedefinizi gerçekleştirecek kadar zeki olmadığınızı düşünüyorsunuz. Bilinçaltınızda, bu inançlar, sizin hedefinize yönelik atacağınız adımları engelliyor. Bilinçaltınızda zaten başarısız olacağınıza karar vermişsinizdir, bu nedenle bilinçli olarak hedefinize yönelik çalışmayı bırakırsınız. 

Bu düşünceler bilinçli beyin dışında gerçekleştiği için, birçok insan onları asla irdelemez. Sonuç olarak, bilmeden bu düşünceler doğrultusunda hareket ettiğinizde, onları daha da güçlendirmiş olursunuz. Alışkanlıklar da bu şekilde yerleşir. 

Tüm bu engellerden kurtulmak için bilinçaltımızı değiştirmemiz gerekiyor. Peki ama nasıl?

Bilinçaltı Değişim ve Hipnoz Uzmanı Mehmet Başkak, bilinçaltı inançları değiştirmenin 5 kısa yolunu yazdı: 

1- Yaşam kalitenizi bozan hakim düşünce kalıplarınızdan, öncelikli olarak kurtulmak istediğiniz düşüncelere samimiyetle odaklanarak, bilinçaltı çekirdek inançlarınızı tespit edin.
Çok yemek yeme, spora gitmek istememe ya da hep aynı tarz ilişki yaşamaya yönelik düşünce ve davranış kalıplarınız olabilir. Nerede kendi kendini sabote etme kalıbı varsa, bu bilinçaltının duruma müdahil olduğunu gösterir. Düşünce kalıplarınızı tanımlayarak, bu bilinçaltı inançları bilinçli bir şekilde gözlemleme ve değiştirebilmek için yüzeye çıkarma imkanına sahip olursunuz.

Örneğin, çok yemek yemekle ilgili bir düşünce kalıbınız varsa, canınız neyi ne zaman isterse onu yemeyi hak ettiğinizi düşünüyor olabilirsiniz. Ya da yemek yemek sizin sürekli haz kaynağınız olabilir, “Yemek yemek beni mutlu ediyor” diyebilirsiniz Ya da henüz kendinizi tok hissedecek kadar yemek yememiş olduğunuzu veyahut da yemek yemenin güzel bir ödül ya da rahatlatıcı, stres giderici bir eylem olduğunu düşünüyor olabilirsiniz. 

2- Her davranış bir amaca yöneliktir. Düşünce kalıbınızda var olduğunu düşündüğünüz amaç ya da pozitif niyeti tespit edin. 
Bu inanç hangi amaç ya da pozitif niyete hizmet ediyor (etti)? Mesela aşırı yemenin arkasındaki pozitif niyet rahatlama, kontrol etme, keyif alma, stres atma ya da yemeğin size eşlik etmesi inancı olabilir. 

3-Bu inançlarla ilgili olduğunu fark ettiğiniz her duyguyu hissedin ve açığa çıkarın.
Duygular bilinçaltı beyninizin temel dili olduğu için, düşünce kalıplarınızı bilinç düzeyine çıkardığınızda, orada birikmiş olan duygu enerjisini ifade etme imkanınız olur. Duygular sizi geçmiş tecrübelerinize ve düşünce kalıplarınıza bağlayan yapıştırıcı gibidirler. Değiştirmek istediğiniz davranış kalıbını yapmadığınızda hissedebileceğiniz rahatsızlık duygularını zihninizde oluşturduğunuz bir balona üfleyin ve o duyguları balonun üzerine yazarak, hayalinizdeki o balonu patlatın.
O davranışı yapınca hissettiğiniz olumlu duyguları da tespit edin, rahatlama, tatmin duygusu, mutluluk hissi olabilir.

4-Şu anki hayatınız ve imkanlarınızı düşünerek size rahatlama, tatmin duygusu ve mutluluk hissi yaşatacak, bu pozitif niyeti besleyecek alternatif yollar, davranışlar belirleyin. 
Eğer bilinçaltınızdaki pozitif niyeti tatmin edecek yeni bir şey bulmazsanız, beyniniz hemen eski düşünme kalıbınızı devreye sokacaktır. Buna engel olmak için, mutlaka o pozitif amacı besleyecek yeni meşguliyetler belirlemeli ve uygulamalısınız, Zorlandığınızda otohipnoz yapmayı öğrenin, arkadaşlarınızla daha çok vakit geçirin, biraz danışmanlık alın ya da başka haz ve ödül kaynakları bulun. 

5-Hayatınızın bu alanına yönelik daha sağlıklı düşünceler, oto telkinler belirleyin ve onları zihninizde tekrarlayın, sık sık mırıldanın. 
Mesela, çok yeme eğiliminiz varsa, kendinize şunları söyleyebilirsiniz:

İdeal bedenimin ihtiyacı kadar yer ve mutlu olurum. Az yiyip tam doymadan kalkıyorum ve kendimi hafif hissediyorum. Kendimi seviyor ve ihtiyacım kadar besleniyorum.

(DHA)

bilinc-alti-adam-kafa-71.jpg

Bu konuyu yazdır

  Nibiru Gezegeni ve Göksel Varlık Annunaki'ler
Yazar: Spiritüeller - 12-12-2016, Saat: 20:36 - Forum: ANUNNAKİ - Yorum Yok

İlki 19'cu yüzyıl kuzey Irakta bulunan çivi yazım özelliği olan yazıtların çevrisi yapıldıktan sonra  Sümerlerle ilgi bilgiler edinmeye başlanmıştı. 20'ci yüzyılda ise bulunan yazıtların tamamı okunmuş lakin bildiğimiz dinsel ve tarihsel tabuları ters yüz edebileceği kuşkusuyla o dönem kısmi olarak bilgiye sansür uygulanmıştı. Çağımız araştırmacı bilim insanları Sümerler ile ilgili edindikleri bilgilerden bu uygarlığın seviye olarak zannettiğimizden daha ileri olduklarını ve bu uygarlık insanlarının köklerinin daha derinlerde olduğunu artık rahatça söyleyebiliyorlar.

Bu ileri seviyeli uygarlık ile ilgili bazı araştırmacı bilim adamları biraz daha ileriye giderek bilim kurgusal anlatımlarla değişik düşüncelerini ortaya atmışlardı.
Bu araştırmacılar inançların yeryüzünde ilk oluştuğu tarihte, Sümerlerin yazıyı, sanatı, hukuku, tarımı, gök bilimini mezopotamya ya getirdikleri dönemde inanç önderleri olan Annunaki'lerin bu dönemlerde dünyanın dörtbir yanına yayıldıklarını iddia ediyorlar.

1922 Azerbaycan Bakü doğumlu, 2010'da vefat eden Rus asıllı Abd'li arkeolog Zecharia Sitchin ise Sümerlerin ileri uygarlık buluşlarını yapmadan önce insanlardan daha üst düzeyde olan varlıkların uzaydan dünya ya geldiklerini, bunların isimlerininde Annunaki'ler olduğu iddiasında bulunmuştu.

Bu kuramı onaylayan Abd Tulan üniversitesinde felsefe profesörü olan Michael Zimmerman, Annunaki'leri kast ederek ;  "Eğer güneş sistemimize bizden önce ve bizden daha ileri düzeyde varlıkların geldiklerini göz önünde bulundurur isek, tarihi algılarımızı ve  nereden geldiğimizi tekrar yeniden düşünmemiz gerekir " diyor !!!

Sitchin gibi araştırmacılar delil olarak 4500 yıllık silindir damgalarda göksel valık olduklarına inandığım Enlil, Ninlil, Enki ile ilgili damgalara kazınmış resimleri ve anlatılan doğa üstü öyküleri gösteriyorlar.

Bir damgada ilginç olan ise güneş çekim düzeninin günümüz biliminin kabul ettiği konuma göre resmedilmiş olmasıydı.

Ortada güneş ve  aynı yörüngede bulunan ve etrafında dönen 9 gezegen, yörünge dışında 2 ayrı gezegen ve  önde Enlil, arkasında Enki'nin Tengri Anu huzuruna çıkışlarını gösteren  kabartmada Enlil'in önünde birde 12'ci gezegen bulunuyordu.

Zecharia Sitchin gibi araştırmacılara göre dokuz yerine damgalara 12 gezegenin kazınması onlara göre nibiru isimli bir gezegenin var olduğuna ve 3600 yılda bir dünyanın yakınından geçtiğine  delildi.

Sitchine göre eski zamanlarda mars ve jupiter arasında tiamat isimli bir gezegen daha vardı. Nibiru isimli bu meşhur gezegen 400 bin yıl önceki geçişinde tiamat ile çarpışmış, parçalanan tiamat gezegeninden dünyamız meydana gelmişti. Bu çarpışmadan hasar görsede nibiru belli bir zaman diliminde güneş düzeni çekim alanına giriyor, 3600 yılda bir dünyanın yakınından geçmeye devam ediyordu.

Planet-Nibiru.jpg

Annunaki'ler olarak isimlendirdikleri gelişmiş üstün zeka seviyeleri olan uzaylı göksel varlıklar, dünya ya bu dönemde inmişler, zeka seviyeleri düşük olan insanları dölleyip, kendi genlerini vermişlerdi.

Sümer damgalarından edindindikleri bilgilerle düşüncelerini savunan bu insanlar kuramlarında, Sümerlerin bilimsel ve dinsel olarak bu denli gelişmiş olmalarını nibiru gezegeninde bulunan üstün varlık Annunaki'lerin dünya ya gelişleriyle başladıklarını iddia ediyor, Anu/An/Tengri inancının dünya ya yayılmış olmasını ve pagan diye adlandırılan inançlarda da etkilerinin görülmesini Annunaki'lerin diğer bölgeleride istila etmiş olmalarına bağlıyorlardı.

Bu insanlara göre  enlemesine geniş yörüngesinde diger gezegenlerin aksine ters yörüngede dönen nibiru 3600 yılda bir güneş düzen yörüngesinde dönen gezgenler devranına giriyor ve dünyanın yakınından geçiyordu.

Dünyanın yakınından geçen bu gezegenden üstün özelliklere sahip üstün varlıklar dünyaya iniyorlar, dünyada kaldıkları süre içinde insanları uygarlaştırıyor, bilim öğretiyor, neye inanıp inanmamalarını öğütlüyorlardı.

Gerçekteden buna benzer olgular Sümer yazıtlarında anlatılmakta.

Bu insanlara göre dünyadaki insanlarıda bu üstün varlıklar var etmiş veya döllemişlerdi.
Sümer yazıtlarında, dünyada insan yok iken dünya dışı varlığın veya varlıkların insanları yarattığı yazılmış olmasından yola çıkan birazda bilim kurguyla romantizm katan bu insanların iddialarında gerçeklik payı yokta değil.

Sümer yazıtlarında bu varlıkların dünyaya defalarca gelerek insanları bilgilendirdiği yazması  Zecharia Sitchin ve Zimmerman gibi insanlar için Annunaki'lerin nibiru'dan tekrar dünyaya geleceklerine delildi.

Babillilerde okyanusların tuzu ve dünya oluşumunu oluşturan madde anlamında kullanlıan "Tiamat" sözcüğü kök olarak Sümerce "Ti" (yaşam) ve "Ama" (Ana/Anne) sözcüklerinden gelmekte. Sümerce olan bu sözcüklerin bileşiminden "yaşam ana" anlamı çıkıyor.

Babillilerden Tehom olarak Tevrata da giren Sümeri Tiamat sözcüğü bu inançta, uçsuz derinlik, sonsuz felaket anlamına geliyor. Babil anlatımlarında genç tanrılarla savaşta kocası Absu'yu kaybeden Tiamat tekrar yaşamı ele geçirmeyi deniyor lakin Enlil engel olup evreni kurtarıyor. Daha sonra Marduk rüzgar oklarıyla Tiamat'ın boğazını kesiyor, sonrada Tiamat'ın bedeninin alt kısmıyla  dünyayı üst kısmıylada gökyüzünü yaratıyor.

maxresdefault.jpg

Ön Türk Sümer kökenli olan Babil anlatımınının izlerini Tevrat, yaratılış 1:2-3  bölümünde de görmekteyiz. Tevrat anlatımında dünya karanlık ve sonsuz felaket içindeydi, Tanrı "Elohim" = ( Tanrı'lar !!!)   nefesleriyle yükselen suları durduruyorlar, dünyayı bir feklaketten
kurtarıyorlardı !!! Bu anlatımı daha bir derli toplu olarak Musa'nın  kızıl denizi ortadan yarması, İsrailoğullarının rahatça denizi geçişi ve Mısır ordusunun boğulmasıyla sonuçlanan İsrailoğullarının Tanrı tarafından kurtarıldıkları öyküsünün anlatıldığı Tevrat isaïe 11:15 bölümünde de görüyoruz. Eski yazıtlar ve Tevratta anlatılan göksel savaş imgeli bu efsanevi yaratılış öykülerini Zecharia Sitchin gezegenler ve evrenin oluşumu olarak algılıyor ve gerçek anlamda evrenin yaratılışı ve gezegenlerin oluşumu olarak kitaplarında anlatıyordu.

Tengri inancının dilsel anlamına göre  "An nu na(ki)" tümcesinden sonsuz maviliğin tek hakimi olan "An" ancak yeryüzünde temsilciler seçer anlamı çıkıyor. İnançsal anlatımlarda An'ın gönderdiği göksel varlıklar insanlara uyulması gereken kuralları "ki"ye (yer yüzüne,"Ki"reye,Kü'reye) inerek söylüyorlar, İslami anlamda bir nevi vahyi ediyorlardı.
An'ı sadece gözyüzü olarak okuyan,(belkide işlerine öyle geliyor !!!) Sitchin gibi insanlar Sümerce Annunaki tümcesini gökten gelenler olarak çeviriyorlar !!! Oysa tümcenin başındaki "An" sözcüğü Sümerlerde sonsuz maviliğin tek hakimi, yaratıcı mutlak varlık Tengri anlamına geliyor.

Sitchin kuramını savunan insanlara göre Annunaki'ler gezegenlerinde ihtiyaçları olan altın gibi yaşamsal ihtiyaçları olan madenleri dünyadan çıkarabilemek için genlerini vererek uygarlaştırdıktan sonra köleleştirdikleri insanları güney afrikadaki madenlerde çalıştırmışlardı.

Sitchin'nin dayanağı olan bu görüşü Sümer yazıtlarında şu biçimde geçiyor;
Tanrı'nın altında olan büyük göksel varlıkların günlük hizmetlerini gören işçi Gigi'ler işlerinin yoğun olmasından dolayı okyanusların ve bilgeliğin kağanı olan Enlil'den yardım istiyorlar. Enlil ölmüş bir göksel varlığın kanıyla yoğurduğu toptaktan Gigi'lerin yükünü hafifletmek için insanı yaratıyor. Ölmüş Tanrı kanından yaratıldığı için insana tanrısal zekanın oluştuğuna inanılıyordu Sümerlerde.

İnsanın benzer yaratılış öyküsünü eski ahit Tevrat'ta ve Kuran'da da görmekteyiz.

Tevratta Tanrı insanı çamurdan yaratmış burnundan da kendi ruhundan üflemiş can vermişti.
Kuran da ise Allah insanı çamurdan yaratmış, kendi ruhundan üfleyerek can vermişti.
 
Bu insanlara göre düşünen insan anlamına gelen bizim gibi homo sapiens ve başka bir insan ırkı olan homo neandertallardan önceki insan ırkı olan homo eractüsleri dölleyen, bu seviyeye gelmemizi sağlayan nibiru gezegeninden gelen Annunaki'lerdi !!!

13.8 milyar yıl önce  büyük patlamayla başlayan evrenin oluşumunda 4.5 milyar yıl önce gezegenler, 3.8 milyar yıl öncede dünyada yaşam oluşmaya başlamıştı. Sitchin gibi nibiru'nun tiamat'a  çarpmasıyla dünyanın oluşumunu savunan insanlara göre bu çarpma sonucundan hemen sonra hava boşluğu, oksijen, su, mineral ve madenlerin oluşmasından hemen sonrada yaşam oluşmaya başlamış ve nibiru'nun 3.600 yıl sonra tekrar geçişine kadar homo eraktüsler dünyaya yayılmışlardı !!!

Oysa belli bir sürecin geçmesiyle oluşan yer kürede yaşamın oluşumu bu kuramın pek doğru olmadığını gösteriyor, dünyada yaşam oluşmasını sağlayan ve bedenimizde de taşıdığımız yaşamsal mineral ve enzimlerin uzaydan gelmiş olduğu gerçeği olsada bu kuramda bir çok soru yanıtsız ve askıda kalıyordu. Üstelik yaşam oluşmasını sağlayan maddeler tiamat gibi bir gezegenden değil, süper nova/yıldız-güneş patlaması sonucu dünyaya yüzbinlerce yıl süren toz ve göktaşı  yağmurlarıyla gelmişti.

Ömrünü tamamladıktan sonra ağırlaşan ve büyüyecek olan güneşimiz patlayacak ve yaşadığımız evren yok olacak. Fakat patlayan güneşimizin başka bir gezegende yaşam oluşumuna ihtiyaç olan maddeleri toz yağmurlarıyla verecegi için yaşamın başka gezegenlerde devam etmeside bu bilgilerden edindiğimiz ihtimaller arasındadır. Çünkü dünyamızdaki yaşamda patlayarak yok olan bir güneşten gelen maddelerle oluşmuştu.

Anunnaki%2Bgods%2Bon%2BEarth.jpg

Tarihe 1930 yılında keşfedilmiş olarak geçen  pluton gezegenini sümerler 4500 yıl öncesinde damgalarına kazımış olmaları doğruysa bu gerçekten ilginç, üzerinde durulması gereken bir bilgi.

Teleskopların keşfedildiği 17 yy'dan önceki tarihte insanların mars, venüs, jüpiter dışındaki gezegenleri çıplak gözle görmelerinin imkansız olması, Sümer damgalarındaki gezegenlerin resmedilmiş olmasını dahada ilginçleştiriyor.
Sümerlerin uranüs gezegeni ile ilgili  verdikleri bilgiler günümüz bilim bulgularıyla neredeyse aynı.

Oysa sümerler zamanında teleskop yok idi.

