Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Forum İstatistikleri |
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065
Detaylı İstatistikler
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 1783 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 1783 Ziyaretçi
|
Son Aktiviteler |
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 309
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 302
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,004
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,124
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,070
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,003
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,139
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,519
|
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,285
|
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,168
|
|
|
Biyokinezi Nedir? Nasıl Yapılır? |
Yazar: Spiritüeller - 10-06-2016, Saat: 16:21 - Forum: Biyokinezi
- Yorum Yok
|
|
Biyokinezi vücudun çeşitli bölgelerine hükmedilebilme yöntemidir. Bu tamamen kişisel bir yetenektir ve ne derece geliştirilebileceği belirsizdir. Bu teknikte son derece ilerlemiş kişi, kılık değiştirebilir, başkalarının yeteneklerini alabilir. Hatta vücutta yer alan organların sayısını çoğaltabilir ve herhangi bir canlının özelliğini kendisine ilave edebilir. Biyokinezi yapabilen birisi, biyokinezi tekniği olmayan kişilerin duyamayacağı sesleri duyabilir ve algıları oldukça açıktır.
Çeşitli iddialara göre bu teknikte fiziksel ölümsüzlük sağlanabileceği gibi durumlar da söz konusudur. Tüm bu teknikler çok ciddi çalışma ve gelişme neticesinde uygulanabilmektedir. Ancak uygulama sonrasında çeşitli sorunlar da görülebilir.
Tüm bunlar, yeteneğin son aşamalarında uygulanabilmektedir. Biyokinezi konusunda bilgi sahibi olmayan, kendini geliştirmeyen ve sürekli alıştırma yapmayan kişiler bu uygulamaların herhangi birini yapamazlar. Yapmış olsalar bile ciddi sorunlarla karşılaşabilirler. Vücut için zararları olup olmadığı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bu nedenle kendinizden emin olmadan biyokineziye yaklaşmamalısınız.
Zihin gücü ve kinetik enerjiyi kullanmak suretiyle vücuttaki hücreye ve DNA’ya hükmetmek anlamına gelen bir yetenek ve tekniktir. Sağlanan enerji, vücudun yeniden programlanmasını ve üzerinde değişiklik yapılmasını sağlar. Bu yetenek herkeste bulunmamaktadır. Biyokinezi yeteneğine sahip kişi, uzun süren çalışmalar sonrasında bedeninde ister geçici ister kalıcı değişiklikler yapabilmektedir. Bu teknikle, değişiklikler yapılırken; ameliyat malzemelerine ihtiyaç duyulmaz. Biyokinezinin varlığıyla ilgili çeşitli görüşler bulunur. Böyle bir durumun mümkün olmadığı yönündeki düşünceler sayıca daha fazladır.
Biyokinezi Nasıl Yapılır?
Aslında biyokinezi tekniği nasıl yapılır veya nasıl kullanılır gibi sorulara tam anlamıyla cevap vermek mümkün değildir. Bunun sebebi, yeteneğe sahip kişilerin farklı özelliklerinin olması ve tekniklerinin farklı seviyelerde olmasıdır. Ancak temel olarak biyokinezinin nasıl yapıldığını söylemek gerekirse, vücuttaki kinetik enerjiyi beden değişimi veya vücut içinde kontrol etme halidir denilebilir.
Kimileri günlük hayatta bile biyokinezi ile iç içeyken kimileri bu yeteneği köreltecek seviyede ilgisiz olabilmektedir. Bu yeteneğe sahip olduğunuzun farkındaysanız ve bu yola girmek istiyorsanız; meşakkatli bir sürecin sizi beklediğini kabul etmelisiniz. Karşınıza çıkabilecek sonuçları da bu süreçle beraber kabul etmeniz gerekiyor.
Biyokineziyi geliştirmek, aylar hatta yıllar sürebilmektedir. Ancak bu yeteneği kötü amaçlarla geliştirme düşüncesine sahip kişiler, her zaman başarısız olmaktadırlar. Psişik yetenek olan biyokinezi, diğer insanlara anlatılması güç bir olaydır.
|
|
|
ÖLEMEYEN ADAM - Grigori Rasputin |
Yazar: Emka - 10-06-2016, Saat: 15:26 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
|
Grigori Rasputin'in öldürülüşü "öldürülemeyen bir ölümlü" olarak nitelendirilmesini hak ediyor.Çünkü 3 insanı öldürebilecek kuvvetteki zehrin öldüremediği Rasputin'e daha sonra 3 el ateş edilmiş, halen ölmediğinin anlaşılması üzerine bu kez sopalarla dövülmüş, daha sonra da donmuş bir nehre atılmış.Tam adı, Grigori Yefimoviç Rasputin. 22 Ocak 1869'da, Ural Dağları'nın yakınındaki Pokrovskoye (Rusya) köyünde doğdu. Ailesi çiftçilikle uğraşırdı ve köyün önde gelen ailelerinden biriydi. Çocukluğu hakkında çok şey bilinmeyen Rasputin'in, Maria adında sara hastası bir kız kardeşi ve Dimitri adında da bir erkek kardeşi vardı. Maria, Tuna Nehri'nde boğularak öldü. Bir gün Rasputin ve erkek kardeşi Dimitri göletin kenarında oyun oynarlarken, Dimitri kayıp suya düştü. Rasputin de onu kurtarmak için arkasından atladı. İkisi de boğulmak üzerelerken yoldan geçen bir kişi tarafından kurtarıldılar. Ancak Dimitri zatürre oldu ve hayatını kaybetti. Garip olaylar Rasputin'in hayatının daha ilk yıllarında başlamıştı. İki kardeşinin de aynı kaderi paylaşan ölümü Rasputin'i derinden etkiledi. Öyle ki daha sonra çocuklarının isimlerini de Maria ve Dimitri koyacaktı.Genç yaşlarda kendisinde bazı haller olduğunu fark eden Rasputin yavaş yavaş bazı yeteneklerini de (hipnoz) keşfetmeye başlamıştı. Bir gün babasının atı çalındı ve Rasputin hırsızların, gözüne kestirdiği kişiler olduğunu kalabalığı doğaüstü gücüyle (çok güçlü bir hipnoz yeteneği) ikna etti ve linç edilmelerini sağladı.
Okuma yazma bilmemesine rağmen, zekası ve hipnoz yeteneği sayesinde dolaştığı yerlerde etrafında insanları toplamaya başladı. Bir kaç kez hırsızlık suçundan yakalanınca 18 yaşında üç ayını Verkhoturye Manastırı'nda geçirmek zorunda kaldı. Oradayken Meryem Ana'nın ona göründüğünü iddia etmeye başladı ve kendini seçilmiş bir aziz olarak tanıttı.Serseri bir gençlik yaşamının ardından, Ortodoksların 'hain' bir tarikat olarak niteledikleri ettikleri Skopsty Tarikatı ile tanıştı. Bu tarikatın müritleri, 'Tanrı'ya ulaşmanın tek yolunun 'günah işlemek' olduğunu vaaz ediyorlardı ve bu, Rasputin'e oldukça çekici gelmişti. Günah işleyerek günahtan çıkacaklarına inanan bu topluluk evlilik dışı cinsel ilişkiyi teşvik eder. Bu da Rasputin'in kadınlarla olan dillere destan hikayelerine bir açıklık getirebilir. 1889 yılında Proskovia Fyodorovna Dubrovina ile evlendi ve 3 çocuğu oldu; Maria, Dimitri ve Varvana. Ayrıca başka bir kadından da gayrimeşru bir çocuğu oldu. 1901 yılında bir aziz olduğunu iddia ederek Pokrovskoye'deki evini terk etti. Yolculuğu boyunca Yunanistan ve Carussalem olmak üzere bir çok yer gezdi. 1903 yılında St. Petersburg'a varan Rasputin'in, burada mistik bir şifacı ve aziz olarak ünü yayılmaya başlamıştı. Saray çevresi; pis ve pejmürde kılıklı, parlak sözleri ve birtakım tedavi yetenekleri olan Rasputin’den çok etkilendi.
