Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Forum İstatistikleri |
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065
Detaylı İstatistikler
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 870 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 870 Ziyaretçi
|
Son Aktiviteler |
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 336
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 308
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,014
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,139
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,081
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,007
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,151
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,524
|
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,287
|
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,173
|
|
|
OLUMLU DÜŞÜNEBİLMENİN SIRLARI |
Yazar: Archilles - 12-06-2017, Saat: 18:19 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM
- Yorum Yok
|
|
İnsan ancak belirli şartları oluşturarak ve önce kendisini tanıyarak pozitif düşünmeyi ve bunu alışkanlık haline getirmeyi başarabilir
Sadece söyleyerek pozitif düşünemezsiniz. Bunu yapmak için kendinize zaman ayırmalı, çatışmalardan uzak durmalı, korkularınızla yüzleşmelisiniz.
Her geçen gün hayatından memnun olmayan insan sayısı artıyor. Sorunlarıyla uğraşmaktan fiziksel, duygusal ve zihinsel olarak yorgun düşmüş bir çok insan, hiçbir şeyin düzelmediğinden ve her gün işlerin biraz daha kötüye gittiğinden yakınıyor. Oysa sorunlarla başa çıkabilmek için yapılması gereken ilk şey; pozitif düşünmek. Ancak pozitif düşünebilmek öyle kendiliğinden olabilecek bir şey değil. Günümüz dünyasının koşullarında binlerce farklı uyaran tarafından etrafımız sarılmışken pozitif düşünebilmek için doğru şekilde hareket etmek gerek.
Öncelikle pozitif düşünebilmek için uygunabilecek tek bir formül olmadığını belirtmekte yarar var. İnsan ancak belirli şartların oluşması sonucunda pozitif düşünebilmeyi başarabilir. Diğer bir deyişle, bazı şartlar gerçekleşmeden pozitif düşünmek için gerekli şartların oluşması mümkün değildir. Pozitif düşünebilmek için kişinin öncelikle içinde bulunduğu koşulları analiz etmesi, genel psikolojik ve fiziksel durumunu kontrol altına alması gerekir. İnsanların sadece kendi kendilerine telkin yoluyla pozitif düşünebilme noktasına ulaşması, diğer bir deyişle insanın sadece kendi kendisine "pozitif düşün" mesajı vererek pozitif düşüncelere yönelmesi çok zordur. Bu nedenle kişisel yaşamımızda devamlılık gösterecek bir kaç sağlam hamle ile hayata daha pozitif yaklaşmayı daha kolay bir biçimde başarabiliriz.
KENDİNİZE ZAMAN AYIRIN
Hayatımızın çoğunu kuru kalabalık içerisinde oradan oraya sürüklenerek geçiririz. Kişisel süreçlerimizi daha sağlıklı yaşayabilmek için arada sırada hayatın içinde mola vermek ve kendimizle baş başa kalmak; zihinsel, duygusal ve fiziksel açıdan kendimizi daha iyi hissetmemiz için oldukça yararlıdır. Kendinize zaman ayırarak, kişisel süreçlerinizi daha yakından tanıyıp, pozitif düşünmek için ihtiyacınız olan adımları daha iyi planlayabilirsiniz. Kişinin kendisine zaman ayırması, kendisini yüceltmesi demektir. Pozitif düşünebilmek için kendinizi yüceltmekten kaçınmayın.
ÇATIŞMADAN KAÇIN
Çatışma, hayatımızın bir parçası olarak her an her şekilde karşımıza çıkabilir ve doğası gereği olumsuz özellikler gösterdiği için de pozitif düşüncenin tam anlamıyla düşmanıdır. Çatışmanın kaçınılmaz olması, ondan uzak durulamayacağı anlamına gelmez. Negatif enerjinin varlığını hissettiğiniz an, negatif enerji kaynağından uzak durmak, çatışmanın ortaya çıkıp olumsuz sonuçlar doğurmasını engellemek için etkili bir yöntemdir. Sebep ne olursa olsun, çatışmaya girmeden önce, kaybedeceğiniz enerjiyi hesaba katarak olumsuz düşüncelerden uzak durmanız gerektiğini asla aklınızdan çıkarmayın.
NEDEN SORUSUNA CEVAP VERİN
Her ne şekilde hareket ederseniz edin, ne yaparsanız yapın ya da ne düşünürseniz düşünün, her zaman "neden" sorusuna cevap verebilmelisiniz. Bu şekilde kendi hayatınız üzerinde kontrol sahibi olma gücünüzü daha çok arttırmış olursunuz. İnsan, çoğu zaman davranışlarının sonuçları ortaya çıktıktan sonra gerekli analizleri yapar. Oysa daha önce "neden" sorusuna verilecek cevaplar, pozitif düşünebilmek ve hayata daha pozitif yaklaşabilmek için gerekli ön zemini hazırlayacaktır. Hayatta her şeyin bir nedeni vardır ve bu nedenlerin farkında olmak, bizi olumlu düşünebilmek için hayat karşısında daha güçlü kılar.
KORKULARINIZLA YÜZLEŞİN
Olumsuz düşüncelerin arkasında genellikle içimizde fark edilmeden ortaya çıkan ve gelişip büyüyerek hayatımızı kontrol altına alan korkularımız vardır. Pozitif düşünebilmek için önemli bir adım bu korkular ile yüzleşmektir. Korkmak tutsak olmakla aynı şeydir. Korkularımız kendilerini göstermezler. Sadece gerekli olduğunda ortaya çıkarlar. Onların farkına vardığımız an onlarla başa çıkmak için mücadele etmeye başlamamız gerekir. Aksi takdirde korkular olumsuz düşünceleri yaratır ve güçlendirir. Pozitif düşünebilmek için korkularımızla yüzleşip onları tanımamız, onlarla başa çıkmak için harekete geçmemiz gerekir.
BAŞKALARINI ÖNEMSEMEYİN
Hayatımızın hemen her alanında başkalarıyla birlikte olmak zorunda kalırız. Bu nedenle içinde bulunduğumuz grupların diğer üyelerinin üzerimizde etkili olması farkında olmadan kapılabileceğimiz bir durumdur. Diğer insanların bizim ne düşündüğümüz ve ne yaptığımızla yakında ilgilendikleri fikri, olumsuz düşüncelerin çok çabuk ortaya çıkmasına yol açabilir. Kendimize olan güvenimizi arttırmak ve etrafımızdaki insanların üzerimizde yarattığı baskıdan kurtulmak için atılan her adım, pozitif düşünmek için bize yardımcı olacaktır.
SAĞLIK VE SPOR
Sağlıklı beslenmek ve spor yapmak insanın fiziksel açıdan kendisiyle ilgilenmesi ve zihinsel süreçlerini kendi kontrolü altında daha olumlu bir seviyeye ulaştırması için önemlidir. Kendinizi fiziksel olarak rahat ve iyi hissederseniz, düşüncelerinizin de pozitif olması ve daha olumlu bir bakış açısına sahip olmanız kolaylaşır. Daha pozitif düşünceler için sağlıklı beslenmeniz ve spor yapmanız gerektiğini unutmayın.
