Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Forum İstatistikleri |
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065
Detaylı İstatistikler
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 898 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 898 Ziyaretçi
|
Son Aktiviteler |
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 337
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 308
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,014
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,139
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,081
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,007
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,151
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,524
|
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,287
|
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,173
|
|
|
EN İYİ SAĞLIK İÇİN BEYNİMİZİ VE GENLERİMİZİ DEĞİŞTİRMEK |
Yazar: Emka - 13-06-2017, Saat: 20:26 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Nörobilim ve epigenetikte en son araştırma, sağlığa bakış ve hastalığı tedavi etme şeklimizde devrim yapmaya yönlendirdi. Beynimizi ve genlerimizi değiştirme ve onların gördüğü zararları onarma yeteneğimizi gösteren bir çok araştırma, neye inandığımızın, nasıl hissettiğimizin ve nasıl yaşadığımızın sağlığımız üzerinde gerçek ve uzun süreli etkisi olduğunun reddedilemez kanıtını oluşturuyor. Paradigma, sağlığın zihnin, bedenin ve çevresel faktörlerin bütünleştirilmesi olduğunu tanıyan biyo – psiko – sosyal modele değişiyor.
Nöroplastisite, çevreden gelen ve bilinçli niyetlerimizin girdisinin sonucu olarak herhangi bir yaşta beynimizin kendini yeniden yapılandırma ve yeni devreler yaratma yeteneğidir. Nörobilimciler çocukluktan sonra, beyin yapısının göreli olarak sabitlendiğine inanırlardı. Ama yeni bulgular yetişkinlikte beynin ve sinir sisteminin bir çok yönünün yapısal ve işlevsel olarak değişebileceğini ortaya koyuyor, buna öğrenme, hafıza ve beyin incinmelerinin iyileşmesi dahildir.
Zihnimizi istenmeyen bağlantılardan ayırmaya veya bu bağlantıları koparmaya odaklayabiliriz, böylece düşünme, hissetme ve eyleme geçme şeklimizi etkileyen geçmiş deneyimleri salıveririz. Yeniden yapılandırılan beyin artık geçmişin devresine göre ateşlenmez. Bu nörolojik budama ve filizlenme veya öğrenilen şeyi unutma ve öğrenme şimdiki sınırlamalarımızın üzerine yükselmemiz ve şartlanmamızdan veya koşullarımızdan daha büyük olmamız için fırsat yaratır.
- Genlerimiz beynimiz kadar değişebilirdir
Bugünün araştırmalarının en aktif alanlarından biri epigenetiklerdir – çevrenin gen aktivitesini nasıl kontrol ettiğinin incelenmesi. Epigenetikler, DNA’nın tüm yaşamı kontrol ettiğini ve gen ifadesinin hücrenin içinde gerçekleştiğini ifade eden geleneksel genetik modelin tam zıttıdır. Daha önce genlerin çoğu hastalıktan sorumlu olduğu düşünülüyordu, ama şimdi çevrenin belirli genleri aktive veya deaktive ederek hastalık üretmede en nedensel faktör olduğunu biliyoruz. Zayıf yaşam tarzı seçimleri, besinsel eksiklikler, kronik stres ve çevresel toksinler gen ifadesini etkiler ve hastalığa neden olur.
Epigenetikler bize genetik kaderimizin kontrolünü geri alma yeteneğini verir. Basit bir DNA testi hastalık riskimizi önemli ölçüde azaltacak ve sıhhatimizi maksimuma çıkaracak eşsiz genetik profilimize dayanarak spesifik diyet, egzersiz ve yaşam tarzı planını ortaya koyar. Yalnızca düşüncelerimizi, duygusal tepkilerimizi ve davranışlarımızı değiştirerek hücrelerimize yeni sinyaller gönderebiliriz ve hücre yeni bir şekilde aktive olduğunda, aynı genetik mavikopyanın binlerce varyasyonunu yaratabilir.
Beyin ve beden güçlü elektrokimyasal sinyaller vasıtasıyla etkileşim kurar. Nörotransmitterler ve kimyasal haberciler sinir hücreleri arasında sinyaller gönderir, bu beynin ve sinir sisteminin iletişim kurmasını sağlar. Nöropeptitler hipotalamusta üretilen kimyasallardır ve epifiz bezinden geçerler, sonra kan akışına girerler ve hormonlar üretmek için bedenin farklı bezlerine sinyal gönderirler. Nöropeptitler ve hormonlar hislerimizden sorumlu kimyasallardır.
Dışsal çevre kimyasal olarak genlere, bir deneyimin duyguları vasıtası ile sinyal gönderir. Eğer öfkenin toksik halinde, depresyonun melankoli halinde veya endişenin ihtiyatlı halinde kalırsak, o kimyasal sinyaller aynı genetik düğmelere basıp dururlar, sonuçta belirli hastalıkların aktivasyonuna neden olurlar. Stresli duygular genetik tetikleyiciyi çeker, hücrelerde düzensizliğe neden olur ve en sonunda bedende hastalık yaratır.
- Genlerin pozitif şekilde sinyal göndermesi için beyni yeniden yapılandırmak
Farklı düşünceleri düşünürken, beyin devreleriniz buna karşılık gelen sıralamada ve modellerde ateşlenir. Bu nöron ağları aktive edildiğinde, düşündüğünüz şekilde hissetmeniz için beyin o düşüncelere tam olarak uyuşan spesifik kimyasallar üretir. Beyin, bedenin nasıl hissettiğini izleyerek beden ile sürekli iletişimdedir. Aldığı kimyasal geribildirime dayanarak, beyin bedenin hissetme şekline karşılık gelen kimyasallar üreten daha fazla düşünceler üretir, böylece önce düşündüğümüz şekilde hissederiz, ama sonra hissettiğimiz şekilde düşünmeye başlarız. Bu düşünme ve hissetme süreci bir var olma hali yaratır – kimliğimizin bütüncül bir parçası haline gelen tanıdık zihinsel/duygusal bir hal. Beyniniz ve bedeniniz arasındaki bu döngüsel iletişimin sonucu, yaşam deneyimlerinize öngörülebilir tepki vermeye eğilimli olmanız ve bilinçsiz olarak otomatik şekillerde davranmanızdır. Zamanla aynı negatif düşünceleri ve hisleri tekrarlamak bedeni çok fazla bilinçli düşünce olmadan ıstırabın hissini hatırlamaya şartlandırır, böylece bu şimdi doğal ve normal görünür. Bu programı değiştirmek ve zihni ve bedeni uyuma getirmek için, bilinçaltı zihin ile çalışmamız gerekiyor.
Meditasyon ve beden – merkezli terapötik teknikler bizi kontrol etmekte olan bilinç dışı programlar üzerinde kontrolü ele almamıza yardımcı olur. Sinir hücrelerini yeniden yapılandırabiliriz ve zihin ve bedenin rutin bilinç dışı hallerinin nörolojik donanımını budayabiliriz ve artık genlerinize aynı şekilde sinyal göndermez. Beyninizi, bunun yerine kim olmak istediğinize dayanan yeni düşünce ve his kalıpları ile yeniden yapılandırırsınız. Beden ve zihin uyum içinde çalışmaya başladığı zaman, bu gerçek değişim noktasıdır. Dış çevremizdeki tüm koşulları kontrol edemeyebilirken, kendi içsel ortamımızı kontrol etmekte seçime sahibiz ve bunun gen ifademizde ve toplam sağlığımızda pozitif etkisi olur.
|
|
|
İnsanlığın Gizli Kökeni - Galaktik İnsan - Yeryüzü İnsanı |
Yazar: Emka - 13-06-2017, Saat: 16:13 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
İlk insanın nereden geldiği sorusuna mitolojik ve dinsel öğretiler tek bir cevap verir: Cennetten...
Peki, bu cennet nasıl bir cennettir?...
Kutsal kitapların hepsinde "ilk insan" dan bahsedilir. Üstü örtülü sembolik bilgilerle, bu sır insanlara anlatılmaya çalışılmıştır. Ancak açık bir bilgi verilmemiştir.
Gerek Hint kökenli belgelerde, gerekse İslam, Mısır ve Babil Ezoterizmi'nde ilk insandan yoğun olarak bahsedilmiştir. Bu konuyu uzun uzun anlatan kutsal kitaplardan biri de Tevrat'tır. Kutsal Kitaplar'da sözü edilen bu meseleyi tam olarak anlayabilmek için yine Ezoterizm'e müracaat edeceğiz...
Ezoterik bilgilere göre, ki bunu kutsal kitaplar da teyid etmektedir, yeryüzünde birçok devirler geçmiştir. Bunların ilkine "Altın Çağ" adı verilmiştir. Buradaki altın sözcüğü bilinen anlamıyla altın madeninin bol bulunduğu bir devri değil, kalite olarak ileri bir seviyeye ait bir sürecin yaşanmış olduğunu gösterir. Son derece ileri seviyeli bir insanlığın devrini anlatmak için kullanılan bir semboldür. Değerli bir çağ anlamındadır.
Daha sonra sırasıyla: "Gümüş", "Bronz", "Kahramanlar", ve son olarak da bizim devremiz insanlığının içinde bulunduğu "Demir Çağı" gelmektedir. Dünya insanı olarak gelinen nokta neresidir diye soracak olursanız; Ezoterik bilgiler bu soruya cevap olarak, "Demir Çağı"nın sonlarına doğru gelindiğini söylemektedir. Yine aynı Ezoterik bilgilerde, "Demir Çağı"nın sonunda yaşanacak bir aydınlanmayla (Kıyamet) yeniden dünya üzerinde eskiden olduğu gibi altın bir devrin yaşanacağına işaret edilmektedir.
Yeryüzündeki ilk insanın, bir zamanlar iddia edildiği gibi tek hücreli canlılardan gelişe gelişe ortaya çıkmadığı artık bilimsel olarak anlaşılmış durumdadır. Ezoterik bilgiler bunun böyle olamayacağını zaten binlerce yıldır söylemekteydi. İnsan vücudu organik bir yapı olarak, özel bir tarzda meydana getirilmiştir. Yani yapılmıştır. Bir üretim mahsülüdür. İnsan organizması, bir dizi tesadüflerin sonucu değil, çok yüksek bir bilimin kendi potasında meydana getirdiği bir yapıdır.
Eski tarihi belgeler ve kutsal kitaplar değişik bir bakışla incelenecek olursa, insanın meydana getirilişinin iki safhah olduğu görülecektir.
Birincisi: Galaktik İnsan
İkincisi: Yeryüzü İnsanı
Ezoterik bilgiler ışığında elde edilen bilgiler bundan sonrası için neler söylüyor? Şimdi bunları sırasıyla sizlere aktarmak istiyorum:
"Galaktik insan, bir zamanlar yeryüzünde
'Altın Çağı' meydana getirmiş olan varlıklara verilen bir isimdir. Bunun yeryüzündeki insan ile çok uzaktan bir akrabalığı vardır." Yeryüzü insanının ilki olarak, Kutsal Kitaplar bize "Adem"den bahsederler. Peki insanın meydana getirilişi yeryüzünde mi olmuştur? Yoksa başka bir mekanda meydana getirildikten sonra yeryüzüne mi getirilmiştir? Yavaş yavaş konuyu açmaya çalışalım. Bakalım nelerle karşılaşacağız?
Tevrat'ta iki farklı yaradılıştan söz edilir:
Birincisi: Elohimler'in yarattığı insan.
İkincisi: Yehova'nin yarattığı insan.
Burada sözü edilen yaradılış bir imalattır. Yani Kaadir-i Mutlak Yaradan'ın yaratma fiili değil, yüksek seviyeli varlıkların mevcut maddeleri kullanarak ortaya çıkarttıkları bir imalat söz konusudur. Bu iki durumu birbirinden ayırmak gerekir.
'Elohimler,' Galaktik Uygarlıklar'ın senyörleridir. 'Yahve' de bu senyörlere dahil olan ve yeryüzündeki insanların gelişimiyle yakından ilgilenen vazifeli varlıklar grubunun başı ya da sözcüsü konumunda olan kozmik bir varlıktır. 'Elohim- ler'in meydana getirmiş olduğu insan tipi (Galaktik insan) ile, 'Yehova'nin meydana getirmiş olduğu, bizim devremiz insanı olmak üzere iki ayrı 'Adem' vardır. Biri bizim devremizin, diğeri eski devirlerin Ademi'dir.
Birinci Adam'le ikinci Adem arasındaki farkları Kutsal Kitaplar ince nüans farklarıyla ifade etmişlerdir. Dikkatlice incelenecek olursa bunlar ayırdedilebilir. Burada araştırmacıların dikkatinden kaçmaması gereken bir diğer husus da, İslam'ın Kutsal Kitabı Kur'an-ı Kerim'de, Galaktik Adem'den değil, doğrudan doğruya bizim devremizin Adem'inden bahsedilmiş olmasıdır. Fakat diğer Kutsal Kitaplar ayrıca yeryüzünde meydana gelmemiş olan, fakat bütün bir galaksi içerisinde kendisini temsil eden, gelişmiş bir Adem'den bahsederler. Ancak Kur'an-ı Kerim'de de bizim neslimizden öncesine ait başka nesillerin yeryüzünde bir zamanlar yaşadığı birçok ayette açıkça beliritilmiştir. işte onlardan sadece bir tanesi:
"Onlardan önce nice nesilleri yok ettiğimizi görmediler mi? Onları, sizi yerleştirmediğimiz bir şekilde yeryüzüne yerleştirmiş, gökten bol yağmur yağdırmış, altlarından ırmaklar akıtmıştık. Fakat onları günahlarından ötürü yok ettik ve ardından başka bir nesil yetiştirdik" (En'am Suresi: 6/6)
Görüldüğü gibi her ne kadar Galaktik Adem'den bahsedilmese de, Kur'an'da bizim neslimizin haricinde de nesillerin yeryüzünde yaşadığı ve dolaylı olarak başka Ademler'in de mevcut olduğu anlatılmaktadır.
Kaldığımız yerden devam edelim...
