Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Forum İstatistikleri |
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065
Detaylı İstatistikler
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 969 kullanıcı aktif » 1 Kayıtlı » 968 Ziyaretçi ceylaninreallife
|
Son Aktiviteler |
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 337
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 308
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,014
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,139
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,083
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,007
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,151
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,525
|
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,287
|
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,173
|
|
|
KIZILDERİLİLERİN DUMANLA ARINDIRMA RİTÜELİ |
Yazar: Spiritüeller - 24-06-2017, Saat: 21:26 - Forum: KIZILDERİLİLER
- Yorum Yok
|
|
Tütsüleme veya dumanla arındırma çok eskilerden beri bütün dünyada değişik kültürler tarafından başarıyla kullanılmaktadır. Özellikle Amerika’ da Kızılderili kabileleri arasında çok yaygın olan tütsüleme günümüzde alternatif şifa teknikleri ile ilgilenen birçok kişi tarafından da öğrenilip kullanılmaktadır.
Gerektiği zaman tütsülemede kullanılan bitkilerin dumanı, kokusu ve frekansıyla fiziksel bedeni olduğu kadar, enerji bedenleri, çakraları, enerji alanlarını, değişik mekânları, kristalleri ve negatif enerji olduğunu hissettiğimiz her şeyi arındırmak mümkündür. Aslında arındırma için mutlaka bir negatiflik sezmeyi beklememek ve bunu günlük yaşantımızda bir adet haline getirmek faydalıdır.
Odaların arındırılması:
Bir odayı tütsüleyip arındırmak için kurutulmuş adaçayını büyükçe bir deniz kabuğunun içine, düz ve büyükçe bir taşın üzerine veya kilden yapılmış bir kaba koyunuz. Kibritle tutuşturun, birkaç saniye yandıktan sonra alevleri elinizle veya bir tüy kullanarak söndürün.
Alevler kaybolup sadece duman kalınca bu dumanı odanın içinde saatin ters yönüne yürüyerek dolaştırın. Bu işleme odanın arındığını hissedinceye kadar devam edin (ben 3 kere odada dönüyorum Ç.S.). Eğer ağır bir hastalık veya düşük frekanslı enerjilerden arındırıyorsanız, arındırma sonrası pencereleri açarak odayı havalandırın.
Astral varlık veya düşük frekanslı enerjilerin zaman zaman bizlere veya bizi ziyaret eden kişilere bağlanmaları mümkündür. Bazen bizi ziyaret eden bir kişi bu tür enerjileri arkasında bırakabilir.
Hiç sizi ziyaret eden kişi ayrıldıktan sonra bulunduğunuz ortamın enerjisinin değiştiğini ve sanki o kişinin arkasında bir şeyler bıraktığını hissettiniz mi?
Kişiler arkalarında düşük frekanslı duygularını, hastalıklarını veya negatif astral enerjileri bırakabilirler. Böyle bir durum hissettiğiniz zaman, ortamı arındırın ve size faydalı olmayan her şeyin evrensel Işığa gitmesini isteyin.
Eğer mümkünse çalıştığınız ortamı da arındırın. Genellikle floresan lambalarının kullanıldığı ve temiz hava almayan yerlerde yoğun frekanslı enerji birikir ve kişinin zamanla kendisini halsiz ve bitkin hissetmesine neden olur. Enerji bedenlerimizin frekansı düştüğü ve zayıfladığı zaman bunu genellikle fiziksel rahatsızlıklar izler.
İnsanların arındırılması:
İnsanların arındırılmasında özellikle çakraların bulunduğu bölgeler başta gelir. Çakraların hepsinin bir arada uyum içinde çalışması gereklidir. Çakralar dengeli olduğu sürece evrensel yaşam enerjisi bedene akar. Çakralardan herhangi biri dengesiz çalıştığı zaman o bölgeye akan enerji zayıflar, ayrıca diğer çakralar da bu dengesizlikten etkilenirler.
Bir kişiyi arındırmak için kişinin aurasının veya enerji alanının başladığı noktayı bulmak gerekir. Bu herkeste değişiktir ve enerji alanını hissetmenizi gerektirir. Bunu hissedebilmek için kişiye doğru yaklaşın. Kişinin enerji alanına girdiğinizi hissedeceksiniz.
Bu alanı bulduktan sonra tütsünüzü yakın ve dumanı arındıracağınız kişiye doğru elinizle veya bir tüyle yönlendirin. Bunu kişinin çevresinde saat yönünün tersine doğru dönerek yapın ve döndükçe daireleri küçültüp kişiye yaklaşın.
Enerji alanının temizlendiğini hissettiğiniz zaman çakralara konsantre olun. Çakraları bedenin önünden ve arkasından tek tek dumanı yönlendirerek arındırın. Bundan sonra bedeni dumanla elinizle veya tüyünüzle baştan ayağa kadar süpürün.
Bu işlemi de kişinin çevresinde saat yönünün tersine doğru dönerek gerçekleştirin. Kişiye kendisini nasıl hissettiğini sorun. Eğer belli bir bölgenin daha fazla arındırılmasını arzu ediyorlarsa dumanı bu bölgede bir süre yoğunlaştırın.
Kendinizi arındırma:
Kendinizi arındırmak için yanan tütsüyü yere koyun. Tütsünün etrafında saatin ters yönüne doğru yavaş yavaş dönün. Dumanın bedeninizi ve bütün varlığınızı sardığını hissedin. Kendi enerji alanınızı olabildiğince elinizle veya tüyünüzle süpürün.
Arzu ederseniz dumana doğru eğilip ellerinizle yıkanır gibi dumanı bedeninize çekmeniz de mümkündür. Dumanı soluyup bedeninizi içten de arıtabilirsiniz. Bunu yaptıktan sonra genellikle meditasyon yapılması tavsiye edilir.
Arındırmada tüyün önemi:
Arındırmada tüy kullanmak oldukça önemlidir. Dumanı bedenin çevresinde ve çakra bölgelerinde yaymak için kullanılan tüy elektromanyetik bir alan oluşturulur. Bedenin sol tarafı negatif iyonları, sağ tarafı ise pozitif iyonları taşır. Genellikle bunlardan birine doğru eğilimimiz vardır.
Tüy kullanmak adaçayının dumanı ile birlikte iyonları dengeler. Arındırmada herhangi bir tüy kullanılabilir. Ancak sevdiğiniz ve kendinizi spiritüel olarak yakın hissettiğiniz bir kuşun tüyünü kullanmak daha rahatlatıcı ve etkileyicidir.
|
|
|
Titreşimin İlişkilerimizi Nasıl Etkilediği Gerçeği |
Yazar: Spiritüeller - 24-06-2017, Saat: 21:12 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Herkes bir frekansa, yani titreşime sahiptir. Yani DNA’nın salınım oranı. Bu titreşim 50 ile 150 Ghz arasında gezinir. Rezonans yüzünden, frekans son derece önemlidir. Bir titreşime (frekans) sahipsiniz ve yakın titreşimdeki diğer insanlarla, yerlerle, zamanla, olaylarla rezonansa girersiniz. Bu durum sizin diğerleriyle olan ilişkilerinizi nasıl etkiler?
İki insan, aynı ya da birbirine yakın frekansta iseler ancak ortak bir şeylere sahip olur ya da yan yana gelebilirler. Bunu kavramak o kadar önemli ki, son cümleyi tekrar okuyup üzerinde düşünmenizi isterim. Bunun dış görünüş, kültürel geçmiş, eğitim, deri rengi, mali durum, ülke, ilgi vs. ile en ufak bir ilgisi yoktur.
İki insan ancak aynı frekansa sahipse, yan yana gelir ve birlikte olurlar.
Örneğin, bir restorana girdiğinizde, belli bir masada insanların birlikte oturduğunu görürseniz, onların hepsinin yakın frekanslarda olduklarını fark edersiniz. Bu yüzden arkadaşlar yan yana gelirler. Yine bu yüzden arkadaşlar ve eşler birbirlerinden ayrılırlar.
Aralarından birinin frekansı yükselir; diğeri aynı kalırsa, ikinci kişi diğerinin hologramından düşer. Ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, diğerinin frekans aralığının dışına düştüğünden bağlantı kuramazlar. Hiç düşündünüz mü, okuldan bazı arkadaşlarınız artık arkadaşınız değildir ve onlarla hiç bir bağlantınız yoktur? Çünkü frekansınız değişmiştir ve literal anlamda onları “göremiyorsunuzdur” artık.
Bizler gerçeği, şimdiki kitlesel bilincimizin odaklandığı bir alt boyutta var olan frekans bantlarının titreşimlerinin alt frekanslarının içinde olan kolektif kitlelerin düşünce formları şekliyle algılayabiliyoruz. Yani örneğin DNA sarmallarınızın 5 tanesi aktive olmuşsa ve bilinçliliğiniz beşinci boyuttaysa düşünce formlarının 4. Boyuttaki gibi yoğun (katı) olduğunu görürsünüz.
Bu yüzden farklı insanlar, yaşamı bütünüyle birbirlerinden farklı algılarlar. Bilinç ve DNA aktivasyon düzeyi farklılıkları yüzünden. Düşünün bakalım dışarıdaki gerçekten tuhaf kombinasyon oluşturan çiftleri, asla yan yana gelmelerini hayal bile edemeyeceğiniz insanlar birliktedirler. Birliktedirler çünkü aynı frekanstadırlar.
Konuya frekans açısından bakarsanız kendinizin de neden artık bir takım insanlarla birlikte olmadığınızı görürsünüz ve ilişki “yürümüyorsa” kendinizi kötü hissetmek zorunda kalmazsınız. Eğer frekansları uyumlu değilse 2 kişi yan yana duramaz. Aynı şekilde eğer rezone olmadığınız bir çevrede çalışıyorsanız, orada fazla kalamazsınız. Gerçekten de o çevre ve oradaki insanlarla aynı titreşimde salınmadığınızı hissedersiniz ve sonunda sizin oradan ayrılmanızı gerektirecek bir olay vuku bulur. Eğer titreşim yasalarından haberdar değilseniz, bu hoş olmayan ve sıkıcı bir durum gibi gözükebilir.
Yine, ailenin bir araya geldiği bayram ya da benzeri tatillerde bu frekans konusu gerçekten de çok hissedilir bir hale gelir. Çoğu kişinin birlikte rezonansa giremediği kardeşleri ya da aile üyeleri vardır. Ve olan şey, bu durumun frekansla ilgili olduğundan haberdar olmayan anne-baba, büyükbaba-büyükanne gibi diğer aile fertlerinin “aileyi bir arada tutabilmek için” herkesi “geçinmeye” zorlamasıdır.
Bu yüzden birçok dram vardır ailelerde, frekans ve bilinçlilik hallerindeki düzey farklılığı yüzünden. Belirli bir ailede enkarne oldunuz diye, otomatik olarak tüm aile fertleriyle aynı titreşim seviyesinde olmanıza olanak yoktur. Zaten genellikle, eski yaşamlarımızdaki azılı düşmanlarımız bu hayatta aynı ailede doğmayı seçerek, bizim annemiz, babamız ya da kardeşimiz olurlar. Bu son derece sık rastlanan bir durumdur. Bunu yapmalarının sebebi, nefreti iyileştirmek ve kişinin kendi bilgeliğini kazanarak ruhsal anlamda tekâmülü içindir.