GEÇMİŞ GEÇMİŞTE KALSIN
Kötü anılar, olumsuz duyguların ortaya çıkmasına yardımcı olma özelliğine sahiptir. Geçmişte yaşadığımız kötü şeyleri hatırladıkça, hissettiğimiz olumsuz duyguları da hatırlar ve zihinsel olarak o günlere geri döneriz. Önemli olan böyle bir durumda kötü şeyleri unutmak değil, onların hafızalarımızda edindiği mevcut önemi azaltmaktır. Geçmişin önemini azaltarak onun düşüncelerimizi olumsuza çevirmesine engel olabiliriz. Geçmişi geçmişte bırakıp, geleceğe bakmak dönmek iyi bir başlangıçtır.
HAYATA KARŞI ESNEK OLUN
Esneklik, hayat karşısında daha rahat hareket etmemizi sağlar; sert ve kesin tavırlar zorlanmamıza ve kırılıp yok olmamıza yol açar. Esneklik, pozitif düşünebilmek için çok önemli bir ön koşuldur; çünkü farklı alanlara hareket edebilme yeteneğimizin olması alternatif açılardan bakabilmemizi ve farklı şekillerde düşünüp daha kolay bir şekilde pozitif düşüncelere odaklanabilmemizi sağlar.
|
|
|
EGE BÖLGESİNDE BİR KÖYE UFO DÜŞTÜ |
Yazar: Emka - 12-06-2017, Saat: 17:13 - Forum: UZAYLILAR
- Yorum Yok
|
|
Haktan Akdoğan'ın olayı anlattığı video yazının sonundadır
"Türkiye'ye UFO düştü, Ege bölgesinde bir köye..." Bu sözler dünya dışı varlıklar konusunda çalışmalar yürüten Sirius Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi Başkanı Haktan Akdoğan'a ait.
Bir televizyon programında ilk defa bu bilgileri paylaşan Akdoğan, Amerika'da 51. Bölge benzeri bir olayın Türkiye'de yaşandığını söyledi. 2006 yılında yaşanan olayda Ege bölgesinde bir köye UFO düştüğünü açıklayan Akdoğan, bunun devlet tarafından gizlendiğini söyledi. O köye giderek olayın tanıklarıyla bizzat konuştuğunu anlatan Haktan, "Olayı devlet tarafından gizleniyor. 2006 yılında Ege bölgesinde adını veremeyeceğim bir kasabasına UFO düşüyor.
Uzaylıları bizzat gören köylülerle konuştum. 60 hanelik bir köyde meydana geliyor. Bütün köyün haberi var ancak başımıza bir şey gelir diye çok korkuyorlar. Korktukları için de anlatamıyorlar" dedi. Tanıkların ifadesine göre köylülerin uzaylılara karşı karşıya geldiğini anlatan Akdoğan, "UFO köyde bir evin 60 metre kadar yakınına düşüyor. Büyük bir patlama sesi duyuluyor. Köpekler havlamaya başlıyor. Evin sahibi av tüfeğini yanına alarak ne olduğunu öğrenmek için dışarı çıkıyor. 60 metre sonra patlamanın olduğu alana geliyor. Gördüğünü manzara karşısında çok korkuyor. Çünkü karşısında bir uzaylı duruyor.
Üzerinden sıvılar akarak. Uzaylının yaralandığı anlaşılıyor. Ama üzerinden akan sıvının kan olup olmadığını bilmiyoruz. Hemen jandarmayı arıyor. Tam 20 dakika sonra bir ekip geliyor. Ancak gelenler jandarma değil. Özel kıyafetler giymiş bir ekip. Bölge çembere alınıyor. Dünya dışı varlığı bir araca bindirip hemen oradan götürüyorlar. O köylü bana 'Uzaylıyı götürürlerken göz göze geldik, simsiyah gözleri vardı. Bana bakışlarını hala unutamıyorum' demişti. Bu olayı bütün köy biliyor" diye konuştu.
Yere düşen UFO'nun ABD'ye götürülmüş olabileceğini dile getiren Akdoğan şunları söyledi: "Çünkü olaydan hemen sonra gelen ekip jandarma değildi. Zannediyorum o UFO düşmeden takip ediliyordu. Olay olduğunda da hemen oraya geldiler. UFO'yu neden Türkiye Amerika'ya gönderdi diyebilirsiniz. Türkiye'nin bu alanda bilgisi ve teknoloji yok. Bu alanda zaten uluslararası işbirliği yapılıyor. Hatta Amerika'nın MİT'ten elindeki UFO belgelerini istediği biliniyor." Bugün lazer teknolojisinde radara yakalanmayan uçaklara kadar ABD'nin elinde bir çok teknolojinin kaynağının UFO'lar olduğunu ileri süren Akdoğan, NASA'ya göre gelecek 10-20 yılı içerisinde insanların UFO'larla tanışacağını söyledi.
|
|
|
SUDAN GELEN SAĞLIK |
Yazar: Archilles - 12-06-2017, Saat: 14:55 - Forum: SAĞLIK
- Yorum Yok
|
|
Kimyagerler, tam 30 yıldır denizlerin dibini tarıyorlar. Hedefleri, insan sağlığında yeni ufuklar açacak maddeleri keşfetmek...
Kimilerine göre, yeni "Eldorado"nun adı denizlerin derinlikleri... "Büyük Mavi"nin tam anlamıyla yeni bir altın madeni olduğunu ileri sürenlerin sayısı hiç de az değil. Alkaloitler, steroitler, peptitler ve makrolitler gibi deniz organizmalarından elde edi-len maddelerle kansere, sinir hastalıklarına karşı etkili ilaçlar, güçlü antibiyotikler ve ağrı kesiciler üretileceğine inanç her geçen gün büyüyor.
Kimyagerler ve eczacılar, bu organizma kütlelerini Pasifik Okyanusu'nun, Karayip Denizi'nin ve Hint Okyanusu'nun derinliklerinde tam 30 yıldır aralıksız tarıyorlar. Ne var ki, henüz mucizevi bir avdan söz edilemez. Örneğin, Yeni Kaledonya açıklarında bulunan atollerdeki mercanlarda saptanan 600 türden, ancak 350 "etken molekül"ün izolasyonu mümkün olabilmiş... Üstelik, sadece 12 tanesi sentezlenmiş.
Daha da umut kırıcı olan, aralarından yalnız 2'sinin laboratuvar testlerine uygun bulunması. Dünya ölçeğinde de durum pek farklı değil. Şimdiye kadar izole edilen deniz maddesi sayısı 5.000 civarında. Bunlardan 200'ü için resmi olarak belge alınmış. Ancak günümüzde, tedavi ve kozmetik alanında ticarileşmiş deniz ürünü sayısı sadece üç... İlki, Karayipler'deki bir deniz süngerinden elde edilen "Aracytin"... Bu ilaç ilerlemiş lö-semi tedavisinde kullanılıyor.