Altın Çağ'ın yaşandığı dönemlerde yeryüzünde Galaktik Irk'a mensup varlıklar bulunmaktaydı. Galaktik Irk'ın en son uzantıları olarak, Mu ve Atlantis Uygarlıklarını görmekteyiz. Kutsal Kitaplar'da sözü edilen büyük tufanla birlikte bu Galaktik Irk'm son temsilcileri de yeryüzünden silinmişler sadece çok küçük bir kısmı bizim kıtalarımıza göç ederek varlıklarını sürdürebilmişlerdir.
Ezoterizm'de bu varlıklara "Naakaller" adı verilir. Ezoterik kayıtlar Naakaller'in Tibet dolaylarında gizli bir yeraltı uygarlığı oluşturduğundan bahseder. Agarta adı verilen bu yeraltı uygarlığı günümüzde hala varlığını sürdürmektedir.
"Galaktik Irk"ın yeryüzünden kaybolmasından hemen önce, bizim devremizin başlangıcını teşkil edecek fizik bedenlere ihtiyaç vardı. Zaman bir hayli ilerlemiş ve insanlığın aşamalı aşağıya iniş sürecinin bir sonucu olarak,
"Demir Çağı"nın bedenleri imal edilmesi gerekiyordu. Bu tamamıyla bir laboratuar çalışmasını gerektiren, genetik biliminde uzmanlaşmış Galaktik İnsanlar'ın yapabileceği bir işti.
Tevrat'ta anlatılanlardan; Yehova ve grubunun, muhtelif gezegenlerde, her devreden sonra ruhi varlıkların gelişim süreçlerini sürdürebilmeleri için doğacakları biyolojik bedenleri imal ettiklerini anlıyoruz.
İşte bu noktada Tevrat'ta Yehova olarak isimlendirilen "uzaylı" varlıklar devreye girmiş ve bizim devremize ait ilk bedenleri imal etmişlerdir.
Bu sır tüm dinlerde ve tüm mitolojilerde üstü örtülerek anlatılmıştır. Mitolojik anlatımlarda geçen ilahların bir kısmı, sözünü etmeye çalıştığımız Galaktik Irk'a mensup ileri seviyeli insanların sembolüdür. "Ruhsal İdare Mekanizması"na bağlı olarak çalışan bu uzaylıların, dünya üzerinde ne kadar önemli bir fonksiyon gördükleri, dinlerin ve mitolojilerin tam anlamıyla açıklığa kavuşmasından sonra çok daha iyi anlaşılacaktır. Ancak günümüze kadar gelebilen Ezoterik kayıtlarda bunlarla ilgili son derece önemli bilgiler mevcuttur. Ne yazık ki yurdumuzda bu konuyla ilgili fazla bir araştırma yapılamamış ve kamuoyu bu konuda yeterince bilgilendirilememiştir.
Dini Öğretiler'de Adem'in meydana getirilişiyle ilgili bir başka ilginç ayrıntı daha verilir. İslam'ın Kitabı Kur'an-ı Kerim'de, Adem'in balçıktan yaratıldığı söylenir. Buna benzer ifadeler diğer dinlerde de vardır. Örneğin İbraniler'in Kutsal Kitabı Tevrat'ta Adem'in yerin tozundan yaratılmış olduğu anlatılır. Her iki ifade de birbiriyle aynıdır.
Balçıktan ya da yerin tozundan yaratılmak ne demektir? Burada kastedilmek istenen, doğrudan doğruya dünyasal bir molekül yapısıdır. Dünyaya ait moleküler yapının kullanılmış olmasıdır. Bu bizim devremizin Ademi'dir. Diğer Adem'in moleküler yapısı ise tamamen farklıydı. Dünya ya ait değil dünya dışına ait bir yapıdan oluşmuştu. Yani
Elohimler’in dünyasından....
Böylelikle değişen yeryüzü şartlarına en uygun Adem soyu meydana getirilmiş oluyordu... Demir Çağı'mn çocuklarının, bedenlerinin ilk örnekleri artık hazırdı... Galaktik Uygarlığın temsilcileri ise, geçmişin anıları arasında eriyip gitti... Ama izlerini ve hatıralalarım dünyada bırakarak...
|
|
|
Ruhlar, Ruh Işınları, Ruh Eşleri, İkiz Ruhlar |
Yazar: Emka - 13-06-2017, Saat: 11:51 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorumlar (1)
|
|
Bir ruh Yaratıcı’nın bireyselleşmiş fasetidir (görünüşüdür). Her birimiz bireysel bir ruhuz, ama ayrıca okyanustaki bir dalgacık gibi Yaratıcı’nın gerçek parçasıyız. Eğer egonun ve kişiselliğin tüm katmanlarını çıkarıp atarsanız, kalan şey bizim gerçek özümüz veya ruhumuzdur.
Farklı ruhlar Yaradılışın farklı niteliklerini ve arketiplerini yaymaya eğilimlidir. Büyük arketipleri tanımlayan bir renk şeması vardır. Çakra sisteminde kullanılan aynı şemadır. “Kırmızı” çok tutkulu, ihtiraslı ve fiziksel olmaya eğilimlidir, “turuncu” çok sosyaldir, “sarı” entelektüeldir, “yeşil” Dünyasal ve şifaya yöneliktir, “mavi” kavramsal ve zihinseldir, “indigo” sezgisel ve psişiktir ve “mor” yüksek bilgelik ve aşkınlıktır. Bunlar sadece arketipler iken, bazen ruhları bu şekilde kategorize etmek yararlıdır. Şüphesiz ki, sınıflandırma bir tuzak olabilir, çünkü hepimiz Sonsuz Bir’in enkarnasyonuyuz. Hiç bir ruh ışını diğer ruh ışınlarından daha iyi değildir – sadece farklıdır. Çakra ve ışınlarla ilgili birçok kitap vardır.
Derinden bağlı olduğunuz herhangi bir ruh sizin “ruh eşiniz” olarak düşünülebilir. İnsanlar bir çok ruh eşine sahip olabilir. Genelde, bunlar benzer ışınlara ve spiritüel yollara sahip olan bireylerdir ve çoğu zaman birçok yaşamlarda birlikte olmuşlardır.
Bir ruh ikizi, kendinizin “diğer yarısı” olarak adlandırılanı temsil eden tek bir ruhtur (gerçekte “diğer bütün” demek daha doğrudur, ikiz ruhunuz kendi hakkında özerk (egemen) bir varlıktır). Ruhlar bütünden orijinal olarak farklılaştıkları zaman, çiftlere bölünürler ve sonra tekrar tekrar bölünürler. Her orijinal ruh çiftinin bir üyesi her zaman yüksek boyutlarda kalırken, diğer üye alt dünyaları keşfeder. (Siz buradayken, ikiz ruhunuz 6 ncı veya 7 nci boyuttadır).İkiz ruhlar yüksek boyutlarda başlar, sonra çiftin üyelerinden biri altıncı veya yedinci yoğunlukta kalırken, diğeri Yaradılışın dışsal alemlerini – beşinci boyuttan alt boyutlara dek – keşfeder. Bunun nedeni, çiftin aşağı boyutlara inen üyesinin bütünlüğünü korumaya yardımcı olmaktır, çünkü eğer dışsal yoğunlukları deneyimleyen ikiz ruhun parçası o dış yoğunlukta kapana sıkışıp kalırsa (onunla özdeşleşip bütünün parçası olduğunu unutursa), çiftin yüksek boyutta kalan üyesi nazikçe ama sağlam şekilde alt boyuttaki üyenin neden orada bulunduğu, amacının veya misyonunun ne olduğu ve yüksek seviyede olanın gerçekte kim olduğu ile ilgili uyarır.
Birlikte düşük yoğunluğa inerlerse, düşük yoğunluktan çıkıp yüksek yoğunluğa girmeleri zor olabilir. Bu Dünyanın ve diğer gezegenlerin geçmişinde bir problem oldu ve aynı anda düşük yoğunluğa inen çiftler birbirlerini düştükleri bataklıktan çekip çıkaramadılar. Bu iki arkadaşın birlikte bataklık kumuna atlamasına benzer, her ikisi birlikte batarlar. Eğer biri kuma atlar, diğeri kıyıda beklerse ve bir ip tutarsa, kumdakinin dışarı çıkma şansı olur.
“Neden bu ruhlar için başka rehber ruhlar yok?” diye sorabilirsiniz. Aslında vardır. Tüm ruhların çok sayıda ruhsal rehberleri vardır, ama Dünyasal bir ruhun ikiz ruhunun yüksek alemlerden ona rehberlik etmesi, bir başka ruhun rehberlik etmesinden çok daha kolaydır.
Karşı cinsten bir üye ile birleşmemiz gerektiğine ve ondan sonra hep mutlu yaşayacağımıza inanmaya şartlandırıldık. Çoğumuz orijinal olarak eril – dişil “ikiz ruh” çiftine bölündüğümüzden, her şey 3B/4B zaman sürekliliğinde eril – dişil olarak kutuplaşır. Zıtlar dengeye geri tekamül etme yolu olarak çekilir. Eril ve dişil arasında deneyimlenen birlik aşkınlık halidir (en son anlamında). Her biri enkarnasyonlar sırasında baskın bir ana cinsiyete sahiptir. Ancak, seks ile ilgili her şeyi deneyimleme arzumuzda, özel yaşamlarda zıt cinsiyeti üstlenebiliriz. Eğer bir enkarnasyonda zıt insiyet ile güçlü şekilde özdeşleştiysek, bu hissi gelecek yaşamlara taşıyabilir ve aynı cinsiyete çekilebiliriz. Ruhlar tekamül etmeye devam ederken, kendi doğalarının her iki yönünü dengeleyerek daha androjen (çift cinsiyetli) olurlar.
Bireysel ruhlarımız bir ruhüstünden ayrılmıştır. Ruhüstü 12 ruhtan oluşur, bu 12 ruh altı çifte bölünür. İkiz ruh, her bir çiftin diğer üyesidir. Ruhüstü ile yeniden birleşmek sözcüklerin ötesinde güzel bir deneyimdir. Tüm 12 orijinal ruh evreni keşfediyor olabilirken, her birimizin içinde kalan ruhüstünün çekirdek özü vardır. Yeniden birleşmeyi özlediğimiz bu “ruh ailesidir”.
- Ayrılıktan – Önceki Halimizi Hatırlama
Yıllar önce, ikiz ruhum Leah bir vizyonda bana geldi ve onun Venüs’ün eterik bölgelerindeki altıncı yoğunluk aleminde varolduğunu gördüm. 3 ncü Boyut Venüs inanılmaz sıcak ve zehirlidir. 6 ncı Boyut Venüs’te, renkler beyazdan altına, turuncuya ve kırmızıya kadar çeşitlidir ve sürekli parıldar. Şüphesiz, 6 ncı boyut ışık beden atmosferden etkilenmez. Aynı vizyoner bir sanatçının resimlerindeki gibi her yerde kristal saraylar ve altın ışık nehirleri var.
Yaklaşık üç yaşam önce (Dünyanın zaman sürekliliğinde) Dünya yaşamının bitişinde uzaya ve Venüs’ün atmosferine yükseliş deneyimi yaşadım. Bu spiritüel bir yükseliş idi (fiziksel bedeni geride bıraktım). O zaman fiziksel bir yükseliş istiyordum. İkiz ruhum Leah ve diğerleri 5 nci boyut titreşimine girdiğimizde, bize katılabileceklerini söylediler. 6 B’den 5B’ye inmek çok kolay iken, 6B’den 3B’ye inmek çok zor.
- Diğer Dünyaları Hatırlamak
Birçoğumuz başka dünyalarda deneyimler yaşadıktan sonra Dünya’ya geldik. Bu dünyaların bazıları kendi güneş sistemimizin içinde, ama bu zamanda uygarlıklar yüksek boyutlarda varoluyorlar ve teleskoplarımıza ve uydularımıza görünmezdirler. Başkaları su dünyalarından geldiklerini hatırlıyor. Geçmiş yaşamlarında yunus veya balina olduklarını iddia eden kanallar var. Dünyanın deniz memelileri türlerinin çoğu diğer dünyaların bazı bilgilerini taşıyorlar, ama insanlar gibi, yüksek yoğunlukların farkındalıklarının çoğunu kaybettiler.
Kendimi Venüslü olarak düşünmeme rağmen, ayrıca Pleiades soyağacım var. Genetiğimin %80’i Venüslü, %20’si Pleiades’li.
Titreşimimiz yükselirken, dünya dışı mirasımızın daha fazlasını hatırlayacağız. “Yıldız tohumları” deyimi bu enkarnasyondan önce Dünya deneyimi olmayan veya çok az olan ruhları tanımlamak için kullanıldı. Bazılarımızım yüzlerce Dünya yaşamı olduğu doğrudur , diğerleri belki sadece bir veya iki Dünya yaşamına sahiptir. “Yıldız tohumu” deyimini kullanmamayı tercih ediyorum, çünkü hepimiz bir dereceye kadar yıldız – tohumlarıyız, aynen bir dereceye kadar ET olduğumuz gibi. Nıhai olarak, biz EVRENİZ ve evrendeki her şeyiz.
|
|
|
SONUNDA BİLİM ADAMLARI RUHU KEŞFEDİYOR |
Yazar: Emka - 13-06-2017, Saat: 11:46 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Gün batımını düşünün… Bu imajı görür görmez, bu deneyimi beyninizde kodlayan fotonların ikili bir kodu vardır. İçinde bir mum alevi olan karanlık bir odayı düşünün.