1905 yılında Çar'ın küçük oğlu Alexei'nin amansız hastalığını duydu. Alexei, hemofili hastasıydı. Doktorlar çocuğun hastalığına çare bulamıyorlardı. Bir gün attan düşüp yaralanınca kanamasını bir türlü durduramadılar. Doktorlar tarafından ölmesi beklenen oğlunun bu durumu karşısında Çariçe çaresiz kalmıştı.Arkadaşı Anna Vyrubova'dan bu gizemli şifacının methini duydu ve Rasputin'i saraya davet etti. Rasputin, çocuğun kanamasını, başında dua ederek ve elleriyle dokunarak durdurdu. Çar ve Çariçe gözlerine inanamadılar ve Rasputin'i doğaüstü güçleri olan bir peygamber gibi görmeye başladılar. Ancak Alexei'nin hastalığı tamamen geçmemişti. Her nöbetinde Rasputin saraya çağırılıyor ve onu iyileştiriyordu. Git-gel'lerden sonra, Rasputin sarayda, ailenin yakınında kalmasına karar verdiler. Çariçe Alexandra, bu olayın ardından, Rasputin'in, Alexis'i korumak için Tanrı tarafından gönderilmiş bir aziz olduğuna inanmaya başladı, kendisine özel bir hayranlık besliyor; oğlunu iyileştiren bu adamın aracılığıyla Tanrının kendisiyle konuştuğuna inanıyordu.
Köylü papazın yükseldiği bu 'sağ kol' pozisyonu, özellikle geleneksel rahip kastını öfkelendirmişti. Kısa sürede hakkında birçok dedikodu ortaya çıkar. Bunlardan birinde; Rasputin'in Çariçe ve onun dört kızı ile ahlaksız ilişkilere girdiği söylenmekte ve halk içinde gün geçtikçe yayılmaktaydı.Rasputin ise, bu dedikoduları haklı çıkarmak için elinden geleni yapmakta, içki masalarında 'Çariçe ve kızları ile maceralarından' çokça bahsetmekteydi. Gizli polis, bir süre sonra devreye girer ve Rasputin, olanları duyan öfkeli Çar'ın karşısına çıkarılır. Nikola, ona sürgün cezası verir ama Rasputin şehri terk eder etmez, küçük Alexis onulmaz bir kanamaya tutulur. Rasputin hemen geri çağrılır ve çocuğu kurtarır. Bu andan itibaren, kendisine bağımlı hale gelen Çar ve Çariçe'ye her alanda isteklerini dayatmaya başlar. Dış politikadan ekonomiye kadar birçok alanda, sahip olduğu diğer ilişkilerin de tavsiyeleriyle, adeta ülkeye hükmetmeye başlar.Sarayda kaldığı süre boyunca Rasputin'in aşırı hareketleri Çar dahil birçok kişiyi huzursuz etmeye başlar. Çar üzerinden politikaya olan büyük etkisi, saray çevrelerinde diğer politikacıları rahatsız ediyordu. Aile ile kan bağı olmayan çiftçi bir adamın bu kadar büyük bir yaptırım gücüne sahip olması akıl alır şey değildi.
Ayrıca cinsel yaşamındaki aşırılıklar ve bunları hiç sakınmadan yaşaması da bardağı taşıran son damla olmuştu. (Rasputin'in bir rahibeye tecavüz ettiği bile rivayet edilir.) Saray çevresindeki bu dedikodular ve huzursuzluklar giderek yayıldı. Ortodoks Kilisesi de kendine peygamber diyen bu adamın din adamı değil, dini istekleri doğrultusunda kullanan bir şeytan olduğunu iddia etmeye başladı. Yaptığı her şey olay haline geldi ve gazetelerde de her gün alay konusu oldu. Artık ilahi güce sahip bir aziz değil, bir şarlatandı. Ve bu adamın sözünü dinleyen Çar'a da tepkiler giderek büyüyordu.
Bu arada I. Dünya Savaşı patlak vermişti. Rasputin kesinlikle bu savaşta Almanya ile barış yapılmasını istiyor ve bunu sıklıkla Çar'a iletiyordu. Savaşa karşı olan Rasputin, bunu hem ahlaki açıdan onaylamıyor hem de Rusya için bir felaket olarak görüyordu.Kendini içkiye ve cinsel hayata iyice kaptırmıştı. Rusya'nın savaştaki başarısızlığından Rasputin sorumlu tutuluyor, vatana ihanet etmekle ve Alman casusu olmakla suçlanıyordu.Bu arada Rasputin kendine bir vahiy geldiğini ve ordunun başına Çarın kendisi geçmezse savaşı kaybedeceklerini söyledi. Söylenen yapıldı II. Nikolay’ın ordunun başında cepheye gitmesi üzerine, Rusya’nın içişlerinin sorumluluğunu, Rasputin’in elinde oyuncak olan, Çariçe Aleksandra üstlendi.
Çar'ın saraydaki yokluğunda Rasputin'in Çariçe Alexandra üzerindeki etkisi iyice arttı. Onun baş danışmanı haline geldi ve hükümetin kadrolarına kendi seçtiği kişileri getirtti. Kilise görevlilerinin tayinlerinden, kabinedeki bakanların seçimine kadar, her konuya karışmaya başladı.Ama bu olayın sonucu felaketle sonuçlandı.Çarın başında olduğu ordu yenilgiye uğradı. Rasputin'e düşman olan diğer politikacılar ve Ortodoks Kilisesi Saraydan desteğini çekti. Rasputin’i öldürüp Rusya’yı daha büyük felaketlerden kurtarmak gayesiyle birçok girişimlerde bulunuldu. Bu girişimlerin sonucunda 30 Aralık 1916 günü öldürüldü.
Rasputinin ölümü yaşamından çok daha esrarengiz oldu.
Saray hanedanının ve diğer politikacıların Rasputin'den duydukları rahatsızlık had safhaya ulaşmıştı. Artık bu adamın ortadan kaldırılması gerektiğini düşünen hanedan mensubu Prens Felix Yussupov ve birkaç kişi bir komplo hazırladılar. 29 Aralık 1916 gecesi, Rasputin, prens tarafından bir odaya içki içmek için davet edildi.Burada önceden siyanürle hazırlanmış kurabiyeler bulunmaktaydı. Her ne kadar bir kurabiye içerisindeki zehir dozu bir insanı öldürecek miktarda olsa da, hazırlanan şarabın içine de siyanür konuldu.Rasputin iki kurabiye yedi ve şaraptan da bir bardak içti. Ancak zaman geçmesine rağmen herhangi bir etki görülmüyordu. Paniğe kapılan Yussupov odadan arkadaşlarının yanına çıktı ve planın işe yaramadığını söyledi.
