Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Forum İstatistikleri |
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065
Detaylı İstatistikler
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 1550 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 1550 Ziyaretçi
|
Son Aktiviteler |
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 318
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 305
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,006
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,129
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,073
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,005
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,145
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,519
|
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,285
|
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,170
|
|
|
KEHANETSEL RÜYALAR |
Yazar: Spiritüeller - 07-12-2016, Saat: 05:11 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Bunlar uyurken yüksek benliğimizle kurduğumuz belli bir bağlantının sonucudur. Aslında, onlar başka bir realitede kendimizle buluşmamızın direkt sonucudur. Bu yüksek benliğimizin fiziksel benliğimize tohumlar ekmesinin ve fikirler iletmesinin bir yoludur. Onlar boyutlar arası zaman ve uzay düzeylerinde kendimizle buluşmamız açısından zaman yolculuğuna benzerler. Eğer böyle bir olay uyanık bir haldeyken vuku bulacak olsaydı, bilincimiz onun için herhangi bir başvuru noktasına sahip olamazdı.
Ancak, kehanetsel bir rüya normal realitemizde tam olarak rüyada gördüğümüz gibi nadiren gerçekleşir. Çünkü olay henüz mevcut realitede gerçekleşmemiş olsa da , o başka bir çoğul-evrende çoktan gerçekleşmiş olan bir deneyimdir. Zaman çizgisi perspektifleri tamamen farklı evrenlerle ilgili olduklarından, iki realite nadiren aynı şekilde gelişir.
Bu tip rüya tekamül tarihimizin bu zamanında en yaygın olarak görülen rüyadır ve birçoğumuz her gece böyle rüyalar görüyoruz. Onlar ayrıca nadiren bilinçli olarak hatırlanan rüya tipidir. Onların amacı bizi önümüzde uzanan şeyler konusunda uyarmaktır ki uyandığımızda bizi bekleyen seçimlere hazırlanabilelim. İşte bu yüzden, çoğu kez, vuku bulmak üzere ruhumuzun tüm farklı realitelerdeki deneyimini birleştirirler ve tazelenme dediğimiz şeyin temelidirler. Tazelenmek, canlanmak, gençleşmek için ruhumuzu yeniden birleştirmemiz gerekir.
Bu rüyalarla ilgili hatırlanacak önemli şey, onların sadece görüldükleri sırada doğru ve geçerli olduklarıdır. Biz her konuda her zaman seçime sahibiz. Bu kehanetsel rüyalar bilinçli olarak nadiren hatırlansalar da, bizde önümüzde uzanan olaylarla ilgili hisler bırakırlar. Güçlü psişik yeteneklere sahip olan birçok kişi aslında insanlarda bu rüyalardan kalan hisleri "okuyarak" bu enerjiyle bağlantı kurarlar. Biz her zaman seçime sahip olduğumuzdan, olayların zaman çizgisini gerçekten değiştirebiliriz. Dolayısıyla, canlı ama büyük ölçüde hatırlanmayan kabusların deneyimlenmesi bile o deneyimin sonucunu değiştirebilir.
Her rüya kişiye özeldir ve rüyadaki simgeler onun yaşam deneyimiyle açıklanabilir. Bu nedenle bu tür iletilere cevaben; benim de bir başkasının da sizin gördüğünüz rüyayı yorumlama olasılığımızın bulunmadığını söylemek istiyorum.
Gördüğünüz rüyaları hatırlayabiliyorsanız mutlaka bir mesaj taşıdıklarını bilmelisiniz. Dikkat edeceğiniz husus özellikle kehanetsel rüyalarda gördüklerinizin tam olarak gerçekleşmeyeceğini bilmeniz ve sembolik anlamlarını yaşam deneyimlerinizle yorumlayıp anlamlandırmanız gerektiğidir.
İki kişinin aynı rüyayı gördüğünü varsaysak bile, rüyaların her biri için farklı bir mesaj taşıdığını unutmamalıyız.
Duygusal olarak kehanetsel rüyalar
Steve Rother, duygusal olarak kehanetsel rüyaları; “genellikle duygusal bir deneyimle tohumlar eken harika rüyalar,” olarak tanımlar.
Bu tür rüyaları detaylı olarak hatırlarız ve hatırlama sürecinde bile duygusal yoğunluğumuz sürer.
Örnek
Rüyamızda tanımadığımız birisinin uçak kullandığını ve gökyüzünde güvenli bir biçimde uçtuğunu görmüşsek uyandığımızda aklımızda kalan sadece bu kadarı olabilir. Ama sessiz kalıp rüya hakkında düşünürsek farklı detayların aklımıza gelmesi olasıdır.
Rüyada görmediğimiz semboller belirir ve hatırladıkça duygu yoğunluğumuz daha da artar.
Pilotun eşine sadık birisi olduğuna dair bir veri almamışken, yüzük parmağındaki alyansa sık sık baş parmağı ile dokunup gülümsediği zihnimizde belirebilir.
Rüyada görmediğimiz halde birden pilotun çocuğunun fotoğrafının kokpitteki görüntüsünü anımsayabiliriz. Hatta eşine aldığı ve sefer dönüşü vermeyi planladığı mücevherin kutusunu bile hatırlamamız olasıdır.
Bu tür rüyaların da ayrıntıları uyandıktan sonra silinip gider, ancak, hissettirdikleri günler boyunca ilk anki gücünü korur.
Yakın bir gelecekte gerçekleşecek duygusal bir deneyimin tohumlarının atıldığı bu tür rüyaları birilerine anlatmak ya da yazmak için derin bir istek duyabiliriz.
Bu tür eylemler rüyanın yarattığı duygusal yoğunluğu sonlandıracağı için önerilmez.
Ancak, gizli sembollerin zihnimizde belirebilmesinin, rüyada görmediğimiz bazı iletilerin hatırlanabilmesinin de ancak dışa vurma yoluyla mümkün olduğunu söylemek gerekir.
Tavsiye
Tavsiyem, bir süre rüyanın duygusal etkisini yaşamak için ketum kalmanız, birkaç gün sonra gördüklerinizi sizi yargılamayacak birine anlatmanız ve anlatırken hatırladıklarınızı not alarak öz yaşam deneyimizin ekseninde yorumlamanızdır.