Sümer yazıtlarında uranüs gezegenine bir cismin çarptığı yazılı.

Uranüse bir gök cismi çarpması sonucu yörüngesinin değiştiğini Nasa da doğruluyor !!!

Sümerler neptün gezegeninin yeşil/mavi olduğunu yazıtlarına yazmışlardı.

Çağımız insanı ise daha yeni  öğreniyor. Sümerler uranüs ve neptün'ün varlıklarını biliyor olma ihtimali gerçektende ilginç !!!  Oysa bu gezegenlerin keşif tarihi olarak 1781'la 1846 yılları verilmektedir. Güneşe en uzak gezegen olan pluton'un bir gezegenmi veya büyük bir göktaşımı olduğu hala günümüzde tartışma konusu. 2006 Prag'da bilim insanları pluton'un çok küçük olmasından dolayı gezegen konumundan çıkartarak yeni bir tanımlama olan plutoide ismini verdiler.

Bilim kurgu üzerine odaklanmış Sitchin gibi insanların niteledikleri üstün varlık Annunaki'ler, "An-nu-na-" tümcesi anlamına ters düşmektedir.

Çünkü bu tümcenin anlamından, yerin, göğün ve sonsuz maviliğin tek hakiminin ancak Tengri olduğu anlamı çıkıyor.

Tek hakim Tengri'ye vurgu olan bu tanımlamadan çoğul tanrılar çıkarmak imkansızdır.

Konularında uzman olan Kramer, Landsberger gibi Sümer tarihi ve dili uzmanı Asurologlar sonsuz mavilik anlamına gelen An/Anu sözcüklerini en büyük Tanrı, diğer varlıkları ya alt tanrılar yada An/Anutu /Anu'nun emrinde olan göksel varlıklar olduklarında hem fikirlerdir
Bana göre Sitchin gibi Sümer inancını araştıran bu insanların bulgularında gerçeklik payı var, lakin  bilimsel verilere sırt çevirip ve yanlış açıdan baktıkları için gerçeği bütün olarak görememişlerdir, yada kendilerinden  söz ettirmek için bilinçlice aksi kuramları savunmuşlardır.

Bir maymun türü olan şempanzelerle %98 ortak gen taşıyan insan gen yapısı M.ö. 1 milyon yıllarında var olmuş, varlıkları M.ö. 300 binli yıllarda son bulmuş başka bir insan türü olan homo eractüslere gensel olarak daha yakındır fakat 3-4 bin yıl önce insanları dölledikleri için genlerini değiştirenler oldukları iddia edilen Annunaki'lerin hiç bir gen izine ranstlanılmamıştır !!!

Bilimsel gerçekler olan bu veriler bize Sitchin ve Zimmerman gibi insanların kuramlarının doğru olmadığını gösteriyor.

Sitchin'e göre güneş düzeni içinde olan, çok excantrique/merkeze çok uzak ters yörünge izleyen bu gezegen 3600 yılda bir dünyanın çok yakınından geçiyor, her geçişinde denizlerin taşmasına, tufanlara hatta kutupların yer değiştirmesine neden oluyor. Bu geçişlerde  nibiru'daki varlıklar dünya ya iniyorlar, yok olmakta olan gezegenlerini kurtarabilmek için dünyadaki altınları alıyor, tehlikede olan gezegenlerini  korumak için altın tozlarını atmosfere püskürtüyolar !!!

2010 yılında vefat etmeden önce baştan Sitchin 2012 yılında nibiru'nun tekrar geçeceğini söylemiş, bilimsel olarak bunun pek mümkün olmayacağını bildiği için geçiş tarihini ileri atarak 2085 yılında geçeceğini daha sonra iddia etmişti.

Çıplak gözle mars ve venüs gezegenleri görüle biliyorken dünyanın 4/5 katı büyüklüğünde sürekli yaklaşan, yakın zamanda çok yanımızdan geçeği iddia edilen, çıplak gözle bile görülmesi gereken bir gezenin ileri teknolojilerle üretilmiş teleskoplarla bile görülememesi bu kuramın tamamen saçmalık olduğunu gösteriyor.

Zecharia Sitchin gibi bilim insanları nibiru olarak isimlendirdikleri gezegen anlatımlarında bazı Sümer inanç olgularını gözardı ediyorlar.

Sümer kenti Ur'da "Nanna" isimiyle ay Tengriye inanılıyor olması "ay"ı ve diger gezegenlerin uydularınıda gezegen olarak saymış olmaları ihtimaller arasında.

"Kardeşler kenti " olarakta bilinen Ur kent ismi ve  Nanna sözcüğü  bileşiminden "Kardesler kenti Tanrı'sı" anlamı çıkmaktadır.

Mö 2150 yıllarındaki yazıtlarda bilim adamları Sümerlerin tam manasıyla Nanna sözcüğünün kök anlamını unuttuklarını Nannu sözcüğünü "Na an na" olarak ayırarak "göğün taşı veya göğün insanı anlamları çıkardıkları  bilgisine ulaşmışlardı.

Daha sonraki dönemlerde sami dillerinin kökenini oluşturan eski aramice konuşan Akadlar bu ismi Nannaru olarak ay'ın tanrısı ve  "aydınlık" anlamında kullanmaya başlamışlardı.
Bana göre nibiru gezegeninin  ismi köken olarak Sümerlerde Nanna, Akadlarda Nannaru'dan türetilmiş olması daha gerçekçidir.

Milyonlarca ışık yılı uzaklığında bulunan süper novaların varlığını keşfeden bilim insanları 3600 yılda bir dünya yakınından geçen, ters yörüngede dönen bir gezegenin varlığını saklamış olmalarının mantıklı bir açıklamasıda yoktur.

3600 yılda bir dünya yakınından geçen nibiru'nun 4 bin yıl içinde hiç kimsenin görememesi ise bu bu kuramı tamamen zayıflatıyor.

Nibiru ve Annunaki kuramını ileri süren  insanlarının göz ardı ettikleri bir gerçek daha varki bu kuramın tamamen akıl ve bilim dışı olduğunu gösteriyor.

Anu'nun bir uygarlık olarak orta asyada  Sümerlerden önce, Sümerlerinde burdan göç eden insanlar olduğundan  galiba bilgisi olmayan Sitchin gibi bazı araştırmacılar bu nedenlerden dolayı kuramlarını  yanlış zemine  oturtmuşlardı belkide.

Çünkü Anu'nun kalbi Türkmenistan karakum buluntuları olan devasal Göksuri uygarlığı kent ve bu kent mezarlıklarında yapılan kazılar,  Anu uygarlığını buradan göç eden Sümerlerden binlerce yıl önceden oluştuğunu gösteriyordu.

Karakum buluntularının yeni olması, buluntularda yapılan çalışmaların  tarih bilimine sunulması Zecharia Sitchin'in yaşamının son dönemlerine denk gelmesinden dolayı geniş açıdan bakmasına belkide engel olmuştur diye düşünüyorum. Sümer yazıtlarında da öyküsü anlatılan  Etana/Atana Göksuri uygarlığında  soyunu devam ettirebilmek için Tengri'den (Absu) yaşam suyunu aldığı damgalarda görselleştirilmişti.

10 binlerce yıl öncesinden kalma yüzlerce Tengri heykelcikleri yanında tapınılan nesne olarak görülmeyen birkaç Atana heykelcikleri bulunmuş, Anu'da kadın olarak betimlenen Tengri heykellerinden hariç tapınılan nesne olarak hiç bir insana tanrısal olgular verilmemişti.

Tengri'yi  simgeleyen  mükemmel güzellikte ve incelikte yapılmış heykelciklerden hariç mezarlara başka hiç kimsenin heykeli veya betimlemesi konulmamış, sadece ölen insanların günlük yaşamlarında kullandıkları eşyalar öbür yaşamlarında da  kullanılabileceği inancıyla ölen kişiyle beraber kurgana (korunulan yer) gömülmüştü.

Sümerler böyle bir uygarlıktan, tek Tengri inancının hakim oldugu Anu'dan  güney Irak'a göç etmişler, burda kurdukları uygarlıklarıyla diger inanç ve uygarlıkların temel kaynağı ve insanlık gelişim tarihinin başlangıcında mihenk taşı olmuşlardı.

Diğer Sümer kağanları gibi  tarihi kişilikler olmayan Enlil,Enki,Ninlil  iyi incelendiğinde bu varlıkların ne bir kağan nede  alt tanrılar olmadıkları görülecektir. Enlil, Sümer yazıtlarında bilge, seçkin kişilik olan, insan, türemek, tohum anlamına gelen "Nu" ünvanlı Ziusudra/Nuh'a Tengri'nin bir tufan başlatacağının haberini vermiş ve bir gemi yapmasını  söylemişti.
Tufan öykülerinin anlatıldığı yazıtta Enlil Tengri ile Tengri'nin seçtiği bazı insanlar arasında aracılık yapan, Tengri'nin hizmetinde olan bir göksel varlık olduğu bana göre daha gerçekçi ve anlamlıdır.

Enlil'in isminin son ekindeki lil(yel) sözcüğü sadece rüzgarı değil, dünya ve uzay boşluğunu ve göksel anlamları içerdiği için Tengri arasında iletişimi sağlayan aracı melek/göksel varlık diyebiliriz.

İsminden de anlaşılacağı üzere isminin son "ki" ekinin yerden anlamına gelen Enki ise yeryüzü, dünya düzeniyle ilgilenen Tengri'nin tayin ettiği varlık olduğu görülmektedir. Sümer Tengri inancındaki bu göksel alt varlıklar olan Enlil, Enki, Ninlil olgularını semavi  inançlarda da dört büyük melek olduklarına inanılan göksel varlıklar isimlerinin son ekleri "il" ve ibrahim peygamberin Halil isminin son eki lil" ekinde de göksel anlamına gelen "lil" sözcüğünü görmekteyiz.

Sümerler Mö 2600'lü yıllarına kadar "aydınlık" tanrısı olduğu  iddia edilen ay tanrısı Ud sözcüğünü yazarkan Dingir/yıldız ekini koymuşlar, aydınlık anlamına gelen Ud sözcüğünü güneş içinde kullanmışlardı.

Dingir/Tengri eki ise sonsuz mavilik anlamına geldiği için güneş,  ay veya diğer gezegenlerle beraber yazılmasından değişik tanrılar değil, aslında güneş ve ay da dahil  sonsuzluğu, sınırsızlığı ifade eden tanımlamasıyla ay güneş gibi görünen, görünmeyen bütün varlığında Tanrı'sının Dingir olduğu anlamları çıkıyor.

Sümerce Dingir, eski Türkçe Tengri yeni Türkçe de Tanrı sözcüklerinin anlamı sonsuz mavilik olarak sadece An'a vurgudur.

Bu nedenden dolayı Tengri sözcüğü  sonsuzluk tanımlamasıyla ilahi güç olan mutlak varlığa vurgudur.

M.ö. 2600'lü yıllarında Sümerler UD sözcüğünden ID tanımlamasını türeterek dolunayı ve yılların 12'ye bölünmesi olan ay takvimi anlamına gelen bu sözcüğü kullanmaya başlamışlardı.

M.ö. 2000'li yıllarda ID tanımlaması "ot uz" olarak değistirilmiş, ay takviminde bir ay'da 30 gün olmasından dolayı ay'ında 30 tanrısı olduğu inancı bu dönemde  yayılmaya baslamıştı.

M.ö. 2150 yıllarında  sümer kenti Lagas ve Girsu da bulunan yazıtlar hakkında  bilim insanları Sümerlerden sonra Akadlarda "Sin" olarak ay tanrısına dönüştürülen Zu-En sözcüğünün "Dingir En-Zu" olarak yazılmış olması karşısında şaşkınlıklarını gizleyemiyorlar.

Çünkü bu sözcük "Bilge Tengri" anlamına geliyordu ve hiçbir nesnel vurgu yoktu !!!

Günümüzde dünyada konuşulan bütün dillere girmiş ve bir çok sözcüğün kökenini oluşturan, yaşam veren sıvılarda katalizör oluşum anlamını anlatan "Enzim" sözcüğü ön Türkçe Sümerce En-zu/ Bilge Tengri sözcüğü kökenlidir.

Bazı  araştırmacı bilim insanları bazı nesne ve olgulara vurgu olan isimlerin Sümerlerden sonra değişik tanrılara dönüşmesinden dolayı Sümerlerinde değişik tanrılara inandıkları iddiasında bulunmuşlardı haklı olarak.

Lakin  Sümer yazıtlarında "Dingir En-zi" tanımlamasını bir kalıba sığdırılamaktadır...

Çünkü çoğul tanrıların olduğu anlayısına ters, zıt bir anlayıştı bu olgu.

En-Zi isimli ne bir kişi nede  nesnel  bir olgu Sümer tarihinde yoktu.

Bu sözcüğün kök anlamından yaratılmamış, sonsuz olan tek ilah Tengri yaşam verir, yaşamı veren Tengri anlamları olmasından dolayı Sümerlerin Türkistan Anu'da olduğu gibi ilk başlarda tek bir Tengri'ye inanıyorlardı diyebiliriz.

Akadlar ve Hititlerin aksine eski Sümer yazıtlarında bu olgular işlenmişti.

Bu da bize Sümerler bazı dönemlerde inançlarının yozlaşması sonucunda değişik ilahlara tapınmış olduklarını ve Sümerlerden sonra oluşan Akad uygarlığında Sümeri kağanlar ve göksel varlıklar olduğuna inandığım varlıkların bir kısmının ismi değişikliğe uğratılarak değişik tanrılara dönüştürüldüğünü gösteriyor.

Dingir yazılmayan yerlerde isim ve olguların değişik tanrılar olduğuda çok tartışılır, çünkü bunlar Tengri'nin altında, Tengri'nin emrindeki varlıklardır, Tengri'nin altında, Tengri'nin yarattığı varlıklara Tengri'den bağımsız tanrılar olduklarını iddia etmek, sonsuzluk ve mutlak yaratıcı tek güç olduğuna inanılan Tengri inancına zıt bir anlayıştır .

Edindiğim bilgilere göre Tengri'nin altındaki varlıklar Tengri'nin emrinde göksel varlık melekler veya Tengri'nin yeryüzü temsilcileri olan kağanlarıdır.

Bu inanç içinde  ilk kağan Etana/Atana ise Tengri'nin bir kuludur ve Tengri'den yardım almak için binek üstünde Tengri katına çıkan ilk insandır. Anu uygarlığındaki damgalarda bu konular resmedilmişti.

Akadlarda aşk tanrıçasına dönüştürülen İn Anna'nın eşi Dumuzi ile birbirlerine söyledikleri deyişlerde İn Anna Dumuziye Kuli Anna diye hitap ediyor. "Kuli" sözcüğünü günümüz Türkçesinde Allah'ın "Kul"u  anlamında kullanıyoruz. Sümerce  bu ünvan Tengri'nin/An'ın dostu anlamına geliyor olmasına rağmen Akad ve Babillilerde Dumuzi en büyük tanrılardan olan Tammuza dönüştürülmüştü !!!

Açıkcası Sümerlerin son dönemleri ve sonrası Akadlarda Tanrı olmayan, olamayan ilk kağan Etana/Atana'nın soyundan olan kağanlar mezopotamya, ortadoğu ve bu uygarlıklarla ilintili ulusların en büyük tanrıları olmuşlardı.

Bazı dönemlerde  insanların bu kağanlara ilahi özellikler yükleyerek ilah olarak tapınmış olmaları bu insanların tanrılar olduklarını göstermez, aksine bu Tengri inancının insanlar tarafından sonradan yozlaştırılmış olduğunu gösterir.

Tengri'nin altındaki varlıklar olan kağanların  isimlerinin önüne ve arkasına Tengri'ye vurgu Dingir sözcüğü ve yıldız  görseli eklenmiş olsaydı bu varlıklarada tanrılar diyebilirdik.
Örneklersek ,Enlil isminden  Yelin/uzay boşluğunun piri, efendisi anlamı çıkıyor.
En sözcüğü sümerce Pir, iye, sahip örnek alınan, uyulması gereken kişi/varlık anlamlarına geliyor.

Lil sözcüğü ise az bir değişikle günümüz Türkçesinde Yel tanımlamasına dönüşmüş olarak rüzgar ve uzayı olusturan boşluk anlamlarına geliyor.

Bu sözcüklerin bilesiminde  Enlil isminin ne anlama geldiğini bilmek çokta zor degil.
Enlil gibi diger Sümer kağanlarının isimlerinin önüne veya arkasına neden Dingir eki eklenmediği iyi kavranmalı.

Enlil,Enki,Ninlil gibi varlıkların Tengri ile insanlar arasında iletişimini sağlayan göksel varlıklar oldukları bana göre daha gerçekçidir.

Tarihte yaşamış kağanlar olarak ismi geçen Sümeri kişilerin tanrılar olmadığınıda bilmek zor degil.

Çünkü  Ziusudra/Nuh peygamber gibi kağanları bilgilendiren, Tengri'den uyulması gereken kuralları getiren Enlil gibi göksel varlıklar vardır.

Sümerler ve akadlar konusunda en büyük uzman kabul edilen Kramer, Sümer çivi yazılarını çözen kişi olarak Sümerce çevrilerine baş vurulan temel kaynaktır.

Tarih Sümerde başlar isimli eseri antropolog, tarihci ve dil bilimcilerinin üzerinde çalışmalar yaptıkları baş yapıttır.

Yurdumuzda bile arkeolojik kazıları yöneten ve yönlendiren yabancı bilim insanları alanda toz, toprak içinde harıl harıl çalışırken bizimkilerde acep ne bulunmuş diye gazete başlıklarını takip ediyorlar.

Günümüzde bilim insanı olarak başvurduğumuz kişilerin yavan ve basit tarih anlayışlarından birşeyler öğrenmek pekte mümkün olmuyor.

İnsan ve insanlık tarihini ve köklerini araştırmakla yükümlü olan bu insanlar antik yunan uygarlığı üzerine yazılmış makaleler gibi batı uygarlığı üzerine yazılmış metinleri Türkçeye çevirmekten başka birşeyde yaptıkları yok.

Oysa Türklerin İslamı kabul etmeden önceki dönemde emevi araplarla süren savaşlarda uğradıkları katliamların anlatılmadığı, gizlenen, karanlıkta bırakılan, üstü kapatılması istenen uzun bir dönem var !!!

