Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Forum İstatistikleri |
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065
Detaylı İstatistikler
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 933 kullanıcı aktif » 1 Kayıtlı » 932 Ziyaretçi ceylaninreallife
|
Son Aktiviteler |
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 337
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 308
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,014
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,139
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,081
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,007
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,151
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,524
|
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,287
|
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,173
|
|
|
İNKA, MAYA, AZTEK VE TÜRK ORTAK KÜLTÜRÜ |
Yazar: Spiritüeller - 20-06-2017, Saat: 22:16 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Asya’da uygarlık yaratan Türkler ile Amerika kıtasında yaşayan eski uygarlıklar Maya- Aztek- Olmek uygarlıkları arasında sembollerle başlayan benzerlik, bir sürü konuda şaşırtıcı noktalara ulaştı.
Asya’da Hitit Güneşi olarak bilinen sembolde ki TENGRİ (yani evrenin her yerindeki tanrı) ile Maya ve Aztek tanrısı Quetzalcoatl ‘ın sembolü arasındaki benzerlik karşılaştırmaya değer. Hele bu tanrının adını “kutsal katlı” olarak okuduğumuzu düşünürsek anlamsal ve sembolik benzerlik iyice artar. (Kutsal katlı, Tengri ile aynı anlamdadır)
Maya ve Aztek tanrı isimlerinde Türkçe ile başka hoş benzerlikler de mevcuttur.
Chac: Yani “Çak” Mayaların yıldırım ve şimşek tanrısıdır. Çak şeklinde okunan bu sözcük halen bile dilimizde “Şimşek çaktı” şeklinde varlığını sürdürmektedir.
Kinich Ahau: Maya güneş tanrısıdır. Kinich veya Küniş, Türkçe “Güneş” kelimesi ile neredeyse birebir aynıdır. Eski Türk inancında “Künhan” Güneş-Han adı kutsal güneşe verilen isimlerden biridir. Ahau ile Han sözlerinin yakınlığı ise dikkat çekicidir.
Xiuhtecuhtli: ateş ve zaman tanrısıdır, çifte göreve sahiptir ve çifte kutlu olarak okunabilir.
Tezcatlipoca: Tez = hızlı, Katlı = Kat eden (hareket eden) ve B den P ye dönüşümle Bora sözü “poca” şeklini almış olabilir. Tezkatlıbora rüzgâr tanrısıdır.
Xochiquetzal: Güzellik ve çiçek tanrıçası idi. Burada “quetzal” sözünün kutsal olduğunu Xochi’nin çok olduğunu kabul edersek bu durumda “Çok kutsal” adı ortaya çıkmış olur.
Aşağıda sıralanan Kızılderili dilinde kullanılan kelimeler ile Türkçe arasındaki benzerlikler gerçekten dikkat çekici.
Yat-kı: yatılan ev
Tamazkal: Hamam, temiz kalmak
Yanunda: yanında
T- sün: uzun
Misssigi: Mısır
Tepek: tepe
Hu: selam
Türe: töre
Tete: dede
Atış-ka: ateş
Aş- köz: yemek
Yu: su
Yu-mak: yıkamak
Köç: göç
Tekun: tekin
Atağ: ata
Yaşıl: yeşil
Çakira: çakır
Kün: Gün
Atapaskan: Kızılderili kabilesinin adı
Ata-Hualpa: Son Maya kralının adı
Kalakmul, Uaxactun, Kopan: Maya şehirlerinin isimleri.
Kızılderili kelimeleri ile Türkçenin karşılaştırıldığı bu birkaç örnek dışında Fransız dilbilimci Dumesnil, Kızılderililerin kullandığı 320 kelimenin Türkçe ile aynı olduğunu tespit etmiştir. Tarihçi Ord. Prof. Denis Sinor’ un araştırmalarına göre, töre, kültür, inanış, din, semboller, dil ve gelenekler arasında çok ciddi benzerlikler mevcut. Bazı bilim adamı ve tarihçilere göre genetik incelemelerde de ciddi kanıtlar tespit edilmiştir. (Gen araştırmaları etiklik açısından genellikle gizli yapıldığı için kaynaklarımız sınırlı ne yazık ki.)
Tarihteki araştırmalara göre Kızılderili gelenekleri ile Türk gelenekleri arasında aşağıda listelenen benzerlikler tespit edilmiştir. Tork isimli, hilal şeklinde kolyeyi tıpkı Torkom’lar gibi Bozok kabileleri olan sarışın Kızılderili kabilelerinden Navajo’lar, Şanı’lar, Ocibya’lar kemikten yapılmış olarak boyunlarına takmaktadırlar. Bu “Tork”ları, Çokta Kızılderilileri hilalin ortasına yıldız koyarak göğsü kaplayan geniş bir Ay yıldız kolye olarak kullanırlar.
Mayalar kendi dillerine aynı bizim ifademizle Mayanca demektedirler. Maya’ların Orta Amerika’daki önemli yerleşim yerlerinden olan “Yuka-tan” isminin Türkistan’ın Yok-Tan bölgesinden gelme olduğu anlaşılmıştır. Bu bölge Sümer Türklerinin Mezopotamya’ya göçmeden evvelki yerleşim sahası idi…
Bir diğer Maya lehçesinde BİZ için OGH sözcüğü kullanılıyordu. Bu sözcük de Ön-Türkçedir. Çünkü Asya kökenli Türk boylarına On-OK, Boz-Ok, Üç-Ok dendiğini biliyoruz. Buradaki OK sözcüğü BİZ demek olup topluluk ve boy anlamını aktardığı gibi, yönetici kişinin de kendine OKH olarak hitap ettiğini görüyoruz. Kızılderili yöneticiler beyazlarla karşılaştıklarında sağ ellerini kaldırıp OGH veya UGH derlerdi. Yani “Yönetici olan ben (biz) seni (sizi) selamlıyorum”.
Tahiti adasına ayak basan Kaptan Cook Kızılderililerin başlarına taktıkları çiçekten başlığa Türk adı verdiklerini 1769 yılında tespit etmiştir.
Fiji adalarında Rotuma yerlilerinin dillerinin Altaik dil olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca Endonezya adalarının dillerinin de Altay dillerinden olduğu anlaşılmıştır.
Doktor kelimesi yerine Ah-men, kırık çıkıkçıya Kak-bak, şifacı hekime Ah-bak, çocuk doğurtan ebeye ilk-alan-zah derlerdi. Bütün Altaylılar gibi Kızılderililer birbirlerine amca, baba, teyze, hala, ağabey diye hitap ederler. Maya Kızılderililerinde 1878 yılında el öpme âdeti tespit edilmiştir.
Mohavk Kızılderilileri uzun eşek oyunu da dâhil 12 Anadolu oyununun 11 tanesini bilmektedirler. Güreş ise bütün Kızılderili kabilelerinde dua ile başlanılan en önemli ata sporu olarak tatbik edilmektedir.
Anadolu Türklerinin parmaklar arasına sicim gererek oynadıkları sicim oyunu Atapaskan ve Keçuva kabilelerinde de oynanmaktadır. Üstelik figürler ve isimler de aynıdır. Eğer Anadolu’da bir figüre yıldız deniliyorsa, Kızılderililerde de yıldız denmektedir.
İnka’lar kök sülalesine “Ay-ullu” yani ulu soy demekle beraber, kendi yöneticilerine Kur-Hakan demekteydiler.
İnka’lar çocuklarına bir kahramanlık gösterene kadar ad vermezlerdi. Ad verme işlemi merasimle yapılırdı bir kişi ölene kadar bir düzine ad ve nam sahibi olabilirdi. (Dede Korkut Hikâyelerinden Boğaç Han’ın hikâyesini hatırlatıyor.)
İnkalar Kapaktokon Efsanesi ile birbirlerine büyük benzerlik gösteriyor. Manço Kahan’ın (Kapan’ın) atası Atay (Atav) bir felaketten tek başına kurtulur. Kayalarla kapalı bir mağaraya sığınır. Bir kurt “Er- Ak- Koca” nurlu bir tas verir. Atay bununla kayaları eritir ve kavminin başına geçer. Cihangir bir devlet kurar. Bunun yanında Kırgızların Yaratılış Efsanesi ile Türk asıllı Finlerin Kalavela Efsanesi kelime kelime Kızılderililerin efsanesiyle aynı. ( Ergenekon Destanı )
Kına yakma bütün Kızılderili kabilelerinde, Anadolu ve Orta Asyalı Altaylılar gibi uygulanmaktadır. Beşik kertmesi töresi aynı şekilde yaygın bir töredir.
Loğusa kadın bütün Altaylılar gibi kutsal sayılırdı. Loğusanın kırkını yaparlardı. Ölülerini bütün Altaylılar gibi, silahları ve atı ile birlikte “Kur-gan”lara gömerler. Kan davası bir töre olarak uygulanırdı.