Bilinçaltınız sizi duygusal bir deneyimle karşılaşmadan önce uyarmak ve hazırlık yapmanız için semboller yoluyla ulaşmak ister. Bunun için basmakalıp yorumlara itibar edeceğinize, rüyayı kelimelere ayırıp anlamlarını bulmaya ve birleştirmeye çalışacağınıza, ne hissettiğinize odaklanmanız ve gördüklerinizin sizin özelinizde neyi çağrıştırdığına dikkat etmeniz daha yararlı olacaktır.
Yukarıda örnek verdiğim rüyayı siz görmüş olsaydınız size sorum şu olacaktı: "rüyayı görürken ve uyandıktan sonra ne hissettin?"
Hislerinizi anlatırken duygusal yaşam geleceğinizle ilgili ipuçlarını da anlatacağınıza kuşkum yok. Kelimelere takılmayın, sembollerin size ne hissettirdiğine bakın.
Mutlu hissediyorsanız, bilinçaltınız mevcut yaşam biçiminizi sürdürmeniz halinde güzel bir ilişkiye başlayacağınızı müjdeliyor, kötü hissediyorsanız sonu iyi bitmeyecek bir ilişkiden sizi korumak için uyarıyor diyebilirim.
Steve Rother
|
|
|
Başmelek Gabriel-KANCALARINIZDAN KURTULMANIZIN ZAMANI GELDİ |
Yazar: Emka - 05-12-2016, Saat: 08:09 - Forum: Gabriel (Cebrail)
- Yorum Yok
|
|
Sizi geçmişte yapip da pisman oldugunuz bir şeyi dusunmenizi istiyoruz.Eğer yakin arkadasiniz ya da en yakininizdaki sevdiğiniz ayni seyi yapsa onlara ne soylerdiniz , dusunmenizi isteriz.Kendinize yaklastiğinizdan cok daha anlayışlı kibar ve merhametli yaklasacağinizi biliyoruz.Peki sizce baskalarina doğal bir şekilde verdiğiniz bu sevgi anlayis ve cesareti kendinize de vermenizin zamani gelmedi mi?
Kancalarınızdan kurtulmanızın zamani geldi.Sevgililer, kendnizi affetmek için deneyimlerinizden cikardiginiz dersleri özümsemek için ve kendi gercekliginizi, icinizde buyumekte olani daha iyi anlatacaginiz yeni yollar bulmak icin...Bu bir evrim surecidir ve bizim size duydugumuz anlayis,kabullenmeyle ve sevgi dolu gözlerle kendinize bakarak, kendinizi yönlendirmenizde ısrar ediyoruz.
~Başmelek Gabriel
|
|
|
Beyinden Beyine iletişim Gerçek Oldu |
Yazar: Emka - 04-12-2016, Saat: 05:17 - Forum: Beyin
- Yorumlar (1)
|
|
Beyinden Beyine 8000 km Uzağa İletişim Kuruldu
Uluslararası bir araştırmada bilim insanları iki insan arasında binlerce kilometre uzaktan beyinden beyine internetle bağlantı kurmaya başardı. Hindistandan bir araştırmacının beynine yerleştirilen bilgisayar ara yüzü (brain-computer interface -BCI) ile Fransadaki aynı sistemi kullanan diğer bir araştırmacıya sadece düşünce gücüyle kelimeler yollandı. Diğer bir deyimle telepati kurmayı başardılar. Böylece yaklaşık 8046 km(5000 mil) uzaklığa beyinden beyine transfer sağlanmış oldu.
Gelecekte bu sayede sadece konuşmalar değil duygular aktarılabilecek. Bu sayede sevgilinize,arkadaşınıza veya ailenizden birine uzakta bile olsanız o anda beyninizde oluşan düşünceleri aktarabileceksiniz. Tabi bu aklımıza X-Mendeki Profesör Xi getiriyor. Son birkaç yıldır bilim insanları beyindeki düşünceleri okumakta gerçekten büyük aşama kaydettiler. Artık piyasada mevcut olan beyin-bilgisayar ara yüzleri sayesinde bilgisayarın USB portunuza bağladığınız bu cihazlarla yeni şeyler yapabiliyorsunuz. Daha gelişmiş sistemler ise beyne implant olarak yerleştirilerek daha fazla hakimiyet sağlıyor. Fakat bir yerden bir yere düşünce gücünüzü aktarmak yani telepati kurmanız için diğer tarafta da aynı sistemin olması gerekiyor. Bununla beraber, bir insandan diğer insanın beynine veri aktarımı oldukça zor bir konu. Artık bilim adamları bu kodu kırmış bulunuyor.
Neuroelectricsden bilim insanları elektroensephalogram adı verilen bir teknikle beyinden bilgisayara (BCI)aktarımı başardı. Diğer tarafta ise bilgisayardan beyne aktarım (CBI) için TMS(transkraniyal manyetik stimülasyon) kullanıldu. TMS sayesinde beyindeki bölgeler elektrik akımı yerine manyetik akımla uyarılıyor. TMS nin en büyük özelliği ise kafanızda bir delik açmak zorunda kalmadan kafanıza bağlanabilmesi. Beyinden bilgisayara düşünceler yollanıyor.(ayağını hareket ettiriyorum, kolunu hareket ettiriyorum vb.) Bunlar 1,0 dijital kodlara dönüştürülüyor. Biraz zamanla bütün kelimeler 10101010010 gibi kodlanıyor. Sonrasında bu kodlar internet veya başka bir sistemler alıcıya ulaştırılıyor. TMS giyen kişi kafasında 1 geldiğinde görsel korteksi uyarılarak fosfen üretiyor. Bu aslında retinaya ışık düştüğünde görülen flaşları gösteren fenomen. Eğer 0 gelirse fosfen sıfır olarak kodlanıyor.