İkincisi, bir başka deniz süngerinden, "Vidarabin"den elde edilen ve piyasada Vira-MP adıyla satılan ilaç... Cinsel organlarda görülen "herpes" vakalarında kullanılıyor. Üçüncüsü ise, Amerikan Estee Lauder firması tarafından piyasaya sürülen ve bir deniz canlısı olan "Pseudopterogorgia elisabethae"den elde edilen "Resilience Lift" adlı kırışıklık giderici krem...
Sınırlı sonuçlara karşın, bilim adamları umutlarını koruyorlar. Aslında, doğal maddelere eğilim son yıllarda etkinlik kazanan bir durum. 90'lı yıllardan itibaren, ilaç sanayiinde, bu yönde ciddi bir yaklaşım söz konusu. Bugün piyasadaki ilaçların yüzde 70'inin kökeni doğal maddelerden oluşuyor. Eğer, günümüzde kimyagerler denizin derinliklerine dalıyorlarsa, bunun ciddi bir nedeni var: Çünkü, okyanuslar yeryüzünün yüzde 71'ini kaplıyor.
Öte yandan, günümüzde karalarda yaşayan bitki türü sayısının 270 bin, böcek ve mikroorganizma türünün de 5-10 milyon olduğu tahmin ediliyor. Deniz derinliklerinde ise, bu sayılar onlarca milyona çıkıyor. İşte bu bağlamda, derinlikler hâlâ keşfedilmemiş birer hazine...
Üstelik tür farklılığı ne kadar çok olursa, biyolojik madde bileşimi de o kadar zenginlik taşıyor. Denizlerin derinliklerindeki şu iki özellik, araştırmacıların umutlarını artırıyor: Çok sayıda deniz türünün sabitliği ve organizmalar arasındaki interaktivite çeşitliliği... Süngerler, deniz ejderleri, mercanlar, denizısırganları bir yere yapışıklar ve kabukları yok, yani kabuksuz canlılar. Kendilerini korumak için, evrim boyunca çok çeşitli toksinleri sentezlemek zorunda kalmışlar.
Nitekim, bu gerçek laboratuvar çalışmalarında açık biçimde ortaya çıkıyor. Kültür halindeki kanserli hücreler üzerinde yapılan "in vitro" testlerde, deniz kökenli moleküllerin kara bitkilerinden elde edilen moleküllerden en az yüz kat güçlü oldukları gözlenmiş. Araştırmacıların hayal gücünü canlı tutan da, işte bu kimyasal silah cephaneliği...
Ne var ki, bu zehir deposuna ulaşmak sanıldığı kadar kolay değil. Okyanusların yüzlerce metre derinliklerinde yatan mikroorganizmaların toplanması, hem zaman hem para hem de biraz şans gerektiriyor.
Deniz dibi eczacılığında bir başka temel sorun da, bu alandaki sınıflandırma biliminin çok gelişmemiş olması. Bugüne kadar denizlerde saptanan 220.000 hayvan ve bitki türünün sadece yüzde 1'i kategorileştirilmiş. Üstelik, günümüzde sınıflandırma üstünde çalışan bilim adamlarının sayısı hızla azalıyor. Sınıflandırma olmayınca, onların özelliklerini incelemek ve testler uygulamak da olanaksızlaşıyor.
Kimyagerlerin en büyük sorunu ise, temizleme işlemi sırasında, test edilen organizma örneklerinin biyolojik etkinliklerini korumak... Gerçekten de, toplanan organizmalar önce dövülüp eziliyor ve toz haline getiriliyor. Ardından, incelenecek maddeye göre değişen eriticiler kullanılarak farklı birleşim örnekleri alınıyor. Bu örnekler, daha sonra kanserli ve sağlıklı hücrelerle, virüslerle, bakterilerle ve mantarlarla bir araya getiriliyor.
Bir etkinlik gözlendiği zaman, o etkinliği oluşturan moleküller izole ediliyor. Son olarak, etkinlikten gerçekten sorumlu olup olmadığını bir kez daha kanıtlamak için, her molekül ile testler yenileniyor. Çünkü etkinliğin nedenleri farklı olabiliyor. Örneğin, bazen neden tamamen teknik bir özellik taşıyor. Kimya, ısı ve ışık işlemleri, doğal maddeleri çürütebiliyor. Çürümenin kökeni biyolojik de olabiliyor. Örneğin, birçok süngerde etkinliğin nedeni süngerin kendisi değil, onunla birlikte yaşayan bakteriler.
Kısacası, bir ya da birkaç etken molekülün saptanması, çoğu zaman gerçekten çok güç oluyor. Ayrıca, sorun bununla da sınırlı değil. Kimyagerlerin belirlediği etken moleküllerin bir bölümü, "çok fazla etken" olduğu gerekçesiyle eczacılar tarafından reddediliyor. Yani, bunların tedavide kullanılması, çok daha tehlikeli yan etkilere yol açabiliyor. Bunun en tipik örneği, 1980 yılında Fransız bilim adamlarının izole ettik-leri ve "jirollin" adını verdikleri alkaloit idi.
Yeni Kaledonya açıklarında yetişen "Cymbastella cantharella" adlı bir süngerden elde edilen bu maddenin, lösemiye karşı etkili olduğu saptanmıştı. Ancak fare deneyleri, aynı molekülün, denetlenemeyen bir yüksek tansiyona yol açtığı saptandı ve 1991 yılında projeden hemen vazgeçildi.
Öte yandan, bir molekülün etken ve toksik olmadığının saptanması yeterli değil. Klinik deneyler için, bu molekülden büyük miktarlarda toplanması gerekiyor. Bu da sanıldığından çok daha zor. Sözgelimi, klinik deneyler için gerekli olan 18 gramlık "bryrosatin" molekülü için, Karayip Denizi'nde koloniler halinde yaşayan ve bilimsel adı "Bugula neritina" olan mikrohayvandan tam 13 ton toplanmış.
Bu mikroorganizmaları kültür yoluyla bol miktarda üretmek mümkün değil mi? Pek değil, çünkü bu mikroorganizmaların büyük çoğunluğu omurgasız. Birlikte yaşadıkları asalaklar olmadığı takdirde, "mucizevi bileşimi" tek başlarına ne yazık ki sentezleyemiyorlar. Kısacası, kültür biçiminde bol miktarda üretmenin garantisi yok. Geriye bir tek sentezleme yöntemi kalıyor.
Ancak, deniz moleküllerinin karmaşık kimyasal yapısı nedeniyle, işlem hem çok nazik hem de çok pahalı... Yine de umut verici çalışmalar sürüyor. Arizona Üniversitesi'nden George R. Pettit, Mauritius Adası civarında yaşayan küçük bir yumuşakça olan deniztavşanından "dolastatin" adı verilen molekülü sentezlemeyi başardı. Hayvanın ağırlığının yüzde 0,00003'ü ağırlığında olan bu "peptit"in, klinik deneylerde prostat kanserine ve bazı akciğer kanserlerine karşı etkili olduğu saptandı.
