Reenkarnasyon, bir insanın öldükten sonra tekrar dünyaya gelmesi, yani ritmik bir döngü içinde ölmesi ve öldükten bir süre sonra fiziksel dünyada başka (yeni) bir bedende tekrar dirilmesi olayı şeklinde açıklanabilir.
Reenkarnasyon diye bir olgunun var olup olmadığı, buna inananlar ve inanmayanlar tarafından halen tartışılmaktadır. Kur-an’ı Kerim’de reenkarnasyona dair bir bilginin var olup olmadığı da bu tartışmanın bir parçasıdır. Kur-anda reenkarnasyon olup olmadığı tartışmasını tarafsız bir biçimde ele alabilmek ve sağlıklı bir sonuca varabilmek için Kur-an’daki ayetleri referans alarak konuyu incelemeliyiz. Bunu yaparken de düşünce, akıl ve mantık gücümüzü kullanmalıyız. Çünkü Kur-an’daki bir çok ayet insanın düşünmesi ve aklını kullanması gerekliliğine özellikle işaret etmektedir.
Bazılarımız Kur-an’da reenkarnasyona değinilmediğini, bu olguyu açıklayan belirgin bir bilgiye rastlanmadığını öne sürmekte ve ayetleri de bu doğrultuda yorumlamaktadırlar. Ancak Kur-an’ı Kerim’i derinlemesine incelediğimizde, pek çok sure ve ayette reenkarnasyona işaret edildiğini ve de oldukça belirgin bilgiler verildiğini görebiliriz. Bunlar özellikle bir gizem oluşturmak için zor anlaşılacak şekilde sunulmuş bilgiler değildir. İnsanın yeniden dirilişi ve nedenleri, benzetmeler, örnekler ve çeşitli açılardan yapılan açıklamalarla doğal olarak o zamanların insanının anlayabileceği bir ifade kullanılarak anlatılmak istenmiştir. Zamanımız insanı da sabırlı ve dikkatli bir incelemeyle Kur-andaki reenkarnasyonun farkına varabilir.
Ayetlerde, “Yeniden bedenlenme vardır” veya “insanlar reenkarne olur” gibi çok direkt sözler kullanılarak reenkarnasyona doğrudan değinilememesinin bazı nedenleri vardır.
Reenkarnasyon ve benzeri önemli bilgilerin Tanrısal Alem tarafından insanlığa dünya evriminin her döneminde en açık bir biçimde verilmesi söz konusu değildi. Çünkü insanlığın o zamanlardaki algılama kapasitesi henüz her tür tinsel kaynaklı bilgiyi kavrayıp özümseyebilecek seviyede değildi. Evrimin akış süreci içinde İnsanlığın tinsel bilgileri anlama yeteneği daima belli bir yere kadardı, yanı kısıtlıydı. Örneğin Tevrat’ta reenkarnasyona değinildiğine dair bir bilgi göremeyiz. Çünkü Tevrat döneminin insanları o sıralarda bizlerden farklı bir evrilme sürecinden geçmekteydiler ve ruhsal olarak çok farklı bir konumdaydılar. Bu süreç boyunca bazı eski yeteneklerini kaybetmek ve bazı yeni yetenekleri de geliştirmek zorundaydılar. Bu bakımdan söz konusu aşamalarda, o zamanların insanlarının reenkarnasyonun varlığından haberdar olmaları henüz gerekli değildi. Bu bakımdan, 7. yüzyılda Kur-an’daki bilgilerle karşılaştıklarında bir geçiş dönemi yaşamaya başlayan Arapların o sıralardaki ruhsal hallerini ve bilinç durumunu göz önünde bulundurmakta fayda vardır.
7. yüzyıla gelinceye kadar Araplar (ve sonradan Kur-an’ın mesajından etkilenen çevrelerindeki halklar) kendi kullandıkları bir deyimle ‘cahiliye dönemi’ (karanlık dönem) yaşamaktaydılar. Özetlenecek olursa cahiliye döneminde Araplar, yaratan tek bir Allah’ın Varlığından henüz haberdar değillerdi, bu yüzden çeşitli putlara tapıyorlardı. Bu putlar aslında yaratan Allah’ı değil, sonradan Kur-an’da açıklanacak olan ‘Allah karşıtı’, ‘Kutsal karşıtı’ bazı tinsel varlıkları temsil ediyordu. Bunun yanı sıra o zamanki Arap toplumunun hiçbir konuda toplum yaşamının düzenini yönlendirecek ahlaki anlayışları ya da uyguladıkları hukuki kuralları yoktu. Bu bakımdan o zamanlara geri dönüp baktıklarında dürüstçe, kendilerinin Kur-an gelene kadar bir cahiliye dönemi yaşamış olduklarını belirlemeleri çok doğruydu.
Kur-an gelmeden önce Allah’ın Varlığının bilincinde olmayan ve ahlaktan, iyilikten, merhametten, hukuk kurallarından yoksun bir durumda olan bu insanların Kur-an gelir gelmez hemen anlayıp sindirmeleri gereken ilk önemli kavram elbette ki insanın reenkarne olması değil, tek bir Allah’ın Varlığı ve bu yeni bilginin çerçevesi içinde verilmiş olan bilgilerdi. Zamanımızda kültür seviyesi ne olursa olsun insanlar (ateist görüşü benimsememiş olanlar), yaratan bir Allah’ın Varlığına artık yabancı değildirler. Zamanımızda da inanmayanlar olmasına rağmen herhangi bir sert tartışmaya neden olmayan Allah’ın Varlığı konusu, 7. yüzyılın başlarında tartışmadan da öte, buna inanan ve inanmayan Araplar arasında geçen ciddi ve uzun savaşlara neden olmuştu.
