Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Forum İstatistikleri |
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065
Detaylı İstatistikler
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 1058 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 1058 Ziyaretçi
|
Son Aktiviteler |
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 329
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 307
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,012
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,135
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,078
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,007
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,150
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,524
|
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,286
|
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,173
|
|
|
BOŞLUK KORKUSU İÇİN MEDİTASYON |
Yazar: Emka - 27-04-2017, Saat: 04:05 - Forum: MEDİTASYON
- Yorum Yok
|
|
Her akşam uyumadan önce yirmi dakika gözlerini kapatıp içindeki boşluğu hissetmeyi alışkanlık hale getir. Kabullen, bırak orada olsun. Korku yükselir; bırak o da olsun. Korkuyla titre ama içinde doğmakta olan bu boşluğu reddetme. İki ya da üç hafta içinde onun güzelliğini ve kutsallığını hissetmeye başlayacaksın. Bu kutsallıkla temas ettiğin an korku kendiliğinden kaybolacaktır. Onunla savaşmamalısın.
Diz çöküp yere otur ya da rahat ettiğin bir pozisyon al. Eğer başın öne düşmeye başlarsa - ki başlayacak buna izin ver. Neredeyse cenin pozisyonu almış olacaksın, bebeğin rahimde olduğu pozisyon. Başın dizlerine dokunmaya başlayacak, ya da yere. Buna izin ver. Kendi rahmine gir ve orada ol. Ne teknik, ne mantra, ne de bir çaba; sadece orada ol. Orada olana alışmaya çalış. Bu daha önce hiç bilmediğin bir şey. Zihnin kaygı duymaya başlar çünkü o çok farklı ve bilinmeyen bir boyuttan gelmektedir. Zihin ne yapacağını bilemez. Daha önce böyle bir şey tanımamıştır ve o yüzden şaşkındır; onu kategorize etmek, etiketlemek istemektedir.
Ancak, bilinen zihin, bilinmeyen Tanrı'dır. Bilinmeyen asla bilinenin bir parçası olamaz. Bilinenin bir parçası olduğu zaman, artık bilinmeyen Tanrı değildir. Bilinmeyen, bilinmeyen olarak kalır. Onu tanısan bile, bilinmeyen olarak kalır. Gizem asla çözülmez. Gizem, özünde çözülemez.
O yüzden her akşam o boşluğa gir. Korku olacak, titreyeceksin; bu da normal. Ama zamanla korku azalacak ve sevinç ön plana çıkacaktır. Üç hafta içinde bir gün aniden içinde büyük bir coşku yükseldiğini hissedeceksin, bir enerji yükselmesi yaşayacaksın, varlığın o kadar güzel bir keyif yaşayacak ki, sanki gece sona ermiş ve güneş ufukta belirmiş gibi hissedeceksin.
|
|
|
GERÇEK YÜZÜNÜ BUL |
Yazar: Emka - 27-04-2017, Saat: 04:00 - Forum: OSHO
- Yorum Yok
|
|
Neysen o ol ve dünyayı asla hiç umursama. O zaman derin bir rahatlık hissedeceksin ve kalbin huzurla dolacak. Zen insanlarının "gerçek yüz" dediği şey budur; gevşemiş, gerginlikten uzak, iddiasız, iki yüzlü olmayan ve nasıl davranman gerektiği hakkındaki sözde öğretiler olmadan varolmak.
Ve unutma, gerçek yüz çok şiirsel bir ifade ama bu, farklı bir yüzün olacağı anlamına gelmiyor. Aynı yüz bütün gerginliklerinden arınacak, aynı yüz gevşeyecek, aynı yüz önyargısız olacak, bu aynı yüz
başkalarından üstün görmeyecek kendisini. Bu yeni değerlere sahip aynı yüz, senin gerçek yüzün olacak.
Çok eski bir atasözü vardır:
Birçok kişi, korkak olma cesaretini gösteremediği için kahraman olmuştur.