Uzmanlar, üç nedenle, önümüzdeki günlerde deniz mad-delerine olan ilginin artacağını belirtiyorlar. Birinci neden, araştırmalar sonucu deniz derinliklerinde yaşayan türler konusunda her geçen gün daha çok bilgi sahibi olmamız. İkincisi, bu maddelerin, protein, nükleik asitler, değişmiş (kanserli) hücreler gibi yeni tedavi hedeflerinde kullanılması.
Ve son olarak, 10 yıl öncesine oranla, hem bu maddeleri toplama konusunda hem de bunları laboratuvarda deneme alanında çok da-ha ileri teknolojilere sahip olmamız.
|
|
|
REKLAMIN TOPLUMSAL YAŞANTIMIZA YANSIMALARI |
Yazar: Archilles - 12-06-2017, Saat: 14:46 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Reklamcılık kavramı yaygınlaştığından beri bazı soruları da akla getirmektedir:
Reklam, tüketim amacıyla varolduğuna göre ekonomik ve etik açıdan da faydalı olabiliyor mu? Yoksa zararları var mı?
Ayrıca, her zaman sağlıklı, doğru bilgiler aktarılıyor mu?
Sign Graphic dergisinde yayımlanan Mr. Reklam başlıklı yazımda bu konulara değinmiştim. Yazının bilimsel niteliği de olduğundan, daha sonra Popüler Bilim’de yer aldı.
Evet, reklam, toplumsal yaşantımızda son derece etkili yansımaları olan bir araç.
Örneğin, Web sitelerinin evrimini anlatmak için zaman zaman reklama ihtiyaç duyulduğunu kolayca fark eden ajanslar, kolları sıvamışlar.
Bugünlerde hemen hemen herkes Banu Alkan’ın kestaneci ve kokoreççi tiplemeleri ile oynadığı reklam filmini konuşuyor.
Filmde, Banu Alkan artık internet kurdu haline gelen kestaneci ile kokoreççinin yoğun ilgisiyle karşılaşıp bir anda onlarla samimi oluyor.
Bu içtenlikten cesaret alan kestaneci de soruyor:
- Afrodit hanım size “Afrodit” diyebilir miyim?
Ardından asıl soruyu patlatıyor:
- Sizin siteniz var mı?
Yanıt hayli ilginç!
- Ayol ben müteahhit miyim!..
Bu konuşmalarda dikkât ederseniz geçim zorluğunu yaşayan, ama bilgi çağını, teknolojik gelişmeyi takip eden bir kesimin, entel sayılabilecek sınıftan olduğunu sanan bir şarkıcıyla ve onun temsil ettiği sınıfla nasıl dalga geçtiği gösterilmektedir.
Hafızalarda kalan bir başka reklâm metni de şu:
“Antrenmandayım!..”
Bu reklam ile ilgili de oldukça yoğun eleştiriler yapıldı.
Haklı bir şöhrete ulaşmayı başaran bir yazarımız “Antrenmandayım” sözüne tepkisini bakın nasıl dile getirdi:
“Antrenman denilmekle ne kastedildiği net...
Kendisinin kızlarla oynaşmasına antrenman diyor. Karşı taraftan da “antrenmandayım” cevabı gelince, aralarındaki bağlantı çok açık gayet tabii...
Yani sevgilisi de bizim taraflarda bir oynaşma içinde.
Benim sevdiğim kadını bir reklam çerçevesinde, bir espirili senaryo içinde bile düşünmem imkânsız. İsteyen, bana eski kafalı desin, isteyen ihtiyarladığımı düşünsün. İsteyen de ahlak bekçiliğimi yaptığımı sansın.”
Bence asıl konu, reklamdaki delikanlının kızlarla oynaşmasından ziyade, heyecana kapılmaksızın söylediği yalandır.
Kız arkadaşı da bunu fark etmekte ve yalanını yüzüne vuracak şekilde ince bir üslûpla;
“Ben de antrenmandayım!” demektedir.
Daha sonraki karelerde, basketbolcu İbo’ nun aldığı yanıtla irkildiğini, yanında birbirinden güzel kızlar olduğu halde, bir anda arkadaşının kendisini aldattığı düşüncesine daldığını izliyoruz.
Sadakat tek taraflı verilmiş bir söz sanki. Kadını bağlıyor, ama erkeği asla ilgilendirmiyor. Aslında bu reklam toplumsal yaşam anlayışımızı, bakış açımızı aynen aktarıyor.
Kişilikleri şekillendiren manevi değerleri sağlıklı kaynaklardan yeterince kavrayamamış olanlar, böyle tek yanlı, bir mantığa oturmayan duygulara kapılmaktadırlar...
Burada dile getirmek istediğim, reklam düzeyinde de olsa bu toplumsal anlayışımızın, herhangi bir etik harekete dayanmadığıdır.
İnsani bir suç olan yalanın bir reklam filminde bile olsa adeta özendirilerek sunulması ve erkek karakterin karşı taraftan da aynı karşılığı alınca rahatsız olarak tepki gösterdiği çifte standartlı bir anlayışın sergilenmesi, ayrıca; sınıfsal yaşamların getirdiği bakış açılarının, alay konusu olabilecek şekilde işlenmesi, bizleri neticede mutlaka bir utanma duygusuna, ya da etik bir sıkıntıya götürecektir.
Ayrıca bu tür reklamlar düşündürücü bir nitelik taşımadığı gibi, bilgi verme açısından da insana bir şey kazandırmamaktadır.
Reklamı, olup bitenleri izleyen bir gözle seyretmek ve eğlendirici yanlarını sergilemek marifet değildir.
|
|
|
Herşey Bir Plasebo mu? |
Yazar: Archilles - 12-06-2017, Saat: 13:47 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
|
Plasebo: Beden üzerine hiçbir etki yapmayan, herhangi bir tıbbi tedavi biçimine verilen addır. Buna “zihnin bedene hakim olduğu etki” de diyebiliriz. Somut örnekler vermek istersek; gerçekte şeker olmasına karşın, hastaya ilaç diye verildiğinde tedavi özelliğinin oluşması. Amerika’da kalp krizine iyi geldiği sürekli vurgulanan asprin reklamı sonucunda, bu ülkedeki kalp krizlerinin şaşırtıcı bir biçimde düşmesine rağmen, reklamı yapılmayan aspirinin, İngiltere’de bir etki gerçekleştirememesi... Ya da bir hastanede dua edenlerin, etmeyenlere göre daha az kalp krizine yakalanmaları; orta çağda vebaya bir mikrobun neden olduğu açıklanınca, hastalığın %600’ lerden %200’ lere düşmesi ve bu bilginin beyinlerde iyileştirmeye yönelik etki göstermesi gibi.
Böyle olaylar, beynin orada olduğuna inandığı şey ile orada olan şey arasında ayrım yapamadığını göstermektedir. Tıpkı hipnoz durumunda var olan bir şeyi görememesi, algılayamaması, yok olan bir şeyi de maddesel olarak algılaması gibi... Başka bir deyişle, beynimizin normal durumda, fiziksel gerçeklik durumunda verdiği tepki ile, hayal kurduğunda verdiği tepki aynıdır. Yani beyin, şartlanmalar doğrultusunda içten-dışa doğru (holografik olarak), bir fiziksel gerçeklikten diğer bir fiziksel gerçekliği yaratmaktadır.