Peki, titreşimimizi nasıl yükseltebiliriz? 3 temel yol var;
1) Enerji çalışmalarına katılın:
Titreşiminizi düşüren enerji blokajlarını, ailenizden miras kalan karmik damgalarınızı kaldırmak, ruhunuzdan ve ruh düzeyinden daha yüksek frekans çekmeniz ve tutmanızı sağlayacak uykudaki DNA’yı aktive etmek için enerji çalışmalarına katılın. Bu çalışmalar aura temizliği, karma çalışmaları ile birlikte başlayabilir. Ve DNA aktivasyonları kendi üzerinizde nasıl çalışacağınızla ilgili genişlemiş bir bilgiyle birlikte devam edebilir.
2) Zihin bedenini kontrol eden egzersizler yapın:
Sadece koşulsuz sevgi, neşe, mutluluk, minnettarlık gibi güç veren duygusal yüksek frekanslı düşünceler içinde olarak zihin bedeninizi kontrolünüz altına alın.
Korku, anksiyete, umutsuzluk ve depresyon gibi durumlardan uzak durun. Bu durumların tümü düşük frekans taşıdığından, size düşük frekanstaki insan ve durumları çekerler.
3) Mediyasyon / Yoga yapın:
Mümkün olduğunca meditasyon, yoga ya da diğer teknikler yoluyla, teta, delta dalgaları gibi derin zihin hallerine girin. Bu gibi derin haller, sizin Tanrı kimliğinize ve kuantum fiziğinde “gözlemci” denen duruma en yakın olduğunuz, düşünce tezahüründe, enerji dalgalarının uzay / zaman atom-altı parçacıklarının içinde çöktüğü anlardır.
Umarım bu yazıyla rezonansa girmiş ve titreşimin yaşamımızın her halinde nasıl etkili olduğunu fark etmişsinizdir.
|
|
|
İnsan Yapımı UFO’lar ve Dünya Dışı Teknolojinin Ele Geçirilişi |
Yazar: Spiritüeller - 24-06-2017, Saat: 20:37 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
|
Günümüzde insanlık hala bu soruyu soruyor: UFO’lar gerçek mi? İnsanlık bu sorunun cevabını henüz çözebilmiş değil. Ancak araştırmacılar ve komplo teorisyenleri bu konuda birçok teori ve bilgi sunmaya devam ediyor. Öne atılan teorilerden bir tanesi, UFO’ların çok üstün uzaylı varlıklara ait olduğu.
Ancak geçmişe bakıldığında, insanlığın kendi imkânlarıyla yer çekimine karşı koyabilen UFO’lar üretmeye çalıştıkları, hatta başaralı olduklarını ortaya koyan bilgiler mevcut. Yani, uzaylı varlıklara ait olduğu düşünülen uçan daireler yaşadığımız gezegene özgü olabilir. İşte, bu düşünceyi destekleyen gelişimin Soğuk Savaş yıllarına kadar ortaya çıkarılamayan öyküsü:
Nazi Almanya’sı İle Başlayan Çalışmalar:
Nazi Almanya’sı, benimsediği ideoloji altında dünyayı yöneten bir güç haline gelmeyi nihai amaç olarak belirlemişti. Bu amaç için çok güçlü bir orduya sahip olmanın yanı sıra, en üstün silahları elde etmelerini sağlayacak teknolojiler geliştirmeye çalışıyorlardı. Böylece, bir gün uçan dairelerin geliştirilmesine kadar giden bir teknolojik süreç başlamış oldu.
Alman mühendisler ilk olarak dünyanın ilk turbo jetli savaş uçağı Me-262’yi ürettiler. Geliştirilmesi ve denemesi beş yıl süren uçak 1944 senesinde savaşa girebildi. Aynı yıl savaşa alanına sürülen bir başka silah, güdümlü füzelerin babası olan V–1 roketiydi. 850 kg savaş başlığı ile 250 km menzile ulaşan bu roketler, Almanlar Normandiya çıkarması ile Fransa kıyıları ve Belçika’yı kaybedene kadar İngiltere’nin üzerine yollandı.
Almanların uzay teknolojisi adına çığır açan teknolojisi ise balistik füzelerin babası olan V-2’ydi. 3800 kg etil alkol + su ve 5000 kg sıvı oksijeni yakıt olarak kullanan 14 metrelik devasa füze, 5700 km hızla 320 km menzile ulaşabiliyordu. 980 kg amonyum nitrattan üretilen amatol patlayıcısı ile dolu savaş başlığı taşıyan V–2, Normandiya çıkarması ile fırlatma tesislerinin boşaltılmasına kadar İngiltere’ye üç binden fazla fırlatıldı. Savaşın ardından V–2 roketinin yaratıcısı olan Wernher von Braun, NASA’nın önde gelen bilim adamlarından biri olacaktı.
Uçan Daire Projeleri:
Almanya’nın yeraltı tesislerinde yürüttüğü sayısız uçuk kaçık araştırmanın arasında en öne çıkanı şüphesiz ilk insan üretimi UFO’lar olan(o zamanki adları ile uçan daireler) Haunebu 1–2–3–4 serisiydi. Bu projenin tarihi ise savaş öncesi yıllara uzanıyordu.
Nazi partisinin kurulduğu günden, iktidarı ele geçirdiği döneme kadar (1933) destekçisi olan Thule teşkilatı (gizli bir tarikattır), ilk uçan daireler için elektro manyetik yerçekimi motorları geliştirmeye çalışıyordu. 1935 senesinde gizlilik adına deneme uçuşları Hauneburg adlı bir kasabaya alındı. Haunebu adı da buradan geldi.
Haunebu’ların üretimine geçilmeden önce 1937 senesinde RFZ serisi ve VRIL uçan daireleri geliştirildi. RFZ 1–2–3 uçan daireleri ilk kez Arado Brandenburg’da denendiler. 1939 senesinde ise, Haunebu adını alan uçan daire projesi, bugün adı unutulmuş bir dehanın Almanlar tarafından ele geçirilmesiyle büyük bir değişim gösterdi.
Haunebu–1, Almanların Viktor Schauberger teknolojisi ile denedikleri ilk uçan daireydi. Çapı 25 metre olan Haunebu–1, 4800 km hıza ulaşabiliyordu ve iki kopyasının üretildiği 1939 senesinde toplam 52 deneme uçuşu gerçekleştirdi. Aracın itme gücünü sağlayan, “Thule Triebwerk – Tachynator 7B” adı verilen bir motordu. 18 saat havada kalan aracın tepesine ve altına 30 mm MK 108 topları yerleştirilmişti. Zırhı ise sağlamlıktan çok, süper bir ısı direnci sağlayan, Vril uçan dairelerinde geliştirilmiş “Çift Victolen Zırhıydı.” Mürettebat ise 8 kişiydi.
1942 senesinde 7 tane üretilen Haunebu 2 ise 26–32 metre çapında, 9–20 mürettebat taşıyabilen, 55 saat havada kalabilen ve 6 bin km hıza ulaşabilen daha geliştirilmiş bir modeldi. Toplam 106 deneme uçuşu gerçekleştirdi. Çapı 71, uzunluğu ise 139 metre olan Haunebu 3 ise tam 8 hafta havada kalabiliyordu. 7 bin km hıza ulaşabilen aracın, SS arşivleri ele geçirildikten sonra 40 bin km hıza çıkabildiği ortaya çıktı. Araç 6 tane MK 108 taşıyordu. Haunebu 4 ise 1946 senesinde üretime geçilmesi için tasarlanmıştı ancak bu gerçekleşemedi.
Soğuk Savaş Dönemi:
Savaştan yıllar sonra, UFO kavramı ortaya çıktığında Amerika ile Rusya’nın UFO üretebildiğine dair düşünceler yayıldı. Buna imkân veren teknolojinin ise Almanlardan alınan “anti-gravitation”, yani yerçekimine karşı gelebilen teknoloji olduğu düşünüldü. Almanların bu teknolojiyi 1940’ların başlarında düşen bir UFO’dan aldıkları öngörülüyordu. Gerçekte ise, Almanlar dünyanın görmüş olduğu en büyük dâhilerden biri, Avusturya doğumlu Viktor Schauberger’in itme gücü prensibine dayalı keşifleriyle uzay teknolojisinde çığır açacak gelişmeler göstermişti.
1962 yılında Rusların Küba’ya nükleer füze konuşlandırması ile Amerika ile Rusya savaşın eşiğine geldi. Dünya iki ülke arasındaki sorunun nükleer silah ve politik çıkar kavgaları olduğunu düşünüyordu, oysa iki taraf arasında uçan daireleri konu alan bir casusluk savaşı yaşanıyordu. Amerika’nın önde gelen ufolojistlerinden Robert Dean, onlarca sene yanlış bilinen asıl sorunu seneler sonra şu sözlerle açıkladı:
“1963’te, iki yıl önce başlanmış olan bir projeyi yürüten komisyona dahil olmak için Paris’e gönderildim. Yapılan çalışmanın sebebi, Amerika’nın Rusya ile en az bir 10–15 defa savaşa girme durumuna gelmiş olmasıydı. Bunun nedeni ise, o senelerde Rusya üzerinde uçan, çok sayıda metalik, oval şekilli ve yüksek kapasiteli cismin saptanması ve Rusların bu cisimleri Amerika’nın bir oyunu zannetmesiydi. Ancak aynı zamanda, bizde bu cisimleri Rusların geliştirdiği bir teknoloji ürünü olduğunu düşünüyorduk. Bu cisimler alçaktan, çok yüksek bir hızda uçuyorlardı. Bir süreden sonra hem biz, hem de Ruslar bu cisimlerin sahip olduğumuz teknolojiden çok daha üstün olduğunu anladık. Peki, bunlar kimdi?”
ABD ve Sovyet Rusya, 1945 senesinde Nazilerden V–1 ve 2 teknolojileri dâhil her türlü teknolojik icadı ele geçirmiş ve geliştirmeye başlamışlardı. İnsanlıktan tamamen gizli tutulan çok önemli bir gerçek burada saklıydı. İnsan yapımı uçan daireler olma ihtimali çok yüksekti ve onları geliştiren kişi Viktor Schauberger’in ta kendisiydi.
Suyun Sihirbazı:
Viktor Schauberger için suyun sihirbazı deniyordu. Küçüklüğü Avusturya’nın ormanlık arazilerinde geçen Schauberger, orman mühendisi olacağı güne kalmadan suyun gerçek kimyasını çözmeyi başarmıştı. Schauberger, suyun itme ve içte patlama yöntemi, girdap bilimi ve icat ettiği hava türbinleri ile su ve havadan maksimum enerji alınmasını sağlayacak sistemlerin mucidi oldu.
Viktor Schauberger ilk olarak 1934 senesinde, bir sene önce iktidara gelmiş Nasyonal Sosyalist partisinin ilerideki bilimsel çalışmalarının planlandığı dönemde Hitler ile görüşmeye çağrıldı. Üçüncü Reich için çalışmayı reddeden Schauberger, sonradan bu konuda tercih şansı olmadığını anladı. 1945 senesine kadar SS lideri Heinrich Himmler’in emirleri ve istekleri doğrultusunda ağırlıklı olarak “atomik enerjilere” yönelik çalışan Schauberger, savaştan sonra Avusturya’ya döndü ve 1958 senesinde öldü.
İcatları insanlık için değil, silah teknolojileri için kullanılan ve bu yüzden ismi tarihte kaybolup giden birçok dahi gibi, Schauberger’de kısa zamanda unutuldu. Oysa o, kendisi ile aynı kaderi paylaşan Nikola Tesla gibi en az Einstein kadar büyük bir dâhiydi.
