Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 837 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 837 Ziyaretçi

Son Aktiviteler
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 336
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 308
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,013
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,138
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,079
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,007
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,151
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,524
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,286
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,173

 
  DEJAVU VE PARALEL EVRENLER
Yazar: EvrimBilge - 10-06-2017, Saat: 19:41 - Forum: DEJAVU - Yorum Yok

Bu anı daha önce yaşamıştım… Buraya daha önce gelmiştim… Bu olayı rüyamda birebir görmüştüm… Bu cümleler sayısız insanın kullandığı sıra dışı bir olayı anlatır. Ve bu olaya Dejavu adı verilir. Sıra dışı olmasının nedeni bilimin bunu tam olarak açıklayamamış olmasındandır. Laboratuvar çalışmaları ve Beyin MR’ı ile yapılan incelemelerde, beynin önbellek ve uzun süreli belleği arasındaki kayıt alışverişi sırasında yaşanan mikro saniyelik gecikme olduğu söylenmiştir. Beynin sağ lobu ile sol lobu arasındaki bilgi, alışverişinin gecikmesi nedeniyle olduğu da iddia edilir.

Bazı epilepsi hastalarının kriz geçirmeden önce Dejavu hissi yaşamış olmaları diğer ilginç tespittir. Hatta bazı doktorlar sık Dejavu hissi yaşayanların sağlıksız olduğunu ve tıbba başvurmaları gerektiğini söyler. Lakin beyin dalgaları ile ilgili bilgilere baktığımızda ilginç bir gerçekle karşılaşırız. Durugörü, medyumluk, şifacılık gibi uygulamalar sırasında beyinden dağılan dalga boyları ile epilepsi krizi sırasında dağılan beyin dalgaları aynı frekanslardadır. Yoga ve pek çok İnisiyasyon uygulamasında deneysel olarak çalışan para psikologlar, Alfa dalga durumunun Telepati, Duru görü ve Kehanetlerle alakası olduğunu bilmektedirler. Bu dalgaların düzene konulması için önerilen çalışmaların başında ise nefes egzersizleri geliyor. Çünkü nefes egzersizleri ile beyin dalgaları değiştirilebilir ve yönetilebilir.

Bilimin klasik açıklamaları kimi ne kadar tatmin ediyor bilemem. Ama Dejavu örneklerini incelerken, bu açıklamalar anlık yaşanan Dejavu’ları açıklamaya belki yeterli olabilir. Buna karşın daha kapsamlı Dejavu örnekleri için yetersizdir bilimin izahları.

Şimdi bildiğimiz klasik bilgileri bir tarafa bırakıp zihnimizi özgürleştirelim ve Dejavu’ya başka açılardan bakmayı deneyelim. Bu açılar da yine bilimsel teorilere dayanıyor aslında. Tek farkı, bu teorilerin henüz klasik bilim bakışına sahip sabit fikirli diğer bilim adamları tarafından kabul edilmemiş olmasıdır. Bilim adamları arasında birbirini çekememe gerçeğinin herkese göre daha çok olduğunu da unutmadan ekleyelim.

Son yıllarda ortaya çıkan; Sicim teorisi, M Teorisi (Her şeyin Teorisi) ve Görelilik Teorisi ile Kuantum mekaniğini içine alarak birleşen yeni bakış açısına göre baktığımızda işler değişiyor. Bu birleşik teoriye göre bizim çok sayıda paralel evrenimiz ve bu paralel evrenlerde yaşayan diğer eşbenlerimiz var. Bu birleşik teoriye göre; evrendeki her şey titreşimlerden oluşuyor. Bu birleşik teoriye göre; atom altı parçacıklar evrenin her yerinde aynı anda bulunabiliyor. Bu birleşik teoriye göre; bu parçacıklar arasında telepati mevcut yani haberleşebiliyorlar. Bu teoriye göre biz, bir başka evrenin yansıma evreninde olabiliriz. Yine bu teoriye göre; zaman ve bilgi aynı anda bizim olduğumuz noktada zaten mevcut. Tıpkı gözümüzün ve kulağımızın görüp duyamadığı ses ve ışık dalgaları gibi… Yani üç boyutlu algılama kapasitemiz yanı başımızda duran bilgiyi ya da titreşimi alamıyor.

“The Fabric of The Cosmos” kitabının yazarı Brian Greene, sicimlere ait kanıtın kozmik mikrodalga fonda (gökyüzünün her yerinden görülebilen ışınım) bulunabileceğini düşünüyor. Greene, “Sicimlerin bize verdiği mesajı anlamayı öğrenmemiz gerekiyor” diyor.

Bu birleşik teoriyi anlayabilmek için sayfalar dolusu bilgi anlatmak gerekiyor. Bu kadar kalabalık bilgi ağının içinde beynin devreleri karışıp, içinden çıkılmaz hale gelebiliyor her şey. Bu yüzden meraklısına mutlaka Kuantum mekaniği, parçacık fiziği, uzay fiziği, paralel evrenler teorilerini ayrıntılarıyla incelemelerini öneriyorum ve Dejavu’yu bu bilgiler prizmasından geçirip biraz sadeleştirerek ele almak istiyorum. Özellikle paralel evrenlerimiz olduğunu düşündüğümüzde birçok şey için kendimize izahlar bulabiliyoruz.

Deja_Vu_by_destinysolo.jpg

Paralel Evrenler

Paralel evrenlerimizin hepsi aynı anda vardır. Buna rağmen biz içinde olduğumuzu sandığımız tek bir evrenimizdeki farkındalığımızı yaşarız. Potansiyel diğer evrenlerimizde yolculuk yapan diğer ben’lerimiz bize uyarı mesajları gönderebilir. Bu paralel evrenin birinci gerçeğidir, çünkü titreşim ve sicim teorisi ile fotonların haberleşmesi gerçeği bunu mümkün kılar.

Varlığımızın öz gücü, tüm paralel evrenlerimizdeki farkındalıklarımıza dağıtılarak kullanılır. Bu güç varlığımızın dalga formunda olan öz varlığımızın kullandığı güçtür. Yani her evrenimizdeki eşbenimiz, ana kaynaktan gelen bir güç kullanarak yaşar. Birden fazla eşbenin olması, her benin belli miktarda gücü olması demektir. Diğer evrenlerden bazılarının iptal edilmesi, var olan özgücün daha az sayıya bölünmesi demektir. İptal edebildiğimiz paralel evrenimiz için kullandığımız güçler tek bir evrende kullanılırsa o evrenimizdeki benimizin yetkileri çoğalır. Bazı insanlar bunu yapabilmiştir. O evrenler bazen erkli rüyalarda iptal edilir, bazen bilinçaltı zihin kayıtları temizlenerek iptal edilir. Yani bağlı olduğumuz geçmiş hikâyelerimizden özgürleşerek yaparız bunu. Bir takım çalışmalarla o paralel koridorumuza gideriz ve orada biriken enerji telciklerini geri alırız. Psikanaliz, hipnoz, Toltek özetlemesi ile yapılan şey tam da budur. Geçmişten gelen ve acısını çektiğimiz seçimlerimizin enerji kayıtlarını temizlemek bizi diğer paralel evrenlerimizden de özgürleştirir ve güçlendirir. Yani diğer bir paralel evrenimiz iptal etmiş oluruz. Kendi koridorumuzun içindeki güç yeterli duruma geldiğinde zamanın lineer çizgisinin büyülü tutukluluğundan kurtulabiliriz. Yanlara doğru dağılıp, diğer koridorlara akıp giden enerji tek bir koridor içerisinde toplandığında o koridor içerisindeki zamanı görme yeteneği artar.

Böylelikle ‘özben’e’ biraz daha yaklaşmış olan ben, zaman çarkının ortasında oturarak kendi bütün zamanlarını görebilir. Yani, gelen zamanı ve giden zamanı… Bu görme; bazen durugörü, bazen şifa, bazen rüya erki olarak kullanılır. Şifacıların, durugörücülerin, Rüyacıların yaptığı şey tam da budur… Artan bu erkin nasıl kullanacağına ben’in kendisi karar verir. Bu aşamada Ben ile Özben arasındaki bağlantı sağlamlaşmış, kuvvetlenmiş ve temizlenmiş olduğundan varlık kendi öz amacını daha iyi bilir ve anlar ve kendi öz amacına uygun çalışır ve yaşar. Bu çalışma sonrası bir koridor içinde yaşayan ben, Özbeni ile gitgide daha fazla yakınlaşır. Yolculuk öze doğru olmaya başlar. Vuslat denilen şey budur. Kavuşmak…

Zaman aslında bir çark gibidir, bizim zihnimizdeki boyut kapasitesiyle ancak buna benzetebiliriz. Bu çark aynı anda, sonsuz sayıda koridor içererek döner. Bu koridorların her biri bizim seçimlerimizin koridorlarıdır. En kuvvetli koridorlar önemli seçimlerimizi yaparak oluşturduğumuz koridorlardır. Evlilik, meslek, eğitim seçimleri gibi seçimlerimiz sırasındaki seçmediğimizi düşündüğümüz alternatif şıklar diğer en kuvvetli paralel evrenimizi oluşturur. Hayatımızdaki bu seçimleri yaparken hissederiz bu seçimlerin önemli birer köşe başı olduğunu… Hani böyle önemli her seçim sonrası aklımızın bir köşesinde kalır diğer seçenek ile ilgili duygularımız. İşte o duygular bir taraftan akmaya devam eder ve paralel diğer evrenimizi besler. Varlığımızın içinden akıp giden o enerji, yürüdüğümüzü sandığımız evrenimizin içindeki ben’i zayıflatır. Geçmiş hikâyelerimizin duygu kayıtlarını temizlemek bu nedenle bizi güçlendirir. Hayatımız boyu kaç önemli seçim yaparız, bir düşünsek. Şu cümle çok şey anlatıyor:

“Kuantum evreninde ne zaman bir seçim yapılsa bir evren daha doğar”
Asıl olan öz varlık zaman çarkının çarkın ortasında oturur ve bütün koridorları görür. Yani onun için her şey ŞİMDİ’ dir. Bütün koridorlarda dolaşan sayısız eşben vardır. Ama o benler sadece kendi koridorunun içini görür. Yani kendi lineer zamanını… Özbeniyle irtibat kurabilen eşbenlerden herhangi birisi böyle bir gerçeğin farkına vardığında bu bilgiyi kullanabilir. Kullanmak için seçenekleri vardır.

1- Tüm eşbenlerini aynı tek koridora toplamak,

2- Evrenleri arasında geçiş yapabilmek,

3- Diğer eşbenlerinden mesaj almak,

4- Özbeninden mesaj almak…

Benliğimizde çeşitli yetkide direksiyonlar vardır. Biz arabamızın tek olduğunu ve düz bir yolda gittiğimizi sanırız. Direksiyona sıkıca hâkim olduğumuzu düşünürken asıl direksiyonun hangi elimizde olduğunun gerçek farkındalığını yakalarsak elbette bilinçli ve gerçek seçimi yaparız. Gerçek direksiyonun hangisi olduğunu anladığımız an büyülüdür, anlatılamaz, ancak yaşanır. Bu büyüyü yaşamak için varlığımız olduğunu sandığımız tüm şeylerden özgür olmak şartı vardır. İsmimiz, cismimiz, kütlemiz, malımız, mülkümüz, zincirlerimiz, sevgilerimiz, düşkünlüklerimiz vs vs sonsuz sayıda bizi biz yapan ŞEY vardır. Kolay değildir HİÇ olmak…

Bu arada bu HİÇ olma halinin sürekli olmasına gerek de yoktur, bu da işin kolaylaştırıcı yanıdır. Bir saniyeliğine bile bunu yakalayıp kullanabilen çok şey yapabilir. Çünkü o bir saniye, bizim ölçüp biçtiğimiz bir saniyenin yetkilerinden çok daha fazlasına sahiptir ve zaman kanunları bunu açıklamaya yeterlidir.

Aslında birçok insan bu geçişleri yaşıyor, farkında değil. Matrix filminde ilginç bir sahne vardı, hatırlayalım. Trinity ve Neo kaçıyorlardı. Merdivenlerden çıkarken Trinity bir kedinin geçişini gördü. Trinity, bu kedinin geçişini ikinciye gördüğünün farkına varıp; “Bir şeyleri değiştirdiler acele edelim” diye bağırıyordu. İşte o değişim dediği şey bir geçiştir… Geçiş sırasında üst üste bindirilemeyen bir yaşam karesi iki kez görülür. (Dejavu’ların bir kısmı budur) Filmde değişimi yapan Matrix’tir. Matrix denilen ana kaynak program; Özben’e denk bir yapıdır. (Bu arada Kurandaki Rab kelimesi ile Matrix kelimesi aynı anlamdadır.) Farkında olmadan yapılan geçişler; Özbenin (ana program) müdahalesi ile yapılan geçişlerdir.