|
|
|
İNSAN GÖZÜ KAÇ MEGAPİXEL |
Yazar: Emka - 30-11-2016, Saat: 23:19 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Günlük hayatta “Vay be, adamın cep telefonunun kamerası 2.0 mp” ya da bende bir makine var “12 mp” gibi sözler duyarız ve “Vay be, teknoloji nerelere kadar geldi.” deriz. Hatta bazen “Ya bu kamera benim gözümle gördüğümden de net çıkarıyor görüntüleri.” bile deme cüretinde bulunuruz. İşin aslını yapılan araştırmalar gösteriyor ve bakın teknoloji, hâlâ ne kadar âciz; ne kadar basit ve kainata kıyasla ne kadar geride kalmış. Açıklamayı size çeviriyorum:
Gözümüz, tek bir taslak üzerinde kurgulanmış anlık çekimleri yakalayan bir fotoğraf makinesi değildir. Daha çok bir video silsilesine benzemektedir. Gözümüz, küçük açılarla, anlık hareket eder ve etrafımızdaki detayları beyne yansıtmak için sürekli kendisini günceller. Ayrıca iki tane gözümüz vardır ve beynimiz, çözünürlüğü daha da arttırmak için her iki gözden gelen sinyalleri toplamaktadır. Daha fazla bilgi toplamak için de haliyle gözümüzü, gördüğümüz şeyin etrafında hareket ettiririz. Bu nedenlerden dolayı, göz ve beyin birlikteliği, retinadaki foto alıcıların sayıca fazlalığı sayesinde,bir makinede olabileceğinden çok daha yüksek çözünürlükte veriler elde etmemizi sağlar. Aşağıda verilen eşdeğer megapiksel değerler, insan gözünün bir manzarayı ne kadar netlikte gördüğünü açıklayan bilimsel bir detaydır.
Yukarıdaki insan gözünün çözünürlüğünü sağlamaya neden olan veriler ışığında,şimdi önce küçük bir örnekle başlayalım: Şimdi önünüzde 90'a 90 derecelik açıda (gözümüzün açıları yani) bir görüntünün olduğunu farz edelim, aynen pencereden dışarıdaki bir manzarayı seyredermiş gibi. Bu durumda piksel sayıları ortalama bir göz için:
90 derece * 60 arc-dakika/derece * 1/0.3 * 90 * 60 * 1/0.3 = 324,000,000 pixels (324 megapiksel) olur.
Gerçekte her an bu kadar çok çözünürlük elde etmiyoruz, ama gözümüz bir manzarada istediğiniz tüm detayları görmenize olanak sağlamak için sürekli istediğiniz detayın etrafında hareket eder. Ama insan gözü, bu açıdan çok daha fazla bir açı görür ki bu da 180 dereceye yakındır. Biraz küçük düşünüp 120 derecelik bir açıyla bakabildiğimizi varsayacak olsak bile:
120 * 120 * 60 * 60 / (0.3 * 0.3) = 576 megapiksel verisini elde ederiz.
İnsan gözünün görebileceği gerçek açı değeri şüphesiz ki çok daha fazla çözünürlüğe tekâbül eder. Bu yapıdaki (çözünürlükteki) bir veriyi kaydetmek içinse, çok fazla alana kayıt imkanı sağlayabilecek kadar gelişmiş bir kamera olması lazım.
Şimdi teorik bilgiyi bir kenara bırakıp , sözün özünü aktaracak olursak, pencere gibi sınırları olan bir alandan dışarıya baktığınızda gördüğünüz manzara, beyninizde 324 megapiksele eşdeğer olarak yer alıyor. Eğer görüntünüzü engelleyecek bir maniniz yoksa, 576 MP. Şimdi kameralardaki özellikler benim gözümde solda sıfır kaldı doğrusu. Aman bu yazıyı okumaya çalışırken gözünüze zeval gelmesin. Megapiksel ayarlarınız bozulmasın.
(Duyduğu hiçbir şeye, gözüyle gördüğünün de yarısına inanan birisi olarak) ne dersiniz? Burada yapılan hesaplar, doğru mu?
Öncelikle şunu belirtmekle başlamak istiyorum, insan gözü analog bir yapıdır ve dijital bir terim olan piksel boyutuyla ölçülmesi tam olarak mümkün değildir. Beyindeki görme merkezi gözlerden gelen ışık bilgisini aynen bir film perdesi gibi algılayamaz. Beyin gelen ışık bilgisini yorumlayarak görüntü oluşturur. Bu görüntü gözden beyne giden sinir hücrelerinin yani nöronların hızına bağlı olarak sürekli yenilenir.
Örneğin bunu FPS (frame per second) değeri olarak göz önüne alırsak, bir video filmindeki 30FPS değeri gözümüzün görüntüyü tümüyle akıcı olarak görmesi için yeterlidir. Fakat bu olay, insan gözünün 30FPS olduğu anlamına gelmez. İnsan gözünün de belli bir eşik değeri vardır ve o değerden daha hızlı geçen bir cisme baktığında onun hareketini yakalayamaz ve hiçbir şey geçmemiş gibi görür. Günümüzde kullanılan yüksek çekim hızına sahip kameralar kullanılarak bir merminin hareketi milisaniye mertebesinde rahatlıkla incelenebilmektedir.
İnsan gözünün hızı için basit bir test yapabiliriz. Öncelikle CRT(tüplü) bilgisayar monitörünüzün dikey tarama frekansını 60 Hz'e getirin. Bunun için, masaüstüne sağ tıklayıp özellikler > ayarlar > gelişmiş > monitör sekmelerini takip edip Hz ayarlarına ulaşabilirsiniz. 60 Hz'e getirdikten sonra ekrana 30cm mesafeden bakarken, monitörün yan tarafında bir nesneye odaklanın ama göz ucuyla da monitörü görün. Normalde düz bakarken hissetmediğiniz ekran yenilemesinin nasıl yukardan aşağıya taranarak sayfa sayfa geçtiğini bu şekilde fark edeceksiniz. Eğer normal bakarken de 60 Hz'i fark ediyorsanız bunu bir de 75 Hz'de deneyin. Kendim 75 Hz'e kadar fark edebiliyorum fakat 85 Hz ve üstünde artık sayfa sayfa geçişleri göremiyorum. Gözün bu hızı kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Gözleriyle sürekli detaylı ve hareketli şeyleri takip eden ve işi gereği yüksek dikkatle çalışan kişilerde daha hızlı göz refleksleri görülür.