Schauberger, geliştirdiği hava türbini, havanın maksimum enerji ile akışkanlık kazandığı iletim kanalları ve akışkanlığı maksimum enerjiyle dengeleyen dalga yapıcı disklerle ilk insan yapımı UFO’yu tasarladı. Standart olarak bilinen, üstü ve altı çıkıntı, ortası silindirik UFO, uzaylıların yapmış olduğu değil, Schauberger’in teknolojisinin ortaya çıkardığı doğal tasarımın bir ürünüydü.
Schauberger Tasarımı Ufo:
Hava türbinlerinden UFO’nun disk şeklindeki gövdesinde akıl almaz bir sürat ile giren hava, dalga yapıcı diskler ile dengeli bir şekilde aracın gövdesine yayılıyor, tekrar türbinlerdeki basınç odalarına dönerek bu döngü içinde inanılmaz bir enerji yaratıyordu. Onlarca tonluk koca bir alet, ne jet yakıtı, ne de nükleer enerjiyle, sadece havayla yerden yükselmeyi başarıyordu.
Sadece yükselmekle de kalmıyor, saatte 4800 km gibi inanılmaz bir hıza ulaşıyor, havanın girdap bilimine göre tasarlanmış iletim kanallarında yaptığı süper hızlı ve maksimum enerji veren akımıyla fizik kanunlarının üstesinden gelen manevraları gerçekleştirebiliyordu.
Schauberger, insanlığın hayatını çok kolaylaştıracak, kaynak savaşlarını anlamsız kılacak ve insanın doğasına yönelmesini sağlayacak en mükemmel icatları üreten kişi oldu. Ancak icatları insanlık için değil, silah teknolojisi için kullanıldı ve adı unutuldu. Yaratmış olduğu UFO teknolojisi hem uzaylılarda, hem insanlarda olması beklenen standart şeydi. Çünkü ona göre insanın ihtiyaç duyduğu tüm enerji zaten içinde bulunduğu doğanın kendisinde saklıydı ve fazlasına gerek yoktu.
Schauberger Öğretisi:
Schauberger’e göre, nasıl kan insanın yaşam kaynağı ise, su da dünyanın yaşam kaynağı olan şeydi. Nehirler dünyanın can damarlarıydı ve suyun kendisi canlıydı. Onun içinde gizli olan kimyayı çözerek, Schauberger ondan maksimum fayda elde etmeyi de öğrenmişti. Su ile taşımacılık alanında yaptığı ilk icatlar, suyun sağladığı enerjinin öne çıkmasını sağlayan iletim kanallarını, boru ve türbinleri tasarlamasını sağladı.
Suyun üzerinde keşfettiği itme ve içte patlama teknolojilerini daha sonra hava için uyguladı ve bu teknolojilerin bileşimi ile ilk insan yapımı UFO ortaya çıktı. Schauberger, 1953 senesinde yakın bir arkadaşına bir mektup yazdı. Mektubunda geçen bir cümle aynen şuydu:
“Sudan elde edebileceğimiz maksimum enerji o kadar yüksek ki, bu enerjinin yanında nükleer füzyon enerjisi kullanmak tam bir saçmalık olacaktır.” 1958 senesine kadar çalışmalarını insanlık için sürdürmeye çalışan Schauberger, teknolojisini anlayan değil, çalan insanların olduğu bir dünyadan unutulmuş bir insan olarak göçüp gitti.
Teknoloji Amacından Kopuyor:
Schauberger’in Nazi tesislerinden Avusturya’ya döndüğü savaş sonrasında, Ruslar Polonya’da ele geçirdikleri V-1’ler ve diğer teknolojiler üzerinde, Amerikalılar ise Wernher von Braun önderliğinde uzay teknolojilerinde son sürat çalışmaya başladılar. Amerikan uzay havacılık çalışmaları, New Mexico’daki White Sands füze alanında, V–2 roketleri ile başladı ve 1947’de en büyük başarısını gösterdi.
Gönülsüz maymunların kullanıldığı ilk roket deneyleri 1947 tarihinde başlamış ve başarıya ulaşmıştı. 1948 yılında uzaya çıkan ilk maymun Albert bu başarısını V-2 teknolojisine borçluydu.
1946–49 döneminde Amerikan insanı için siyah-beyaz televizyonlar, üç boyutlu sinema filmleri ve 160 beygire kadar çıkabilen Cadillac serisi otomobiller en büyük teknoloji iken, Amerikalı bilim adamları V-2’leri uzaya çıkartacak teknolojiye ulaşmışlardı bile. Her zamanki gibi, silah ve uzay teknolojisi insanlığın 100 yıl önünden gidiyordu ve bu gelişim günümüzde insanlığın yararından çok, gizli amaçlar ve politik nüfuz kurmak için kullanılmaya devam ediyor.
|
|
|
KADİM BİLGELİKTEN YENİ FİZİĞE |
Yazar: Spiritüeller - 24-06-2017, Saat: 16:28 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Günümüzde insanın ve evrenin anlaşılmasına yönelik araştırmalar sürdürülürken ortaya çıkan dinamik gelişmeleri, yeni evren anlayışlarını ve bilimdeki son araştırmaları iyi gözlemek gerekir. Yeni bir evren-insan-doğa yani yeni bir dünya anlayışına doğru gitmekteyiz. Kurumlaşmış yapılanmalar ve dogmatik kalıplar büyük sarsıntı geçiriyor. Bildiğimiz şeyler yeni fiziğin modern araştırmaları ile bildiğimiz gibi olmaktan bir bir çıkıyorlar, gözümüzün önünde hızla değişiyorlar; giderek metafiziğe ve kadim bilgelik öğretilerine yaklaşıyorlar.
Bilimde ve Spiritüalizmde meydana gelen yeni düşünce akımları ve yeni evren anlayışları, yeni bir anlayışın doğmasına hizmet ediyor. Spiritüalizm, Parapsikoloji, Modern Fizik ve Astronomi, Yeni Bir Evren Anlayışının bizler tarafından anlaşılır hale gelmesi için büyük bir çaba harcıyor.
New Age adı da verilen Yeni Çağ Akımı ve bir iletişim ağı gibi tüm dünyayı 1850’li yıllardan beri sarıp sarmalayan spiritüel tebliğler, çeşitli kanallar aracılığıyla gelen akışlar, bazı duru görürlerin gördükleri vizyonlar ve en son gelişen fizik teorilerindeki bütünsellik ve holografik evren kavramı gibi çağımıza damgasını vuran bilgiler, bizleri yeninin yepyeni ve pırıl pırıl günlerine hazırlamak için adeta birbirleriyle yarışır durumdadır.
Her alanda yepyeni insan ve evren modellerinin ortaya konulması zamanı yakındır. Hatta kondu da bizlere yansıması biraz zaman alıyor demek daha doğru. Yarının dünyasında insanın ve evrenin varoluş ilkeleri yine insanı ele alarak ortaya konacak yani yarınlarımızda insanın ve evrenin ilkelerini öğrenmek ve onlara göre yeni bir dünya düzeni içinde bilgiyle yaşamak mümkün olabilecektir.
Artık insanoğlu, kendisine en uygun ve en doğru modeli kadim bilgeliğin sentezini yaparak seçmek, geleceğini, uygarlığını yeniden yapılamak ve evrenle uyum içinde bir model kullanmak istiyor. Evrensel ilkeleri baz alarak oluşturacak bir düşünce gücüne ve yeteneğine sahip olmak hepimizin en doğal hakkı.
Dünya üzerindeki tüm yeni düşünce akımlarının savundukları yeni yüzyıl düşüncesinde her şeyden önce insanın kendisiyle evren arasındaki bağları fark etmesi, ezoterik ve hermetik öğretilerin binlerce yıldır söylediği “Yukarısı Aşağıya Benzer” ilkesini yaşamak arzusu ön planda geliyor. Ve bu çözümlemeden elde edilecek ilkelerle yepyeni bir çağ, yepyeni bir uygarlık, yeni günün şafağında doğmak üzere…
Bilimsel araştırmalarda özellikle son elli hatta son yirmi yılda meydana gelen gelişmeler; fizik yasaların düzenlenmesinde yapılacak araştırmaların mikro kozmostan makro kozmosa uzanan bir skala içinde olduğunu öğretti. Yani kısacası evrenin bir bütün olduğu ve birbirleriyle bağlantılı olaylardan oluşan dinamik bir ağ meydana getirdiği gerçeği Holografik Evren anlayışının ve Kuantum Fiziğinin geniş kitlelere mal olması ile iyice açığa çıkıyor.
|
|
|
Mevlana’nın Paranormal Özellikleri |
Yazar: Spiritüeller - 24-06-2017, Saat: 16:24 - Forum: MEVLANA
- Yorum Yok
|
|
İslam mistisizminin önemli isimlerinden Mevlâna bütün büyük sufiler gibi parapisişik yetenekler sergilemiş ve yaşamı boyunca ortaya çıkan doğaüstü olaylara çevresindekiler tanıklık etmiştir.
Sufi ekollerinde bu, öğretinin bir parçasıdır. Gerek medidatif çalışmalar, gerek konsantrasyon çalışmaları ile belli bir süre sonra kendiliğinden ortaya çıkan tezahürlerdir bunlar. Özellikle zikir çalışmaları bu tür yeteneklerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Mürşitlerin göstermiş olduğu bu paranormal fenomenler sufi öğretisinin bir parçası konumundadır. Burada amaç gösteri yapmak ya da insanları mucizeler göstererek etki altına almak değildir, öğretinin doğal akışı içinde gerçekleşen unsurlardır bunlar.
Ancak bu tezahürler sadece mürşitler değil müritlerde de ortaya çıkabilmekteydi. Bunların inisiyatik eğitimin doğal bir sonucu olduğunu bir sufi hikâyesi çok güzel aktarır:
-Bir mürşit öğrencisine o gece zikir çalışmasında ne yapacağını açıklar ve arkasını dönüp karşı kıyıya geçmek için nehrin üstünde yürümeye başlar. O anda öğrenci hocasının söylediği bir sözü tam anlayamadığını fark eder.
Suyun üstünde yürümekte olan mürşidinin peşinden koşarak yanına gider ve mürşidine kendisine vermiş olduğu zikir çalışmasıyla ilgili bir şey sorar. Hoca dönüp baktığında öğrencisinin de kendisi gibi su üstünde durduğunu görür ve şöyle der: ‘’Git nasıl istiyorsan zikrini öyle yap!’’-
Tüm temiz gönüllerde gizli mucize ve kerametler gerçekleşebilir demektedir Mevlâna. Gizli olan mucize ve kerametler, temiz pirlerden gönüllere akseder.
Mesnevi c.VI, 1300; ‘’Vahdet küpünden bir kadeh şarap iç, mest ol; bu kerametlerim, hep vahdet şarabındandır!”
Divân-ı Kebir c. IV, 2111; ‘’Allah velilerinin eriştikleri yakınlıkta yüzlerce keramet, yüzlerce iş güç var.’’
Mesnevi c. III. 700-705; ‘’Gönül gözünü açabilen, içinden dışarı doğru taşabilenler için mucize yoktur. O bize mucize görünür.’’ Yaşanan bu mucizevi hâller su üstüne çıkan parapsişik yeteneklerdir. Bizim için mucize olarak değerlendirilen bu fenomenleri fizik, kimya gibi pozitif bilimler açıklamakta yetersiz kalmakta, bu yüzden de görmezden gelmektedir.