Şimdi, eğer beyninizin içine bakabilseydik, orada mum olmazdı – sadece titreşen fotonların ikili kodu vardır. Soru, onu düşünmenizi istemeden önce o imajın nerede olduğudur? Göstermek istediğim nokta şu; günbatımını veya bir mum ışığını tahayyül etmenizi istediğim zaman, onu hatırlamanızdan önce o bilgi beyninizde değildir. Siz hatırlamaya niyet eder etmez, bilgi beyninizde ortaya çıkar. Bilgi ondan önce neredeydi? Bilinçte bir potansiyel olarak mevcuttu, ancak beyninizde değildi. Bu nedenle anılarım beynimde değildir. Bu çok önemli bir noktadır, çünkü redüksiyonist model anılarımızın beynimizde olduğunu söyler. Neden bunu söyler? Çünkü beyin hasar gördüğünde, insanların anıları hasar görür – ister Alzheimer’s hastalığı veya koma hali ya da sarhoşluk vasıtası ile olsun. Ama tartışma temelsizdir: radyomun hasar gördüğünü ve müzik çıkmadığını söylemek ile aynı şeydir, bundan dolayı müzik radyom tarafından üretilmiş olmalıdır. Radyo müziği üretmez; sadece müziği gerçekleştirir. Televizyonum, kutunun içinde gördüğüm tüm o insanları üretmez; sadece onları başka bir yerden gerçekleştirir. Böylece, beyniniz de düşüncelerinizin kaynağı değildir.
Beyniniz, siz onları mekan – zaman olayları olarak gerçekleştirmeden önce olasılıklar olarak var olan dalga fonksiyonlarının çökmesine neden olan kuantum enstrumandır. Böylece beyniniz olasılıkları alır ve onları mekan – zaman olaylarına gerçekleştirir. Beyin olasılığı gerçekliğe dönüştüren kuantum enstrumandır. Tezahür etmemiş olanı alır ve hem hayal gücünde hem de duyusal deneyim olarak onu tezahür ettirir.
Mekan – zaman olayı nedir? O, niyetin donmuş anıdır. Tüm algı, sürekli olarak dönüşen ve hareket eden olasılıklar denizindeki dalga fonksiyonlarının çökmesidir ve benim algım o dışsal realiteyi dondurur, ama onu algılamış olduğum zamana kadar o hareketine devam etmiştir. Bu sadece olasılıklar denizinde hareket eden bir fenomendir.
- Öyleyse bu süreksizlik dünyasındaki şey nedir?
Her şey sonsuz olasılıklar denizi olarak var olur ve her şey saf potansiyel olarak var olur. Potansiyelin başlangıcı ve sonu yoktur. O potansiyel olarak var olur.
Bilim, önce maddenin var olduğunu, sonra enerjinin sonra da bilginin var olduğunu söyler. Bilgi nedir? Bilgi sorular sorulmasını bekleyen bir olasılıklar denizidir. Bilgi budur. Evren dalga – benzeri midir? Evren parçacık – benzeri midir? Bu sizin sorunuza bağlıdır. Eğer dalga – benzeri olan bir deney yaparsanız, evren dalga – benzeridir. Eğer parçacık – benzeri olan bir deney yaparsanız, o parçacık – benzeridir ve asla aynı anda her ikisi değildir. Bu, Heisenberg’in belirsizlik prensibinin özüdür.Evrenin parçacık – benzeri mi, dalga – benzerimi olduğu, soruya bağlıdır. Soruyu sormadan önce – neye benziyor, parçacık benzeri mi yoksa dalga benzeri mi? – o potansiyel olarak her ikisi şeklinde mevcuttur.
Evren’i bir seçim yapmaya zorlayan sizin sorunuzdur. Siz soruyu sormadan önce, evren bir seçim yapmamıştır. Siz seçimi yapar yapmaz, evren karşılık vermek zorunda kalır. Böylece doğanın en temel seviyelerinde, siz soruyu sorduğunuzda evren mekan – zaman olayları için seçimler yapmaya zorlanan sonsuz bir olasılıklar denizidir. Evren, gerçek olmadan önce, büyük bir soru işaretidir.Bilim adamlarının şimdi tamamen rahat oldukları ilginç bir fenomen ‘mekansız korelasyon’ olarak adlandırılan fenomendir. Mekansız korelasyon, aslında kuantum fiziğini geçersiz kılma teşebbüsünde Einstein tarafından tesadüfen tanımlanan bir şeydi.Einstein kuantum fiziğinin bazı veçhelerinden çok rahatsız idi. Bunlardan biri mekansız korelasyon idi. Bir diğeri Heisenberg’in belirsizlik prensibi idi. Aslında, Heisenberg belirsizlik prensibini Einstein’a açıklamaya gittiğinde, Einstein şu ünlü yorumu yapmıştı, “Tanrı evrenle kumar oynamaz”, çünkü mekanistik yasalarımız eğer evreni yeterince tanırsak, her şeyi tahmin edebileceğimizi söyler.
- Az ve öz olarak, mekansız korelasyon şöyle işler:
Eğer iki adet atom – altı parçacığınız varsa, A ve B, ve bunlar çarpışırsa, biraz enerji ve bilgiyi değiş tokuş ederler, böylece A, A1 olur ve B, B1 olur; bunlar hafifçe değişmiştir, aynen siz ve ben çarpıştığımızda hafifçe değişmemiz gibi, biz de bilgiyi ve enerjiyi değiş tokuş ederiz. Böylece siz aynı kişi olmazsınız ve ben de aynı kişi olmam. En temel seviyelerde, atom – altı parçacıklar çarpıştığı zaman enerji ve bilgi değiş tokuşu yaparlar; o zaman diyelim ki A1 evrenin bir ucuna gitmeye başlasın ve B1 de diğer ucuna gitsin, ancak sonsuzluk boyunca A1 ve B1 anında birbiriyle bağlantılı kalırlar (Birbirleriyle anlık bağlantılarını sürdürürler).
Anlık bağlantı şu anlama gelir, eğer A1’in ne yaptığını biliyorsam, B1’in ne yaptığını söyleyebilirim. Eğer A1’in nerede olduğunu biliyorsam, B1’in nerede olduğunu söyleyebilirim. A1’in davranışının niteliğini bilerek, B1’in davranışının niteliğini size söyleyebilirim.
Einstein’ın farklı olduğu yer, onun sadece matematiksel bir korelasyon olduğunu ve bunda bir gizem olmadığını söylemiş olmasıdır. Daha da fazlası, korelasyona aracılık yapan şeyin olmamasıdır, bu şu anlama geliyor; birinin yaptığı şeyi bilerek, diğerinin ne yaptığını bilebileceğimi bana söyleyen, buradan oraya aracılık yapan bir enerji yoktur. Böylece, aracı yoktur ve o azalmaz, hafiflemez. Azalmaz, hafiflemez demek, mekanın uzaklığıyla korelasyonun kuvveti azalmak demektir.Normalde, siz enerji sinyallerini veya elektromanyetik sinyalleri kullandığınız zaman, Ters Orantılar Yasası devreye girer – birbirleriyle bağlantılı olan iki nesneye sahipseniz (örneğin yerçekimi gibi), sinyal zayıfladıkça mesafenin kare kökü kadar ters orantıyla zayıflar. Ancak azalmaz/hafiflemez, korelasyonun kuvvetinde azalma olmaz anlamına gelir. Ne kadar uzağa giderseniz gidin, aynı kalır.
- Uzaydaki Mesafe, Ayrıca Zamandaki Mesafedir
Gece gökyüzüne baktığım zaman, on beş milyon ışık yılı uzaklıktaki bir yıldızı görüyor olabilirim. Bu, on beş milyon yıl önce mevcut olmuş olan bir şeye bakıyor olduğum anlamına gelir. Eğer yıldız beş milyon yıl önce patladıysa, bunu bir beş milyon yıl daha bilmeyeceğim, çünkü gece gökyüzüne baktığımda, geçmişe bakıyorum. Uzaydaki mesafe ayrıca zamandaki mesafedir; ama azalmaz demek, korelasyonun kuvvetinin uzay – zaman sınırlarının dışında hareket etmesi demektir; bu anlıktır. Böylece korelasyonun üçüncü özelliği, onun anında olmasıdır.Einstein, bunun sadece matematiksel bir kavram olduğuna inanıyordu, ama sonra John Bell ortaya çıktı ve bunu şüphenin ötesinde kanıtladı. Bu korelasyon şimdi, doğada, her şeyin başka her şeyle anlık olarak bağlantılı olduğu temel bir seviyenin var olduğunun belirlenmiş gerçeğidir. Bu bize her şeyin bağlantılı olduğu, her şeyin organize olduğu, her şeyin başka her şeyle anlık olarak bağlantılı olduğu, omniscience (her şeyi bilme) veya omnipresence (aynı anda her yerde bulunma) ya da omnipotence (her şeye gücü yetme) diyebileceğimiz şeyin matematiksel ve deneysel kanıtını verir.
Size Einstein’ın bundan neden rahatsız olduğunu söyleyeceğim: çünkü tüm fenomenlerin uzay – zamanda var olması terimlerinde düşünüyordu, ama bu bağlantının tanımladığı şey, uzay – zamanın ve nedenselliğin ötesinde, uzay – zaman sınırlarının dışında olan bir bölgedir. Şimdi bilim adamları, biyolojiyi mekansız bağlantıya müracaat etmeden açıklayamayacağınızı tamamen kabul ediyorlar. İnsan bedeni aynı anda düşünceleri nasıl düşünür, piyanoyu nasıl çalar, mikropları nasıl öldürür, toksinleri nasıl atar ve bir bebeği karnında nasıl taşır? Ve tüm bu şeyleri yaparken, her aktiviteyi diğer her aktiviteyle bağlantılandırır, hepsi aracı olmadan anında gerçekleşir, karaciğer hücrenizin aktivitesi ile böbrek hücrenizin aktivitesi arasında aracı yoktur ve yeni bebeğin üretimi ile diğer aktiviteler arasında aracı yoktur.
Sadece bu değil, bedeniniz bunları yaparken, yıldızların hareketini de izliyor, çünkü bedeniniz olarak adlandırdığınız biyolojik ritimler aslında ekosistemin ve evrenin ritimleridir. Her şey her şeyle bağlantılıdır ve sadece bu değil, her şey birbiriyle anlık olarak bağlantılıdır. Zaman yoktur, dahil olan enerji yoktur, çünkü enerji uzay – zamanın içindedir.
Bu bağlantı, zaman sinyalleri veya enerji sinyallerinin kullanımı olmadan vardır: anlıktır. Bu eşzamanlılık dediğimiz şeyin temelidir. Mekansız korelasyonlar, doğanın aktivitesinin en etkileyici ve en baskın veçhesidir. Bu matematiksel olarak tamamen anlaşılırdır; kuantum fiziği terimlerinde tamamen anlaşılırdır – deneysel olarak tamamen anlaşılırdır.Bu makalenin ilk yarısında, eşzamanlılığı ve mekansız korelasyonların doğanın aktivitesinin en etkileyici ve en baskın veçhesi olduğunu açıkladık. İkinci bölümde, belirsizlik ve gözlemcinin etkisi kavramlarını sunacağız.
Süreksizliğin bir diğer özelliği, belirsizliğin artmasıdır. Süreksizliğe ne kadar derin girerseniz, daha çok belirsiz olur. Heisenberg’in belirsizlik prensibine bakalım: tüm fenomenler, siz deneyi yapıncaya kadar eşzamanlı olarak dalga – benzeri ve parçacık – benzeridir ve sonra bunlar biri veya diğeri olur. Eğer birini ölçüyorsanız, diğerinin ne olduğunu bilmenizi engellersiniz.Eğer pozisyonu ölçüyorsam, o zaman momentumu bilmemi engellemiş olurum. Eğer onu bir parçacık olarak biliyorsam, o zaman onu aynı anda bir dalga olarak bilemem. Bunun, deneysel yöntembilimlerin sınırlılıkları ile bir ilgisi yoktur; doğanın yasaları ile ilgilidir. Ben soruyu sorana kadar parçacık – benzeri veya dalga – benzeri olarak davranmaz. Dahası, doğanın bu seviyesinde hesaplamalar yapmaya başladığım zaman, irrasyonel (oransız) rakamlar kullanmak zorundayım. İrrasyonel bir rakam kavramsallaştıramayacağınız bir rakamdır. Sonsuzluk irrasyonel bir rakamdır: onu canlandıramazsınız. Pi irrasyonel bir rakamdır, çünkü sonsuz ondalık yerlere sahiptir. 31’in karekökü irrasyonel bir sayıdır. Bunun ne olacağını hayal edemem, ama hesaplamalar yapabilirim.
Evren’in temel davranışlarını hesaplamak için, kavramsallaştıramayacağım irrasyonel rakamlar kullanmak zorundayım.Ve hatta, hata sınırı çok az olsa da, davranışın temel seviyelerinden, davranışın makroskopik seviyelerini hesapladığım zaman, hata sınırı katlanır. Böylece aslında, en temel seviyelerde varoluşun seviyelerini ne kadar çok incelersem, bunlar daha da fazla belirsiz olur. Bu Tanrı’nın bana, “Zamanda bu noktada, sırlarımı sana açıklamayacağım. Buraya kadar gelmene izin veriyorum, ama buradan itibaren bana güvenmek zorundasın ve sana daha fazlasını anlatmayacağım” demesine benzer.
Belirsizlik, aslında bu seviyede kuantum bölgesinin dördüncü özelliği olan yaratıcılığın nedenidir. O yaratıcıdır. Ve o belirsizliğin artması nedeniyle yaratıcıdır. Eğer her şeyi kesin olarak bilseydiniz, yaratıcılık için yer kalır mıydı? Yaratıcılık belirsizlik ile başlar. Eğer her şeyi bilseydim o zaman bu, hikayenin sonu olurdu, ama eğer bilmiyorsam, o zaman yaratıcılık için yer kalır ve ne kadar fazla bilmezsem, yaratıcılığa o kadar çok yer kalır. Böylece bu seviyede, doğanın yaratıcılığı belirsizliğin artmasına dayanır. Bu yaratıcılığın karakteri kuantumdur.Bu ne anlama geliyor? Bunun şifa ile ilgisi olmalı, çünkü tüm şifalar biyolojik yaratıcılıktır. Doğa sürekli olarak yaratmaktadır.