Mayalar ölüm yıl dönümünde Yıl aşı verirler, cenaze törenlerinde erkekler yüzlerine kara boyalar sürerlerdi.
Toltek Kızılderililerinin gebelik ve bereket tanrısı Tez Katlı Poka ( Tez katlı boğa )dır. Kızılderililerde cennet ve sırat köprüsü kavramı vardır. Cennete Vakui ( Akui – Altından ırmaklar akan yer ) derlerdi.
Siu Kızılderilileri’nin 1870 yılı sonlarında Papıti, Muhave, Kalamat, Şoson, Irok gibi kabilelerinde “ Hu ” çekerek
Bektaşi semahlarına benzeyen ayinler yaptıkları tespit edilmiştir.
İnkalarda Kopuz benzeri bir saz kullanıldığı tespit edilmiştir. Aztek ve Mayalar Ç-şıra ( şıra ) isimli içki içerler. İnkalar ise bu içkiye Çira derlerdi.
Tüm bu Asya kökenli diller Türkçe ile ilgilidirler. Hepsi de ortak bir kök dilden türemiştir. Bu kök dile Ön-Türkçe de diyebiliriz. Fakat Rus dilciler bu kök dile Nostratik demeyi uygun bulmuşlardır.
Nostratik hakkında pek çok yayın vardır. Fakat ne yazık ki, bizim yerli dilcilerimiz Ön-Türkçe üzerine asla eğilmemekte bu konuda araştırma yapmadıkları gibi, yapanları da küçümseyip alay etmektedirler.
Bu ilgiyi veya ilişkiyi bulup çıkarmak hem hoş bir uğraş olmakta, hem de dünya dilleri hakkında daha derin bir bilgi elde etmemizi sağlamaktadır.
Örneğin, “Maya” sözü Türkçe “kök, asıl cevher” anlamına gelir. Bira mayası, ekmek mayası hepimizin bildiği sözlerdir. Şu halde Maya kültürü Ön-Türkçe “Kök kültür” anlamına gelmektedir.
Keza, “Aztek” adı da Az-tek şeklinde iki heceye ayrıldığında “Az fakat tek olan” yani kendine has olan bir kültür anlamını taşımaktadır. Az sözcüğü z-s dönüşümü göz önüne alındığında ASYA sözünde vardır. Asya sözü de “Az-öyü” demek olmaktadır. Öyü sözü “yerleşim bölgesi” demek olup bugün kullandığımız “köy” sözü “OK-öyü” (Ok’ların yerleşim bölgesi) olmaktadır.
OK adı Ön-Türklerin kendilerine ve kendi yöneticilerine verdikleri bir isimdi. Bu konu oldukça derin bir araştırma konusu olduğundan daha ileride söz edeceğim.
ATAPASKAN dil gurubunun adı da Ön-Türkçe olarak Ata-Başkan şeklinden başka bir şey olmadığı görüşündeyim. Dilciler bu tür benzetmeleri küçümserler ve hep “tesadüf” olarak göz ardı ederler. Oysaki tesadüfler pek çok olunca artık tesadüf olmaktan çıkarlar. Son Maya kralının adı da Ata-Hualpa idi. Hualpa sözü Hu-Alp ( Yüce ) anlamını taşır. Kuzey Amerika’da yaşayan ve halen varlığını sürdüren bir diğer gurubun adı ANASAZI’dır. Bu dil gurubunu da Ön-Türkçe Ana-Sözü ( anadil ) şeklinde ayırdığımızda anlamı apaçık ortaya çıkmaktadır.
Maya kültürünün kendi şehirlerine verdikleri isimlere bir bakalım. Bunlardan bazıları: Tikal, Palenque, Kopan, Kalakmul, Uaxactun ve Altun-Ha şehirleri veya daha doğrusu yerleşim merkezleridir. Şimdi sırasıyla bu yerleşim adlarını inceleyelim:
Tikal: “ Teki l” yani kendine has olan, tekil olan demek olmaktadır. Çünkü “Tik” kök sözcüğü Ön-Türkçe olup “tek” demektir. Tek sözünü Kızılderili dillerde TİK olarak buluyoruz. Yunanca işaret parmağına ‘Dahtilo’ denir ki bu da TİK =>TEK =>TAH =>DAH dönüşümü ile oluşmuştur. Daktilo dediğimiz alet “parmaklarla çalışan” demektir. Latince TE (sen) ‘ikinci tekil kişi’ demektir. Burada da işaret parmağı ile gösterilen ikinci şahıs anlamı vardır.
Palenque: P sesinin aslı B sesidir. Yani Palenk şeklinde okunan bu şehir adı “Barık” sözünden dönüşmüştür. Ayrıca R ile L dönüşümü de çok yaygın olduğu bilinmektedir. Barık, ise “Barınak”, yani “konumlu yer” demek olmaktadır. Asya kıtasının Türkler tarafında ilk kurulmuş yerleşim bölgesinin adı “Başbarık” , yani “Baş-yerleşim yeri” idi. Baş yerleşim ise bugünkü dilde “baş-şehir” olmaktadır. Zamanla Başbarık, “Beşbarık” ve “Beşbalık” olmuştur. Oysaki ne beş ile ne de balık ile hiçbir ilgisi yoktur.
Kopan: Bu şehir adı da halen bugün bile kullandığımız “kopan” (ayrılan, merkezden kopan) anlamını taşır. Anlaşılan bu şehir asıl Maya bölgesinden coğrafi olarak ayrı bulunduğu için Kopan adını almıştır.
Kalakmul: Bu adı da ikiye ayırıp Kalak-Mul şeklinde okumak gerekir. “Kalak” sözü “kalalım” anlamını taşır. Nasıl ki “alalım” sözü “alak” idiyse, “kalalım” da “kalak” idi. “Mul” ise M nin yine B ile olan ilişkisinden ve L ile R dönüşümünden Mul sözü “BUR” yani “burada kalalım” demek olduğunu sanıyorum. Ancak bu yaklaşımın doğruluğu araştırılmalıdır.
Uaxactun: Bu isim “uzaktın” ve daha doğru şekli de “uçaktın” olsa gerek. Çünkü X harfi genelde Ç sesi ile okunur. Uçaktın, derken uçmak kastedilmiyor. “Uçak” Uçta olan, uzakta olan kast ediliyor.
Altun-Ha: Bilindiği gibi altın sözü ile “Ha” (yüce, kutsal) sözünün birleşimi var bu isimde. Hakan, Hazret, Hakk sözlerinde hep bu Ha kökü bulunmaktadır. Ayrıca Maya dilinde Han “bir” demektir.
Ön-Türkçe’den türeyen dil guruplarından Proto-Maya dili sadece bir tanesidir. Diğer önemli guruplar: Eurasiatic olarak adlandırılmış olan büyük dil gurubuna Altay, Ural, Hind-Avrupa, Na-Dene ve Dravidian dil gurupları girer. Ayrıca Afroasiatic adı ile bilinen kuzey Afrika ve Mezopotamya dil gurupları arasında Sümer, Babil, Asur, Hitit, İskit, Hami ve Sami dilleri girer. Bunların da kökeni Ön-Türkçe’dir.
İlginç bir dil ilişkisi olarak Asya dilleri olan Çin-Tibet dilleri ile bazı Kafkas dillerinin, Bask ve Buruşaski dillerinin ve Kuzey Amerika dil gurubu olarak bilinen Na-Dene dillerinin yakın akraba oldukları gerçeğidir. Ayrıca Bask dili ile kuzey Afrika Berber ve Tuareg dilleri arasında ilişkiler gösterilmiştir.
Burada Maya dillerinden Bazı Maya sözcüklerini ve onların parantez içinde Türkçe karşılıklarını sunmak istiyorum. (Kaynak: Saim Ali Dilemre “Genel Dil Bilgisine Bakış, Birinci Kitap”)
Ahau (ağa, yönetici), Baat (balta), Ça (çam), Çetun (çetin), Çol (çolak), Kutz (kuş), İçil (içinde), İş (dişi), Kaşnak (kuşak), Kin (gün), Kiniş (güneş), Kişe (kişi), Koça (koca, büyük, yaşlı), Kul (kul), Naa (ana), Na (ev), Ol (olmak), Tamazkal (hamam), Tepek (tepe), Top (toplamak), Toz (toz), Tul (tolu, dolu), Tulan (dolgun), Tup (dip), Tzekel (çakıl), Ueez (uyuz), Uiş (işemek), Ul (Ulaşmak), Uy (oy), Yaş (taze, yaş), Yaşıl (yeşil).