Bu fenomenler kendini tanıma yolunda aşama aşama ilerleyen müritler için önemli ruhsal tezahürlerdir. Gerek müritlerinde gerekse de Mevlâna’nın kendisinde bu tür ruhsal tezahürlerin olduğu tutulan kayıtlarda görülmektedir. Eflakimin Ariflerin Menkıbelerimde ve Sevakıb-ı Menakıb’ta yer alan fenomenlerin içinden seçtiklerimizi sizlerle paylaşıyoruz.
Telekinezi, levitasyon, apor, dedublüman, mateyalizasyon-demateryalizasyon, durugörü, görücü medyumluk şifacılık, telepati bunlar arasında en fazla görülen tezahürlerdir.
Telekinezi:
Grekçe tele (uzak) ve kinesis (hareket) kelimelerinden türetilmiştir. Fiziksel medyomlar herhangi bir temas olmaksızın ya da bir araç kullanmadan eşyaları hareket ettirebilirler. Telekinezi gücü diğer paranormal yetenekler gibi her insanda mevcut olup çalışmayla da ortaya çıkartılabilir.
Mevlâna’nın hayatında da mucize olarak değerlendirilmiş sayısız telekinezi örnekleri mevcuttur;
*Medresenin kapısı kendiliğinden açılıyor…
Babasının ölümünden sonra Mevlâna öğrenim için babasının müritlerinden birkaçıyla Şam’a gider. Bir süre Halep’teki Halaviye Medresesi’ne yerleşirler.
Medresede öğretmenlik yapan Halep Beylerbeyi Kemaleddin bin al Adim Mevlâna’ya özel bir ilgi gösterir. Medrese kapıcısı her akşam odasından Mevlâna’nın çıkıp kaybolduğunu söyler. Öğretmenlerinin ilgisini kıskanan öğrenciler bu sözleri Beylerbeyi’ne yetiştirirler.
Bunun üzerine Kemaleddin bin al Adim de bir gece kapıcı odasına saklanarak Mevlâna’yı gözetler. Gece yarısı Mevlâna odasından çıkar. Medresenin kapısının önüne gelince kapı kendiliğinden açılır. Mevlâna’yı takip eden Kemaleddin, şehir kapısının önüne gelince de aynı şekilde kapının kendiliğinden açıldığını görür.
İleride açıklayacağımız apor olayının da beraberinde görüldüğü bir diğer telekinezi olayı da şöyledir;
*Meclistekiler korkularından feryat ettiler…
Mu’înüddin Pervane, bir gece Mevlâna’nın sevgisine toplantı düzenleyip, şehrin büyüklerinin hepsi orada toplandılar. Her gelen önüne bir büyük mum yaktı. Sonunda Mevlâna gelerek dostlarına “Önümüze bir küçücük mum koyun!” dedi.
Halk toplandığında Mevlâna’nın önünde olan mumun küçüklüğüne şaşırdılar. Mevlâna: “Bu bizim küçücük, hakirce mumumuz, sizin büyük mumlarınızın canıdır. Eğer kabul eylemezseniz bakın!” diyerek “Uf!” deyip kendi mumlarını söndürdü. Meclistekiler korkularından feryat ettiler. Mevlâna tekrar “Uf!” dedi ve mumlar aydınlandı. Sabaha kadar sema ettiler. Sabah tüm mumlar yanıp bitmiş, Mevlâna’nın küçücük mumunun ise ilk hâlinde olduğunu gördüler.
*Ok atmak isteyenin kolu kalkmaz…
Konya şehri Moğolların saldırısına uğrar. Baçunun askerleri şehri kuşatır. Şehir halkı sıkıntıya düşüp Mevlâna’dan yardım ister. Çünkü Baçu hangi vilayete gittiyse halkını helak edip, yağmalamıştır.
Mevlâna: “Siz kendinize göre tedarikinizi gönlünüzden çıkarıp Hakk’a tevekkül eyleyin! Pak inançla bizden yardım bekleyin! Yüce Allah sıkıntınızı def eyleye!” deyip şehrin meydanına çıkar. Büyük bir ordu görür. Baçu’nun haymesini bir evin dibine kurmuşlardır. Onun üstüne çıkıp namaza başlar. Mevlâna’yı görüp Baçu’ya haber verirler. “Ok yağmuruna tutun!” diye emreder.
Ok atmak isteyen kimsenin kolu kalkmaz. Ata binip hamle etmek isteyenlerin atlarının ayakları yere takılı kalır. Sonra Baçu kendisi üç kere ok atar, üçü de önüne düşer. Sinirlenip atına binmek ister. Biner, atı yürümez. Bu sefer yaya olarak hücum eder. Ayağı tutulup yüzüstü yıkılır.
Sonunda Baçu aciz kalıp “Bu er yarlığandır!” der. Yani Allah tarafından güçlendirilmiştir, bundan sakınmak gerekir deyip özür dileyerek savaştan vazgeçer.
*Ayağına dolaşan yüz dirhem…
Osman Gûyende anlatır: ‘’Yeni evlenmiştim. Çok ihtiyacım vardı. O sıkıntıyla Mevlâna’nın yanına vardım. Beni görünce hemen o sultan kalkıp evine gidip geldi. Benimle merhabalaşıp avucuma bir miktar akçe koydu. Dedi ki: “Şimdiden sonra bizimle bazı bazı merhaba eyle!” Yine sıkıntım oldu. Yine gelip dedim ki: “Merhabaya geldim!” Mevlâna: “Bugün bir yağlı lokmaya yetişirsin!”
O gün akşama dek durdum. Bir alamet olmadı. Yağmur başladı. Kendime dedim ki: “Aydınlıkken gitmek gerek! Karanlık ve balçık olur”. Kalkıp gittim, sular yollarda birikmiş, ayağıma bir şey dolaştı. Çekip çıkardım, meğer bir keseymiş. İçinde yedi yüz dirhem sultanî vardı! Alıp şükrettim. Sabah Mevlâna’nın yanına varıp üzüntülü bir şekilde oturdum.
Yani işaret yerini bulmadı gibi davrandım. Mevlâna: “Ey Osman, yanındakini ortadan kaptın da yine sıkıntı mı arz edersin?” deyince dayanamadım. Mübarek ayağına yüzümü sürüp ağladım.’’
*Hırsızlar ne kadar uğraştılarsa da yanlarına gelemediler…Arif Çelebi anlatır:
‘’Babam Sultan Veled rivayet eder. Şemseddin hazretleri kaybolunca Mevlâna yanına eshabı alıp Şam tarafına yola çıktı. Ansızın haramiler karşılarına çıktı, kervan sıkıntıya düştü. Mevlâna kafiledekileri toplayıp, etrafına bir hat çekerek Hud Peygamber gibi davrandı. Hırsızlar ne kadar uğraşırlarsa da yanlarına gelemediler.
Sonunda bir kişiyi yaya olarak gönderdiler. Geldiğinde “Bu evliyalık meydanının sultanı kimdir?” Cevap verdiler: “Sultanü’l Ulema’nın oğlu Mevlâna hazretleridir”. Orada aslan gibi kudretli kimseler sinek gibi güçsüzleşip onun seveni ve kulu oldular. Üç yüz kişi Halep şehrine varıncaya kadar Mevlâna hazretlerinin önünde yaya olarak hizmet ederek, tövbe ettiler.’’
Levitasyon:
Levitasyon görünürde hiçbir fiziksel neden yokken insan ya da eşyanın havaya kaldırılması, bir süreliğine havada asılı kalmasıdır. Medyumlarda, fakirlerde, yogilerde gözlenen bu parapsikolojik fenomenin açıklaması neospiritüalist anlayışa göre ektoplazmik maddenin bir kaldıraç görevi görmesi, yer çekimine karşı zıt ya da onu nötralize eden bir kuvvetin meydana gelişiyle oluşur. Bu istek ya da istek dışı olan fenomende elektromanyetik alanda bazı akışkanların çekimden kaynaklanan ağırlığı ortadan kaldırılmaktadır.
*Ders anlatırken havada yürüyordu…
Mevlâna Şam’da Mukaddemiye Medresesi’nin damında ders anlatmaktadır. Damın kenarına geldiğinde adımını atmaya devam eder. Levite olarak yürür ve yine bu şekilde geri döner. Bunu aralıksız tekrar eder. Medresedeki öğrenciler bunun üzerine Mevlâna’nın müridi olur.
*Ayakları yerden bir arşın yukarıdaydı…
İmam İhtiyareddin anlatır: ‘’Bir gün Mevlâna Hazretleriyle yalnız başımıza Hüsameddin Çelebi’nin bahçesine gidiyorduk. Mevlâna Hazretlerinin arkasından yavaş yavaş giderken, ayaklarının yerden bir arşın yukarıda gittiğini gördüm. Dayanamayıp aklım başımdan gitti. Bir zaman sonra aklım başıma gelince kendisinin gittiğini gördüm. Ardından yetiştiğimde dedi ki:2Adam bir kuştan değersiz midir ki havaya uçuşuna şaşarsın?’ ‘’
*Bir erkek çocuğu havada asılı kalmıştı…
Şeyh Sinâeddin Akşehirli anlatır: Mevlâna Şam tarafına gittiği zaman, Sis vilayetinin papazlarından bir topluluğa rastladı. Onlardan nice kere olağanüstü şeyler meydana gelmişti. Mevlâna’yı gördüklerinde bir oğlana işaret ettiler. Oğlan havaya uçup asılı kalmıştı.
Mevlâna o anda ciddi olarak ilgilenmedi. Ansızın oğlan feryada başladı: “Bir çare eyleyin!” Papazlar “Aşağı in!” deyince, oğlan: “Gücüm yetmez! Sanki beni burada mıhladılar!” dedi. Rahipler, çok çalıştırdılarsa da başaramadılar. Sonunda istemeyerek Mevlâna’ya “İhsan eyle, bu oğlana himmet eyle! Aşağı insin!” dediler. Mevlâna dedi ki: “Kelime-i şehâdet eylemedikçe kurtulmaz!” Oğlan kelime-i şehadet getirince, aşağı kolaylıkla indi. Hemen onu görünce diğer papazlar da Müslüman oldular.
*Mevlâna aniden denizin üstünde belirir…
Konyalı Kürd Kadı anlatır: Gençlik zamanımda ticaret için İskenderiye’ye gitmiştim. Aniden çıkan fırtınayla gemi girdaba girer. Gemideki tacirlerin hepsi çaresizlik içindedir. Mürit ‘Ey Mevlâna, ey Mevlâna’ diyerek yardım ister. Mevlâna aniden denizin üstünde belirir. Bu olayda Mevlâna müridinin çağrışını telepatik olarak almış, demateryalizasyon-materyalizasyonla müridinin yanına gelmiştir.
Bütün sufi çalışmalarında buna benzer birçok olayın yaşanmış olduğunu biliyoruz. Mürit ne zaman başı sıkışsa hocasını düşündüğü an hocası derhal müridinin yanında belirmiştir.
Apor:
Bir veya birkaç şeyin aniden ortaya çıkmasına apor adı verilir. Fiziksel medyumların tezahürlerinden olan bu fenomene peygamberler, mistikler ve diğer kutsal kişilerde rastlanmıştır. Mevlâna’yla ilgili günümüze kadar gelen olağanüstü femomenlerin içinde apor olayları bir hayli çoktur.
*Medresenin direği halis altın oldu…
Şeyh Bedreddin Tebrizi’nin kimya, simya ve fizikte benzeri bulunmazdı. Sultanların sohbetine katılmak istese de olmazdı. Konya’ya gelip Mevlâna’nın dervişlerinden olmak istedi. Sultan Veled aracılığıyla Mevlâna izin verip, bilgisini gösterip, kimya kuvvetiyle her gün dervişlere harcanmak üzere bin dirhem sultanî vaad etti, diye bildirdiler.