- Sadece Dışınıza Bakın: Tüm Bu Yaratım Tam Şimdi Gerçekleşiyor
O, bir zamanlar gerçekleşmedi; tam bu anda gerçekleşiyor. Kuantum seviyelerde fotonlar çöküyor, dalga fonksiyonları mekan – zaman olayları şeklinde çöküyor ve beyinlerimiz dalga fonksiyonlarının çöküşünü örneğin bir ağaca tercüme eden kuantum enstrumanlardır. Ancak bu ağaç aslında tam şimdi ışık hızında doğuyor ve ölüyor. Tanrı bu ağacı yaratıyor. Eğer Tanrı’ya inanmıyorsanız, o zaman nedensel kuantum mekanik ilişkili bir alan ağacı yaratıyor! Ama bazı gizemler ağacı yaratıyor ve bunu tam şimdi yapıyor. Tüm yaradılış tam şimdi gerçekleşiyor. Sadece tam şimdi gerçekleşmiyor, ayrıca bazı gelişen özellikler, bu yaratıcılık devam ederken, tamamen tahmin edilemez olarak ortaya çıkacaktır, çünkü yaratıcılık kendisini tekrarlar, çökmenin modelleri tekrarlanır ve o zaman aniden kuantum sıçramalar olur ve bu kuantum sıçramalar gelişen özellikler olarak adlandırılır. Bu, onların daha önce var olmadıkları ve sizin onlar var olmadan önce onların ne olacaklarını bilmediğiniz anlamına geliyor.
Bu süreksizlikler ile bunu kesikli görüyoruz. Kuantum fiziğindeki süreksizlikler, bir atom – altı parçacık bir yerden başka bir yere, iki nokta arasındaki mesafeden geçmeden gittiğindedir. Öyleyse şimdi o buradadır ve sonra ordadır ve buraya veya oraya gitmemiştir. Ve ayrıca o anlıktır: burada ortadan kaybolur kaybolmaz herhangi bir zaman gecikmesi olmadan orada ortaya çıkar.
Eğer Amerikan TV programı Star Trek’i seyrettiyseniz, Kaptan Kirk’ün “Işınla beni, Scottie” dediğini hatırlarsınız. Scottie bir düğmeye basar ve Kirk orda ortadan kaybolur ve başka bir galakside ortaya çıkar ve zaman – gecikmesi yoktur. Buna fizikte kuantum sıçraması denir. Bu her zaman gerçekleşiyor. Bu makalenin başında, hayalinizde kuantum sıçramaları yarattırdım. Günbatımını, karanlık bir odadaki mum ışığını düşünmenizi istedim – bunlar hayalinizdeki kuantum sıçramaları idi. Belirli şekillerde davranmış olan fotonların modelleri, zaman gecikmesi olmadan diğer şekillerde davranmaya değişti. Bunun gibi, doğa kuantum sıçramaları vasıtasıyla “hayal kurar’. Amfibiyanlardan (hem karada hem suda yaşayan hayvan) kuşlara geçiş, doğanın imgeleminde bir kuantum sıçramasıdır.
Klasik Darwinci evrim amfibiyanın, uçarak yırtıcı hayvanlardan kaçmak – en uygun şekilde hayatta kalmak – istediği için tüyler kazandığını söylerdi, ama aslında tüyleri kazanmak biyolojik bir dezavantajdır. Bu, yaratığı daha hantal hale getirir. Ayrıca yeni bir metabolik hız elde etmek zorunda kalır, çünkü uçan bir yaratığın metabolik hızı bir amfibiyanın metabolik hızından tamamen farklıdır.
Bu, yeni bir kas – iskelet sistemi gerektirir; şüphesiz, kanatlar gerektirir; yön bulma yetenekleri gerektirir. Bir amfibiyan ile ilgili her şey bir kuş ile ilgili her şeyden farklıdır. Böylece bu geçiş eşzamanlı olmak zorundadır; metabolik hız, tüyler, kas – iskelet sistemi: tüm bu değişimler eşzamanlı olmak zorundadır. Bunların her biri birbiriyle bağlantılı olarak mekansız olmak zorundadır ve aniden olmalıdır, yoksa kuş yırtıcı hayvana yem olur. Bu, mekansız bağlantılı olayların eş zamanlılığını gerektirir. Aksi taktirde evrimde kuş olmaz.
Benzer şekilde, primatlardan insan varlıklarına geçiş: burada insan varlıkları olarak oturuyoruz ve orada aynı DNA’nın %99.999’unu paylaşan şempanzeler var. Ancak bildiğimiz gibi şempanzeler kendilerine Tanrı’nın kim olduğunu ve bir ruha sahip olup olmadıklarını ya da varoluşun doğasının ne olduğunu sormazlar. Bu bir kuantum sıçraması gerektirdi. Doğanın yaratıcılığı kuantumdur.
- Son Nokta Gözlemcinin Etkisidir
Gözlemci etkisi, gözlenmedikçe ve gözlenme anına kadar, evrenin sadece bir olasılık olarak var olduğu anlamına gelir. Siz onu gözleyene kadar, başka bir deyişle bilinçli hissedebilir bir varlık olmadan, evren var olmaz. Bu, John Wheeler’in katkısıdır. Wheeler, Einstein’ın bir öğrencisi idi, o şimdi 93 yaşındadır. Wheeler son yüzyılın fiziğinin en büyük devlerinden biridir. Evrenin, bilinçli bir varlık onu gözleyinceye kadar belirsiz, durmaksızın akan bir kuantum çorbası olduğunu söyler. Bilinçli varlık bir balarısı veya bir bukalemun ya da siz olabilirsiniz. Bu bilinç olmadan evren kendisini fiziksel forma üretmez.
Yukarıda tartışmış olduğum noktalar, ruhunuzun nitelikleridir. Neden? Çünkü ruhunuz bir şey değildir; o sonsuz olasılıklar alanıdır. Ruhunuz her şeyi bilendir, ruhunuz yaratmak için belirsizliği çoğaltır ve kucaklar ve ruhunuz Tanrı ile birlikte – yaratır. Tanrı siz katılmadıkça tezahür etmemiş olarak kalır.Ruhun tanımı nedir? Ruh, yorumlayan ve seçimler yapan gözlemcidir. Eğer bunu biraz daha genişletmek isterseniz, anılar vasıtasıyla yorumladığını ve arzular vasıtasıyla seçimler yaptığını söyleyebiliriz.
- Ruhun beş niteliği şunlardır:
- Sonsuz olasılıklar alanı
- Her şeyi bilen (veya mekansız olarak bağlantılı olan)
- Belirsizliği kucaklar
- Yaratıcılığın sonsuz kaynağı
- Tanrı ile birlikte – yaratır ve gizem ile birlikte – yaratır.
Herkes bir gözlemciye sahiptir; herkes anılara dayanarak gözlemliyor ve yorumluyor ve arzulara dayanarak seçimler yapıyor; ve herkes ortak zemine sahiptir, bu ortak zemin: sonsuz olasılıklar, mekansız bağlantılar, belirsizlik, üretme ve yaratıcılık. Ruh budur.
- Ruh ve Zihin Arasındaki Fark Nedir?
Zihin gözleme işlemidir. Ruh, gözlemcidir. Bedeni de kapsayan fiziksel realite nedir? Fiziksel realite gözlemenin nesnesidir. Zihniniz vasıtasıyla gözlemlersiniz ve bedeni gözlemlersiniz ve diğer bedenleri gözlemlersiniz. Ama hatırlayın, gözlediğiniz diğer bedenler ve başka her şey, sinir sisteminiz vasıtasıyla kendi benliğinizdeki bedensel işlemlerin tercümesidir.
Öyleyse, orada sizi gözlemlediğim zaman, aslında zihnimdeki siz olarak yorumladığım bedensel işlemleri gözlemliyorum. Böylece her şey bizim bedenimizde, zihnimizde ve ruhumuzda gerçekleşir. Gözlemci ruhtur, işlem zihindir ve fiziksel beden nesnedir.
Deepak Chopra, zihin – beden tıbbı ile ilgili eğitim programları sunan Chopra Merkezi’nde Eğitim Direktörüdür ve birçok kitabın yazarıdır.
|
|
|
Gizemli Zaman Kuyusu Keşfedildikten Sonra Dünya Liderleri Afganistan'a Akın Ediyor |
Yazar: Emka - 13-06-2017, Saat: 11:17 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
|
Rusya’nın Dış İstihbarat Servisi (SVR) tarafından Başbakan Putin için hazırlanan özel bir rapor, Alman başbakanı Angela Merker’in bu ay Afganistan’a ‘sürpriz bir ziyaret’ yapan Batılı liderlerin sonuncusu olduğunu bildiriyor. Bu ziyaret, ABD Başkanı Obama (3 Aralık), İngiltere Başbakanı David Cameron (7 Aralık) ve Fransa cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy (8 Aralık) ziyaretlerinden sonraydı.
Bu rapor, sadece Sarkozy’nin yolculuğunun saklandığını söylüyor, çünkü o bir ABD ordu uçağı tarafından Afgan savaş bölgesine aceleyle götürüldüğünde, Hindistan’a bir ziyarette bulunmaktaydı.
Batı Dünyasının bu en güçlü liderlerinin Afganistan’a gitmek için ani koşuşturmalarına neden olan neydi? Bu rapor, bunun nedeninin ABD Askeri bilim adamlarının “Zaman Kuyusu”na hapsolmuş “Vimana” olarak tanımlanan şeyi keşfetmeleri olduğunu söylüyor. Bu zaman kuyusu en az 8 Amerikan askerinin tahminen 5,000 yıldır orada gizlenmekte olan Vimana’yı mağaradan çıkarmaya çalışırlarken ortadan kaybolmalarına neden olmuştu.
Sanskritçe epik Mahabbarata’da bulunan kadim hikayelerden, bir Vimana’nın çevresinin 12 cubit (eski bir uzunluk ölçüsü) ölçüldüğünü, dört adet güçlü tekeri olduğunu biliyoruz. “Ateşlenmiş füzelerinden” başka, Mahabbarata dairesel ‘yansıtıcı’ ile işleyen diğer ölümcül silahların kullanımını kaydediyor. Devreye sokulduğu zaman, bir ‘ışık şaftı’ üretiyor ve herhangi bir hedefe odaklandığında onu anında ‘gücüyle yakıp yok ediyor.’
Vimana’yı çevreleyen “Zaman Kuyusu” ile ilgili olarak, bu rapor bunun elektromanyetik radyasyon – yerçekimi alanı olduğunu söylüyor. Elektromanyetik radyasyon – yerçekimi ilk kez Birleşik Alan Teorisi olarak Albert Einstein tarafından kabul edildi ve uzun zaman sonra bunun 1943 yılında Amerikan 2 nci Dünya Savaşı deneyinin arkasındaki şey olduğu konuşuldu, buna Philadelphia Deneyi adı verilmişti. Bugün Afganistan’daki askerlerin kaybolması gibi, ABD askerleri aniden ortadan kayboluyordu.
SVR raporu, bu gizemli “Zaman Kuyusu”nun bitmez tükenmez güç kaynağının Edward Leedskalnin’in teknolojisine dayalı olduğunun göründüğünü söylüyor. Edward Leedskalnin “kadim insanların Gizli Bilgisini” keşfettiğini iddia etmişti ve 1923 – 1951 de Coral Şatosu olarak bilinen Dünyanın en gizemli başarılarından birini yaratan bilinmeyen bir işlemle 1,100 ton mercan kayasını “tek başına ve gizlice” oymuştu.
Bu raporla ilgili en etkileyici şey, yanlızca bir Vimana’nın keşfedilmiş olması değil, aynı zamanda Vimana’nın keşfedildiği mağarada bulunan kadim yazılardır. Bu yazılar Vimana’nın “gerçek sahibinin” Zerdüştlük (Zoroastrianizm) adı verilen ve tüm zamanların en önemli dinlerinden birinin kurucusu olan kadim peygamber Zerdüşt ( Zoroaster) olduğunu iddia ediyor.
Bugün Dünya tarafından çok az bilinse de, Zerdüşt’ün dini felsefesinin insanlığın amacının, tüm diğer yaradılış gibi aša’yı (gerçek) sürdürmek olduğunu söyleyen tüm bilinen dinlerin temeline sahip olduğuna inanılmaktadır. O, insanlık için, bunun yaşama aktif katılım ve yapıcı düşüncelerin, sözlerin ve eylemlerin uygulanmasıyla gerçekleştiğini ifade etmişti.
Birinci yüzyılda yaşayan Romalı yazar, doğabilimci ve doğal filozof, ayrıca erken Roma İmparatorluğunun donanma ve ordu komutanı olan Pliny the Elder, Zerdüşt’e “Sihirin mucidi” ismini verdi. Tarihçiler, MS 391’de Hristiyan Roma İmparatoru Theodosius I tarafından yok edilmesi emredilen Kadim İskenderiye Kraliyet Kütüphanesinde Zerdüşt hakkında yazılan “iki milyondan fazla satır”a dayanarak bunu söylüyorlar.
Bugün, Zerdüşt’ün yaşamış ve ölmüş olduğu söylenen ve Marco Polo tarafından Dünya’nın “asil ve büyük şehirlerinden biri” olduğu iddia edilen Afganistan’ın Balkh şehrinde, yeni bir Küresel İmparatorluk, ABD, bu kadim Vimana’nın keşfiyle hem geçmişimizi hem de geleceğimizi kendi ellerinde tutuyor.
|
|
|
ABD BİLİM ADAMLARI NASA'NIN AY'DAKİ ŞEHİRLER İLE İLGİLİ SIRLARINI ORTAYA ÇIKARIYOR |
Yazar: Emka - 12-06-2017, Saat: 23:19 - Forum: AY
- Yorum Yok
|
|
Ay'daki Şehirler
Apollo Ay programı sırasında NASA’nın Lunar Receiving Laboratuarında Data ve Fotoğraf Kontrol Departmanının eski yöneticisi olan Ken Johnston ABD’de bir seri sansasyonel bildirimlerde bulundu. ABD astronotlarının Aya indikleri zaman yapay kaynaklı eski harabeler ve daha önce bilinmeyen bir teknoloji bulduklarını söyledi. Astronotlar buldukları nesnelerin fotoğraflarını çektiler, ama NASA Johnston’a resimleri yok etmesini emretti. Johnston emre uymadı. ABD hükümetinin bu bilgiyi 40 yıldır gizlediğini söyledi.