Anlık hissedişler dışında uzun sürelerle tanımlanan Dejavu’lar vardır. Örnek olarak benim hem de bugün yaşadığım bir olayı anlatmak istiyorum. Üç gündür gözümün önüne gelip duran bir mekân görüyordum. Beyaz ve metalik gri tonlarında döşenmiş, beyaz jaluzi storları olan geniş bir salon ve bir çok odası olan bir işyeri idi gördüğüm yer. Bugün bir arkadaşımın bir işyeri açtığını bir diğer arkadaşımdan duyunca, gözümün önünde birkaç gündür duran manzarayı hatırlayıp kendisine tarif ettirdim, acaba gördüğüm yer orası mı diye. Tarifi sonunda yanıldığımı düşündüm çünkü benim gördüğüm işyeri değildi. Derken aynı gün diğer bir arkadaşımla iş görüşmesi yapmak için yola çıktım. Oradan da başka bir arkadaşımı yeni taşındığı başka bir işyerinde ziyaret etmek için uğradım. İşyeri yeni hazırlanmış ve döşenmişti. Ben de hayırlı olsun ziyaretine gitmiştim kendisine. Kapıyı bana açtığında çığlık attım çünkü üç gündür sürekli gözümüm önüne gelip duran manzaranın tıpatıp aynısıydı. Bu yeni yer hakkında kendisiyle de tek bir kelime bile konuşmamıştık şimdiye kadar. Bu yaşadığımı bana bir bilim adamı hangi teoriyle açıklayacak merak ediyorum. Bu olay için, anlık hafızanın gecikmeli kaydı diyebilir mi acaba? Ya da şizofreni… Diyemez, çünkü bu olay anlık değil üç dört günde yaşanan bir deneyimdir. Hem de kanıtlarıyla, tanıklarıyla. Çünkü ben ilk konuştuğum arkadaşıma gördüğüm yeri ayrıntılarıyla anlatmıştım. Koltuklar beyaz, duvarda gri metalik tuğlalar, camda ise beyaz storları var, bir sürü de oda var demiştim. Bu deneyim bir anlık değil, uzun bir süre içeren bir Dejavu ’dur ve bana kendi eşbenimden hem de rüyada değil, güpegündüz uyanıkken gelen bir mesajdır bana göre…

Benim gibi bu tür olayları yaşayanlar, bilimin yetersiz eski açıklamalarının doğru olmadığını iyi biliyorlar. Çünkü yaşadıklarının daha kapsamlı gerçekleri içerdiğinin farkındalar. Ve bu gerçekler, yanı başımızda duran ama çoğunlukla göremediğimiz kendi gerçeklerimizdir.

indigo Dergisi

Bu konuyu yazdır

  SAĞLIKLI RUHSAL YAŞAM İÇİN 11 PRATİK ÇÖZÜM
Yazar: EvrimBilge - 10-06-2017, Saat: 17:58 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Hızlı yaşamın getirisi olarak hepimiz çevremizde daha pratik çözümler arıyoruz. Bunun için hazır gıdalar, kullan at eşyalar, pratik yöntemler deniyoruz. Bu hızlı ve yoğun tempoya rağmen hepimiz bu koşuşturma içerisinde ruhsal dünyamız ile barışık yaşamak istiyoruz.

Negatif enerjilerden uzak durmak, enerji bedenlerimizi korumak ve ruhsal, fiziksel, zihinsel ve duygusal olarak da sağlıklı olmak istiyoruz. Bunlar içinde pratik çözümler arıyoruz. Eskiler bu konuda çok basit ama etkili bazı yöntemler geliştirmişlerdir.

saglikli-bir-ruhsal-yasam-icin-pratik-sp...zumler.jpg

Negatif ve artık enerjilerden kurtulmak

Hepimiz iş, okul veya sosyal yaşamımızda birçok insan ile içli dışlı oluyoruz. Haliyle auralarımız arasında sürekli ve hızlı bir enerji alışverişinde bulunuyoruz. En nihayetinde eve geldiğimizde kendimizi yorgun ve bitkin hissediyoruz. Hiç fark ettiniz mi, neden bazen fiziksel olarak çok hareket etmesek da kendimizi yorgun hissediyoruz? Bunun çevre kirliliği, gürültü vb. gibi nedenlerinin ötesinde bir diğer sebebi, üzerimizde var olan negatif ve artık enerjilerdir ve eskilerin bu konuda bize çok önemli önerileri vardır;

Adaçayı: Adaçayı çok eski zamanlardan beridir arındırmak için kullanılır. Kızılderililer adaçayının Yüce Ruh’un insanlara verdiği bir hediye olarak görürlerdi. Negatif enerjiyi nötrleyerek hem koruyucu hem de rahatlatıcı bir etkisi vardır. Eskiden adaçayını tütsüleyerek auralar ve evler temizlenirdi. Haliyle hala daha spiritüel olarak en çok kullanılan yöntemlerden biridir. Yapmanız gereken bir tabaktakurutulmuş adaçayını yakmak ve bunla auranızı “yıkamaktır.” Adaçayı dumanı auranızı temizleyecek ve sizi arındıracaktır. Ayrıca evinizdeki negatif enerjiyi ve nazarı yok etmek içinde düzenli olarak adaçayı ile evinizi tütsüleyebilirsiniz ama burada önemli nokta her tütsüleme sonrası camı açarak temiz havanın içeri girmesidir.

Tuz ve Tuz Banyosu: Tuz bilinen en eski koruyucu ve negatif enerjiyi toplayıcıdır. Eskiden yemeklere tuzun konmasının sebebi tat vermesi değil, yemeklere karıştırılmış büyülerin veya negatif etkilerin yok edilmesiydi. Bunun için genellikle doğal olana deniz tuzu kullanmanızı öneririm. Evinizde ve odanızda bir tabak içine biraz tuz koymanız evde ki negatif enerjiyi toplayacaktır. Ayrıca daha pratik bir yöntem olarak eve geldiğinizde bir leğende ılık bir suda bolca deniz tuzu çözündürdükten sonra ayaklarınız bu tuzlu suya sokmanızdır. Bu noktada tuz ayaklarınızdan vücunuzdaki bütün negatif ve artık enerjiyi toplayacak ve sizi topraklayarak rahatlatacaktır. Bunun yanı sıra banyo suyunuza bolca tuz ve biraz adaçayı yaprakları koyup bu suyla banyo yapabilirsiniz.

Ametist: Ametist doğal bir arındırıcı ve dönüştürücüdür. Evdeki veya auranızdaki negatif enerjiyi pozitif enerjiye dönüştürür. Bu açıdan evinizde büyük bir ametist bulundurmanızda fayda var. Ayrıca yoğun geçeceğiniz günlerde ametist kolye takarak daha hazırlıklı olarak hayata atılabilirsiniz

Hızlı topraklanma tekniği: Bu teknik çok hızlı bir şekilde topraklanmanızı sağlar. Bu sayede üzerinizdeki fazla ve artık enerjiyi toprağa verirsiniz. Özellikle meditasyonlardan sonra topraklanma meditasyonu için fazla zamanınız yoksa hemen parmaklarınızı aralayarak parmak uçlarınızı yere dokundurun ve bir müddet derin nefes alıp vererek parmak uçlarınızdan fazla enerjiyi toprağa boşaltın.

İstenmeyen enerji alanları, radyasyon ve elektromanyetik alanlar

Bazı enerji alanları ve yoğun elektromanyetik alanlar enerji bedenlerimizde bazı sorunlara yol açabilmektedirler. İstenmeyen bu frekanslar bizim auramızda dengesizliklere yol açabilir ve bu da bizde uzun süreli rahatsızlıklara neden olabilir. Bundan korunmanın temel yolu güçlü bir auradır. Auramızın temel amacı zaten bizi bu tür istenmeyen enerji alanlarından korumaktır. Düzenli yapacağınız pratikler ve bazı özel kristallerle auranızı destekleyip güçlendirebilirsiniz. Kuvars kristali veya obsidyan taşı auranızı destekleyerek bu tür enerji alanlarına karşı koruyucu etki gösterir. Ayrıca günlük olarak auranızı güçlendirme meditasyonu yaparak güne başlarsanız, bu tür etkilerden daha az etkilenirsiniz.

Sabah kalktıktan sonra camı açın, havayı derin derin içinize çekin ve güneşe doğru yüzünüzü dönerek güneşin enerjisini soluyun. Nefes alırken güneşin enerjisini de çektiğinizi imgeleyin ve güneşin enerjisini solar pleksus çakranıza çekin ve burada depolayın. Sonra Nefes verirken yavaşça solar pleksus (mide) çakrasından güneşin enerjisinin tüm vücudunuza ve auranıza nasıl yayıldığını görün. Bunu üçer kez tekrarlayarak güneşin enerjisiyle auranızı destekleyin.

Güneş çok güçlü bir enerji kaynağıdır ve yaşam enerjisi tedarik eder. Bu yaşam enerjisi eski kültürlerde solar enerji olarak nitelendirilmektedir. Kişiyi güçlü ve yaşam dolu kılar. Eril enerjinin yaratımını ve gücünü taşır. (Karşıtı size sezgisel-büyüsel enerji diye tabir edilen lunar enerji yani ayın enerjisidir.) Bu şekilde sağlam bir şekilde güne başlayabilirsiniz. Eğer kristal kullanıyorsanız, kristalleri tuzlu suda ara ara temizlemeyi unutmayın.

Toprak anadan uzakta kalmak

Bizler ağaç misali, gök ile yerin evliliğinden doğmuş çocuklarız. Gök baba, yer ana tabiri de tam olarak buradan öte gelir. Yerden aldığımız enerji kök çakrayı besleyerek bizim hayatta daha güçlü durmamızı sağlar. Bereketi bolluğu ve dinginliği getirir. Ama her tarafın beton olması, toprakla temas alanlarının azalması ve yüksek binalarda oturmamız bu bağı zayıflatarak, topraktan enerji almamızı engeller Bu da kök çakranın fazla güçlenmemesine ve genel olarak depresyon, umutsuzluk, ilham azlığı, yaratıcılıkta sınırlanma, bereketsizlik, maymun iştahlılık ve benzeri birçok sorunu yanında getirir. Her ne kadar topraktan uzak kalsak da, toprağa hala bağlı olduğumuz su götürmez bir gerçektir. Haliyle yine de topraktan enerji çekme ve topraklanma çalışmaları ile toprakla olan bağımızı spiritüel anlamda güçlendirebiliriz.

Günümüzde insanların çoğu toprak enerjisini ayak bileklerine kadar çekebilirler. Düzenli topraktan enerji çekme meditasyonuyla bunu arttırabilirsiniz. Öncelikle rahatça ve dik oturun. Ayaklarınız yere sağlam bassın. Derin derin nefes alın ve verin. Bu sırada nefes alırken ışıktan köklerin ayaklarınızın tabanından yerin altına, magmaya kadar uzandığını imgeleyin. Ayaklarınızın tabanı dışında, kök çakradan ve kuyruk sokumu bölgesinden de köklerin çıktığını imgelemeye başlayın. Böylelikle ayak tabanlarınızdan, kök çakradan ve kuyruk sokumundan ışıktan köklerle dünyaya bağlandınız. O bağı hissedin. Önce derin nefes alın ve nefes verdiğinizde vücudunuzdaki gri-siyah benekler ya da dumansı şekilde olan tüm negatif enerjiyi magmaya kadar gönderin.

Bunu bir müddet yapıp topraklandıktan sonra şimdi dünyadan enerji çekin. Bunun için önce dilinizi damağınıza götürün (ama kendinizi kasmayın rahat bırakın) soluk alırken ayak tabanlarınızdan mavi bir enerjiyi yavaşça çekmeye başlayın. Her nefes alışınızda mavi enerji vücudunuza, hücrelerinize doğru aksın. Bu noktada sürekli meditasyon yaptığınızda yer enerjisini hissetmeye başlayacaksınız. Bu enerji dişil bir enerjidir bu yüzden soğuk-serin ve ferah bir enerji olarak hissedilir (Hatta kışın sizi üşütebilir). Taç çakranıza kadar bu enerjiyi çektikten sonra vücudunuzdan auranıza yayın ve yavaşça çalışmayı bitirin. Yoğun bir enerjidir, gece yaparsanız sabah kalkmakta zorlanabilirsiniz. Sabahları yapmanızı tavsiye ederim.

Evin ruhsal temizliği ve korunma

Her nasıl düzenli olarak fiziksel kirler için temizlik yapıyorsak aynı şekilde ruhsal olarak da ev temizliği yapmamız şarttır. Adaçayı ile tütsülemek ve bu sırada ışıkla imgeleyerek evi yıkayarak temizlemek yöntemlerden biridir. Bir diğer yöntem ise temizlik suyudur.

Temizleme Suyu; Bunun için saf ve içilebilir suya bolca deniz tuzu, biraz adaçayı yaprağı, çok az sarımsak, biraz melekotu kökü, karanfil, defne, kekik ve bulabilirseniz mürver ve şakayık otu koyun.  Ardından bunları kaynatın, kaynarken bembeyaz arındıcı ve güçlü bir ışıkla suyu yıkayın, kutsayın. Suyun bilincine arındırma görevini yükleyin. Bunun için beyaz ışıkla yıkarken küçük bir niyet edin. Bu niyet “Su, koruyucu bitkilerin özleriyle bütünleşiyor ve evimi, beni, ailemi arındırıyor ve her türlü kötülüğe karşı koruyor” gibi bir şey olabilir. Biraz kaynadıktan sonra suyu süzün ve içerisine sirke koyun ve böylece temizleme suyunuz hazır olacaktır. Ardından evi temizleyeceğiniz suya biraz bu hazırladığınız sudan koyarak evi temizleyin. Evi fiziksel olarak temizlerken aynı zamanda ruhsal olarak da temizlemiş olacaksınız.