Gözümüzün ışık algılayıcılarının bulunduğu retina, sinirsel yapıdan oluşan bir zardır. Retinadaki ışık algılayıcıları, sayısal kameraların algılayıcılarında olduğu gibi sayılabilir büyüklüklerdir. Hatta, retinanın çukur kısmında(fovea) bu algılayıcıların sayıları diğer bölgelere oranla daha fazladır ve retinanın üzerine düşen ışık beyine sıkıştırılarak iletilir. İşte bu nedenle gözümüz bazen bize oyun oynar ve şekilleri olmadığı gibi görürüz. Gözümüzdeki ışık algılayıcı hücre sayısı(ya da piksel deyin) belli bir kritik değerin üstünde olduğu sürece görme kalitesi etkilenmez. Çünkü görüntüyü beyin tamamlar. Hatta tek gözümüz olmasa bile görüntü çözünürlüğümüz azalmaz, yalnızca derinlik hissimiz bir miktar kaybolur. Retina “dekolmanı” olarak adlandırılan ve göz içindeki ışık hücrelerinin büyük kısmının harap olduğu durumlarda bile görüntünün bir kısmını eksik görmeyiz. Bunu şöyle benzetebiliriz: Elinizdeki kameranın merceğinin yarısını kapatıyorsunuz ama ekranda görüntüyü hala tam görüyorsunuz; çünkü kameranın işlemcisi eksik kısmı tamamlıyor.
Gözün görme kapasitesinin megapiksel olarak ifade edilebilmesi için, gözdeki reseptörleri piksel olarak düşünüp bir sahneyi beynin hangi detay seviyesinde oluşturabildiğini test etmek gerekir. İnsan gözü küçük bir organdır ve üzerine gelen ışığın çok az bir miktarı ile bütün her şeyi yapar. Fakat yüksek megapiksel kameraların mercekleri oldukça büyüktür ve buna bağlı olarak karanlık bir sahnede insan gözüne kıyasla çok daha fazla aydınlanmış alan görürler. Şunu net olarak söylemek mümkündür ki, eğer göz büyüklüğünde bir mercekle en yüksek megapiksel oranını alıp fotoğrafı çekip daha sonra insanın aynı manzaraya bakarak gördüklerini karşılaştırırsak eminim ki insan gözü daha fazla detayı algılayıp tanımlayabilecektir. Dijital makinenin çektiği fotoğraf ise, zoom yapılmadan insanın gördüğüne denk biçimde görüntülenip incelenirse çok daha az detay yakalayabildiği anlaşılacaktır.
Bu nedenle insan gözü yapay merceklerin görüntüsüyle kıyaslanamayacak kadar mükemmel yaratılmış bir organdır. Ama dijital bir veri olan megapiksel olarak ifade edilebilir. Bunun hesaplaması yukarıda bahsettiğim şartlar sağlanırsa, yaklaşık olarak bir değer ortaya koyularak gerçekleştirilebilir. Ama megapiksel teriminin aslında bir sahneden alınan görüntünün kaç piksel ile görüntülendiğini ifade eden bir kavramdan başka bir şey olmadığını aklımızdan çıkarmamamız gerekir. Tabii ki ne kadar fazla piksel olursa o kadar detaylı görünecektir fakat bunun insan gözüne denk gelen oranıyla kıyaslamak için, konuyu başlıca bir araştırma konusu olarak ele alıp laboratuar şartlarında incelenmesi ve deneyler yapılması gerekir.
Göz düşünen canlı insanın en önemli organlarından biridir. İnsan algılamasının yaklaşık yüzde 80'i gözler tarafından sağlanır. Bu inanılmaz organın özellikleri hayret vericidir. Bütün vücuttaki duyu algılayıcılarının yüzde 70'i gözün retina tabakasında yer alır. Kıyaslayacak olursak Sony'nin 2001yılı itibariyle en gelişmiş dijital kamerasında 4.200.000 görüntü algılama noktasıyla işlev görürken insan gözü yaklaşık 120.000.000 renksiz algılama ve 6.500.000 renkli algılama hücresiyle 1 fotonluk hassasiyetle çalışabilmektedir. Göz kafatasında orbita adı verilen bir kemik yuvaya yerleşmiştir. Etrafı yumuşak yağ dokusuyla sarılıdır. Üzerine yapışan 6 adet kas göz hareketlerini sağlar.
İris nedir?
İris gözün rengini veren renkli tabakadır. Mavi, yeşil, kahverengi, ela gibi renklerde olabilir.İris adını eski Yunan mitolojisinden almıştır. Bu hikayelerde adı geçen ve güzelliği ile ünlü gökkuşağı tanrıçasının ismi gözün bu büyüleyici güzellikteki göz kasının da adı olmuştur. İris o kadar güzel bir yapıdır ki, çok az fotoğraf ve fotoğrafçı onun bu güzelliğini tam olarak ortaya koyabilir. Nitekim mikroskop altında mavi bir iris cerrahlara bir deniz gibi gözükürken, kahverengi bir iris çok muhteşem hayali bir gezegen gibi durmaktadır.
|
|
|
Hipnoz İle Tedavi Kekemelik |
Yazar: Emka - 26-11-2016, Saat: 22:46 - Forum: Hipnoz
- Yorum Yok
|
|
Bir Kardeşimizin, bu konuda yapılacak bir şey olup olmadığı hakkında sorular sormuştu, yapılacak yöntemlerden bir tanesi olarak bu yöntemde öngörülebilir...
Konuşma zorluğu iki farklı nedenle oluşmaktadır.
A-Organik nedenler: Beyin yapısındaki sorunlar, ses tellerinin yapısal kusurları, ağız, dil, diş dudak kuburları. Bu tür nedenlerle yapıdan kaynaklanan tıbben organik kusurların çözümü ancak o sorunun çözümüyle konuşma işleminin düzelmesini sağlar. Hipnoz bu tür organik kusurlarda moral desteğinin ve kişisel eforun gelişmesini sağlar.
B-Psişik nedenler: Yapısal olarak kusurlu olmayıp, psişik nedenlerle konuşmayan, takılan ve kekeleyen kişiler bu grubu oluşturur.