Bu, aynı zamanda bize zihnin madde üzerindeki etkisini yani Psikokinetik etkiyi de açıklamaktadır. Birkaç örnek verirsek; gerçekte Hz İsa’ nın çarmıha gerilirken bileklerinden çivilenmesine karşın, ikonalarda ellerinden çivilendiği imajının işlenmesi nedeniyle, stigmacıların ellerinin içinde yaraların belirmesi; Hz Meryem’i gören üç çocuğun bunu insanlara anlatmaları sonucu, sadece bu çocuklar gördüğü halde Fatıma’da toplanan yetmiş bin kişinin de aynı olayı toplu bir biçimde yaratmaları gibi... Ya da kilisenin birinde İsa ve Meryem heykellerinin ağladığını gören birkaç kişinin bunu halka duyurmasından sonra toplu olarak insanlar tarafından görülmesi...
Anlatılan olaylardan anlaşılmaktadır ki, günümüz insanının geçmişe göre Mistik deneyimlerinin çok az olmasının nedeni; teknolojik gelişmenin yol açtığı Materyalist (maddeci) görüşün beyinlerdeki şartlanma etkisidir.
Bu yüzden geçmişteki insanların yarattığı, fiziksel gerçekliğe dayalı olan Musa(as) ın Kızıldeniz’i yarması, Yunus(as) ın balığın karnına girmesi ve Hz Peygamberin Ayı ikiye bölmesi gibi hadiseler, bugünün insanları tarafından hayal olarak nitelendirilmektedir.
Tıpkı geçmişteki insanlar tarafından da günümüz teknolojik gelişiminin hayal statüsünde değerlendirilmesi gibi...
|
|
|
REENKARNASYON VE HOLOGRAM |
Yazar: Archilles - 12-06-2017, Saat: 13:42 - Forum: Reenkarnasyon
- Yorum Yok
|
|
Reankarnasyon, ölümden sonra Ruhun tekrar bedenlenerek dünyaya gelip yaşama devam etmesi olarak tanımlanır. Hologram konusunda çalışan bilim adamları, bu konuya sıcak bakmakta ve olayı holografik teoriyle somut deliller ışığında açıklayabilmektedirler. Bu delillere birkaç örnek verirsek; bazı kişiler hipnoz sırasında anne karnındaki durumuna yavaş yavaş geri gönderildikten sonra kendisini tarihte farklı kişiliklerde tanımlayabilmekte ve o kişilerin dillerini konuşabilmektedirler.(Hatta geçmişte var olup bugün konuşulmayan diller de olabilmekte) Kimileri de geçmişinde oluşan izleri bugün vücutlarının aynı yerlerinde gösterebilmektedir. Söz konusu olaylar sadece hipnoz sırasında değil, uyanık durumda iken de hatırlanabilmektedir. Ayrıca, bazı kişiler de DEJAVU denen, hiç gitmediği, görmediği bir yeri daha önceden biliyormuş hissi ile, geçmiş ve şu anki yaşamı bir arada yaşamaktadır.
Bilimsel açıklaması ise; beynin holografik olması ve bütüne ait bilgiyi içermesinden dolayı, geçmiş yaşamlardaki bilgileri (veya dejavu vb.) hatırlamasına neden olmasıdır. Tıpkı Hologram plakasına kaydedilen bilgilerin, plakanın hareket ettirilmesiyle üç boyutlu görüntüler şeklinde peş peşe bir görünüp,bir yok olarak açığa çıkışı gibi. Bu da bir şeyin görünmemesi,algılanmaması durumunun o şeyin yok olduğu anlamına gelemeyeceğini, hatta zaman ve mekânın An’da bütünsellik içinde var olduğunu,bir sistem dahilinde gerektiğinde açığa çıktığını da göstermektedir.
Her ne kadar Holografik teori, Reankarnasyonu açıklar gibi görünse de temelde büyük bir hata yapılmaktadır. O da Hologramın kendisinden kaynaklanmaktadır. Çünkü Maddesel boyut, içten dışa Projekte olanın, dıştan içe algılattıklarından ibarettir. Dolayısıyla, beş duyu scalasına dayalı gerçeklerden giderek, Bütüne ait özellikleri tanımlamak, gerçeği tam yansıtmayacaktır. Bu gerçekler ışığında Hologramın içindeki formasyonları bilemediğimizden, örneğin CİN yapılı varlıkların, maddesel boyuttaki etkilerini dahi hiç bilememekteyiz.
Sonuç olarak bu model, kaba hatlarıyla birtakım gerçekleri ortaya koysa da daha derin ve kapsamlı olarak (projekte açısından) irdelenmeye muhtaçtır.
Örnek verilen olaylardaki,dillerin konuşulması,izlerin taşınması ve Dejavuların açıklamasına gelince; Evrende her şey bilgidir. Bilgi de kendini algılayacak duyu organlarını holografik bir biçimde (hem birimsel hem de evrensel mânâda) yaratır. Bundan dolayı da çoğul kişilikte olduğu gibi (*), beyin, tüme ait bilgiden, kontrolsüz ve terkipsellikten kaynaklanan bir biçimde belli bilgileri açığa çıkartır. Dolayısıyla, evrensel sistemi açıklayan İslam Dininde birimsel mânâdaki (beş duyuya dayalı olan) Reankarnasyon anlayışı reddedilmektedir. Bunun dışında Mutlak Mânâda evrensel şuura sahip olan birim için Holografik olarak Enkarne kapısı açıktır.
Dolayısıyla, dinsel kaynaklarda da belirtildiği üzere, her an aramızda olan Hz Hızır (A.S) ile kıyamete yakın gelecek olan Hz İsa (A.S) özel bir statüyle ile Enkarne olacaktır.
|
|
|
Evrensel Teklik, Beden-Zihin Uyumu ve Başarının Sırları |
Yazar: Archilles - 12-06-2017, Saat: 13:26 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Günümüzün en önemli Taoist ustalarından birisi olan Mantak Chia, “Batılılara, içsel yolu ve Taoizm’i öğreten kişi” olarak biliniyor. Bu konuda, klasik Tao Ekolünü, yeni baştan yorumlayarak oluşturduğu sentezi ile (İyileştirici Tao Sistemi) A.B.D.Kanada, Avustralya, Güney Afrika, Hindistan, Japonya ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde onlarca merkeze ve on iki esere sahip. Bu eserleri otuz dile tercüme edilen Chia, özellikle “Evrensel Kozmik Bilinç”, Beden-zihin uyumu ve başarının sağlanması/devamlılığı konusunda ortaya koydukları ile, "gerçek bir öğretici" olarak kabul ediliyor.