Batılı bilim ve tarih insanlarının kendileri ile ilgili yapıtlarını okuyup bunları gazete köşelerinde ve tv ekranlarında eglenceye dönük söyleşilerde anlatmak daha kolaylarına geldiği için kafa yormak pekte işlerine gelmiyor.

Bunlar birde  toplumu yönlendiren, aydınlatan  araştırmacı, tarihçi sıfatlı kişler oluyorlar !!!
Toplum, bizi biz yapan binlerce yılın süzgecinden geçerek oluşmuş, örfünü , adetlerini, ruh'unu kaybetti. Bu sözde tarihçiler ise show/eğlenceye dönük söyleşilerde masal anlatmaya devam ediyorlar.

Dünya insanı gibi bulgularından fazlasıyla yararlandığım Kramer'in Sümerlerle ilgili tespitlerinde Sümerlerde yaratılış şu şekilde özetleniyor;
-Sümerlerde Ana olarak betimlenen ve kabul edilen Tanrı sonsuzdur ,yaratılmamıştır ve Tektir.
-Bir birine yapışık olan göğü ve yeri o yaratmıştır.
-Bu iki nesne arasında gaz sıkışmasından doğan basınç gücü sonucu  yer ve gök birbirinden ayrılmıştır.
-Bu gazlı nesneye Tengri'nin kendinden bir parça vermesi ay'ın oluşmasına neden olmuştur.
-Göğün ve yerin ayrılmasından sonra yeryüzü, bitkilerin oluşmasına ve hayvanların yaşamasına uygun hale gelmiştir. Yeryüzünde yaşamsal nesneler olan bütün canlılar su, toprak ve havanın birleşmesi sonucunda güneşin devreye girmesiyle hayat bulmuşlardır.
Şu bir gerçekki bir kısım siyasi, din ve bilim adamları bazı gerçeklerden rahatsız oluyorlar.
Bazıları ise bilinçli olarak gerçeklerin üzerini kapatma çabasındalar.
Azınlıkta olan bu saplantılı insanları rahatsız eden iki gerçek vardır.
Birincisi, Sümerlerle ilgili bütün bulgular Türkistan, Anu uygarlığından mezopotamyaya getirilmiş dinsel,örfsel olgular olmasıdır.

Anu'dan mezepotamya ya 8 bin yıl önce göç etmiş Sümerler ve günümüz Türki topluluklarla aralarından bunca kopuk zaman geçmesine rağmen yüzlerce sözcüğün aynı anlamlarla kullanılıyor olması Sümerlerin insanlık taş devrini yaşarken mezopotamya da ileri uygarlık kuran, insanlığın gelişmesinde en temel topluluk olmasından ve bunların ön Türkler olması Hint-Avrupa dilini konuşan uluslardan başka üstün uygarlıkları başka ulusların kurmuş olmalarını mümkün görmeyen bir kısım batılı aryanist ırkçısı siyasi ve bilim insanlarını rahatsiz ediyor.

Bu nedenlerden dolayı Sümerlerin etnik kimliklerini ve konuştukları dilin hangi dil bütünlüğünde olduğunu gizlemeye çalışıyorlar.

Günümüz Türkçesiyle en az 300 sözcüğün Sümerler tarafından da kullanılmış olmasına rağmen Sümerceyi arkaik/ölü dil konumuna  koyuyor, Türki dillerin temel özelliğini gösteren  eklemeli yazım özelliğini kullanmış olmalarını göz ardı ediyorlar.

Arapcadan, Farscadan, Fransızcadan alıntılanan sözcüklerle kirletilmiş olan günümüz Türkçesiyle bile Sümerce bir çok sözcüğün ne anlamlara geldikleri üç aşağı, beş yukarı anlaşılması karınlarını ağrıtıyor.

Bu insanlar önceleri hiç bir bilimsel veri göstermeden Sümerlerin Hint-Avrupa dilini konuşan topluluk olduklarını söylediler lakin bu tahrifat ve yalanlarını artık hiç kimse savunacak durumda değil.

Sümer ve Akad  dili ve tarihinde en büyük uzman olarak kabul edilen Kramer "Tarih Sümerde başlar" isimli eserinde gerçekleri yazarak bu tür saçma iddialarda bulunan insanların kuramlarını paçavraya çevirmişti.

İkinci neden ise Sümer Tengri inancıdır.

Biraz bilim kurgu romantizmiyle nibiru efsanesi üzerine odaklanmış insanların Sümerlerin inançsal olgularını işlemeleri bile sümer inancı konusunda gerçek bilgi veriyor.

Yanıldıkları noktalar Anunaki'ler olarak dünya ya üst düzey varlıkların gelmesini kalu beladan beri var olan Hak inancı olduğuna inandığım Tengri ile insanlar arasında aracılık yapan göksel varlıkları dünya dışı uzaylılara bağlamaları gibi  yukarda anlattığım ayrışmaları var.

Önceki yazılarımda defalarca dellilendirdiğim gibi Tengri inancından etkilenmeyen inanç yok gibidir. İster yozlastırılmamış

haliyle, ister özünden uzak yozlaşmış haliyle olsun sonraki dönemlerde oluşan uygarlıklar mutlaka etkilenmiş ve inançlarını bu inanç üzerine kurmuşlardır. 3 bin yıl buluşlarıyla insanlığa yön veren Sümer uygarlığı sonlanmış olmasına rağmen Sümer yazısı ve dili bilim dili olarak 2 bin yıl kullanılmaya devam ettiği için diğer inanç ve uygarlıkların Tengri inancı olgularından etkilenmemeleri mümkün değildir.

Dünyadaki bütün inançlara öyle veya böyle kaynak olmuştur Tengri inancı.

Uruk kenti hakanı, efsanevi kisilik Sümeri Gılgamış'ın efsane olgu ve anlatımı birsürü örneklerden birtanesidir.

Gılgamış destanında Gılgamış'ın gezegenleri dolaştığı anlatılmaktadır.

Anlatımda Gılgamış Mesh gezegenini ziyaret eder, bu isim antik yunanda Her"(mesh)"e romalılarda mercure dönüşür.

Gılgamış'ın ziyaret ettiği gezegen Hindiuzimde Ganeş  olarak hırsızların tanrısı olur.

Bunlar değişik uygarlıklardır lakin ana kaynakları aynı olduğu için hepsinin temel özellikleride aynıdır, hepsi şifacı, şifa arayan hekimlerdir.

Ne tesadüf !!! Gılgamış da ölümsüzlük bitkisini arayan, insanların ölmemesini amaçlayan bir kişi !!!
Batı dillerinde Gilga"mesh" yazımını gördüktenden sonra eski Yunan tanrılarından olan Her"mesh"in Gılmış efsanesinden araklanmış olduğunu görmek için özel bilgiye gerekte yok aslında...

İşte bu bilgiler aryanizmle kendilerini üstün insan konumuna koyan bir kısım batılı siyasi ve ırkçı bilim adamlarını ve arapçılığı özellik zanneden yobaz cemaatlarını rahatsız ediyor.

Tarihi gerçekler kabul edildiğinde Müslümanlar arab faşizmiyle yoğrulmuş emevi inancını terketmek zorunda kalacaklar. Hiristiyanlar M.s. 325 yılında pagan kral Konstantin tarafından yazdırılan incilin Hak inancıyla ilgisinin nerdeyse kalmadığını görmüş olacaklar.

Siyonistler ise bütün insanlığı sömürmek için yarattıkları, kullandıkları Babillilerden arakladıkları Tengri inancı olgularının onlara ait olmadığı için kendilerinin seçilmiş insanlar olmadıklarını kabul etmek zorunda kalacaklar.

işte bu nedenlerden tarihi ve inançsal gerçekleri inkar etmek zorundadırlar.

Ama ne yapılırsa yapılsın, tarihi gerçekler bir müddet gizlenebilinir ama asla yok edilemez.

Alıntı:köklervekanatlar

Bu konuyu yazdır

  İNSAN "DNA"SI VE PARANORMAL OLAYLAR
Yazar: Spiritüeller - 12-12-2016, Saat: 18:46 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Ezoterik ve spritüel öğretmenler asırlardır ‘’bizim bedenimizin lisan, kelimeler ve düşüncelerle programlanabileceğini’’ biliyorlardı.

İnsan DNA sı biyolojik bir internettir ve yapay olana kıyasla pek çok üstünlüğü vardır. Rusya da ki bilimsel araştırmalar doğrudan veya dolaylı olarak pek çok spritüel konuya açıklama getirmiştir. Bunların arasında gelecekle ilgili bilgiler vermek, sezgiler, ilham, yakından, uzaktan ve ani olarak yapılan şifacılık uygulamaları, kendi kendini tedavi, olumlu olma teknikleri, özellikle spritüel guruların etrafındaki olağanüstü ışıklar/aura, zihnin hava durumu üzerindeki etkileri ve benzeri konular vardır.
Buna ek olarak DNA yı kelimelerle etkileyip yeniden programlayabilecek yeni bir ilacın bulunduğuna dair deliller de vardır. Bu ilaç kullanıldığı zaman alışılmışın aksine değiştirilmesi gereken genleri kesip çıkartmaya gerek yoktur.

DNA’mızın ancak %10 u protein yapmakta kullanılır. Batıdaki araştırmacılar işte DNA’nın bu bölümüne konsantre olmuşlar ve incelemişlerdir. Geriye kalan %90’lık bölümü ise ‘’işe yaramaz’’ diye nitelendirmişlerdir.

Buna karşılık Rus araştırmacılar tabiatın aptal olmadığından emindiler ve bu yüzden lisan uzmanları ile genetik uzmanlarından DNA’nın ‘’işe yaramaz’’ olarak nitelendirilmiş %90 lık bölümünü keşfetmelerini istediler. Elde edilen sonuçlar ise devrim yaratacak nitelikte idi!

Uzmanların bulgularına göre DNA’nın görevi sadece bizim bedenimizi inşa etmek değildi aynı zamanda bilgilerin depolanmasını ve bilgi iletişimini de yapıyordu. Rus lisan uzmanlarının bulgularına göre özellikle ‘’işe yaramayan’’ %90 lık bölümdeki DNA’lar insanların konuştuğu bütün dillerle aynı kurallara sahipti. Uzmanlar, syntax kurallarını (kelimelerin kalıpları ve cümleleri oluşturmak için ne şekilde bir araya getirildiği), semantikleri (lisan formları üzerinde yapılan anlam çalışmaları) ve temel gramer kurallarını incelediler. Sonuçta bizim DNA’mızdaki alkalin maddesinin belirli bir grameri ve aynen diğer lisanlarda olduğu gibi belirli kuralları olduğunu tespit ettiler. Bu yüzden insanların konuştukları lisanlar tesadüfen ortaya çıkmamıştır; lisanlar bizim DNA’mızın bir yansımasıdır.

Buna ek olarak Rus biyofizikçi ve moleküler biyolog Pjotr Garjajev ve meslektaşları DNA’nın titreşimsel bir davranışı olduğunu da tespit ettiler. Bunun özeti şuydu ‘’Yaşayan kromozomlar aynen endojen (içsel) lazer radyasyonu kullanan holografik bir bilgisayar gibi çalışır.’’

Bu söylemi şu deneyle açıkladılar :- Bilim adamları, örneğin, ses gibi belirli frekans desenlerini (patterns) lazere benzer bir ışına modüle ettiler (modulate:kiplemek ) ettiler ve bu da DNA frekansını dolayısıyla da genetik bilginin kendisini etkiledi. DNA-alkaline çiftlerinin ve insanların konuştuğu lisanların daha önce açıklandığı gibi yapısı aynı olduğundan ayrıca bir kod çözümlemesi yapmaya da gerek yoktu. Bu işlemde insanların konuştuğu lisanının kelime ve cümleleri rahatlıkla kullanılabilir ve yapılan deneyde bunu ispatlamaktadır.

Şayet, uygun ses frekansları kullanılırsa canlı bir dokuda yaşayan DNA maddesi her zaman için lisanla etkilene lazer ışınlarına ve hatta radyo dalgalarına reaksiyon gösterecektir. Bu prensipte bilimsel olarak olumluluk, onay belirten sözlerin, hipnozun ve benzeri şeylerin insanlarda ve onların bedenlerinde neden çok güçlü etkileri olduğunu izah etmektedir. Bizim DNA’mızın lisana reaksiyon göstermesi çok doğal ve normaldir.
Batılı araştırmacılar DNA strandlerinden (iplik-zincir) teker teker genleri kesip çıkartırlar ve başka yerlere yerleştirirler, buna karşın Rus araştırmacılar ise hücre metabolizmasını değişken radyo ve frekans dalgaları ile etkileyen cihazları büyük bir zevkle geliştirmişler ve genetik bozuklukları bu şekilde tamir yoluna gitmişlerdir.

Öyle ki daha da ileri giderek belirli bir DNA dan bilgi desenlerini yakalayarak başka birine aktarmışlar ve bu şekilde hücreleri başka bir genome için yeniden programlamışlardır. Böylece kurbağa embriyonlarını başarıyla salamender (bir tür sürüngen) embriyonlarına dönüştürmüşler ve bunu da sadece DNA bilgi desenlerini aktarma yoluyla yapmışlardır. Bu yöntemle bilginin tümü herhangi bir yan etki veya uyumsuzluk olmadan nakledilebilmiştir. Hâlbuki, tek başına bir gen kesilip çıkartıldığında veyahut yeni bir yere nakledildiğinde yan etkiler ve uyumsuzluklar olabiliyordu. Bu inanılmaz ve dünyayı değiştirecek bir devrim gibidir. Genleri kesip çıkartmak yerine sadece titreşim, ses frekansları ve lisan kullanılarak sonuca varılmıştır. 

Bu deney, dalga genetiğinin muazzam gücüne işaret eder. Dalga genetiğinin organizmaların oluşmasında alkaline sekanslarının (Adenin-timin-guanin-sitozin bazlarının oluşturduğu bilgi bankası) biyokimyasal işlemlerinden daha etkili olduğu kesindir.
Asırlardır ezoterik ve spiritüel öğreticiler bizim bedenimizin lisan, kelimeler ve düşüncelerle programlanabildiğini bilirler. Şimdi ise bu gerçek bilimsel olarak da ispat edilmiştir.
Ancak bunun gerçekleştirlebilmesi için doğru frekansın kullanılması gereklidir, işte bu nedenle herkes bu işi aynı güçte başaramayabilir. DNA ile ilgili şuurlu bir iletişim sağlayabilmek için kişinin önce kendi içsel prosesleri ve gelişimi üzerinde çalışması gereklidir.

Rus araştırmacılar bu faktörlere bağımlı olmayan, ancak SÜREKLİ işlevselliğini koruyacak bir metot üzerinde çalışmaktadırlar, burada en temel şart doğru frekansın kullanılmasıdır. Kişinin şuuru/farkındalığı ne kadar gelişmişse herhangi bir araca olan gereksinimi de o derecede azalır ve kişi kendi başına sonuç alabilir. Eninde sonunda bilim bu fikirlere gülmekten vazgeçecek ve sonuçları teyit ederek izah edecektir. Ama, her şey bununla bitmiyor!

Bunlara ilaveten Rus bilim adamları DNA’nın bir vakumda (boşlukta) rahatsız edici özellikler gösterdiğini ve manyetize solucan/kurt delikleri ürettiğini tespit etmişlerdir. Bu kurt delikleri yanmış yıldızların kara deliklerde bıraktıkları ve Einstein-Rosen köprüleri olarak anılan kurt deliklerinin mikroskobik benzerleridir.

Evrende bu delikler uzay ve zamanın dışında tümüyle farklı alanlar arasında bilgi akışını sağlayan tünellerdir. DNA bu bilgi parçacıklarını yakalar ve bizim şuurumuza nakleder. Bu tür hiper-iletişimin (telepati, channeling) en etkili yaşandığı zaman istirahat halidir.

Stres, kaygılar, korkular veya hiperaktif bir zekâ başarılı bir hiper iletişimi engeller veya gelen bilginin tamamen bozulmasına veya işe yaramaz bir şekle dönüşmesine sebep olur. Böceklerin yaşamının organize ve düzenli bir şekilde akışı bunun en güzel ispatıdır. Modern insan ise bunu daha sübtil (latif) seviyelerde ‘’altıncı his’’ olarak bilir. Bizlerde yeniden bu yeteneği kazanabiliriz.

Doğadaki örneklere baktığımızda kraliçe karınca kolonisinden ayrı kalınca gerideki işçi karıncalar mevcut plana göre hızla çalışırlar. Fakat, kraliçe ölürse koloni içindeki bütün çalışma durur. Karıncaların hiçbirisi ne yapacağını bilemez. Bu da açıkça gösteriyor ki kraliçe karınca uzakta bile olsa elemanlarına grup şuuru aracıyla çalışma planlarını aktarabilmektedir. Bu işlem kraliçe sağ olduğu sürece ne kadar uzakta olursa olsun devam eder.

İnsanlarda ise hiper-iletişim en çok kişi kendi veri tabanından farklı bir bilgiye rastlandığı zaman ortaya çıkar. Böyle bir hiper iletişim ilham veya sezgi veya trans halinde yaşanır. Örneğin, İtalyan kompozitör Giuseppe Tartini bir gece yatağının yanında şeytanın oturup violensel çaldığı bir rüya görür. (Besteci bu rüyayı 1765 yılında görmüştür. Kendi ifadesine göre bu müzik o zamana kadar duyduğu hiçbir şey benzemiyordu, son derece akıllı, akıcı ve heyecan verici idi) Aynı gecenin sabahında Tartini çalınan parçayı hafızasından aynen notaya dökmüş ve bu esere ‘’Şeytanın Heyecanı Sonatı’’ ismini vermiştir.