Bu defa da ona bir silah temin edildi. Yussupov, Rasputin’in yanına geri döndü ve silahını bir el ateşledi. Rasputin yere yığılmıştı. Yussupov sevinç içinde arkadaşlarının yanına koştu ve işi başardığını söyledi. Arkadaşları ona bir bardak şarap verdi ve işin sona ermesini kutlayalım dediler. Ancak Yussupov’un içerisinde bir endişe oluştu, sonra tekrar yerde yatan Rasputin’in yanına gitti. O esnada Rasputin yeşil gözleri ile Yussupova baktı ve bir şeyler söyledi. Odaya dalan Yussupov’un arkadaşı kendi silahı ile Rasputin’e ateş etti. Silahtan çıkan kurşun Rasputin’nin sırtının alt kesimine girerek böbreğine saplandı
.
Öldüğünü düşündükleri Rasputin’i bir çarşafa sararak dışarıda beklemekte olan araca doğru taşımaya başladılar. Arabada bekleyen Rayner (ingiliz gizli servisinden bir ajan) kapıyı açmak için dışarı çıktı. O esnada Rasputin’den hırıltılı bir hareket farkettiler.
Ölmediği anlaşılan Rasputin’i bir miktar tekmeleyip sopayla dövdükten sonra, ölümcül darbesi İngiliz Rayner tarafından Rasputin’nin alnının tam ortasından vurularak tamamlandı. Daha sonra araca yerleştirilen Rasputin’in bedenini, buzlarla kaplı Neva nehrine attılar.
Nehre atıldıktan tam olarak 14 saat sonra Rasputin’in cesedi bulundu. Ertesi gün ceset çıkarıldığında, Rasputin'in hemen ölmediği, boğulmadan önce bir süre çırpındığı anlaşılmıştı. Şubat Devrimi sırasında cezasını bulmadığı düşünülerek cesedi mezarından çıkarıldı ve yakılarak imha edildi.
Rasputin, insanın ne kadar günah işlerse o kadar günahtan arınacağını savundu. Kendi günahını da içkiye düşkünlüğünde ve abartılı cinsel yaşamında buldu. Doğaüstü güçlere sahip olduğuna inanılan bu esrarengiz kişi, Çarlığın çöküşünden ve Sovyet İhtilali'nden sorumlu tutuldu. Adının, Rusça 'yoldan çıkmış' anlamına gelen 'rasputine' ile benzerliği kullanılarak alaya alındı. Halen yaşamı ve ölümü üzerindeki gizem perdesi birçok araştırmacının ilgisini çekmektedir.
Ayrıca "Boney M gurubu" Rasputin için şarkı yapmıştır. Ve Rasputin'in hayat hikayesini anlatan 1996 yapımlı bir film de bulunmaktadır.
|
|
|
Piri Reis Haritalarının Gizemi |
Yazar: Emka - 10-06-2016, Saat: 06:29 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
|
Piri Reis’in, 1513 yılında çizdiği Dünya Haritası, 16. yüzyıl Avrupalı ve Müslüman denizcilerinin bilgilerini içeren tarihi bir belgedir, lakin bu haritanın yalnızca 3’te 1’lik bir parçası günümüze ulaşmıştır. Haritanın elimizde kalan parçaları; Atlantik okyanusu, Afrika’nın batı kıyıları, ve Güney Amerikanın doğu kıyılarını göstermektedir..
Topkapı Sarayı müzeye dönüştürülürken ortaya çıkan Piri Reis’in Dünya Haritası, zamanla dünya çapında ün kazanıp bir fenomene dönüşürken, akıllarda da birçok soru işareti bıraktı. Öyle ya, Piri Reis o zamanlar kimsenin bilmediği, kendisinin de gidip görme ihtimali olmayan Amerika Kıtası’nı nasıl bu kadar kusursuz çizebilmişti?
Harita Hakkında Efsaneler
İlk iddia, parapsikoloji meraklısı tarih öğretmeni Charles Hapgood’dan geldi: “Antarktika bir zamanlar ekvatora yakın bir konumda, daha kuzeyde ve daha yaşanabilir bir yerdi. Orada büyük bir medeniyet vardı ve o insanlar yüksek teknolojiyle haritalar çizdiler. Piri Reis, Mısır’a yaptığı ziyaret sırasında bu haritaları bulmuş ve dünya haritasını çizmiş olmalıydı.”
Ne jeolojik ne tarihi hiçbir bilimsel kanıtı olmayan bu tez, hatta ne tezi düpedüz uydurma ve deli saçması olan bu iddiayı anlatan kitap, onlarca dile çevrildi. Ciddi bilim insanları bu iddiaya gülerken, yeni bir şehir efsanesi de yaratılmış oldu.
Bazıları, Amerika’ya hiç gitmediği halde, kıtayı ilk keşfedenin Piri Reis olduğunu söyledi. Mu uygarlığından, Kayıp Kıta Atlantis’e ne kadar magazinsel konu varsa işlendi. O da yetmedi, haritanın, dünyanın uzaydan görünüşü şeklinde çizildiği, çağının çok ötesinde olduğu, olsa olsa uzaylıların yardımıyla bu haritanın çizebileceği dillendirildi.
Bugün ülkemizde “Piri Reis’in Sırları” (şifresi veya esrarı) adıyla yayınlanmakta olan toplama kitaplar, bu tip iddialarla Piri Reis Haritası’na ne yapıp edip bir “olağanüstülük” atfetmeye çalışırken, günü birlik ticarî çıkarlar adına hiç bir bilimsel süzgeçten geçirmeksizin piyasaya sürüldüler.
Peki, bunları bir kenara bırakıp baştaki soruya geri dönelim. Piri Reis o zamanlar kimsenin bilmediği, kendisinin de gidip görme ihtimali olmayan Amerika kıtasını nasıl bu kadar kusursuz çizebilmişti?
Piri Reis haritasını nasıl çizdi?
Piri Reis, haritayı nasıl çizdiğini, haritanın kenarına aldığı notlarda anlatıyor. Bu notlardan öğreniyoruz ki; Piri Reis´in amcası Kemal Reis, bir çarpışmada Colomb´un ilk üç Amerika seferine katılmış bir İspanyol´u esir almış. Piri Reis, esiri sorguya çekmiş ve Kolomb’un seferleri, sahiller, adalar, yer şekilleri, Amerika’da yaşayan yerliler ve gördükleri hayvanlar hakkında malumat almış.(Madde 6). Dahası, İspanyol esirin elinde gittiği bölgelerin harita varmış. Piri Reis, haritasındaki Amerika kıtası ile ilgili bilgilerin neredeyse tamamını bu şekilde elde etmiş.