Kur-an ayetlerini incelediğimizde görebileceğimiz gibi, cahiliye döneminin yaşanmakta olduğu o zamanlarda yeniden bedenlenme fenomeni gibi radikal bir bilginin kavranması gerçekten çok zordu. Zaten Allah’ın Varlığından bile yeni haberdar olmuş olan insanlar, reenkarnasyon gibi oldukça karmaşık bir kavrama karşı doğal olarak baştan önyargılıydılar. O zamanlarda karşılaşılan bu durumla ilgili olarak Kur-an’da şöyle ayetlere rastlayabiliriz :
İsra. 98 -……çünkü ayetlerimizi inkar ettiler ve söyle dediler : “Biz bir kemik yığını olduktan, un ufak hale geldikten sonra mı, sahi bundan sonra mı yeni bir yaratılışla dirileceğiz”?.
Ra’d. 5 – Eğer şaşıyorsan, esas şaşılacak olan onların (inançsızların) şu sözüdür : “Biz toprak olunca mı ve gerçekten mi yeni bir yaratılış içinde bulunacağız“? Bunlar Rablerini inkar edenlerdir.
Müminun. 37 – “Hayat, şu dünya hayatımızdan başkası değildir. Ölürüz yaşarız ama biz tekrar diriltilecek değiliz.”
Nahl. 38 – Yeminlerinin tüm gücüyle, “Allah ölen kimseyi diriltmez” diye Allah’a yemin ettiler. Hayır öyle değil. Öleni diriltmek O’nun üzerinde hak bir vaattir, fakat insanların pek çoğu bilmezler.
Nahl. 39 – Diriltecek ki, onlara ihtilafa düştükleri şeyi açık seçik göstersin ve inkara sapanlar kendilerinin yalancılar olduklarını bilsinler.
Kur-an’da, yukarıdaki ayetlere benzer anlamları yansıtan başka ayetler de vardır. Bu örneklerde de açıkça görüldüğü gibi, o sıralarda henüz putlara tapmak gibi bir gaflet uykusu içindeyken bunun yerine Allah’ın Varlığı gerçeğini benimsemek durumuyla karşılaşan pek çok insan henüz yeniden diriliş kavramını anlayamamakta ve bu gerçeği sindirmekte zorlanarak itirazlar öne sürmekteydiler.
Bu bağlamda, gerekli tinsel bilgilerin Tanrı’sal Alem tarafından insanlığa doğru zamanlamayla, doğru dönemlerde ve belli toplumlar vasıtası ile verilmesinin söz konusu olduğunu anlamamız gerekir.
Tinsel dünyadan (Tanrısal Alem) belli zamanlarda insanlığa bir itki (dürtü) olacak biçimde gönderilen bu bilgilerin doğru değerlendirmesini yapabilmek için mümkün olduğu kadar önyargılarımızdan sıyrılmaya çalışmalıyız. Yoksa kendi yarattığımız blokajlar, ihtiyacımız olan bu çok değerli bilgileri özümsememizi engelleyebilir.
Aslında zamanımızda herkesin elinin altında, istese hemen ulaşabileceği olağanüstü derinlikte gizem bilgiler mevcuttur. Ancak, bir insan bu tür bilgileri henüz talep etmiyor ve bunlar bireye şimdiki enkarnasyonunda bir anlam ifade etmiyorsa, doğal olarak o kişi için hala gizem bilgiler olarak kalacaktır.
Başlangıç olarak reenkarnasyon gibi tinsel bilgilerin kişiye bir anlam ifade etmesi, yani anlamının kişinin ruhunda bir etki yaratması gerekir. Bunun yanı sıra kişi, bu bilgilerin kendi evrimi için gerekli olduğunu anlamalı ve bunları ruhunun algılama alanı içine almayı kendi iradesiyle istemelidir. Fiziksel dünyada yaşadığı süreçte, tinsel kaynaklı bir bilginin kendi evrimi için neden ve ne kadar gerekli olduğunu anlayıp kavrayabilmesi her birey için önemli bir aşamadır. Yoksa insan sadece kendi dünya görüşlerine uygun olacak şekilde benimsediği bazı fikir ve kanaatler doğrultusunda, reenkarnasyon gibi yaşamsal değeri olan bir bilginin varlığına “yoktur, olamaz, ben inanmıyorum, ben Kur-an’da göremiyorum” şeklinde yüzeysel bir argüman öne sürdüğü zaman kendi önünü tıkadığı gibi, farkında olmadan çevresindeki pek çok insanı da yanlış yönde etkileyebilir.
İnsanların her konuda olduğu gibi tinsel konularda da düşünmeleri ve kendilerine ait bazı düşünceler oluşturmaları elbette doğaldır ve faydalıdır. Ancak, özellikle tinsel konularda oluşturduğumuz düşünceleri yönlendiren negatif etkenlerin varlığının farkındalığına sahip olmadığımızdan dolayı, inandığımız her düşünceyi kesin bir yargı olarak benimsemeden önce biraz kuşku payı ve esneklik bırakmak daha faydalı olur. Tinsel konulara dair benimsediğimiz düşünce ve inançların gerçekten kendi arınmış düşüncelerimizle mi yoksa aslında farkında olmadan etkisi altında kaldığımız ‘duyu ötesinden kaynaklanan’ negatif etkenlerle mi oluştuğundan emin olmalıyız.
Reenkarnasyonun varlığı gibi bir konu, “ben buna inanmıyorum” gibi önyargılı ve yüzeysel bir yaklaşımla edindiğimiz fikirlere saplanıp kalmasa daha iyi olur. Çünkü Reenkarnasyonun ‘var olması’ ya da ‘yok olması’ bir insan için çok önemlidir ve ruhunun evrilmesiyle ilgili çok şey fark ettirir. Bu bakımdan reenkarnasyonun var olup olmadığına dair çok kesin bir yargıya varmadan önce bu konunun objektif bir biçimde derinlemesine incelenmesi gerekir.
Reenkarnasyonun varlığıyla ilgili olarak sadece bireysel sempati ve antipati yüklü şahsi kanaatlerimizle bir yargıya varırsak bu konunun hakkı olan ciddiyet ve önemi verememiş oluruz.