Kavanozlar, Keseler; Her ne kadar artık kullanılmasa da eskilerin en çok kullandığı yöntemlerden biri odalarda özel kavanozlar ve keseler bulundurmaktı. İlginçtir ki bu eski yöntemlerde belli bir formülasyon yoktur. Sadece temel olarak tuz konulurdu. Temel mantığı; “Sizin için korunma neyi sembol ediyorsa, ondan yararlanın” dır. Haliyle kavanozlara ve keselere temel olarak tuz ve sonrada kişinin bilinçaltında korunmayı ne sembolize ediyorsa o konulurdu. Bazen kadınlar ormana çıkar ve mesela korunma için mavi veya evlerinde bereket istiyorlarsa yeşil ya da mutlu bir evlilik için kırmızı çeşitli çiçekleri toplarlar ve kavanoz veya keseyi öyle doldururlardı.

Korunmak için kavanoz yapmak istiyorsanız önce şunu kendinize sormalısınız. Benim için korunma neyi sembolize ediliyor? Eski inanışlara göre ayna var olan enerjiyi yansıtma özelliği taşımaktadır, eğer sizin içinde geçerliyse bu yüzden kavanoza ayna veya yine korunmayı sembolize eden eğik çiviler koyabilirsiniz. Veya evinizde bulduğunuz küçük eşyalar, doğadan içinize sinen bitkilerle kavanoz veya kese hazırlanabilir. Eğer bu evi korumak için ise genelde her yıl yenilenmesi gerekmektedir. Daha ileri boyuta taşımak isterseniz kavanoza doldurduğunuz suya biraz çivit atarak, korunmanın rengi olan mavi rengi sağlayabilirisiniz. Yada kavanozunuzu maviye boyayabilir ve üzerlerine size göre korunmayı sembolize eden şekiller çizebilirsiniz. Ardından kavanozu evin bir köşesine saklayın. Yine kesenin mantığı da aynıdır, korunmak için mavi bezden bir kese yapılır ve içine tuz ile istenen eşyalar-bitkiler doldurularak evin girişine asılırdı.

Çevre etkileri

Hızlı yaşam sürecinde bizi ruhsal olarak etkileyen en önemli konu insan ilişkileridir. Yukarıda da insanların auralarıyla nasıl iletişim halinde olduğumuzdan bahsetmiştik. Bu tür enerji artıkları yetmezmiş gibi bir de gün içinde negatif saldırılar, istenmeyen olumsuz enerji bağları ve başkalarının enerjilerini sömüren psişik vampirler vardır. Psişik vampirlerin çoğu psişik vampir olduğunun farkında değildir. Bu insanların bazı olumsuz yaşanmışlıklardan dolayı auraları yeterince enerji üretemezler ve oluşan almaçlarla başkalarının auralarına saldırılarda, tacizlerde bulunurlar ve bu auralara girerek oradaki enerjiyi emerler. Bu çok tehlikeli bir durumdur. Bu konuyu detaylı araştırmak isteyenlere; “Enerjimizi çeken insanlar” (Sınır ötesi yayınları) isimli kitabı öneririm.

Bu tür negatif ataklar, artık enerjiler ve psişik vampirlerden pratik en iyi korunmanın yöntemi yanımızda lavanta kolonyası taşımaktır. Lavanta bitkisi ruhsal olarak arındırıcı ve temizleyici bir bitkidir. Bundan elde edilen kolonya güçlü bir arındırcı olarak kullanılır. İnsanlarla etkileşime girdikten sonra lavanta kolonyası ile özellikler ellerinizi ve yüzünüzü ovalayın. Ayrıca negatif enerjiden korunmak için turkuaz taşı da takabilirsiniz. Lakin turkuaz taşını düzenli temizlemezseniz yakın bir zamanda çatlamasına ya da kaybolmasına şahit olabilirsiniz.

Eğer psişik vampir olduğunu düşündüğünüz biri varsa, o kişiyle çok fazla göz teması kurmayın. Beyaz-mavi bir ışıkla hemen auranızı korumaya alın ve irtibat sonrası bol suyla yüzünüzü ve ellerinizi bileklerinize kadar yıkayın.

Bu tür psişik saldırılar dışında bir de günlük kavgalar ve atışmalar vardır. Kavga sırasında iki kişi arasında olumsuz bir bağ oluşur ve bu kişinin enerjisini tüketir. Fark ederseniz kavga sırasında ilk olarak yoğunluk hissettiğiniz alan mide bölgesidir. Çünkü dünyevi bağlar burada ki solar pleksus çakrasından yapılır. Böyle bir kavga içerisinde bulunduğunuzda karşıdakiyle olumsuz bağ kurmamak ve kişinin size gönderdiği negatif enerjilerden korunmak için hemen bir elinizle mide ve göbek deliğinizi kapatın, orayı ışıkla sarın. Bu şekilde kavga sırasında olabildiğince az etkileneceksiniz. Karşıdakini veya böyle bir ortamı sakinleştirmek için de etrafı önce pembe bir enerji bulutuyla sarın ardından, mavi enerji yağmuruyla huzuru etrafa yayın.

Bu tür kavgalı ve yoğun günün ardından muhakkak bu kişilere affetme meditasyonları yapın.

Sağlıksız gıdalar

Eskilerin dediği gibi “Ne yiyorsak oyuzdur.”Maalesef günlük hayatta hem fiziksel hem de ruhsal olarak pek sağlıklı beslenmemekteyiz. Yediğimiz gıdaların en küçük yapı birimlerine kadar vücut tarafından katalizlenmesi ve sonra bu katalizlenen küçük yapılı birimlerden daha büyük hayati önem taşıyan enzimler hormonlar yapılmaktadır.

Aynı bu fiziksel etki gibi yiyeceklerin ruhsal boyutları vardır ve bunların bizim enerji bedenlerimize etkisi yadsınamayacak kadar çoktur. Bilhassa et ürünleri yoğun bir negatif enerjiye sahiptir. Bunun temel sebebi hayvanların ölürken yaydıkları ölüme bağlı yoğun enerjidir. Bu enerji etin ruhsal eterik bedenine işler ve biz eti tükettiğimizde bu yoğun ölüm enerjisi bizim ruhsal boyutumuza yansır. Bu aynı toksik bir yem ile beslenen hayvanların, bu toksik maddelerin ette ve bilhassa karaciğerde depolanması ve oradan bize aktarılmasına benzetilebilir. Ayrıca etin bağırsakta sindirilmesi işlemi de zor olduğu için vücut daha fazla enerji harcar. İşte bu noktada eskilerin birçoğu et yemeyi bırakarak vejetaryen bir hayat sürdürmeye niyetlenmiştir.

Bunun yanı sıra bir kesim ise etin hayati önemini vurgulayarak et ve hayvani ürünleri hayatımızdan çıkarmamız gerektiğini savunurlar. Haklı olarak bir insan için gerekli tüm protein kaynakları et ve hayvani gıdalarda mevcuttur. Et, süt, yumurta bunlar protein açısından çok zengindirler ve soya ile birkaç spesifik bitki dışında hiçbir bitkisel kaynak tam olarak protein ihtiyacınızı karşılamaz. Zaten protein kaynağı olarak et ve hayvani ürünler referans alınır. Bitkiler eksik-yarım protein olarak değerlendirilir ve protein faydaları kombine kullanılmadığı dışında çok düşüktür Ayrıca vitamin, mineral ve esansiyel yağ alımı açısından da et çok önemlidir. Özellikle hepimizin bildiği B12 vitamini bu açıdan elzemdir ve ya balıktan alınan omega da bir o kadar hayati işlevlerimiz için önemlidir.

Bu noktada bazı kişiler, eti veya bu tür sağlıksız gıdaları hayatımızdan çıkarmadan, şifalandırarak tüketebileceğimizi düşünmektedirler.

İnsanoğlu yıkmak kadar bir şeyi yapmaya ve düzeltmeye de muktedirdir. Haliyle bu tür sağlıksız gıdalar yoğun enerji yüklemeleri ile daha sağlıklı hale getirilebilir. Kaldı ki yapılan çalışmalarda pis ve çamurlu suların sırf meditasyon teknikleriyle daha temiz hale dönüştürüldüğü veya kutsanmış suların uzun yıllar yosun tutmadığı bilinmektedir.

İnsan zihni, yoğun niyetle, var olan gıdadaki bu olumsuz enerjiyi olumluya çevirerek, hem fiziksel hem ruhsal olarak daha sağlıklı kalmayı başarabilir. Bu yöntem gayet basittir. Önünüzdeki gıdanın üstünde elinizi tutun ve yine beyaz arındırıcı bir ışıkla gıdayı sarın ardından içinizden güçlü ve inanarak tüm iradenizle şu niyeti edin: “Işık ile gıdadaki olumsuz enerjileri şifalandırıyorum ve gıdanın titreşim seviyesini kendi titreşim seviyeme yükseltiyorum ve sadece gıdadan vücudumun-ruhumun yararına olanları kabul ediyorum”.

Benim bu noktada görüşüm etin tamamen hayattan çıkarılmaması ama et tüketiminin azaltılmasıdır. Buna nazaran hayvani ürünler (süt, yumurta vb.) ve bunların yan ürünleri (yoğurt, ayran vb.) protein kaynağı almak için zaten yeterli olacaktır. Ayrıca yukarıdaki yöntemle gıdaların olumsuz enerjisini olumluya çevirerek tüketebilirsiniz.

Madde ile mana arasında

Uzun bir günün ardından koltuğumuza uzanıp şöyle bir kendimizi gözlemleyelim. Zihnimizi ve mantıksal yargılarımızı rafa kaldırıp, ruhumuzu ve vücudumuzu dinleyelim. Birçoğumuz bu dinleme sürecinde ruhtan ve onun yansıması olan bedenden çok şikâyet duyacaktır. Hayat madde ile maneviyatın içe içe geçtiği bir süreçtir. Maddi dünya ile manevi dünya iki ayrı dünya değillerdir, tam tersine iç içedirler. Biz de bu ikisi arasında bir etkileşimde bulunuruz. Fiziksel- zihinsel bir yaşam ile iletişim dışında, aynı zamanda sürekli ruhsal bir iletişim ve yaşam içerisinde bulunuruz. İşte bu yüzden eskilerden günümüze bu teknikler günlük hayata uyarlanmış ve alışkanlıkların bir parçası haline gelmiştir.

Nasıl ki akşam yatmadan önce dişlerimizi fırçalıyorsak aynı şekilde yatmadan önce hafif bir meditasyon ve topraklanma ile üzerimizdeki fazlalıklardan hem zihinsel hem de ruhsal olarak arınmalıyız. Veya sabah işe giderken nasıl banyo yapıyor ve kahvaltı yaparak enerji toplamaya çalışıyorsak aynı zamanda güneşe selam verip, enerjimizi yükseltip güne öyle başlamalıyız. İşte bu iki taraflı denge, bizi hayat içerisinde daha sakin, huzurlu ve başarılı kılacaktır. Her daim iki dünyayı aynı anda yaşadığımız unutulmamalı ve günlük fiziksel alışkanlarımızın yanında günlük ruhsal alışkanlıklara da yer vermeliyiz. Böylece dengeli ve ruhsal olarak sağlıklı bir yaşam sürdürebiliriz.

Bu konuyu yazdır

  HİÇ BİTMEYEN YOL: RUHA YOLCULUK
Yazar: EvrimBilge - 10-06-2017, Saat: 17:41 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Yol seni çağırıyor! Ne kadar uzağa gidersen şu anki hayatından, o kadar ulaşabilirsin iç dünyana. Yol aldıkça, aktıkça zaman, kendini bıraktıkça bir yaprak misali hareketsiz suya, o kadar görebilirsin içindeki seni…

Yola çıkma zamanıdır şimdi. Gideceğin yol ruhuna, gerçekliğine yapacağın yolculuktur. Keşfetmek başka diyarları, başka iklimleri ve insanları; kendinden parçalar bulmak ve o parçalarla kendini tamamlamak demektir.

Yola çıktığında göreceksin yalnız olmadığını, herkesin de sen gibi yol aldığını; aynı ama bir o kadar da farklı olan parçalarını tamamlamaya çalıştıklarını…

ruha-yolculuk.jpg

Yoldayken hiçbir şeyin tesadüften ibaret olmadığını fark edeceksin. Karşılaştığın her şeyin ilahi bir güce hizmet ettiğini, sen yolda iken görünen herkesin karşılaştığın her olayın belli bir amaç uğruna karşına çıktığını anlayacaksın. İşaretleri izlemeyi öğrenecek, başına gelenlerden dersler çıkarmaya başlayacaksın.

Seninle birlikte o yolda yürüyen diğerleri olacak. O diğerleri, senin yol arkadaşlarına dönüşecek; senin kendinde birleştirmen gerekenleri bulabilmen konusunda sana yardımcı olacaklar. Sonra zaman gelecek seni terk edecekler. Sessizce geldikleri gibi daha da sessizce gidecekler. Tam da sen alışmışken, güvende hissetmişken kendini, seni bir başına bırakacaklar.

Onların seni yalnız bırakmalarına üzülme, sinirlenme. Aksine teşekkür et! Bil ki kendi tamamlanmışlığın, ancak tek başına gerçekleştirebileceğin bir durumdur. Unutma ki; yol arkadaşların da kendilerini tamamlasınlar diye ilahi güç tarafından sen onların karşılarına çıkarıldın ve senin de görevin sonlandı. Bu gerçeği kabul edip, geride kalmayıp ya da olduğun yerde beklemeyip yoluna devam etmelisin.