Bu nedenleri açtığımızda, taklit, dikkati çekme, korku ve travma gibi başlıklar konuşma zorluğunu geliştirir.
Taklit: Ailede konuşma zorluğu yaşayan birileri varsa aile içinde küçüğün yanında, “babası, amcası veya annesi de küçükken kekelerdi”, gibi konuşmalar doğru değildir. Bu tür empozeler adeta hipnotik etki yapar ve “Demek ki ben de bir süre kekeleyeceğim”, düşüncesini beraberinde getirir.
Dikkati çekme: Küçük kendini kabul ettirmek, istediğine erişmek üzere kekeleme taklidiyle başladığı yanlışlığı uzun yıllar kabullenerek sürdürür.
Korku: Herhangi bir hayvandan veya olaydan etkilenerek korkan küçük konuşma zorluğuyla kekelemeye başlar. Aile, bu olayı ilgi odağı haline getirirse konuşma bozukluğu sürekli kekelemeye dönüşür. Geçici olması gerekirken ayrılmaz bir parçaya dönüşür.
Travma: Herhangi bir travma, kaza çarpma vb. nedenlerle açığa çıkan bedensel olmayan bir bozukluktur.
İstenmeyen ve başarıyı engelleyen bir yaşam tarzı olan kekemelik kişi için olduğu kadar, yakınları, iş arkadaşları ve ailesi içinde önemli bir sorundur.
Psişik konuşma bozukluğu olan kekemelik derece derecedir. Öylesine ağır konuşma zorluğu çekenler vardır ki, ismini bile söylemekte zorlanır, kasılır, tikleri artar, dövünür, uğraşır durur. Daha hafifleri vardır; zaman zaman heyecanlı, gergin anlarda, telefon başında vs nedenlerle başlayan, hatta bazı kelime veya harflerle açığa çıkan bozukluklar.
Ne türden olursa olsun, yeter ki organik nedenlerle dayanmasın. Kişinin konuşma merkezine hipnotik yaklaşımla erişildiğinde psişik nedenlere dayanan konuşma bozuklukları düzeltilebilmektedir. Buradaki kıstas ve yapılan görüşmelerde dikkat edilen konu, kişinin zaman zaman şarkı söylerken, şiir okurken ve rahat zamanlarında güzel konuşup konuşmadığıdır. Yapılacak beyin grafileri ve laboratuar araştırmalarıyla organik nedenlere dayanıp dayanmadığı öğrenilebilir. Dil, dudak, diş yapısında kusur var mı, ses tellerinde konuşmaya bağlı hastalık var mı, araştırılır. Hepsi olumlu sonuç vermişse, sorunun çözülmesi mümkündür.
Hipnoza hazırlanıp alınan, konuşma zorluğu çeken kişiye aşağıda örneğini göreceğiniz şekilde seans uygulanır. Uygulayıcı, birinci bölümde moral desteği ve başarma imajı verir. İkinci bölümde ise hipnozu daha da derinleşerek “Benden sonra tekrarla” komutuyla devam eder. Bu işlem tamamlanınca üçüncü bölüme geçer. Başaracaksın anlayışıyla telkinleri özetleyerek tekrarlar.
Uygun metotlar altında hasta hipnoza alınarak sakinleştirilir ardından konuşmayla ilgili özgün telkinler başlar:
“...Sende yapısal hiçbir kusur yok, beyinsel olarak, dil, dudak diş yapınla ve ses tellerinle rahatça konuşabilirsin... Başkalarının yanında... Heyecanlı, gergin anlarda da... Kalabalıkta... Tüm ilginin sana çevrildiği anda da güzel konuşabilirsin... Sen de yapısal bir kusur olsaydı her zaman kötü konuşurdun... Şiir okurkan, şarkı söylerken her kelime ve harfi rahatça söylüyorsun... Sen de kusur olsaydı söyleyemezdin... Dilinde dudaklarında dişlerinde hiçbir kusur yok... Sen istersen her zaman güzel konuşabilirsin... Şimdi daha da rahatlamanı, daha da gevşemeni istiyorum... Sağ elini kapatarak derin nefesler almaya başla... Her nefesle daha da rahatlayacaksın... Bedenin daha da gevşeyecek... Göz kapakların daha da ağırlaşacak... İstesen de açılmayacak... Ama bilincin, sanki bir bilgisayar gibi... Tüm ilgi ve dikkati sözlerime verecek telkinleri kavrayacak ve hiç unutmayacaksın... Şimdi yedi defa daha derin ve olağanüstü güçlü nefesler almanı istiyorum... Her nefesle daha da rahatlayacak ve konuşma merkezini denetim altına alacaksın... Konuşmanı engelleyen tüm nedenleri avuçlarına hapsedebilirsin... Avuçlarını daha da sıkarak rahatlamanı istiyorum... Güzel çok güzel... Şimdi bedenin sanki bir hamur gibi oldu, istesen de kıpırdatamazsın... Göz kapakların kenetlendi... Sanki dikilmiş gibi, güçlü bir tutkalla yapıştırılmış gibi... Ama bilincin, çok açıldı... O kadar açıldı ki, tüm varlığınla dikkatini sözlerime veriyorsun... Hepsini hatırlayacak ve hiç unutmayacaksın... Her geçen seansta hipnozu daha derin yaşayacak... Her geçen gün daha güzel konuşacaksın; bir konuşmacı, bir hatip gibi. Kalabalıkta tüm dikkatler sana çevrilse, kürsüye çıksan bile... Sağ elini kapattığında üç derin nefes aldığında başkalarının yanında gözlerin kapanmasa da... Kendini benim yanımda gibi hissedeceksin... Sanki aynayla, benimle konuşuyor gibi olacaksın... Çevrende kimse yokmuş, yalnızmışsın gibi davranacak ve söze başlayacaksın... Kelimeler, ağzından, dudaklarından kolayca çıkacak... güzel konuşmanın, düşündüklerini söylemenin... soruları yanıtlamanın huzuruna kavuşacaksın... Bu andan itibaren konuşma merkezinin kontrolü avuçlarında... Heyecanlı da olsan, gergin de olsan valinin, kaymakamın, müdürün yanında da olsan... Sınavda da olsan, teftişte de olsan güzel konuşacaksın... Kim olursa olsun onu bir insan gibi düşünecek, mesleğine aldırmadan rahatça konuşacaksın...”