Eğer bir korkaksan, bunun neresi yanlış? Bir korkaksın. Ne güzel bir şey. Korkaklara da ihtiyaç vardır, aksi halde kahramanları nereden bulacaksın? Korkaklar, kahraman yaratmak için zorunlu olan temeli oluşturmak için kesinlikle gereklidir.
Sadece kendin ol, her kimsen. Asıl sorun daha önce hiç kimsenin sana kendin ol dememiş olması. Herkes burnunu sokuyor, en sıradan durumlarda bile herkes sana şöyle ya da böyle davranman gerektiğini söylüyor.
Ben okula giderken... küçük bir çocukken, bana nasıl olmam gerektiğinin söylenmesinden nefret ederdim. Öğretmenler bana rüşvet teklif etmeye başladı: "Eğer doğru davranırsan, bir dahi olabilirsin."
Hemen karşılık verdim: "Dahiliğin canı cehenneme, ben sadece kendim olmak istiyorum." Ayaklarımı masanın üstüne koyarak otururdum ve her öğretmen rahatsız olurdu. "Ne biçim davranıyorsun?" diye çıkışırlardı.
Ben de yanıt verirdim: "Masa bana yapma demiyor ki! Bu, masayla benim aramda olan bir konu, siz neden bu kadar kızıyorsunuz? Ayaklarımı sizin kafanıza koymuş değilim ki! Siz de tıpkı benim gibi rahat olmalısınız. Ayrıca bu şekilde sizin öğrettiğiniz saçmalıkları çok daha iyi anlayacağımı hissediyorum."
Sınıfın bir duvarında çok güzel bir pencere vardı ve pencereden dışarıdaki ağaçlar, kuşlar ve guguk kuşları görünüyordu. Çoğunlukla pencereden dışarı bakardım ve öğretmen gelip, "Neden okula geliyorsun ki?" diye sorardı.
Hemen yanıtlardım: "Çünkü evimde böyle, bütün gökyüzünün göründüğü bir pencere yok. Ve evimin olduğu yerde guguk kuşları, kuşlar yok. Evim şehirde, etrafında bir sürü başka ev var, o kadar kalabalık ki kuşlar oraya gelmiyor. Guguk kuşları oradakilerin şarkılarıyla kutsayacakları insanlar olmadığını hissediyor.
Buraya sizi dinlemeye geldiğim fikrini unutun! Ücretim ödeniyor. Burada sadece bir hizmetçi olduğunuzu unutmayın. Eğer sınıfta kalırsam gelip size şikayette bulunmayacağım; sınıfta kalırsam üzülmeyeceğim. Ancak eğer bütün bir yıl boyunca aslında dışarıdaki guguk kuşlarını dinlerken sizi dinliyormuş gibi yaparsam, bu iki yüzlü bir yaşamın başlangıcı olur ve ben iki yüzlü olmak istemiyorum."
Öğretmenler, profesörler her konuyu belirli bir şekilde yapmamı istedi. O günlerde benim okulumda -ve belki de hâlâ devam ediyordur- herkes kep takıyordu. Benim keplere karşı hiçbir husumetim yok; üniversiteden ayrıldıktan sonra kep giymeye başladım ama üniversiteden ayrılıncaya kadar hiç giymedim. Rahatsız olan ilk öğretmen geldi ve "Okulun disiplinini bozuyorsun. Kepin nerede?" diye sordu.
"Okul yönetmeliğini getirin. Orada her çocuğun kep giymesi gerektiğinden söz ediliyor mu? Eğer yoksa, okul kurallarına aykırı olan bir şeyi bana dikte ettirmeye çalışıyorsunuz." dedim.
Beni müdüre götürdü ve ben de müdürle konuştum: "Ben hazırım. Bana kep takmanın mecburi olduğunu yazan maddeyi gösterin. Eğer mecburiyse okuldan ayrılmam gerekebilir ama önce kep takmanın mecburi olduğunun nerede yazdığını gösterin."