Size hem anlam hem de telaffuz olarak çok yakın olan tam 31 sözcük sundum. Maya halkının binlerce yıl önce Asya kıtasından Amerika kıtasına göç ettikleri düşünülürse bu kadar sözcüğün halen ortak olması tesadüf ile açıklanamaz. Anlaşılan odur ki Proto-Maya dili Ön-Türkçe’dir. Sadece dil ilişkileri değil, aynı zamanda genetik araştırmalar bu ilişkiyi kanıtlamaktadırlar.
|
|
|
ZİHİNDE CANLANDIRMA TEKNİĞİ |
Yazar: Spiritüeller - 20-06-2017, Saat: 21:49 - Forum: Zihin
- Yorum Yok
|
|
Geçmiş yıllarda sporculardan, yarışlara başlamadan önce yapacakları işi tüm detaylarıyla zihinlerinde canlandırmaları istenmiş. Sanki gerçekten yarışıyormuş gibi… Böylece bu tekniği uygulayan sporcuların daha başarılı oldukları gözlemlenmiş. Peki ne dir bu Zihinde Canlandırma Tekniği.
Zihinde Canlandırma Tekniği Nedir ?
Zihinde Canlandırma Tekniği ile zihinde gerçekleştirilen olay her ne olursa olsun, beynimiz sanki gerçekmiş gibi tepkiler vermektedir. Hatta beden sistemimiz bile bu durumdan etkilenmektedir. Kısaca zihinde canlandırdığımız şeyin, gerçek dediğimiz yaşamdan bir farkı yoktur. Buda bize hayatımızı istediğimiz yönde ilerletebilmenin gizli anahtarlarından birisini verir.
Zihinsel bir evrende yaşadığımızı ve her şeyin tek bir enerji alanından meydana geldiğini biliyoruz. Bu bilimsel gerçeklikle birlikte, hayatımızı oluşturan deneyimlerimizin kaynağı da biziz. Unutmayın; bilinçaltı deneyimi oluşturur, bilinç deneyimler. Eğer bilinçli olarak, zihnimizde bir deneyim yaşarsak, bilinçaltı bunu gerçek bir deneyim gibi algılayarak, deneyimi hayatımızda yaratmaya programlanmış olur. Zihinde canlandırma ile oluşan deneyimlerin, beynimiz tarafından gerçek olup olmadığı anlaşılamaz. Beyin zihinde oluşan deneyimi gerçekmiş gibi yaşar.
Zihinde Canlandırma Nasıl Yapılır ?
Hayatınıza çekmek istediğiniz şeylerin, eğer hızlı bir şekilde oluşmasını istiyorsanız bu tekniği sıklıkla kullanmalısınız. Şimdi istediğiniz bir şey düşünün ve gözlerinizi kapatın. Tüm detayları ile kafanızda canlandırın, ama gerçekten tüm detaylarıyla. Sadece sonuca odaklanın, bir gün gerçekleşecek yada bir gün benim olacak duygusuna kapılmadan, sadece sonuca odaklanın. Zihninizde o zaten o anda sizin ve böylece kendinizi harika hissedersiniz. İşte bilinçli olarak bir deneyim yaşadınız hemde buna duygularınızı da dahil ederek. Çekim Yasasını harekete geçiren de işte bu. Sıklıkla kullanacağınız zihinde canlandırma tekniği ile bilinçli deneyiminiz, bilinçaltına işleyerek hızlıca hayatınıza girecektir.
Zihinde Canlandırma Tekniği istemediğimiz negatif olayları, pozitif olaylara çevirmek içinde kullanabiliriz. Yaşadığınız negatif olayın, pozitif versiyonunu zihninizde canlandırabilirsiniz. Sonuç olarak da; her hangi bir isteğimiz için zihinde canlandırma tekniğini uyguladıktan sonra AN’a yani “şimdi”‘ye dönmeli ve an’ı yaşamalısınız. Her olumlama ve uygulama çalışmalarından sonra an’a dönmek esastır. Bizi olmayan bir gelecek tuzağından kurtarır. An’ı deneyimleriz.
|
|
|
VÜCUDUMUZUN VE ORGANLARIMIZIN FREKANSLARI |
Yazar: Spiritüeller - 20-06-2017, Saat: 21:17 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Tüm hücreler metabolik süreçlerinin bir sonucu olarak ses yayarlar.
Her insanın kendisine ait kişisel bir rezonans frekansı olduğu belirtilmektedir.
Vücudumuzun değişik kısımlarının (organlarımız, kemiklerimiz, dokularımız vb.) hepsinin kendine özgü belli yankı yapan frekansları bulunmaktadır.
Her maddenin belli bir dalga boyunda ve o maddeye özgü elektromanyetik dalga gibi davranan titreşimleri vardır.
Vücudun değişik bölgelerinde değişik titreşimler ve enerji değerleri mevcuttur.
Vücudumuzdaki farklı hücreler ve farklı yapılar, birbiriyle belirli dalga boyundaki frekanslarla iletişim halindedirler.
İnsan organizmasındaki trilyonlarca hücre hepsi kendi frekanslarında titreşir. Bütün bu titreşimlerin toplamı kişinin genel frekans spektrumunu belirlemektedir. İnsan organizmasının yaydığı farklı elektromanyetik frekanslar kişinin bireysel frekans alanını oluşturur.
Hasta ve sağlıklı hücre, doku, organ ve bireylerin frekans yapıları birbirinden farklıdır. Hastanın kendi frekansları içerisinde saklanan yabancı frekanslar (virus, bakteri, parazit, mantar, ağır metal birikimleri, alerjenler vs..) normal frekans düzenimizi bozarlar.
Biorezonans cihazı ile, bu frekans düzenini bozan elektromanyetik yabancı frekanslar belirlenir. Normal doku frekanslarından ayırılır ve cihaz bu frekansları tersine çevirip hastanın vücuduna bir manyetik minder ile geri gönderir. Yukarıdaki resimde insan vucudunda bulunan organların ortalama frekans aralıkları verilmiştir.
|
|
|
Enerji Alanınızı Birikimlerden Temizlemek Frekansınızı Yükseltir |
Yazar: EvrimBilge - 20-06-2017, Saat: 19:35 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Işığınız bir elekten geçer gibi parlar, siz bu ışığın geçtiği kadarsınız. Ortak bir merkez tarafından bir soğan gibi yuvarlak katmanlarla çevrili olduğunuzu düşünün. En yakınınızdaki katmanlar fiziksel bilgiler içerir, bunun ötesindekilerde sırasıyla duygusal bilgiler, düşünce kalıplarınıza dair bilgiler ve en uzaktakilerde de ruhunuz ile hayattaki amacınızla ilgili bilgiler bulunur. Bunlar farkındalığınızdaki oktavlar gibidir. Ruh seviyesinde korku ya da blokaj yoktur -sadece berrak, meditasyon yapanların saf bir farkındalık duygusu yarattığını ifade etmek için kullandıkları tabirle şefkat dolu mücevher ışığı vardır. Ama fiziksel, duygusal ve zihinsel katmanlarda kafanızın karıştığı ve korktuğunuz eski deneyimlerden kaynaklı fonksiyon bozukluklarını, sabit fikirleri ve donmuş duyguları bulursunuz. Bu kısaltılmış kalıplar gölgelere benzer; kendi doğrunuzu ve sevginizi yaşamadığınız hareketsiz yerlerdir. Parçalandığınız ya da bir şeyden kaçtığınızda da delikler ve gediklerle karşılaşırsınız ve bunlar da bloklar gibidir.
Zihninizi sakinleştirdiğinizde, hiçbir şey düşünmezsiniz ve bir şey düşünmediğinizde hiçbir şeye direnç göstermezsiniz ve direnç göstermediğinizde ve hiçbir şeye direnç göstermeyen düşünceler beslediğinizde Varlığınızın titreşimi yüksektir, hızlıdır ve saftır.
Abraham/Esther Hicks
Şimdi ruhunuzun yaşamınızı, bedeninizi ve kişiliğinizi yaratmak için oktavlarla bilgelik, niyet ve enerji yolladığını hayal edin. Birçok gölge ya da katı yer ve kim olduğunuza dair alandaki boşluklar yüzünden bütünlüğünüzün sadece belli bir yüzdesi elekten geçen ışık misali açıklıklardan geçebilir. Yüksek boyutlarda her yerde bir gölge ya da gedik vardır, sizin yaşamınızda ve bedeninizde de benzer bir kasılma ya da bilinçsiz yerler olacaktır. Duygusal bir travmanın hatırası ve bunun etrafında oluşmuş inançlar bedenin üzerine gölgelerini düşürecek, belki de kronik ağrılara, hastalıklara ya da orjinal yaraya tekabül eden bir noktada incinmelere sebebiyet verecektir.
Bastırılmış duyguları ve inançları anlayıp rahat bırakarak şifa bulduğunuzda, alanınızdaki karanlık noktalar kaybolur ve ondan sonra ruhunuzun mücevher ışığı daha fazla parlayabilir. Burada dünya üzerinde frekansınız yükselir, daha bilge ve daha sevecen bir insan olursunuz, bedeniniz iyileşir ve hayatınız daha iyi bir hale gelir. Demek ki, ruhunuzu bloke eden duygu ve düşüncelerden, sağlıksız duygusal alışkanlıklarınızdan, arınırsanız frekansınızda doğal olarak yükselecek.