Yıllar boyunca 42 yaşında bir erkek hastabakıcı ise rüyasında bir çeşit bilgi CD-Rom’una takılı olduğunu ve kendisine hayal edebileceğiniz bütün konularla ilgi bilgi ulaştırıldığını görüp durdu. İşin ilginç tarafı sabah uyanınca rüyasında gelen bu bilgilerin tümünü de hatırlayabiliyordu. Rüyalarında öylesine bir bilgi seli vardı ki sanki bir gecede bütün bir ansiklopedi kendisine iletiliyordu. Ayrıca, gelen bilgilerin çoğu o zamana kadar kendi edinmiş olduğu kişisel bilgilerinden çok farklı idi. Öyle ki, hakkında hiçbir şey bilmediği teknik konuların detayları bile ona ulaşıyordu. İşte, bu örnekte görüldüğü gibi hiper iletişim olduğu zaman hem DNA da hem de insanda olağan üstü algılamalar olabilir. 

Rus bilim adamları DNA örneklerini lazer ışını ile aydınlattıkları zaman ekranda belirli bir dalga formu oluştu. DNA örnekleri geri çekildiğinde ise dalga formu kaybolmadı ve olduğu gibi kaldı. Aynı olay daha pek çok kontrollü deney de görülmüştür. Geriye çekilen ve enerji alanı kendi başına kalmış DNA örneğinden aynı dalga formu gelmeye devam etmiştir.

Bu etkiye hayalet DNA etkisi denmektedir. Uzay ve zamanın dışından gelen enerji DNA’nın geri çekilmesine rağmen harekete geçirilmiş kurt deliklerinden akmaya devam etmektedir. Bu tip yan etkiler çoğunlukla insanlar arasındaki hiper-iletişimde görülür ve çoğu kez ilgili kişilerin etrafında izah edilemeyen bir elektro manyetik alan tespit edilir.

Böylesi durumlarda CD çalar ve benzeri elektronik cihazlar etkilenir ve saatlerce çalışmayabilirler. Bu elektromanyetik alan yavaşça yok olduğunda ise cihazlar tekrardan normal fonksiyonlarını yapmaya başlarlar. Pek çok şifacı ve medyum bu olaya yaptıkları işlerden dolayı tanık olmuşlardır. . Enerji ve atmosfer ne kadar iyi ise kayıt cihazları içinde durum o kadar rahatsız edicidir. Tam bu dakikada cihazların çalışması durur. Çoğu kez ertesi gün sabah her şey normale döner.

Belki de pek çok kişinin bu konuya inanması için bu yazılanları okumaları yeterli olacaktır. Bu kişiler daha fazla detaylı teknik bilgiye belki de anlayamayacakları için ihtiyaç duymayacaklardır. Bu da onların hiper iletişimde çok başarılı olduklarını gösterir. Alman yazarlar Grazyna Gosar ve Franz Bludorf ‘’Vernetzte Intelligenz’’ isimli kitaplarında bu bağlantıları çok açık ve net bir biçimde anlatmaktadırlar.

Yazarlar, ayrıca bazı kaynaklara dayanarak verdikleri bilgilerde ilk çağlarda insanların aynen hayvanlar gibi çok kuvvetli bir şekilde grup şuuruna bağlı olduklarını ve sürekli grup halinde, toplu olarak hareket ettiklerini belirtirler. Birimselliğimizi geliştirmek ve uygulayabilmek uğruna biz insanlar hiper iletişimi tümüyle unutmuş bulunuyoruz.

Sizce garip mi?

Yoksa Mümkün mü?


DNA üzerine olan bilgiler buradaki bazı olaylara destek çıkıyor...

paranormal-olaylar-ve-frekanslar_bd493.jpg

Bu konuyu yazdır

  9 Maddede Aldığımız Her Kararda Yarattığımız Dünya : Paralel Evren
Yazar: Spiritüeller - 11-12-2016, Saat: 18:08 - Forum: EVREN VE BİLİM - Yorumlar (1)

"Acaba şöyle yapsaydım" dediğiniz anlar var mı geçmişinizde? O zaman içiniz rahat olsun siz zaten "öyle" yaptınız! Paralel Evrenler teorisine göre bir karar aşamasına geldiğiniz her an, oluşabilecek belki de milyonlarca sonuç aynı anda gelişiyor ve sonuçların uzandığı başka karar anları yeni alternatif evrenler oluşturuyor. Peki bu nasıl oluyor? İşte size 10 maddede Aldığımız her kararda yarattığımız dünya: Paralel Evren!

Sabah kalktınız kahvaltınızı yaptınız dışarı çıkarken biraz oyalandınız ve binmeniz gereken otobüsü kaçırdınız. Eğer oyalanmamış olsaydınız o otobüse binmiştiniz ve o otobüste muhtemelen karşılaşacağınız hayatınızın aşkıyla tanışıp, bir kaç ay sonra evlenecektiniz. Ama hayır siz oyalandınız ve bir sonraki otobüse bindiniz, otobüs kaza yaptı ve bacağınız kırıldı. İşinizden oldunuz, ekonomik durumunuz kötüye gitti ve berbat bir hayatınız oldu. Aslında her iki ihtimal de aynı anda gerçekleşti. Çünkü olasılıkların gerçekleşme ihtimali sandığımızdan daha gerçek olabilir. Paralel evren dediğimiz şey, son dönemde popüler kültürün hayatın absürt hali olarak yorumladığından çok daha öte, çok daha ziyade bir olasılıklar dünyası. 

Gelin bir bakalım aslında hayatımızın hangi evresinde hangi halimizi yaşıyoruz...

1. Biricik değiliz!

201503281425_paralel-evren-fringe-bishop-peter.jpg

Zamanın işleyiş yönünde belirginleşen koşutluk ayrıca bütün fizik kuralları ile perçinlenerek işler. Gördüğümüz duyumsadığımız algıladığımız yegâne büyük evrenin yanında hiç denenmemiş ama izlenimleri bellekte yer eden ve yaşayan küçük evrenler varsa bu biricikliğimizi ortadan kaldıran bir durum olur. Biraz karşık mı oldu? Şöyle özetleyelim, hani deriz ya "Bir ben var bende benden içeri" diye. Ona benzer bir durum. Aslında bizden başka bizler var ve hepsi şu an yaşadığımız hayatta denemediğimiz şeyleri deniyorlar.

2. İnanç bu işin neresinde?

201503281425_prayinobediencetogodswill.jpg

Bazı dinler ve filozoflar tarafından sıkça tekrarlanan görülebilir evrenin ötesinde başka evrenler olduğu savını savunuyor. Havası suyu kimyası fiziği başka kanunlarla perçinlenmiş evrenler aslında uzun zamandır anlatılıyor. Cennetler, Cehennemler, Olympuslar, Valhallalar ve benzeri yaşam sonrası hayat alanları bu dünyadakinden çok farklı unsurlardan oluşuyor. Pekala bizim farklı tercihlerimizden oluşan paralel evrenlerimizden hangileri ölüm sonrasında nerede buluşup birleşecek? Kader eğer gerçekten varsa, alınyazımızda yaptığımız tercihlerden hangilerine imkan tanınıyor? Açıkçası bu noktada inanç ve paralel evrenleri ortak bir noktada buluşturmak çok güç çünkü, inancımıza göre doğru olan tercihleri yaptığımızda bir noktada günah işleyen bir olasılığımızı yaratmış oluyoruz.

3. Nereden çıktı bu paralel evren muhabbeti?

201503281426_80E3484D-C249-4403-B03AAAE9...rticle.jpg

Her ne kadar tüm bu fikirlerin çıkış noktasında Einstein'ın görüşleri yatsa da; Paralel evrenler tanımı ilk kez Amerikalı fizikçi Hugh Everett tarafından ortaya atıldı. Zaman içinde kuantum mekaniğinin ilginç çok popüler ve bilimsel platformlarda çok tartışılan kuramlarından birisi oldu. Kimi zaman bağımsız ve farklı hiçbir şekilde birbiriyle etkileşime girmeyen çok sayıda evrenin varlığı öngörüldü. Bu evrenlerin bir araya gelmesi ve etkileşime geçmesi, her iki evrenin de yok olduğu bir sonuç olasılığını ortaya çıkarttığı kabul gören bir fikir oldu. İki farklı evrenin bir araya gelmesi, madde ile karşı madde çarpışması gibi bir sonuç yaratacağı düşünüldü.

4. Paralel evrende gözlemci nedir?

201503281426_Multiverse1.png

Kuantum mekaniği bilim tarihinde çift yarık deneyi olarak bilinen deneyde fotonun dalga mı yoksa parçacık mı olduğunu belirleyen şeyin gözlemcinin bilinci olduğunu söyler. Bir olgunun potansiyel durumdan işler hale gelmesi ve gerçekleşmesi katılımcının varlığı ile mümkün olabilir. Sistemin fiziksel özelliklerinde herhangi bir değişim olmaz değişim sadece bu özelliklerin potansiyellik ve güncelliğinde ortaya çıkar. Fizikçi Jack Sarfattiye göre gözlemcinin fikri birçok olguyu açıklayabilir. Örneğin bir sıvı veya gazdaki parçacıklar durmadan ileri geri hareket eder. Ona göre parçacıkların bir oraya bir buraya çarpmasının asıl nedeni katılımcıların zihinsel etkinlikleridir.

5. Çoklu evren çoklu olasılık

201503281427_coherence-movie-poster-2013...c-fest.jpg

Birden çok olası evrenin öngörülen kümesi çoklu evrenler adlı bir teoriyle ifade ediliyor. Çoklu evrenin yapısı her evrenin kendi doğası ve birbirleri arasında kurulu çeşitli ilgiyle beliriyor. Çoklu evren tanımı fizik felsefe kurgu ve kısmen bilim kurgu alanlarında hipotezlerle ifade edilir. İlk defa William James tarafından kullanılan terim bilimkurgu yazarı Michael Moorcock tarafından yaygınlaştırıldı. Aynı tanım çoğu zaman alternatif evrenler paralel dünyalar paralel evrenler biçiminde de kullanılıyor. Bu konuyu kavramak için pratik bir alıştırma yapmak isteyenlere kesinlikle tavsiye edilecek film: 2013 yapımı Coherence'dir. Yönetmen James Ward Byrkit'in ilk uzun metrajlı sinema filmi olan Coherence, çoklu evren olasılıkları üzerinde ufkunuzu açacak bir senaryo ve olay örgüsüne sahip.

6. Schrödinger'in kedisi

201503281427_1024px-Schrodingers_cat.svg.png

Schrödinger'in Kedisi, Avusturyalı fizikçi Erwin Schrödinger tarafından ortaya atılmış, kuantum fiziğiyle ilgili olan, hakkında çok tartışma yapılmış düşünce deneyi. Genellikle kuantum mekaniği ve Kopenhag Yorumu'yla ilgili bir paradoks olarak bilinir. Schrödinger’in kedisi paradox diye tanımlanan düşünülmüş bir teoridir,Erwin Schrödinger tarafından 1935' te icat edilmiş. Schrödinger, problem olarak gördüğü günlük nesnelere uygulanan kuantum mekaniğinin Copenhagen yorumunu resimlendirdi.Bir kedi ölü ya da diri olabileceği rastgele bir duruma bırakılıyor ve karar vermek için gözlemlemeye ihtiyaç duyuluyor. Bu düşünülmüş deney, özellikle kuantum mekaniğinin teoriksel yorumunun tartışmasıdır.

201503281427_MWI_Schrodingers_cat.png

Schrödinger’ in kedisi; bir kedi bir küçük şişe zehir ve radyoaktif kaynakla bir kapalı bir kutuya bırakılıyor. Eğer içerideki monitör radyoaktifliği algılarsa(azalmakta olan tek atom)küçük şişe kırılır, zehir kediyi öldürür. Bir süre sonra kuantum mekaniğin Copenhagen anlamdırması kedinin bir dalga fonksiyonu olduğunu anlık olarak hayatta veya ölü olma ihtimalini vurgular.Kutuya bir kez bakıldığında kedi canlı veya ölü olabilir, ikisi birden olamaz. Her iki olasık da farklı evrenlerde farklı sonuçlara yol açar.

7. Dejavu

201503281428_89cf8bc71014f0ed285d30c2b9e7925b.jpg

Peki evrenler birbiriyle iletişime geçebiliyorsa? Aslında geçiyorlar. Farklı evrenlerde yapılan tercihler bazen mutlak bir evren sonucunu ortaya çıkartır ve bu mutlak sonuç şu an yaşamakta olduğunuz evrense, diğer yollardan geçen evrenler bilincinize farklı anılar yüklerler. Bu da dejavu dediğimiz olayın yaşanmasını ortaya çıkartır. En azından böyle tahmin ediliyor. Misal daha önce gördüğünüzü hissettiğiniz bir şeyi, başka bir evrende görmüş olabilirsiniz. Bu size iyi hissettirmeli aslında çünkü daha önce yaptığınız bir tercihin sizi yine aynı noktaya getirdiğini, getireceğini doğrulamanın yegane yoludur dejavular. Daha önce yaşadığınızı hissettiğiniz anlar çoksa, bilin ki geçmişte yaptığınız pek çok tercih aslında mutlak yaşayacağınız evreni hiç bir şekilde etkilememişse. Dejavu hissiniz azsa bilin ki yaptığınız tercihler paralel evrenlerdeki kimliğinizi sizden çok uzaklara taşımıştır!

8. Rüyalar

201503281428_Parallel_Universe_by_Deinha1974.jpg

Rüyaların sırrı hala insanlığın çözemediği bir gizem. Ancak paralel evren fikrinde rüyalar bir mantığa oturuyor. Pek çok rüyamızda saçma sapan şeyler görüyoruz değil mi? Bunlar aslında paralel evrende yaşadığımız şeylerin bize aktarımı olarak kafamızda beliriyor. Rüyanızda öldüğünüzü görüyorsunuz misal, bilin ki bir tercihiniz sebebiyle gittiğiniz bir evrende öldünüz. Ya da daha önce gidip görmediğiniz yerleri görüyorsanız rüyalarınızda, bilin ki paralel evrende zaten oraya gitmiştiniz.


9. Toparlama devamı gelecek

Bu konuyu yazdır

  Astrolojide 5. ve 8. Evin Önemi
Yazar: Spiritüeller - 08-12-2016, Saat: 06:08 - Forum: Astroloji - Yorum Yok

Astrolojiyle ilgisi olmayan insanlar için bu kavramlar pek bir şey ifade etmeyebilir ama bu iki ev, insan yaşamı içinde bazen oldukça keyifli, zaman zaman sancılı ama her zaman oldukça yoğun yaşanılan iki yaşam alanıdır. Hatta bazı zamanlarda yaşamımızı kontrol edebilecek güce bile sahiptirler.

İlk önce 5. eve bir göz atalım

5. ev;

Muhteşem kral, sahneyi seven, coşkulu ve yaratıcı aslan burcunun evi

Yönetici gezegeni ise içimize yaşama sevinci dolduran Güneş tir. Güneş bilindiği üzere sürekli gelişen bir enerji biçimidir, yani kısaca kimliğimizdir. Onunla yaşadığımızı hissederiz, onunla coşarız, onunla varlığımızı deneyimleriz. Onu geliştirmek için yaşamımız boyunca hiç durmadan çabalayıp dururuz. Öldüğümüz an da ise güneşimiz de kararıverir. O yok olduğunda diğer yönlerimiz de yok olur gider; düşünebilme yeteneğimiz, sevebilme yeteneğimiz, hissedebilen yönümüz, savaşma gücümüz... ,kısaca sahip olduğumuzu sandığımız herşey. Hatta yaşam bile, güneşimizi var sanmamızdan ya da var olduğunu düşünmemizden kaynaklanan bir yanılsama hali bile sayılabilir bu açıdan bakıldığında Güneş bizim var oluşumuzun farkedilmesidir hem kendimiz, hem de diğer insanlar tarafından. Ve bunu farkettirebilmek için de elimizden geleni yaparız, kah ışınlarımızı gizli gizli göndererek, kah yaylım ateşi gibi yayarak.

Yaşamın en keyifli anlarının deneyimlendiği alan ise aslan burcunun doğal evi olan 5.evdir. Bu ev de yaşamdan keyif alınan her şeyi deneyimleriz; yeri gelir heyecanı dorukta tutarak inanılmaz risklere gireriz, yeri gelir yaşamı farklı tadlarla deneyimlemek için hobiler ediniriz ve yeri gelir doğamızın gereği çocuk sahibi olarak yani bir insan yaratarak bu hazzı deneyimleriz.

5. ev aynı zamanda sahneye çıktığımız da evdir ve yaratıcılığımızı bu ev kanalı ile ifade ederiz. Bu ev de bulunan gezegenler ise bu enerjilerin yaşam sahnesine çıkış kanallarıdır. Bu ev de herhangi bir gezegen bulunmaması halinde bu ev de bulunan burca ve onun yöneticisine de ayrıca dikkat edilmesi gerekmektedir. Çünkü onlar da bizim aşkı yaşama biçimimizi çözümleyebilmemiz için birer yol göstericidir.

Bu evin konuları arasında bulunan AŞK ı diğerlerini bir parça geride bırakarak öne çıkartalım.

Aşk belki de yaşadığımızı derinden hissetmenin en özel yollarından biridir. Onu özel kılan ise çoğu zaman kontrol dışı gelişiyor olmasıdır. Bu kontrolsüzlüğü ve beklenmedik gelişleri, onu aslan burcunun temaları arasında bulunan risk ve heyecan duygularını kamçılama gücüne de sahip kılmaktadır.

Aşk için çöllere düşme, uğrunda ölebilme, hasta olup yataklara düşme, zindanlarda çürüme gibi mantıklı çerçeveden bakıldığında son derece komik ve trajik olan haller, aşkın perspektifinden bakıldığında inanılmaz büyüleyicilikte görünebilir.

İnsanoğlunun bitmek bilmeyen aşk arayışları, aşkı buluşları, kaybedişleri, yeniden aşık oluşları ve mütemadiyen sürüp giden bu devinim yaşamın oldukça büyük bir alanını doldurmaya kafidir.

Aşkın bizi ne şekilde etkilediğini görebilmek için doğum haritalarımızda bulunan 5. evde ki burca dikkatli bakmamız gerekmektedir. Aşık olduğu kişiyi elde etmek için oldukça yoğun çabalar harcayan bir kişinin, aşkı yaşamaya başladığı an da değişim geçirerek bambaşka bir kişiliğe bürünmesi, 5. evde ki burcun aşk hayatımızda ki davranış biçimizi yönlendirmesi sebebiyledir.