Tabii böyle bir yazılı kural yoktu ve ben devam ettim: "Bana kep takmak için geçerliliği olan mantıklı bir neden gösterebilir misiniz? Zekâmı arttıracak mı? Hayatımı uzatacak mı? Beni daha sağlıklı mı yapacak, daha anlayışlı mı kılacak? Bildiğim kadarıyla Hindistan'da başa bir şey takılmadığı tek eyalet Bengal ve ülkenin en zeki bölgesi orası. Punjab ise tam tersi. Orada insanlar kep yerine sarık takıyor. O kadar büyük sarıklar kullanıyorlar ki, sanki kaçmaya çalışan zekalarını kafalarının içinde tutmaya çalışıyorlar. Sonuçta Punjab ülkenin en az zeki bölgesi."
Müdür cevap verdi: "Söylediklerin mantıklı ama bu bir okul disiplini sorunu. Eğer sen kep takmazsan, başkaları da takmaz."
Ben de, "O zaman neden korkuyorsunuz? Bu geleneği terk edin." dedim.
Hiç kimse kesinlikle hiç önemi olmayan konularda bile kendin olmana izin vermek istemiyor.
Gençliğimde saçlarım uzundu. Sürekli babamın dükkanına girip çıkmak zorunda kalırdım çünkü evimize giriş sadece dükkandandı. Ev, dükkanın arkasındaydı ve dükkandan geçmek zorundaydık. İnsanlar "Bu kimin kızı?" diye sorardı. Saçlarım o kadar uzundu ki, bir oğlanın bu kadar uzun saçlı olabileceğini hayal bile edemiyorlardı.
Babam epey bir utana sıkıla, "O, oğlan." demişti.
"Ama o zaman saçları neden bu kadar uzun?" diye sordular.
Bir gün - bu babamın normal tavrı değildi - o kadar utanıp, kızmıştı ki gelip saçlarımı kendi elleriyle kesmişti. Dükkanda kumaş kesmek için kullandığı makası alıp saçlarımı kesmişti. Ona bir şey söylemedim... buna şaşırdı. "Hiçbir şey söylemeyecek misin?" diye sordu.
"Kendi tarzımla söyleyeceğim." diye yanıtladım.
"Ne demek istiyorsun?"
"Görürsün." dedim. Evimizin karşısında dükkanı olan afyon müptelası berbere gittim. O, saygı duyduğum tek insandı. Yan yana bir sürü berber dükkanı vardı ama ben o ihtiyarı çok severdim. Şahsına münhasır bir adamdı ve beni çok severdi; saatlerce konuşurduk. Sürekli saçmalardı! Bir gün bana şöyle dedi: "Bütün
afyon müptelaları bir araya gelip siyasi parti kurabilirse, ülkeyi ele geçirebilirdik!"
"Çok iyi bir fikir!" dedim.
"Ama" diye devam etti, "hepimiz afyon müptelası olduğumuz için, ben kendi fikirlerimi bile unutuyorum." "Endişe etme. Ben buradayım ve hatırlarım. Sen bana bu ülkede neleri değiştirmek istediğini, ne tür bir siyasi ideoloji istediğini söyle, ben hallederim."
Ama o gün ona gidip saçlarımı kazımasını söyledim. Hindistan'da sadece babası ölenler saçlarını kazıtır. Bir an için afyon müptelası berber bile ayıldı ve "Ne oldu? Baban mı öldü?" diye sordu.
"Sen bunu kafana takma. Dediğimi yap yeter; gerisi seni ilgilendirmez! Saçlarımı kazımanı istiyorum" dedim.
"Tamam!" dedi. "En kolayı bu. Çoğu zaman başım derde giriyor, insanlar bana 'sakalımı kes' diyor ve ben unutup kafalarını kazıyorum. 'Ne yaptın?' diye kızıyorlar ve ben de 'Ne kızıyorsun? Olan olmuş, bu yüzden senden para almayacağım.' diyorum."
Hep gidip dükkanında otururdum çünkü sürekli komik bir şeyler olurdu. Adamın bıyığının yarısını kestiği zaman birden aklına bir şey gelir ve, "Bekle, çok acil bir işim olduğunu hatırladım." derdi. Adam arkasından bağırırdı: "Ama ben koltukta kaldım ve bıyığımın yarısı duruyor. Dükkandan dışarı çıkamam ki!" Berber, "Hemen geliyorum!" diye bağırırdı.