Johnston’un ürkütücü iddiaları son zamanlarda yayınlanan yeni bir kitapta ortaya konuyor, “Karanlık Misyon: NASA’nın Gizli Tarihi”, kitabın ortak yazarları eski NASA danışmanı ve CBS Bilim Danışmanı Richard C. Hoagland ve Mike Bara, aerospace mühendislik danışmanı.
Kitaptaki düşük kalitedeki resimler camdan yapılmış kubbeye benzer yapıların, taş kulelerin ve havada asılı kalelerin yıkıntılarını gösteriyor.
“Kaybedecek bir şeyim yok. NASA ile kavga ettim ve işten atıldım” dedi Ken Johnston.
NASA Ayda bulunan kadim uygarlık iddialarının ciddi olmadığına inanıyor. Tartışmalı kitabın yazarları Sovyetler Birliği ile ay yarışı başlatan Başkan Kennedy’nin aslında dünya dışı teknolojileri Moskova ile paylaşmaya niyetli olduğunu söylüyorlar.
Richard Hoagland Washington’un 30 yıllık sessizlikten sonra aniden Ayın keşfine ilgi duymalarının, ABD hükümetinin 40 yıldır gizlediği aydaki bulgulara dayandığına inanıyor. Rusya, Çin, Japonya ve hatta Hindistan Ayın keşfi üzerine çalışma planlarını bildirmişlerdi. Hoagland, ABD’nin bu noktada ilk olmak istediğini söyledi.
Aralık ayında NASA Ayın kutuplarından birinde uluslar arası bir üs inşa etmeyi planladığını duyurdu. Üs, 2024’e kadar tamamlanacak. Rusya’nın booster roket üreticisi Energia’nın daha tutkulu bir programı var: 2015’e kadar Ay’da daimi insanlı bir üs inşa etmek.
Hoagland ve Johnston ayrıca, NASA’nın gerçekte ABD’nin bir diğer savunma departmanı olarak çalıştığını kanıtlamaya niyetli; NASA ABD Kongresinin kontrolü olmadan önemli teknik ve bilimsel bilgileri sınıflandırmaya yetkili.
Hoagland Amerikan astronotların dünya dışı teknolojilerin örneklerini Ay’dan Dünya’ya gizlice getirebileceklerini söylüyor. Hoagland teknolojilerin dünyanın önde gelen ülkelerini yeni bir ay yarışına sokacağını söylüyor. “Sovyetler Birliği ve ABD arasındaki daha önceki uzay yarışına benzemeyen şekilde, yeni yarış Dünyadaki her bir insanın yaşamını belirleyecek” dedi.
Hoagland ve Johnston, ABD’nin programı kapatmak için mekik fırlatmaları bilerek yoğunlaştırdığını ve ABD nin tekrar Aya inmesini sağlayacak olan yeni uzay aracı Constellation’u kullanmaya başlayacağını düşünüyor.
Richard Hoagland NASA’nın başka sırları da gizlediğini söylüyor, bunlar arasında Mars’ın yüzeyinde mikropların keşfi var. Keşif 1976’da insansız uzay roketi Viking ile yapıldı.
|
|
|
İNSAN BEYNİNİN ŞİFRELERİ |
Yazar: Archilles - 12-06-2017, Saat: 18:52 - Forum: Beyin
- Yorum Yok
|
|
İnsanları hayvanlardan ayıran, homosaphiens in diğerlernden ayrıldığı ve en önemli nokta olan karmaşık düşünme gücünü sağlayan beyin, artık büyük bir gizem olmaktan çıktı. Şimdi, 100 milyardan fazla nöron içeren ve bu nöronların her birinin, kendi gibi 10 bin nöronla bağlantı kurarak merkezi sinir sistemini yönettiği, yaklaşık 1300 Gram’lık beyinle ilgili olarak kapsamlı bir araştırma dosyası okuyacaksınız. Aslında insanlık tarihinin en önemli konusu olan beyin için yapılan araştırmalar hem çok ilgi çekiyor hem de araştırmacıları oldukça zorluyor. Çünkü beyin hakkında ne kadar, “biliyoruz” denilse de bir sonraki aşamada aslında bildiklerinin hiç bir şey olmadığını uzmanların kendi ağızlarından buyuyoruz.
Dâhilerin beyni nasıl çalışıyor?
Ünlü mucit ve ressam Leonardo da Vinci, ya da Albert Einstein gibi dehalar, normalden farklı beyin yapılarıyla da diğer insanlardan ayrılıyor. 1955'te ölen ünlü fizikçi Albert Einstein'ın beyni alınarak saklanmıştı. Araştırmalar, diğer insanlara kıyasla, Einstein'ın beynindeki her bir nöron için daha fazla destek hücresi olduğunu ortaya çıkardı. Bu da beynin işlem yeteneğini artırıyordu. Ayrıca Einstein'ın beyninin sol bölümünde matematik yeteneğini sağlayan lob ise, incelenmiş tüm beyinlerdekinden daha büyüktü. Da Vinci ise bir proje üzerinde çalışırken beynin yaratıcılık bölgesi olağanüstü faaliyete geçiyor ve tamamen yenilikçi bağlantılar kurulabiliyordu.
Hesap makinelerinin bile yapmaya zorlandığı işlemleri saniyeler içinde yapabilen ünlü matematik dehası Rudiger Gamm ise, beynindeki uzun süreli hafıza deposunu tam kapasite kullanabiliyordu. Satranç ustalarının da beynin her iki tarafını kullanarak hem mantık hem de yaratıcılık açısından büyük gelişim gösterdikleri bilimsel olarak tespit edildi.
ERKEKLER KADINLARDAN DAHA ZEKİ DEĞİL
Yapılan araştırmalar, ortalama olarak bir erkek beyninin, kadın beyninden daha büyük olduğunu gösteriyor, ancak bilimsel çalışmalar, beyin büyüklüğüyle zekâ arasında önemli bir bağlantı olmadığını kanıtladı. Önemli olan beynin çalışma kapasitesidir.
BEYNİ GÜÇLENDİREN GIDALAR
Çok aktif bir organ olan beyin, günlük kalorinin yüzde 20 ila yüzde 30 arası bir bölümünü kendi başına tüketir. Beyninizi korumak için;
Sinirleri koruyan ve beyin fonksiyonlarını düzenleyen omega-3 yağ asitlerinin bol olduğu yağlı balıklar yemelisiniz.
Yeşilbiber, turunçgiller, çilek ve brokoli gibi C vitamini depoları; havuç, ıspanak ve kayısı gibi beta-karoten kaynakları kadar, E vitamini açısından zengin olan badem, soya fasülyesi, zeytinyağı ve yapraklı sebzeler de beyni koruyor.
Meyve ve sebzedeki antioksidanlar, beyin hücrelerine zarar veren "serbest radikaller"i etkisiz hale getiriyor.
BUNLARA İNANMAYIN
* Beynimizin yüzde 10'unu kullanırız
Yanlış... Çünkü beyin taramasında kullanılan teknolojik aletler, genellikle beynimizin büyük bölümünü kullandığımızı ortaya koyuyor. Bu beynin belirli bir yüzdelik bölgesi değildir. Fakat kapasitesinin yüzde onu denilirse doğru olabilir.
* Baskın beyin bölgesi kişiliği belirler
Beyninin sol tarafı baskın olanlar 'mantıklı', sağ tarafı baskın olanlar ise 'yaratıcı' olur şeklindeki yaygın inanç aslında yanlış... Çünkü beyin tarama sonuçları, beynin iki tarafının birlikte çalıştığını gösteriyor. Hatta fare beyninde yapılan bir araştırmada, beyninin %95’ i alınarak sadece %5’ i bırakılan farenin beyni bir zaman sonra sanki beyninin büyük bir bölümü alınmamış gibi sağlıklıydı.
* Yetişkinlikte beynimiz artık değişmez
Öğrenmeyle ortaya çıkan uyarımlar sayesinde nöronlara kan akışı artar böylece ömür boyu beynin etkinliği sürdürülebilir.
Bir alkolik ortalama olarak her gün 60 bin nöronunu kaybeder. Kronik hastalıklar, üzüntü ve tansiyon da nöron ölümünü hızlandırır. Bunun için bir insanın kendine yapabileceği en büyük kötülüklerin başında beynine zarar veren alışkanlıklara sahip olmaktır.
|
|
|
Nesnel Realite Var mı, Yoksa Evren Bir Hayal mi? |
Yazar: Archilles - 12-06-2017, Saat: 18:46 - Forum: EVREN VE BİLİM
- Yorum Yok
|
|
1982’de, olağanüstü bir olay meydana geldi. Paris Üniversitesi’nde Fizikçi Alain Aspect tarafından yürütülen bir araştırma grubu, 20.inci yüzyılın en önemli deneylerinden birini gerçekleştirdi. Siz bunu akşam haberlerinde duymamışsınızdır.
Bazıları, onun bu keşfinin bilimin yüzünü değiştirdiğine inansa da; bilimsel yazıları okuma alışkanlığınız yoksa, aslında Aspect’in adını belki de hiç duymamışsınızdır.
Aspect ve grubu, aralarında onları ayıran uzaklık ne olursa olsun; bazı durumlarda elektronlar gibi atomdan küçük parçacıkların da anında birbirleriyle haberleştiklerini keşfetti.
Bu, 10 feet veya 10 milyar mil ayrı olsalar bile farketmiyordu. Her nasılsa, her bir parçacık her zaman bir diğerinin ne yaptığını biliyor gözüküyordu. Bu başarıyla ilgili bir problem de; Einstein’ın uzun-zamandan beri olan prensibi ‘’ Hiçbir iletişim, ışığın hızından daha hızlı seyahat edemez’’ prensibini çiğniyordu. Işık hızından daha hızlı seyahat etmek, zaman bariyerini ihlal ederken; bu korkusuz ihtimal bazı fizikçilerin Aspect’in bulgularını ayrıntılı bir şekilde açıklamalarına sebep oldu. Fakat bu, diğer fizikçilere daha da radikal açıklamalar sunmaları için ilham verdi.
Örneğin; Londra Üniversitesi’nden Fizikçi David Bohm, Aspect’in bulgularının nesnel realitenin varolmadığına işaret ettiğini; evrenin merkezinde hayal, sağlam görünürlüğüne karşın; aslında kocaman, muhteşem şekilde detaylandırılmış bir hologram olduğuna inanmaktadır.
Bohm’un bu şaşırtıcı iddiayı neden yaptığını anlamak için, bir kişi ilk olarak hologramlar hakkındaki ufak bilgiyi anlamalıdır.
Bir hologram, lazerin yardımıyla yapılan üç-boyutlu bir fotoğraftır. Hologram yapmak için, fotoğraflanacak olan obje ilk önce lazer ışınının ışığında banyolanır. Sonra ikinci lazer ışını, ilk yansıyan ışıktan zıplar ve sonuç olan çatışma örneği (İki lazer ışınının birbirine karıştığı alan) filmde yakalanır.
Film geliştirildiğinde, hologram manasız bir ışık helezonu ve koyu çizgiler gibi gözükür. Geliştirilmiş olan film, bir diğer lazer ışınıyla aydınlatıldığında; orijinal objenin üç-boyutlu imajı belirir.
Bu imajların üç-boyutluluğu, hologramların olağanüstü tek özelliği değildir.
Eğer bir gülün hologramı yarıdan kesilirse ve sonra da lazerle aydınlatılırsa; her bir yarının hala gülün bütün bir imajını koruduğu bulunur. Gerçekten de, yarılar tekrar bölünse bile; filmin her bir ufak parçasının orijinal imajdan daha küçük, fakat bozulmamış bir halde imajını kapsadığı bulunacaktır.
Normal fotoğraflardan farklı olarak, bir hologramın her bir parçası bütünün sahip olduğu bütün bilgiyi kapsar. Hologramın ‘’Her bir parçadaki bütün’’doğası, bizlere tamamen yeni bir organizasyon ve düzen anlayışı yolu sağlar.
Ekseriyetle tarihi boyunca, Batı bilimi fiziksel bir fenomeni en iyi anlama yolunda; bu bir kurbağa veya atom olsun, onu parçalara ayırmak ve onun ayrı ayrı olan parçalarını çalışmak önyargısıyla çalışıp çabalamıştır.
Bir hologram, bize evrendeki bazı şeylerin bu yaklaşıma yanaşmayabileceklerini öğretmiştir. Holografiksel olarak yapılmış bir şeyi parçaya ayırmaya çalışırsak, onun hangi parçalardan yapılmış olduğunu yakalayamayız; sadece daha küçük bütünlerini yakalayabiliriz.
Bu anlayış, Aspect’in buluşunu anlamada diğer bir yolu Bohm’a önermiştir. Bohm; atomdan küçük parçacıkların birbirlerini ayıran uzaklık her ne olursa olsun birbirleriyle kontakt halinde bulunmalarının, ileri- geri gizemli bir çeşit sinyal göndermelerinden değil; onların ayrı olmalarının bir ilüzyon olması sebebiyle, kontakt halinde bulunduklarına inanmaktadır.
Bu temel bağlantı, evrenin bütün yönleriyle enerji olarak bağlantıda olduğunun matematiksel kanıtı olan Beşinci Elementle ilişkilendirilebilir. Hal Puthoff, ‘Sıfır-Nokta Enerji’ isimli çalışmasında; evrendeki bütün yüklerin birbiriyle bağlantılı olduğunu ve evrende olan herşeyin bir ilüzyon olduğunu kanıtlanmıştır. Ve bugünün modern fizik teorileri de, evrenin çeşit çeşit kısımlarıyla aynı bağlantıya sahip olduğunu iddia eden eski gelenekler ve filozofilerle aynı görüştedir.
Bazı daha derin bir realite de, böyle parçacıkların başlı başına bir varlıklar olmadıklarını, fakat gerçekte temel aynı bir şeyin uzantıları olduklarını iddia etmektedir. Ne demek istediğini insanların daha iyi anlamasını sağlamak için, Bohm aşağıdaki örneği sunmaktadır.