Sürekli aşık olduğu kişiyle karşılaşabilmek için akla hayale gelmedik metotlar deneyen bir kişi, istediğini elde ettikten sonra, ilişkinin ilerleyen zamanlarında değişerek bambaşka bir portre çizebilir; o sıradışı ve çılgın kişi gidip yerine daha sakin ve ilişkide ki önemli günleri bile unutan bir kişi haline dönüşebilir. Ya da oldukça sakin ve mantıklı görünen ve heyecansız bir şekilde ilişkiye giren bir kişi, aşkı yaşamaya başladığı an da inanılmaz ve sıradışı davranışlar sergileyerek, birlikte olduğu kişiyi her an şaşırtmaya eğilimli bir yapıya bürünebilir. Eğer haritanızın genelinde oldukça sakin ve tutarlı bir yapıya sahip olduğunuz görülüyor ama aşık olduğunuzda bambaşka bir kimliğe bürünüyorsanız, 5. eviniz de haritanızın geneli ile çelişen bir durum sözkonusu olabilir. 5. evde ki özellikle olağana aykırı tutumlar ve belirgin sıra dışı özellikleri getiren burçların başında kova burcu yer alır.

Kova burcu aşkta sıra dışı yaklaşımların ortaya çıktığı bir burçtur. Bir aşkı yaşarken yapacağınız her türlü radikal hareketler ve şaşırtıcı davranışlar 5. evde kova burcunun bulunması durumunda beklenmesi ve şaşırılmaması gereken davranışlardır. Kova burcunun ve yöneticisi Uranüs ün bulunduğu her alan oldukça yoğun elektrik yüklüdür. Uranüs ün doğum haritasında Venüs le teması da buna benzer davranış modelleri getirir. Kova burcunda bulunan Venüs de hemen hemen aynı özellikleri sergiler.

5. evinizde kova burcu değil ama onun yöneticisi Uranüs bulunuyorsa, aşk eviniz gene yüksek gerilim hattında bulunuyor demektir. Bu yüzden bu alanlar da şaşırtıcı ve kontrol dışı davranışlar sergiliyor olmanız garipsenecek bir durum değildir. Aşkta aykırı ve şaşırtıcı davranış modelleri, ilişkilere sosyal ve toplumsal platformda var olandan daha radikal yaklaşım biçimleri, aşırı özgürlükçü bakış açıları Uranüs ün ya da kova burcunun o alanda hüküm sürdüğünü gösterir. Örnek vermek gerekirse teknolojik imkanlar kullanılarak, internet üzerinden ya da cep telefonu ile mesajlaşma suretiyle yaşanılan aşklar da bu durumun bir yansımasıdır. Uranüs transitlerinde de bu durum gözlenebilir. Uranüs ün etkisiyle kişi bireysel sınırlarının genişliğini o kadar abartmaktadır, adeta boyutları zorlamaktadır. Bu aynı zamanda bir nevi geleneksel olana da başkaldırı anlamı taşımaktadır.(Uranüs e eşlik eden bir Neptün transiti de varsa eğer, kişi bu eğilimi daha çok gerçeklikten kaçış amacıyla da gerçekleştirebilecektir.) Bunun sebebi Uranüs ün kollektif enerjilerden biri olmasıdır. Örneğin eğer baskılı bir dönemden daha özgürce yaşanılan bir döneme geçiş varsa, doğal olarak özgürlüğü deneyimlemeye hazırlanan bir toplumun, onu oluşturan bireyleri de bundan nasiplerini alacaklardır.

Görücü usulü beraberliklerden, flört edilerek kurulan beraberliklere geçildiği zaman dilimi olan 20. yüzyıl sonlarında, bu enerjinin toplumsal boyuttan bireylere ne şekilde indirgendiğini, nasıl yansıdığını gözlemleme şansına ülkemizde sahip olduk. Satürn ün baskıladığı dönemin ardından Uranüs ün yardımıyla ulaşılan özgürlükler bir dönem oldukça yoğun ve sarsıcı bir şekilde deneyimlenmiştir. Özellikle aşkta görülen özgür davranış modelleri, baskıya ve kısıtlanmaya karşı bir mücadele niteliği taşımaktadır. Birey olma yolunda mücadele verilirken Uranüs enerjisi kişinin yaşamında aktifse ve bu aktivite 5. ev de yoğunlaşma gösteriyorsa, 5. ev yani aşk evi bu özgürlük arayışının ve başkaldırının gerçekleştiği alan olacaktır. Transit Uranüs ün doğum haritalarında ki Venüs le teması da buna benzer sonuçlar doğurur. Tabii ki hiçbir devrim acısız, sancısız ve kolay gerçekleşmez. Bu süreçte kişiler özellikle Satürn ün can acıtıcılığını da oldukça yoğun deneyimleyeceklerdir. Devrim gerçekleştirilmiş ve başarılı olmuşsa eğer, ardından yeni yapıların kurulması sürecinde Satürn ün muhakkak bu yeni yapılanma içinde zamanın efendisi olarak tekrar devreye girmesi gerekmektedir. Devrim başarısız olmuşsa ya da gerçek bir devrim niteliği taşımıyor ve insanlığın gelişimine değil sadece kişinin şahsi ve çığırından çıkmış amaçlarına hizmet ediyorsa, Satürn bu sefer de zalim bir efendiye dönüşebilecektir. Çünkü bilindiği üzere Satürn karmanın gezegenidir.

5. eve sıra dışı yaklaşımı getiren bir diğer burç ise yay burcudur. Ateş elementinden ve değişken nitelikli bir burç olan yay burcu 5. evde yerinde durmayan, ele avuca geçmez bir aşk anlayışı getirebilir kişiye

5. evde ki yay burcu, kaygan zeminde dans eden bir kişiye benzer. Kişi birlikteliğini yaşarken, oldukça şaşırtıcı davranışlarda bulunma eğilimi içindedir; aşkta bağlayıcı sözlerin altına girmekten ve sürekli iç içe ve yan yana olmaktan hoşlanmayabilir. Yay burcu da kova burcu gibi özgürlüğü sever, kovanın ki bir başkaldırı niteliği taşırken, yayın ki yeni keşifler arayışı içinde olmaktan kaynaklanır. Bu yüzden 5. ev de yay burcunun bulunması durumunda aşkta sürekli bir keşif hali mevcuttur. 5. evde ki yay burcu, kişiyi sürekli yeni aşklar ve heyecanlar peşinde koşmaya itebilir. Her yeni aşk da yeni deneyimler elde etme amacı, kişinin yaşam felsefesinin bir parçasıdır denilebilir. Olumsuz yönleri ise sürekli ne yapılacağı kestirilemeyen bir kişi ile beraberlik, karşısındaki kişiyi oldukça zorlayabilir, hatta mutsuz edebilir. Bu ev de yay burcunun bulunduğunu göz önüne aldığımızda, yay burcunun yöneticisi Jüpiter� in doğum haritasında ki burç ve ev konumuna dikkat etmemiz gerekmektedir. Örneğin Jüpiter� in terazi burcunda ve 8. evde bulunduğunu varsayarsak kişi ilişkileri vasıtası ile yoğun olarak krizi deneyimleyebilecek ve bu deneyimlerle ortak değer anlayışı bakımından bilgeliğe ulaşabilecektir. Bu yaşananlar kişinin yaşamın bilinmeyen ve gizemli alanları karşısında da daha bilge bir yaklaşıma ulaşmasına yardımcı olabilir.

5. evde ikizler burcunun bulunması kişiyi aşkta oldukça havai ve tutarsız yapabilecektir. İkizler burcunun doğum haritalarında bulunduğu alan, sürekli bilgi akışının gerçekleştiği alandır. Ve bu bilgi akışı daha çok yüzeysel bir tarzda gerçekleştirilir. İkizler burcunun olduğu alan hiçbir şeyi derinlemesine yaşamaya fırsat vermez kişiye, çünkü alınacak ve aktarılacak yeni bilgiler mevcuttur yaşamda. Ve bunun sürekli olabilmesi için hiç bir yerde çok uzun zaman geçirmemek gereklidir. Kişi bir ilişkiden diğer bir ilişkiye aynı an da koşabilecektir ya da aynı an da bir kaç aşk ilişkisini birden idare etmek isteyebilecektir, bu yüzden de aşk ilişkilerinde havai, yüzeysel ve sadakatsiz olarak algılanabilecektir.

5. evde akrep burcunun bulunması kişiye bu alanda yaşayacağı oldukça yoğun yaşam deneyimlerin müjdesini vermektedir. Aşık olunan kişi üzerinde sürekli bir kontrol mekanizması geliştirilmesi, kuruntular ve endişeler, kaybetme korkusu ve sürekli her kelimenin altının didik didik edilmesi 5. ev akrep burcunun genel özellikleri arasındadır. Bu yüzden aşkın mutlu ve ayakları yerden kesen yanını pek yaşama fırsatı bulamaz, 5. evinde akrep burcu bulunanlar Akrep burcunun olduğu her alan kişiye oldukça yoğun yaşanacak yaşam dersleri getirir ve bu yaşam dersleri kişinin -bilinen cehennem anlayışı gözönünde bulundurulduğunda- cehennemde bir kaç kere yanması ile eş değerdedir. Ruhlar bu ızdırabı oldukça yoğun deneyimlerler.

Terazi burcunun 15.ci derecesi ile akrep burcunun 15. derecesi arasında kalan bölüme klasik astroloji de  yanan yol  anlamında  via combusta  denmesi de boş yere değildir. Eğer aşk eviniz bu dereceler arasına denk düşüyorsa işinizin pek de kolay olmayacağını, yaşamda dönüşüm geçirmenizi sağlayacak aşk ilişkisi ya da ilişkileri deneyimleyeceğinizi ve bunlar sayesinde de ruhsal arınmanızı ve tekamülünüzü gerçekleştirirken canınızın bayağı yanacağını söyleyebiliriz.

5. evde yengeç burcunun bulunması kişinin sürekli aşık olduğu kişiyi duygusal olarak beslemeye kendisini zorunlu hissetmesine ve bu tarz davranışlar içine girmesine sebep olur; kişi aşık olduğu kişiye annelik etme ihtiyacı içindedir. Kişi ancak karşısındakini bir anne gibi koruyup gözettikçe, ona yemekler yapıp karnını doyurdukça keyif alır, mutlu olur. Ayrıca aşık olduğu kişinin sürekli yanında, eteklerinin dibinde bulunmasını ister. tıpkı bir anne gibi� Bu aşırı koruyucu, kollayıcı ve sahiplenici davranış biçimi aşık olunan kişinin üzerinde duygusal bir baskı oluşmasına sebep olabilir. Çünkü aşk ve annelik çok farklı iki kavramdır.

Ayrıca kişinin aşk yaşamında annenin etkisinin çok fazla olacağını ve kişinin sık sık annesinin müdahalesi ile karşılaşmak durumunda kalacağını da söyleyebiliriz.

Ayrıca 5. evde su grubu burçlar bulunduğunu varsayarsak bir ateş evi olan 5. evin su baskınına maruz kalması sebebiyle, bu durum kişinin iç dünyasında dalgalanmalara da sebebiyet verebilir. Bu yüzden de aşk ve yaratıcılık da dahil 5. evin temaları kişi tarafından depresif bir bakış açısı ile yaşama geçirilir; kişi her an dalgalanmaya, inişli çıkışlı ruh hallerine ve mutsuz olmaya eğilimlidir.

5. evde boğa burcunun bulunduğunu varsayarsak boğa burcu maddeye bağlı ve tensel bir burç olduğu için, bu ev kişinin yaşamında aşkı yaşarken bedensel zevklerin daha fazla öne çıkmasına sebebiyet verebilir. Aynı zamanda kişide aşık olduğu kişilere karşı da aşırı bir sahiplenme görülebilecektir. Ayrıca boğa burcu yaşamdan keyif almak isteyen ve huzur arayışı içinde olan bir burç olduğundan aşk ilişkilerine de bu gözle bakabilecek ve aşkı yaşarken hiç bir şeyi sorun etmeyen bir kimliğe de bürünebilecektir ve karşısındakinden de kendisine huzur vermesini bekleyecektir. Aşık olduğunda ya da aşkı yaşarken 5. evinde boğa burcunun bulunduğu kişilerden hoplayıp zıplamalarını beklemek oldukça hayalci bir yaklaşım olur. Ama karşısındakine oldukça fazla maddesel ve bedensel zevk de yaşatabilir bu süreçte�

5. evde terazi burcunun bulunduğunu var sayarsak hava grubu bir burç olan terazi aşka daha rafine ve artistik yaklaşımlar getirebilecektir. Kişi aşklarını adeta şov yapar gibi ya da bir tiyatro sahnesinde oynarmış gibi yaşayabilecektir. Ayrıca karşı tarafa da aşırı bir değer yükleyerek karşısındaki kişinin kendisini kral ya da kraliçe sanmasına sebep olabilecektir. Aşk söz konusu olduğunda terazi burcu mutlaka sevdiklerine jestler yapmak isteyecek ve karşı tarafın isteklerini de en az kendisinin ki kadar önemseyecektir. Böyle bir kombinasyonda kişi aşk ilişkilerinde kendisini dengeleyecek bir kişinin arayışı içinde olabilecektir. Ayrıca mutsuz olunan aşk ilişkilerinde de kişinin kısa süren bir denge kaybı ve dalgalanma yaşaması muhtemeldir.

5. evde balık burcunun bulunduğunu varsayarsak, Neptün etkisiyle kişi platonik aşklar yaşamaya meyilli bir kişi olabilir. Kişi aşık olduğunda hayallere dalabilir ve bir aşkı yaşamaktansa hayalini yaşamak, onu belki de daha fazla mutlu edebilir. Hatta çoğu zaman kişi aşık olduğunu dahi sanabilir. Ayrıca aşık olduğunda ve bir beraberlik içine girdiğinde, ilişkide sürekli bir fedakarlık içine girmesi ve kendini aşık olduğu kişiye adaması, ayrıca aşık olduğu kişiyi gerçekte olduğundan çok farklı algılıyor olması da muhtemeldir. Ayrıca yaşadığı aşka kendini çok fazla kaptırarak gerçeklikten ayaklarının kesilmesi de muhtemeldir. Bu evdeki balık burcu ya da Neptün, aşk ilişkilerinde kişinin aldanmaya ve kandırılmaya da yatkınlığını gösterir. Kişi kendisi de kandırmaya ya da aldatmaya meyilli olabilir. 5. evdeki Neptün ve balık burcu aşka şairane bir bakış açısı da getirebilir. Ve aynı zamanda da kişiye sanat yeteneği vermesi muhtemeldir. Kişi aşkını oldukça yaratıcı bir şekilde Neptün kanalı ile ifade edecektir; özellikle de bu yaratıcılığını şiir, sinema ya da müzik dallarından biri ile hayata geçirebilir ve eserler verebilir. Aşk burda kişinin yaratıcılığını besleme kaynağı olabilir.

5. evde ki koç burcu, aşk ilişkilerine oldukça ben merkezli bir bakış açısı getirebilir. Koç burcunun bulunduğu alan yaşamda ki savaş alanımız olduğundan, 5. evde koç burcu olduğunda kişi aşk ilişkilerini savaş hali gibi algılayabilir. Kişi aşkı yaşarken oldukça hevesli, canlı ve çocuksu ama aynı zaman da ateşlenmeye de her an hazır davranışlar sergileyebilir. Ayrıca koç burcunun olduğu alan kimliğimizi daha fazla öne çıkartmak istediğimiz alandır. Bu yüzden kişi aşk ilişkilerinde öncelikle kendini düşünüp, sürekli ben diyebilecektir.

5. evde oğlak burcu bulunduğunu varsayarsak, kişi geleneksel değerlere daha yakın duran bir tavır sergileyebilir ve oğlak burcunun getirdiği kısıtlama ile aşk duygusunu özgürce yaşayamayabilir.

Çoğunlukla daha çok ailelerin ya da yakın dostların tanıştırdığı ilişkiler, bu burçlar için aşk kavramının hayatlarına girmesine sebep olur. Aşkta ise duygularını özgürce ifade etmekten kaçınarak, davranışlarını sürekli kontrol etmek durumunda kalabilirler. Geleneksel yollarla başlayan aşkları ise oldukça uzun süreli olabilecek ve oldukça sadık bir sevgili olabilecektir.

Toprak burçları ve sabit nitelikte ki burçlar özellikle 5. evde aşka sadakatli yaklaşımlar getirir.

8.ev;
5. ev ile 8. ev arasında özel bir bağ bulunmaktadır. Bu bağ, aşık olup ardından tensel yakınlaşma ve cinsel birleşmeye ihtiyaç duyulması tanımıyla daha net anlaşılabilir.

5. evde -aslan burcunun evi ve yaratıcı enerji ile dolu olması sebebiyle- enerji yüklenirken, 8. ev de bu enerjiyi boşaltmak ihtiyacı hissederiz. Bu enerjiyi boşaltırken engellerle karşılaşılması, boşaltılamaması ya da enerjinin boşaltılmasından yeterince haz alınamaması durumu kişiyi 8.evin temsil ettiği diğer temalara doğru yönlendirebilir. 8. ev oldukça karanlık bir evdir. Ölüm ve ölüm ötesi konular bu evin temaları arasındadır. Cinselliğin sağlıklı yaşanamaması karşısında hep bilinçaltı kaynaklı geçmiş yaşam izlerinin aranması ve çoğunlukla her izin arkasından ölüm ve ölüme dair korkuların çıkması cinsellik, yaşam ve ölüm arasında ne kadar ince, görünmez ama güçlü bir bağ olduğunu göstermektedir. 8. evde bulunan burç ve gezegenler bu enerjiyi ifade ediş kanallarımızdır.

Yaşamın sürmesi için kadın ve erkeğin cinsel birleşmesine ihtiyaç vardır. Doğanın kurgulaması bu yöndedir. Bu yüzden yaşamımızda oldukça hayati bir evdir 8. ev.

8. ev akrep burcunun evidir. Dönüşüme hizmet eden karanlığın hükümdarı akrep burcu, gücü, ortak değerleri ve elbette seksi ve ölümü temsil eder.