Ruhu bloke eden şeylerden sıkça karşılaşılanlar arasında önceden üzerlerini kapattığımız sağlıksız duygusal alışkanlıklar bulunur: Kurban, mağdur ya da egemen güç olmak, kendini ya da başkalarını suçlamak, inatçı ve söz dinlemez olmak, başkalarını kurtarmak ve kurtarılmayı istemek ve başka şeylerle oyalanmak, geciktirmeler ve ertelemelerle gerçeklerden kaçınmak…Bunlara bir de şunları ekleyin: Başkalarını kıskanmak, saldırmak/kavga etmek, şikayet edip olumsuz konuşmak (ben yapamam, nefret ederim) ya da çirkin bir dil kullanmak (küçümseyerek konuşmak, dedikodu yapmak) ve akla gelebilecek en kötü senaryoları detaylarıyla kurgulamak. Budist rahibe Pema Chödrön bu tepkileri yemi yutmuş balıklar gibi “oltanın ucuna takılmak” diye niteliyor.
Bu olta iğnelerinden kurtulduğunuz ya da bu davranışları değiştirip yerlerine sağlıklı duygusal alışkanlıklar koyabildiğiniz zaman, olan bitene karşı çıkmayı bırakıp olayları sadece olduğu gibi kabul ettiğinizde ruhunuzun mücevher ışığının size daha fazla enerji vermesine izin vermiş olursunuz. Ve bunu her yaptığınızda mevcudiyetiniz önemli bilgileri ortaya çıkarır, sevecen bakış açınızı güçlendirir ve bundan sonra ne yapacağınızı bilmenize yardımcı olur. Bir şeyin üzerindeki etiketi kaldırdığınız ya da sabit bir fikir ya da bir tanıma yatırdığınız enerjiyi geri çektiğiniz zaman bir gölgeyi daha silersiniz ve yaşamınıza daha fazla mücevher enerjisi dolar. Aynı şey “rol yapmayı kestiğinizde” ve sağlıklı beslenip bayağı bir kilo verdiğinizde, sigarayı bıraktığınızda ya da bedeninizi bağımlılık yaratan maddelerle kirletmekten vazgeçtiğinizde de geçerlidir.
Ruhu bloke edenler arasındaki diğer bir kategori ise erken yaşlarda hayatta kalmak için farkında olmadan edindiğimiz düşünceler, inançlar ve dünya görüşleriyle ilgilidir. Bunlar, kim olduğunuzla ve burada bulunma amacınızla hiç ilgili olmayabilirler. Bu üst üste binmiş tabakalar ilk olarak, anne-babanızın inanç yapıları ve bedensel duruşlarını farkında olmadan benimsediğiniz “radar” dönemizde ortaya çıkmıştır. Aslında gözü pek bir gazeteci olmanız gerekirken, bu tabakalar size kibar ve alçakgönüllü olmanız gerektiğini söylüyor olabilir. Bu düşünceler size ağırlık yapan ıslak battaniyelere benzer, bıraktığınız alışkanlıklara dönüp eskisi gibi davranmanıza neden olur. Bu fikirler aslında size ait değildir ve belki de onları kimden ödünç aldıysanız ona geri vermeyi hayal edebilirsiniz ya da enerji sahanızdan buharlaşıp uçtuklarını, yok olduklarını görebilirsiniz. Bu ödünç fikirleri tanırsınız çünkü sonlarında “meli-malı” ekleri bulunur ya da bunları kendi kendinize söylemeyi denediğinizde başka birinin sesinin yankılandığını duyarsınız.
ŞUNU DENEYİN!
Başka İnsanların Üzerinizde Oluşturduğu Katmanları Temizleyin
Uğruna yaşadığınız töre ve değerlerin bir listesini yapın, hatta doğru bulduğunuz olumsuz olanları bile bu listeye yazın. Hangileri annenizden geliyor? Babanızdan gelenler hangileri? Aralarında modası geçmiş ve aslında size uygun olmadığını düşündükleriniz var mı? Varsa bunları kimden aldıysanız o insana iade edin ya da yok olmaya bırakın.
Para, iş, ilişkileri ebeveynlik sağlık, yaşlanma, din, politika ve ölüm hakkındaki düşüncelerinizi ve tavırlarınızı yazın. Bu fikirleri nereden, nasıl edindiniz? Bunlara ihtiyacınız var mı? Hepsini birer birer askıya almayı deneyin. Sabit fikirlere ve kurallara sahip olmak yerine her bir alanın size spontane olarak nasıl olabileceğiniz ve ne yapacağınızı öğretmesine izin vermek nasıl olurdu? Bu alanlar nasıl genişleyebilir ya da değişebilir?
Eğer cahillik ve ilgisizlik, mahrumiyet ve çaresizlik, unutkanlığı ve değersizlik duygusunu veya şikayet etmeyi artıran alışkanlıklarına takılıp kaldıysanız bu tür gedikleri doldurabilecek yegane şey anda mevcudiyettir: Her şeyin altında yatan, her şeye sinen sevgi dolu şefkat ve merhamet niteliğinde bir varoluş. Odaklanın, mevcudiyetinizle dolun ve sağlıksız duygusal alışkanlıklarınıza karşı “zihnen mevcut” olduğunuzu göreceksiniz. “Bilmem” dediğinizi işitince, “Bununla ilgili neler biliyorum?” demeye çalışın. Kendinizi bir arkadaşınıza, “Ben iyi dans edemem” derken bulduğunuzda bu düşünceyle ilginç, kendinize has ya da yaratıcı şekillerde hareket ettiğinizi düşünerek eğlenebilirsiniz. Dans etmenin size has haliyle yaşamak, bu hareketleri hayatınızın bir parçası yapmak nasıl olurdu? Hiçbir zaman yeterli paranız olmadığı kasetini yine başına sardığınızda kendinize şunu diyebilirsiniz: “Dur bir dakika! Şimdiye dek hayatta kalabilecek ve belli bir seviyede yaşayabilecek kadar param oldu. İyiyim ben. Durumumu istediğim zaman, daha enteresan bir şey elde edebileceksem değiştirebilirim. Şu an bana göre enteresan bir şey var mı? Ne yaratmak istiyorum” Siz kendi hikayenizin yazarısınız. Size gizemli bir şekilde bir yaşam hediye edildi ve aynı zamanda da kendi tavrınızı, ruh halinizi ve hareketlilik seviyenizi seçmekte özgürsünüz. Bu dünyada sizi gerçek siz olmaktan alıkoyabilecek güçte hiçbir kuvvet olamaz.
Nehirlerde hiç acele yoktur. Oraya, suyun kenarına gittiğinizde akış hızıyla hareket etmeye başlarsınız ve bu hız sizi bu gezegen üstündeki yaşamdan çok daha eski bir akışa bağlar. Bu hızı kabullenmek bir günlüğüne bile olsa bizi değiştirir, kendi kalp atışlarımızın sesinin ötesindeki ritimleri hatırlatır.
Jeff Rennicke
KISACA…Olumsuzluklara takılı kalmış olmak dört nedenle olur: Düşük kişisel titreşim, iradenin yanlış kullanımı, dalgalar ve döngülerle uyumlu yaşamamak ve anın içinde tam olarak mevcut olup tam bir farkındalık içinde bulunamamak.
Korktuğunuzda ve bu korkuyla sağlıksız duygu alışkanlıklarıyla savaş -ya da- kaç yöntemleriyle başa çıkmaya kalkıştığınızda kişisel vibrasyonunuz düşer. Kişisel vibrasyonunuz düştüğünde bir şeye takılıp kalmak kolaydır çünkü düşük frekanslar daha olumsuz deneyimlere neden olur. Bir dalgayı durdurmaya ya da arzu ettiğiniz gibi zorla hareket ettirmeye çalışırsanız yaşam akışınızda geri tepmeler ve deformasyonlara neden olursunuz. Bu deneyimi bir kenara bırakıp boşluk ya da olumsuz gerçekliklere konsantre olmaya çalışırsanız mevcudiyetin eksikliği deformasyonlara ve pürüzlere neden olur.
İrade gücünün doğru kullanımı zor kullanmak, kontrol etmek ya da direnmek değil şöyle olmalıdır: (1) Daha yüksek bir titreşim seçin, (2) İçinde bulunduğunuz dalga hareketine uyum sağlayarak “akışla” birlikte hareket edin, (3) O an her ne oluyorsa, “onunla kalmayı, onunla birlikte olmayı”, ruhunuzun bilgeliği ortaya çıkabilsin diye her durumda daha fazla mevcut olabilmeyi seçin… Ruhunuzu bloke eden düşünceleri ve kişiliğinize uygun olmayan ödünç alınmış düşünce katmanlarını yok ederek mücevher ışığınızın hayatınıza ve bedeninize dolması için daha temiz bir alan açabilirsiniz. Bunu yapmak için kuvvete ya da zor kullanmaya hiç ihtiyaç yoktur -frekansınız kendi araç gerecine bırakıldığında doğal olarak kendiliğinden yükselir. Kendinizi olumsuz titreşimlerden arındırmanız bugün kolaydır çünkü bedeninizdeki ve dünyadaki ivme kazanan frekans uzun süre takılıp kalmayı zorlaştırır ve korkulardan arınmak hemen anında mümkün olabilir.
|
|
|
KOKULAR İNSANIN FREKANSINI NASIL YÜKSELTİR |
Yazar: EvrimBilge - 20-06-2017, Saat: 19:22 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Yapabiliyorsanız her gün, yoğun telaşın içinden iki dakikanızı ayırın. Bir yere oturun, gözlerinizi kapatın, bu yaşamda kimlere ve nelere şükran duyduğunuzu düşünün.