Kur-an vasıtasıyla insanlığa sunulmuş olduğu dönemde pek az insanın kavrayabildiği reenkarnasyon gerçeği’ zamanımızda, insanın şimdiye kadar geliştirdiği ve yeni geliştirmekte olduğu yetenekleri ile rahatça kavranabilir. (İnsanın geliştirmiş olduğu yetenekleri düşünce, akıl ve mantık, yeni geliştirmekte olduğu yetenek ise bilinçtir.) Yeter ki biz reenkarnasyon olgusuna baştan ”yoktur veya olamaz” gibi geçerli bir dayanağı olmayan önyargılı düşüncelerle yaklaşmayalım ve reenkarnasyonla ilgili daha öte ve derin kavramlara sahip olabilmenin önünü kesmeyelim. (Aslında reenkarnasyonun olmadığına dair benimsenen düşünce ve inançlar zamanımızda materyalizmin de güçlü etkisi altında kalmıştır. Bu etki üzerinde de düşünülmesi ve varlığının hesaba katılması gerekir)
Söz konusu tartışmanın içinde yer alan her insan önyargısız bir şekilde şunu söyleyebilmeli : “reenkarnasyonun var veya yok olma olasılığının hiç olmazsa eşit olduğunu kabul ediyorum ve böyle bir şeyin nasıl ve neden olduğunu anlamak istiyorum“. Her iki görüşün doğru olma şansının yarı yarıya olduğunu varsaydıktan sonra konuyu inceleyelim.
Kur-an ayetlerini reenkarnasyon açısından değerlendirmeye girmeden evvel, yine Kur-an’da verilen çok önemli bir bilgiyi anlamalı ve reenkarnasyona değinen bütün ayetlerin temeline oturtmalıyız. O zaman bu ayetlerden ‘yansıyan anlamlar’ daha da açıklık kazanır.
Bu bilgi de söyle :
Bakara suresi, 255. ayette Allah’ın en belirgin özelliklerinden biri belirtilmektedir :
‘Allah’tan başka ilah yok, HAYY’ dır O, Sürekli diridir.’……..
Yani Allah’ın ölümsüz, ebedi, hiç ölmez ve hep canlı olduğu açıklanıyor. ‘Hayy’ kelimesi aynı zamanda Esma-ül Hüsna’da da Allah’a ait özelliklerden biri olarak geçiyor ve anlamı : ”Sürekli diri Kendisi için ölüm söz konusu edilemeyen” olarak açıklanıyor.
Ölümsüzlüğün ve sürekli diri olmanın Allah’a ait özellikler olduğunu kuşkusuz bilmekteyiz. Ancak bunun Kur-an’da özellikle vurgulandığını anımsatmak ve bu konuyla bağlantısının ne olduğunu açıklamak gerekir.
Allah’ın ölümsüz olduğu gerçeğini aklımızda bulundurarak Kur-an’da, insanın Allah tarafından yaratılışı ile ilgili bazı ayetleri inceleyelim.
Secde. 9 – “Sonra ona bir biçim verdi, ve ona Kendi Ruhundan üfledi”………….
Sad. 72 – “Onu kıvama erdirip içine Ruhumdan üflediğimde” önünde secde ederek eğilin………
Hicr. 29 – “Onu amaçlanan düzgünlüğe ulaştırıp Öz Ruhumdan içine üflediğim zaman”…………
Bu ayetlerde sözü geçen Ruh ve Öz Ruh’tan kastedilen şey ruh değil Tin‘dir. Ruh ile tin aynı şey değildir.(Batı dillerinde, örneğin İngilizce de ruh ve tinin karşılığında farklı kelimeler vardır. Ruhun karşılığı soul, tinin karşılığı ise spirit’tir. duyular ötesi dünya – fiziksel dünya ötesindeki aleme dair anlamında sıklıkla kullandığımız spiritüel kelimesinin kökeni spirit‘tir. İngilizcede de spiritüel kelimesi aynı anlama gelir. Türkçe’de de, çok farklı şeyler olan ruh ve tini ayırt edecek şekilde, spirit’in karşılığı olarak ‘tin’, spiritüelin karşılığı olarak da tinsel kelimesini kullanmalıyız). Tin, pek çok bakımdan belirgin bir biçimde ruhtan daha farklı ve Tanrı’sal özellikler içeren bir unsurdur. İnsan açısından en önemli farklılıklardan biri de ölümde insan ruhunun bazı bölümlerinin yok olması ama insanda var olan tinin yok olmamasıdır. Bu bakımdan Allah’ın tamamen tinsel bir varlık olduğunu belirlemeliyiz. O, insan gibi astralden kaynaklanan özellikleri yansıtan ruhsal bir varlık değildir.
İnsana özel ruhun yok olabilir– yitirilebilir bir unsur olması insanla Allah arasındaki en belirgin farklılıklardan birini oluşturduğu gibi, insana yaratılışta ‘özel olarak verilmiş’ olan tinin yok olmaması ve ölümsüz olması özelliği de, insan doğasının Allah’ın doğasıyla en benzeştiği noktadır. Allah Kendi özelliğinden bir unsuru (ruhu-özruhu-tini) yaratılış sırasında insana bağışlamış olmasaydı, Sad suresi 72. ayette olduğu gibi tinsel dünyadaki diğer varlıklardan, yarattığı insanın önünde eğilmelerini istemezdi. Burada diğer tinsel varlıkların önünde eğileceği ‘şey’ insanın fiziksel görüntüsünü oluşturan mineral yapı değil, içinde bir gizil güç’ olarak var olan Allah’tan gelme tindir.
İnsandaki tinin varlığının bilincine varamazsak Kur-an’daki “Ben size şah damarınızdan da daha yakınım” ayetinin gerçek anlamını hiçbir zaman anlamamız mümkün olmayacaktır. Şah damarı atan kalbi, yaşamı yani verilmiş olan canı temsil eder. Ölümde fiziksel bedenden can çıkar, insandan ayrılır ama tin insandan ayrılmaz, fiziksel bedenin ölümünden sonra bir sonraki enkarnasyon yolculuğunda onun ayrılmaz bir parçası olarak insana eşlik eder.