Akrep burcu kaynaklar birleştirildiğinde ancak gücün sağlanacağını düşünür ve bunun için çabalar. Ayrıca gücün devamlılığının sağlanması için sağlam bir kontrol mekanizması geliştirmesi gerektiğini düşünür. Bu yüzden güç ve kontrol akrep burcu için ayrılmaz iki parçadır. Yaşam doğum üzerine kurulu olduğuna göre, doğum için fiziksel olarak kadın ve erkeğin cinsel birleşmesinin gerçekleşmesi yani bir ortaklık kurulması gereklidir. Ortak değerler oluşturulurken elbette ki bu pek de kolay olmaz, kişi yoğun deneyimlerden geçmek durumundadır. Benim değerlerimi bizim değerlerimize dönüştürmek sanıldığı kadar kolay değildir. Bizim değerlerimiz içinde en önemli olanı elbette ki bedenlerin paylaşımı olan cinsel birleşmedir. Bu konu insanlık tarihinin hep en önemli sorunlardan biri olagelmiştir ve hala tabu halini aşabilmiş değildir.

İnsanın varlığının devamını sağlayan bu konu, insanlığın önüne sürekli çıkan bir engel gibi daima sorunların temelinde yatan, aşılması ve çözülmesi gereken bir konu olmuştur. Duyguların paylaşımı sözkonusu olduğunda bunu büyük bir coşkuyla dile getiren insanoğlu, bedenlerin paylaşımı sözkonusu olduğunda bunu çoğu zaman kendine saklamayı, bir utanç vesilesi saymayı, hatta mümkün mertebe üzerinde konuşmamayı, konuştuğu zamanlarda ise oldukça farklı aktarma biçimleri seçmeyi kendisine ilke edinmiştir. Seks, üzerinde doğrudan konuşulmaması gereken bir konu olduğu gibi, yaşanırken de gizli saklı yaşanmasının gerekliliği, insanlığın büyük çoğunluğu tarafından adeta gizli bir anlaşma yapılmışçasına kabul edilmektedir. Seksin utanç ve ayıp duygularından arındırılarak söz konusu edilmesi de sık rastlanan bir durum değildir.

Peki nedendir cinsellik üzerinde dönen bu kadar utanç ve suçluluk duyguları, cinselliğin sağlıklı yaşanamaması nelere sebep olur insan doğasında?

Seksin deneyimlenmesinde alınan haz bu denli yoğunken, bu hazzın yaşanabilmesi ve bu hazzın devamında da yaşamın sürebilmesi için kadının ya da erkeğin bir diğerine bu denli ihtiyaç duyması ve ayrıca cinsel birleşme ile insanın yaratımının gerçekleşmesi sebebiyle egoda cinselliğe karşı böyle bir tepki oluşmasına yol açmış olabilir mi?

İki cinsin ortak değerler oluşturabilmesi için kendi değerlerinden bazılarını bırakmaları gerekmektedir. Çünkü ortak değerleri oluştururken, sahip olunan bütün değerler ortaklığa aktarıldığında, uyumsuzluklar ve anlaşmazlıklar ortaya çıkar. Bu yüzden bazılarından vazgeçilmesi gerekmektedir. İnsanlığın var oluşundan beri ortak değerlerin oluşturulması ve bazı değerlerden vazgeçilmesi yönünde savaşlar hala devam etmektedir. Çünkü ego için sahip olunan değerlerin bırakılması o kadar da kolay değildir, çünkü her bir değerden vazgeçme, ego için kendinden bir vazgeçişi, bir nevi ölümü de beraberinde getirir.

Astrolojide-8.-Ev.jpg

8. ev egonun ölümünün de gerçekleştiği evdir. Bu yüzden ölüm ego için korkulacak düşmanlardan biri olarak algılanmaktadır. Var olan şartlarda ki her değişim, ego tarafından en az ölüm kadar, varlığına karşı bir tehdit unsuru olarak kabul edilmektedir. Egonun değişime gösterdiği direnç ve değişimin zorla da olsa kendini gerçekleştirmesi, sabit bir burç olan akrep tarafından temsil edilen değerlerle özdeşleştirilmekte, bunun sebeplerinin aranması bakımından da 8. ev önem kazanmaktadır. Ego yaşamsal önem taşıması bakımından engellenemez bir içgüdü olan cinsellik içgüdüsünü engelleyemediği için, bu dürtü doğrultusunda yaşamına devam etmekte ama buna karşı duyduğu yoğun suçluluk kompleksi de bilinçaltına doğru itilmiştir. Ve bu kompleks yüzyıllar boyunca nesilden nesile aktarılarak güçlü bir kollektif bilinçaltı kültü şekline dönüşmüştür. Karmanın gezegeni Satürn ise egoya yaşamın sürebilmesi bakımından bazı yetkilerin verildiğini ve ama bu yetkilerin her alanda ve daima tekelinde olmadığını söylemeye çalışmaktadır. Satürn kısıtlamalarla kişinin gerçek benliğine ulaşması ve onunla yüzleşebilmesi bakımından, egonun yaşama müdahalesini önlemeye çalışarak geçmişten getirilen yüklerin temizlenebilmesi bakımından karmik bir temizleme yapmaya çalışmaktadır. Ölüm, ortak değerlerimiz, cinselliğimiz, dönüşümümüz, güç arayışımız, sürekli kontrolü elde tutma çabamız ve bu yüzden hiç bitmeyen korkularımız

8. evi incelemeye başladığımızda aynı zamanda korkularımızın da yattığı ev olduğunu görmekteyiz.

Korku, sebebini açıklayamadığımız her şeye karşı duyduğumuz, tıpkı seks dürtüsü gibi engellenemez ve bizi bir gölge gibi takip eden, karanlık ve ruhumuzu tutsak eden, enerjimizi adeta emen ve bilincimizin kontrolünü elimizden kaçırmamıza sebep olan hem tarifi, hem de yaşanması zor bir duygu biçimidir. Cinsel sorunlar söz konusu olduğunda kişide yoğun olarak korkuların da varlığı gözlenir.

Cinselliğe bakış açısının kendi başına yeterince problem üretmesini bir kenara bırakacak olursak, kişilerin yaşamlarında görülen ve sağlıklı bir yaşam sürülmesini engelleyen ciddi anlamda ki cinsel sorunlar, aşırı cinsel faaliyetler ya da cinsel sapmalar sözkonusu olduğunda 8. evin çok dikkatli incelenmesi gerekmektedir. Örneğin 8. evde oğlak burcunda bulunan bir Ay, annenin aşırı muhafazakar ve kontrolü seven bir anne olması sebebiyle çocuk tarafından cinselliğin sağlıksız bir olgu olarak algılanmasına sebebiyet vermiş olabilir. Ve bu durum ilerleyen zaman içinde kişiyi aşılması zor yoğun bilinçaltı problemleriyle ve ardından da cinsel problemlerle karşı karşıya bırakabilir. Bir erkeğin haritasında bulunan böyle bir kombinasyon, muhtemelen kişinin bu tarz kadınlara yöneleceğini hatta böyle bir eşin kişinin yaşamına gireceğini gösteriyor olabilir.

Oğlak burcunda bulunan Ay�ın bir kadının haritasında bulunduğu varsayarsak kişinin anne, annelik ve cinsellik ile ilgili ciddi bir karma sorunu ile yaşama gelmiş olabileceğini ve bu durumun kişinin yaşamı boyunca mücadele vereceği konular olacağını söylemek zor olmaz.

Satürn ün 8. evle teması ya da 8. evin yöneticisinin Satürn olması durumunda da buna benzer zorluklarla dolu yaşam dersleri kişinin yaşamında başrolü oynayabilecektir. 8. evin yöneticisinin Satürn olması durumunda eğer Satürn kişisel gezegenlerle temas halindeyse, böyle durumlarda da Satürn� ün kişiyi ciddi karmik durumlarla karşı karşıya bırakması olasıdır. Ve bu karmik durumlar genellikle de ölüm ve cinsellik temalarıyla iç içe geçmiş yaşam deneyimlerini de beraberinde getirebilecektir. Burda bir yükten kurtulma ve değer arayışı sözkonusu olabilecektir.

Pluto nun 8. evle teması daha farklı özellikler getirir. Kişi tüm hedefini ortak kaynaklar üzerinde hakimiyet kurarak gücün elde edilmesine odaklayabilir ve alması gereken dersleri farketmeyerek, cinselliğin amacından şaşmasına ve sadece edinilecek menfaatler için sıradan ama bir o kadar da yaralayıcı bir devinim şekline bürünmesine sebep olabilir. Ama bu durum sağlıklı bir gelişim için elbette ki istenen bir durum değildir. Sadece cinsellik üzerine kurulu bir yaşam anlayışı, diğer yaşam unsurları arasında ki dengeyi de altüst edebilecektir. Bu yüzden kişi yoğun dönüşüm deneyimleriyle yaşamını dolu dolu geçirmek ve her seferinde arınmak için taşları ölüm ve yeniden yapılanmalardan oluşmuş uzun bir yol da yürümek zorunda kalabilecektir. Pluto hedefi insanoğluna göstermektedir ama bunu göremeyen ya da görmek istemeyen insanın bizzat kendisidir. Dönüşümünü gerçekleştirmektense gücü elinde tutmaya çalışmak, egonun kendisine karşı oynadığı oyunlardan birisidir yalnızca. Pluto�nun olumsuz kullanımının sonucu da, daima ruhsal yıkım ve ardından yeniden yapılanmaya uğraşma olarak gerçekleşecektir.

Uranüs ün 8. evle temasında ise kişide oldukça farklı cinsel davranış arayışları, cinselliğin sınırlarını zorlayışlar, gelenekselden farklı yeni arayışlar ve sıradışı yaklaşımlar görülür. Bu alanda da tıpkı transit Uranüs ün 5. eve temasında ki gibi teknolojinin nimetlerinden faydalanılması da muhtemeldir. Örneğin İnternet ya da telefon üzerinden gerçekleşen ve sanal seks olarak adlandırılan sekse yaklaşım ve deneyimleme biçimi Uranüs ün 8. eve temas biçimini oldukça net anlatabilir. Burada kişi bir diğeriyle gerekli olan bedensel teması kurmayarak, Uranüs ün aşırı bireyci ve mesafeli tavrına uyumlu bir görüntü sergileyecek, Uranüs ün temsil ettiği yüksek teknolojiyi kullanacak ve ayrıca bireyliğini de kaybetmeden ve yeni metotlarla cinsel hazzı yaşama şansına sahip olacaktır. Transit Uranüs ün doğum haritasında ki 8. evle ya da 8. evin yönetici gezegeniyle temas kurması da buna benzer davranış biçimlerinin deneyimlenmesine sebep olabilir. Tabii ki bu durum amacından saptığında kişinin toplumdan yabancılaşmasına, yalnızlaşmasına ve -Uranüs ün elektrik yüklü bir gezegen olması sebebiyle- kişinin cinsel kökenli sinirsel rahatsızlıklarla boğuşmak durumunda kalmasına sebep olabilir.

8. evde bulunan Neptün ise bu alanda bir karmaşa, kaos ve görünenin ötesinde bir arayış biçimi getirebilir. Ortak paylaşımlar üzerinde kişinin hayal gücünün var olandan farklı bir algılama içine girmesi sebebiyle, kişinin diğerleriyle ortak paylaşımlarının sınırlarında da bir belirsizlik durumu hakim olur. Adeta sınırlar ortadan kalkmıştır. Bu sınırsızlık ve karmaşa, kişinin karşısındaki ile paylaşımlarında yanlış değerlendirmeler yüzünden suistimallerin ortaya çıkmasına sebebiyet verebilir. Bu durumda da kişi aşırı idealize etme duygusu ile ya cinsel istismara maruz kalabilir ya da kendisi istismar edici olabilir. 8. ev bizim değerlerimizi gösterdiğinden, kişi bu karmaşık düşüncelerle bazen farkında bile olmadan ve adeta kendini de kandırır biçimde karşısındakinin kaynaklarını kullanmaya yönelebilir; ortak kaynaklarımız sadece cinselliği değil, maddi ve manevi değerleri de kapsar.

Özellikle kollektif gezegenlerin aktif olduğu haritalarda seks kaynaklı dönüşüm problemleri oldukça yoğun yaşanmaktadır. Özellikle tüm insanlığı ilgilendiren, seks ve ölüm gibi insanlığın kollektif bilinçaltında bütün azametiyle hüküm süren ve enerjinin boşaltımı ve dönüşümünü temsil eden bu iki yaşamsal bilgi kollektif gezegenlerin açılanmalarında daima başrollerde olacak gibi görünmektedir.

Özellikle dönüşümü temsil eden ve akrep burcuyla ilintili gezegen olan Pluto ile devrimleri temsil eden ve kova burcuyla ilintili gezegen olan Uranüs, kişisel gezegenlerinizle kontak kuruyorlarsa, toplumsal değişimler sizi de fazlasıyla etkileyecek ve sizin toplum nezdinde belki de bir adım öne çıkmanızı sağlayabilecek değişim rüzgarlarını yaşamınızda estirmeye başlayacaklar demektir. Bunları yaşamınıza en sağlıklı biçimde geçirebilmek elinizdedir.

Doğum haritasında ki evlerin her biri bizim için yaşam alanlarımızda ki önemli temaları belirtir. Hiç bir ev bir diğerinin önüne geçmez, hepsi ayrı ayrı bizim yaşama bakış açımızı ve duruşumuzu belirlemede ortak söz sahibidirler. Doğum haritalarımızda ki 5. ev ya da 8. ev tek başına bizim aşk ve seks yaklaşımımızı belirlemede söz sahibi değildir. Haritada ki diğer unsurlarla birlikte incelenmeleri gerekmektedir. Aşık olduğunuzda ve yaşamınızı bazen hayali de olsa biriyle paylaşır hale geldiğinizde ya da bunlardan hiç birisi yoksa, bütün yaşamınızı, kimliğinizi, duygularınızı ve ardından gelecek bütün deneyimlerinizi etkileyecek bir sürece girmişsiniz demektir. Bu yüzden bütün bunlardan ne şekilde etkilendiğinizi ve bu etkileşimin yaşamınıza ne şekilde yansıdığını dikkatle inceleyin.

Unutmayın ki yaşama tek yönlü bakmakla daima manzaranın küçük bir kısmını görürsünüz. Daha geniş bir alanı görebilmek istiyorsanız, her yöne dikkatle eğilmeniz gerekmektedir. Detayların her biri, bir bütünün parçalarıdır; kısaca karmanızın parçaları


Gerçek bütün açıklığıyla önünüzde serildiğinde, görmek için dikkatlice bakmanız, kendinize karşı gerçekleştirmeniz gereken ciddi bir yükümlülüktür. Önünüzde duranı görmüyor ve ısrarla geleceğe bakmaya çalışıyorsanız, görmeye çalıştığınız geleceğin size, gelişiminize ve karmanıza hiçbir faydası olmayacaktır. 

Bu konuyu yazdır

  Uzaylılar'ın Şifre Defteri
Yazar: Spiritüeller - 08-12-2016, Saat: 05:47 - Forum: UZAYLILAR - Yorum Yok

Kripto analistler, Roma'da bulunan 500 yıllık Voynich el yazmalarının, iki farklı dil ve karmaşık bir kodlama sistemiyle yazıldığını söylüyor. Şifresi hâlâ çözülemeyen defterdeki astronomi çizimleri, akla uzaylıları getiriyor! Çünkü Hubble teleskobunun fotoğrafını yeni çekebildiği Girdap Galaksisi, defterde ayrıntılarıyla resmedilmiş. Ayrıca Voynich'in 'botanik' bölümünde resmedilen bitkilerin hiçbiri dünyada bulunmuyor!. 

Ana eksenini 'gizli yazı sanatı'nın oluşturduğu yazı dizimizin üçüncü gününe, küçük bir uvertürle başlayalım. Madem kriptolojinin tarih içinde gelişimini incelemek istiyoruz, perdemizi ilk iki gün içinde öğrendiklerimizi kısaca tekrarlayarak aralayalım: Kriptocuların paranoyak dünyasına ilk adımı, Sezar şifresiyle atmıştık. Roma imparatoru Julius Sezar'ın kullandığı yöntemde, alfabedeki harflerin, kendinden sonra üçüncü harfle yer değiştirdiğini söylemiştik. "Tek alfabeli yerine koyma" da denilen bu metodu 29 harflik Türk alfabesine uyarlamış ve "Baskın Yarın" mesajını "DÇUNKP BÇPKP"ye olarak gizlemiştik. Daha sonra tarihin bu ilk kripto disiplinin zayıf yönlerine dikkat çekmiş, sık tekrarlanan harflerin Sezar'ın yumuşak karnı olduğunu hatırlatmıştık.

2 ALFABELİ ŞİFRE

Bunları şimdi, 2005'de anlatmak kolay tabii! Çünkü birçok eski çağ bilgini "tek alfabeli yerine koyma" şifresinin 'kırılamaz' olduğunu düşünüyordu. Öyle ki, İspanyol şifreciler gizli belgelerinin Fransızlar tarafından kolaylıkla deşifre edildiğini duyduklarında, kulaklarına inanamadılar. Hatta İspanya kralı II. Philip işi, Fransızlar'ı Vatikan'a ispiyonlamaya; onların 'şeytan'la işbirliği yaptığını söylemeye kadar götürdü. Uzun sözün kısası; şifreleri yapan kriptograflarla, onları kırmaya çalışan kripto analistler arasındaki savaşı, analistler kazanmıştı. "Bi'şey yapmalı!.. Bi'şey yapmalı!.." diyerek sabahlayan, yeni yöntemler deneyen kriptografları mutlu edecek haber ise kısa süre sonra Floransa'dan, Leon Battista Alberti'den geldi. Alberti, "tek alfabeli yerine koyma" şifresinin çözümünü kısa sürede buldu: Şifreleme sırasında iki ya da daha fazla alfabe kullanarak, kripto analistlerin aklını karıştırmayı önerdi. Fakat kriptolojide bin yılın önemli keşfine çok yaklaşmasına rağmen, temellerini attığı kavramı bir türlü şifreleme sitemi haline getiremedi. Biraz da bu yüzden Avrupa'da, kriptolojinin klâsik numaralarından biri olan "konum değiştirme" yöntemi, yeniden popüler hale geldi. Konum değiştirme, mesajdaki harfleri yeniden sıralayarak çevrik bir sözcük (anagram) oluşturmayı hedefliyor. Örneğin üç harfli 'taş' kelimesini, tşa, atş, aşt şat ve şta olarak yazmak gibi... Kulağa hayli basit geliyor, değil mi? Öyleyse, buyurun bu anagramı çözün de görelim: 
"RRRNNNNNNSSSMMAUUUEEİİ- IIHKD" 

158084DAEB47E84C883E2F29b.jpg

Örnekten de anlaşıldığı gibi, konum değiştirmenin fonksiyonel kullanılabilmesiiçin, harfleri sıralama işleminin alıcı ve gönderici tarafından daha önce belirlenen bir sistem çerçevesinde yapılması gerekir. Ee, şifrelemenin kolay olduğunu söylemedik ki! Üstelik siz anagramlar için "çok zor" derseniz, Voynich el yazmalarını 'okumak' zorunda kalan kripto analistler ne yapsın? Çünkü deşifre biliminin bu en ilgi çekici bilmecesini çözmek isteyen yüzlerce kripto analist, amiyane tabiriyle balataları sıyırdı!