Nasıl ki yola çıkarken çantana koyduğun fazlalıklarla, ağırlıklar seni yavaşlatıyorsa, yerinde saymana sebebiyet veriyorsa; yol arkadaşlarının varlıklarını bırakmamış olmak da ruhunda aynı yükü barındırmana sebep olacaktır. Onlara seninle birlikte yürüdükleri için, parçalarını birleştirmen konusunda sana yol gösterici olup destekledikleri için teşekkür et, içten sevgini ilet ve yoluna devam et. Bunu yapmak sana hız kazandıracak, kalbindeki fazlalıklardan kurtulmanı sağlayacaktır.

Ruhuna yaptığın yolculuk hiç bitmeyen bir yolculuktur

Bilmelisin ki ruhuna yaptığın yolculuk, hiç bitmeyen bir yolculuktur. Varılan yer, sen her vardığında sana yeni bir yol yaratacak. Sen ise varılacak yere, gittiğin mesafeye, ne kadar gittiğine ya da gideceğine odaklanmak yerine, yürüdüğün yolda karşılaştıkların ile ilgilen.

Yolun üzerinde olumlu ya da olumsuz karşına çıkan her güzellik ya da her kötülük ile nasıl baş ettiğine odaklan. Bırak yol sana rağmen, seninle birlikte aksın. Gittiğin yol, yol arkadaşın olsun ve bir gün durmaya karar verirsen şayet; bu, vazgeçtiğin ya da pes ettiğin için değil; yeni yollar, yeni diyarlar keşfetmeye karar verdiğin için olsun.

Yola çıkarken neydi niyetin? Değişmek mi istiyordun? Sanmam ama bu yol değiştiriyor, yol aldıkça insanı… Peki ya içindeki gizemleri mi keşfetmekti? Belki de… Bu yol gizemin kendi içinde gizli olduğunu gösterecektir sana. Bu yol belki de ne zamandır hayalini kurduğun yazgına seni götürecektir.

Bu yol senin yeniden doğuşunun hikâyesini anlatacağın yol olacaktır. Şimdi hazırsan başlamalısın. Aramıza hoş geldin yolcu…

Bu konuyu yazdır

  HAYATINIZI DEĞİŞTİRECEK AFFORMASYONLARI (OLUMLAMA) YARATMANIN 4 ADIMI!
Yazar: Spiritüeller - 09-06-2017, Saat: 23:35 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM - Yorum Yok

1. Adım: Hayatınızda olmasını istediğiniz şeyi kendinize sorun ..
Daha önce bir hedefiniz varsa onu da hedefinizi kullanabilirsiniz.
Diyelim kilo vermek istiyorsunuz ve affirmasyonunuz “ben kolayca ve sağlıklı olarak ayda 5 kilo veriyorum” olsun...

2. Adım : Şimdi gerçekmiş gibi düşündüğünüz ve istediğiniz şey için bir soru yaratın .. İstediğinizi şeyin doğru olduğunu farz ettiğiniz bir soru yaratmak afformasyonların anahtarıdır. 

Hayatımız yaptığımız varsayımların yansımasıdır. Bu nedenle afformasyon metodu içinizdeki dünya ile iletişiminizdir. Afformasyonlar içinizdeki dünya ve dışınızdaki dünya ile iletişimizi hemen değiştiren gördüğüm en etkili yöntemdir. Şimdi afformasyonumuzu söyleyelim “Neden bu kadar kolay ve sağlıklı olarak ayda 5 kilo veriyorum.” 

Happy-Day.jpg

3. Adım : Soruya odaklanın
Afformasyonların önemli noktası sorulara cevap aramamaktır. Bunun yerine daha iyi sorular sormaktır.Daha iyi sorular sorduğunuzda zihniniz otomatik olarak sahip olmadıklarınız yerine sahip olduklarınıza odaklanır..
Bir kere kolay ve sağlıklı olarak kilo vermeye odaklandığınızda kendiliğinden yemenize dikkat edeceksiniz.

4. Adım: Hayatınızın bu yeni varsayımına göre yeni eylemler yapmalısınız.
Daha önce kilo verme programlarını uyguladığınızda bilinçaltınız bunun olacağını varsaymıyordu ve öyle oluyordu. Ama afformasyon metodunu uygulamaya başladığınızda göreceksiniz bilinçaltınız kilo vermeyi varsaymaya başlayacak ve siz yeni eylem programı yapacaksınız. 

En az önümüzdeki 21 gün boyunca her sabah uyandığınızda kendinize değişik türde sorular sormalısınız ve yatmadan önce ve gün boyunca aklınıza geldiğinde bu soruları kendinize sormaya devam edin.

Bu konuyu yazdır

  FİZİK BEDENİ IŞIK BEDENE DÖNÜŞTÜRMEK
Yazar: Spiritüeller - 09-06-2017, Saat: 23:27 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Fizik bedenimiz, Tanrı’nın yarattığı ve ruhunuzun bedenlenmeden (enkarne olmadan) önce seçtiği kutsal bir amacı gerçekleştirmek için fizik maddeyle birleşmiş olan ışığın kutsal bir enstrümanıdır. Günlük hayatınız belki size dünyasal geliyor olabilir, ilahi ruhun yolunda çok küçük bir yeri var zannedebilirsiniz olağan hayatınızın; ama bir gün anlayışlarınızın üzerindeki bu örtü kalkacak ve ruhunuzun yayınının ve güzelliğinin olanca ihtişamını Tanrı’nın bir çocuğu olarak görecek ve derinden hissedeceksiniz. 

Bu farkındalık hali ilahi doğanızdan gelerek tezahür ettiğinde, geçmişteki Tanrı Sevgisi’yle uyumsuz olan eylemlerinize bakıp utanç ve vicdan azabı hissetmeye de başlayabilirsiniz. İşte bu, kalbinizi daha da açarak gerçek duygularınızı hissedebilmeye başlamanızın, şifa ve affedilme için dua etmenizin zamanının geldiğini gösterir. Kim olduğunuza dair gerçeği gördükçe ve hissettikçe, içinizdeki ışık açığa çıkacak, acınızı dindirecek ve Tanrı Sevgisi’yle uyumsuz olan eylemlerimizle yaratabildiğimiz negatiflik döngüsünden bizi kurtaracaktır.

Spiritual-Images.jpg

Bugün, Dünya Gezegeni’nde büyük bir değişim gerçekleşiyor. Şimdiye dek bu değişim büyük oranda görünmeyende gerçekleşiyordu, tabi gerçekliğin diğer boyutlarını algılayabilenlerin dışında kalanlar için. Şimdi ise bu değişimler fizik gerçeklikte daha belirgin bir şekilde tezahür etmeye başlıyor ve dünyadaki her bedenlenmiş ruh da buna paralel bir değişim sürecini deneyimliyor. Tanrı Işığı’nın yüksek boyutları dünya gezegeninin atmosferine giriyor ve tüm fizik maddenin atomaltı frekanslarını hızlandırıyor. 

Bu, küresel iletişimi artıran teknolojilerin gelişmesi ve dünyaya yönelik daha büyük bir kolektif anlayışın oluşmasıyla birlikte tüm yaşantımıza hayat veren gezegenimizi koruma adına hissettiğimiz sorumluluk duygusunun artışı gibi pek çok şekilde tezahür eden bir “hızlanma” hareketi olarak da görülebilir. Bu hızlanma aynı zamanda fizik bedenlerimiz üzerinde de büyük bir “arınma” etkisi” yaratıyor, bu etki de bizleri Tanrı Sevgisi’ne ve ruhsal gerçekliklere daha da açan değişimlere neden oluyor ve taşıdığımız duygusal ve fiziksel zehirlerden varlığımızı temizliyor.

Daha yüksek bir ışığın hızlandırıcı etkisini hisseden bazıları var. Bahsettiğimiz etki bu kişilerde geçmiş duyguların, düşüncelerin ve fiziksel semptomların dalgalanmasına neden oluyor. Eğer bu durumu yaşayanlardansak, kendimiz için destekleyici ortamlar yaratmak önemlidir, böylece neler olduğunu anlayabilmemiz için yardım alabilir ve bedenimizi, zihnimizi ve ruhumuzu temizleyip şifalandırabiliriz. Bu değişim döneminde destek alma olanağı daha da fazla, çünkü Tanrı’nın Işığı uyanmakta olduğundan, insanlığa değişiminde yardım etmek için pek çok ruh bedenlendi.
Dünya tarihindeki bu çok önemli zamanda, hepimizin fizik bedenleri bir değişim sürecine giriyor, böylece Tanrı Sevgisi’yle daha büyük bir uyum içinde titreşebileceğiz. Bedenlerimiz, kendimizi şifalandırma sürecimizi ve diğerlerine de şifa verme yeteneğimizi büyük oranda hızlandırabilecek ışık bedenlere dönüşüyor. 

Bu süreçte ve Tanrıya olan inancımızda, yolumuzu daha da açmaya yardımcı olacak destekler giderek artıyor, sevgi ve arınmışlık dolu bir hayat sürme isteğimiz doğru insanları ve bu süreçte bize yardımcı olacak kaynakları kendimize çekmemizi sağlayacaktır. Her birimiz daha da ışıkla doldukça ve Tanrı Işığı’nı ve Sevgisi’ni başkalarına yansıtabilir hale geldikçe tüm gezegenimizin şifa bulmasına yardımcı olacak olan değişim için olumlu birer güce dönüşebiliriz

Bu konuyu yazdır

  SİZİN DE RUHSAL GÜÇLERİNİZ VARMI?
Yazar: Spiritüeller - 09-06-2017, Saat: 23:19 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Bilimsel araştırmalar bir çok duyu dışı algılama yeteneğinin varlığını saptadı, peki siz niye hala onlar hakkında bir şey duymadınız? 

Duyu dışı algılamanın varlığı hakkındaki bilimsel araştırmalar son yirmi yıldır gazetelerde ve kitaplarda yayınlandığı için, artık bir sır niteliği taşımamakta. Fakat siz hala bu konuda bir şey öğrenmemiş olabilirsiniz, bunun temel nedeni bilimadamlarının, psikologların, psikiyatristlerin, parapsikologların ve medyanın bu konu hakkında kesin sonuçlara sahip olmaması. Bu konu hakkında bir şey duymamış olmanızın bir başka nedeni daha olabilir. Bunları keşfeden ve parapsikolog olmayan bilimadamları çalışmalarında parapsikolojiden ve ruhsal terminolojiden çok nadir yararlanırlar, çünkü eğer yararlanırlarsa keşifleri hakkındaki raporları kimse yayınlamaz. Bunun nedeni onaylanmış keşiflere ve gelişmelere rağmen, ruhsal terminolojinin bilimde hala yasak olmasıdır. Bir çok okuyucunun anlayacağı gibi, bilimsel çevreler tutucu bir şekilde duyu dışı algılamayı, parapsikolojiyi ve ruhsal araştırmaları reddetmekte. Bunun nedeni ise kısaca şöyle; Eski modern çağ bilimi, insanların sadece beş duyusu olduğunu ve bütün duyuların ruhsal-organik bir temele sahip olması gerektiğini kabul etmekte. Duyu dışı algılama yetenekleri ruhsal -organik bir açıklamayla, hile ve sanrıyı akla getiriyordu, bu aynı zamanda da bir çeşit psikolojik zihinsel bir karışıklık da olabilirdi. 

astra.jpg

Bilimin ´Saçmalık´ yaklaşımı

Modern çağın bilim adamları ve kuşkucu kimseleri, bio-organik bir temel bulunana ve duyu dışı algılama fenomenlerinin gelişmesini engelleyen nedenler ortadan kalkana kadar, duyu dışı algılamanın varlığını ispatlamanın hiç bir bilimsel yolu olmadığını savunuyorlar. Bunun için iyi kontrol edilen parapsikoloji uzmanları kendi kendilerine bir bilim yaratmıyorlardı. Sırası geldiğinde hile ve sanrısı olan hiçbir bio-organik temel olay duyu dışı algılamaya eşit değildi. Bu aşağı yukarı bilimsel kuruluşların ana görüşüdür, duyu dışı algılama fenomenlerinin ve parapsikolojinin, mantıklı ve makul reddetme hakkındaki kanuni kuram tarafından pseudoscience (pseudoscience saçmalık anlamına gelir) olarak meşru kılınmasından bahsedilmesi gibi. Aynı zamanda parabioloji terimleri yerine niçin parapsikoloji terimlerinin var olduğu ve hiçbir gerçek bilimadamının parapsikolojiyi ve ruhsal terimleri kullanmayacağının nedeni de açıklanmaktadır. Parapsikoloji ve ruhsal terimler saçma olarak kabul edilmekte ve hiç kimse siyasi bakımdan gerçek bilimsel düşüncelerinde pseudoscientific terminoloji yoluyla saçmalığı kullanmak istememekte. Bilimin geçmişteki parapsikolojiye olan tutumuna bakarsak, duyu dışı algılama yeteneklerinin var olup olmadığı tartışması, insanların beş fiziksel duyuya sahip olup olmadığına indirgenmeye çalışılmıştır. Veya eğer insanlar beş duyularının açıklayamadığı değişik çeşitlerde algılara sahip olduklarını hissediyorlarsa, ortada hissetmek gibi bir bio-organik temel var mıdır? 