Mevlâna hiç cevap vermedi. Şeyh Bedreddin’i Mevlâna’nın huzuruna getirdiler. ”Biz altının topraktan aşağılık olduğunu duyurup dostlarına arasından fitnenin gitmesine uğraşırız. Birisi gelmiş toprağı altın ederim, der. Gücünün yettiği kimya potaya ve körüğe muhtaç mıdır?” dedi. Şeyh Bedreddin: “Evet” dedi.
Mevlâna: “Kimya ona demezler ki! Kimyagerlik şudur: Altın bakışını bakarsan altın ola!” der demez medresenin direği hâlis altın oldu. Şeyh Bedreddin’in aklı başından gitti. Mevlâna “Hay mübarek, biz sana altın ol demedik gibi yine hâline var!” dediği gibi yine değişerek eski hâline döndü. Şeyh Bedreddin bu aciz bırakan kerameti görünce bağışlanmasını dileyerek onun müridi oldu.
*Taş benzersiz bir yakuta dönüşmüştü…
Şeyh Bedreddin anlatır:
‘’Bir gece Hüsameddin Çelebi’nin bahçesinde Mevlâna’nın hizmetindeydim. Ansızın beni istedi. ‘Buyurun, nedir Sultanım?’ dedim. Yerden bir taş alıp elime verdi ve dedi ki ‘Allah’ın sana verdiğini al ve şükredenlerden ol!’ Sabredemeyip ay ışığına tuttum. Asla benzerini görmediğim bir yakut olduğunu görünce bir nâra attım. Sabah olunca pazarda altmış bin dirhem kıymet biçtiler.’’
*Hiç eksilmeyen helva sinisi…
Mevlâna’nın dervişlerinden biri hacca gitmişti. Arefe gecesi o dervişin hatunu evinde helva pişirip bir sini ile Mevlâna’nın meclisine gönderir. Oradakilerin hepsi o helvadan yerler. Mevlâna bir eliyle işaret eylediğinden bir zerresi eksilmez. Yine siniyi dopdolu görürler. Görenler şaşkınlık içindeyken Mevlâna o helva sinisini alıp medresenin çatısına yönelir. Ondan sonra o sini kaybolur. Hatun siniyi almaya gelince Mevlâna: ‘Sahibine ulaştı!’ der.
O derviş hacdan dönünceye kadar unutulur. O kişi gelince eşyasının arasında hatun siniyi bulur. Korkarak ‘Bu sini helva ile arefe gecesi Mevlâna’nın meclisinde kaybolan sini, eşya arasına nereden karıştı?’ diye sorunca, Hacı ‘Vallahi arefe gecesi arkadaşlarımla otururken çadırın bir köşesinden, bir el bu siniyi helva dolu olarak sunuverdi. Asla sebebini bilemedik. Lakin gördüm, sini bizimdir!’ deyince hatun feryad ederek kendinden geçer’’.
*Kalasın boyu uzamıştı…
Şeyh Bedreddin anlatır:
‘’Büyük bir ev yapmaktaydım. Damını örterken kalaslardan birisi yarım karış kısa geldi. Tüm şehri aradık, bulamadık. Ustalar ne yapacaklarım düşünürken ansızın Mevlâna yanlarına gelir “Yok, yok, böyle düzgün ve doğru direk niçin kısa olsun! Ustalar yanlış ölçmüşlerdir, tekrar ölçün!” der fakat yine kısa gelir. “Yanlış, yine ölçsünler” deyince ustalar bir kez daha ölçerler. Bu kez kalas diğerlerinden yarım arşın fazla gelir!’’
*Medresenin havuzu şerbete dönüştü…
Kadı Kemaleddin anlatır: ‘’İzzeddin Keykâvus bana Mevlâna’ya varmayı salık verdi. Tereddüt ettim ancak yanına varınca Mevlâna beni kenara çekip: ‘Bizim işimizden her zaman kaçarsın, iş ortasında seni böyle buldum’ deyince elimde olmadan müritliğe niyet ettim.
Toplantı için şerbet yapmaya kalkınca Konya şehrinde fazla şeker bulunamadı. Bu kadar büyük cemiyete bu kadar şeker yeter mi tereddütündeyken Mevlâna gelerek: ‘Kemaleddin ne kadar çok olursa iyi, suyu çok koy da Müslümanlara yetişsin!’ deyip kayboldu. O kadar aradık izi bulunmadı. Soma şekeri, medresenin havuzuna döküp su koydular. Sultanın şerbetçisi de ‘Su koyun’ deyip havuzdan fazla alarak on küp dolup tamam oldu. Yine de tatlıydı. Ne kadar su koyulsa da tadı azalmadı. Kısacası Konya halkının tamamı gelip gece yarısına kadar içip sema ve safâda oldular.’’
*Gayp yemeği…
Mevlâna Emir Bahaeddin’e ziyarete gider. Vakit biraz geç olduğundan yemek yenmiştir. Bahaeddin yemek hazırlatmayı düşünürken Mevlâna “Bir şeycik getir” diyerek yemek ister. Ev sahibi hizmetçisine ne yemek olduğunu sorar ancak hiç yemek kalmamıştır ve kapları yıkamak için tencereye su konmuştur.
Mevlâna bu su dolu tencereyi ister, ardından bir sahan ve kâse alır, o tencereden kızarmış etli pilav çıkartarak bölüştürür. “Bu Tanrı tarafından gelmiş bir gayp yemeğidir. Yemek lazımdır ”der, onlar yerken kendisi de ibadete çekilir.
*Hindistan’dan güller…
Mevlâna Hazretleri, Şemseddin ile halvette otururlardı. Ansızın halvetin duvarı yarılıp altı kişi çıkageldi. Mevlâna’nın yanına bir deste gül koydular. Öğle namazı vaktine dek oturdular. Asla konuşmadılar. Namaz kılmak gerekince Mevlâna imamlık yaptı. Namaz bittikten sonra, önceki gibi duvarın köşesinden dışarı gittiler. Sonra o gülleri Mevlâna bana verdi. Dedi ki: “Önünce koru!” Asla o cins gül görmedim. Kimse bilemedi. Sonunda Hoca Şerefeddin Hindi’den haber aldım ki, Hindistan’da Serendip taraflarının gülüdür.
*Ne kadar demir aleti varsa halis altın olmuştu…
Şeyh Bedreddin Nakkaş naklediyor:
‘’Mevlâna bir gece benim hücreme geldi. Benim kimya ile uğraştığımı gördü. Hemen her ne kadar demir aleti varsa bir bir alıp benim elime verdi. Elime aldıkça hâlis altın olduğunu gördüm. Ben şaşırınca dedi ki: “Bu kimyanın tedbirini eyle! Yoksa gidip burada kalınca kimya alçaktır” deyince tövbe edip perhize sarıldım.’’
*Rüyada kesilen saçlar yastık üzerine dökülmüş…
Arif Çelebi Diyarbakır’a seyahat ettiğinde Emir Ahmed Payberti isimli şahsın Mevlâna’ya mürit olmasının sebebini anlatır:
‘’Gençlik zamanımda Mevlâna hazretlerinin şöhretini duyup, candan, gönülden âşık olmuştum. Ancak babam ve anam Konya’ya gitmeme izin vermezlerdi. İstek ve özlemim günden güne artıyordu. Bir gece iki rek’at namaz kılıp, dualar ettim. Sonunda uyuyakaldım. Rüyamda Mevlâna’yı evimize gelmiş gördüm. Beni kucaklayıp, alnımı öptü. Makasımı alıp bir nice kere “Allah mübarek eylesin”, “Bu kimse Mesnevi şeyhidir!” dedi. Sevincimden uyandım. Makasla alınan saçlar yastık üzerine dökülmüş! Bunun şaşkınlığından bir süre divane gezdim, sonra derviş oldum.’’
Alıntı
|
|
|
Psişik okuma ve Psişik yetenekleri geliştirmek |
Yazar: Spiritüeller - 24-06-2017, Saat: 16:18 - Forum: PARAPSİKOLOJİ GENEL
- Yorum Yok
|
|
Şuurumuzu şimdiki farkındalığımızın ötelerine genişletme gücü hepimizin içinde saklı olarak vardır. ‘Psişik Okuma’nın en kısa tanımı da şuurumuzu şimdiki farkındalığımızın ötelerine genişletme gücü demektir. Bu yönümüze ya da bu yeteneğimize aslında “Psişik Yetenek” denir. Aslında herkesin psişik yeteneği vardır, fakat çok az sayıda insan bu yeteneklerini nasıl kullanacağını ya da nasıl kontrol edebileceğini bilir.
Pek çok insan gibi görme, işitme, tatma, koklama, dokunma gibi bilinen beş duyunun ötesindeki algılama, görme, duyma, sezme yeteneği gibi yetenekleri olan insanlarda vardır ve onlara yapılan tanım rahatlıkla “Psişik Okuma” yapan insanlar tanımı olabilir.
Bazılarında çok küçük yaşlardan itibaren ortaya çıkarlar bazılarında ise zaman içinde tek tek ya da hepsi bir arada belirmeye başlayabilirler. Yağmura hazırlıksız yakalananlar gibi el çantanızda minik bir şemsiyeniz ya da yağmurluğunuz yoksa bir anda sırılsıklam olabilir ve karşılaştığınız şeyden ilk anda hiç hoşlanmayabilirsiniz. Ama bu yetenekler yağmurun yağması ya da güneşin doğması gibi doğal olaylardır.
Psişik Yeteneklerin nasıl kullanılacağı konusu binlerce yıl içinde hep saklı tutulmuştur. Bunun nedeni de bilinmeyen durumlara pek alışık olmayan günlük dünya içindeki kişileri ürkütmemek ve bazı bilgilerin kötüye kullanılmasını engellemek olmalıdır. Oysa şimdi UYANIŞ zamanında olduğumuz için tüm bilgiler ve kullanım alanları iyisi ile kötüsü ile ortalık yerdedir.
Olur olmaz herkes bu yeteneklerini daha fazla güç ve maddiyat elde edilmesi konusunda nasıl kullanacağımızı parlak, gösterişli ve tabi ki yüksek ücretli seminerlerle bize tanıtmaya çalışmaktadır.
“Yeteneğini kullan, en kısa yoldan bilgeliğe uzan onunla da yetinme istediğin ne varsa onu elde et” tarzındaki popüler seminerlere ve toplantılara öyle sık rastlar olduk ki, gerçekten Psişik Yetenek ve Psişik Okuma nedir? Nasıl kullanılmalıdır? soruları, hırs ve kariyer gürültü-patırtıları arasında cılız sorulara dönüştü. Kullan da nasıl kullanırsan kullan mantığının en geçersiz olduğu alan bu alandır ve zararlı sonuçlarla karşılaşmamak için baştan dikkatli olmakta, bilgiyle hareket etmekte, ağır ve emin adımlarla gitmekte çok yarar vardır.
Psişik Yeteneklerin Eğitimi:
Yaygın bir kanıya göre bazı insanlar, Allah vergisi ihsanlar ‘la doğarlar sözü her zaman geçerli olmayabilir. Pek çoğumuz zekâmızı, bedenimizi, aklımızı, bilgimizi geliştirmek için ne kadar uğraş veriyorsak, psişik yeteneklerimizi de ciddiye alıp onları da aynı ciddiyetle geliştirme gayreti içinde olmalıyız.