Batılı kaynaklar, kendisinden övgüyle söz etmekte ve şu tanımlamaları getirmekte; "Son derece mütevazı ve benliksiz bir kişi". "Binlerce yıllık, gizli Taoist gerçekleri, gelenekleri bir kenara atarak açıklama cesaretini kendinde bulup bunu başardı"..
Türkiye’de daha çok, "Stresi canlılığa dönüştürme yolları" ve "Taoist sevişme teknikleri" adlı eserleri ile tanınan Mantak Chia, aslında evrensel bir bakış açısını temsil ettiğini söylüyor.
1-8 Mart tarihleri arasında İstanbul’da kalarak, Türk işadamlarına, “Başarılı olma ve kendini aşma” seminerleri veren Chia ile, uzun uğraşılar sonucu, çok yoğun proğramına rağmen görüştük...Taoizm ve ortaya koyduğu felsefesini konuştuğumuz Chia ile yaptığımız röportajı aşağıda sunuyoruz:
Mr.Chia, kendi alanınızın “Guru”su olarak, Taoizm’i nasıl tanımlıyorsunuz?
Taoizm, aslında ne bir dindir, ne bir felsefe…Taoizm, tamamen yaşamla alakalıdır. Yaşam derken kastedilen, bildik, herkesin algıladıkları değil tabi... Bunun ötesinde, genelde pek algılanamayan, ama insan yaşamını derinden etkileyen hakikatleri ifade eder bu kavram... Kısacası Taoizm, insan yaşamını olabildiğince verimli ve Evrensel Kozmik Bilinç’i, Evrensel Enerji’yi algılama ve Kozmik Bilinç ile bağlantıya geçme metodlarını anlatan sistematik bir yoldur. İnsanın, yaşamını bu noktalara bakarak hedeflendirmesidir.
Bu yol, bir yaşam tarzı olarak, binlerce seneden beri, Taocu ustalar tarafından, mağaralara çekilerek uygulanagelmiştir. Bu yönüyle, geniş kitlelere gizli kalmıştır. Zaten herkesin Tao yaşamını uygulaması, hatta “anlaması gerekmiyor” diye anlatılmıştır bu işin ustaları tarafından. Ama, normal düzeyde ve sağlığı yerinde olan herkes, Meditasyon ve içsel yola başvurabilir. Bunun yanında, günlük stresten kurtulma ve kişisel gelişim için de başvurulan bir metottur. Ben, bunu geniş kitlelere özellikle enerjinin kullanılması bağlamında anlatmaya çalışıyorum. Buna Chi, yani Yaşam Enerjisi’nin doğru ve belli hedefler için kullanılması da diyebiliriz..
Bu yaşam enerjisinin bir bölümü, modern Tıp’ta, beynin yaydığı dalgalar olarak tarif edilmektedir. Bugünkü modern tıbbın, beyin dalgalarını Alfa, Beta ve Gamma olarak üçe ayırması,işlevsel olarak tamamen klasik Tao ekolü’nün kuramlarıyla uyuşmaktadır. Çünkü bu enerji türleri veya dalgaları, insanın fiziksel, zihinsel aktivitelerine göre ortaya çıkmaktadır. Ancak, çağdaş Tıp’ta, bu enerji, yani dalga türleri hakkında fazla, hatta yeterli bilgi olduğunu söylemek oldukça zordur. Ben, işte bu konuları aydınlatmak için, çoğuna senelerimi verdiğim on iki tane kitap yazdım..
“Batılılara Taoizm’i öğreten kişi” unvanına sahipsiniz. Taoizm’de neyi, nasıl öğretmeye çalışıyorsunuz?..
Benim, çok küçük yaşlarımdan itibaren, bu işin ustalarından öğrenerek, daha sonra kendi sentezimi oluşturduğum sistem, meditasyon yöntemi ile içsel enerjinin geliştirilmesine ve uygulanmasına dayanıyor. Chi dediğimiz yaşamsal enerjinin nasıl uyandırılıp güçlendirilebileceği, bedendeki akupunktur meridyenleri aracılığı ile bu enerjinin, tüm bedeni sarıp-sarmalamasını anlatmaktayım. Buna Mikrokozmik Dolaşım Meditasyonu adını veriyorum. Bu güç, klasik Çin öğretilerinde üst kısmı Hiç’lik, alt kısmı ateş olarak tarif edilen, canlılık ve hayatiyet kaynağı olmanın ötesinde, Aşkın Bilinçlilik ve aydınlanmayı ifade eder. Chi, yaşam enerjisi, kundalini diye anlatılanlar hep bu güçtür. Sonuçta önemli olan; çalışmalarımızın ana kaynağı olan Chi’nin ruhsal enerjiye dönüşüp, aydınlanmayı ve Aşkın Bilinçliliği getirmesidir.
Herkes ana rahmine düştüğü andan itibaren Chi’ye sahiptir. Bunun için Batılı veya Doğulu olmanıza gerek yok. İnsan olmanız yetiyor. Ancak, daha sonraki aşamalarda, beyninizi gereksiz bilgilerle doldurursanız, Chi’yi kullanamazsınız. O bakımdan Chi’ye ve O’nun ardındaki Hiç’liğe yönelmeniz gerekiyor. Bu İslam ve Hristiyanlık’ta Allah’ı anlamak diye anlatılan ile aynı anlama geliyor.
Taoizm, Chi’nin, yani Yaşam Gücü’nün aldığımız besin, soluduğumuz hava ve ürettiğimiz enerji ile yakın alakası olduğunu söyler. Bu çalışmalar esnasında, kalp, salgı bezleri, prostat, cinsel organlar bir bütünlük içinde, enerji kaynaklarını kullanırlar. Ayrıca Güneş’ten gelen enerji ve içteki enerjinin uyumu ile, gevşeyip göbek deliğine konsantre olarak uygulanan, kompleks bir yöntemle Chi, yani Yaşam Enerjisinin akışı sağlanır.
Bizim, halen dünyanın çeşitli ülkelerinde seminerlerini verdiğimiz “İyileştirici Tao”, bu öğretide yer alan çeşitli egzersizlerden oluşmaktadır. Temeli, bedenimizde yer alan Yaşam enerjisi’ni kullanarak mevcut Çakraları harekete geçirmektir. Amaç, doğada geçerli olan Chi Yasalarından esinlenerek, bedensel ve zihinsel sağlık ile duyarlılığı artırmaktır. Çünkü, Chi’nin doğadaki yasası ile bedenimizdeki yasası, bütünlük içinde işlemektedir. Ancak, bunun farkına varamamaktan dolayı, bilinçsiz ve farkındasız bir yaşam sürüyoruz. Taoculuk’ta, bu bakış açısına göre sunulan uygulamalar, bedenimizdeki mikro evreni, evrensel enerji ile iletişime geçirme tekniklerini kapsar.