Akvaryumun içinde balık olduğunu hayal edin. Ayrıca akvaryumu direkt olarak göremediğinizi ve onun hakkındaki bilginizin ve içerisinde neyi kapsadığının iki televizyon kamerasından geldiğini; bir tanesinin akvaryumun önüne ve bir diğerinin de yanına yönlendirildiğini hayal edin. İki televizyon monitörüne dikkatle baktığınız zaman, her bir ekrandaki balığın başlı başına bir varlık olduğunu zannedebilirsiniz. Yine de, kameralar değişik açılara kurulu olduğu için, herbir imaj birbirinden hafifçe farklı olacaktır. Fakat iki balığı seyretmeye devam ettiğinizde, sonunda birbirleri arasında kesin bir ilişki olduğunun farkına varacaksınız. Biri döndüğü zaman, diğeri de hafifçe farklı fakat diğerine cevap veren bir dönüş yapacaktır; biri yüzünü öne döndüğü zaman, diğeri de her zaman yana doğru yüzünü dönecektir. Olayın bütün kapsamından habersiz olursanız, balığın hemen bir diğeriyle bağlantı kurduğu sonucunu çıkarabilirsiniz, fakat durum açıkça bu değildir.
Bohm; bunun, Aspect’in deneyindeki atomdan küçük parçacıkların birbirleri arasında tam olarak neler meydana geldiğini anlattığını söylemektedir.
Bohm’a göre, atomdan küçük parçacıklar arasındaki gözüken ışıktan-hızlı bağlantı; bize gerçekten bir sır olan, daha derin, akvaryum örneğine benzer şekilde sahip olduğumuzdan daha karmaşık bir boyutun realitesini bize anlatmaktadır. Ve, atomdan küçük parçacıklar gibi objeleri birbirinden ayrı olarak görüntülediğimizi çünkü onların realitesinin sadece bir kısmını gördüğümüzü ilave etmektedir. Böyle olan parçacıklar ayrı ‘’kısımlar’’ değillerdir, fakat daha derin ve daha temel olan, daha önce de gül örneğinde bahsettiğimiz gibi, holografik ve görünmez bir bütünlüğün birleşik gözlerinden bir gözdürler. Ve fiziksel realitede herşey bu şekilden oluştuğu içindir ki; evrenin kendisi de bir projeksiyon, hologramdır.
Hayale benzer doğasına ilave olarak, böyle bir evren diğer şaşırtıcı özelliklere de sahip olabilir. Eğer atomdan küçük parçacıkların görünür ayrılığı bir ilüzyonsa, daha derin bir realite düzeyinde evrendeki herşey sonsuz olarak birbiriyle bağlantılıdır.
İnsan beynindeki karbon atomdaki elektronlar, yüzen her somon balığının içindeki atomdan küçük parçacıklarla da bağlantılıdır, atan her bir kalple, gökyüzünde her bir parıldayan yıldızla da bağlantılıdır. Herşey, herşeyi tamamen nüfuz eder; ve insan doğası, kategorize edip, sınıflandırıp, tekrar bölse de; evrenin fenomeninde, her pay bir gereklilik ve bütün doğa da dikişsiz bir ağdır.
Holografik evrende, artık zaman ve uzay bile temel şeyler olarak görüntülenmez. Çünkü gerçekten de hiçbir şeyden ayrı olmayan, zaman ve üç-boyutlu olan uzay, TV monitörlerindeki balık imajları gibi olan şeyler, evrendeki yer bozulması gibi kavramlar da daha derin bir düzenin projeksiyonları gibi görüntülenmelidir.
Daha derin realite düzeyinde; geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek anında var olan bir süper hologramdır. Bu bize, uygun araçlar verildiğinde birgün süper holografik realite düzeyine ulaşma ihtimalimizin bile olabileceğini ve uzun-unutulmuş geçmişten hadiseleri çıkarabileceğimizi ileri sürmektedir.
Süperhologramın daha neleri kapsadığı ise sonuca bağlanmamış bir sorudur. Tartışmaya izin verirsek, süperhologramın evrendeki herşeyi doğuran bir matriks, rahim olduğunu, en azından olan veya olacak olan atomdan küçük her parçacığı kapsamaktadır— mümkün olan her madde ve enerjinin; kar tanelerinden, çok uzakta olan ve çok kuvvetli radyo dalgaları gönderen gök cisminden, mavi balinalar ve gama ışınlarına kadar olan yapılanmasıdır.
‘’Olan Herşey’’ bir çeşit kozmik hazne olarak görülmelidir.
Bohm, süperhologramda daha başka ne saklı olduğunu bilmemizin bir başka yolunun olmadığını kabul etmesine rağmen; daha başka şeyler kapsamadığını zannetmemize hiç bir sebep olmadığını söylemektedir. Veya söylediğine göre, belki de süperholografik realite düzeyi, ‘’daha ilerideki gelişimin sonsuzluğunun’’ ötesinde yatan ‘’yalnızca bir aşama’’dır.
Evrenin hologram olduğunun kanıtını bulan tek araştırmacı Bohm değildir. Beyin araştırma alanında bağımsız olarak çalışan, Stanford Üniversitesi Nörofizyoloğu Karl Pribram da realitenin holografik doğası hakkında ikna olmuştur. Pribram, holografik modele ‘hatıralar beyinde nasıl ve nerede saklanıyor’ bilmecesiyle girmiştir. Onyıllardır sayısız araştırmalar göstermiştir ki; belirli bir yere bağlı kalmaksızın, hatıralar beyinde dağıtılmıştır.
1920’lerdeki dönüm noktası olan seri deneylerde, beyin bilimadamı Karl Lashley, sıçanın beyninde hangi kısım alınırsa alınsın karmaşık işleri yapan hafızayı silemediğini ameliyattan evvel öğrenmiştir. Tek problem, bu meraklı ‘’her parçadaki bütün’’ hafıza saklama doğa mekanizmasını kimsenin bulamamış olmasıydı.
Daha sonra 1960’larda Pribram holografi kavramına rastladı ve beyin bilimadamlarının ne aradğıyla ilgili açıklamayı bulduğunu farketti. Pribram, hatıraların nöronlarda kodlanmadığını; fakat küçük gruplar halindeki nöronlarda holografik imajı kapsayan bir film parçasının bütün alanıyla çaprazlama kesişen lazer ışığı çatışma örneklerinde de olduğu gibi; bütün beynin çaprazlama kesişen sinir dürtülerinde kodlandığına inanmaktadır. Bir başka deyişle, Pribram beynin kendisinin bir hologram olduğuna inanmaktadır.
Pribram’ın teorisi insan beyninin ne kadar küçük bir alanda ne kadar çok hatırayı saklayabildiğini açıklamaktadır. Normal bir insan hayatında insan beyninin 10 milyar parça bilginin düzeninde saklama kapasitesine sahip olduğu tahmin edilmiştir. ( veya kabaca Britannica Ansiklopedisi’nin beş setindeki aynı miktardaki bilgi)
Benzer şekilde, diğer yeteneklerine ilave olarak, basitçe iki lazerin bir fotoğraf filmine açıyı değiştirip çarpmasıyla, hologramların şoke eden bilgi haznesine sahip oldukları keşfedilmiştir. Birçok farklı imajı aynı yüzeyde kaydetmek mümkündür.
Kanıtlanmıştır ki, bir filmin bir kübik santimetresi 10 milyar parça bilgiyi içine alabilir.
Eğer beyin holografik prensiplere göre işlev yaparsa, hatıralarımızın o kocaman haznesinden hangi bilgiye ihtiyacımız olduğunu acayip bir şekilde yeniden kazanma yeteneğimiz daha kolay anlaşılır.
Eğer bir arkadaş size ‘’zebra’’ kelimesini duyduğunuzda aklınıza ne geldiğini söylemenizi sorarsa, siz cevabı bulmak için beceriksizce beyinsel, dev gibi olan o alfabetik dosyaya dönüp araştırmak zorunda kalmazsınız.
Bunun yerine, ‘’çizgili’’, ‘’ata benzer’’, ve ‘’Afrika yerlisi hayvan’’ ilişkilendirmeleri beyninizde anında açılır. Hatta, insan düşünme süreciyle alakalı en şaşırtıcı şeylerden biri de her parça bilginin anında diğer her parçayla çapraz-bağlantılı olmasıdır-- bir diğer kendine özgü hologram özelliği.
Çünkü, hologramın her bir parçası her bir diğer parçayla sonsuz bir şekilde bağlantılıdır; bu belki de doğanın çapraz-bağlantılı sisteminin en önemli örneğidir.
Hafızanın haznesi, Pribram’ın holografik beyin modelinin ışığında daha çözülebilir olan tek nörofiziksel bulmaca değildir. Bir diğeri de beynin duyular yoluyla frekans kümelerini algılarımızın somut dünyasına nasıl çevirebildiğidir. (hafif frekanslar, ses frekansları ve buna benzer olanlar)
Şifreleme ve şifrelemeyi çözme, açıkça hologramın en iyi yaptığı şeylerdir. Hologramın lens gibi işlev görmesi gibi, çeviren bir aygıtda manasız bulanık frekansları uyumlu imaja çevirebilir. Pribram, ayrıca beynin bir lens ihtiva ettiğini ve holografik prensipleri de duyular aracılığıyla aldığını ve algılamalarımızın iç dünyasını da matematiksel frekanslara dönüştürdüğüne inanmaktadır.
Şaşırtıcı kanıt, beynin işlemlerini yürütebilmesi için holografik prensipleri kullandığını ileri sürmektedir. Pribram’ın teorisi, aslında nörofizyolojistler arasında artan bir destek görmektedir.
Arjantinli-İtalyan araştırmacı Hugo Zucarelli, şimdilerde holografik modeli, işitme duyusuyla ilgili fenomen dünyasının içine yaymıştır. İnsanların tek kulakla duysalar bile kafalarını oynatmadan seslerin yerlerini bulabilmeleri gerçeğiyle hayrete düşmesiyle; Zucarelli holografik prensiplerin bu yeteneği açıklayabildiğini keşfetmiştir. Zucarelli, ayrıca akustik olayları neredeyse beceriksizce bir gerçeklikle çoğaltan bir kaydetme tekniği olan holofonik ses teknolojisini de geliştirmiştir.
Pribram’ın inancı olan beyinlerimizin ’sert’’ realiteyi matematiksel olarak frekans alanındaki girdiye dayanarak inşa etmesi, yüksek düzeyde destek görmüştür.
Her bir duyumuz, önceden şüphelenilenden daha geniş bir şekilde frekansa bir hassasiyet gösterir. Araştırmacılar keşfetmiştir ki; mesela, görsel sistemlerimiz ses frekanslarına hassasiyet gösterir, koklama kısmı olan duyularımız ‘’ozmik frekanslar’’ olarak adlandırdıklarımıza bağlıdırlar ve hatta vücudumuzdaki hücreler bile geniş alandaki frekanslara hassastırlar. Bu şekilde olan bulgular, böyle frekansların holografik etki alanının sadece bilincimizde sıralanmış olduğunu ve geleneksel algılara bölündüğünü ileri sürmektedir.
Fakat Pribram’ın holografik beyin modelinin zihni en tereddüt ettiren yönü Bohm’un teorisiyle bir araya konulduğu zaman ne olduğudur.
Dünyanın somutluğu ikincil bir realiteyse ve bu da aslında holografik bulanık olan frekanslarsa, ve beyin de bir hologramsa ve bu bulanıklıktan yalnızca bazı frekansları seçiyorsa ve matematiksel olarak onları duyusal algılamalara dönüştürüyorsa; objektif realite ne olur? Basitçe söylersek, varlığı sona erer.
Doğu dinleri, uzun zamandır madde dünyasının Maya olduğunu, yani bir ilüzyon olduğunu, ve fiziksel dünya aracılığıyla taşınan fiziksel varlıklar olduklarımızı ve bunun da bir ilüzyon olduğunu savunmaktadırlar.
Bizler gerçekten de frekansın kaleydeskopik denizi aracılığıyla yüzen ‘’alıcılarız’’, ve bu denizden çıkardığımız ve fiziksel realiteye dönüştürdüklerimiz ise süperhologramın pek çok parçasındaki sadece bir kanalından başka birşey değildir.
Bu dikkati çeken yeni realite penceresi; yani Bohm’un ve Pribram’ın görüşleri holografik örnek olarak adlandırılmış ve pek çok bilimadamı bu görüşü şüpheci bir tavırla karşılasa da, diğerleri de harekete geçirmiştir.
Küçük fakat artan bir grup araştırmacı, bunun şimdiye kadarki en doğru realite modeli bilim olduğuna inanmaktalar. Bundan da fazlası, bazıları bu görüşün bilim tarafından şimdiye kadar açıklanamamış bazı gizemleri çözebileceğine ve hatta doğanın bir parçası olarak alışılmamış olanı inşa edeceğine inanıyorlar. Pek çok araştırmacı, Bohm ve Pribram da dahil, pek çok alışılmamış-psikolojik fenomeninin holografik örnekle çok daha anlaşılabilir olduğuna işaret etmişlerdir.
Kişilerin beyinlerinin aslında daha büyük bir hologramın bölünmez parçaları olduğu ve herşeyin sonsuz olarak birbirine bağlantılı olduğu bir evrende; sadece telepati, holografik düzeye erişme yolu olabilir. Daha uzak bir noktada bir bilginin kolayca nasıl ‘A’ kişisinin zihninden ‘B’ kişisinin zihnine seyahat edebildiğini anlamak, besbelli ki çok daha kolaydır ve psikolojideki pek çok çözülmemiş bulmacayı anlamaya yardımcı olur.
Buna benzer bir şekilde Stanislav Grof; holografik modeli, değiştirilmiş bilinç düzeylerinde kişiler tarafından deneyimlenen pek çok şaşırtıcı fenomenin açıklamasına bir örnek olarak önermektedir. 1950’lerde, psikoterapik aracın LSD olduğuna dair olan inançlar hakkında araştırmalar yapılırken, Grof’un birdenbire tarihöncesi bir sürüngen cinsi kimliğine sahip olduğunu zanneden bir bayan hastası vardı.