Yeteneklerin eğitimini hafife almak hiçbir yetenek için kabul edilir bir şey değildir. Psişik yeteneklerimizi geliştirmek istiyorsak, iç benliğimizle çalıştığımızı unutmamalı ve onun dilinin dış benlikten farklı olarak kısa iç konuşmalardan ve telkinlerden oluştuğunu öncelikle bilmeliyiz.
İç benliğimiz, sadece şuurumuzun inandığı bir sınır varsa, işte onunla sınırlıdır. Bir şeyi yapamayacağımıza dair şuurlu bir kanımız varsa içsel benlik bunu kabul eder ve uygulamaya koyar. Kararı gerçekleştirmek için tüm gücünü ortaya koyar ve inanın ki onun gücü haylidir.
Örneğin ben asla piyano çalamam derseniz hiç şüpheniz olmasın ki çalamazsınız ama neden olmasın, dünyanın en ünlü piyanisti olmasam da çalmak ve o notaların tınılarını duymak istiyorum derseniz, bir süre sonra epey hüner kazanmanız mümkündür.
Psişik yeteneklerinizi eğitmek ve geliştirmek istiyorsanız öncelikle daha önce yapamadığınız için belli bir şeyi yapamayacağınızı söylemekten kaçınmalısınız. Eğer bir şeyi denememişsek ve o şey olmamışsa, bu o işi yapamayacağımız anlamına gelmez; sadece biraz daha çalışmaya gerek olduğu anlamına gelir. Kazanmak istediğimiz beceride ustalık kazanmış birini gözlemlemek, fevkalade bir öğrenme yoludur. İç benliğin doğasında olan taklit etme becerisi, becerileri geliştirmede kullanılabilir. Diğer iki yol ise öğrenme yani o konu hakkında okuma ve bilgilenme ve denemeden geçer.
Hepimiz Psişik Yeteneğe Sahibiz:
Bize, başkalarının beğenisini kazanacak şekilde düşünmek ve davranmak üzere, iç hissedişlerimizi dikkate almamayı öğrettiler. Sezgisel zihnimizden gelen mesajlara açık olmak, psişik yetenek pratiklerinde büyük önem taşır. Sezgisel zihin, beynin sağ yarıküresinde yerleşmiştir. Şuurumuzun bulunduğu rasyonel zihin ise soldadır.
Hemen bu ikisinin altındaki limbik bölge de programlamalı zihne aittir. Programlamalı zihin şuuraltıdır. Burası rasyonel zihin tarafından alınan dış dünya hakkında sezgimizden ve hissedişimizden gelen materyali absorbe eder. Limbik bölgenin altında, tüm bedensel fonksiyonları yöneten objektif zihin bulunur. Bu zihinlerin tümü pozitif ve yansıtıcı yönüyle enerji yayınlar. Aynı şekilde, negatif ya da alıcı tarafının bir fonksiyonu olarak da enerji çekerler. Bu enerjiler farklı frekanslarda hareket ederler ya da titreşirler. Frekans yavaşladıkça mantal madde kabalaşır.
Objektif zihin, şuuraltı programlamalı zihinden daha düşük frekansta titreşir. Benzer şekilde şuuraltı programlamalı zihin, şuurumuzun rasyonel düşünen zihninden daha düşük frekansta titreşir. Sezgisel zihin ise şimşek hızıyla çalışır. “Evrensel” düşünceleri, gelişsinler ve kuvvetlendirilsinler diye şuura aktarır.
Herkes bu zihin seviyeleri ve yayınladıkları frekanslarla donatılmış durumdadır. Başkalarından gelen düşünceleri, duyguları, heyecanları toplamak üzere hepimizin “alıcı cihazı” vardır. Ama herkes cihazlarını nasıl kullanacağını maalesef bilemez. Köpek nasıl birçok insanın duymadığı sesleri duyuyorsa, arılar nasıl bizim asla göremediğimiz renkleri görüyorlarsa, bazı insanlar da diğerlerinin algılayamadıklarını algılarlar. Çevremiz, titreşimlerin farkına varışımızın seviyesi, doğrudan doğruya geliştirdiğimiz psişik becerilerin seviyesine bağlıdır.
Şuur dışı seviyede, psişik becerilerin zaten büyük ölçüde gelişmiş olduğunu bilmek önemlidir. Düşündüklerimiz ve hissettiklerimiz bizden çıkıp sessizce yayınlanırlar. Bu duygu ve düşünceler, bilmediğimiz bir şekilde, çevremizde etki yaratırlar. O sıradaki ilişkileri ve kendi kişiliğinizi etkilerler. Biz çevremizi ne derecede etkilediğimizin farkında değilizdir. Yansıtıcı şuur dışı ve algılayıcı şuur dışı arasındaki etkileşme, dünyamızı yaratmak üzere devam ede gelen bir süreçtir. Psişik becerilerin gelişmesi, sadece bu süreci şuurlu yönlendirme alanına getirir. Böylelikle hem giren hem çıkan akışı kontrol etmeyi öğrenebiliriz.
Yansıtıcı ve Algılayıcı Yeteneklerimiz:
Gelişecek iki temel psişik beceriden birine yansıtıcı beceriler ve diğerine algılayıcı beceriler adını verebiliriz. Bu iki tür beceriye en iyi örnek, mantal telepatidir. Telepatide iki kişiye ihtiyaç vardır. Biri gönderici, biri de alıcıdır. Bu da gösterir ki, bu kişilerin her biri, farklı bir beceriyi tezahür ettirmektedir. Psişik mesajları ya gönderirsiniz ya da alırsınız; ama ikisini de aynı anda yapamazsınız.
Tüm psişik becerileriniz bu sınıflandırmanın bir bölümüne ya da diğer bölümüne dâhildirler. Ya ruhsal şifa yaparsınız ya da size ruhsal şifa yaparlar. Ya bir fenomeni tezahür ettirirsiniz ya da o fenomenin tezahürünü algılarsınız.
Yansıtıcı beceriler, kendi titreşimlerinizin yayınımını kontrol etmenizi sağlar. İki benliğimiz de aynı işe senkronize olduklarında yansıma oluşur. Bu becerilere zihnin madde üzerine etkisi denebilir. Bu beceriler arasında şunlar vardır: Telepati, psikokinezi, teleportasyon, materyalizasyon ve demateryalizasyon, ruhsal ameliyat, ruhsal şifa, levitasyon ve ruhsal fotoğrafçılık. Tekinsiz evler, insanlardaki bu becerilerin kontrolsüz tezahürlerinden başka bir şey değildir. Ama o kişiler bunun farkında değillerdir. Yansıyı beceriler için kullanılan diğer bir terim, “yaratıcı beceriler” dir. Çünkü her yansıma ile bir şeyler yaratırız. Yaratıcı şuur, psişemizin pozitif tarafıdır.
Algılayıcı beceriler, bilgileri ve enerjiyi almanızı sağlar. Bunlar sizin farkındalık becerilerinizdir. Bunlar arasında, DDA (Duyular Dışı Algılama, İngilizcesi ESP-Extra Sensory Perception), durugörü, duruişiti, sezgi, telepati, prekognisyon (önceden bilme, geleceği bilme, kehanet), geçmişi bilme, psikometri, radyestezi, psişik okuma, psişik tanı ve kristal kürede vizyon görme vardır.
Daha sonra küreye de gerek kalmaz zaten küre sadece konsantrasyon için bir aracıdır. Algılayıcı ve yansıyıcı beceriler beraberce çalışırlar, ama aynı anda değil. Önce biri çalışır, sonra diğeri. Algılayıcı ve yansıyıcı becerilerle çalışırken, biri diğerinin çizgisini geçmemelidir. Yani, birbiriyle uyumlu olmalı ve karışıklık meydana gelmemelidir.
Birçok insan, algılayıcı ve yansıtıcı becerilerinde bu ahenkli bütünlüğü elde etmişler ve de psişik alanda meşhur olmuşlardır. Bir süre başka şeylere bağlanmışlar, ama psişik yeteneklerinin eğitilmesi üzerine bu yönlerine önem vermişler ve kendilerine yeni yollar açmışlardır.
Psişik Okuma:
Ara sıra yaşanan sınırların ötesine taşmış farkındalık deneyimleri, bazı şeyleri sezgisel olarak, duyusal algıların desteği olmaksızın bilmemizle sonuçlanabilir. Nasıl olduğuna pek dikkat etmesek de bunu sık sık yaşıyor olabiliriz. Telefon çaldığında kimin aradığını bilebiliriz. Bir mektubun veya paketin yolda olduğunu biliriz. Telefon çaldığında kimin aradığını bilebiliriz.
En doğru zamanda en doğru yerde olmak gibi harika bir yeteneğe sahip olabilir kolayca park yeri bulabilir, girdiğimiz ilk dükkânda aradığımız malı bulabiliriz. Problemlerin nasıl çözümleneceğini bilebiliriz. Okuduğumuzu hiç çaba harcamadan kavramada fevkalade yetenekli olabiliriz. Kişisel bazda veya dünyanın herhangi bir yerinde olacak olayları önceden bilme durumlarıyla karşılaşabiliriz. Telepatik ve önceden haber veren rüyalar görebiliriz. Bir insanı düşünerek onun düşüncelerini ve içinde bulunduğu koşulları bilebiliriz.
Bazı kişilerin içsel yetenekleri öyle gelişmiştir ki bu şeyleri ve daha birçoklarını iradi olarak yapabilirler. Bulundukları yerden çok uzak yerlerde olan hadiseleri iç vizyonlarıyla görebilirler. Bir başka kişinin zihnini veya bedenini görebilir, hastalık ve psikolojik rahatsızlıkların tezahürüne neden olan iç şartları teşhis edebilirler. Bazıları doğanın sübjektif seviyelerine nüfuz edebilir ve evrenin daha ince işlerini ayırt edebilirler. Bazıları da Hakikatin Özünü görür ve tezahür halindeki yaşamın kaynağını bilirler.
Bu yeteneklerle, farkındalığı arttırmak ve işlevleri gerçekleştirmek amacıyla bir süre uğraşmak ve deneyim yapmak faydalı olabilir. Fakat bunları ruhsal büyümeyi ihmal etme noktasına gelecek kadar çok kendini kaptırmak ve aşırı meşgul olmak zararlıdır. Bizim yalnızca bir beden veya zihin olmaktan öte bir yanımız olduğunu bize kanıtlamaları bakımından ara sıra deneyimlenen duyular dışı idrak diğer adıyla DDA olaylarının faydası olabilir.
Bu sayede ruhsal potansiyelimizi gerçekleştirmeye götüren daha yüksek bilgileri kazanma olasılıklarını keşfetmeye esinlenebiliriz. Kendi kendine şifa vakalarına ve bunların belli koşullarda meydana getirdiği belirgin düzelmelere ve hatta odaklanmış bir niyet vasıtasıyla fizik nesnelerin materyalize oluşu vakalarına tanık olmuş veya deneyimlemiş birçok kişi, bunların sonucundan yaşamlarını daha olumlu yönde değiştirmişlerdir. Fizik evrenin hiç de sanıldığı gibi katı ve hükmedilemez olmadığının aksine akışkan, esnek ve içsel nedenler gerektiği gibi ayarlandığında dönüşüme açık olduğunu kendi gözüyle görmüşlerdir.
PSİŞİK SÜJELER NEYİ NASIL ALGILAR?
Gezegenimizde Psişik Yetenekleri gelişmiş olan milyarlarca insan yaşamaktadır ve bu süjelerin pek çoğu, psişik yeteneklerinin acemisi oldukları ilk dönemlerde oldukça büyük şaşkınlık geçirip; bu doğal ve evrensel bilgilere açılmalarına ve daha sonrada başkalarına destek olmalarına neden olacak, belki de en değerli yeteneklerini yok saymaya çalışırlar hatta onları durdurmak, kapatmak, beş duyunun sınırlı dünyasına dönmek isteyebilirler.