Birinci bölümün ardından ikinci bölüme devam edilerek kişiye tekrarlattırılır. “...Bende yapısal bir bozukluk yok... İstersem güzel konuşabilirim...” gibi.
İkinci bölüm tamamlanınca, kişi rahatlatılır. Artık iyice gevşemiştir. Üçüncü bölüme geçilerek kendi kendine de her gün en az birkaç defa konsantre olması, akşamları yatarken telkinleri hatırlaması ve yüksek sesle gazete, mecmua veya kitap okuyarak okuduklarını duyması istenir. Daha ilk seanstan başlayarak otohipnozu öğrenmesi ve kendi kendine telkinleri tekrarlaması öğütlenir. Birkaç çalışma içinde gerginlik azalır, sorunun derinliğine bağlı olarak kasılmalar azalmaya başlar. Sebat eden kişi bir süre sonra sorununu çözmüş olur.
|
|
|
Hipnoz Gerçekmidir Gerçekten Varmıdır |
Yazar: Emka - 26-11-2016, Saat: 22:34 - Forum: Hipnoz
- Yorum Yok
|
|
Canı sıkkın bir insan, bir hipnoterapisti ziyaret eder. Doktor, hastanın şikayetlerini anlayışla dinler. Dinlediği esnada sürekli hastasının gözlerinin içine bakar. Hasta, günlük hayatının birkaç ayrıntısından bahsettikten sonra başka bir dünyanın içine girer. Çevresinin kuklası olur. Artık, acı ve depresyon sancıları tarafından rahatsız edilmez. Çok geçmeden hipnoterapist, onu amansız dünyanın saçmalığına geri getirir.
Hasta, evine döner; ama sadece birkaç saatliğine. Doktoruna sık sık yaptığı ziyaretler, hayatının seyrinin bir parçası olur.
Hipnotizmaya olan rağbet, 20. yüzyılda doruğa ulaştı. 1920'lerin sonlarında hastalara anestezi uygulanmaksızın ameliyatlar gerçekleştirildi. Fransız doktor A. A. Liebcault, hastalarına hipnoterapi uygulamayı denedi. Deney, başarıyla sonuçlandı ve olağan resmî hastane tedavi yöntemleri arasına katıldı.
Yine de şüpheciler, hipnoterapi diye bir bilim dalı olduğuna inanmayı reddettiler. İnanmayanlar, kategorik olarak histeri ile ilişkilendirdikleri bu duruma kesinlikle inanılmaması gerektiğini gerektiğini belirttiler. Doktorlar da hipnoterapi konusunda tereddüt ettiler.
20. yüzyılın ikinci yarısında hipnoterapi epey ilgi çekti. Ciddi bir araştırma konusu oldu. Çeşitli kitaplar yazıldı ve televizyon programları yapıldı. Gri fikirler, böylece pozitif renklere boyandı. Asıl büyük etkiyi oluşturan iki kitap "Birden Fazla Yaşam" ve "Geçmişle Yüzleşmeler"di. Birincisi, bir BBC yapımcısı olan Jeffrey Iverson ve ikincisi de Peter Moss tarafından yazıldı.
En meşhur deney, Arnall Bloxham tarafından gerçekleştirildi. Cardiff'li ev hanımı Jane Evans'ı gerilere götürdü. Jane Evans, geri gittiği zaman bir 12. yüzyıl Yahudisi Rebecca oldu. Hipnoz altında hayatını ayrıntılarıyla anlattı. Bir kilisenin temel kemerinin ve bir Yahudi katliamının tarifini yaptı. Açıklamaları yüzde 100 doğru bulundu.
Hipnotizma, sadece insanoğlu üzerinde değil, aynı zamanda hayvanlar üzerinde de denenen bir şeydir. Hipnotizmanın klasik örneği, gagası tepeşirle çizilmiş bir çizgiye indirilen bir tavukla ilgilidir. Tavuk da hipnoz altında olduğu sürece, çizgiden ayrılmayacağına inanıyordu. Doğrusu eleştirmenler, hipnozun bu büyük gücünü gördüklerinde hayrete düştüler.
Sonra gündeme polis karakollarında kullanımı geldi. Hipnotize edilmiş insanlar tarafından yapılan açıklamalar o kadar doğruydu ki, polis, çok geçmeden bu yöntemi suçluları bulmak için kullanmaya başladı. Vahşice tecavüze uğrayan, ama maalesef saldıran kişiyi hatırlamayan İsrailli bir kız, örneği de mevcut. Bununla beraber, hipnoz altına alındığında suçlunun net bir tarifini yaptı. Polis, kızın hipnoz altındayken verdiği tariflerin yardımıyla tecavüz eden kişinin yerini tespit etti ve onu cezalandırdı.
Yakın bir geçmişte Bob Willis (bovling oyuncusu), Roslaine Few (1970'lerin ilk yarısında yüksek atlama şampiyonu) ve Arthur Ashe (tenis yıldızı) tarafından bir sonraki yarışmalarında en iyi oyunlarını sergileyebilmeleri için oyun sonrası hipnoz tedavisi kullandı.
Her şeye rağmen hala hipnoz kavramını kabul etmeyen birçok araştırmacı ve bilim insanı bulunmaktadır. Onlara göre hipnoz diye bir şey yoktur ve hipnozu uygulayanların olayın işleyiş şeklini açıklayamamaları yüzünden inanmayanların eleştirileri cevaplandırılamamaktadır.
Ama anestezi olmaksızın hipnoz altında ameliyatların yapıldığı doğrudur ve hastalar herhangi bir acı ya da ameliyat sancısıyla karşılaşmamıştır. Ayrıca cinayet ve tecavüzlerin sırlarının hipnoz yardımıyla çözüldüğü de doğrudur. Hastaların söyleyemedikleri büyük travmaları ve sıkıntıları tedavi edilmiştir.