Henüz tin’in varlığına ve doğasına dair bilgilerden haberdar olmadığımızdan dolayı, ya da tini bir kelime olarak duyup dikkatimizi çekmediği için, farklı şeyler olmalarına rağmen tin ile ruh kavramlarını kaçınılmaz olarak birbiriyle karıştırmakta ve tin kelimesi yerine ruh kelimesini kullanmaktayız. (Bundan dolayı Kur-an ayetlerinde de, aslında tin kelimesi kullanılması gereken yerlerde hep ruh kelimesi kullanılmıştır. Buna karşılık Kur-an’ın İngilizce çevirisinde (mealinde) ruh için soul, tinin karşılığı olarak da spirit kelimeleri doğru olarak kullanılmıştır. İncil’in de Türkçe çevirisinde aynı sorun söz konusudur. İncil’de de tin kelimesinin kullanılması gereken yerlerde tinin karşılığı olarak sadece ruh sözü kullanılmıştır. İncilin İngilizcesinde bu kavramların birbirinden farklı ve doğru kullanımları yer almaktadır.) Çok farklı ve önemli bir kavramı ifade eden tin kelimesinin, tinsel konuların açıklamalarında başlı başına bir kelime olarak kullanılmaması çok ciddi bir eksikliktir. Bu eksiklik yanlış anlamların ortaya çıkmasına neden olur. Bundan dolayı pek çok önemli konu bilinemez bir muamma olarak kalmaya mahkumdur.
Tin insanda potansiyel bir tohum (bir gizil güç) olarak bulunsa da, bizler henüz ruhsal – astral varlıklarız. Ancak evrimimizin daha ileriki zamanlarında, tinin varlığını daha güçlü bir biçimde yansıtacak olan Tinbenlik (yüksek benlik) gibi tinsel unsurlarımızın gelişmesiyle tinin varlığı daha belirgin biçimde ortaya çıkacaktır.
Tin kelimesi yerine Kur-an’da var olan şekliyle ruh kelimesi kullanılarak değinilmiş olsa da, yaratılışla ilgili bu üç ayette belirtilen en önemli nokta şudur :
Allah, Kendi Özüne ait bir unsuru (Kendi Tinsel Doğasının bir özelliğini) yani Kendi Öz Varlığından kıymetli bir şeyi yarattığı insana vermiş ve bu verdiği şeyin insan varlığını oluşturan unsurların ayrılmaz bir parçası olmasını sağlamıştır.
Allah, Hayy, yani ölümsüz bir varlık olduğu için, ‘O’nun Özünden gelen’ ve insana bağışladığı ‘Kendinden bir parça’ (yani ayette geçtiği şekliyle Öz Ruhundan bir Parça) da ölümsüzdür.
Ölümsüz ve sürekli diri olan Allah’ın Öz’ünden gelen ve yaratılış sırasında insana da bağışlanan bu özellik, insanda ölümsüz olan ve insanı ölümden sonra enkarnasyondan enkarnasyona taşıyan unsurdur. Allah insana ölümde yok olan diğer unsurlarına ilaveten bir öz olarak ölümün ötesine taşıyabileceği ölümü olmayan bir unsur bağışlamıştır. Allah’ın Kendi Öz Varlığından yaratılış sırasında insana üflediği şey budur. Yoksa insan öldüğünde bitkiler ve hayvanlar gibi her şeyiyle tamamen yok olur ve daha sonra yeniden bedenlenip dirilmesi kesinlikle söz konusu olamazdı.
Her hayvanın dünyadaki ölümü o hayvanın sonudur. Fiziksel dünyada hayvanı oluşturan unsurlar arasında tin olmadığı için, bir sonraki yaşama aktarılacak bir öz de yoktur. (Allah hayvanları yaratırken, insanda yaptığı gibi onlara Kendi Öz Ruhundan üflememiştir. Zaten Kur-an’da da böyle ayet mevcut değildir.) Bu yüzden hayvanlar reenkarne olmazlar ve olmaları da gerekli değildir.
Bitkide ve hayvanda da benlik yoktur. Fakat insanın kendine ait bir benliği olduğu için ve tinsel dünya prensiplerine göre ancak benliği olan bir varlık tinsel anlamda evrilebileceği için, insanın fiziksel dünya yaşamı deneyimlerinin tek bir yaşam sonunda tamamen son bulmaması ve evrim yolculuğuna devam etmesi gerekir. Her birey ölünce, benliğinin yaşam süresince dünyada yaptıklarıyla ortaya koyduğu meyveleri (iyi veya kötü) mutlaka Tinsel Dünyanın (Allah’ın) tartı ve yargısından geçirdikten sonra bir sonraki dünya yaşamına aktaracak, yani reenkarne olacaktır. Kur-an’da, insan benliğinin dünyadayken yaptıklarıyla değerlendirileceğini ve bunlardan sorumlu tutulacağını anlatan ayetler vardır.
Haşr. 18 – Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Ve her benlik yarın için ‘önden’ ne gönderdiğine bir baksın. Allah yapmakta olduklarınızdan haberdardır.
(Buradaki ‘önden’ kelimesiyle insanın ölümden evvel fiziksel dünyada yaptıkları kastedilmektedir.)
Yunus. 108 – De ki : “Ey insanlar! Şu bir gerçek ki hak size Rabbinizden gelmiştir. Artık doğruya yönelen kendi benliği için yönelir ; sapan da kendi benliği aleyhine sapar. Ben sizin üzerinizde vekil değilim.
Zumer. 5 – Benlik şöyle diyecektir o zaman : Allah’a karşı aşırı gitmem yüzünden başıma gelenlere bak. Alay edip duranlardan biriydim doğrusu..”
İsra.7 – Eğer güzel davranırsanız kendi benlikleriniz için güzellik sergilemiş olursunuz. Ve eğer kötülük yaparsanız o da benlikleriniz aleyhine olur………..