Ama saatler geçmesine rağmen dönmezdi ve koltuktaki adam söylenir dururdu: "Bu adam aptal mı ne?"
Bir keresinde, bir adamın bıyığının diğer yarısını ben kesmek zorunda kaldım. Ona, "Artık özgürsün. Bu dükkana bir daha gelme yeter. Adam sana çok büyük bir zarar vermedi, sadece çok unutkan, hepsi bu." dedim.
Neyse. Berber, "Haklısın. Beni ilgilendirmez. Eğer ölmüşse, ölmüştür." dedi.
Saçlarımı tamamen kazıdı ve ben de eve gittim. Dükkandan geçtim. Babam ve bütün müşteriler bana baktı. Müşteriler hemen sordu: "Ne oldu? Bu kimin oğlu? Babası ölmüş."
Babam yanıtladı: "O benim oğlum ve ben yaşıyorum! Bir şeyler yapacağını biliyordum. Bana iyi bir cevap verdi."
Nereye gidersem gideyim insanlar hemen soruyordu: "Ne oldu? Baban çok sağlıklı görünüyordu."
"İnsanlar her yaşta ölebilir. Onun için endişeleniyorsunuz ama benim saçlarım için endişelenen yok."
Bu, babamın bana yaptığı son müdahale oldu. Çünkü karşılığının daha tehlikeli olabileceğini anladı! Hatta gidip saçların çabuk uzaması için kullanılan belirli bir yağ aldı. Bu çok pahalı bir yağdır, Bengal'de yetişen javakusum adındaki bir çiçekten çıkartılır. Çok nadir bulunan, çok pahalı bir yağdır. Sadece en zenginler kullanırdı. Erkekler değil, kadınlar kullanırdı. Saçlarını mümkün olduğunca uzun tutmak için. Bengal'de saçları yerleri süpüren kadınlarla karşılaştım. Bir buçuk metre, iki metre uzunluğunda saçlar. O yağ, özellikle saçları çok güçlü yapıyor, hemen uzatıyordu.
"Şimdi anladın." dedim.
"Evet, anladım." dedi. "Bu yağı hemen kullan; birkaç ay sonra saçların geri gelecektir."
"Bu durumu sen yarattın. Utanacak ne vardı? 'Benim kızım' diyebilirdin. Bu beni rahatsız etmezdi. Ama bana bu şekilde müdahale etmen çok yanlıştı. Şiddet dolu ve barbarcaydı. Bana hiçbir şey söylemeden gelip saçlarımı kesmeye başladın." dedim.
Hiç kimse başkasının kendisi olmasına izin vermiyor. Bu fikirler o kadar derinine işlemiştir ki, sanki kendi fikrinmiş gibi görünür. Rahatla. Bütün bu şartlandırmaları unut, kuruyan yaprakların ağaçlardan yere düşmesi gibi onları bırak. Plastik yapraklara, plastik çiçeklere sahip olmaktansa, yapraksız, çıplak bir ağaç olmak daha iyidir.
Gerçek yüz sadece, herhangi bir ahlak kuralının, dinin, toplumun, ebeveynlerin, öğretmenlerin, rahiplerin sana hükmetmesine izin vermemek demektir. Hiç kimsenin hakimiyeti altında olmamak demektir. Sadece hayatını içsel duyarlılığına uygun olarak yaşa - ki bu duyarlılığın var - ve gerçek yüzüne sahip olacaksın.
|
|
|
KENDİNİ KALABALIKTAN GERİ ÇEK |
Yazar: Emka - 27-04-2017, Saat: 03:54 - Forum: OSHO
- Yorum Yok
|
|
Meditasyon, sadece sessiz ve tek başına olma cesaretidir. Yavaş yavaş, içinde yeni bir nitelik, yeni bir canlılık, yeni bir güzellik, yeni bir zekâ hissetmeye başlarsın. Bu, kimseden ödünç alınmamıştır, senin içinde büyümektedir. Kökü senin varoluşuna dayanmaktadır. Ve eğer bir korkak değilsen, hayat bulacak ve çiçek açacaktır.