Bunu belki aksatmadan her gün yapamayabilirsiniz, ama eminim yapabildiğiniz günlerde kendinizi çok daha mutlu hissedeceksiniz.
Neden peki? Kimlere ve nelere şükran duyduğumuzu düşünmek gibi basit bir eylem neden kendimizi daha iyi hissettirsin? İşte birkaç sebep:
Çünkü karşılaştığınız olumlu şeyleri size hatırlatıyor.
Yaşamınızda varolan insanlar için kendinizi mutlu hissediyorsunuz. İster sevdikleriniz olsun, isterse yoldan geçen ve size nazik davranan herhangi biri…
Çünkü kötü şeyleri iyi şeylere dönüştürüyor.
İşyerinizde sıkıntı mı yaşıyorsunuz? Bir işiniz olduğu için şükran duyun. Mücadeleleriniz olduğu ve yaşamınızın sıkıcı olmadığı için şükredin. Bu mücadelelerden ders alabiliyor olmanıza şükredin. Sizi daha güçlü bir insan yaptığı için şükredin.
Çünkü size aslında nelerin önemli olduğunu hatırlatıyor.
Çocuklarınız sağlıklı olduğu için şükran duyarken, küçük ıvırzıvırlar için şikayet etmezsiniz. Başınızın üzerinde bir çatı olduğu için şükran duyarken, faturalarınızı ödemeyi sıkıntı etmezsiniz.
Çünkü size başkalarına teşekkür etmenizi hatırlatıyor.
Herhangi birine sadece “Teşekkür ederim” demek bile, o kişini hayatında büyük fark yaratabilir. Bu kişileri telefonla arayabilir, e-posta gönderebilir, veya iki dakika yanlarına uğrayıp teşekkür edebilirsiniz. İnanın bana, insanlar sizin hayatınızda varoldukları ve yaptıkları şeyler için teşekkür etmenizden çok mutlu olurlar. Bunun size maddi manevi maliyeti çok düşüktür ve siz bunu yaparak birilerini mutlu etmiş olursunuz.Ve bir başkasını mutlu etmek sizin de mutlu olmanızı sağlar. Deneyin.
Birilerine teşekkür ederken kendinizi rahatsız hissettiğiniz oldu mu hiç? Benim bazen oluyor… Bunun sebebini bilmiyorum, üzerinde çok düşünmedim. Ama her teşekkür ettiğim insanın yüzündeki beklenmedik ifadeyi ve ardından gelen içten gülümsemeyi gördükçe, her yolumun kesiştiği ve birbirimizin yaşamında irili ufaklı fark yarattığımız insana (bazen kedi köpeğe, ağaçlara, çiçeklere) daha da teşekkür edesim geliyor, ediyorum.
Şükran dolu bir hayat yaşamakla ilgileniyorsanız, şu küçük adımları deneyebilirsiniz:
Sabahları şükran duyma alışkanlığı edinin.
Her sabah 2-3 dakikanızı, şükran duyduğunuz şeylere veya kişilere teşekkür etmek için ayırın. Bunun için özel hiçbir şey yapmanıza gerek yok. Sadece gözlerinizi kapamanız ve içtenlikle teşekkürlerinizi iletmeniz yeterli. Sadece bu adım bile sizin yaşamınızda çok büyük etki yaratabilir.
Teşekkür edin.
Birisi size çok ufak da olsa güzel bir davranışta bulunduğunda teşekkür ederim demeyi hatırlayın. Ve bunu içtenlikle söyleyin.
Teşekkür etmek için telefonla arayın.
Bazen aklınıza size güzel bir şey yapan biri gelebilir. Belki bu kişiyi şükran seansınız esnasında hatırlayabilirsiniz. Böyle olduğunda, ahizeyi kaldırın ve bu kişiyi, sadece teşekkür etmek için dahi olsa arayın. Kendilerine sizin için ne yaptıklarını hatırlatın ve teşekkür edin. Bu sadece bir veya iki dakika zaman alır. Eğer aramak için sabah çok erkense, sonradan aramak için mutlaka not alın. Hatta eğer yüzyüze söyleme fırsatını yaratabilirseniz bu harika olur. Kişi çok uzakta dahi olsa kısa ve içten bir teşekkür ederim mesajı yazabilirsiniz.
Yaşamınızdaki “olumsuz” şeyler için de şükran duyun.
Yaşamlarımızdaki herhangi bir şeye bakmanın iki şekli vardır. Bir çok kez bir şey hakkında stresli, zararlı, üzücü, talihsiz, çok zor gibi, olumsuz düşüncelere sahip olabiliriz. Ama bu şeye nasıl olumsuz açıdan bakıyorsak, aynı zamanda olumlu açılardan da bakabiliriz. Olumsuz gibi görünen şeylere de şükran duymak, her işte bir hayır olduğunu kendimize hatırlatmanın en iyi yöntemlerinden biri. Yaşamımızdaki problemler bizim olgunluk ve gelişim sürecimizin önemli bir parçası olabilirler.
Günde iki veya üç dakika ile başlayın. Mutlu olacaksınız. Eğer içinizden daha uzun bir süre boyunca şükran duymak geliyorsa, lütfen kalbinizi dinleyin ve bu vakti ayırın. Geri kalan her şey için zaten yeteri kadar zaman ayırabilirsiniz.
|
|
|
ŞÜKRAN DUYARAK KENDİNİZİ İYİ HİSSEDİN |
Yazar: EvrimBilge - 20-06-2017, Saat: 15:37 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM
- Yorum Yok
|
|
Yapabiliyorsanız her gün, yoğun telaşın içinden iki dakikanızı ayırın. Bir yere oturun, gözlerinizi kapatın, bu yaşamda kimlere ve nelere şükran duyduğunuzu düşünün.
Bunu belki aksatmadan her gün yapamayabilirsiniz, ama eminim yapabildiğiniz günlerde kendinizi çok daha mutlu hissedeceksiniz.
Neden peki? Kimlere ve nelere şükran duyduğumuzu düşünmek gibi basit bir eylem neden kendimizi daha iyi hissettirsin? İşte birkaç sebep:
Çünkü karşılaştığınız olumlu şeyleri size hatırlatıyor.
Yaşamınızda varolan insanlar için kendinizi mutlu hissediyorsunuz. İster sevdikleriniz olsun, isterse yoldan geçen ve size nazik davranan herhangi biri…
Çünkü kötü şeyleri iyi şeylere dönüştürüyor.
İşyerinizde sıkıntı mı yaşıyorsunuz? Bir işiniz olduğu için şükran duyun. Mücadeleleriniz olduğu ve yaşamınızın sıkıcı olmadığı için şükredin. Bu mücadelelerden ders alabiliyor olmanıza şükredin. Sizi daha güçlü bir insan yaptığı için şükredin.
Çünkü size aslında nelerin önemli olduğunu hatırlatıyor.
Çocuklarınız sağlıklı olduğu için şükran duyarken, küçük ıvırzıvırlar için şikayet etmezsiniz. Başınızın üzerinde bir çatı olduğu için şükran duyarken, faturalarınızı ödemeyi sıkıntı etmezsiniz.
Çünkü size başkalarına teşekkür etmenizi hatırlatıyor.
Herhangi birine sadece “Teşekkür ederim” demek bile, o kişini hayatında büyük fark yaratabilir. Bu kişileri telefonla arayabilir, e-posta gönderebilir, veya iki dakika yanlarına uğrayıp teşekkür edebilirsiniz. İnanın bana, insanlar sizin hayatınızda varoldukları ve yaptıkları şeyler için teşekkür etmenizden çok mutlu olurlar. Bunun size maddi manevi maliyeti çok düşüktür ve siz bunu yaparak birilerini mutlu etmiş olursunuz.Ve bir başkasını mutlu etmek sizin de mutlu olmanızı sağlar. Deneyin.
Birilerine teşekkür ederken kendinizi rahatsız hissettiğiniz oldu mu hiç? Benim bazen oluyor… Bunun sebebini bilmiyorum, üzerinde çok düşünmedim. Ama her teşekkür ettiğim insanın yüzündeki beklenmedik ifadeyi ve ardından gelen içten gülümsemeyi gördükçe, her yolumun kesiştiği ve birbirimizin yaşamında irili ufaklı fark yarattığımız insana (bazen kedi köpeğe, ağaçlara, çiçeklere) daha da teşekkür edesim geliyor, ediyorum.