Bu durumların nasıl üstesinden gelindiğini kimse bilmiyor. Hipnoz deneylerini esrarengiz bir hava sarmalıyor.
|
|
|
ŞAMBALLA'NIN TAHMİNİ YERLERİ |
Yazar: Emka - 26-11-2016, Saat: 18:18 - Forum: Shambala (Şambala)
- Yorum Yok
|
|
1. GOBİ ÇÖLÜ: Teosofistler ve kurucuları Madam Blavatsky'ye göre, antik bir Hint yazıtı olan Karma Purana'da Şamballa, kuzeydeki denizde bulunan bir adadadır. Ve Gobi Çölü eskiden bir iç denizdi.
2. AMU DERYA: Macar düşünür Körös, Şamballa'yı Amu Derya ırmağının kuzeyinde buluyordu.
3. BELOVODYE: 1923'de Kokushi Dağları'na bir araştırma gezisi yapıldı ama geri dönen olmadı.
4. KUN LUN: Çin Mitolojisi'ne göre Şamballa, Kun Lun Dağları'nın buzlu zirveleri arasındadır
5. TABU ÜLKESİ: Taoist Mitoloji, dünyanın en güzel yerinin Tabu Ülkesi olduğunu belirtir. Bu yer Tibet ile Szechwan arasındadır.
6. TARIM IRMAĞI: İtalyan Tibetolog Guiseppe Tucci'ye göre Şamballa ırmağın doğduğu bölgededir.
7. TASHİ LHUMPO MANASTIRI: Efsanenin doğuş yeri kabul edilen bu manastır bilindiği kadarıyla 1447'de kurulmuştur ve Kalacahkra bilgeliğinin merkezidir yani bilinmeyen uygarlıkların ve dönemlerin...
8. ALTAY DAĞLARI: Geoffrey Ashe'a göre, Şamballa için en uygun yer Altaylardır. Yazara göre Orta Doğu ve Yunan Mitolojileri bunu belirtmektedir.
9. MOĞOLİSTAN: "Şamballa'nın Kırmızı Yolu" adlı eserde, Şamballa'nın girişi Moğolistan sınırındadır.
10. HUMBOLD DAĞLARI: Nicholas Roerich ekibiyle beraber bu bölgede araştırma yaparken, bir UFO görmüştü, çok büyük ve güneş kadar parlak, diyordu ve tüm ekibin gördüğü dev UFO dağların arasında kaybolmuştu. Ayrıca Roerich'e Darjeeling-Ghuan'da bulunan bir yolda Ghum rahipleri Şamballa'lı olduğunu söyledikleri bir Lama ile tanıştırmışlardı.
Ayrıca Tibet'in başkenti Lhasa'nın ve Türkistan'daki Turfan kentlerinin altında Şamballa'ya giden tüneller olduğu iddia edilmekte, İngiliz dağcı Frank Smythe ise, Himalaya Dağları'nda 9000 m. yükseklikte iki büyük UFO gördü, dağcı UFO'ların dağların içine girdiğini iddia ediyordu. James Hilton'a göre ise, Şamballa veya Shangri-La kesin Himalayalar'dadır. Bir diğer iddia ise, 1900'lerin başında nedeni bilinmeyen atomik bir patlamanın olduğu Sibirya'daki Tunguska'nın Şamballa olduğudur.
|
|
|
Shambala Dünyada mı yoksa Uzayda mı? |
Yazar: Emka - 26-11-2016, Saat: 18:12 - Forum: Shambala (Şambala)
- Yorum Yok
|
|
Tibet söylenceleri Shambalanın Himalaya'nın dağları arkasında ve Tibet'in kuzeyinde olduğunu iddia etmekteler. En eski yazıtlara göre Shambala, “Badh Gayaren”in (Kuzey Hindistan'da eski budist kutsal bir yer) kuzeyinde saklıdır. Shambala'nın yeri Tibet manastırlarında yüzyıllardır tartışılıyor. Düşünceler o kadar farklıdır ki, bazı Lamalar Shambala'nın yerini Kuzey Tibet olarak belirlerken diğerleri Kuzey Kutbu olarak dahi gösteriyorlar, hatta New York bile aday olarak gösteriliyor. Shambala'nın normal gözle görülüp, görülemediği, en önemli tartışma noktalarından biridir. Eğer Shambala gercekten dünyada olsaydı, nasıl saklı kalabilirdi? Yeryüzüyle ilgili olan bilgilerimize göre büyüklüğü yüzünden Shambala'nın var olması ve bulunamaması inanılmazdır. 96 prensliği olduğu söylenen saklı ülke için dünyada gizli bir yer olabilir mi? Shambala'nın Lotus çiçeği şeklindeki bir dağ zinciri şeklinde olduğuna inanılıyor. Ama uydu araştırmalarına göre böyle bir yerin var olmadığı bilinmekte. Peki ama Shambala nerede? Manastırcı Budistler yani tutucular, Shambala'nın dünyada buluduğu düşüncesindeler. Buna karşı Halk Budizm'in yandaşları ise, Shambala'nın tanrıların oturduğu gökyüzünde olduğuna inanıyorlar.
Bazı çağdaş Tibetliler de aynı veya benzer görüşteler, Shambala'yı dünyada değil de, yıldızların arasında aramaya başladılar, yani bir gezegende. Tibet'in ruhani lideri “Dalai Lama” bile bu konuyu düşünüyor. Shambala acaba dünyadışı bir uygarlığın merkezi mi ve Tibet'lilerin bin yıllardan beri bundan haberleri var mıydı? Yoksa Shambala, zaman ve mekan dışı bir yerde bulunan gizemli bir imparatorluk mu? Varsayımlara göre Shambala bir başka boyut veya bir paralel dünyada olabilir mi? Eğer bu düşünce doğru ise Shambala, burnumuzun dibinde olsa bile göremeyiz. Yine de Tibet'te bugün dahi Shambala'ya giden yolu tarif etmeye çalışan “Rehberler” vardır. Ama bunu öylesine anlaşılmaz bir şekilde yaparlar ki, bu tarifleri takip etmek neredeyse imkansız olur. Yol anlatımları genelde Tibet'in ve Kuzey Hindistan'ın bilinen yerlerinde başlayıp, kuzeydeki bilinmeyen bölgelere gider. Yalnız tümü şaşırtıcı ve inanılmaz bir ayrıntıda uyum sağlarlar: Sonuçta her rehber, geziyi yapanı yola sadece havadan devam edebileceği bir yere götürür. Ama nasıl? Gezi orada kalır ve sürdürülemez. 1557 de bir Tibet'li prens tarafından yazılan bir şiirde gizem doludur: “Yüceler, seni ondan sonra altın müzikle birlikte omuzlarına çıkaracaklar ve seni pamuk gibi dağ zincirlerinin üstünden taşıyacaklar. Onların mucize güçleriyle şemsiye gibi havada uçaçaksın ve kartallar bile utanacak.” Acaba bu mısraların içinde ne anlam saklıdır?