İbrahim. 51 – Çünkü Allah, her benliği kendi kazandığıyla karşı karşıya getirecektir. Allah hesabı çok çabuk görür.
Bu ayetlerde insanın durumunu incelediğimizde, Allah’ın, iyilikler ve kötülükler, doğrular ve yanlışlarla yoğrulmuş olan insan benliğini muhatap aldığını ve benliğin bu edintilere göre yargılamasının söz konusu olduğunu görmekteyiz.
İnsan benliğinin dünyadaki yaşamından sonra reenkarne olacağı bir sonraki yaşamına aktarılan iyi veya kötü deneyimleriyle ilgili bu tür ayetlerden başka Kur-an’da, her benliğin dünya yaşamlarının toplamının sonuçlarının ortaya dökülüp değerlendirileceği kıyamet günü hesaplaşmasıyla ilgili olan ayetlerde ayrıca vardır:
Bakara. 48 – Ve korkun o günden ki, hiç bir benlik bir başka benliğin herhangi bir şeyi için karşılık ödemez; hiçbir benlikten, şefaat kabul edilmez, hiçbir benlikten fidye alınmaz. Ve onlara yardım edilmez.
Bakara. 281– Korkun o günden ki, o günde Allah’a döndürüleceksiniz. Sonra her benliğe kazanmış olduğu tam bir biçimde verilecektir…….
Kur-an’da sıkça kullanılan biçimiyle insanın ölümden dirilişe geçmesine, yani fiziksel dünyada dirilmesi-enkarne olmasına değinen daha pek çok ayet vardır. İnsanın dirilişe geçmesi demek, doğmak ya da Türkçe’de kullandığımız doğru şekliyle dünyaya gelmek demektir.
Bakara süresi – 28‘inci ayet, insanın fiziksel dünyaya tinsel dünyadan geldiğini, ancak bir önceki dünya yaşamının sonunda ölmüş olduğunu belirtmek için ölme-dirilme sıralamasını özellikle ölümden başlatmıştır; “Allah’a nasıl nankörlük ediyorsunuz?! Siz ölülerdiniz, O sizi diriltti. Sizi yine öldürecek ve sonra diriltecektir. Nihayet O’na döndürüleceksiniz.”
28 ‘inci ayette insanın özellikle birbiri arkasından ritmik bir doğum ve ölüm çemberinden geçtiği belirgindir.
Eğer bu ayette sadece bir kerelik bir yaratılış veya ilk başlangıç yaratılışı anlatılmak istenseydi , ”Allah sizi yoktan var etti ölecek ve ona döndürüleceksiniz” gibi bir açıklama yeterli olurdu.
Ölümden başlayıp, birbiri ardından “sizi diriltti-öldürecek-diriltecek ve sonunda O’na döndürüleceksiniz” şeklinde bir ifadeyle, insanın dünyaya bir çok kere gelip-gitme’ durumuna dikkat çekilmek istenmiştir.
Bakara.28’inci ayetten başka ayetlerde de bu konu anlatılmak istenirken, açıklamaya daima önce insanın ölü halinden başlanması daha sonra diriltmeye geçilmesi tesadüfi değildir.
Yunus. 31-………Kim çıkartıyor ölüden diriyi ve kim çıkartıyor diriden ölüyü? Kim çekip çeviriyor iş ve oluşu?
Ali İmran. 27 – “geceyi gündüzün içine sokarsın, gündüzü de gecenin içine sokarsın. Diriyi ölüden çıkarırsın, ölüyü diriden çıkarırsın. Dilediğini hesapsızca rızıklandırırsın.
Abese. 21– Sonra öldürdü onu, kabre koydurdu.
22 – Sonra dilediği zaman diriltip ortaya çıkardı onu.
Yunus.31, Ali İmran.27 ve Abese. 21. 22. ayetlerinde görüldüğü gibi burada ilk defa yaratılan bir insan söz konusu değildir (insan, dünyadaki varoluşuna çoktan başlamıştır ve artık birbiri ardından ölümler ve dirilmeler deneyimlemektedir) ve ölümünden hemen sonra bir atlama yapıp doğrudan kıyamet günündeki buluşmaya değinilmemiştir. Bu ayetlerde özellikle zaten ölü olan bir insanın diriltilmesinden başlanmıştır.
Mantıken bir insanın ölü halinde olabilmesi için önceden de diri olması, yani dünyada evvelce yaşamış biri olması gerekir. Bu ayetlerde ve diğer pek çok ayette açıklamaya hep ölü olan bir insanın diriltilmesinden başlanmış olması tesadüfi değildir.
Abese 21. ve 22. ayetlere daha dikkatli baktığımızda da yaşamakta olan bir insanın zamanı gelince canının alındığını, gömüldüğünü ve sonra o insanın reenkarne olması için uygun bir zaman gelince(“sonra dilediği zaman diriltip”) tekrar bir dünya yaşamına gönderildiğini (“diriltip ortaya çıkardı onu”) görmekteyiz.
Bu ayeti, Vakıa süresi. 61. ayet (“Yerinize diğer benzerlerinizi getireceğiz ve sizi bilemeyeceğiniz bir şekilde yeniden oluşturacağız”.) ve En-am süresi 133.(….”.Dilerse sizi ortadan kaldırır ve sizi bir başka topluluğun soyunda vücuda getirdiği gibi ardından da dilediğini sizin yerinize getirir”.) ayetleriyle beraber incelediğimizde de, insanın ölüyken diriltilmesi, tekrar canının alınması ve sonra ileriki bir zamanda başka bir soy ve değişik bir toplumda Allah’ın şaşmaz irfanı doğrultusunda yeniden bedenlendirileceği anlaşılmaktadır.
İnsanın deneyimlediği bu ritmik gel-git işleminin dünyanın sonunda yaşanacak olan kıyamet gününden daha farklı bir durum olduğu açıkça görülmektedir.