Anlaşılmayan hisler

Bazı bioloji ve nöroloji araştırmacılarının 1930´larda sormaya başladığı ve 1950´lerde, II. Dünya Savaşı´ndan sonra tekrar sormaya başladıkları soru şudur, beş duyu her şeyi çok mu iyi algılamakta? Beş duyu çoğunlukla görme, tatma, koku, duyma ve dokunma olarak tanımlanır. Fiziksel noksanlığın dışında, bütün insanların eşit oranlarda az ya da çok bunlara sahip olduğu düşünülür, işte bu yüzden beş duyu normal algılar olarak kabul edilmekte. Fakat en sonunda, fiziksel beş duyuya ulaşmanın veya fırsatların insandan insana değişebileceği veya sosyal ve çevresel faktörlerle önlenebileceği ya da çoğaltılabileceği anlaşıldı. Bu, kimsenin var olacağını hayal etmediği organik alıcıların de keşfini başlatan, beş duyunun fonksiyonunu ve kapsamını daha iyi anlamak için yapılmış bilimsel bir araştırmaydı. 

İtiraf edildiği gibi, bu keşifler ancak sinirsel ve diğer bizim seçici duyu şebekelerimizi kapsayan, atomları gözetleme kapasitesine sahip elektron mikroskopların icadıyla mümkün oldu. 1980´lerin başında, bir çok araştırma alanında beş duyudan başka duyulara da sahip olduğumuz anlaşıldı ve bütün bu başka duyuların net bir organik açıklaması vardı. Bütün bu buluşlar 1984´te Robert Rivlin ve Karen Gravelle tarafından Deciphering The Senses: The Expanding World Of Human Perception adlı kitapta yayınlandı. 

Beş yerine 17 duyu

Kitabın ön sayfasında kitabın özeti yer almakta; Yüzyıllardır insan duyularını açıklamak için, basitleştirilmiş ve yanlış bir model kullanıyoruz. Şimdi bile bioloji sınıflarında hala beş duyu öğretiliyor. Fakat son zamanlarda bilimsel araştırmalar, beş duyudan daha fazla şeylerin varlığını keşfettiler ve tamamiyle duyuların ne oldukları ve nasıl çalıştıkları hakkındaki anlayışımızı değiştirdiler. Söz konusu kitabın yazarları, tanınmış bir bilim yazarı olan Robert Rivlin ve hayvan iletişiminde uzman ve psikolog Karen Gravelle kitapta okuyucular için normalden yeni keşiflere, yeni keşiflerden bilinen duygulara dayanan bütün insan algılarını yeniden açıklıyorlar. Kitap "Onyedi Duyu" başlıklı yazı ile başlarken,"Bilinen Duyulara Dayanmayan" başlıklı yazı ile sona ermekte ve okuyucu kendisini konuların akıntısına kaptırmaktan alamıyor. Şimdi bilimsel açıdan kabul edilen onyedi duyu beş taneden daha iyi, değil mi? Ve hepsi için, daha önce bio organik temellerin yokluğu yüzünden ruhsal olarak adlandırılmalarını da içeren organik bir temel var. Hayalci ve sezici olmak, şimdilerde iki büyük kelime ve bio-bedenlerimiz, bir çok duyu dışı algılamayı açıklayan gruplar halindeki milyonlarca değişik açıklama ve işlem dizilişine sahip. Örneğin, Rivlin ve Gravelle, bazısı veya bir çoğu "Vemeronasal sistem izleri ne sahip, (Bloodhoundları yani koku alma hissi çok kuvvetli bir cins tazıları ünlü yapan bir çeşit koku alma) karşımızdakinin cinsel duyarlılığı, korku, sinir, sevgi, nefret ve diğer hisleri hakkında bilgi vermeyi mümkün kılan kimyasal sinyalleri belirtiyor. "İz" kelimesiyle yanılgıya düşmeyin (manası eski fakat şu anda kullanılmıyor ve körelmiş), çünkü ruhsal terimler bu konuda daha yaygın, örneğin;içine doğmak gibi... Rivlin ve Gravelle ayrıca beyin epifizinin şaşırtıcı kabiliyetlerini tartışıyor; çünkü eskiden eğer işlevselse, bilgilerin sadece fiziksel olarak kazanılabileceği düşünülürdü. Ayrıca iki yazar ayrıntılı olarak, bilimadamları tarafından ölçülebilen ve kafa derisinin dışındaki beynin elektriksel aktivitesini sınıflandırabilen Squid adlı bir düzeneği tartışıyorlar. 

Ruhsallığın kabulu...

Beyin dalgalarının beynin, kafatasının, kafa derisinin ve derinin dışına yayıldığının saptanmasından beri, sözde diğerinin beyin derisinin dışına yayılan dalgalarla, duyu dışı algılamanın bazı şekilerinin bio-organik kuralı doğrulanmış. Gerçekten iki yazar "Bu kabiliyetlere sahip olan çok abartılmış bazı ruhsal ve mistik kişiler bu yüzden önemli uzaklıklardaki elektriği hissedebilirler sorusunu gündeme getirerek bizi kızdırıyor. Peki, hiç olmazsa bazen kendilerini ruhsal ve mistik olarak tanımlamadan bunu yapan insanlara ne demeli? Kitap, yayınlandığından beri büyük bir kitle bio-organik alıcılar, kimyasal, kimyasal elektriksel, elektriksel, elektro manyetik ve bio manyetik alıcılar hakkında bilgi sahibi oldu; bilgi transferleri için açıklanan her şey önceden hilesel ve kuruntu olarak düşünülürdü. Son zamanlarda ünlü ruhsal yetenek türlerinin bio-organik kaidelerini direk açıklayan bio-organik alıcılar ve seziciler keşfedildi. Elektro manyetik ve bio elektro manyetik alıcılardan ve sezicilerden bahsederken, Dr. Robert O. Becker (Gary Seldon´la birlikte "The Body Electric Electromagnetism and the Foundation nın yazarı) bütün yaşayan varlıklarda eski elektronik iletişim sistem kavramının, biolojik açıklamaya muhtaç olan hem normal hem de paranormal fenomenleri anlamada yararlı bir araç olabileceğini işaret ediyor. Gerçekten yaşayan varlıklar, evreneelektro manyetik bir ağla bağlıymış gibi görünüyorlar. (An Application of direct current Neural ************************s to psychic Phenomena/Psychoenergetic ************************s 1977, cilt 2. sayfa 189-196) Bob Becker en sonunda yalnış terim olarak kabul edilen "ruhsallığı korkmadan kullanıyor. 

Ruhsal güçlerimiz

Fakat 1977´den itibaren kabul edilen ve Becker´in ifadesinde de belirttiği gibi, elektronik iletişim sistemimiz tamamen ilkel olmaktan çıktı. Şu anda bir çok duyu dışı algılama yetenekleri için keşf edilmiş bio-organik kuralların tartışmasını uzatabilir ve sizi ruhsal terminolojinin çok nadir kullandığı, ilgili bin bilimsel kağıdın bibliyografyasal listesiyle etkileyebiliriz. Onun yerine izin verin bazı bilimsel düzenlerden bahsedelim; sinir sisteminin biolojik yapısından sezgisel kodlamayı sınıflandırarak, bio-enfraruj ve bio-ultraviole algı araştırmalarına kadar, bilinç altıyla algılanan araştırmalardan, bio manyetik navigasyon çalışmalarına kadar -bir çoğu ruhsal olan bir çok insan duyusu için bio-organik kurallar ortaya çıkarıldı. Bu bilimlerin hiç birisi de psikolojiyle ortak değil ve hepsi yasal ve de tamamen bilimsel olarak kabul ediliyorlar. Bu bilim dalları para psikolojik olarak kabul edilmediğinden beri genelde bilim, medya ve hatta bir çok parapsikolog düşünerek bir sonuç çıkaramıyor, çünkü belki de kullanılmış olan terminolojiler tıp kavramlarına benzemiyor. 

Korkunun ve şehvetin kokusu

Bu yüzden izin verin size şu an bilinen bio-organik alıcıların ve sezgilerin bir listesini verelim ve siz onları ruhsal olaylarla bağdaştırın. Burundaki koklama hissi alıcılarıyla güdüyü, cinsel duyarlılığı, kini veya cömertliliği teşhis etme, kulaktaki alıcılarla, basıncı ve elektro manyetik frekanslardaki farkları duyabilme yeteneği gibi altıncı hisler vardır. Altıncı hissin bir başka şekli, vücut uyurken bile vücudun dışındaki hareketi sezen deri alıcılarıyla açıklanabilir. Altıncı hissin veya sezginin bir biçimi, doğrusal araştırma, doğrusal bulma ve endokrin ve de neuropeptit sistemlerdeki yerleşik alıcılar şeklinde çıkarılabilir. Bilinç altıyla algılanan hisler, görsel olmayan dalgaların yaydığı hareket hissi ve görsel olmayan titreşim örnekleri ve sözsüz mesajların anlamını çözmek icin sinirsel ağlar, bütün bunlar varlar ve çalışıyorlar. Şu an biliniyor ki beyin epifizi eğer iyi bir çalışma düzeni içindeyse, ayın ve güneşin günlük değişimlerine; güneş ve ay düzenlerine; güneş bozulmalarına, ayın neden olduğu gelgit değişimlerine ve özellikle biolojik olan (Auralar) manyetik alanlar gibi dikkatle bekleyerek ışıklı ve karanlık dönemlere cevap verirler. Ayrıca depremi ve fırtınayı hisseden, özelikle çiftçilerde, orman bekçilerinde, romatizmalı insanlarda, öküzlerde, köpeklerde, kedilerde ve yılanlarda görünen tahmini bir altıncı his biçimi vardır.Bu tam bir liste değil ruhsal yeteneklere bağlanabilecek daha bir çok bio-organik alıcılar ve sezgiler keşfedildi. Bu küçük örneklerden de anlayabileceğimiz gibi 20 yıldan beri parapsikoloji ve bilim arasında çatışma vardı. Parapsikolojiyle açıklanmayan fakat bilimin duyu dışı algılama olayı hakkında bakış açısından beklenenlerin keşfiyle kollektif araştırmanın alanı gelişti. Bir çok duyu dışı algılama yeteneği için artık bir bio-organik açıklama getirilebiliyor. 

Nasıl ruhsal olunur?

Bu yeni kollektif alan benzer ruhsal terimlerden yararlanmıyor. Zaten gereği ve zorunluluğu da yok. Aslında bu yeni alanın terimleri ruhsal olanlardan daha iyi çünkü eski antik kökenli ruhsal deyimler, gerçekten tam olarak anlaşılmayan şeyler olmaya yöneliyorlar, oysa yeniler gerçekler üzerinde kurulmuş bir tarif sağlıyor. Bilim ve duyu dışı algı yeteneklileri arasındaki tartışmanın sonucu artık, medya çalışanlarının, bilim adamlarının, psikologların, psikiyatristlerin ve gerçek bilimsel parapsikologların gözü önünde hilesel veya kurgusal olayların dışına çıkıyor. Kısacası, artık şarlatanlara yer yok. Bu metodlar genelleştirildiği andan itibaren gerçek normalötesi duyu yeteneklileri sınanıp, ortaya çıkarılabilecekler. 

Şu anda yapılması gereken tek şey alıcılarımızla ve sezicilerimizle dışımızla nasıl kavranabilir bir kontak kuracağımızı düşünmekten ibaret. Çoğumuzun ruhsal yetenekleri duyu dışı algı standartlarının ve normal düzeyin üzerinde veya dışında olabilir. Ama bu üst yetenekler eskiden sanıldığı gibi, herkeste yoktur ve de olamaz. Diğer yeteneklerinizi veya yeteneklileri düşünün, hepsi bir mi? Ne kadar bir ressam, şarkıcı, yazar, sporcu, iş adamı veya mühendis olabilirsiniz? Her biriniz, Picasso, Pavarotti, Tolstoy, Maradona, Bill Gates olabilir misiniz? Bunu iyi düşünün ve önce kendinizi aldatmayın, hele çıkar için asla. Çünkü bilim geliyor ve gerçeği gösterecektir. Sizin için yararlı olan, böyle bir yeteneğinizin cidden varolup, olmadığını anlamaktır, eğer varsa ne işe mi yarayacak? Bu cevap henüz belli değil, daha uzun zaman sonra belki. Ama İnsanlık çok farklı bir düzeye ve dünya görüşüne ulaştıktan sonra...

Bu konuyu yazdır

  BOYUTLAR ARASI YOLCULUK
Yazar: Spiritüeller - 09-06-2017, Saat: 23:13 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Evren neden var oldu? Araştırmacılar, bu sorunun yanıtını "Herşeyin Teorisi" adını verdikleri bir evren formülüyle yanıtlamayı umuyorlar. İngiliz astrofizik uzmanı Stephen Hawking, yeni bulgularıyla, içinde bulunduğu fantastik bir "hiper uzay" ın kapılarını açıyor. Biz diğer evrenleri göremiyoruz; ancak, Hawking teorisinde paralel evrenlerde olanların bizim korkularımızı, becerilerimizi ve özlemlerimizi etkileyebileceğini ileri sürüyor. 

Paralel evrenlerle ilgili model, şu bilinmeyenleri çözebiliyor: Uzayda gözlemlenen kara delikler nelerden oluşuyor? Çekim kuvveti, diğer doğal kuvvetlere oranla neden zayıf? Işık, içinde bulunduğu evreni terk edemez, dolayısıyla komşu evrenin yaşayanları onu göremezler. Bununla beraber, gravitonlar hiper uzaya uçuyorlar.