Halüsinasyon esnasında, hasta yalnızca böyle bir şekle sahip olmanın zengin detayını vermekle kalmadı; ayrıca yaratığın erkek anatomisinde, başının yan tarafında renkli pullardan yama olduğuna işaret etti.
Grof’u şaşırtan şey, kadının böyle şeyler hakkında bir bilgiye sahip olmamasına rağmen; daha sonra zoologla yapılan konuşmada sürüngenlerin bazı türlerindeki baş kısmındaki renkli bölgenin seksi tahrik edici, tetikleyici olarak gerçekten önemli rol oynadığını teyit etmiş olmasıdır.
Kadının deneyimi benzersiz bir deneyim değildi. Araştırması esnasında, Grof geri giden ve evrim ağacındaki neredeyse her bir türü tanımlayan hasta örnekleriyle karşılaştı. (araştırma bulguları, ‘Değiştirilmiş Haller’ filmindeki maymun adama etkilemekte yardımcı olmuştur) Daha da fazlası, sık sık karmaşık zoolojik detaylar kapsayan böyle deneyimlerin doğru olduğunu keşfetti.
Hayvanlar krallığındaki regresyonlar, Grof’un rastladığı tek şaşırtıcı psikolojik fenomen değildi. Onun ayrıca kollektif veya ırksal davranan hastaları da vardı.
Eğitimsiz olan veya az eğitimi olan kişiler ansızın detaylı Zerdüşt cenaze törenlerinden ve Hindu mitolojisinden görüntüler anlatmaya başladılar.
Deneyimin başka kategorilerinde; kişiler bedenden giriş-çıkış yolculuk hikayelerini, geleceğin görünen kısa bakışını, geçmiş-hayattan yeniden dirilişleri ikna edici bir şekilde anlattılar.
Daha sonraki araştırmada; Grof, uyuşturucu kullanılmayan terapi seanslarında aynı dağılımdaki fenomeni keşfetti. Çünkü; bu şekilde olan deneyimlerdeki genel öğe, kişinin bilincinin alışılmış ego veya uzay ve zamandaki sınırlarının ötesinin üstüne çıkmış gözükmesiydi. Grof, bu bulguları ‘’kişisel üstünlük deneyimleri’’ olarak adlandırmış ve 1960’ların sonlarındaki araştırma çalışmalarını da ‘’kişisel üstünlük psikolojisi’’ olarak adlandırmıştır. Bu da psikolojinin bir dalını keşfedilmesine yardımcı olmuştur.
Grof’un yeni kurduğu Kişisel Üstünlük Psikolojisi Kurumu, kısa zamanda aynı düşüncelere sahip bir profesyonel grubunun toplanmasına neden olmuştur. ‘Kişisel üstünlük psikolojisi’, psikolojinin saygın dalı olmasına rağmen; Grof veya çalışma arkadaşları şahit oldukları bu tuhaf psikolojik fenomeni açıklamak için herhangi bir mekanizma sunamamışlardır. Fakat bu, holografik örneğin gelişiyle değişmiştir.
Grof’un yakın zamanda işaret ettiği gibi; eğer zihin devamlılığın gerçekten bir parçasıysa; yalnızca var olan veya var olmuş her bir diğer zihne bağlı olmakla kalmayıp, her atoma, organizmaya bağlı bir labirentse; uzayın ve zamanın enginliğinde bir bölgeyse; o halde, zaman zaman bu labirentin içine baskınlar yapabilmesi ve kişisel üstünlük deneyimlerine de sahip olması artık tuhaf gözükmemelidir.
Belki de Realiteyi yaratmada, Star Trek Gelecek Jenerasyon’da olduğu gibi, ‘Devamlılığın Q’su’ haline geldik veya virtüel realitenin deneyimi olan bilincin bir parçasıyız.
Holografik örnek, ayrıca biyoloji gibi sert bilim dalı olarak adlandırılan bilimler için de içeriklere sahiptir. Keith Floyd, Virginia Intermont Üniversitesi’nden bir psikolog, eğer realitenin somutluğu yalnızca bir holografik ilüzyonsa, beynin bilinci ürettiğini söylemenin artık doğru olmadığına işaret etmiştir. Onun yerine, bilinç, beynin görünümünü yaratandır— beden ve etrafımızdaki fiziksel olarak yorumladığımız herşeyi de o yaratır.
Biyolojik yapıları görüntülediğimiz böyle bir yol, araştırmacıların ilaç ve anladığımız iyileşme sürecinin holografik örnekle dönüştürülebileceğine işaret etmelerine sebep olmuştur. Eğer gözüken bedenin fiziksel yapısı bilincin holografik projeksiyonuysa, herbirimizin sağlığına şimdiki tıbbi ilmin izin verdiğinden daha fazla sorumlu olduğumuz anlaşılır. Şimdiki mucizevi türden hastalığın hafifleme bakış açısı, belki de bedenin hologramında değişiklikleri etkileyen bilince bağlı olabilir.
Benzer şekilde, tartışmalı görselleştirme gibi olan yeni iyileştirme teknikleri iyi işleyebilir çünkü, düşüncenin holografik etki alanında imajlar eninde sonunda bir ‘’realite’’ kadar gerçektir.
Hayaller ve ‘’sıradan olmayan’’ deneyimlerin realitesi bile holografik örnekle açıklanabilir hale gelmiştir.
Biyolog Lyall Watson, ‘’Bilinmeyen Şeylerin Hediyeleri’’ adlı kitabında ayin dansı yaparak tüm korudaki ağaçları havaya uçuran, yok eden Endonezyalı şaman bir kadınla tanışmasını anlatmaktadır. Watson, kendisi ve diğer hayrete düşmüş olan seyircinin kadını izlemeye devam ettikçe; ağaçların yeniden belirmesini ve kaybolup yeniden belirmelerini ardı ardına birkaç defa izlediklerini anlatmaktadır.
Şimdiki bilimsel anlayış böyle olayları açıklayamamasına rağmen, eğer ‘’sert’’ realite yalnızca bir holografik projeksiyonsa, böyle deneyimler daha savunulabilir olmaktadır.
Belki de bizim ‘’burada’’ veya ‘’burada değil’’ gibi katıldığımız şeyler gerçek değildir; çünkü bizim fikir birliğine vardığımız realite, bütün zihinlerin sonsuz olarak birbirine bağlandığı insan bilinçsizlik düzeyinde formüle edilmiş ve tasdik edilmiştir. Eğer bu gerçekse, bu hologramın şimdiye kadarki en derin göstergesidir, çünkü sadece Watson’ınki gibi olan deneyimler sıradan değildir, zihinlerimizi onları öyle yapan inançlarla programlamadık. Holografik evrende, realitenin dokusunu değiştirici boyutta limitler yoktur.
Realite olarak algıladığımız şey, sadece herhangi istediğimiz bir resmi üzerinde çizmemizi bekleyen tuvaldir. Zihin gücüyle kaşıkları bükmekten, rüyada olan hayal olaylarını Yaqui brujo don Juan’la karşılaştığında ‘sihir bizim doğuştan gelen hakkımız’ olduğu için deneyimleyen Castaneda’ya kadar herşey mümkündür; rüyalarımızda gördüğümüz hesaplamak istediğimiz realiteyi hesaplama kabiliyetimiz kadar mucizevidir.
Gerçekten de, realite hakkındaki en temel düşüncelerimiz şüphe haline dönüşür. Çünkü holografik evrende; Pribram’ın da işaret ettiği gibi, tesadüfi olan olaylar bile holografik prensiplere dayalı olarak görülmeli ve buna göre karar verilmelidir. Senkronlar veya anlamlı raslantılar aniden anlam kazanır, ve realitedeki herşey mecaz olarak görülmelidir, en rasgele olan olaylar bile altında yatan simetriyi ifade edecektir.
Bohm ve Pribram’ın holografik örneği bilimde kabul görse de görmese de veya onlar öldükten sonra kabul görse de; şunu söylemek sağlamdır ki, bu örnek düşünen pek çok bilimadamında şimdiden bir etki yaratmıştır. Ve holografik modelin, atomdan küçük parçacıklar arasında anında ileri geri haberleşme kurduğunun açıklamasını iyi şekilde yapamadığı bulunsa da; en azından, Londra’daki Birbeck Üniversitesi’ndeki fizikçi Basil Hiley’nin işaret ettiği gibi, Aspect’in bulguları gösteriyor ki, ‘’biz, radikal bir şekilde yeni realitenin görüşleri üzerinde düşünmeye hazırlıklı olmalıyız.’’
|
|
|
Cihazların Yaydığı Elektromanyetik Alanlardan Bigi Toplamak |
Yazar: Archilles - 12-06-2017, Saat: 18:35 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Bu kavram bugün herkes tarafından biliniyor. Geçmiş dönemlerde haberlerde, filmlerde, çeşitli senaryolarla karşımıza çıktı. Bazen yarışmalar yapıldı; evin içine konan insanları kamera ve mikrofon yardımıyla günlerce izledik. Tabi ki bu göz göre göre yapılan bir gözlemdi. Bir de kullandığımız cihazların yaydıkları elektromanyetik alanlarından alınan bilgiler var.
Bunlar bilgisayar, telefon, cep telefonu, telsiz v.b gibi iletişim araçlarının çalışırken oluşturdukları elektromanyetik kirlilik de denilen bölümleridir. Cep telefonundan çıkan radyasyon diye adlandırılan dalgaların insan sağlığına zarar verdiği söylentilerini biliyorsunuz. Yani demek oluyor ki bu aletler çalışırken etrafa yaydıkları radyasyon dalgalarından haberdarız. Bunlar, aynı zamanda o cihazla ilgili bilgileri de barındırıyor.
Konu aslında uzun zaman öncesine, 1985’e dayanıyor. Bunu ilk duyduğumda çok şaşırdım, çünki o yıllarda bu teknoloji varsa ve biz bunu şimdilerde duyuyorsak, şimdi kullanılan teknolojilerden kesinlikle bihaberiz demektir. Konularımıza bir göz atalım.
TEMPEST (Transient ElectroMagnetic Pulse Emanation Standard - Geçici Elektro-Manyetik Darbe Oluşum Standardı)
Elektromanyetik kirlilik tartışmalarının bilinmeyen bir yönü de, kirlilikten yararlanmadır. TEMPEST diye uydurma bir sözcük ile anılan kirlilikten yararlanma, bilgi casusluğu ve istihbarat temeline dayanır. Madem ki, elektronik cihazlar, kablolarından ya da havadan istenmeyen elektromanyetik yayılıma neden oluyorlar, acaba bu yayılım kaydedilerek bilgiye ulaşmak olası mıdır? Sorunun yanıtı "evet"tir.
İstihbarat; hasım veya potansiyel rakiplere karşı yürütülen her türlü bilgi-veri toplama ve bunları değerlendirme çalışmalarına verilen addır. Veri-bilgi açık kaynaklar yoluyla elde edilebileceği gibi, gizli kaynaklardan da elde edilebilir. Günümüzdeki istihbarat veri ve bilgilerinin yarıdan fazlası açık kaynaklardan elde edilmekte. Yazılı ve görsel basın, kütüphane, bilimsel dergiler, uluslararası kongreler, hatta turistik geziler bile bilgi toplamanın açık kaynaklarını oluşturur. Özellikle internet ağı, günümüzde bilgiye en hızlı erişme yolu oldu.
İletişim istihbaratı, karşı tarafa ait alıcı ve vericiden oluşan iki nokta arasında uydu, mikro-dalga, radyo, telsiz, cep telefonu ve araç telefonu gibi araçlarla gerçeklenen haberleşme işaretlerinin aranması, yakalanması, izlenmesi, hatta şifrelerinin çözülmesi şeklinde tanımlanmıştır. Bu işlemler, doğrudan dinleme ile yapılabildiği gibi, karşı tarafın haberleşme devreleriyle ilişkilendirilen özel cihazlarla da gerçeklenir.
Elektronik istihbarat ise, karşı tarafa ait cihazların çalışırken istem dışı yaydıkları elektromanyetik dalgaların yakalanarak değerlendirilmesi etkinliğine verilen ad. Yani uzayda serbest halde bulunan istem dışı yayılmış elektromanyetik dalgaların analizinden bilgi ya da veri elde edilir. Bu en zorudur ve kapasite isteyen bir iştir.
Elektromanyetik Dinleme ve Güvenlik (EDG)
Bilgisayarınızın klavyesinden, ekranından, modem kablosundan ve daha nice yerinden yayılan elektromayetik salınımlar klavyede bastığınız tuşlara, ekranınızdaki görüntüye ve modeminizle bilgisayarınız arasında geçen bilgilere bağıntılıdır. Yeterli donanıma sahip herhangi biri bu ışınları bir veya iki kilometreye varabilen bir mesafeden kaydedebilir ve ekranınızda ne göründüğünü, klavyenizde ne girdiğinizi veya modeminizden ne geçtiğini bu ışınları işleyerek tekrar oluşturabilir.
Bu ışınların varlığından şüphe duyuyorsanız herhangi bir ucuz radyoyla bilgisayarınızın yaydığı 'parazitleri' çeşitli bantlardan (FM, kısa dalgalar, ...) rahatça duyabilirsiniz. Özellikle ekranınızdaki değişik görüntülerin nasıl değişik parazitlere yol açtığına dikkat ediniz. Bu 'parazit yayınları' anlaşılabilir işaretlere çevirmek sanıldığından çok daha kolaydır.