Şükran dolu bir hayat yaşamakla ilgileniyorsanız, şu küçük adımları deneyebilirsiniz:
Sabahları şükran duyma alışkanlığı edinin.
Her sabah 2-3 dakikanızı, şükran duyduğunuz şeylere veya kişilere teşekkür etmek için ayırın. Bunun için özel hiçbir şey yapmanıza gerek yok. Sadece gözlerinizi kapamanız ve içtenlikle teşekkürlerinizi iletmeniz yeterli. Sadece bu adım bile sizin yaşamınızda çok büyük etki yaratabilir.
Teşekkür edin.
Birisi size çok ufak da olsa güzel bir davranışta bulunduğunda teşekkür ederim demeyi hatırlayın. Ve bunu içtenlikle söyleyin.
Teşekkür etmek için telefonla arayın.
Bazen aklınıza size güzel bir şey yapan biri gelebilir. Belki bu kişiyi şükran seansınız esnasında hatırlayabilirsiniz. Böyle olduğunda, ahizeyi kaldırın ve bu kişiyi, sadece teşekkür etmek için dahi olsa arayın. Kendilerine sizin için ne yaptıklarını hatırlatın ve teşekkür edin. Bu sadece bir veya iki dakika zaman alır. Eğer aramak için sabah çok erkense, sonradan aramak için mutlaka not alın. Hatta eğer yüzyüze söyleme fırsatını yaratabilirseniz bu harika olur. Kişi çok uzakta dahi olsa kısa ve içten bir teşekkür ederim mesajı yazabilirsiniz.
Yaşamınızdaki “olumsuz” şeyler için de şükran duyun.
Yaşamlarımızdaki herhangi bir şeye bakmanın iki şekli vardır. Bir çok kez bir şey hakkında stresli, zararlı, üzücü, talihsiz, çok zor gibi, olumsuz düşüncelere sahip olabiliriz. Ama bu şeye nasıl olumsuz açıdan bakıyorsak, aynı zamanda olumlu açılardan da bakabiliriz. Olumsuz gibi görünen şeylere de şükran duymak, her işte bir hayır olduğunu kendimize hatırlatmanın en iyi yöntemlerinden biri. Yaşamımızdaki problemler bizim olgunluk ve gelişim sürecimizin önemli bir parçası olabilirler.
Günde iki veya üç dakika ile başlayın. Mutlu olacaksınız. Eğer içinizden daha uzun bir süre boyunca şükran duymak geliyorsa, lütfen kalbinizi dinleyin ve bu vakti ayırın. Geri kalan her şey için zaten yeteri kadar zaman ayırabilirsiniz.
|
|
|
GERÇEK DOĞUM YERİN |
Yazar: EvrimBilge - 20-06-2017, Saat: 15:32 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
|
Tanrı dedi ki:
Yaşamında yer alan yokluktan bahsediyorsun. Yokluk senin için bir alışkanlık, bir bakış açısı haline gelmiş. Bu yüzden hayatına baktığında, genellikle bolluk yerine yokluğu görme eğilimindesin. Oysa sadece tek bir açıdan, sadece tek bir yöne bakıyorsun.
Kavanozun içinde yüzen bir balığı düşün. Onun için bütün dünya o kavanozdan ibarettir. Suyun içindeyken görebildiğince uzağa bakar. Ufukta bir okyanus vardır onun için, ancak görünmez ve sert bir cam onun daha da ilerlemesini engeller. İşte senin kendine yarattığın dünya da aynı bu şekilde kısıtlı. Balık, içinde yüzdüğü kavanozun sınırları ile kısıtlı. Hayatta kalabilmek için başkalarının ona bakması gerekiyor. Balık, senin sahip olduğun hareketliliğe sahip değil.
Ancak sen kısıtlı değilsin. Sen engin denizlerden geldin ve hem karada hem de denizde büyüyebilir, gelişebilirsin. O balığa göre sen bir sihirbaz gibisin. Sen, onun yaşamına yem serpen birisin. Onun yaşamasını sağlayan, ona hayat veren bir yardım elisin.
Oysa tüm bunlara rağmen o balık yaşamından hoşnuttur. Senin mutfağındaki küçücük bir kavanozda yaşıyor olsa dahi, hayatından memnundur.
Ama sen yaşamından hoşnut görünmüyorsun. Sen sadece insan olmaktan yeteri kadar memnun değil gibisin. Tabii ki de olmazsın. Bir insan kılığındasın ve hep uzaktaki yerlere bakıyorsun. Bir balık suyun dışında uzun süre yaşayamaz. Oysa sen, bedenen doğduğun andan itibaren suyun dışında yaşıyorsun. Cennetin suyundan meydana geldin, onun içinde doğdun ve şimdi hayatını bir kara parçasının üzerinde devam ettiriyorsun. Her ne kadar kara parçası bir okyanus olmasa da, onun da sunabileceği çok fazla şey var.
Bir kara parçasının üzerinde yaşıyor olman kötü bir şey değil. Orada da çiçekler açıyor, canlılar yaşıyor. Çölde bile bitkiler yetişiyor. Bu dünya müthiş bir yer ve harika güzelliklere sahip. Ancak sen yokluk açısından baktığında bunları görmüyor ve yokluk olduğuna dair kendi düşünce şeklini teyid ediyorsun.
Senin kalbin seni Doğduğun Gerçek Yer’e, zihnin ise şu anda üzerinde dolaştığın geçici araziye bağlıyor. Bir araziden diğerine sıçrıyorsun, ancak esas geldiğin yer ise Cennet’in ta kendisi. Burası senin için geçici bir mekan. Bir balık doğduğu suyun içinden çıkartılabilir ama sen asla cennetten kopamazsın. Kopmuş olduğunu düşündün. Kopmuş olduğunu zannettin. Kopmuş olduğuna kanaat getirdin. Cennet’teki bolluk bakış açısı yerine bu dünyadaki yokluk düşüncesini edindin.
Şimdi kendini toparla. Kalbinde sana cennetten nasıl geldiğini hatırlatan bir tekne var. Kalbin seni bu dünyanın sınırlarının ötesine götüren gemin. Şimdi bu hayali evrende yol alıyorsun. Dünya senin için paha biçilmez. Kalbine bak ve yüreğinde taşıdığın Cennet’i gör. Aradığın huzurun ve mutluluğun asırlardır zaten senin kendi içinde olduğunu göreceksin. Bu durum zihnine saçma gelebilir ve onu reddedebilir. Zihnin bu şekilde nasıl yaşandığını bir türlü algılayamıyor. Çaba sarfediyor. O zaten hep yoldan çıkmakla ünlü. Ama yokluk içinde olduğunu düşündüğün kalbin seni Sevginin Kaynağı’na altından örgülerle bağlıyor. Bu Sevgi örgüsünün lifleri dünyadaki en güçlü demirden bile daha kuvvetli.
Bu yaşamdaki sınırlar, tamamen senin zihninden ortaya çıkıyor. En nihayetinde birer hayal ürünü olan bu illüzyonların ötesine geçebilirsin. Seni bu dünyaya sadece düşüncelerin bağlıyor.
Burada gördüğün ve dokunduğun fiziksel realite tamamen senin düşüncelerinden ibaret. Şimdi anlıyor musun, düşüncelerinin ne kadar da kuvvetli olduğunu. Bu yüzden, şimdi yokluk düşüncelerinin yönünü değiştir!
Artık ne görüyorsun?
|
|
|
KORKULARIMIZI YENMEK İÇİN 9 ADIM |
Yazar: EvrimBilge - 20-06-2017, Saat: 15:23 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM
- Yorum Yok
|
|
Senin, benim, onların ve herkesin çeşit çeşit korkuları var. Hepimizin ayrıca kusurları da var. Kaldı ki hiç kimse mükemmel değil, ve bu korkuların olması gayet doğal.
Ancak..
Doğal olmayan tek şey, bu korkuların seni hayatın tadını çıkarmaktan alıkoyması. Eğer böyle bir şey varsa, bil ki bu hayatın tadını çıkaramamanın nedeni korkunun kendisi değil, bu duruma senin izin vermendir. Oysa bu durumu tam tersine çevirebilirsin. Korkularının senin hayatını yönetmesine izin vermek yerine, seni harekete geçirmelerini sağlayabilirsin. Korktuğun şeylerin çözümlerini uzakta aramak ve bir mucize gerçekleşmesini beklemek yerine, şimdi harekete geçmeyi seçebilirsin. Birinci elden bunun söylendiği kadar kolay olmadığını biliyorum. Zaten o yüzden aşağıda bunun adım adım açıklamaları var. Çok kolay değil, ama kesinlikle imkansız da değil.