Şu sıralarda, siz bu cümleleri okurken, paralele evrenlerdeki eşizleriniz de bu cümleleri okuyor olabilirler. Onlar da bu teoriyi okuyunca, büyük olasılıkla sizin gibi inanmayacak ve başlarını sallayacaklardır. İlk bakışta çılgınlık ya da bir bilimkurgu fantezisi gibi görünse de, bu teori tamamen matematiksel temellere dayanıyor. Stephen Hawking, "Sonsuz sayıda eşiz evrenler var" diyor. Hawking, Cambridge Üniversitesi'nin Matematik bilimleri merkez'nde profosör olarak görev yapıyor. "Amyotrafik lateral skleroz" adı verilen bir sinir hastalığı nedeniyle, ünlü fizikçinin vücut kasları her geçen gün biraz daha eriyor. 1986'da bir soluk borusu ameliyat ameliyatı sonucu sesini de kaybetti. O günden bu yana bilgisayar aracılığı ile iletişim kuruluyor. Şu anda tamamen felçli, ancak zihni, inanılmaz bir hareketliliğe sahip. 59 yaşındaki astrofizikçi, evrenin varoluşunu açıklamak amacıylayıllardır üstünde çalışılan "Her Şeyin Teorisi" nin (Theory of Everithing) formülünü oluşturmayı başardı ve "M-teorisi" adını verdi. Buradaki "M" (Magic, misterios, mother) büyülü, esrarengiz ya da her şeyin (Bütün teorilerin) anası olarak değerlendirilebilir. 

efeito-borboleta%2B%25281%2529.jpg

Teori, uzayı, içlerinde bizim eşizlerimizin bulunduğu başka evrenlerden oluşan çok boyutlu bir labirent olarak görüyor. Hawking, bu "kobold evrenler"in yaşayanlarını "gölge insanlar" olarak nitelendiriyor. Yani, bizim evren olarak tanımladığımız belki de, gerçekte iç içe geçmiş, birbirini şekillendiren ve hatta belki birbirine paralel çok sayıda evrenlerin bulunduğu sonsuz bir uzayın minik bir kesiti. Bu sadece birçok esrarengiz olguya aniden bambaşka bir açıdan baktığı için değil, aynı zamanda sıradan yaşamımızın bu kadar basit olmadığını göstermesiyle de büyüleyici bir evren tasviri. Birçoğumuz, yaşadığımız olaylara hep daha fazla anlam yükleme eğilimindeyiz. "Yaşamımda, ne olduğunu bilmediğim bir değişiklik olacağını hissediyorum dediğimiz anları hepimiz yaşamışızdır. Korkular, hayaller, özlemler, fikirler... Ortada neden yokken, birden bire nasıl çıkıyorlar, nereden geliyorlar? 

Stephen Hawking'in geliştirdiği evren teorisi, hesaplamalara dayalı yepyeni bir açıklama getiriyor. Hawking, mantıksal olarak beynimizde hiçbir şeyin bir bütünden bağımsız gerçekleşmediğini ileri sürüyor. Görülebilir evrenlerimiz dışında, iç içe geçmiş ve eşizlerimizin bulunduğu, görülemeyen daha çok sayıda evren var. 

Eğer Hawking haklıysa daha pek çok olgu paralel evren teorisiyle açıklanabilecek. Hawkingin geliştirdiği formül, makroskobik dünyasını tanımlamakla kalmayacak, "Büyük patlama" ve onunla birlikte zaman ve uzay boyutlarının başlangıcını da hesaplanabilir hale getirecek. Böylece insan, evrenin en büyük gizemine, daha doğru bir yaklaşım gösterebilecek: Evrenin, var olmak için bir tanrıya ihtiyacı var mı? Yoksa varlığı, tamamen bilinen fiziksel yasalara mı dayanıyor?

Bilim Olimpiyatında Hawking, 1974'te keşfettiği ve kendi adını verdiği ışınım ile ön plana çıktı: Fizikçi, temel parçacık demetinin bir kara delik yakınında bulunduğunda, nasıl davranacağını hesapladı. Belirli kütleye sahip bir yıldız, ömrünün sonunda, kendi çekim kuvvetinin etkisiyle çöküyor ve uzay ile zamanın anlamını yitirdiği, yani kaybolduğu, sonsuz yoğunluğa sahip bir yapıya, yani kara deliğe dönüşüyor. Kara deliğin çekim alanı o kadar güçlü ki, ışında dahil hiçbirşey çekim alanından kurtulamıyor. Gizikçiler bu duruma "tekillik" adını veriyorlar. Hawking çevresindeki her şeyi yutan bu tuzakların tamamen karanlık olmadıklarını, ışın yaydıklarını gösterdi. İçinde yaşadığımız evrenin de, "tekillik" durumundayken, Büyük Patlama ile birlikte şekillenmeye başlaması, Hawking'in buluşunu daha da önemli kıldı. Bu sayede bir gün, belki de yaratılış hikayesinin sıfırıncı saniyesine ulaşılabilirdi. Hawking, "hiçlik" ile "varlık" arasındaki geçiş anının aydınlatılmasının, "Tanrı'nın planı"nı ortaya çıkarmak anlamına geldiğini düşünüyor.

Bilim adamları, bir "tekillik" durumunun olup olmadığını; bir büyük patlamanın yaşanıp yaşanmadığını; zaman ve uzay boyutlarının ortaya çıkıp çıkmadığını uzun süre tartıştılar. Çünkü, İngiliz fizikçi Isaac Newton'un 300 yıl önce kabul ettiği gibi, zamanın sonsuz bir geçmişten sonsuz bir geleceğe uzandığına inanıyorlardı. 
Yoğunluk, Büyük Patlama sırasında kuşkusuz çok daha fazlaydı; ne de olsa, evrendeki bütün kütleler bir aradaydı. Patlama gerçekleşince, çevreye hayal edilmesi güç büyüklükte bir enerji yayıldı. Bu ilk enerji, temel parçacıklara ve maddenin kaderini belirleyen dört kuvvete dönüştü. Kozmologlar asıl sorunu, işte bu dört kuvvet konusunda yaşıyorlar. Bir evren formülü, bütün zamanlar ve evrendeki bütün olaylar için geçerli olmalı; yani son bir denklem, mikrokozmoz ve makrokozmozda etkili bütün kuvvetleri içermeliydi. Bugüne kadar yapılan matematiksel hesaplamalar, sadece üç kuvveti kapsıyordu

1- Elektromanyetik Kuvvet (elektronları atom çekirdeğine bağlıyor) 
2- Güçlü Kuvvet (atom çekirdeğini bir arada tutuyor) 
3- Zayıf Kuvvet ( radyoaktif parçalanmayı sağlıyor) 
4- Kütle çekimi 

Buna karşılık, bütün çabalara rağmen, dördüncü kuvvet olan Kütle Çekimi, bir türlü "Herşeyin Teorisi"ne dahil edilemedi. Nedeni ise, çekim gücünün sadece maddelerde bulunması. Büyük Patlama sırasında kütle, maddesel olmayan bir noktada, "hiçlik"i ifade eden bir kuvantumda yoğunlaşmıştı. Araştırmacıların, "teklik" durumunu daha iyi anlayabilmeleri için her iki teoriyi "Kuvantum Çekim Kuvveti"nde birleştirmeleri, yani "Çekim Kuvvetinin Kuvantum Teorisi"ni geliştirmeleri gerekiyordu. Ancak, bunu bir türlü başarmıyorlardı.

"Her Şeyin Teorisi"ne giden yolda başka bir sorun da, atomun standart modelinde yaşanıyordu. Parçacıklar, bazı matematiksel işlemlere tabi tutulduklarında ortaya anlamsız ve sonsuz değerler çıkıyordu. Ayrıca standart model, ne parçacık kütlelerini ne de doğal kuvvetlerin şiddetini açıklıyordu. Bunlar formülde sabit değerler olarak yer alıyordu. 

80 li yılların ortalarında, fizik uzmanları John Schwars ve Michael Green'in uğraşıları sonucu bir çözüm yolu bulundu. Onlara göre anlamsızlıklar, parçacıkların, denklemlerde sonsuz küçük noktacıklar olarak ele alınmasından kaynaklanıyordu. Peki ama, parçacıkların iplikçikler gibi esneme yetenekleri olsaydı ne olurdu? Yaklaşık 10 yıl önce geliştirilen, ancak daha sonra hesapları çıkmaza sokan "sicim teorisi", atom altı parçacıkları nokta şeklinde değil, iplik (sicim) şeklinde tanımlıyordu. Sicimler, bir kemanın telleri gibi salınan, 10-33 cm. uzunluğunda, minicik iplikçiklerdi. Sicimler şimdiye kadar gözlenemedi; ancak, büyüklüğü matematiksel olarak hesaplanabiliyor: Bir sicimin bir atomun büyüklüğüne olan oranı, bir atomun bütün Güneş Sistemi'ne olan oranına eşit. Ayrıca, belirli bazı sicimlerin, kütle çekimine sahip olduğu ve sicimlerin, aynı zamanda kuvantlar oldukları da bilinen arasında. Hawking, buradan yola çıkarak "kütle çekimin kuvantum teorisi"ni geliştirdi.

Stephen Hawking, sicimlerle ilgili çok sayıda hesaplama yaptıktan sonra şu sonuca ulaştı: Evreni üç veya dört boyutlu kabul ettiğimiz sürece geliştirilen "Kütle Çekiminin Kuvantum Teorisi" bizi tek bir evren formülüne götürmüyor. Dolayısıyla çözümü, çok boyutlu alanlarda aradı. Bu nedenle de sicimde takılıp kalmadı ve hesaplar yaparak, sicimlerden çok boyutlu kuvantlar elde etti. Bunlara "membran" adı veriliyor ve kısaltılmış şekli olan "bran" kullanılıyor. Bu bran'lar, birden fazla boyutta varlık gösteriyorlar. Hesaplamalarına devam ederek bir sınıra ulaştı: Evrende on bir boyut vardı. 

Peki bütün o boyutları neden algılayamıyoruz? Hawking nedenini şöyle açıklıyor: Büyük Patlama'nın ardından, zaman boyutu ile üç tane uzaysal (uzunluk, genişlik, yükseklik) boyut açılarak kozmik büyüklüğe dönüştü. Kalan yedi boyut, konumlarını değiştirmeden, yani sicim kadar bir alanı kaplayacak büyüklükte, bir gonca gibi sarılı olarak kaldılar. Bilim adamına göre, böyle yedi boyutlu bir yumak, evrenin her noktasında mevcut. 

M-teorisine göre, evren iki boyutlu bran'larla kaplı. Bu branlar için üçüncü boyut, branların frizbi plakları gibi, içinde oradan oraya uçtukları ve hiç bir birilerine çarpmayacakları büyüklükte bir "hiper uzay". "Üç boyutlu kütlecikler" hiç fark edilmeden dört boyutlu bir uzaya, "dört boyutlu kütlecikler" beş boyutlu bir uzaya vb.. giriyorlar. Hawking, bu noktada kendi kendine şu soruyu sormuş: "Üstünde yaşadığımız Dünya nasıl yorumlanmalı?" Yanıtını ise şöyle vermiş: "Bizim gözlemleyebildiğimiz evren, belki de "hiper uzay"da süzülen üç boyutlu bir bran'dan öte birşey değil. Ve evrenimiz bu uzayın içinde yalnız değil. Çünkü, sürekli yeni evrenler, yeni branlar doğuyor. Fizikçiler, bu olaylara "kuvantum fluktuasyonu" adı veriyorlar. Hawking, böyle bir kuvant oluşumunu, kaynayan sudaki hava kabarcığı oluşuna benzetiyor. Bu kabarcıklardan bazıları patlıyor, bazıları da içinde bulunduğumuz evren gibi esneyerek genişliyor. 

Bilim adamı, sürekli bir üst boyuta geçen branlarla ilgili, insanın başını döndüren bu varsayımı biraz daha somutlaştırabilmek için, hologram örneğini veriyor: Hologramlarda, doğru açıdan bakıldığında, iki boyutlu bir yüzeyde, üç boyutlu bir nesnenin görüntüsü fark ediliyor. Başka bir deyişle daha yüksek boyuttaki bilgiler, daha düşük boyuttaki bir oluşumun içine kodlanıyor. Öyleyse, üç boyutlu dünyamızda gerçekleşen her şey, aslında daha yüksek boyutlu bir dünya tarafından ürtilmiş olabilir mi? Ya da bir paralel dünyanın sadece yansıması olabilir miyiz? Hawkin'e göre bu soruların yanıt evet! Yaşamımız, dünyalı olmayan yaratıklar tarafından oynanan bir bilgisayar oyunu, biz de bilgisayarlarla üretilmiş oyuncular olabiliriz. Belki de, sadece bakıp eğlendikleri hologramlarız.

Hawking'in teorisiyle, kehanet ve telepati gibi metafizik konular da belki daha doğru yorumlanabilir: Bir hologramda, üç boyutlu bilgiler, iki boyutlu yüzeyin her noktasında kodlanmış olarak bulunuyor. Hologram levhasını kırdığımız ve parçalardan birini ışık altında incelediğimiz zaman, içinde kodlanmış olan üç boyutlu nesnenin yine tamamını görürsünüz. Çünkü, nesneye ait üç boyutlu bilgilerin tamamı, yüzeyin her noktasında ayrı ayrı bulunuyor olmalı. Bu açıdan bakıldığında, bu matris bütününün bir parçası olan kişinin, normalde görülemeyen bilgileri bazen fark etmesi çok da olağanüstü sayılmaz. Belki de kahinler, böyle bilgileri algılayabilen ve okuyabilen insanlardır. 

Hawking bu düşüncesinde yalnız değil. Bu varsayımı geliştirirken Hawking'e eşlik eden evrenbilimci Alexander Vilekin, "Uzayda, Al Gore'un ABD başkanı olduğu ya da Elvis Presley'nin hala yaşadığı paralel evrenler olabilir" diyor. 