Hiç kimse varoluşun olmasını hedeflediği kişi değildir. Toplum, kültür, din ve eğitim sistemi, masum çocuklara karşı gizli bir ittifak içindedir. Bütün güç onlarda; çocuk çaresiz ve bağımlı, o yüzden onu istedikleri gibi şekillendirmeyi başarıyorlar. Çocuğun kendi doğal yönelimi doğrultusunda gelişmesine izin vermiyorlar. Bütün çabaları insanları kullanılacak metalara çevirmektir. Çocuğun kendi başına
büyümesine izin verirlerse, kendi çıkarları için kullanıp kullanamayacaklarını, yatırımlarının boşa gidip gitmeyeceğini kimse bilemez. Toplum böyle bir riski göze almaya hazır değildir. Çocuğu kuşatır ve toplumun ihtiyacı olan şekildeki bir kalıba dökmeye başlar.
Yani bir anlamda, çocuğun ruhunu öldürüp, ruhunun ve öz benliğinin eksikliğini hissetmemesi için ona sahte bir kimlik verirler. Bu sahte kimlik, gerçeğinin yerine konulmuş olan bir şeydir. Ancak gerçeğinin yerine konulmuş olan bu kimlik sadece onu sana vermiş olan kalabalık içinde işe yarar. Tek başına kaldığın an, sahte olan kimlik parçalanmaya ve bastırılmış olan gerçek kimlik kendini ifade etmeye başlar. Yalnız kalma korkusu budur.
Hiç kimse tek başına olmak istemez. Herkes bir kalabalığa ait olmak ister; sadece tek bir kalabalığa da değil, birçok kalabalığa. Kişi, dini bir kalabalığa, bir siyasi partiye, bir rotary kulübüne ait olur ve daha ait olunacak bir sürü başka küçük gruplar da vardır. İnsan günde yirmi dört saat desteklenmek ister çünkü sahte bir destek olmadan ayakta duramaz. İnsan tek başına kaldığı zaman, garip bir delilik hissetmeye başlar. Yıllar boyunca birisi olduğuna inandın ve birden bire, tek başına kaldığın zaman aslında o kişi olmadığını hissetmeye başlarsın. Bu durum korku yaratır: O zaman sen kimsin?
Yıllar süren baskılar sonucunda, gerçek kimliğinin kendini ifade etmesi zaman alacaktır. Mistikler aradaki bu zaman dilimine "ruhun karanlık gecesi" adını vermiştir. Çok iyi ifade edilmiş bir deyim. Artık o sahte kimlik değilsin ama henüz gerçek kimliğin de değilsin. Belirsiz bir ara bölgedesin, kim olduğunu bilmiyorsun.
Özellikle Batı dünyasında bu sorun daha da karmaşık hale gelir çünkü onlar ruhun karanlık gecesini kısaltıp gerçeğe bir an önce ulaşmak için herhangi bir metodoloji geliştirmemiştir. Batı dünyası meditasyonla ilgili hiçbir şey bilmemektedir. Meditasyon yalnızca tek başına kalıp, sessiz olup, gerçeğin kendini göstermesini beklemeye verilen bir addır. O bir eylem değil, sessiz bir gevşemedir. Çünkü ne "yaparsan" aslında sahte kimliğin yapacaktır. Yıllar boyunca bütün yaptıkların ondan ortaya çıktı. Bu eski bir alışkanlık.
Alışkanlıklar zor ölür. Yıllar boyunca, sevdiğin ve saygı duyduğun insanların sana dayatmış olduğu sahte bir kişilikle yaşıyorsun; ve onlar bilerek sana kötülük yapmıyorlardı. Niyetleri iyiydi ancak farkındalıkları sıfırdı. Onlar bilinçli değillerdi: Ebeveynlerin, öğretmenlerin, rahiplerin, politikacıların... bilinçsiz insanlardı. Niyet iyi olsa bile bilinçsiz insanların elinde bir zehre dönüşür.