Tarafımdan, klasik Tao öğretilerinin sistematize edilmiş hali olan “İyileştirici Tao”, kişisel gelişim için komplike bir sistem sunmaktadır. Her an, her yerde ve herkes tarafından uygulanabilecek meditasyon ile egzersizler; bedenin kendini dengelemesine, negatif, duygusal kökenli enerjinin,pozitif ve yaşamsal enerjiye dönüşmesine ve farkındalığın sınırlarını genişletme esasına dayanıyor. Bunların devamlı uygulanması ile, sağlıklı, mutlu bir yaşam, fiziksel, ruhsal, duygusal bir gelişim sağlanabilir.
Bir bütünsel Sistem halinde sunulan İyileştirici Tao Sisteminde; bütünsel iyileşme, içsel gülümseme, altı kozmik iyileştirici ses, Mikrokozmik Yörünge Meditasyonu, Bütünsel Aşk Meditasyonu, Kozmik Şifa, Tai-Chi, Chi Nei Tsang ve içteki enerji ile dıştaki enerjinin bütünleştirilmesi yötemleri mevcuttur.
Benden bu konuyu öğrenmek isteyen, bazı öğrencilerim, daha önceleri, beş, on hatta yirmi yıl boyunca bu Mikrokozmik Yörünge’yi tamamlamak için uğraşmış; fakat başarılı olamamışlar. Ancak, tarafımdan öğretilen metotlarla yapılan Meditasyon ile birkaç ayda, bunu başarmışlardır.
Anlayacağınız gibi, Taoculuk önce bilgi, sonra yaşam üzerinde durur.
Felsefe ve tartışma ise,boş kabul edilip,bunlara hiç önem verilmez.
Chi diye ifade etmeye çalıştığınız, İslam’da anlatılan Allah kavramına mı işaret ediyor? Herhangi bir kavram karışıklığını önlemek için soruyorum?
Hayır!.. Allah veya Tao diye anlatılan, Chi’nin ötesindeki Hiçlik’tir. Ancak, Hiçlik’in tezahürü, ortaya çıkışının adı Chi’dir. İnsan ve Evren, bu Hiçlik ve onun tezahürü olan Chi’den oluşmuştur. Buna, kısaca, Hiçlik’teki bilinçlilik hali, bilinen/görünen Fiziksel Alemi yaratmıştır da diyebiliriz…
Burada, yeri gelmişken değinmek istiyorum; Söyleşimizin başında Taoculuğun bir din, felsefe veya mezhep olmadığını belirtmiştim. Dinlerin genelinde, Yaratıcı güç, yani Tanrı’dan korkmak esastır. Taoculukta ise, Tanrı’dan korkmaktan daha önemli olan, O’nu anlamak ve algılamaktır.
Bu konuyu biraz daha açar mısınız lütfen!..
Chi, Yin ve Yang olmak üzere iki yüze sahiptir. Sağ Yang’dır, sol Yin.
Bu ikisi, ana Yaşam Enerjisini taşıyan iki ana kanaldır. Taoculuk’ta yapılan çalışmalar, esasen var olan bu enerji kanallarının tıkanıklığını açmaktır. Çoğu tıkanıklık, söyleşimizin başında değindiğim gibi, daha sonra meydana gelir. Özellikle bebek ilk doğduğu anlarda ve belli bir aşamaya kadar, bu sağaltıcı enerji, engellenmeden akıp-durur. Bebeklerdeki saflık ve hareketlilik, bundan kaynaklanır. Ancak, insan büyümeye başlayınca, denge bozulur ve tıkanıklıklar oluşmaya başlar. Çoğu tıkanıklık, fiziksel ve zihinsel gerilimlerden kaynaklanmaktadır. Bunları açmak için özel çaba göstermek zorundayız.
Tıkanıklar temizlenerek açılıp, bu iki ana kanal birleştirildiğinde açığa çıkan Chi gücü Pozitif ve Negatif kutuplar arasında akarak, yaşamsal Organları, gövde ve baştan geçen Mikrokozmik Yörünge’ye bağlar. Böylece, bedene çok daha fazla ve değişik ortamda Chi akışı sağlanır. Bunun sonucunda,bedende bulunan toplam otuz iki çakra’daki enerji merkezleri harekete geçerek,düzenli ve entegre bir biçimde çalışmaya başlar..
Böylece, biri işlevsel,biri yönetici olan Yin ve Yang’ın birleşmesi sağlanır. Bu ise, artı ile eksi, sıcak ile soğuk, fizik ile zihnin dengelenerek, bedende yerleştirilmesi demektir. Bunun, üst düzey bilgelik ile oluşturulması, sonuçta insanın evren ile bütünleşmesini sağlar. Bu da, Evrensel Tek’lik denen yaşamdır.
Peki, bunu başarabilen insan olmuş mu?..Çünkü sizin de dediğiniz gibi, bugün bile Meditasyon yapan milyonlarca insan var?..
Tabi, bunu Meditasyon yapan herkes başarır diyemeyiz. Zaten insanlık tarihinde bu TEK’lik yaşamını başarabilen insanlar çok azdır. Mikrokozmik Yörünge Meditasyonu ile birlikte, Bütünsel Aşk Meditasyonunun tamamlanması, bunların sonucunda Kozmik Bilinç ile bütünleşmek, Evrensel Ana Daireyi tamamlamaktır. Bu daireyi tamamlayabilen kişiler, Taoist İnanca göre, Reenkarne olmayı dahi aşmış, evren ile evren olmuş Üst Bilinçlerdir. Mesela Muhammed, Musa, İsa ve Buda gibi bilge şahsiyetler, bunu gerçekten yaşamışlardır. Ve bu kişiler Evrensel Ana Daireyi tamamlamanın ötesinde, Hiçlik noktasına kadar ulaşmış bilgeler olmaları sebebi ile ölümsüzlüğü de yakalamışlardır.
Ancak günümüzde, meditasyon ve İçsel Yol’un, daha çok stresten kurtulma ve kişisel gelişim için yapılmakta olduğunu unutmamak gerekiyor. İnsanların genel kısmını ilgilendiren de, işin bu yönüdür zaten!..
Dünyanın çeşitli yerlerini dolaşıyor ve seminerler veriyorsunuz. Şu anda da Türk işadamlarına “Başarının Sırlarını” anlatıyorsunuz. Sizce nedir, başarının sırrı?..
Siz, benimle aynı dili konuştuğunuz için çok öz ve kısa bir cevap vereyim; başarının sırrı, gözünüzü ve düşüncenizi TEK noktaya endeksleyip, bütün sorunları oradan çözmenizdedir!.. Çünkü insana, Tanrı soluk vermiştir. Yani, yaşam enerjisi ile var etmiştir. Önemli olan, bu yaşam enerjisini harekete geçirebilmektir..
Son olarak, Doğu ile Batı insanı arasında bir mukayese yapmanızı isteyeceğim..
Doğu insanı, daha çok mazbut ve özellikle ailesine çok düşkün. Bu kuruma büyük önem veriyor. Adetlerine, geleneklerine sıkıca bağlı. Bu, onlara bazı zorlukları aşma noktasında destek oluyor. Yani, Doğu insanı bunlara sığınıyor.