Yine harita kenarındaki başka bir notta (Madde 9), Piri Reis haritanın derleme olduğunu kullandığı kaynakları sıralayarak açıklamış;
Yani şimdilerde iddia edildiği gibi Astaral seyahatle (ruhun bedenden ayrılıp gezinmesi) çizilmemişti bu harita. Gerçi burada Piri Reis’in de biraz kabahati var. Kitab-ı Bahriye adlı eserinde, haritasını derlerken, Ortadoğu ve Akdeniz kıyılarını gösteren antik bir haritadan faydalandığından söz ediyor. Piri Reis, gemilerin ilkel ve denizciliğin geri olduğu antik çağlarda çizilen bu haritanın insana, cinlere, kuşlara ve rüzgara hükmettiğine inandığı Süleyman Peygamber tarafından çizildiğine inanıyordu.
Yanlışlar-Kusurlar
Piri Reis’in ilk dünya haritası kusursuz ve zamanının ilerisinde değildi. Aksine Batılı denizcilere göre istihbarat ve harita edinmesi daha zor olan Piri Reis, bu dezavantajı yüzünden bazı büyük hatalar da yapmıştı. Brezilya sahilleri kusursuz bir şekilde çizilmişken diğer kısımlarda ciddi hatalar vardı. Mesela Virgin adaları Piri Reis haritasında 2 kere çizilmişti.
Piri Reis’in II. Dünya Haritası
Piri Reis’in, 1528’de hazırladığı ikinci Dünya haritasının kuzeybatı köşesi günümüze ulaşmıştır.
Bu haritada; Orta Amerika, Kanada’nın kuzeydoğusu, modern Amerika Birleşik Devletleri’nin Atlantik’e bakan Florida eyaleti ve Grönland gösteriliyor. Piri Reis bu haritada doğruluğundan tam olarak emin olmadığı yerleri beyaz bırakmıştı.
Amiral’in Kanuni Sultan Süleyman’a armağan ettiği harita, Piri Reis’in ilk haritasıyla beraber bugün Topkapı Sarayı’ndadır.
İlk haritada bulunan bazı hayali adaların bu haritada yer almaması, ilk haritanın aksine Bahama, Antiller, Haiti ve Küba’nın oldukça doğru çizilmesi, Yengeç Dönencesi’nin çizilmiş olması, Amerika kıyılarının daha da isabetli çizilmesi, Piri Reis’in birincisinden daha doğru bir harita çizmeye çalıştığını ve Kolomb’dan sonra yapılan yeni keşifler hakkında istihbarat alıp bunları haritalarına işlediğini kanıtlıyor.
Piri Reis’in Denizcilik Tarihimiz için Önemi
Bütün bunları Piri Reis’i kötülemek için anlatmadım. Aksine safsatalar, söylentiler ve efsanelerle Piri Reis’i yüceltmeye çalışırken aslında ismini kirletiyorlar. Gerçekleri söylemek, yaşamış en büyük Türk denizcisi olan Piri Reis’e karşı bir borcumuzdur.
Keşifler çağında, denizcilik tarihi ve coğrafi keşifler açısından tarihin en büyük çekişmesi yaşanırken, kimsenin tam olarak bilmediği toprakların haritaları çok değerliydi. Dünya tarihi yeniden şekillenirken, yeni topraklar hakkındaki bilgiler ve haritalar, bir yandan yüksek paralara alıcı buluyor, aynı zamanda da hırsızlık ve casusluk gibi faaliyetlere de sıkça maruz kalıyordu.
Piri Reis, coğrafi keşiflerin ehemmiyetini anlamış olacak ki; yıllarca istihbarat kovaladı, çok kıymetli haritalar edindi. Kendi denizcilik ve kartografya bilgisiyle en doğru haritayı çizmeye çalıştı.
En az çizdiği dünya haritaları kadar önemli bir eseri daha var Piri Reis’in; Kitab-ı Bahriye.
Bu eser iki açıdan çok önemlidir. Birincisi, denizciler için temel teknik bilgiler verilir. Fırtınalar, pusula, yıldızlarla yön bulma, okyanuslar, ve onları çevreleyen kara parçaları anlatılır, Avrupalı kâşiflerin seyahatleri hakkında bilgiler verilir.
En az çizdiği dünya haritaları kadar önemli bir eseri daha var Piri Reis’in; Kitab-ı Bahriye.
Bu eser iki açıdan çok önemlidir. Birincisi, denizciler için temel teknik bilgiler verilir. Fırtınalar, pusula, yıldızlarla yön bulma, okyanuslar, ve onları çevreleyen kara parçaları anlatılır, Avrupalı kâşiflerin seyahatleri hakkında bilgiler verilir.
İkincisi, Akdeniz`de yüzlerce ada, kıyı, kent ve liman ayrıntılı bir şekilde haritalarla anlatılmıştır. Kitab-ı Bahriye’de 210 farklı harita kullanılmış, Her bir liman ve kıyının su derinlikleri, demir atma yerleri, kıyı bitki örtüsü ve içme suyu imkanları not edilmiştir. Dahası her şehrin; halkı, kültürü, politik güç dengeleri hakkında ayrıntılı bilgiler verilmiştir.
Kitab-ı Bahriye; hem denizciler için önemli bir harita-kılavuz kitabı, hem de benzersiz bir Akdeniz Seyahatnamesidir.
Kitab-ı Bahriye’deki Avrupa Haritası
Piri Reis’in İstanbul Haritası
Piri Reis’in Hayatı
Gerçek adı Muhyiddin Piri Bey olan Piri Reis, korsanlıkla başlayan macerasına Osmanlı Donanmasına katılarak devam etmiş, Osmanlı bayrağı altında İspanya, Venedik ve Cenevizlilere karşı birçok deniz muharebesine katılmıştı. Sapienza (1499) ve Modon’da (1500) Venediklilerle savaşmış, (1517)’de Mısır’ın fethinde, (1523)’teki Rodos kuşatmasında görev almıştı.
Piri Reis, 1552’de Hint Okyanusunda görevlendirilen Piri Reis, Portekiz hakimiyetindeki limanlara akınlar yaptı ve ganimetler kazandı. Lakin kazandığı yüklü ganimetleri çok güçlü bir donanmayla üzerine gelen Portekizlilere kaptırmamak ve hakkında çıkartılan “Padişahın emrine itaat etmedi” ve “Portekizlilerden rüşvet aldı” iftiralarını yalanlamak için, donanmasını Basra körfezinde bırakıp üç kadırgasıyla Kızıldeniz’e geldi.
Bu iftiraların yayılmasında büyük payı olan Basra Beylerbeyi Kubad Paşa’nın Divân-ı Hümâyûn’a gönderdiği raporlar yüzünden, 86 yaşındaki Piri Reis, ihanet ve emre itaatsizlik suçuyla, Kahire’de, boynu vurularak idam edildi.
|
|
|
Okuyanın Geleceği Gördüğü İddia Edilen Büyü Kitabı: Necronomicon |
Yazar: Emka - 10-06-2016, Saat: 05:39 - Forum: BÜYÜLER
- Yorum Yok
|
|
Abdul Alhazred adında M.Ö. 8. yy'da yaşadığı blinen bir arab bilgini on yıl boyunca çölde gezerek eski günlükler bulmuştur. Bu günlüklerle ölüler diyarı ile iletişim kurduğunu söylemiş "Al Azif" daha çok bilinen adıyla ise Necronomicon isimli kitapta anlatmıştır. Diğer bir görüş ise kitabın gotik edebiyat yazarı Lovecraft'ın bir kurgusu olduğu...