]Hawking daha da ileri giderek paralel başka bir evrene geçmeyi hayal ediyor. 

Sicimler ve branlar'dan oluşan bu fantastik bakış açısı gerçek olabilir mi? Hawking, evrenin varlığını tek bir formülle açıklayacak "Her Şeyin Teorisi" nin henüz tamamlanmadığını, bunun belki de ancak 21. yüzyılın sonuna doğru mümkün olacağını belirtiyor. Ancak formül tamamlandığında evrenin formülüne ulaşmış olacaklarını ve kaçınılmaz olarak bu noktanın da insan aklının nihai zaferi olacağını belirtiyor.
· Paralel evrenlerle ilgili model, şu bilinmeyenleri çözebilir. Uzayda gözlemlenen kara delikler nelerden oluşuyor? Çekim Kuvveti, diğer doğal kuvvetlere oranla neden daha zayıf? Işık, içinde bulunduğu evreni terk edemez, dolayısıyla komşu evrenin yaşayanları onu göremezler. Bununla beraber, gravitonlar hiper uzaya uçuyorlar. 

· Son kozmolojik teorilere göre, içinde yaşadığımız evren, daha yüksek boyutlu başka bir evren içinde süzülen çok sayıda evrenlerden bir tanesi olabilir. Ancak, diğer evrenlere ulaşamıyoruz ve "hiper uzay"ı aşma ise olanaksız. 

· Kara delikler, gökadalar gibi yoğun kütleli cisimler, gravitonları çekiyorlar. Gravitonların, yutan tuzakların çevresinde, halka biçimli bir bulut halinde toplanarak kara maddeyi oluşturduğu tahmin ediliyor. 

· Komşu evrenlerdeki gökadalar da hiper uzayla birbirlerinden ayrılsalar bile, üst üste gelecek şekilde konumlanabilir ve "çekim kuvveti gölgeleri"nden oluşan bir dünya yaratabilirler. 

· Hawking'e göre, bizler üç boyutlu bir membran'da (aşağıda) yaşıyoruz. Yakınında, daha yüksek boyuta ait ikinci bir membran daha var. Her ikisi de çekim kuvveti etkisiyle birbirini etkiliyor. Evrenimizde bulunan çekim kuvveti, daha yüksek boyutlu evrenlere kadar ulaşabiliyor. Böylece, ortada gerçek bir kütle olmamakla birlikte, gezegenler, bir çekim kuvveti merkez çevresinde turlayabiliyorlar. 

· Diğer boyutlar, yuvarlanmış küçük küreler şeklinde uzay-zamanın bütün noktalarında yer alıyor. 

· Hawking, biz insanların, başka bir evrende yaşayan varlıkların ürettiği holografik yansımalar olabileceğimizi belirtiyor. 

· Holografi yöntemiyle üç boyutlu nesneler, iki boyutlu zeminlere, yani hologramların içine kodlanabiliyor. Hawking, yüksek boyutttaki bilgilerin, düşük boyutlu ortamlara kodlanması ilkesini bütün evrene uyarlıyor ve diyor ki: "Dünyamız, dünya dışı yaratıklar tarafından oynanan bir bilgisayar oyunu olabilir." 

· Stephen Hawking, kara deliklerin çevrelerinde, enerji yayan parçacıklar oluşabileceğine işaret edinceye kadar, bilim adamları buradaki çekim kuvvetinden ışığın bile kaçamayacağına inanıyorlardı. 

· Newton'un teorisine göre zaman, geçmişte ve gelecekte sonsuzluğa kadar uzanan bir tren rayı gibi, uzaydan bağımsızdı. Einstein'in teorisine göre ise zaman ve uzay birbirine bağımlı. Zaman dahil edilmediği taktirde uzay bükülmez. Ayrıca Uzay-zamanın bükülmesiyle oluşan "solucan delikler"in zaman yolculuğunu mümkün kılabileceği düşünülüyor. 

· Yalnız değiliz: Hiçlikten, sürekli yeni evrenler doğuyor. Bazıları kendi içinde çöküyor, diğerleri sürekli genişliyor. Daha başkaları, bu iki durumun arasında kritik bir konuma sahip. Bazı evrenlerin, zeki yaşam biçimlerini barındırabileceği tahmin ediliyor. Bizim evrenimiz genişleme evresinde. 

Bu konuyu yazdır

  Hangi Yeryüzü Meleği Boyutuna Aitsiniz?
Yazar: Spiritüeller - 09-06-2017, Saat: 23:06 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

Bazı insanlar her tipin tanımını duyduktan sonra kendilerinin hangi yeryüzü meleği boyutuna ait olduklarını hemen anlar fakat hala emin değilseniz, bu test spiritüel kökeninizi tanımanıza yardımcı olacaktır. 

lütfen aşağıdaki her cümlenin yanına doğru veya yanlış yazın.aklınızdan ya da kalbinizden geçen ilk yanıtı verin.

-1.çok kolay kilo alıyorum veya şu an aşırı kiloluyum. 

-2.geçmişteki veya şimdiki sevgililerim bağımlı ya da alkolik.

-3.çok nadiren bir kuralı çiğnerim. 

-4.hayır demekte zorlanırım. 

-5.saçlarımın rengini değiştirir veya açarım. 

-6.insanlara gurup ortamlarından ziyade birebir yardım etmeyi tercih ederim. 

-7.gerçeği söylemek gerekirse,hayvanları ve bitkileri insanlardan daha çok severim. 

-8.kelt kökenliyim veya bir kelt`e benziyorum [yani kızıl saçlarım,çillerim ve pembe bir cildim var]. 

-9.sık sık fiziksel şakalar yaparım. 

-10.kavgacı bir tipim ve gözlerimde sürekli bir kıvılcım var. 

-11.son derece bağımsız bir yapım var ve kurallara yada otorıtelere itaat etmekten hoşlan mam. 

-12mali durumum ya çok rahat yada çok sıkıntılı. 

-13.ilgi odağı olmaktan hoşlanmam ve sosyal görevlerde geri planda kalırım. 

-14.ET ve UFO'lara her zaman inanmışımdır. 

-15.taktir etseler de etmeseler de,insanlara karşı iç güdüsel olarak düşünceliyimdir. 

-16.reiki veya diğer enerji yada elle tedavi yöntemlerini uyguluyorum. 

-17.yaşam misyonum evlenip çoçuk sahibi olmaktan daha önemli. 

-18.eve dönmeyi gerçekten istedim çünkü yeryüzünün benim evim olmadığını biliyorum. 

-19.ciddi bir kaza gibi hayatımı değiştiren bir deneğimim oldu veya ölümle burun buruna geldim. 

-20.geçmişte o kadar sefildim ki ölmek isterdimihatta intiharı ciddi bir şekilde düşünmüştüm [yada denemiştim]. 

-21.ilk ismimi değiştirdim ya da bunu düşünüyorum. 

-22.arkadaşlarım ve ailem <artık çok farklısın.sende değişen bir şeyler var.der. 

-23.hayatımın farklı alanlarında aynı anda kesin değişikler (taşınmak,iş değiştirmek ve boşanmak gibi) yaptım yada yapıyorum. 

-24.herhangi bir kitaptan veya öğretmenden edinmediğim derin bir spiritüel bilgi birikimim var. 

-25.diğer insanlardan farklı olduğumu bilsem de onların arkadaşlığı hala hoşuma gidiyor ve birçok insanla gayet iyi anlaşıyorum. 

-26.şu an bağlantı kuramadığım sihirli yeteneklerim olduğunu biliyorum. 

-27.arturya veya atlantis dönemlerine dair ilgim veya geçmiş yaşam anılarım var. 

-28.cadı avı veya engizisyon döneminde bir kazığa bağlanarak yakıldığıma veya başka bir şekilde öldürüldüğüme inanıyorum. 

-29.tarot kartları veya astrolojiyle ilgilendim. 

-30.şamanizim veya dolunay törenleri gibi yeryüzü temelli spiritüel öğretilere yakınlık duyuyorum. 

PUANLAMA:
*verdiğiniz doğru yanıtları boyutunuzu ortaya çıkarabilir.her altı soruluk gurup için verdiğiniz cevapları hesap edin. 

*örneğin,birden altıya kadar olan soruların en az dördüne doğru yanıtı verdiyseniz yüksek ihtimalle bir bedenlenmiş meleksiniz (yani,ne kadar çok doğru yanıtı varsa bu katagoriye o kadar uyuyorsunuz demektir). 

*yediden on ikiye kadar devam eden soruların en az dördüne doğru yanıtı verdiyseniz muhtemelen bir bedenlenmiş elementalsiniz. 

*on üçten on sekize kadar devam eden soruların en az dördüne doğru yanıtı verdiyseniz yüksek ihtimalle bir yıldız insansınız. 

*on dokuzdan yirmi dörde kadar devam eden soruların en az dördüne doğru yanıtı verdiyseniz muhtamelen bir kiracısınız. 

*yirmi beşten otuza kadar devam edenn soruların en az dördüne doğru yanıtı verdiyseniz muhtamelen bir bilgesiniz. 

eger yanıtlarınız sonucunda belli bir kategori diğerlerinin önüne geçmemişse belki de tekamülünü (ruhsal evrimini) henüz tamamlamamış bir veya bir acemisiniz. 

Yeryüzü Melekleri kitabından..... Doreen Virtue

n0U069W.jpg

Bedenlenmiş Melekler: Yaydıkları enerji tatlı ve sevecendir. Güzel ve meleksi yüzleri ve iri gövdeleri olur. Şifacılık ve hizmetle ilgili işlere, ilişkilerinde huzur ve mutluluğu sürdürmeye odaklanmışlardır. 

Bedenlenmiş Elementaller: Yaydıkları enerji sıcak ve oyuncudur. Peri, Elf, vb’nin iri versiyonlarını andırırlar. Öğretme, eğlendirme, toplum bilimleri ve çevreciliğe odaklanmışlardır. 

Yıldız İnsanları: Yaydıkları enerji yardımsever ve önyargısızdır. Ya uzun boylu ve sıska, ya da kısa boylu, ufak tefek veya iri gövdeli olurlar. Göz ve yüz biçimleri alışılmışın dışındadır. Basit giysileri tercih eder, çok az makyaj yaparlar. Enerjilerle şifaya (özellikle Reiki’ye) ve kendilerine ihtiyaç duyulduğunda yardımcı olabilmeye odaklanmışlardır. 

Bilgeler: Yaydıkları enerji ciddi, yoğun ve krallara yaraşırdır. Uzun yüzlüdürler, gözlerinde hülyalı bir ifade vardır. Siyah renkli bol gömlek ve elbiseler giyerler, saçları genellikle uzundur. Mistik, psişik ve Dünyevi kökenli spiritüelliği uygulama ve öğretmeye odaklanmışlardır. 

Bu listede kiracıların olmayışının nedeni, onların girdikleri vücudun ait olduğu âlemin özelliklerini göstermeleri. Yani bir Bedenlenmiş Elementalin bedenine bir Yıldız İnsanı, Kiracı olarak gelebiliyor… 

Benim gibi birden fazla âleme dahil görünenlerin durumu ya yukarıdaki listede kendilerine uyan bir şey bulduklarında netleşiyor, ya da liste bile işe yaramıyorsa, “Gelişmekte olan Yeryüzü Meleği” veya “Eğlence düşkünü” bir ruh oldukları için her şeyi deneyimlemek istedikleri sonucu çıkıyor. 

Yeryüzü Meleklerinin bazı karakteristik özellikleri var. Bunların bazıları, bu konunun başındaki testte sözü geçen bütün spiritüel alemlerden gelenlere uyarken, bazıları da yalnızca belli bir alemin ayırdedici özelliği. 

* Kendilerini başkalarından farklı ya da uzak hissederler: Bu "farklı olma" hissi bütün yeryüzü meleklerinde görülür ve Bilgeler haricindekilerde yetişkin çağda da devam edermiş. Yeryüzü meleklerinin pek çoğu farklı görünümleri, ilgi alanları ya da davranışları yüzünden eleştirilirmiş. Kitaptaki bir örnekte, "Kız kardeşlerim beni daima 'UFOdan düşen kardeşleri' olarak tanıtırdı" diyor. 

* Başka insanlara, kimyasal maddelere, ya da her türlü şiddete aşırı duyarlılık: Yeryüzü melekleri kalabalık yerlerde bulunmaktan rahtsızlık duyar, başkalarının yaydığı şiddetli duygular ve fiziksel uyaranlardan rahatsız olurlarmış. Pek çok yeryüzü meleği, alerjik nedenlerle, yiyecek, temizlik malzemesi ve kozmetiklerindeki kimyasal maddelerin az olmasına dikkat edermiş. Şiddetin her türlüsünden (muhalif fikirler, olumsuz basın açıklamaları, şiddet filmleri) rahatsızlık duyarlar, çevreleri tarafından "aşırı duyarlı" 
olarak nitelendirilirlermiş. 

* Güçlü bir amaç duygusu: Melekleri yaşam amaçlarının ne olduğunu kesin olarak bilmeseler bile, bu görevin şifacılıkla, öğretmekle ya da hizmet etmekle ilgili olduğunu hisederlermiş. 