EDG`nin fiziksel açıklaması
Bütün elektronik cihazlarda işlenen işaretler doğrudan veya dolaylı olarak aletin içindeki bazı elektrik akımlarının şiddetine yansır. Bu değişken elektrik akımları ise onlara dolaylı olarak yol açan işaretlerin frekanslarında kaçak elektrik işaretlerine ve elektronmanyetik salınımlara yol açarlar. Bu kaçak işaretler çeşitli yollardan çevreye yayılır. Bu yollar şunlardır:
Havadan yayılan elektromanyetik salınımlar (veya radyoelektrik dalgalar)
Elektrik dağıtım veya telefon şebekesine elektrik gürültü olarak yayılan işaretler
Çeşitli kabloların yüzeylerinden iletilen elektromanyetik dalgalar
Bu yollardan özel anten, self gibi aygıtlarla elde edilen işaretler uygun bir işleme devresinden geçirilerek (filtreleme, şiddetlendirme, eksik kısımları yeniden oluşturma...) kullanılabilir şekile getirilir. Bu işaretleri işlemek için en uygun yol doğal olarak sayısal işaret işlemedir (ingilizce Digital Signal Processing). İşaretler yeterli kaliteye sahipse, ve radyasyonu yayan aletin çalışma prensibi bu işe uygunsa, örneğin bir bilgisayar ekranı durumunda, benzer bir bilgisayar ekranının girişine eşzamanlama (ingilizce synchronisation) işaretleri tekrar oluşturularak verilebilir. Değillerse, yüksek frekanslı ham işaret doğrudan sayısallaştırılıp software olarak dönüşümü gerçekleştirilebilir.
EDG’ nin tarihi
1985 yılında Hollanda PTT`sinde çalışan Win Van Eck isimli bir mühendis, 'Computers & Security' isimli dergide yayınladığı 'Video Görüntüleme Birimlerinin Elektromanyetik Işınımları: bir dinlenme tehlikesi mi ?' yazısıyla bilgisayar ekranlarının dinlenebilirliğini kanıtlamış ve normal bir televizyon alıcısına yapılan birtakım değişikler ve küçük bir ek devreyle video monitörlerin gorüntülerinini gösterebilecek bir EDG aygıtının planlarını da vermiştir. Bu yazı, kamuoyunun dikkatini EDG`ye çeken ilk yazıdır. Hollanda PTT`si bu ilk yazıdan sonra Van Eck`in konuyla ilgili bütün araştırmalarını “gizli” olarak sınıflandırmıştır.
Kamuoyunun konuya büyük ilgi duymasının sonucu birtakım firmalar ve popüler elektronik dergileri basit Van Eck alıcıları satmaya veya planlarını vermeye başlamışlardır. Ancak, bu alıcılar, görüntüleme için normal bir televizyon tüpü ve tarama devresi kullandıklarından, yüksek çözünürlüklü bilgisayar monitörlerinin yayınımlarını eksik bir şekilde gösteriyorlardı.
Ayrıca en azından, İngiltere ve Tunus`ta “televizyon vergisi”ni ödemeyen vatandaşları tespit etmek için mahallelerde Van Eck alıcılarıyla donatılmış araçların dolaştığı, yaygın söylentiler arasındadır. Basit bir spekülasyon yapacak olursak diyebiliriz ki bu yöntemle kimin ne zaman hangi televizyon kanalını izlediği de tespit edilebilir; bu da izlenme oranlarının oldukça hassas ve ucuz bir şekilde tespit edilmesinde kullanılabilir.
Elektromanyetik dinlemeden korunma
Elektromanyetik güvenlik, bir bilgisayarın veya herhangi bir elektrik-elektronik aygıtın çalışması esnasında yaydığı elektromanyetik ışınımların üçüncü bir kişi tarafından alınmasını veya elde edilen işaretlerin işlenerek sözkonusu elektrik-elektronik aygıtın işlediği bilgilere ulaşılmasını engellemektir. Elektromanyetik güvenlik yöntemleri şunlardır:
Kullanılan aletlerin sözkonusu açıkverici dalgaları yaymasını zırhlama, filtreleme gibi yöntemlerle engellemek.
Yayılan dalgalara gürültü ekleyerek anlaşılmaz kılmak veya aletlerin çalışma temelini değiştirerek yayılan işaretleri işlenen bilgiden arındırmak.
Birinci yöntemde ya doğrudan kullanılan elektronik malzemeler zırhlanır ve giriş-çıkışları filtrelenir veya zırhlı olması gerekmeyen aletler zırhlı odalarda kullanılır. Askeri ve diplomatik uygulamalarda genellikle ikinci yöntem kullanılır. Zırhlanacak odalar tamamen iletken bir maddeyle kaplanarak elektromanyetik yayılımları durdurucu Faraday kafesi oluşturulur. Odaların havalandırma girişlerine dalga kırıcı yansıtıcılar konur. Elektrik şebekesine olan bağlantılar açıkverici işaretlerin bulunabileceği frekansları kesen filtreler aracılığıyla yapılır. Bu tip odalar genellikle ses yalıtımına da tabi tutulur. Fiyatları epey yüksek olan bu tip odaların ayrıntılı planları İnternet`te bulunabilir. Elektromanyetik güvenlik TEMPEST güvenliği olarak da bilinmektedir. TEMPEST Teleiletişim sistemlerinden, bilgi işlem donatımından, kripto donatımından salımlanan elektromanyetik dalgalardan yetkisiz kişilerin bilgi çıkarsamalarını engelleyici güvenlik önlemlerinin tümüdür.
Türkiye`de TEMPEST
Türkiye`de ise ASELSAN`ın TEMPEST güvenliğiyle yakından ilgilendiği şüphe götürmez. Bazılarınız, iki-üç sene önce ÖSS-ÖYS sınav soru kitapçıklarının basıldığı matbaanın ASELSAN tarafından geliştirilmiş bir “elektromanyetik bulut” tarafından korunduğunu gazetelerde okumuşsunuzdur. Bu “bulutun” amacının matbaada çalışan personelin cep telefonu veya herhangi bir telsiz telefon aygıtıyla soruları dışarı aktarmasını engellemek olduğu söyleniyordu.
Herhalde bu bulutun, matbaada soru kitapçıkların hazırlanmasında kullanılan dizgi bilgisayarlarının, tarayıcıların veya yazıcıların elektromanyetik salınımlarını da örtmeye yaradığı söylenebilir. Bunun dışında, ASELSAN`ın kendi sitesindeki çeşitli askeri iletişim malzemeleriyle ilgili sayfalarında TEMPEST standartlarına uyan bilgisayarlar da var. Örnek olarak, DT-7251 Taktik Kontrol/Komuta Terminali (TAKTER-PC) 486DX2 tabanlı, TEMPEST ve EMI/RFI MIL-STD-461C standardlarına uyan bir PC (EMI/RFI, Electromagnetic Interference/Radio Frequency Interference yani Elektromanyetik ve Radyodalga Girişim demek). Türkiye`nin yurtdışı konsolosluk ve elçiliklerinde kripto aygıtları “Strong Room” adı verilen TEMPEST zırhlı odalarda çalışmaktadır. Joel McNamara`nın hazırladığı TEMPEST sayfasında çeşitli TEMPEST dinleme ve korunma cihazları satan şirketlerin sayfalarında linkler mevcut. Polis, gizli servisler, mafya ve büyük kuruluşların her türlü monitörle uyum sağlayabilen gelişmiş Van Eck alıcılarına sahip olduğu veya gerekliliğini hissettiği ilk anda olacağı şüphe götürmez. TEMPEST malzemeleri satan birçok firmanın web sayfası mevcuttur.
Bazı filmlerde görmüşsünüzdür, telefon direğine çıkan adamlar istedikleri kişinin telefonlarını dinleyebiliyordu. Bazıları da dinlenecek evin yakınına bir panelvan minibüs çekip kabloyla dinlemeye ihtiyaç olmadan, elektromanyetik dalgaları okuyarak yapabiliyorlar. Biraz daha gelişmişi de yakın bir daireyi tutup gizli bir bölmeden ilgili kişiyi izleyebiliyorlar, hatta hiç yerlerinden kımıldamadan direkt uydudan bağlantı kurulduğunu da görüyoruz. Globalleşme, etkisini bu tarafta da böyle gösteriyor anlaşılan. Herkesin herşeyi ortada aslında. Gizlilik, artık eskimeye başlayan bir kavram olacak gibi sanki.
|
|
|
BEYNİNİZİ DOĞRU KULLANMANIN ÇARPICI YOLLARI |
Yazar: Archilles - 12-06-2017, Saat: 18:26 - Forum: Beyin
- Yorum Yok
|
|
Önemli kararlarınızı açık havada, kollarınızı sağa sola sallayarak yürürken almaya ne dersiniz? Ya da sevdiğiniz bir müziği bir süre gözleriniz kapalı dinlerseniz, hayatınızda nelerin değişeceğini biliyor musunuz? Peki kafanızda en çok neyi düşünürseniz, hayatınızda da onu çoğaltacağınızdan haberdar mısınız? Siz en iyisi bu haberi okuyun, beyni kullanmanın püf noktaları ile hayatta istediğiniz her şeye kavuşun!
AÇIK HAVADA DÜŞÜNÜN
1- Beyin açık havadayken ve ayaktayken daha iyi çalışır. İnsan beyninin ayaktayken yaklaşık yüzde 10 daha fazla çalıştığı düşünülmektedir. Önemli kararlarınızı alırken kapalı alandaysanız, “volta atmayı” deneyebilirsiniz.
2- Yürürken kolları sallamak beynin performansını olumlu etkiliyor. Önemli kararlarınızı açık havada, kollarınızı sağa sola sallayarak yürürken almaya ne dersiniz?
3- Yabancı bir dil öğrenme beyni güçlendiriyor. Her gün birkaç yabancı ya da yerli yeni kelime öğrenip, kullanabilirsiniz. Sözlük okuyabilirsiniz. Alışveriş listesi veya telefon numaralarını ezberlemeyi deneyebilirsiniz.
4- Zihinsel jimnastik /antrenman yapın. Bunun için çeşitli bulmacaları çözebilirsiniz. Satranç gibi akıl oyunları oynayın. Yatkınsanız, meditasyon, yoga gibi zihni dinginleştiren teknikler üzerinde çalışın.
RUTİNDEN KURTULUN
5 - Rutin olarak tekrar ettiğiniz davranışlardan vazgeçin. Bazen telefonu sol elinizde tutun, çantanızı diğer elinizle taşıyın, evinize başka bir yoldan gidin. En azından bir günlüğüne televizyon kumandasını sık kullanmadığınız elinizde tutun.
6 - Entelektüel zevklerinizi geliştirmek için her gün mutlaka iyi bir özdeyiş antolojisinden birkaç cümle okuyun. Beyninizi kaliteli cümlelerle besleyin!
7 - Her gün güzel bir resme veya fotoğrafa bakmaya çalışın. Estetik algınız, gördüğünüz estetik şeyler kadar gelişir.
8 - Sevdiğiniz bir müziği bir süre gözleriniz kapalı dinleyin. Beyin otoriteleri tarafından klâsik müziğin zekâya 7 puan ekleyebildiği iddia edilmektedir.
9 - Günde aklınızdan 60 bin ile 80 bin arası düşünce geçer. Bu düşünceler ne hakkındaysa, hayatınız da ona göre şekillenir. Unutmayın, kafanızda en çok neyi düşünürseniz, hayatınızda da onu çoğaltırsınız.
10 - Bir konu hakkında düşünürken, nasıl düşündüğünüzü de gözlemleyin. Düşünmek üzerine düşünmek, beyin ve düşünce kapasitesini artırır.
KALİTELİ BEYİN İÇİN UYKU
11 - İyi bir uyku kaliteli bir beyin için şarttır. Çok uyuyorum diye üzülmeyin. Einstein‘in günlük 10 saatten fazla uyuduğu biliniyor. 24 saati geçen uykusuzluk beyinde sarhoşluğa benzer bir etki yapar.
12 - Bol ve temiz oksijen beyin için çok önemlidir. Beynimiz ağırlık olarak vücudumuzun yüzde 2’sini oluşturduğu halde, vücuda gelen oksijenin yüzde 25’ini tüketir. Oksijensiz kaldığımızda ölümü gerçekleşen ilk organımız beyindir. Odanızın penceresini açarak kendinize bol bol oksijen ısmarlayın.
13 - Farklı düşünme tarzları beyninizi geliştirir. Çocuklar ve hayvanlarla daha fazla vakit geçirin. Sizden farklı düşünen insanlarla konuşun.
14 - Kullanılmayan organ körelir. Sürekli televizyon seyrederek beyninizi “düşük viteste çalıştırmayın.
15 - Beynin en tehlikeli yanı “ters çaba” kuralına göre çalıştığı anlardır. Başınıza gelmesinden en çok korktuğunuz şeye odaklanırsanız, korktuğunuzu başınıza getirir! Buna ters çaba kuralı denir. Beyin odaklanılan hedef olumsuz olsa bile, bunu gerçekleştirmek için çalışır. Topluluk önünde konuşma yaparken “acaba heyecanlanır mıyım?” diye düşünürseniz, heyecanlanırsınız.
16 - Beyni yoran monotonluktur. Hayatınızı ne kadar renklendirirseniz, beyninizi o kadar neşelendirirsiniz.
SİHİRLİ SAYI KURALI
17 - Beyin kısa süreli hafızada beş ile yedi arasındaki bilgiyi işleyebilir. Yeni bir bilgi gelince, bu bilgilerden birini atar. Buna “sihirli sayı” kuralı denir. Bu kural aşılıp aşırı bilgi yüklenmesi durumunda beynimiz “servis dışı” olur. Hayatınızın en büyük kararlarını alırken “kafadan “ değil, tıpkı beş haneli iki rakam grubunu çarparken yaptığınız gibi, bir kâğıt üzerine yazarak ne yapacağınızı hesaplayın.
18 - Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur. Fiziksel zindelik, zihinsel zindelik getirir. Uzun süre hareketsiz kalmak, zihni de hareketsizleştirir. Spor yapmaya, fazla kilolarınızdan kurtulmaya özen gösterin. Yeterince su için. Çünkü, insan beyninin yüzde 78’i su ile kaplıdır.
19 - Ders çalışırken ilk öğrenilenler, son öğrenilenler, sık tekrarlananlar ve ilginç bulunanlar en çok akılda kalanlardır. Dersleri kısa aralar vererek çalışmak akıllıca bir harekettir.
20 - Bu hafta kafanızı nasıl daha iyi çalıştırabileceğiniz üzerine daha fazla düşünün. Unutmayın, beynimizi daha iyi çalıştırmak için kullanacağımız organ yine beynimiz! “Aklınızı “başınıza” toplayın ve kullanın!
|
|
|
|