gerçek bir büyü kitabı. Arab'ın kitabı, ölülerin çağrı kitabı, ölü isimlerin kitabı, çıldırtan kitap gibi birçok isim takılmış olan mistik bir kitap. Yazarının adı el hazret ya da el azif. şanlı bir arab kendisi.Bazılarına göre hiç var olmadığı , birileri tarafından insanları korkutmak için uydurulduğu ;bazılarına göre ise var olduğu fakat yerini kimsenin bilmediği bir kitap. Yedi cilt ve 900 sayfanın üzerinde olduğu söyleniyor. m.s. 700 yılında şam'da yazıldığı biliniyor.
yazar el hazret:
iskenderiye'den pencap'a kadar dolaşan.çok okuyan. onlarca dil konuşup öğrencilerine gezip dolaştığı yerleri anlatan. metodları heredot'u hatta bruno'yu anımsatan bir kişidir..
nostrodamus'un ünlü "yüzlükler" inin ilk iki dörtlüğünde anlattığı metodunun kaynağı uzmanlara göre necronomicon'dan alınmıştır.
kısacası necronomicon geleceği görmenin yollarını da anlatıyor. belki bu sayede nostradamus geleceği görebilmiştir.
el hazet'e "çılgın arap" da denirmiş bunun nedeni onun geleceği görmesi ve artık yaşadığı çağa uyum sağlayamaması gösteriliyor.yunanlı platonist filozof proclus (ms 410-485) astronomi , felsefe , matematik , metafizik uzmanıydı ve kullandığı büyü yöntemleriyle heketa adlı mitolojik tanrıyı görebildiğini yazıyordu.
proclus eski mısır ve kalde gizem öğretilerinden yararlanmıştı ve proclus'un yazılarının tamamen el hazret'in eline geçtiği ve necronomicon'da bunları da yazdığı söylenmekte.işin ilginç yanı hiçbir arap kaynağında necronomicon adı geçmiyor. araştırmacı tarihçi idris şah kitabı hindistan'da deobound mısır el azhar ve mekke'de kitabı araştırmış fakat başarılı olamamış. 1487 tarihli latince bir belgede dominikan rahip olaus wormius imzasıyla engizisyonun ölümcül ismi kara papaz torquenmada'nın ispanyol yahudilerine zulmederken;necronomicon'u ele geçirdiği ve italyanca'ya çevirttiği belirtiliyor.
wormius'a göre kitap son derece tehlikeli ve okuyan insanı etkisi altına alıyor.içindeki bazı bölümlerin de tevrat'ın yaradılış bölümü'ndeki gizli şifreli bölümlerin açıklamaların bulunduğu ve bunları anlamanın sonucunda da insanı çıldırtacağı belirtiliyor.wormius , kitbın bir kopyasıonı ele geçirmiş olmalı ki spanheim başrahibi johann trithein'a yollamış. wormius kitap hakkında şöyle diyor "çeviriyi yaktım , bu tanrı'ya küfürdü , gerçekler çok fazla ortaya çıkıyordu insanlar buna hazır değiller daha çok zaman gerekiyor..."
ama başka kaynaklar kitabın yok olmayıp vatikan'a yollandığını yazıyor.1586'da wormius'a ait kopya prag'da ortaya çıktı.ünlü ingiliz majisyeni ve büyücüsü dr.john dee ve asistanı edward kelly bu kez necronomicon'u ele geçirdiler.söylendiğine göre kelly ve dee "necronomancy" denen ölüleri kaldırma ayinlerine o zaman başladılar.ama bir bomba daha vardı kitapta simya yoluyla altın yapma yöntemleri de yazıyordu.dr. dee necronomicon'u ingilizce'ye çevirip manchester'de christ's college'e bıraktı.sonra büyük koleksiyoncu .Elias ashmole eliyle oxford'da bodleian library'de yer aldı.şu anda british museum'da necronomicon'un bir kopyasının bulunduğu kayıtlarında yer alıyor.
peki bu kitabın içinde neler var?
tufan öncesiyle ilgili inanılmaz gerçekler var. el hazret kaybolmuş geçmişin içyüzünü anlatırken, tevrat'taki "yaradılış" bölümüyle , mitolojik kaynaklar arasında kesin benzerlikler vardır. tevrat bunları gizlemekte , bugüne kadar yapılan çeviriler aslında kutsal kitabtan çok farklıdır.geniş ayrıntılarla geçmişin ve dinlerin kaynağının içtüzü ve planlanması anlatılıyor.
insan ırkı, dünyadan önce başka bir yerde idi.buna başka kürelerden gelme deniyor. neo-platonist inançlara göre anlatılan dünya benzeri yıldızlarda kendilerine özgü yaşam formları bulunmaktadır.bu yaşam biçimleri kozmik hiyerarşinin evrim çizgisiyle belirlenir.
özel zamanların belirlenmesiyle ve özel semboller kullanılarak, eskilerle ilişki kurulabilir ve onlardan istenilen kozmik bilgiler alınabilir, o zaman geçmişe ve geleceğe hakim olmak mümkündür ama bu tehlikeli bir yoldur çünkü insan taşıyabileceği bilgiyi edinebilmeli ve bunun farkında olmalıdır. ve halk bunları bilmemelidir.
dünyayı zaman zaman pozitif zaman zaman negatif güç alanları etkisi altına almaktadır.bu güç alanı bilinçlidir ve şeytan tanımı aslında bu negatif güç alanı ile ilgilidir.fakat bu güç alanını besleyen gene insandır.
insan ırkını bu gezegende dölleyen güçler bizleri sürekli olarak gözlemektedir.eğer onların planını temelden bozacak bir eyleme giriştiğimiz anda, müdahale edeceklerdir ve bu müdahale eskilerin eskisi denen akılalmaz bir güç boyutunda gerçekleşecektir.
necronomicon'un bilinen kopyaları kayıp görünüyor. bazı kaynaklar adolf hitler'in okkült ilgisi sonucunda kitabın bir kopyasını ele geçirdiğini belirtiyorlar ama sonrası bilinen bir şey fühler'in sonu efsaneye göre necronomicon'dan yararlanmışa benzemiyor. dee'nin bodlein müzesindeki çevirisi 1934'den sonra yok oldu.belkide hitler'e giden kopya oydu.
british museum önceleri çalınmalardan söz ediyordu ama bunun doğru olmadığı anlaşıldı wormius baskısı oradaydı ama nedense kataloglardan silindi ve yeraltı depolarına kaldırıldı.hatta bir iddiaya göre değerli eşyalar klasmanına alınarak 1940'larda kraliyet mücevherleriyle beraber galler'de özel bir şatoya saklanmıştı.sonra tüm dünya kitaplıkları necronomicon ile ilgili kaynakları ve belki de kopyaları saklamak için söz birliği ettiler. necronomicon'un çıldırtması sanıldığı gibi değil bildiğimiz inandığımız her şeyi reddetmesi ve gerçeklerin çok farklı ve belki de çok acımasız olması yüzünden okuyanlar şoka giriyor.
|
|
|
Durugörü Evreleri |
Yazar: Spiritüeller - 10-06-2016, Saat: 02:38 - Forum: DURUGÖRÜ
- Yorum Yok
|
|
Gizli Görü:
Manyetizörlerce bulunan bu terim psişik bir kabiliyeti ifade eder. Keşşaflık anlamına gelen bu olayda, manyetik sujenin, gözleri kapalı olduğu halde etrafdakileri görebildiği anlaşılmıştır. Suje genel olarak somnambül haldedir. Manyetik tedavilerde, bilhassa hastalıkların teşhisinde kullanılmıştır. Bugün buna '' durugörü'' ismini veriyoruz. Gizli görünün ayırıcı özelliği somnambül halinde elde edilmesidir. Durugörü de ise bu hal yoktur ve genel bir anlamdadır. Her uyur gezerde az çok bir gizligörüm vardır. Ancak her durugörür uyurgezer halde değildir.