O yüzden ne zaman tek başına kalsan, derin bir korku vardır. Çünkü sahte olan yok olmaya başlıyor. Gerçeğin devreye girmesi ise biraz zaman alacaktır. Onu uzun yıllar önce kaybetmiştin. Bunca yıllık boşluğun bir şekilde kapanması gerektiğini düşünmen gerekli olacak.
"Kendimi kaybediyorum, duyularımı, akıl sağlığımı, zihnimi, her şeyimi kaybediyorum" korkusu yaşaman çok doğal. Çünkü sana başkaları tarafından empoze edilmiş olan benlik bunlardan oluşmaktadır. Deliriyormuş gibi hissedeceksin. Hemen kendini meşgul etmek için bir şeyler yapmaya başlarsın. Ortada insan yoksa bile en azından bir eylem var ve bu sayede sahte benlik faaliyete devam ederek yok olmasının önüne geçiyor.
O yüzden insanlar en çok tatillerde zorlanıyor. Beş gün boyunca çalışırken, hafta sonu dinlenip, gevşeme hayaliyle yaşıyor. Ama hafta sonu, dünyanın en kötü zamanlarıdır. Hafta sonu daha fazla kaza olur, daha çok insan intihar eder, daha fazla cinayet, hırsızlık ve tecavüz olur. Çok garip. Bütün bu insanlar beş gün boyunca meşguldü ve hiçbir sorun yaşanmadı. Ancak hafta sonu onlara birden bir seçenek sunuyor: Ya bir meşgale bulacaklar ya da gevşeyecekler. Ama gevşemek korkutucudur; sahte kimlik kaybolur. Faal kal, aptalca olsa bile bir şeyler yap. İnsanlar hemen sahillere koşar, yollarda tampon tampona kilometrelerce uzunluğunda trafik sıkışıklarına katlanır. Onlara nereye gittiklerini sorarsanız, "kalabalıktan kaçıyorum" derler. Ama bütün kalabalık onlarla birlikte gidiyor! Tek başına olup dinginliği bulacaklar. Hem de hepsi!
Aslında evde kalmış olsalardı daha sakin daha kendi başına kalabileceklerdi çünkü bütün aptallar "kafalarını dinlemek için" yola çıkmış durumda. Hepsi deli gibi acele ediyor çünkü iki gün kısa sürede bitecek ve ulaşmaları gerekiyor: Nereye olduğunu sorma!
Kumsalları görüyorsun. O kadar kalabalık ki, pazar yerleri bile bu kadar kalabalık değil. Çok garip ama insanlar burada güneşlenirken kendini çok rahat hissediyor. Küçük bir kumsalda güneşlenip gevşeyen on bin insan. Aynı kişi, ayı kumsalda tek başına olsa gevşeyemeyecekti. Ama etrafındaki binlerce kişinin gevşediğini biliyor. Aynı insanlar ofisteydi, sokaklardaydı, alış veriş merkezlerindeydi, şimdi aynı insanlar kumsalda.
Sahte benliğin var olabilmesi için kalabalık şarttır. Tek başına kaldığında çıldırmaya başlarsın, insan işte bu noktada meditasyonu biraz anlamalıdır.
Endişe etme çünkü kaybolabilecek bir şeyi kaybetmeye değer. Ona yapışıp kalmak anlamsızdır; çünkü o senin değil, o sen değilsin.
Sen aslında, sahte olan gidince onun yerine yükselecek olan taze, masum ve kirlenmemiş varlıksın. Kimse "Ben kimim?" sorusunu senin yerine yanıtlayamaz. Bunu sen bileceksin.
Bütün meditasyon teknikleri sahteyi yok edecek birer destektir. Onlar sana gerçeği vermez; gerçek verilemez.
Verilebilen bir şey gerçek olamaz. Gerçek zaten senin içinde olandır; sadece sahte olanın ortadan kaldırılması gerekiyor.