Bu düşünceler aynı zamanda, Kur-an’da reenkarnasyon yoktur fikrine yakınlık duyanların bu doğrultuda özellikle öne sürdüğü ; “Kur-an’da sözü geçen diriliş ve diriltme sözlerinden kastedilen şey, Allah’ın her insani sadece ahiret gününde yani uzak bir gelecekteki kıyamet gününde diriltmesidir, yoksa diriltme sözü bir insanın reenkarne olması yani kıyamete kadar (şimdiki zamanla ile kıyamet arasındaki sürede) yeniden beden alması değildir” gibi bir inanca açıklık kazandırmış olur.
Ayetlerde geçen her diriliş ve diriltme sözüyle yalnızca kıyamet günündeki nihai buluşma kastedilseydi, Bakara 28 (ve diğer ayetler) de insanın dirilmesi ve ölmesinin defalarca vurgulanmasına gerek görülmezdi. Bu tekrarların söz gelişi lüzumsuz bir tekrar veya bir çeviri hatası olmadığı kesindir.
Ayrıca dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta da, 28.ayette insanın diriltilmesi ve ölmesi bir kaç defa vurgulandıktan sonra, ayetin sonunda özellikle “ve nihayet O’na döndürüleceksiniz” denmiştir. “ve nihayetin” anlamı, bir çok defa dirildikten ve öldükten sonra, yani dünyaya gelme-gitme ritmik döngüsü artık sona erdiğinde O’na döndürüleceksinizdir.
Burada özellikle kullanılan nihayet kelimesiyle, insanın bir çok dünya yaşamı deneyimleri sonunda, tüm reenkarnasyonlarının defterinin açılıp hesaplarının görüleceği bir kıyamet gününe ayrıca dikkat çekilmek istenmiştir.
Eğer bir insan tek bir dünya yaşamı sonunda öldüğünde sadece bu tek yaşamın hesabını verecek olsaydı ve hesaplar ölümden sonra hemencecik görülseydi, çok uzak bir gelecekte gerçekleşeceği belirtilen bir kıyamet gününe hiç gerek kalmayacaktı. Başka bir deyişle, eğer insanlar tek bir yaşam bitince ölüyor ve hesapları görüldükten sonra cennete veya cehenneme gitmeleri kararı hemen veriliyorsa, uzak bir gelecekte hesapların görülmesi için ayrıca bir ahiret günü olmasının bir anlamı yoktur. Çünkü her insan ahiret gününü beklemesine gerek kalmadan zaten tek bir yaşam sonunda ölünce hemen gitmesi gereken yere gönderilmektedir.
Demek ki ayetlerde geçen her dirilme sözü, insanların defterinin açılıp hesaplarının görüleceği Allah’la son buluşma olan kıyamet gününde dirilme anlamına gelmemektedir.
“Siz ölülerdiniz, O sizi diriltti” sözleriyle bir evvelki enkarnasyona değinilmekte (yani insanın evvelce de dünyada yaşayıp öldüğüne ama sonra diriltildiğine), “Sizi yine öldürecek ve sonra yine diriltecektir” sözleri de, insanın şimdiki yaşamının sonunda deneyimleyeceği bir ölümü ve sonra da uzak bir gelecekteki kıyamet gününe kadar olan zaman aralığında yeniden diriltileceğini yani reenkarne olacağını anlatmaktadır.
Kur-an’da ayrıca özellikle ahiret günündeki dirilmeye açıkça işaret eden bazı ayetler elbette vardır. Ama bir ayetin özellikle ahiret gününe değindiğinden kesinlikle emin olmak için, söz konusu ayeti, o ayetten önceki ve sonraki bir kaç ayetin anlamlarıyla birlikte incelemeliyiz. Bir hesaplaşmaya değinen ve de özellikle kıyamet günü sözünün kullanıldığı ayetlerde ahiret gününün vurgulandığı kuşkuya yer verilmeyecek bir şekilde belirgindir.
Casiye. 26 – De ki : “Sizi Allah diriltiyor ; sonra sizi öldürecek, sonra da o hakkında hiç kuşku bulunmayan kıyamet gününde bir araya getirecek. Ama insanların çokları bilmiyorlar.”
Rum. 11– Allah yaratışa başlar, sonra onu (insani) varlık alanından çekip(öldürüp) tekrar yaratır. En sonunda O’na döndürülürsünüz.
Rum. 12 – Kıyametin kopacağı gün, günahkarlar sus-pus olacaklardır
Ahiret-kıyamet gününe özellikle değinen bazı ayetleri inceledikten sonra ölümden sonra diriltilmenin sadece kıyamet günü için geçerli olmadığına ve tamamen farklı bir nedenden dolayı insanın diriltildiğini bildiren bir başka ayeti inceleyelim.
Bakara. 56 – Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki, şükredebilesiniz.
Bu ayette Allah’ın, insanı henüz kıyamet günü hesaplaşması için değil, kıyamet gününden önceki zaman sürecinde Kendisine şükredebilmesi için dirilttiği gayet açıktır.
Bir insan kendisini dirilttiği için, yani kendisine yeniden fiziksel dünyada doğma/ bedenlenme imkanı verdiği için Allah’a neden şükretmelidir?
İnsan, kendisini evrende bilinçli bir varlık olarak yarattığı için Allah’a daima şükretmelidir. Ancak,insanın yaratılması ile ilgili olarak şükretmesi bu ayette sözü gecen şükürden farklıdır. Bu ayetin özellikle işaret etti şey insanın ölümünün ardından diriltildiği için Allah’a şükretmesidir.
Çünkü bir evvelki enkarnasyonunda yaptığı hataları yeni enkarnasyonunda düzeltebilme şansı ve olanağı kendisine verildiği için. Allah’ın sağladığı bu olanak, bir evvelki dünya yaşamında pek çok hata yapmış olan bir insanın tekrar dünyada diriltilmesidir. İnsan, evrilme sürecinde, ancak yanlışlarını bilinçli bir şekilde düzeltebildiği zaman giderek daha mükemmel olabilir . Bu da, Allah’ın yaratılışta kendisine hediye etmiş olduğu fakat şu sırada doğasında halen bir tohum halinde olan ‘tinsel unsurlarını’ geliştirebilmesiyle mümkün olabilir.