Kendini başkaları ile kıyaslamadan, etrafındakilerin beklentilerine cevap vermeye çalışmadan, kendi içine dönüp oradaki gücü uyandırabilirsin. Sen sadece ilk adımı at ve başla. Gerisinin kendiliğinden geleceğini göreceksin. Korkunun yakıcı ateşini yüzünde hissediyor olsan bile, buna rağmen adım at. Hareket ettiğin sürece ateşin yakıcı etkisinden de uzaklaşmış olacaksın. Kim bilir, belki bunu yaparken, bu kadar zamandır seni korkutan şeyin sadece senin kendi kafanda yarattığın bir şey olduğunu göreceksin.
Şimdi bu korkularla nasıl başa çıkabileceğine bakalım.
Aslında ilk başta saydıklarım dahil bir çok korku dönüp dolaşıp 3 ana sebebe dayanıyor:
Başkaları tarafından reddedilmek / onaylanmamak
Kontrolü elinden kaçırmak
Bilinmeyene olan korku
Aşağıdaki adımlardan bazıları içine daha çok sinecektir. En beğendiklerini al ve gündelik yaşamında ne zaman ihtiyaç duyarsan kullan. Beğenmediğin, içine sinmeyen bir şey varsa at çöpe gitsin. İhtiyacın olan en doğru ve gerçek bilgi zaten senin kendi içinde…
İşte korkularını yenmek için 9 adım:
1.Hissettiğin korkunun farkına var. Bu adım, diğer hepsinden daha önemli. Çünkü eğer korkunun farkına varmazsan, diğer hiç bir adım işe yaramayacaktır. Ama belki de hissettiğin korku tabak gibi karşında duruyordur. Eğer korkun açık ve net değilse, dur, düşün ve onun ne olduğunun farkına var. Bunu başardığında da kendini kutla. Çünkü korkunu yenmek ve ondan kurtulmak için gereken ilk adımı atmış bulunuyorsun.
2.Korkunun farkına vardığın zaman, dur. Derin bir nefes al. Onu hisset. Eğer yapabiliyorsan onu tanımla. Büyük mü? Küçük mü? Sana uzakta mı? Yoksa onun soluğunu ensende mi hissediyorsun? Seni yok etmek mi istiyor? Sana yardım mı etmek istiyor? Derin nefes almaya devam et. Bu soruların cevaplarına kendini açık tut.
3.Kendini, yeni bir araziyi keşfe çıkan bir gezgin yerine koy. Tüm dikkatini korkunun üzerine ver ve ona odaklan. Korkunun nasıl olması gerektiğini düşünmekten ziyade, onun gerçekten nasıl olduğu hakkında merak duygusu hisset. Bu korkuyu tetikleyen nedir? O varken bedeninde ne tür hisler içindesin? Zihnine hangi düşünceleri getiriyor? Seni ne yapmaya ittiğini hissediyorsun? Hiç bir harekette bulunmadan, sadece korkunu incele. Bu sayede, korkun artık bilinmeyen bir yabancı olmaktan çıkar.
4.Kendi kendine sakinleştirici şeyler söyle. Her ne kadar deli saçması gibi gelirse gelsin, kendine “Bunu yapabilirim.” veya “Bu da geçecek ve ben hayatıma devam edeceğim.” gibi sözler söyle. Kendine, önündeki korkunun senin hayatında ne kadar eskiden beri olduğunu sor. Korkular genellikle, sevgi ve onaylanma ihtiyacını çokça hissettiğimiz gençlik yıllarında yaşadıklarımızdan meydana gelir. Kendini sakinleştirmen eşi benzeri olmayan bir ilaç gibidir.
5.Otomatik olarak aklına gelen düşüncelere odaklanma. Korku dolu düşüncelerin hiç biri rasyonel değildir ve sana zerre kadar yardımı dokunmaz. Birazdan neler olacağını sen bilmiyor olsan bile, aklındaki korku düşünceleri seni kötü şeyler olacağına dair ikna etmeye çalışır. Oysa, birazdan olacaklar senin hayallerinin bile ötesinde seni mutlu edecek güzel gelişmeler olabilir. Bu yüzden, bu olumsuz korku dolu düşüncelere odaklanmak yerine nefesine odaklan. Oturuyorsan kalk, dolaş, hareket et. Yerinden kalktığın zaman da 6. adımdakileri yap.
6.Ne istediğine odaklan ve onunla bağlantı kur. Değişimin gerçekleşmesi için, eski ve korku dolu halinden kurtulma arzunun, alışkanlıklarından daha kuvvetli olması gerekir. Kendine sürekli olarak, odaklanma arzunu ve bunun neden önemli olduğunu hatırlat.
7.Kafanda, korkularına yenik düşmenin sonuçlarını ve korkularına rağmen adım atabilmenin sonuçlarını karşılaştır. Tekrar soruyorum: Sen hangisini daha çok istiyorsun? Burada seçim sadece senin.
8.Şimdi bilinçli ve erdemli bir seçim yap. Tebrikler! Artık korkularından bir adım daha arınmış durumdasın. Korkuların yerine, gerçek arzu ve isteklerinden doğrultusunda bir seçim yaptın. Kendi başarını takdir et. Artık korkunun yönettiği, çaresiz bir kurban olmamanın verdiği özgürlüğün tadını çıkar!
9.Korkundan tamamen arınmış olmayabilirsin. Hatta büyük ihtimalle olmayacaksın da. Ama bu adımları her attığında bir tık daha korkularından özgürleşmiş olacaksın. Korkunla yeniden karşılaşman halinde şunu düşün: Her karşılaşmanız, senin bir adım daha fazla açık ve sevgi dolu olman için bir fırsat. Korkun tekrar meydana çıktığında, onu bir misafir gibi karşıla. Onun seni arzu ve isteklerinden alıkoyamayacağını kendine hatırlat. Sonra da onu kendi yolunda uğurla gitsin.
Bu adımlar uzun zaman alacak gibi görünebilir. Oysa sadece 1-2 dakikalık bir süreçten bahsediyorum. Üstelik her yapışında daha da kolay ve kısa bir hale gelecek. Kısa bir süre içinde, korkunun her farkına varıp durduğun an, artık onu gitgide daha da arkanda bıraktığını göreceksin.
|
|
|
KALICI DEĞİŞİKLİK YARATMAK |
Yazar: EvrimBilge - 20-06-2017, Saat: 15:17 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM
- Yorum Yok
|
|
Daha kaliteli ve mutlu bir yaşam sürmeyi hepimiz istiyoruz. Bunun için de hayatımızda bazı şeylerin değişmesi gerektiğini düşünüyoruz. Karar verdiğimiz ve uygulamaya başladığımız değişiklikler her zaman hayatımızın kalıcı bir parçaları haline geliyor mu? Yoksa bir süre sonra eski tas eski hamama geri dönüyor muyuz?
Peki hayatımızda kalıcı değişiklik yaratmak istediğimizde ne yapabiliriz? İstediğimiz kalıcı değişiklikleri yaratmak, davranışlarımızın ve alışkanlıklarımızın da değişimini gerektiriyor. Davranışlarımızın kaynağında duygu ve düşüncelerimiz yer alıyor. Alışkanlıklarımız ise tekrarlanan davranışlarımızdan meydana geliyor.
Yeni değişikliklerin hayatımızda kalıcı olarak yer alabilmesi için 4 aşamalık bir süreç var. Yeni bir lisan öğrenmeye çalıştığınızda ya da yeni bir spor yapmaya başladığınızda, bu aşamalardan her birini en ince ayrıntısına kadar inceleme fırsatınız oluyor. Bu süreci kendimizi adamış bir şekilde takip ederek istediğimiz değişimi yaratabiliriz. Adamış diyorum, çünkü sürecin bazı noktalarında değişim isteğimiz zor sınavlardan geçecek.
1. Adım: Bilinçsiz yetersizlik
2. Adım: Bilinçli yetersizlik
3. Adım: Bilinçli yeterlilik
4. Adım: Bilinçsiz yeterlilik
Örneğin, küçüklüğümüzde hepimizin matematiğin ne olduğunu bilmediğimiz bir zaman vardı. Daha sonra “Ali’nin 3 portakalı var, bunlardan birini Ayşe’ye verirse elinde kaç tane kalır?” şeklinde kolay ve hayatın içinden örneklerle matematik olgusunun varlığını öğrendik. İlerleyen zamanlarda tek haneli sayılarla işlemler yapmaya başladık. Ancak bunları kafamızdan yapmaya çalışırken hala ciddi bir çaba sarfediyorduk. Şimdi ise küçük sayılarla yapılan bir çok işlemi kafamızdan anında yapabiliyoruz. Artık çok fazla çaba sarfetmemize gerek kalmadı.