ŞİFRECİLERİ DELİRTTİ 

Bu el yazması adını, onu 1912'de Roma yakınlarındaki Mondragone'de bir villada bulan antika kitap koleksiyoneri Wilfrid M. Voynich'den alıyor. Şu an ABD'deki Yale Üniversitesi'nin 'Nadir Kitaplar Koleksiyonu'nda MS 408 koduyla kayıtlı bulunuyor. Araştırmalar, Voynich'in 15'inci yüzyılda yazıldığını gösteriyor. Peki sırrı hâlâ çözülememiş bu garip defterin içinde ne yazıyor? Bu soruya ne bizim ne de kripto analistlerin verecek tatminkar bir cevabı var. Çünkü yapılan tüm denemeler, hatta şifrecileri motive etmek için açılan yarışmalara rağmen, Voynich'i hiçkimse 'tercüme' edemedi. "Tercüme" diyoruz; çünkü istatistiksel dil analizlerine göre Voynich, doğal dil özellikleri sergiliyor. Kripto analistler, 19 ve ya 28 harfli (bu konuda bile emin değiller) bir alfabenin iki farklı dil ve karmaşık kodlama sistemiyle yazıldığını düşünüyor. Fakat kullanılan yöntemin, hiçbir Avrupa dil harf sistemiyle ilgisi olmadığı öne sürülüyor.

ASTRONOMLAR ŞAŞIRDI 

İşte bu noktada, İngiliz UFO araştırmacıları devreye giriyor. Hemen her şeyi "tanımlanamayan uzay cisimleri" yle açıklamayı adet edinmiş grup, Voynich'in başka yıldızlardan gelen misarfirlerden ilham alan bir 'dünyalının' kaleme aldığını iddia ediyor. Üstelik tezlerini desteklemek için gösterdikleri 'kanıtlar,' en inatçı bilim adamını bile şaşırtırıyor. Örneğin Voynich'de bulunan bazı takımyıldız çizimlerine bugünkü astronomların çoğunun aşina olmayışı, gizemini bir kat daha arttırıyor. Ee, ne yapıyoruz şimdi? Voynich'in 500 yıllık bir yalan mı, yoksa dünya dışı kökenli bir bilim kitabı olduğuna mı inanacağız? Siz istediğinize inanın. Ama şüpheciliğin kalın zırhına saklanıp, kolaya kaçmadan... Zira "aksi ispatlanmadığı müdddetçe her şey doğrudur" varsayımı bizim aklımızı karıştırdı. 

maxresdefault.jpg

Bu konuyu yazdır

  Kök Hücrelerden İnsan Bağırsağı Üretildi
Yazar: Spiritüeller - 08-12-2016, Saat: 05:36 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Fransız ve Amerikalı bilim adamları, ilk kez, kök hücreden sinir hücrelerine sahip, işlevini yerine getiren minyatür bir insan bağırsağı elde etmeyi başardı. 3 boyutlu bu organı geliştirmek için kolları sıvayan bilim adamları önce bağırsak dokusu elde etmek amacıyla önce insan kök hücreleri yetiştirdi.

Daha önce yapılan araştırmalardan farklı olarak bilim adamları kök hücreleri üretirken aynı anda embriyo aşamasında bağırsak sinir hücreleri geliştirdi. Daha sonra bu sinir hücreleri bağırsak dokusuyla karıştırılarak kendi sinir sistemine sahip minyatür bir bağırsak elde edildi. Laboratuvar ortamında geliştirilen bu insan dokusu, gelişiminin ve işlevinin gözlemlenmesi için farelere nakledildi. Kullanılan kök hücreler ise son zamanlarda adını sık duyduğumuz pluripotent kök hücrelerdir. Araştırmaya imza atan bilim adamlarından Maxime Mahe, ilk hali 1-2 mm olan mini bağırsağın boyutunun farelere nakledildikten sonra 1-3 cm’e ulaştığını belirtti. Fransız bilim adamı Mahe, bu mini organın, nakledildiği ‘’ev sahibinin’’ bedenine orantılı olarak gelişmesinin çok muhtemel olduğunu ifade etti. Amerikalı bilim adamı Michael Helmrath da söz konusu teknoloji henüz yeni olmasına rağmen bir gün sağlıklı bir bağırsak bölümünün hastalara nakledilebileceği ümidini taşıdıklarını vurguladı. 

Araştırmanın sonuçları bağırsak hastalıklarının tedavisinin yanı sıra kalın bağırsağın normalden geniş olması ve zamanla daha da büyümesiyle kendini gösteren Hirschsprung gibi nadir rastlanan sindirim hastalıklarının daha iyi anlaşılması ve tedavisine ışık tutuyor. Ayrıca sonuçlar, diyabet ve obezite gibi hastalıklara karşı yeni tedavi yöntemlerinin geliştirilmesinin de yolunu açıyor. Ekibin çalışmasının sonuçları ‘’Nature Medicine’’dergisinde yayımlandı. Son yıllarda ‘’ikinci beyin’’ olarak da adlandırılan insan bağırsağı karmaşık bir sinir sistemine sahip.  Kendi sinir sistemine sahip bu organın işlevindeki bozulma birçok hastalığa yol açıyor.

Kaynak:GerçekBilim

k%25C3%25B6k-h%25C3%25BCcre-barsak-600x330.jpg

Bu konuyu yazdır

  Kış Dertlerine Deva Şifalı Bitkiler
Yazar: Spiritüeller - 08-12-2016, Saat: 05:23 - Forum: ŞİFALI BİTKİLER - Yorum Yok

SOĞUK HAVALARA SICAK İÇECEKLER

Beklenen kar geldi… Tabii özellikle her sene birçok kişiyi esareti altına alan grip, solunum yolları enfeksiyonları gibi sağlık şikayetleri de... Bu nedenle bağışıklık sistemimizi güçlendirmemiz ve hastalıklara karşı hazırlıklı olmamız gerektiğini vurgulayan Diyetisyen Sanem Apa Doğan; “Hava koşullarının getirdiği sağlık şikayetlerini engellemek, kışa karşı koruma kalkanı oluşturmak için sıcak bitki çayları en önemli yardımcınız olabilir” dedi.

İşte sizi karlı soğuk kış günlerine karşı hazırlayacak, bağışıklık sisteminizi güçlü tutacak bitki çayları...

IHLAMUR

Soğuk havalarda sıcak bitki çayı deyince akla ilk gelendir ıhlamur. Seneler geçse de, bitki çaylarının çeşidi her geçen gün artsa da yerini her zaman korur. Ağrı giderici, iltihap geçirici olması ile özellikle boğaz enfeksiyonları ile başınız beladaysa sıcak bir ıhlamur size yardımcı olacaktır. Öksürük şikayetinde ise yine 3 dakika demlediğiniz ıhlamur içeriğindeki yatıştırıcı madde (linalool) ile rahatlamanıza destek olur.

EKİNEZYA

Senelerdir ekinezyanın bağışıklık sistemini güçlendirdiğini biliyoruz. Kapalı bir ortamda çalışanlar özellikle solunum yolu enfeksiyonları ile daha sıklıkla karşılaşabiliyor. İşte bu noktada sağlığınızı kaybetmeden koruyucu etkisinden yararlanmak için günde 2 fincan “ekinezya” çayı içmelisiniz. Unutmayın hastalık başlamadan önce düzenli kullanım ile doğru etkiyi sağlarsınız…

ADAÇAYI

Boğaz iltihabı denildi mi bir diğer bitki çayı ise adaçayıdır. Özellikle demleyerek yapacağınız adaçayının boğaz ağrı ve yanmasına karşı yararlı etki yaratabileceğini unutmayınız. Ayrıca ders çalışırken, rapor hazırlarken, stresle başa çıkmak için de yine rahatlatıcı etkisi ile adaçayı içmeyi deneyebilirsiniz.

ZENCEFİL LİMON

Her ikisinin de bağışıklık sistemi üzerine etkisi bilinen bir gerçek. Yıllarca soğuk algınlığı ve öksürüğe karşı etkili kabul edilen zencefil çayı vücut direncini artırıyor. Hem bağışıklığı güçlendirmek hem de metabolizmayı canlı tutmak için özellikle sabah saatlerinde tercih edebilirsiniz. Böylece gün içinde kendinizi daha rahat hissedersiniz.

FONKSİYONEL ÇAYLAR

Karışık bitki çaylarını bilmeyenimiz yoktur. Her birinin etkisi farklı bitkilerin doğru oranlarda birleştirilerek yapılan bu çaylar vücudun yavaşlamaya eğilimli sindirim sistemi üzerine destek olur. Doğru kaynaklardan elde edilmiş, saklama koşullarından emin olduğunuz, araştırma ve geliştirilmesi yapılarak doğru içerik ve doğru miktarlarla hazırlanmış bu çayları günde 2 defa 2-3 dakika demleyerek kullanabilir, yavaşlayan sindirim sisteminize destek yaratabilirsiniz. Ancak size uygun olabilecek itki çayından emin olmak için lütfen öncelikle diyetisyeninize başvurunuz.

YEŞİL ÇAY

Sıcak bitki çayı derken yeşil çaydan bahsetmemek olmaz. Kışa girerken kalın kazakların altına gizleyebileceğimiz kiloların rahatlığına girmek yerine metabolizmanızı her daim canlı tutarak yaza doğru daha az kilo kaybını sağlamak için uğraşabilirsiniz. Yapılan binlerce çalışma yeşil çayın metabolizma üzerinde ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. Özellikle abdominal bölge olmak üzere vücut yağını düşürdüğü yapılan birçok çalışma ile ispatlanmıştır. Bu çalışmaların birinde 240 yetişkin kadın ve erkek 12 hafta boyunca gözlenmiştir. Çalışmanın sonunda ise vücut yağ yüzdesinde, vücut ağırlığında, bel çevresinde ve abdominal bölgede önemli derecede farklar olduğu gözlenmiştir. Günde içeceğiniz en az 3 fincan yeşil çay ile kışın kilo artışınızı durdurabilir, metabolizmanızı canlı tutabilirsiniz.

Ayrıca Yeşil çaydaki en önemli bileşik olan Epigallokateşin Gallat (ECGC)’dir. ECGC birçok hastalığa iyi gelen ve tedavi edici özelliği olan bir bileşiktir. Yeşil çayın içerisindeki vitamin ve mineraller de sağlık için büyük önem taşır. Yeşil çaydaki C vitamini, grip ve genel soğuk algınlığı tedavisine yardımcı olur.

Karabiber meyveleri ile gargara boğaz enfeksiyonlarına iyi geliyor

Karabiberin meyveleri ile hazırlanan çayın boğaz enfeksiyonlarında yararlı olduğunun altını çizen Sanem Apa Doğan’ın bu dönemde etkili olabilecek bitki çayları önerileri:

Bu bitkiler her derde deva

Tarçın kabuğu, biberiye yaprağı, zencefil, kekik, karanfil tomurcuğu;içerisindeki uçucu bileşenlerin bakterilerin gelişimini önleyici etkisi bulunuyor.
Yenibahar, kişniş, kakule, anason, frenk kimyonu, mayıs papatyası, zencefil, zerdeçöp; safra ve mide asidini artırarak sindirimi kolaylaştırıyor.
Karahindiba, biberiye, enginar yaprağı, zencefil ve zerdeçöp; safra oluşumu ve salgılanmasının artırıyor, hasar gören karaciğer hücrelerini yenileyerek kuvvetlendiriyor.

Turunç kabuğu ve biberiye; metabolizmayı hızlandırıyor, yağların yakılmasına yardımcı oluyor.
Tarçın kabuğu ve kekik; kan şekeri seviyesini düzenliyor.
Zencefil, zerdeçöp ve mayıs papatyası; vücuttaki iltihabı atmaya yardımcı oluyor.

İÇİNİZİ ISITACAK BESİN VE İÇECEKLER

Kırmızı pul biber: İçerdiği kapsaisin pigmenti ile sinir hücrelerini uyararak ısınmamızı ve sıcak hissetmemizi sağlayan kırmızı pul biber; salatalara ve çorbalara eklenebileceği gibi eğer patlamış mısır yapacaksanız değişik bir aroma için tercih edebileceğiniz bir seçenek.

Dondurma: Yağ, protein ve karbonhidratı yapısında yüksek oranda bulunduran yiyecekler ilk tüketildikleri anda serinlik hissi verseler de, sindirim süreci başladığı andan itibaren vücut ısısının yükselmesini sağlarlar. Çünkü sindirim için gerekli enerji üretilirken vücut ısısı da artar.

Yulaf ezmesi: Kompleks karbonhidrat adı verdiğimiz zor sindirilen karbonhidrat içeren yulaf, karabuğday, tam tahıllı makarna gibi yiyecekler vücutta daha uzun süre işlem gördüğü için beyaz şeker, beyaz un içeren yiyeceklere göre daha uzun süre vücut ısımızı korumamıza yardımcı olurlar.

Sıcak Çikolata: Soğuk havalarda hepimizin aradığı bir klasik olan sıcak çikolata ile ilgili Immunology isimli bilimsel dergiye yayınlanan bir habere göre, sıcak çikolata ve kakao ürünleri tüketenlerin kırmızı hücreleri toksinlere karşı daha dayanıklı oluyor.

Tarçın ve benzeri baharatlar: Tarçın, zerdeçal, kimyon gibi birçok baharatın içerdikleri öğeler sayesinde vücut sıcaklığını arttırdıkları biliniyor. Bu soğuk günlerde tarçınlı bir çay, kimyonlu bir çorba ve zerdeçallı fırında patates kulağa hiç fena gelmiyor öyle değil mi?

Zencefil: Kendimizi daha sıcak hissetmek dışında bağışıklık sistemimizin güçlenmesini de sağlayan bu yiyeceğin hem tazesi hem de kurusu tercih edilebilir. Çorbalara, çaylara, salatalara ilave ederek bu kışı daha sıcak geçirebilirsiniz.

Sıcak içecekler: Çorba, çay, sahlep gibi içeceklerinde kısa sürede olsa daha sıcak hissetmemize yardımcı olduğu biliniyor.

KIŞIN VAZGEÇİLMEZ İÇECEKLERİNİN ALTERNATİFİ OLAMAZ MI?

Bitki çayı, sahlep ve sıcak çikolatadan biraz sıkıldıysanız ve evde farklı alternatifler yaratmak istiyorsanız hem içinizi ısıtacak hem de metabolizmanızı hızlandıracak tarifimize göz atın.

SICAK ZERDEÇAL ÇAYI

Malzemeler:

2 su bardağı badem sütü

2 tatlı kaşığı bal

1 silme çay kaşığı toz zerdeçal

½ silme çay kaşığı toz zencefil

½ silme çay kaşığı toz tarçın

1 adet çekilmemiş karabiber

½ silme çay kaşığı vanilya


Yapılışı: Bütün malzemeleri blenderdan iyice geçirdikten sonra, cezvede çok kısık ateşte kaynatın. Afiyet olsun!



h_1398858333.jpg

Bu konuyu yazdır

  Görünmez Olabilmek Mümkün Mü? Nasıl Görünmez Olabiliriz?
Yazar: Spiritüeller - 08-12-2016, Saat: 05:00 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

H.G.Wells, "Görünmeyen Adam" adlı romanında, bir fizikçinin insan vücudunun görünmez oluşunu sağlamasını anlatır. Çeşitli kereler sinemaya da uygulanan bu romanın dayandığı fiziksel tez, doğrudur; ama pratikte olması mümkün olmayan bâzı detaylar vardır.

Aslında insan vücudunu oluşturan herşey, başta su olmak üzere renksiz ve saydamdır. İnsanda renkli olarak sadece kana rengini veren hemoglobin ile deriye, saçlara ve göze rengini veren "melanin" isimli pigment bulunur. Bir ilaçla bunlar da renksiz hale getirilebilseler, insanın saydam yani görünmez olması mümkündür.

Bir cismi görebilmemiz için, onun üzerine gelen ışığı ya yansıtması, ya emmesi ya da kırması gerekir. Bunların üçünü de yapamazsa o cisme bakılınca görülemez.

Kağıdı oluşturan selüloz lifleri, saydamdırlar; ama kağıt, saydam değildir. Aynı şekilde, tuz da her biri saydam olan küçük kristallerden oluşur; ama bir kaba konulunca gözümüze beyaz görünür, yâni bir cismi oluşturan elemanların her biri saydamlaştırılsalar bile o cismin tümünün saydam olması mümkün olmayabilir.

Ölmüş insan ve hayvanların bazı iç organlarını temizledikten sonra metil salisilat içine koyan bilim insanları onları kavanoz içinde görünmez hale getirebilmişlerdir. Burada bütün numara, kırılma endeksinin büyüklüğünden dolayı metil salisattadır. Ne var ki bu işlemi canlı bir insanın tüm vücuduna uygulamak mümkün değildir.

Akvaryumu olanlar bilirler, bazı minik balıkların vücutları renksiz ve saydamdır. Dışarıdan bakılınca iç organları bile görülür. Tabiattaki yaşadıkları ortamda savunma amacıyla kamuflaj olarak kullandıkları bu saydam vücutlarında saklayamadıkları bir organları vardır. Hemen dikkati çeken minik, siyah gözleri.