Kristoskopi:
Saydam olmayan cisimlerin ardını görebilme hissi,
Alteroskopi:
Alman Psikiyatri hekimi Hans Berger, 1924 yılında telepatik olayları incelerken, kendiside birçok normal ötesi olayları yaşayan bir insan olarak, bunlara sebep olacak düşünce dalgalarını ortaya çıkarmaya karar vermişti. Kafatasının bir kısmı zedelenen kazazedelerin beyin elektiriği faaliyetini ölçtü. Çalışmasının sonucunda, beyin hücrelerinde ki faaliyetin anarşik olmayıp, dalgalar yada beyinsel ritimler halinde düzenlendiğini saptadı. İlk olay alfa ismini verdiği dalga oldu. Bu dalga saniyede ortalama, 8- 14 devirde bir frekanstaydı. Amlitüdü ise 100 mikrovolttu. Ritm çok düzenliydi. 1934'de İngiliz Lord Edgar Adrian ve B.C.H. Matthews, Berger'in haklı olduğunu gördüler. Şuurlu bir süjede uniform bir faaliyet meydana gelebiliyordu. Bu ritm '' uyku ve uyanıklık arasında '' bir hale rastlıyordu. Genellikel tam bir duyumsal ve zihinsel dinlenme, sukunet halidir.
Sadece Alfa dalgası değil, 14 hertz den büyük Beta, 4-7 hertz lik Teta, 3 hertzden küçük Delta, dalgaları da keşfedildi. Tıpta, parapsikoloji de, eğitimde bu dalgalarla ilgili geniş araştırma yapılmaktadır.
Metapsişik çalışmalarda iyi telepatlar, kendilerini tamamen gevşek ama dikkatli bir halde tutarlar. Gevşek bir dikkat, mevcut olmayan bir nokta üzerinde konsantre olmak, halinde bulunarak alfa ritmini düzenli olarak üretirler. Telepati ile Alfa ritmi arasında esaslı bir ilişki vardır. D.D.İ olaylarında Alfa ritmi önemli bir yer tutar. Alfa ritmini meydana getirmek pek kolay değildir.
Zihin kontrolü yapmak, hiç birşey düşünmeden sakin bir şekilde dalgalara bakmak, derin gevşeme haline girmek, gözleri alnın ortasında ki bir noktaya yönelterek bakmak ( yogi şaşılığı ) , aynı kelimeyi durmadan tekrarlamak, aynı ritm ve tonda bir sesi dinlemek, alfa dalgalarının meydana gelmesine sebep olurlar. Bir gürültü ve duyusal uyaran karşısında E.E.G cihazında durma reaksiyonu saptanır; Alfa birden durur yerini Beta ya bırakır. Ve sonra yavaş yavaş tekrar belirir. Bu uyaran düzenli olursa, akışkanlık daha çabuk kazanılır ve Alfa rıtmı hıc bozulmadan sürüp gidebilir. Durma reaksiyonu görülmez. Monoton sesler, davul sesleri, mantralar bu akışkanlığa yardım eden öğelerdir.
Zihinde Alfa dalgalarını kolayca meydana getirebilenler olağanüstü kişiler değildirler. Derin gevşeme halini meydana getirenlerde Alfa dalgası daha kolay yayınlanır. Alfa seviyesinde zihinsel tasavvurlar, hayaller ortaya çıkar. '' Yaratıcı Trans'' imajların birbiri art arda davet etmesini kolaylaştırır.
Teleoptik:
Beş duyu ile algılanamayacak uzaklıktaki veya kapalı (dört duvarla çevrili) bir ortamdaki canlı ve cansız nesneleri olayları algılayabilme. “Teleskopi” de denir. Görüş alanının tamamen dışında cereyan eden olayların psişik bir güçle görülmesidir. Örneğin A şehrinde meydana gelen bir olay, B şehrinde anında seyrediliyor gibi, rüyet halinde görülür. Swedenbourg’un Stokhom’deki yangını 250 km öteden seyretmesi buna iyi bir örnektir. Medyomların, ipnotik süjelerin, uzaktaki yerleri, şehirleri, ev içlerini tarif etmeleri teleoptik veya kriptoskopik–teleskopik olaylardır.
Zamansal Durugörü:
Yeteneğin geçmiş veya gelecekteki olayları algılamaya yönelik olması.
Telepatik Durugörü:
Telepati yeteneği ve telepati kullanılarak sağlanan duru görü
|
|
|
1 HAFTA İÇİNDE SONUÇ VEREN SELÜLİT KREMİ TARİFİ |
Yazar: Emka - 10-06-2016, Saat: 02:04 - Forum: SAĞLIK
- Yorum Yok
|
|
Evde kendiniz, bir selülit kremi hazırlamak istiyorsanız endişelenmeyin. Çünkü hazırlamak gerçekten çok kolay. Evde hazırlayacağınız bu krem satın aldığınız kremlerden çok daha etkili olacak. Üstelik uygulamaya başladıktan sonra 7 gün içinde ilk sonuçları göreceksiniz !
Kremin Hazırlanışı:
İçindekiler:
* 100 mL bebe kremi (Marka seçimini istediğiniz gibi yapabilirsiniz)
* 20 damla portakal yağı
* 3-5 damla tarçın yağı
Bebe kremi, sülfat ve paraben gibi zararlı kimyasallar içermediği için güvenle kullanılabilir. Ayrıca ideal miktarda yağ ve su içermektedir. Turunçgil yağları da selülitle savaşan temel bileşenlerden biridir.
6146_homemade-anti-cellulite-cream-first-results-within-7-days-600x400
Hangi turunçgil yağını seçeceğiniz tamamen size kalmış. Portakal, limon ya da diğer turunçgil yağlarından herhangi birini kullanabilirsiniz
Tarçın yağı yalnızca güzel kokmakla kalmaz, aynı zamanda portakal yağı ile birlikte çalışarak sinerjik etki yaratarak selülitle savaşma konusunda güçlü birer kalkan oluştururular.
Kremi hazırlamak için yalnızca aşağıdaki maddeleri izlemeniz yeterli:
100 mL’lik bebe kremini bir kavanoza koyun ve üzerinde 20 damla portakal yağı ve 3-5 damla tarçın yağını ekleyin. Tarçın yağını 5 damladan fazla eklemeyin. İyice karıştırın ve 8-10 saat bekleyin. Sonrasında tekrar karıştırın ve artık selülit kreminiz kullanıma hazırdır.