Kur-an’da bu doğrultuda insanların Allah’tan, yeniden dünyaya geri gönderilme şansı, yanı dünyada reenkarne olmayı dilediklerini anlatan bazı ayetler de var :
Secde. 12 – Günahkarları, Rablerinin huzurunda başlarını eğmiş olarak şöyle derken
bir görsen ; “Rabbimiz ; gördük, duyduk, geri gönder bizi ki barışa yönelik iyi işler yapalım. Artık kesin olarak inanıyoruz”.
Araf. 53 – ……”Acaba bizim için sefahatçiler var mı ki bize sefahat etsinler ; yahut
daha önce yaptıklarımızdan başkasını yapalım diye geri gönderilebilir miyiz“?
Müminun. 99 – Sonunda onlardan birine ölüm geldiğinde söyle der : “Rabbim beni geri döndürün ;
100- Döndürün ki, o arkada bıraktığım yerde iyi bir iş yapayım”…………
Bu bilgileri hemen anlayıp kabullenmekte zorlananlar ve reenkarnasyonun varlığına itiraz edenler o zamanlarda da mevcuttu,
Nahl. 38 – Yeminlerinin tüm gücüyle, “Allah ölen kimseyi diriltmez” diye Allah’a yemin ettiler. Hayır öyle değil. Ölenleri diriltmek O’nun üzerinde hak bir vaattir, fakat insanların çokları bilmezler.
39 – Diriltecek ki, onlara, ihtilafa düştükleri şeyi açık seçik göstersin ve küfre sapanlar (inkar edenler) kendilerinin yalancılar olduklarını bilsinler.
Allah’ın ölüleri diriltmesinin “hak bir vaat” olduğunu, Allah’ın Esma-ül Hüsna’da belirtilen bir başka özelliği açıklar;
“Allah Muhyi’dir” : Yaratan, hayat veren ölüleri dirilten.
Kur-an’ın çeşitli surelerinde Allah’ın ölüleri diriltmesi ve yeniden dirilişe değinilen ayetlerden bazı örnekler :
Yasin. 12 – Biz, yalnız Biz ölüleri diriltiriz ……….
Duhan. 8 – Tanrı yoktur O’ndan başka, Diriltir ve öldürür, sizin de rabbinizdir O ….
Hadid. 1– Göklerin ve yerin mülkü ve yönetimi O’nundur ; diriltir, öldürür. Her şey üzerinde kudret sahibidir O.
Tarık. 8 – O, o insanı tekrar hayata döndürmeye elbette kadirdir.
Hac. 66 – Size hayat veren O’ dur. Sonra sizi öldürüyor ; sonra diriltecektir sizi. Gerçek olan şu ki insan tam bir nankördür.
Kur-an’da bu şekilde daha pek çok ayet mevcut.
Neden Kur-an’da insanlara ısrarla yeniden diriliş – yeniden bedenlenme olduğu anlatılıyor ve vurgulanmaya çalışılıyor.?
Çünkü yaşamı sadece bir kerelik yaşanan bir deneyim olarak algılayan bir insan, varoluşunun derinliklerine inemeyebilir ve ruhunun evrimi için gerekli özeni ve gayreti gösteremeyebilir.
Bu gayreti gösterebilmek ekstra bir güç ve irade gerektirir. Bu da ancak insanın, bu yaşamdaki davranışlarının iyi veya kötü sonuçlarının bir sonraki yaşama yansıyacağını ve sonraki yaşamını belirgin bir biçimde etkileyeceğini kavrayabilmesi ile mümkün olur. Bu durumu kavramak, insanı şimdiki yaşamdaki davranışlarına itina etmeye yöneltir ve içinde bir sorumluk hissi oluşmasına yardımcı olur.
Reenkarnasyon bilinci ona, yaşamın zorluklarıyla başa çıkabilmek için güç, varoluşuna bir anlam ve geleceği için bir ideal ve hedef verir. Aksine, yaşam sadece bir defaya mahsus olmak üzere yaşanıyorsa, yaşanıp bitince tamamen kaybolacak olan bu ‘bir defalık’ deneyim sürecinde insan hep dünyevi şeylere eğilimli olur. Dünyadan mümkün olduğunca zevk ve keyif almaya, eğlenmeye ve gününü gün etmeye bakar. Yani sadece dünyevi değerleri benimseyerek daha dünyevi bir insan olur. Halbuki, reenkarnasyon gerçeğini benimsemesi onun Yüksek Tinsel Dünya gerçekleri ve kendi bireysel evrimi hakkında daha bilinçli olmasını sağlar.
Kur-an’da insanın başka birisi olarak başka yerde ve başka toplumlarda reenkarne olmasına dair bazı ayetler de var;
İsra. 98 -……… Çünkü ayetlerimizi inkar ettiler ve şöyle dediler : “Biz, bir kemik yığını olduktan, un ufak hale geldikten sonra mi, sahi bundan sonra mı, yeniden bir yaradılışla diriltileceğiz?”
İsra. 99 – Görmediler mi ki, o gökleri ve yeri yaratan Allah, kendilerinin benzerlerini de yaratmaya kadirdir…………
Vakıa. 61– Yerinize diğer benzerlerinizi getirmekten ve bilemeyeceğiniz bir şekilde sizi tekrar yaratmaktan aciz değiliz.
En-am. 133 – Senin o gani Rabbin rahmet sahibidir. Dilerse sizi ortadan kaldırır ve sizi bir başka topluluğun soyunda vücuda getirdiği gibi, ardınızdan da dilediğini sizin yerinize getirir.