Oysa tüm bu olup bitenler evrensel büyük bir programın bizlerdeki minicik yansımalarıdır, telaş ve şaşkınlık yerine sevinç ve istekle kabul edildiklerinde hızlı gelişim yollarının açılmasına neden olurlar. Ve hiç de sanıldıkları gibi günlük yaşama engel değil aksine yarar sağlayıcı yeteneklerdir bu yetenekler.
NEYİ NASIL ALGILARIZ?
Psişik yetenekler alanında üç bilme ya da algılama yolu vardır: Duru sezi-Duru görü-Duru işiti.
Şu konuya çok dikkat etmek gerekir, hiçbir yöntem diğerinden daha iyi değildir, her insanın kendi psişik yeteneklerini geliştirme konusunda kendine has becerileri ve özellikleri vardır. Tek bir formül vermek mümkün olmadığından en yararlısı, tarafsız şekilde bilimsel verilerle de açıklanan ve parapsikolojinin tanımları içinde yer alan bilgiyi ortaya koymak ve ondan herkesin kendi ihtiyacı kadar yararlanmasını sağlamaktır. Yöntem farklılıkları da önemlidir, yeteneklerden birine karşı doğal bir eğilim olsa da, uygulamayla diğerlerini geliştirebilirsiniz. Nasıl algıladığınız önemli değildir; önemli olan tek şey algılamanızdır.
DDA:
Bu üç öğeye topluca Parapsikoloji biliminin literatüründe DDA denir. DDA ya da duyular dışı algılama; görme, işitme, tatma, koklama ve dokunma gibi beş fizik duyunun ötesinde duyular aracılığıyla algılama yeteneğidir. Burada duyular dışı derken, “dışı” demek, “beş duyuya ek olarak” demek değil, aksine “beş duyunun ötesi” demektir. Gerek beş fizik duyu ve gerekse DDA, tüm insanlarda mevcut standart donanımlardır.
DURU SEZİ:
Bu üç psişik algılama şeklinden en yaygın olanı “açık seçik sezmek” anlamına gelen Fransızca bir sözcük olan duru sezidir (Clairsentience). Bu, beş fizik duyuyu kullanmaksızın bir şeyi içsel olarak bilmek ya da farkında olmak yeteneğidir.
Örneğin, arkadaşınızla birkaç gündür konuşmadınız, en son konuşmanızda her şey iyiydi, birdenbire yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğu “duygusuna” kapıldınız. Bu algıyı beş duyu ile yapamazsınız, bu aşamada beş duyunun dışına taşan yeteneğiniz devreye girmiş demektir.
Yani, duru sezi, DDA yeteneğiniz aracılığıyla bilmişsiniz, o yetenek o anda siz hiç farkında olmadan devreye girmiş demektir. İlk başlarda bunun önemi ve değeri pek fark edilmese de, gelecekte bu yetenek bir avantaj olarak ortaya çıkacak, sizin görünende olup bitenlerden daha derindeki algılarınız nedeniyle neyi nasıl niçin ve nerede yapmanız gerektiği konusunda da size destek verecek, daha güvenli ve emin adımlar atmanıza yol açacaktır.
DURU GÖRÜ:
Duru görü, maddi gözlerle görülmeyen, genellikle sizinkinden farklı bir yöredeki insanları, yerleri, eşyaları ya da olayları görme ya da algılama yeteneğidir.
Örneğin, bir anne gecenin bir vaktinde uyanır ve dünyanın öbür ucunda bulunan oğlunun savaş alanında vurulduğunu “görür”. Daha sonra “vizyon”unun doğru olduğunu öğrenir. Ya da kişi asla bulunmadığı bir yerdeki bir nesneyi görür ve tanımlar, tanım da mutlaka doğru çıkar.
DURU İŞİTİ:
Duru işiti, psişik olarak duyma yeteneğidir. Eğer yaralı askerin annesi savaş seslerini, özellikle silah seslerini ve oğlunun yardım isteyen çığlıklarını “işitirse”, bu duru görüden çok bir duru işiti deneyimi olur. Birtakım sesler duymak özellikle can sıkıcı olabilir ve bu sesleri işiten kişi, hem onlarla nasıl uyum sağlayacağını, hem de uyumu nasıl bozacağını öğrenmek ihtiyacı duyar.
Duru işiti yeteneğinin uygun gelişimi, realiteyi kavrayışınızı kaybetmeksizin, bu deneyimden zevk almanızı sağlar. Ruh ve Madde Yayınlarının “Psişik Becerilerinizi Geliştiriniz” adlı kitabında konu ile ilgili pek çok bilgiye rastlamak mümkün, genel tanımların dışında daha spesifik tanımlamalar için başvuru kaynaklarını ve araştırma yapmayı göz ardı etmemenizi öneririz.
|
|
|
ERKEKLER NEDEN MEME UCUNA SAHİP ? |
Yazar: Emka - 24-06-2017, Saat: 16:15 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Erkekler bebekleri emziremez, peki neden erkeklerin de kadınlar gibi meme uçları var ? New York Amerikan Doğa Tarihi Müzesi’nden Paleoantropolog Ian Tattersall, bu sorunun cevabının anne karnında geçirdiğimiz süreçteki gelişimimize bağlı olduğunu söylüyor.
Tattersall, “Temelde erkekler ve kadınlar aynı genetik plana sahiptirler. Ancak özelikle ergenlik ile beraber bu iki cinsiyetin üyeleri hafifçe farklı yönlerde gelişmeye başlarlar.” diyor.
Anne karnında geçirdiğimiz bir iki hafta boyunca erkek veya dişi embriyolar aynı plan üzerinde gelişim gösterirler ve buna meme uçları da dahildir. Bunun ardından yaklaşık 6 ila 7 haftalık gebelik sürecinde Y kromozomundaki bir gen “Exploring the Biological Contributions to Human Health: Does Sex Matter?” (National Academies Press, 2001).” kitabına göre sperm depolayan, testosteron üreten testislerin gelişimine, yol açar.
Bu testislerin oluşumunun ardından erkek fetüs yaklaşık 9 haftalık gebelik sürecinde testosteron üretmeye başlar ve bu durum cinsel organlarda ve beyin hücrelerinin genetik aktivitesinde bazı değişikliklere yol açar. Ancak bütün değişimlere rağmen meme uçlarını kaybetmeyiz.
- Körelmiş meme uçları neden yok olmuyor?
İnsan gelişimi, erkeklerin neden meme uçlarına sahip olduğunu açıklıyor ancak belki de burada sorulması gereken bir başka soru ise erkeklerin neden bu körelmiş yapıyı koruduğu. Evrimsel bir amaca hizmet etmeyen bu yapıyı hala neden taşıyoruz?
Öncelikle meme uçlarına sahip olmak erkekler için herhangi bir durumda zararlı değil. Paleoantropolog Tattersall, meme uçlarının erkeklere herhangi bir metabolik maliyeti olmadığını söylüyor.
Bu açıdan düşündüğümüzde erkeklerin hiçbir şekilde meme uçlarını kullanmadığı ve ondan herhangi bir zarar görmediği göz önüne alınırsa bu yapıdan kurtulmanın evrimsel bir öncelik olmadığı sonucuna varabiliriz.
Tattersall, gerçekten pek çok sayıda evrimsel yük taşıdığımızı ancak doğal seleksiyonun ihtiyaç duymadığımız her şeyden kurtulmak adına sürekli çalışmadığını söylüyor.
|
|
|
Psişik Yetenekler ve ASTRAL SARHOŞLUK |
Yazar: Spiritüeller - 24-06-2017, Saat: 16:10 - Forum: PARAPSİKOLOJİ GENEL
- Yorum Yok
|
|
Yanlış olarak algılanan ruhsallığın bilgisizce arayışında sarhoşluk hissi veren bir deneyim yaşanır. Ruhsal Öğretilerde “her şeyi kanıtlamaya” ve “sadece iyi olanı tutmaya” bilgece bir yönlendirme vardır. Bu tavsiye, kendini bir dogmayı takip eden “aşağı düzeyli” insanlardan ya da ölmüş akrabalarından mesaj alabilmek için ruh çağırma masaları başında toplananları ilgilendirdiği kadar ezoterizm öğrencilerini ve “geri dönen ruhlara” inanan spiritüalistleri de ilgilendirir ve önemlidir.
Ruhlar denizinin sakin yüzeyi ruh varlıklarının yansımalarının rahatsız edilmeden yakalanabildiği tek aynadır. Bir öğrenci yola adım attığında, yanıp sönen ışıkları ya da önünden geçen altın ateş toplarını görmeye başladığı zaman bu gerçek benliği, saf ruhu görmeye başladığı anlamına gelmez.
Öğrenciye her ne kadar çok derin bir huzur duygusu ya da harika akışlar verilse de bunlar kendi rehberini görmek üzere olduğu o müthiş an gibi değildir ki kendi ruhuyla karşılaşmasından söz etmedik bile.
Ne mavi alevin fiziksel sıçrayışları, ne de sonrasında geçmeye başlayan vizyonlar, ne de astral ışığın geçmişe ya da geleceğe ilişkin harika vizyonlarını içeren küçük görüntü parçaları, ne de perileri andıran çanların aniden çalışları ruhsallığınızı geliştirdiğinizin kanıtı değildirler.
Yolda bir parça mesafe kat ettiğinizde bile bu ilginç deneyimler meydana gelecektir, ama bunlar sadece, kendi içinde tamamen maddi olan yeni bir dünyanın göstergeleri ve fiziksel şuur seviyesinden ayrılma halidir.
Bu fenomenler konusunda sorumluluk duygusu kazanılmalı ve bunu bir keyif unsuru haline getirmemeye dikkat etmelidir. Bütün bu vakalar izlenmeli, ayırt edilmeli, gelecekteki bir karşılaşmada belli bir yasayla ilişkilendirilmek için veya bu türden başka bir vakayla karşılaştırabilmek için saklanmalıdır.
Doğanın bizleri kandırma gücü sınırsızdır ve eğer bu noktada takılıp kalırsak daha ileri gitmemizi engelleyecektir. Böyle bir takılma halinde, durmamız gerektiğini söyleyen herhangi bir doğa gücü ya da kişi yoktur ama insan Boehme’nin “Tanrı’nın Harikaları” adını verdiği hediyeyi yok ettiğinde sonuç, zihin karmaşasıdır.
Kişi örneğin spiritüel bir deneyim olarak astral ışıkta görülen her vizyonu önemsediği takdirde, bir süre sonra bu konuyla ilgili hiçbir çelişkiyi kabul etmeyecektir çünkü bir süre sonra bu şarap onu sarhoş edecektir. Bu düşkünlük halini sürdürüp, her zaman için ne derece temiz bir itilimin onu çalışmaya ittiğine ve bilinen veya bilinebilen kusurlarının üstesinden gelebilmesine bağlı olan gerçek işini unuttuğunda ise doğa, hayal ürünü olan ve onun beslendiği görüntüleri getirmeye devam edecektir.
Kendini bu tip astral uygulamalara adayan her öğrencinin bunların giderek arttığını göreceği kesindir. Ama tüm hayatımızı buna adadığımızda ve bu fenomenle ilgili çalışmalarda büyük bir başarı sağladığımızda bedeni reddettiğimiz için, gerçek bilgilerden oluşan hazinemize yeni hiçbir şey eklemeden bu tür bir deneyimin sonlanması da kesin bir gerçekliktir.