Görünmez adamın görünmezliğindeki küçük; fakat gerçeklere aykırı en önemli nokta da gözleridir. Görünmez adam, görülmemeli; ama kendisi, etrafını görebilmelidir. Baktığı şeyi görmesi, görüntünün gözünün retinası üzerinde oluşabilmesi için ışığın göz tabakalarından kırılarak da olsa geçmesi, retinaya ulaşması gerekir.

Ancak o zaman da görünmez adamın, gelen ışığın bir kısmını emen, bir kısmını da yansıtan gözleri görünür. Romanda ise gözleri görür ama dışarıdan görünmez. Görünmez adam görünmeyen gözleri belli olmasın diye giyinikken onları kara gözlükler takarak saklar.

Ormanın karanlıklarında saklanan ve görülmesi mümkün olmayan bir hayvanı bile parıldayan gözleri ele verir. Tam bir görünmezlik olması için gözlerin olmaması gerekir.

Matematiksel Olarak Görünmezlik

Nicolae Nicorovici ve Graeme Milton, nesnelerin süper-lens adı verilen ışığı bükebilen maddelere yaklaştırıldığında gözden kaybolmuş gibi gözükebileceğini belirtiyor. Bilim insanları, bu etkiye 'anomalous localised resonance' (Anormal lokal titreşim) adını veriyor. Uzmanlar şimdilik sadece matematiksel temelini oluşturdukları bu sistemin pratik olarak uygulanmasının biraz daha zor olacağını kabul ediyor.

Milton ve Nicorovici'nin hazırladığı görünmezlik sisteminin matematik altyapısı şöyle işliyor: Müzik aletlerinin akort edilmesinde kullanılan diyapozon aleti, geniş bir şarap kadehinin kenarında tutulduğunda ortaya bir titreşim çıkıyor.

Görünmezlik sistemi, aynı titreşimi ses yerine ışık dalgalarıyla yapacak. Bilim insanları ilk etapta büyük bir nesneyi görünmez yapmak yerine, sistemi toz parçacıklarıyla deneyecek.

Işık Titreşimi

Görünmezlik cihazları, yeni keşfedilen kimyasal maddelerle üretilen ve ışığı doğası dışında farklı davranmasını sağlayan süper-lens teknolojisiyle yapılıyor. Toz parçacıkları süperlense yaklaştırıldığında, çok güçlü bir ışık titreşim yaymaları halinde ışık yaymıyormuş gibi gözükebilecek.

Deneyde toz parçacıkları, ışığı güçlü bir titreşim verecek frekanslarda dağıtacak; titreşim toz parçacıklarının yaydığı ışığı kapayacak ve onları görünmez kılacak.

Mesele, Büyük Nesneleri Görememek

Görünmezliği oluşturmak için esas olan toz parçacıklarını değil, büyük nesneleri de görünmez kılmak. Ancak, görünmezlik etkisi sadece belli frekanslarda tutuyor, bunun dışında nesneler parçalı olarak görünmez oluyor.

Görünmezlik Pelerini

Görünmezlik pelerini yakın zamana kadar kurgusal bir temaydı, günümüzde ise gerçekleştirilmiştir.

Bilimde Görünmezlik Pelerini:

19 Ekim 2006'da İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'nden bilim insanlarının ortak çalışmalarıyla, bakır bir silindiri mikrodalgalar tarafından tespit edilmekten koruyan bir pelerin üretilmiştir.Pelerin metamalzemelerden yapılmıştır.Tasarımcılarının düzeltmeye çalıştığı küçük bir gölge oluştururlar. Alet, sadece 2 boyutta ve mikrodalga altında çalışır ve cisimler hala çıplak gözle görülebilmektedir.

İlk «görünmezlik pelerini» çalışmasının yapıldığı Duke Üniversitesi'nde elektrik ve bilgisayar mühendisliği profesörü olan David R. Smith şunu söylemiştir:

«Herkesin düşündüğü, Harry Potter'ın pelerini ya da Star Trek'in görünmezlik aygıtıyla yaptığı, görünmezliği elde edebileceğimiz henüz kesin değil. Gerçekten bir cismi gözden kaybedebilmek için, pelerinin, ışığı oluşturan tüm dalga boyları ya da renklerle eşzamanlı etkileşimde bulunması gerekmektedir.»

Bununla birlikte, bir grup Amerikalı bilim insanı tarafında yapılan yeni çalışmalar pelerinin Harry Potter'deki görünmezlik pelerinine çok benzer olacağını, fakat hücreler etraflarındaki ışığı bükeceklerinden gölge oluşmayacağını söylemektedir.Tasarım, saç fırçası şeklinde bir koninin üzerine ışığı pelerinin etrafından geçmeye zorlamak için belirli açı ve uzunluklarda yerleştirilen küçük metal iğneler gerektirmektedir.Bu da koninin içindeki herşeyin kaybolmasını sağlar, çünkü ışık artık üzerlerinden yansımamaktadır.Purdue'de elektrik ve bilgisayar mühendisi olan baş araştırmacı Prof. Vlademir Shalaev; "Bu, oldukça kurgusal görünüyor, farkındayım, fakat fiziğin yasalarıyla tamamen örtüşüyor, " demiş ve eklemiş; "İdeal olarak, eğer onu yaparsak kesinlikle Harry Potter'ın görünmezlik pelerini gibi olacaktır. Ağır olmayacak çünkü üzerinde çok az miktarda metal olacaktır.»

Kurguda Görünmezlik Pelerini:

Görünmezlik pelerinleri folklorda görece seyrektir; "Oniki dans eden prenses' gibi bazı masallarda geçseler de, daha yaygın olan tipi görünmezlik "şapkası'dır.Görünmezlik şapkası Yunan mitolojisinde yer almaktadır: Pluto'nun giyeni görünmez yapan bir kask ya da şapkaya sahip olduğu söylenmektedir. Perseus mitinin bazı versiyonlarında, Perseus bu şapkayı tanrıça Athena'dan ödünç alır ve uyuyan Medusa'yı öldürmek için yanına gizlice yaklaşmakta kullanır.Benzer bir kask, Tarnhelm, Norveç mitolojisinde vardır.Galler mitolojisinin önemli düzyazılarından biri olan Mabinogi'nin 2. bölümünde, Caswallawn(tarihi Cassivellaunus) Caradog ap Bran'ı, bir görünmezlik pelerini giyerek öldürür ve diğer resileri Büyük Britanya'nın yönetimine bırakır.

Çok yakın geçmişte, bir görünmezlik pelerini Harry Potter serilerinde kullanılmıştır.Ayrıca Edgar Rice Burroughs 1931 tarihli romanında A Fighting Man of Mars aynı fikri kullanmıştır.Erik the Viking filmindeki bir sahnede baş karakter, sadece pelerinin sahibi olan prensesin ahmak babasının üzerinde işe yaradığını fark etmeden, ödünç aldığı pelerinle daha çok komik bir betimleme yapar.Düşmanları bu tuhaf davranışı ve sahte görünmezlik iddiaları karşısında o kadar şaşırmışlardı ki onunla savaşamayacak kadar sersemlemişlerdi, böylece kolayca yenildiler

Star Wars'ta, Star Trek'de ve ayrıca Stargate'de görünen gizlenme aygıtı, bilim kurgusal formda benzer bir kavramı temsil etmektedirler.Bilim kurguda, görünmezlik kavramı bilim fantezi formunda, doğal bilimlere dayanan formlarında göründüğünden daha çok görünmektedir.

Nanoteknolojide Görünmezlik

Bir nesnenin görünmesi için, ışığın o nesnenin yüzeyinden yansıması gerekiyor. İngiltere'nin önde gelen üniversitesi Imperial College London profesörü John Pendry, olağanüstü optik özellikleri olabilen nesnelerin ışığı emerek yansımayı önleyebileceğini temelinde görünmezliğin bir yolunu araştırıyor. Meta-maddeler adı verilen bu tip ışığı emen nesneler, ışık demetinin etrafında dolaşmasını sağlayarak görünmezliğe erişiyor.

Meta-maddelerin içerdiği metal ve elektronik bileşenler özel olarak ışığı yansıtmayacak şekilde üretilebiliyor. Bilim insanları bunu elektrik ve manyetik alanlarla ışığın yönü arasındaki ilişkiyi yönlendirerek yapıyorlar.

Bilim ekibi, ışığı geri yansıtmayacak özellikte, küre biçiminde bir meta-madde tasarladı. Bilim ekibinden Duke University profesörü David Smith, teorik olarak gerekli maddelerin ne olduğunu bildiklerini, esas zorluğun bunları pratiğe dökmek olduğunu belirtiyor.

Pendry ve ekibinin tasarladığı görünmezlik nesnesi şimdilik sadece görünebilir ışığın dışındaki dalga boylarında çalışıyor. Görünür ışık dalga boyları için bir görünmezlik düzeneği için nano ölçekte meta-maddeler üretmek gerekecek. Ancak bilim insanları, nano ölçekte metallerin özelliklerini kontrol etmenin zorluklarına dikkat çekiyor. Uzmanlar, farklı işlevler gören görünmezlik düzeneklerinin gelecek yıllarda üretilebileceğini de sözlerine ekliyor.

Spiritualizmde Görünmezlik

Görünmezlik olayı insanlara her zaman çekici gelmiştir. H. G. Wells'in görünmeyen adamından Harry Potter'ın görünmezlik pelerinine kadar bütün bilim kurgucular, bunu hayal ettiler. Görünmezlik genelde mükemmel bir saydamlık olarak sergilendi. Oysa bu metot, bilinen ve bizim anladığımız doğa yasalarına ters bir düşünceydi. Üstelik saydam bir insan hareket ederken çok büyük güçlükler yaşayabilir ve temas ettiği herşeyde görünmeze dönüşebilirdi. Yani, görünmeyen bir insan için yemek ve içmekte bir sorun olmalı. Dolayısıyla, sindirim sistemi de görünmezliğe dönüştüğü için beslenmesi mümkün olamazdı. Çünkü, görünmeyen yiyeceklerinde bu yeni ortama uyum sağlamaları gerekiyordu. Bu sorunun sosyal ortamda ve giysilerde ortaya çıkacağını söylemek ise mümkün değil. Görünmezlik pelerini diye hayal edilen şey, aslında çevremizdeki fotonları yönlendiren ya da değiştiren bir aygıt olmalıdır. Bu uçuk düşünce, bilimsel açıdan pek mantıksız değildir ama yanısıra da bir sürü sorun getirir.Mesela eğer dışarıdan bir ışık gelirse, ışık sanıldığı gibi görünmeyen insanın içinden geçmeyecek, yansıyacak ya da yön değiştirecektir. Çünkü ışığın yasalarına göre hiçbir ışık görünmeyen insanın içine ulaşamaz.

Bu görüşler, geleceğe yönelik olarak ciddi ciddi tartışılıyor. Ekim 2006'da Londra İmperial College'da Prof. Sir John Pendry tarafından verilen bir konferansta tartışıldı. Bu ilginç konferansın ana konusu, basit bir görünmezlik pelerininin gerçekten yapılıp yapılamayacağıydı. İlgi uyandıran bölüm ise temel ışık fiziğinin bu konuda yardımcı olabileceğiydi. Üstelik temel fiziği bilen her yüksek okul öğrencisi bunun üzerinde çalışabilirdi. Sir John'un görünmezlik pelerini temelde bir gökkuşağına benzetiliyor. Yani ışığın bir prizmadan kırılması gibi. Aynı şeyi bir bardak suya soktuğumuz kalemde de görebiliriz yani görüntü asıl bulunduğu yerde olmayacaktır. Sir John ve onu destekleyen fizikçiler, ışığın bir objenin etrafında kırılmasıyla bunun mümkün olabileceği düşüncesindeler. Elbetteki bütün bunlar iddiaları kolayca açıklamıyor. Her bilim insanı gibi, Sir John'un ne demek istediğini tam olarak sadece kendisi biliyor.

Sonuç olarak eğer doğru ortam ve materyaller varsa gerçek bir görünmezlik pelerini yapmak mümkün hatta bunun yakın gelecekte denenebileceği de söyleniyor. Sir John bu vaatte bulunuyor.Bütün iddialar hâlen karmaşık ve ironik. Fakat ilgilenmeye değer. DARPA (The defense advanced research projects agency), Sir John'un görünmezlik pelerinini gelecek yıllarda gerçekleştirebilmesi için gereken desteği sağlıyor. Kimbilir, birgün belki de Harry Potter'in pelerini bir yerlerde satılacak. Ne kadar işe yarayıp yaramadığını da o zaman anlayacağızdır.

maxresdefault.jpg

Bu konuyu yazdır

  Ayna Meditasyonu (OSHO)
Yazar: Spiritüeller - 07-12-2016, Saat: 05:39 - Forum: MEDİTASYON - Yorum Yok

ÇEMBERİ TAMAMLA 

Bilincin dışarı doğru akıyor, bu bir gerçek, bir inanç sorunu değil. Bir nesneye baktığında, bilincin nesneye doğru akar.

Örneğin, bana bakıyorsun. Bunu yaptığında kendini unutursun, bana odaklanırsın. O zaman enerjin bana doğru akar, gözlerin bana doğru yönelir. Bu ilginin içten dışa dönmesidir. 

Bir çiçek görürsün ve büyülenirsin, çiçeğe odaklanırsın. Kendini unutursun, sadece çiçeğin 
güzelliğiyle ilgilenirsin.

Bunu biliyoruz, her an olur. Güzel bir kadın geçer ve birden enerjin onu izlemeye başlar. Işığın böyle dışarı doğru akışını biliriz.

Bu hikayenin sadece yarısıdır. Işığın dışarı doğru her akışında, sen arka plana düşersin, kendine ilgisizleşirsin.

Aynı anda hem özne hem de nesne olabilmen ve bunun yanında kendini de görebilmen için ışığın geri dönmesi gerekir. O zaman kişisel farkındalık ortaya çıkar. Genelde, yalnızca bu yolun ortasında, yarı canlı, yarı ölü yaşarız, durum budur. Işık yavaş yavaş dışarı akmaya 
devam eder ve asla geri gelmez. Şunu görüyorsun, bunu görüyorsun, enerjiyi hiçbir şekilde gören kişiye döndürmeden sürekli görüyorsun. 

Gündüz dünyayı görüyorsun, gece rüyalar görüyorsun, sürekli nesnelere bağımlı kalmaya devam ediyorsun. Bu enerji israfıdır.

Taocu inanışa göre, enerjiyi geri döndürmenin gizli ilmini öğrenirsen, ilgin dışa döndüğünde kullandığın bu enerjiyi kaybetmek yerine çok daha belirgin bir hale getirebilirsin. Bu mümkün; konsantrasyon yöntemlerinin hepsinin bütün hüneri budur.


tibet-cakra-meditasyonu-sakral-cakra_839...80x720.jpg


AYNA MEDİTASYONU

Bir gün, sadece bir aynanın önünde durarak küçük bir deney yap. Aynaya bakıyorsun, aynada kendi 
yüzün, aynada kendi gözlerin. Sonra bir an için bütün işlemi tersine çevir. Aynadaki yansımanın sana baktığını hissetmeye başla, sen yansımaya bakmıyorsun, yansıma sana bakıyor.

Çok tuhaf bir boşlukta olacaksın. Taocu kitaplarda sözü edilmese de, bu bana herkesin kolaylıkla yapabileceği en basit deney gibi görünüyor. 

Sadece banyondaki aynanın önünde durarak, önce yansımaya bak: sen bakıyorsun ve yansıma senin nesnen. Bu ilginin dışa dönmesidir: aksettirilmiş yüze bakıyorsun, kendi yüzüne tabi ki ama bu yansıma senin dışında bir nesne. Sonra konumu tamamen değiştir, işlemi tersine çevir. Yansıma olduğunu hissetmeye başla ve yansıma sana bakıyor. Anında bir değişim olduğunu, büyük bir enerjinin sana doğru aktığını göreceksin. 

Bunu yalnızca birkaç dakikalığına dene, canlanacaksın ve çok büyük bir güç içine girmeye başlayacak. Korkabilirsin bile, çünkü bu hiç tanımadığın bir şey; tam bir enerji çemberini daha önce hiç görmedin.

Başlangıçta ürkütücü olabilir, çünkü bunu daha önce hiç yapmadın ve hiç bilmediğin bir şey; çılgınca gelecek. Sarsılabilirsin, içinde bir titreme yükselebilir ya da kafa karışıklığı hissedebilirsin, çünkü şimdiye kadar yönün hep dışarı doğru oldu. 

İçe yönelişin yavaş yavaş öğrenilmesi gerekir. Ancak çember tamamlanmıştır. Bunu birkaç gün yaptığın takdirde, gün boyunca kendini çok daha canlı hissettiğini görerek şaşıracaksın.

Sadece birkaç dakika aynanın önünde durarak enerjinin geri dönmesini sağlıyorsun ve çember kapanıyor. Çember tamamlandığında büyük bir sessizlik vardır. 

Tamamlanmamış çember huzursuzluk yaratır. Çember kapandığında, huzur yaratır, seni merkeze getirir.

Merkezde olmak, güçlü olmaktır, güç senin gücündür. Bu yalnızca bir deney; o zaman bunu birçok şekilde deneyebilirsin.

Bir güle bakarken, önce bir süre güle bak, birkaç dakika, sonra işlemi tersine çevirmeye başla; gül sana bakıyor. Gülün sana ne kadar çok enerji verebildiğini gördüğünde şaşıracaksın. Aynı şey ağaçlarla, yıldızlarla ve insanlarla da yapılabilir. 

En iyisi bunu sevdiğin kadın ya da adamla yapmandır. Yalnızca birbirinizin gözlerine bakın. Önce diğer kişiye bakarak başla, sonra diğer kişinin enerjiyi sana geri gönderdiğini hissetmeye başla; armağan geri geliyor. Kendini yeniden dolmuş hissedeceksin, yıkanmış, banyo yapmış, yeni bir enerji çeşidinin tadını çıkardığını hissedeceksin.

Bu alıştırmadan yenilenmiş, canlanmış olarak çıkacaksın.

Osho

Bu konuyu yazdır