Bu ayetlerde, insanın yeni enkarnasyonunda, bir evvelki yaşamında olduğu kişinin tıpatıp benzeri olmayacağı, (bilemeyeceği bir şekilde yeniden oluşturulup) bir başka insan olarak (kendilerinin benzerleri) bir başka toplumda vücuda getirileceği açıklanmaktadır. İnsanın, aynı ruh ve benlik özünü muhafaza ederek bir başka şahıs biçiminde, bir başka toplumda, yanı evvelce yaşamış olduğundan daha farklı bir ortamda reenkarne olması, ona geçmişteki hatalarını düzeltmek için farklı bir ortam ve taze bir başlangıç sağlayacaktır.
Görüldüğü gibi, “ben tinselliği sadece Kur-an’la bağdaştırmak istiyorum veinançlarımın Kur-an’dan kaynaklanmasını istiyorum” diyenler de Kur-an’da reenkarnasyonla ilgili çok doğru bilgilere ulaşabilirler. Yeter ki önyargılı olarak yaklaşılmasın. Yüzeysel bir okuma sonucunda edindiğimiz kişisel kanaatlere dayanarak “Kur-an’da kesinlikle reenkarnasyon yok” sonucuna varmak yanıltıcı olabilir.
“Ben reenkarnasyona inanmıyorum” diyen her insan açık kalplilikle kendini ”ben bu önyargılı düşünceye neden yakınlık duyuyorum ve neden inanıp benimsiyorum” diye sorgulamalıdır. Bu sorgulamanın sonucunda belki hayatın o insanı zorladığı, bu yüzden aradığı mutluluğu bulamadığı ve yaşamı, taşımaya mecbur olduğu bir yük olarak gördüğü ortaya çıkabilir. Bundan dolayı onu zaten zorlamış olan fiziksel dünya yaşamını bütün güçlükleriyle bir başka enkarnasyonda tekrar yaşamak durumunda olduğu düşüncesi doğal olarak ona fazla gelebilir.
Bilindiği gibi her insan gün içinde yaptığı her yanlış ve kötü hareketten (araya gece uykusu girdikten sonra) ertesi gün de sorumlu tutulacak ve yaptığı yanlışların bedelini ödemesi gerekecektir. Yani araya gece ve uyku girdiği için yaptıkları ortadan kaybolmayacak ve hiç olmamış varsayılmayacaktır. Aynı şekilde, insanın bugün yaptığı iyilikler de unutulmayıp ertesi gün hatırlanacaktır.
Bunun gibi, bir insanın pek çok günün toplamı olan tüm yaşamı boyunca yaptığı iyi-kötü şeyler de bedelsiz kalmayacak, fakat hesapların tamamı o insan fiziksel dünya yaşamının sonunda öldüğünde görülebilecektir.
Ancak yaşamın sonunda tüm hesaplar görüldükten sonra insanın yaşam boyu dünyada izini bıraktığı her davranış ve yaklaşımın Tinsel Dünyadaki bedeli oluşabilir. Tinsel Dünya prensiplerine göre bunlar karşılıksız kalmaz.
Dünya adaleti söz konusu olduğunda insana sorumlu tutulduğu şeyin bedeli yaşamdayken örneğin hapse koyularak ödettirilebilir. Ama Tinsel –Tanrı’sal adalet söz konusu olduğunda, yaşam boyu kaydedilen tüm davranışlarının hesabı ancak ölümden sonra görülebilir ve de ortaya çıkan sonuçlara göre belirlenen sorumluluk ve bunun bedelinin ödenmesi bir sonraki dünya yaşamına yansır.
Evvelki ve bir sonraki günün arasında uyku olduğu gibi, insanın şimdiki dünya yaşamı ve bir sonraki dünya yaşamı arasında da ölüm vardır. Ölümün daha uzun bir uyku olduğu söylenebilir.
En-am süresi 60. ayet Uykunun da bir nevi ölüm olduğunu anlatır: “O’dur ki geceleyin sizi öldürür, gün boyu neler kazandığınızı bilir.”
İnsan, yanlışlarının ve kötülüklerinin bedelini ödeyebileceği daha farklı bir ortama (istikbaldeki bir dünyaya) tekrar gelme şansına sahip olmasaydı, bu fırsat ona tanınmasaydı ve dünya yaşamı sadece bir defaya mahsus bir deneyim olsaydı, insan daima mükemmel olmayan bir varlık olarak kalmaya mahkum olacak ve daha yüksek Tinsel-Tanrı’sal basamaklara hiç bir zaman erişemeyecekti.
Mineraller, bitkiler ve hayvanlar alemleriyle karşılaştırıldığında, ancak içinde Tanrı’nın bağışladığı tini taşıyan insan fiziksel dünyada deneyimlediği zorluklar ve çektiği acılarla daha mükemmel olmayı öğrenebilir.
Reenkarnasyon, tinsel bir evrim süreci içinde olan ve henüz mükemmel olmayan insanın tinsel bir mükemmelliğe kavuşabilmesine olanak sağlar.
Bu düşüncelerin ışığında aşağıdaki ayete tekrar bakalım ;
Bakara -56 – “Sonra ölümünüzün ardından sizi dirilttik ki, şükredebilesiniz.”
İnsanın Allah’a şükretmesi için pek çok neden vardır. Kendisine, kusurlarını düzelterek
daha yüksek bir varlığa dönüşebilmesi, fiziksel dünyadan kurtulabilmesi ve Allah’a yaklaşabilmesine olanak veren yeniden diriltilme bu nedenlerin en önemlilerinden biridir.
İncelemekte olduğumuz Kur-an’da reenkarnasyonun varlığı konusuyla ilgili düşüncelere katılıp katılmamakta herkes özgürdür. Burada belirtilen açıklamaların amacı da kimseyi ikna etmek veya inandırmak olmadığı için bu görüşler her insanın tartışılmaz bir inanç özgürlüğüne sahip olduğu göz önünde bulundurularak ortaya kondu. Bu doğrultuda, reenkarnasyon fenomeninin bir insan için ne anlam ifade ettiğini anlayarak benimsemek ve evrilme sürecinde bu anlayışın bizlere kazandıracaklarını alıp almama özgürlüğümüz de elbette tartışılamaz.
|