Astral âlem, tıpkı psişik duyularımız gibi bakir Güney Afrika Ormanları örneği ilginç görüntülerle ve seslerle doludur ve öğrenci burada uzun süre kalmadan önce bu ortam hakkında iyice bilgilenmelidir. Bir ormanın tehlikelerinden, amacı orada karşılaşılan zararlı unsurlardan korunmak olan insan icadı yöntemlerle kurtulmak mümkün olabilir ama astral bir labirentte yürürken bu tür yardımlar almak mümkün değildir.
Fiziksel olarak cesur olabilir ve hiçbir şeyin bizi korkutmayacağını söyleyebiliriz ama eğitimsiz veya sadece merak için buralarda gezinen hiç kimse, psişik duyular aracılığıyla karşılaşacağımız bir saldırının nasıl bir etkiyle sonuçlanacağını söyleyemez.
Ayrıca bencil, kendini merkez alan biri herkesten daha fazla aldanmayla karşılaşacaktır çünkü diğer gönülden arayışçılarla şuurda birlik halinde olmanın sağladığı yardıma ulaşamayacaktır. Kişi, hiçbir nesnenin seçilemediği karanlık bir evde olabilir ve dışarısının aydınlık olduğunu görebilir.
Aynı şekilde dışarıdan kendi evinin ya da yüreğinin karanlığını da görebilir; bu durumda dışarıdaki nesneler astral ışıkla aydınlanmaktadır ama biz bundan bir şey kazanamayız. Dışarıdaki karanlığı görmeye çalışmadan önce kendi içsel karanlığımızı gidermeliyiz, kendimizin dışındakini bilmeye çalışmadan önce kendimizi bilmemiz gerekir.
|
|
|
Hayallerimi Gerçekleştirmek İçin Hangi Yollara Başvurmalıyım |
Yazar: Spiritüeller - 24-06-2017, Saat: 16:00 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM
- Yorum Yok
|
|
Kendimizi geliştirmek ve sahip olduğumuz hayallere kavuşmak için izlediğimiz tüm yollar, tek bir yolun paralel versiyonları gibi… farklı algı ve farkındalıklarla farklı yollarmış gibi görünse de, aslında ulaşmak istediğimiz noktaya varmamızı sağlayan özü itibari ile birbirinin aynı olan tek bir yoldur.
Ne kadar çok farklı yollar kullanarak, ulaşmak istediğimiz yere ulaşmaya çalışsak da, sonuçta tüm yollar hep aynı noktaya çıkacaktır. Kişisel gelişim konusunda oldukça fazla yöntem, uygulama ve olumlamalar olsa dahi, hepsinin bizi ulaşmak istediğimiz yere götürdüğünü rahatlıkla söyleyebiliriz. Hangi yollara başvurmamız gerektiğini kendi kararlarımızla almamız en doğru olan şeydir. Çünkü bize en uygun olanı, kendimizi rahat hissettiğimiz ve bizi mutlu eden yoldur. Böylece ulaşmak istediğimiz yere daha hızlı ve rahat bir şekilde ulaşabiliriz.
Hedeflerimize ulaşmak için, bütünleşemediğimiz ya da tam olarak rahat bir şekilde yapamadığımız bir uygulamayı sürdürdüğümüzde motivasyonumuzun ve enerjimizin düşmesine sebep oluruz. Bu anlamda tamamen içimize sinen ve bizimle uyumlu olan uygulamalar üzerinde durmamız çok daha faydalı olacaktır.
Unutmamalıyız ki! Birçok yöntemi yarım yamalak bir şekilde uygulamaktansa, tek bir yöntemi tam anlamıyla uygulamak ve o yöntemi hayatımızın bir parçası haline getirmek, isteğimizin oluşmasında daha etkili olacaktır. Önemli olan kaç farklı yöntemi bilmemiz veya uygulamamız değildir, önemli olan uyguladığımız tek bir yöntem dahi olsa onunla tamamen bütünleşmek ve düşünce biçimimiz yani yaşam biçimimiz haline getirebilmektir.
Çoğu insan isteklerini elde etme konusunda, hemen hemen her şeyi uygulamaya çalışıyor ve o kadar çok uğraşlarına rağmen, isteklerini gerçekleştiremediğini görüyor. Bu çok üzücü bir durum olmakla birlikte, buradan çıkarılması gereken ders; ne kadar çok yöntem kullandığımızın hiçbir önemi olmadığını anlamak. Sadece yaptığımız şeyi gerçekten doğru biçimde ve inançla yapmamız, isteklerimize kavuşmamızı sağlayacaktır.
Yolunuzu Siz Çizin
Eğer içinizden meditasyon yapmak gelmiyorsa, bırakın yapmayın yada eğer içinizden telkin cd’leri dinlemek gelmiyorsa sıkıcı buluyorsanız, dinlemeyin… Tüm bunlara ihtiyacınız zaten yok. İçinizden hayal kurmak ve müzik dinlemek geliyorsa, bunu yapmaya devam edin. Motivasyonunuzu arttıracak kitaplar, makaleler okumak iyi geliyorsa, okumaya devam edin. Sizin pozitif bir şekilde kalmanızı sağlayan ve size iyi gelen şeyleri yapmaya devam edin. Zaten isteklerinizi elde etme konusunda en önemli şey kendinizi iyi ve rahat hissetmeniz. Size en iyi gelen şeyi sadece siz bile bilirsiniz. Bir yöntem bir başkasına iyi gelmişse, size de iyi gelecek diye bir şey yok. Siz size iyi geleni keşfetmeli ve uygulamalısınız.
Hedeflerinize ulaşmak için tek bir doğru ya da tek bir yöntem yok, bunu çok iyi anlamalısınız. Hedefleriniz ya da hayalleriniz üzerinde çalışırken, oldukça keyifli ve mutlu hissetmelisiniz. Ancak bu şekilde hedeflerinize ulaşabilirsiniz. Sıkıcı gelen ve yapmakta zorlandığınız yöntemler kesinlikle işe yaramayacaktır. O yüzden size keyif ve mutluluk veren şeyleri bulmanın şimdi tam zamanı. Kendi yönteminizi keşfedin (sizi mutlu eden), çünkü siz kendi hayatınızın tek çözümüsünüz.
|
|
|
Dünyanın en zenginlerinin hangi burçlardan çıktığı açıklandı |
Yazar: Emka - 24-06-2017, Saat: 13:07 - Forum: Astroloji
- Yorum Yok
|
|
Astroloji dediğimiz zaman sürekli akla aşk, ilişkiler vesaire geliyor. Lakin hepimizin öncelikli kanayan yarası; para!
Forbes’dan yayınlanan istatistiksel bir araştırma ile dünyanın en zenginlerinin hangi burçlardan çıktığı açıklandı. Biz fakirlerin ekmeği de umut; haydi bir bakalım zengin olma şansımız var mıymış…
- Üzgünüz, Yaylar! Zengin olma ihtimali en düşük, zenginler listesinin de en küçük dilimini oluşturan burç maalesef ki Yay olarak belirlendi!
Bunun, Yay burçlarının şansa fazla güvenmek, umursamaz ve biraz fazla rahat olmak, çalışmaktan çok eğlenceye öncelik tanımak gibi özelliklerinden kaynaklandığı söyleniyor.
Ayrıca savurganlık da Yay burcunun en belirgin özelliklerinden olarak gösteriliyor. Özür dileriz, Yaylar….
- Zaten duygusal ve hassas yapılarıyla bilinirlerken, bir de zengin olma ihtimallerinin düşük olduğunu bilmek onları üzecek: Yengeç!
İkinci en fakir burç da Yengeç olarak gösteriliyor. Sebebi ise Yengeçlerin içe kapanık ve ev hayatına dönük hayat görüşleri. Dışarı çıkın, saldırın biraz, Yengeçler! Yoksa hem hüzünlü, hem fakir kalacaksınız!
- Laf var, icraat yok! İkizler bu sıralamada en fakir 3. burç oluyor ve bizi hayal kırıklığına uğratıyor!
“İkizler” dedik! “Zekidir, kurnazdır, şeytana pabucunu ters giydirir” dedik! Yanılmışız!
Lakin İkizler’in yüksek potansiyeli olduğunu hala düşünüyoruz. Sık sık karar değiştirmek yerine tek bir işe odaklansalar, milyonları götürürler. Haydi görelim sizi İkizler.
- Teraziler zaten zengin olabilmek için fazla naif…
Ah Terazi, ah! Belki de yeterince yırtıcı olamadığından, önüne geleni ezip geçip, üstüne basarak yükselme gibi hareketleri kendine yakıştıramadığından, sen de zengin olabilen burçlardan değilsin.
Ama böyle çok güzelsin. Hem Yay, Yengeç olmaktan iyidir. Beterin beteri var!
- Aslan burçlarından daha iyisini beklerdik doğrusu! Aslanlardan da şanlarına yakışacak sayıda zengin çıkmamış.
Bunu da daha çok egolarına yönelik hareket etmekten ve lükse olan düşkünlüklerinden, ayarsız cömertliklerinden alıyor olabilirler. Aslanlar, şanı şöhreti değil, paracıkları düşünün biraz!
- Boğa burçları da çalışkanlıklarına rağmen, kazandıklarını biriktiremeyenlerden…
Bolluğu, eğlenceyi ve lüksü seven Venüs çocuklarının ellerinde para durmuyor. Biraz daha ileri yönelik yatırımlar yapmaları; mülk edinmekten çok paralarını işlemeleri öneriliyor.
- İşte listemizin ortasındayız ve nihayet parayı iyi yönlendirebilen burçlara geliyoruz. Oğlaklar her zamanki gibi akıllı davranıyorlar ve hatırı sayılır miktarda zengin çıkartıyorlar.
Risk almayı sevmedikleri için listemizin ortasında kalmışlar lakin Oğlak çalışkandır, Oğlak parasını savurmaz. Kendi yağında kavrulur!
- Ağlayıp durup bizi kandırıyorlarmış! Balık da zenginlerin bol çıktığı burçlardan!
Yere bakan yürek yakan Balıklar, siz ne sinsiymişsiniz! Artık size acımak yok!
- Koç burcu zenginler arasına girdiği gibi aynı zamanda da en çok girişimci çıkaran burç oluyor!
Risk almaktan korkmamak, yenilgilerden sonra pes etmemek, motivasyon ve azim! Tebrikler, Koçlar!
- 12 burcun en zekisi diyorlar… Gerçekten de öyleymiş! Özellikle teknoloji alanında en çok zengin çıkaran burç Kova!
Sadece kendilerini zengin etmekle de kalmayıp, dünyaya da faydalı işler yapıyorlar. Kovaysanız, eğitiminize yatırım yapmaya başlayın!
- Akrepler en fazla zengin çıkaran 2. burç!
Akrep burcu demek büyük arzular, kararlılık, gizlice hareket etmek demek! Bunu iş hayatlarında da kanıtlayarak ikinci sıraya yerleşiyorlar. Bir Akrep’e tavsiye vermek haddimiz değildir. O yüzden tebrik ediyoruz ve listemizin birincisine geçiyoruz…
- Listemizin birincisi, en çok zengin çıkaran burç Başak!
12 burcun emekçisi, en çalışkanı ve detaycısı olarak bilinen Başaklar, dünya üzerindeki zenginlerin ezici bir çoğunluğunun burcu!
Şikayet etmeyi bırakın, Başaklar. Söylene söylene çok çalışıp, sonra zengin oluyorsunuz.
|
|
|
|