Her kullanımdan sonra kavanozunuzun kapağını sıkıca kapatmayı sakın unutmayın. Bu kremi 4 hafta boyunca günde bir kez uygulayın ve sonrasında kalan kremi atın ve yeni bir doz hazırlayın.
|
|
|
Yılancık Taşı Nedir? Nelere İyi Gelir? |
Yazar: Emka - 10-06-2016, Saat: 01:59 - Forum: ŞİFALI TAŞLAR
- Yorum Yok
|
|
Şimdi bir taş mı, yoksa canlı mı olduğu senelerdir karar verilemeyen bu taş benzeri canlıyı tanıyalım. Şifalı taşların içinde, hastalıkları iyi ettiği gözle gözlemlenen taş yılancık taşıdır. Yılancık taşı, bir taş gibi sert olmasına karşın, dişi olan yılancık taşlarının doğurganlık özelliği vardır. Bu sayede taşlar çoğalır. Beslendiği gözlenmektedir, Hastanın hastalıklı yerine şifa uykusuzluga iyi gelen taslar için konduğu zaman oraya yapışıp, tedavi etmeye başlaması, taşın canlı olduğunun göstergesidir. Ayrıca iyi korunmadığı zamanlarda, ölüp tüm bu özelliklerini yitirdiği de gözlenmiştir. Bu şifalı taşın ana vatanı, kutsal topraklar olan Mekke’dir. Yılancık taşı, Mekke’ye rüzgarla mı gelmekte, yoksa gökten mi yağmakta tam olarak belirlenmiş bir konu değildir. Eğer bir Yılancık taşına sahipseniz, onu karanlık bir kutu içinde un ve kına karışımı yaparak içinde tutmanız önerilir. 6 ayda bir bu karışım değiştirilmeli. Üzerinde bulunan çizgilerin az ve çokluğundan yılan taşının cinsiyeti belirlenir. Dişi olanları Mart- Nisan ve Ekim – Kasım ayları arasında doğurmaya başlarlar. Her sene olmamakla birlikte genel olarak doğurganlık özelliği vardır. İlk meydana geldiklerinde beyaz veya pembemsi olan taş, şifa verdikçe, negatif enerjiler ile zamanla renk değişimine uğrar. Vakti dolmaya başladığı zaman sertleşmeye ve rengi siyaha döndüğü gözlemlenmiştir.
Yılancık Taşı neye iyi gelir, bundan bahsedecek olursak, vücut üzerinde ağrı olan her bölge için yılancık taşı uygulaması yapılabilir. Kutsal bir taş olduğuna inanıldığı için, ağrılı olan yere taş konur ve kendiliğinden ve kendi iradesi ile o bölgeye yapışması beklenir. Yapışan yılancık taşı vücuda pozitif enerji verirken, ağrıyı yok eder, yenilenmenizi sağlar. Bu mucize olan taştan edinmenizi tavsiye ederiz.
|
|
|
Şifa Taşı Nedir Nelere iyi Gelir ? |
Yazar: Emka - 10-06-2016, Saat: 01:53 - Forum: ŞİFALI TAŞLAR
- Yorum Yok
|
|
Kainat üzerinde yer alan canlı, cansız her türlü varlığın şüphesiz birbirlerine etkisi olduğu bilinmektedir. Şifalı taşlar eski çağlardan beri birçok tedavi yönteminde kullanılmış ancak günümüz Türk kültüründe çok yaygın şekilde yer edinememiştir. Eski Türk medeniyetlerinde de şifa taşı ile hastalıklardan korunduğu inancı vardı. Eski Yunan’da şarap kadehleri bile şifalı taşlardan yapılır, sarhoş olmayı gidericisi bir etkisi olduğuna inanılırdı. Şifalı taşlar ile eski medeniyetler elektrik üretimi bile yapmış, birçok hastalıklarına deva bulmuşlardır.
Şifa taşların etkileri ile ilgili halk arasında birçok batıl inanç bulunmakla birlikte, çoğununda gerçek etkileri olduğu gözlemlenmiştir. Şifalı taşların etkileri tamamen insan deneyimine dayanmaktadır. İnsan deneyimi ise bize en doğru bilgiyi gösteren yoldur. Kimi taşların hastalıklar konusunda şifa verdiği düşünülür, kiminin ise sadece pozitif enerji yayma, nazara ve kötülüklere karşı koruduğunu inancı vardır.
İnsana ruhen ve bedenen şifa veren şifa taşı neye iyi gelir? Bununla ilgili biraz bilgi vermek gerekirse, Günümüzde gerek renkleri ve gerek özellikleri bakımından dikkat çeken şifa taşların arasında, Akik, Ametist, Ay taşı, Kaplan gözü, Kehribar, Lal, Mercan, Safir, Turkuaz, Yakut, Yeşim, Zümrüt gibi taşları örnek olarak gösterebiliriz. Şimdi saydığımız taşları biraz inceleyelim. Akik taşı, insan huzur veren rengi ile bedene sıcaklık verir, hamile anneler ve bebeklerine fayda sağladığı gibi, çocuğu olmayan çiftler içinde yararlı bir taştır. Ametist taşı, uykusuzluğa iyi geldi gibi, göz, alerji, kalp, migren gibi insan hayatına oldukça etkili hastalıkları hafifletici etkisi vardır. Ay taşı, Hindistanda uğur taşı sayılan bir taştır. Oburluğa iyi gelir, nazara karşı koruduğuna inanılır. Kaplan gözü, tasa ve endişeyi azaltır, ve parayı çeken taş olarak bilinir.
Ticarethanelerde muhakkak bulunması gereken bir taştır. Kehribar taşının, boğaz yolunla alakalı, astım, bronşit, tiroit gibi taşlara iyi geldiği bilinir. Lal taşı adet sancılarına, menopoza faydalıdır. Hafızayı kuvvetlendirir, erken yaşlanmayı önler. Mercan taşı, eski dönemlerde öğütülerek akrep ve yılan sokmalarına karşı önlem olarak kullanılmıştır. Sedef hastalığına karşı korur, saygınlığı arttırıcı bir ruh haline sokar. Safir taşının, yanlış davranışları yapmayı engelleyen bir taş olduğu bilinir. Turkuaz rengi bakımı ile en çok dikkat çeken taşlardan biridir. Huzur ve sakinlik verir. Kemik erimesine karşı korur, hücreleri yeniler. Yakut, eşler arası uyumu sağlar, mutluluk verir. Zümrüt taşının , bolluk, bereketlik verirken, sinir, böbrek, kalp gibi hastalıklara da iyi geldiği bilinir.
|
|
|
SHRINERS (ŞRAYNER) ÖRGÜTÜ |
Yazar: Emka - 09-06-2016, Saat: 23:37 - Forum: GİZEMLİ TOPLULUKLAR
- Yorum Yok
|
|
Masonluk ile bazı benzerlikleri ve bir bakıma ilişkileri bulunan, Amerikan kökenli bir iyilik işleri kuruluşudur. Shrıne’ ı diğer ritlerden ayıran öncelikli özelliği, İslami bazlı olması ve Osmanlı İmparatorluğundan birçok alıntıların bulunmasıdır. 2 Üstad Mason`un bir Mısır ziyaretinde oranın kültürü, dini, dili ve tarihinden etkilenmesi ile bu topluluğu kurmaya karar vermesi sonucunda, Shrine (resmi olarak) 1900 lerin başlarında kurulmuştur.