Batı insanının kafası karışık!.. Çok fazla şey biliyor. Tabi, beyni böylesine çok ve çeşitli bilgilerle meşgul olan toplumlar, teknolojide ileri gidiyor. Ama, bir noktada kendi kendini yiyip bitiriyor. Neden? Beyni, çok fazla ve çoğu gereksiz bilgilerle dolu olduğu için... Bugün Avrupalıların, süslü ve yapay bir dünyaları var. Ama, çoğu kişi bu dünyada mutlu ve huzurlu olamamaktan şikayetçi!..
Oysa Taoculuk ve diğer Mistik Yollar,”Zihnini sakinleştir ve gereksiz olanı at” der. Bilmem farkı anlatabildim mi?..
|
|
|
2014 YILINDA GİZLİ TUTULAN TÜRK ASKERİ JETİ’nin UFO’yla İT DALAŞI! |
Yazar: Emka - 12-06-2017, Saat: 11:43 - Forum: UZAYLILAR
- Yorumlar (1)
|
|
Türk Hava Kuvvetleri’ne Ait F-5 Savaş Uçağı ve Askeri Helikopter U F O Avında Fotoğraflandı!..
Bilindiği üzere, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de UFO gözlemleri yapılmakta, dünyadışı zeki yaşama dair sivil ve resmi kişilerce önemli tanıklıklar yaşanmakta ve zaman zaman bu gözlemler amatör kameralarla vatandaşlarımız tarafından fotoğraflanarak veya filme alınarak belgelenmektedir.
Gerçekte, her ülke askeri ve sivil resmi makamları UFO’lara ilişkin gizli soruşturmalar ve araştırmalar yürütmelerine rağmen, benzer şekilde bütün resmi raporlar ve bulgular gizlilik perdesine büründürülmektedir.
Bu kez Türkiye’de ilk defa, askeri ve resmi bir yakın karşılaşma UFO olayı, bir vatandaşımız tarafından fotoğraflanmış ve belgelenmiştir. Olay; 22 Nisan 2014 Salı günü saat 13:30 sularında Seferihisar’ın Doğanbey bölgesinde gerçekleşmiştir.. O gün, Seferihisar Doğanbey bölgesinde hazineye ait arazi tespiti ve fotoğraflaması yapan İzmir Maliyesi Milli Emlak bölümünde görevli memur Metin Mehmet Kaya bey, biranda ortaya çıkan ve süratli ve ani manevralar yapan F-5 savaş uçakları ile bir askeri helikopteri UFO’yla aynı karede 7-8 ayrı fotoğrafla görüntülemeyi başarmıştır…Yaşanan bu çok önemli olay sırasında çekilen bu olağanüstü fotoğraflarda, metalik cismi bir UFO’nun F-5 savaş uçağı ve askeri helikopter tarafından kovalandığı net bir biçimde görülmektedir..
Önümüzdeki dönemde UFO gözlemlerinin tüm dünyada ve Türkiye’de ciddi bir şekilde artmaya devam edeceğini ve artık tüm dünya askeri ve sivil resmi yetkililerinin bu konuda gizlenen gerçekleri açıklamak zorunda kalacaklarını öngörmekteyiz..
İnanıyoruz ki, UFO gerçeğinin dünyaya açıklanması, dünya tarihinde benzeri görülmemiş, yepyeni bir çağın başlangıç noktasını oluşturacaktır. Bu açıklama aynı zamanda tüm insanlığı yeni bir barış ve kardeşlik ruhu ile biraraya getirerek, insanoğlunu gezgenler arası iletişim ve bilgelik devrine taşıyacak yeni bir süreci başlatacaktır.
Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bu son derece kritik misyonu insanlık adına üstlenmesini ve bu konuyla ilgili gizlenen resmi raporları halkın bilgisine sunmalarını bekliyoruz..
Kamuoyuna önemle arz ederiz…
Saygılarımızla
Sirius UFO Uzay Bilimleri Araştırma Merkezi
|
|
|
Ölü bedenleri kullanan ve enkarne olan Dünya Dışı Varlıklar |
Yazar: Archilles - 11-06-2017, Saat: 21:53 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
|
Dünya dışı varlıkların aramıza karışmak istediklerinde farklı bir yola başvurdukları yönünde eğilimler var
Kısa süreli klinik ölümlerden yararlanan bazı "Dünya Dışı Türler" herhangi bir insanın ölüm anında ruh ve beden ilişkileri tamamiyle kopup beden tıbbi açıdan kesin olarak öldüğünde o bedene girip kişinin yeniden canlanmasını hayata dönmesini sağlıyorlar
Ünlü araştırmacı Brad Steiger "Star People" Yıldız İnsanları adlı eserinde bu konuyu incelemiş ona göre dış uzaydan gelen ziyaretçilerle insanlar arasında ruhsal bazı iletişimlerin kurulmasıda mümkün olabilmektedir
Steiger doğum yada enkarnasyon yoluyla dünyaya inen dünyada doğan ve bedenlenen uzaylıları sınıflandırmış ..
ona göre gelişim şu adımları izliyor...
Bu kişiler yeni bedende doğup daha önce hiçbir anıya sahip olmayan yeni bir beyinle yaşamaya başladıkları zaman başlangıçta özlerini hatırlamıyorlar geçmişteki tüm anıları ruhta gizli ancak ruhsal uyanmanın gerçekleşmesi için bazı şartlar gerekiyor Uzaysal kimliğini geride bırakıp dünyalı aileye dünya bedenine ve ortamına uyum sağlamaya çalışan ziyaretçi burada bazen büyük zorluklarla karşılaşabiliyorlar ..
Uyumsuzluk,yetişme çağında özellikle 13 ve 18 yaşları arasında bazı psikolojik problemler fobiler ruhsal ve doğa üstü konulara ilgi ,duyular dışı algıların çok gelişmiş biçimde kendini göstermesi telepati telekinezi şifa yeteneklerinin diğer kişilerden farklı ve baskın şekilde gerçekleşmesi vs.vs.
Dünyaya enkarne yoluyla gelen uzaylı insanların yaşam öyküleride birbirine çok benziyor Beş yaş civarında garip deneyimler yaşamaya başlıyor örneğin "Griler" tarafından sık sık ziyaret ediliyor
Bazen kendi geçirdikleri kaza sonucu ölümden dönüp ölüme yakın deneyimin beden dışına çıkmanın bu dünya ile farklı bir boyut arasında gidip gelmenin ne olduğunu öğreniyorlar "Griler" tarafından yapılan gece ziyaretleri ve diğer yanda yaşanan ölüme yakın deneyim kişide bilinç açılmasına veya ruhsal uyanmaya yardım ediyor
İngiliz ufo artaştırmacısı Jenny Randles farklı boyut ve gezegenlerden gelen ziyaretçilerin kendi misyonlarını gerçekleştirmek için burada bedenlendiklerini ve bir genetik program çerçevesinde melez ırkların üretildiğini açıklıyor
Jenny Randles toplumda aramıza karışıp bizlerden gibi rahatça hareket edip dolaşan iş yerlerinde çalışan uzaylıların varlığına inanıyor...
|
|
|
|