|
|
|
Yüzyıldır saklanan inanılmaz sırrı kimler biliyor? |
Yazar: Emka - 26-11-2016, Saat: 18:07 - Forum: Shambala (Şambala)
- Yorum Yok
|
|
Tibet ve Kuzey Hindistan söylencelerinde Shambala adlı bir yerden bahsedilir. Efsaneler, Shambala'nın gizemli ve görkemli bir imparatorluk olduğunu söylüyorlar ve Shambala Himalaya'ların öte yanındadır. Eski yazılarda oraya gitmek için belli bir dağın çıkış noktasını bulmak gerekir. Oradan sonra geziye havadan devam edilebilir. Acaba Shambala bir iddiaya göre, dünyada değil de, uzak bir gezegende mi olabilir mi? Hindistan ve Tibet'deki eski yazıtlar, Shambala'yı antik çok eski bir krallık olarak tanımlıyorlar.
Bir çok söylence oradaki insanların olağanüstü şartlar altında yaşadıklarını da belirtiyor. Saklı krallığın varlığına dair ilk anlatıları Tibet Budizm'inin kutsal kitapları olan Kanjur ve Tandjur'da bulabiliriz. Aşağı yukarı 11. Yüzyıl‘da Shambala'dan söz eden en eski yazmalar Sanskritçe'den Tibet'ceye çevrildi. Bu tarihten sonra Tibetli ve Moğolistanlı bir çok rahip, ozan, yogi ve bilgin, bu esrarengiz imparatorluk hakkında çeşitli eserler yazdılar.
Geleneksel anlayışa göre Shambala, karlı dağlardan oluşan bir çemberin içindedir. İnanılmaz güzellikte olan Shambala, zenginliklerle doludur. Modern bir yer olan “Pırlanta Sarayı”nın başkent Kalapa'da olduğu iddia edilir ve Shambala Kralı hükümdarlığını burada sürdürür. Dikkat edin eski bir inançtan söz etmiyoruz, Shambala inancı günümüzde de geçerli ve çok yaygın. Örneğin modern derken şu kasdediliyor; aydınlatmanın ve oda ısılarının isteğe göre ayarlanması gibi. Eski yazıtlar yerlerde ve tavanlarda bulunan, isteğe göre ayarlanarak sıcaklık veya soğukluk dağıtan kristalllerden söz ediyorlar.
Sarayda iki şaşırtıcı şey daha vardır; “Tepe pencereleri” ve “Sihirli Ayna“. Tepe pencereleri başka dünyalardaki hayatları görme imkanını sağlarken, Sihirli Ayna ise Kral'ın uzaklarda olan olayları izleyebiliyor. Günümüzde Batı uygarlıklarıyla ilişki içinde bulunan bazı Lama'lar, Aynanın bir ekran gibi olduğunu ve Kral'ın dünya olaylarını kontrol etmesini sağladığını iddia ediyorlar. Saklı Krallığın çok daha şaşırtıcı özellikleri var; Örneğin eski yazılarda “Rüzgar gücünde olan taşdan atlar”dan ya da “Taştan uçaklar”dan da bahsediliyor.
Var olması bir yana, Shambala'nın uçan araçları mı vardır? Yaşıyan Lama'lardan bazıları “Taştan atlar”ın en ileri teknikle yapılan uçanaraçlar olduğunu iddia söylüyorlar. Bu günlerde Tibet manastırlarında taş sözcüğü uzun uzun tartışılıyor, acaba uçakların yakıtı mı kasdediliyor, yoksa aletlerin yapımında kulanılan malzeme mi? Eğer öyle ise hangi malzeme? Garip ama gerçek, Sözcüğün gerçek anlamda taş olduğuna artık kimse inanmamakta.
|
|
|
BAŞMELEK GABRİEL - Mesaj #1 |
Yazar: Emka - 25-11-2016, Saat: 07:13 - Forum: Gabriel (Cebrail)
- Yorum Yok
|
|
Pek çoğunuz başkalarından saygı ve onay görmek için kendinizi olduğunuzdan farklı göstermeniz gerekiyormuş gibi hissediyorsunuz. Bu, insanların sizin gerçek özünüzle bağlantı kurmasını engellediğinden ötürü çok ayrılıkçı bir deneyim olabilir. Olduğunuzdan farklı biri olmaya çalıştığınızda başarılarınız bile boş hissettirecektir çünkü onlar sizin gerçekliğinize dayalı değildirler. Bu, kendi hayatınızda daha az mevcut ve daha az ilgili hissetmenizle sonuçlanacaktır.
Kendinizi kendi gerçekliğiniz ve kendi tanrısallığınızla ifade etmenizden daha güzel, daha ihtişamlı bir şey yoktur! Birlikte doğduğunuz eşsiz enerji ve tercihler, sizin dünyaya sevgi dolu katkınız olmak için vardır. Siz bunu kabul ettikçe ve ışığa, kendi ilahi mükemmelliğinize utanmadan adım attıkça en sonunda sizi kendi gerçekliğinizde kutlayan ve kucaklayan enerjilere izin veriyor olacaksınız. Orada kendinizi doğru zamanda/doğru yerde durumlarında bularak, kendinizle ve başkalarıyla gerçek ve derin bir bağlantı yaratarak daima yolunuzun tatlı noktasında olacaksınız. Ve doğrusunu söylemek gerekirse bu, Sevgililer, yolunuzun inanılmaz biçimde ilginç ve tatmin edici hale geleceği zamandır.
~ Başmelek Gabriel
|
|
|
|