* Geçmişlerinde genellikle hayalkırıklığı getirmiş ilişki kalıpları olması: Yeryüzü melekleri kimi zaman kendilerine duygusal destek veremeyecek ya da onları istismar edecek anne babalar tarafından büyütülürmüş. Yetişkin olunca, kendilerine çektikleri arkadaş ve sevgililer de onları istismar edermiş. Sadakatsizliğe, sözlü ya da fiziksel şiddete maruz kalabilirlermiş. Bu döngüyü kırmak için bu kalıbı fark etmeleri ve bunun üzerinde ciddi biçimde çalışmaları gerekirmiş. 

*Yabancıların rahatlıkla sorunların anlattığı, hatta çok kişisel bilgilerini çekinmeden verdiği kişilerdir. 

* Kronolojik yaşlarından daha genç görünürler. 

* kişisel ya da ailevi bir bağımlılık öyküleri olma ihtimali yüksektir: Yiyecek, ilaç, alkol, sigara, ilişkiler ya da bunların hepsi meleklerinin kendilerini başkalarından farklı hissetmelerini önlemek ya da yaşamdaki görevleri nedeniyle duydukları korkuyu bastırmak üzere sarıldıkları bir araç olabilir. 

* Bir kulakta çınlama sesi: Yeryüzü meleklerinin çoğu (ama hepsi değil) bir kulaklarında yüksek sesli bir uğultu duyarlar. Stresli durumlarda ya da birdenbire ortaya çıkabilir. Bu ses aslında dünyevi problemleri aşmaları için meleğinin kendi ait olduğu alemden ona yollanan bir tür şifreli bilgi mesajıdır. Bu sorundan şikayetçi olanlar, zihinsel olarak, bu sesin kısılmasını talep edebilirler. 

Bu konuyu yazdır

  BURÇLARIN NEGATİF ÖZELLİKLERİ
Yazar: Spiritüeller - 09-06-2017, Saat: 22:56 - Forum: Astroloji - Yorumlar (1)

Koç
Ego tatminine en çok ihtiyaç duyan burç işte. Bay ukala, ya da bayan buz. En önde olacağım diye yapmayacağı yoktur. Yatakta, aşkta, işte, güçte en bencil burçtur. Karşısındakini kırdığını da en anlamayan burç. Kolay kolay da beğenmez. Asla af dilemez. Onlara kalsa dünyada herkes aptal, bir kendisi akıllı! Millete öğütler verir, ukalalık taslar. Önüne yemek koysan beğenmez. Allah düşmanların başına vermesin!
Ben bilirim gerisi boş, 
İstiyorsan peşimden koş. 
Emir almam, ben veririm, 
Önderiyim bu feleğin...

Boğa
Hımbıl şey ne olacak. Kafası her şeye kolay kolay basmaz. Ağırkanlıdır. Biraz da mankafadır. Harekete geçmesi için arkasından hep birilerinin itmesi gerekir. Bir söyleneni bir kerede asla anlayamaz, 10 kere tekrarlamak gerekir.
Tek dileğim vardır,
Bolca para, zengin sofra,
Çok bir şey mi istediğim, 
Güvencemdir bunlar benim…

İkizler
Uzak durmakta fayda var. İkiyüzlü, riyakar, yalancı. Çenesi de öyle düşüktür ki, esir aldı mı, yanarsın. Ayrıca çoğu şizofrenin de ikizler burcundan çıktığı söyleniyor...
Zekam parlak, dilim oynak, 
Her konuya elim kıvrak, 
Sıkıntıya hiç gelemem, 
Bir de karar verebilsem!...

Yengeç
Yengeçler sempatik ve başkalarının problemleriyle ilgilenir görünmeye çalışan, son derece yapmacık tiplerdir. Ama biz bu sahte şirinlik numaralarını yemeyin. Tembeldir, bi iş yapıcam diye aklı çıkar. Saftır da biraz. Sahtedir ve kolay kandırılır, yani salak. Bu arada akıl hastanelerindekilerin yüzde 90'ının yengeç burcu olduğu söyleniyor, haberiniz ola!
Tezcanlıyım, duygusalım, 
Dokunsalar akar yaşım, 
Annem, babam, cocuklarım, 
Ben onlarsız ne yaparım...

69149.jpg

Aslan
Evet küçük aslancık, sen kendini dünyanın zirvesindeki kusursuz insan sanmaya devam et, millet senle ne dalga geçiyor, haberin yok! Eleştiriye hiç gelemeyen, kendini beğenmiş zavallı aslan parçası, sen en iyisi kendini bir odaya kapat ve hayatının geri kalanını aynada oranı buranı seyrederek geçir bakalım....
Ben yarattım bu dünyayı, 
Bir de dönse etrafımda!. 
Her dediğim hemen olsun, 
Zenginlik ve ün beni bulsun...

Başak
Ayrıntılar arasında kaybolur. Hayatı ayrıntı. Bir de titizdir ki, yarar insanı. Hastalıktan ödü patlar. Düzenli, tertipli olacak diye rahat batar. Ama onun her tarafı didik didik kontrol etme huyundan millete cinnet geçirmektedir aynı zamanda. Dili de acayip sivridir. Soğuk, ruhsuz tipin tekidir.
Yazdım, çizdim, notlar aldım, 
Her bir şeyi ayarladım, 
Yoktur bende bozuk, yamuk, 
Mükemmeli ben yaşattım...

Terazi
Çok pis sanatçı ruhludur. O nedenle de apayrı saçma salak bi boyutta yaşar. Böyle aklı bir karış havada gezen bu insanın bir iş bulması da pek muhtemel değildir, ömrünün sonuna kadar aylak aylak gezer. Güzel olacağım diye kendini yırtar. Bir haltı beceremez. Aklı bi karış havadadır. Dengesizin tekidir.
Ben müziksiz yaşayamam, 
Hele sevmeden hiç duramam. 
Danışsam da her konuda, 
Bildiğimden şaşmam asla...

Akrep
Adı üstünde, akrep gibi sokar adamı. İçten pazarlıklı, kıskanç, ahlak anlayışı sıfır! Kıskançlık krizlerine girer. Aşkta, yatakta, işte, ilişkilerde hayvansıdır. Duygusuzun tekidir. Çoğu akrebin eninde sonunda korkunç bir cinayete kurban gittiği de duyulmuştur.
En güçlü şüphesiz benim, 
Herkesi ezip geçerim. 
Hele bana ters yapanı, 
Doğduğuna pişman ederim...

Yay
Her şeyin iyi tarafını gören şen şakrak bir tiptir. Yeteneksizliğini de başka türlü örtemez. Şahsiyetsizdir. İşsiz güçsüz
insanlar bu burçtan çıkar. Aptal da denilebilir. İşi gücü aylak aylak gezmektir. Çoğu Yay burcu zaten alkoliktir. Zaten seni adam yerine koyup bu kadar yazanda kabahat...
Maceradan, maceraya, 
Koşmak asıl işim benim 
Toplarım hep ilim, irfan, 
Bilgeliktir şanım benim...

Oğlak
En duygusuz burçtur. Duvar gibidir. Tepkisizdir. Aşırı maddiyatçıdır. Cimridir. Tutucudur ve risk almaktan kaçar. Böyle biri dünyada ne diye yer işgal eder ki! Şöyle bir etrafa bakınca, hangi kayda değer insanın oğlak burcundan çıktığı görülmüş ki?
Cimrilik mi, benimkisi? 
Hesabını bilmek gerek. 
Günler aylar düşünürüm 
Kararlarım şaşmaz benim...

Kova
Güya çok atak biridir, bir şeyi elde etmek için her türlü yalanı söyler, ama yalanı bile beceremez. Menfaatçilerin menfaatçisidir. Kendini beğenmiştir. İnsanların arkasından çok konuşur. Dedikoducudur. Çıkarı için yapmayacağı şey yoktur. 
Taklitçiliği hiç sevmem, 
İstesem de beceremem, 
Orijinaldir fikirlerim, 
Takip edilecek olan benim...

Balık
Balık işte, adı üstünde, eşittir alık. Akılsızın tekidir, vur kafasına, al ekmeğini ağzından. Maaşallah hayalgücü pek gelişmiştir. Sürekli FBI'dan ya da CIA'den birilerinin peşinde olduğunu düşüne düşüne kafayı yeme raddesine gelen
balık çoktur. Söyleyecek pek bişi yok. Çünkü cibiliyetsiz ve en zeka yoksunu burç balıktır.
Bir dünyam var, sırça saray, 
Dokunursan kırılırım,
Ben gelemem gerçeklere, 
Avunurum hayallerle…

Bu konuyu yazdır

  RÜYALARIN ANLAMI
Yazar: Spiritüeller - 09-06-2017, Saat: 16:02 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Rüyaların anlamı ve neden görüldüğü tarih boyunca merak edilmiş konular. Son araştırmalar, rüyaların, canlıların günlük deneyimleriyle geçmişteki bilgilerini güncelledikleri gecelik kayıtlar olabileceğini gösteriyor. Bu güncellemeler sayesinde canlılar, hayatta kalma stratejilerini belirliyorlar.

Görsel şölen: İnsanların rüyaları, memeli atalarıyla uyumlu bir şekilde duyulara, genelde görselliğe dayanıyor.

Rüyalar, gerçekliği, bildiğimiz doğa yasalarını alt üst eden, tuhaf, akıldışı görüntülerle haşır neşir olduğumuz, yönetmenliğini kendi zihinlerimizin yaptığı gizemli filmler. Kimi zaman geleceğe yönelik işaretler içerdiğine inandığımız, kimi zaman hayra yormaya çalıştığımız; bazen gerçekmiş gibi gelen, bazen kendimizi uyanmaya zorladığımız gecelik serüvenlerimiz. Rüyaların anlamı ve rüya görmeye yol açan nedenler, pek çok araştırmanın konusu olsa da, akılları kurcalayan soruların yanıtı üstünde henüz fikir birliği yok. Rüya gören bireylerin çok fazla enerji harcaması ve rüya görmenin kuşaklar boyu süreklilik gösteren bir deneyim olması, bu ilginç beyin etkinliğinin önemli bir amaca hizmet ettiği düşüncesini beraberinde getiriyor.

maxresdefault%2B%25281%2529.jpg

Hayvanlarda rüya: Yapılan araştırmalar, hayvanların da rüya gördüğünü kanıtlıyor. Hayvanların, REM uykusu sırasında işleme koyduğu bilgiler de duyusal...

Rüyalar ve anlamlarına duyulan merakın tarihi çok eskilere dayanıyor. Sümer kaynaklarında rüyalara ilişkin kayıtlar bulunuyor. Bu kayıtlara göre, M.Ö. 7. yüzyılda yaşayan Asurbanipal rüyalara büyük önem veriyordu. Eski Mısır'da rüyaların kehanet aracı olduğuna inanılıyordu. İncil'de de, Yusuf'un firavunun rüyasını açıklamasının yedi yıllık kıtlığı önlediği anlatılıyor. Diğer kültürler ise, rüyaları ilham kaynağı, şifa verici ya da gerçeğe alternatif olgular şeklinde yorumladılar. Tıbbın babası sayılan Hippokrates, "Rüyalar Üzerine" adlı bir eser yazmıştı. Ortaçağ'da ise rüyalar kimi zaman erdemli kişilere gönderilen tanrısal mesajlar, kimi zaman da şeytani kökenli olgular şeklinde algılandı.

Geçen yüzyılda, bilim insanları rüyalar hakkında, bir kısmı birbiriyle çelişen psikolojik ve nörolojik açıklamalarda bulundular. 1900 yılında Freud, "Rüyaların Yorumu " (Die Treaumdeutung) adlı kitabında, rüyaların bilinçaltına giden yol olduğunu, bireyin iç dünyasının derinliklerini açığa çıkardığını öne sürdü. Sonraki dönemlerde, Freud'un aksine, rüyalar, gelişigüzel sinirsel etkinliklerin sonucu ortaya çıkan anlamsız olgular şeklinde tanımlanmaya başladı. Kimilerine göre de rüyalar, beynin gereksiz bulduğu bilgileri sildiği "tersine öğrenme" etkinlikleri.

Sınırsız imgeler: Rüyaların konuları karmaşık ve geniş bir alana yayılıyor.

Tüm bu araştırmaların ışığında deneyler yapan Amerikalı araştırmacı Jonathan Winson konuyla ilgili farklı bir bakış açısı sunuyor. Winson, kendi araştırmalarının ve diğer nörolojik laboratuvar çalışmalarının sonuçlarına dayanarak, rüyaların anlamı olduğunu öne süren bir bilim adamı. Beynin denizatı kıvrımı olarak da adlandırılan hipokampüs bölümü ile uyku sırasındaki hızlı göz hareketlerinin (rapid eye movement, REM) ve teta ritmi denilen beyin dalgalarının incelenmesinin, bellek işlemlerinde önemli noktaları aydınlattığını söylüyor. Winson'ın primat-altı hayvanlarda yaptığı teta ritmi araştırmaları, rüyaların anlamına ilişkin evrimle bağlantılı ipuçları sunuyor: Rüyalar, memelilerin bellek işlemlerinin gecelik kayıtları. Onlar sayesinde, hayvanlar yaşamlarını sürdürebilmek için stratejiler geliştiriyor ve günlük deneyimlerini bu kayıtlar ışığında değerlendiriyorlar. Böyle bir işlemin varlığının, insanlarda rüya görmeyi de açıklayabileceği düşünülüyor.

1953 yılında yapılan bir buluş, rüyaların nörobiyoloji alanında incelenmesinin kapısını aralamıştı.  İnsanda uyku döngüsünün ortaya konmasıyla, rüyaların fizyolojisinin anlaşılması yolunda önemli adımlar atılıyordu.

Bu konuyu yazdır