Bu örgüt sıradan bir "iyilik işleri derneği" değildir; kendine özgü ritüelleri olan bir ezoterik kuruluş niteliği de taşır. Tam adı "Ancient Arabic Order of Nobles of the Mystic Shrine" (Gizemci Türbe Soylularının Eski Arap Tarikatı) şeklindedir. Temel amacı, hastanelere yardım sağlamak olup, çalışmaları özellikle bedensel sorunu olan çocuklara yönelmiştir. Ancak sonradan yanık hastaneleri de kurmuş, genetik üzerine yapılan çalışma ve araştırmalara da destek vermişlerdir. Önceleri bu örgütün üyesi olabilmek için, Eski ve Kabul Edilmiş İskoç Riti'nin 32. derecesini ya da York Riti'nin son derecesi olan Tapınak Şövalyesi derecesini almış bulunmak ön koşuldu. Günümüzde ise üstat derecesini almış bulunan masonlar bu örgüte kabul edilebilmektedir. Şraynerlerin girişim ve organizasyonları öyle yaygın ve başarılıdır ki; günümüzde bu örgütün aslında ezoterik nitelikli bir tarikat olduğu âdeta unutulmuş gibidir. Örgütün çalışmalarıyla kamuoyunda topladığı beğeni, birçok kimsenin Şrayner olmayı arzulamasına yol açmıştır. Nitekim birçok Amerikalı, Masonluğa da Şrayner olabilmek amacıyla girmektedir.
Localarının isimleri genellikle İslami ağırlıklıdır. Al-Koran, Al-Kader, Nur, Medinah vb. Öğretileri; Osmanlı ve İslam kaynaklı olup tasavvufi bilgiye önem verirler. Hastanedeki çocukları gene kendileri eğlendirirler. Partiler düzenlerler. Müzikler çalarlar. Palyaço kıyafetleri giyerler. Çocuk arabalarına, oyuncak uçaklara binerler.
|
|
|
Bitki Çayı İçerken Dikkat Edin ! |
Yazar: Emka - 09-06-2016, Saat: 18:04 - Forum: SAĞLIK
- Yorum Yok
|
|
Ege Üniversitesi (EÜ) Eczacılık Fakültesi Farmakognozi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bijen Kıvçak, yaptığı açıklamada, ilaç kullanan kimselerin, bitki çayı içerken hekime danışmalarının son derece önemli olduğunu vurguladı.
Hastaların, kullandıkları ilaçlarla etkileşmeyen bitki çayı içmeleri gerektiğini belirten Prof. Dr. Kıvçak, ``En fazla tüketilen papatya ve ıhlamur gibi çayların bile çeşitli ilaçlarla etkileşimi vardır. Bitkinin içindeki etken madde ve kullanılan ilacın etkileşimi mutlaka hekime sorulmalı, hekim de eczacıya danışmalıdır. Örneğin, ısırgan tohumunun yararları kadar gizli kalp yetmezliği olan kimselerde kalp krizini tetikleyici bir yan etkisi vardır. Bu gibi durumların önüne geçmek için hasta, hekim ve eczacının işbirliği şarttır``dedi. Prof. Dr. Kıvçak, bitki çaylarının Sağlık Bakanlığı`nın denetiminde üretilmesi gerektiğini de ifade ederek, ``Bitkiyi toplayan kişinin ne kadar ehil olduğu, bitkinin nereden toplandığı ve hangi koşullarda kurutulduğu önemlidir. Başta egzoz gazı olmak üzere çeşitli dış faktörler nedeniyle bitki, şehir merkezinden toplanmamalıdır.
Bitki, egzozun yaydığı ağır metalleri çektiği için bu durum çok tehlikelidir`` diye konuştu. Bu kriterlere dikkat edilmeden üretilen ve Sağlık Bakanlığı`nın onayı olmayan bitki çaylarının tüketilmemesi gerektiğini bildiren Prof. Dr. Kıvçak, özellikle son dönemde oldukça popüler bir bitki olan keten tohumunun yaygın kullanımında da yanlışlıklar bulunduğuna dikkat çekti.
Prof. Dr. Kıvçak, ``Keten tohumu genellikle dövülmüş şekilde satılıyor. İçeriğinde sabit yağ, değişik asitler ve omega yağları içerdiği için bu bitkinin ezildikten sonraki iki günde tüketilmesi gerekir. Aksi takdirde mide ülseri ve kanser gibi tehlikeli hastalıklara yol açar. Bu yüzden ezilmemiş olarak alınıp tüketileceği zaman ezilmelidir. Ayrıca keten tohumu bitkisinin, halk arasında sanılanın aksine zayıflatıcı özelliği yoktur. Sadece bağırsak mekanizmasını harekete geçirerek metabolizmayı hızlandırır``dedi
BİTKİ ÇAYINI İLAÇLA İÇMEYİN !
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fazilet Aksu, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bitkisel ilaçlar ve çayların, alternatif yöntem olarak görülmesinin yaygınlaştığını, ancak tedavide bilimsel ilaçların etkinliğinin tartışma götürmez olduğunu belirtti.
Aksu, özellikle kış aylarında tüketimi artan bitkisel çayların vücudu dinlendirici ve rahatlatıcı etkisinin olabileceğini, ancak bunların bazı tıbbi ilaçlarla ters etkileşim yaptığının da unutulmaması gerektiğini vurguladı.
Tıbbi ilacın bir başkasıyla veya bitkisel çaylarla aynı anda kullanılmasının ters etkileşim yaratabileceğine dikkati çeken Aksu, özellikle kronik rahatsızlığı bulunan, sürekli ilaç kullanan kişilerin, bitkisel çayları tüketirken mutlaka doktora danışmaları gerektiğini ifade etti.
Bitkinin içindeki etken maddeler ile kullanılan ilacın etkileşiminin mutlaka sorgulanması gerektiğine işaret eden Aksu, şunları söyledi:
“Aksi takdirde, bazı bitkisel çaylar kandaki pıhtılaşma mekanizmasını bozabilir, kanama riskini artırabilir. Bunun yanı sıra bitkinin toplandığı yer ve tazeliği de çok önemli. Bu nedenle bu çaylar, Sağlık Bakanlığı kontrolünde satılmalı ve poşette son kullanım tarihi mutlaka bulunmalı.”
Aksu, bitkisel çay içmeleri risk taşıyanlara, kış aylarında vücutlarının savunma mekanizmasını yükseltmek için C vitamini deposu olan narenciye, lifli besinler ve demir içeriği yüksek kuru meyveler tüketmeleri ve bol su tüketmeleri önerisinde bulundu.
AKTARLARIN GÖZDESİ
Bu arada, kış mevsimi nedeniyle grip ve soğuk algınlığı başta olmak üzere kış hastalıklarına karşı önlem almak isteyenler ıhlamur yaprağı başta olmak üzere kuşburnu, ada çayı ve zencefili adeta can simidi olarak görüyor. Aktarların gözdesi olan bu ürünlerin büyük bir bölümü çuvallara doldurulup açıkta satılıyor.
Aktarlara göre, en fazla tercih edilen ise ıhlamur yaprağı ve kuşburnu karışımına, demleme yöntemiyle ada çayı ve zencefil eklenmesiyle oluşturulan bitkisel çay.
|
|
|
|