Peki bu süreci ve kalıcı değişiklik yaratabilmeyi, erteleme alışkanlığımıza nasıl bağlayabiliriz? Size kendi örneğimden bahsedeyim:
1) Bilinçsiz Yetersizlik: Çok uzun bir süre boyunca, erteleme alışkanlığım ile ilgili herhangi bir sıkıntım olduğundan haberdar bile değildim. Gerçi ara sıra bazı şeyleri son ana bırakıp yüzüme gözüme bulaştırdığım oluyordu. Her seferinde de bir dahakine daha erken başlayıp daha iyi bir iş çıkartacağıma söz verirdim. Tabii ben bu sözü verdikten bir kaç gün sonra, verdiğim sözün yerinde yeller eserdi. İş biraz daha ciddiye bindiğinde hemen gidip kendime bir ajanda alır ve düzenli olarak işlerimi takip etmeye niyetlenirdim. Tabii kısa bir süre içinde o ajanda da kaybolur, niyet de ortadan kalkardı.
İşte bu aşamada, ne erteleme alışkanlığımın altında yatan sebeplerden ne de ondan kurtulma yöntemlerinden haberdardım. Bir başka deyişle, yetersiz olduğumun bilincinde bile değildim. Bir çok insanın erteleme konusunda bu noktada olduklarına ve ilerleme kaydetmediklerine inanıyorum. Bir kaç günlüğüne bazı yöntemler deneniyor, yapılacak işler listesi hazırlanıyor, ancak en nihayetinde eski tas ve hamama geri dönülüyor. İnanın bana, erteleme bu sıkıntıyı yaşadığım tek alan değil. O yüzden şu an ben de bir çok konuda bilinçsiz yetersizlik aşamasındayım.
2) Bilinçli Yetersizlik: Artık yaşamımızda bazı şeylerin değişmesi gerektiğine dair bir fikir sahibiyizdir. Ve birinci aşamadan bu aşamaya ulaşabilmenin tek yolu konu hakkında araştırma yapmak ve bilgimizi artırmaktır. Zaten bu ve bundan sonraki üçüncü aşama, kalıcı değişim oluşumunun en uzun kısmını oluşturuyor. Büyük resme bakıldığında köklü bir dönüşüm için uğraşıyor olsak da, aslında bu köklü değişim, bir çok irili ufaklı başka değişikliklerden meydana geliyor. Ve farkına varıyoruz ki, küçük de olsa her bir değişim için aslında her seferinde bu 4 aşamadan geçmek gerekebiliyor.
Erteleme çalışmamızda ise bu aşamada artık kesinlikle bir şeyler yapmamız gerektiğini anlıyor ve ne yapabileceğimizi araştırıyoruz. Çeşitli kitaplar okuyoruz, internet sayfalarında geziniyoruz, konu hakkında fikir sahibi insanlarla konuşuyoruz. Kısaca, yaratmak istediğimiz değişiklikler için bilinçli olarak harekete geçmeye hazırlanıyoruz.
3) Bilinçli Yeterlilik: Bu aşamaya gelmiş olsak da, ara sıra ikinci aşamaya geri dönmek ve tekrar buraya dönmek gayet normaldir. Böyle böyle gidip geldikçe, hangi hareketlerimizin değişmesi gerektiğini ve artık nasıl bir davranış sergilememiz gerektiğini gayet net olarak görmeye başlarız. Bu, doğru yolda ilerliyor olduğumuza dair olumlu bir işarettir.
Örneğin bu aşamada, zaman içerisinde erteleme alışkanlığımı körükleyen bazı davranışlarımın bilincine vardım. Daha önceden de aynı davranışları sergiliyordum, fakat istemediğim bir sonuca hizmet ettiğini bilmeden yapıyordum. Gerçekten de bir zamanlar, yaptığım her işte mutlak mükemmellik elde etmem gerektiğini düşünüyor ve bunu elde edene kadar günler, haftalar hatta aylar geçiyordu. Tabii ki sonucunda ortaya çıkan iş mükemmel olmuyordu, çünkü çok geç başlanıp hızlı hızlı tamamlanmaya çalışılan bir şey oluyordu. Veya başka bir durumda, başarısız olma korkum ağır basabiliyor ve beni adım atmaktan alıkoyabiliyordu. Böyle bir duraklamaya girdiğimde, zorla da olsa kendimi devam etmeye ikna etmem ve başarısız olmam halinde bunun dünyanın sonu olmadığına kendimi inandırmam gerekiyordu. 3. aşamada, buna benzer zarar verici ve otomatik davranışları algıladığınız anda hemen bilinçli bir müdahalede bulunarak hem ertelemenin önüne geçebiliyor hem de zaman kazanabiliyorsunuz. Tabii ki bu olumlu müdahaleler hemen akşamdan sabaha gelişmedi. Adım adım, küçük farkındalıklar halinde gelişen bazı düşünceler birleşerek daha büyük değişiklikleri meydana getirdi.
4) Bilinçsiz Yeterlilik: Eğer araba kullanıyorsanız, ilk kullanmaya başladığınız zamandan bu yana olan farklılığı düşünün. Zamanında hangi pedalın ne işe yaradığını hatırlamamız gerekirken, şimdi bazen farkında bile olmadan arabaya binip gideceğimiz yere varmış olabiliyoruz. Veya çocukluğumuzda bir cümle kurmak için kelimeleri biraraya getirmemiz gerekirken, şimdi farkında bile olmadan rahat rahat uzun cümlelerle konuşabiliyoruz. Bir çok alışkanlıkta olduğu gibi, burada da beden bir yerden sonra zahmeti bizden devralarak dikkatimizi başka yerlere odaklayabilmemize izin veriyor.
Yeni bir lisanı öğrenmeye çalıştığınızda ya da yeni bir sporu yapmaya başladığınızda, bu aşamaların her birini en ince ayrıntısına kadar inceleme fırsatınız oluyor.
Tabii, bu son aşamaya geldikten sonra hiç bir çaba sarfetmeden burada kalınabiliyor mu diye sorarsanız buna cevabım büyük bir ihtimalle hayır olur. Çünkü bazen 3. ve 4. aşamada gidip gelinebiliyor. Ancak işin önemli bir kısmı artık hem beden hem de beyin tarafından bizim adımıza yapılıyor. Erteleme alışkanlığında da zaten otomatik bahaneler vardır. Yapılması gereken bir iş olduğunda eğer ertelemeye yatkın biriysek hemen bu otomatik bahaneler devreye girerek işe o anda başlamamızı engeller. Bu yüzden bu aşamaları bilip, gerekli noktalarda kendimize de olsa müdahalede bulunabilmekte fayda var.
|
|
|
Bir Gün Seslerle Değil, Bilinçlerimizin Birleşmesiyle Doğrudan İletişim Kuracağız |
Yazar: Archilles - 20-06-2017, Saat: 13:59 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
“Duaları Arapça mı, Türkçe mi edelim?” diye bir soru geldi.
Benim kendi ibadet duam Türkçe, yaygınlaştı da.
Ama burada bir nüans da var.
Eğer bir dileğiniz, varsa, niyaz ediyorsanız, bunu kendinizden, Tanrı olan parçanızdan, Tanrı’nın siz olan parçasından, sistemden, bütünden, ya da Allah’tan istiyorsanız, tabii ki anadilinizde yapmalısınız.
Ancak bu sayede gönülden isteyebilirsiniz.
Başka bir dilde, zihniniz de, kalbiniz de sınırlanır.
Diğer taraftan, bir ritüelin bir parçası olarak dua, zikir, mantra, ya da müzikli ilahiler kullanacaksanız, bunların orijinal dillerinin, orijinal seslerinde olması önemli.
Çünkü o frekanslarla kodlanmışlardır, içlerindeki armoni önemlidir, ve amaç ancak öyle hasıl olur.
Arapça ve İbranice zaten biliniyor.
Ebced ve gematria, harf ve sözcüklerin matematik karşılıkları nedeniyle, özel frekansları olduğunu söylüyor.
Sadece dil de yetmiyor, doğru frekans için, doğru telaffuz da gerekiyor.
Ama, Aramice, Kıptice, Sanskritçe de öyledir.
Aslında öyle olmasa da, Latince de yıllar içinde bu hale dönüşmüştür.
Daha da ileri gidebiliriz.
Yerel bir kabile dini ve dilindeki dua bile, o dile ait doğru seslerle yapılmalı.
Ritüeller doğru disiplinle yerine getirilmezse, zarar vermese bile, fayda sağlamazlar.
Evrenin ortak dilleri iki tane, geometri ve müzik.
Müzik sadece ses değil aslında, frekansların armonisi.
Ve evrende, bütün dilleri bilen bir sistem var.
Yani aslında bir dil de gerekmiyor.
Temiz bir zihin, temiz bir kalp, temiz düşünceler ve temiz niyetler yeterli.
Ama bunları başarmak için eğer bir arınma çabanız varsa, çalışmaları orijinal dillerinde yapmak daha iyi.
Bir gün seslerle değil, bilinçlerimizin birleşmesiyle doğrudan iletişim kuracağız, o gün buluşalım…
Ali Korkut Keskiner
|
|
|
|