Başka bir açıdan şöyle denebilir: Bir Usta gerçekte sende olmayanı alıyor ve aslında senin sahip olduklarını sana veriyor.
Meditasyon sadece sessiz ve tek başına olma cesaretidir. Yavaş yavaş, içinde yeni bir nitelik, yeni bir canlılık, yeni bir güzellik, yeni bir zekâ hissetmeye başlarsın. Bu, kimseden ödünç alınmamıştır, senin içinde büyümektedir. Kökü senin varoluşuna dayanmaktadır. Eğer bir korkak değilsen, filizlenecek ve çiçek açacaktır.
Sadece cesur, yürekli ve yiğit olan insanlar dindar olabilir; kiliseye gidenler değil. Onlar korkaklardır. Hindular, Müslümanlar, Hıristiyanlar korkaktır. Onlar arayışa karşıdır. Aynı kalabalık sahte kimliklerini daha da pekiştirmeye çalışır.
Sen doğdun; bu dünyaya bir canlı olarak, bilinçle, inanılmaz bir duyarlılıkla geldin. Küçük bir çocuğa bir bak; gözlerindeki o tazeliğe bak. Bunun üstünü sahte kişilikle örtüyorlar.
Korkacak bir şey yok. Sen ancak kaybedilmesi kaçınılmaz olan bir şeyi kaybedebilirsin. Onu ne kadar erken kaybedersen o kadar iyi olur çünkü ne kadar uzun kalırsa, o kadar güçlenir.
Kimse yarın ne olacağını bilmez.
Gerçek varlığının farkına varmadan ölme.
Gerçek varlıklarıyla yaşamış ve gerçek varlıklarıyla ölmüş o çok az sayıdaki insan gerçekten şanslı olanlardır. Çünkü onlar hayatın sonsuz ve ölümünse kurgu olduğunu bilir.
|
|
|
Reptilian Kadınla (Lacerta) Yapılan Röportaj |
Yazar: Spiritüeller - 25-04-2017, Saat: 21:55 - Forum: REPTİLİANLAR
- Yorum Yok
|
|
Senelerdir çeşitli araştırmalar icra eden Ufo gözlemcileri, bilim adamları ve astrologlar gökyüzünde binlerce vakaya tanık olmuştur.
Her yıl işittiğimiz,haberlere ve çeşitli bilim sitelerine konu olan gözlemler haricinde yeryüzünde de şahit olduğumuz vakalar meydana gelmektedir. Bunlar çoğu zaman gözardı edilmektedir. Çeşitli araştırma kuruluşları, UFO araştırmacıları araştırmacılar geçmişten gelen kaynakları kullanarak yeni bir araştırma ve aydınlanma girişimi içine girmemektedir.
Türkiye’nin farklı bölgelerinde bilhassa İç Anadolu’da bulunan yeraltı odaları senelerden beri sırrını koruyor. Bu yeraltı evlerini araştırma sürecimde karşılaştığım yüzlerce dökümanda sürekli aynı şeyleri gördüm. Maalesef Türkçe kaynaklar bu mevzuda oldukca yetersiz. Farklı yerel dillerden evrensel dil olan ingilizceye çevrilmiş dokümanlar bulunmakta. Bu tarz şeyleri araştırdığınızda hakikaten tüyler ürpertici vakaların yaşandığını ve hiç ummadığınız canlı türlerinin aslında anlatıldığı gibi olmadığını görecekseniz.
Toplumlar on binlerce senedir bu evrende yalnız olmadıklarını düşünüp çeşitli icatlarla araştırma geliştirme şekilleri denemişlerdir. Geçmişten günümüze kadar gelen dökümanlarla genel bir çözümleme yapacak olursak sürüngen bir ırk olan reptilianlar hakkında okuduğum,izlediğim,duyduğum detayları size şu şekilde aktarabilirim:
“Korkudan, savaştan, öfkeden, kirlilikten, kötü ve kirli olan her şeyden beslenen sürüngen bir ırk Reptilian. Fizyolojik görüntülerini değiştirebilirler,sizi etkisi altına alabilirler.Gerçekte görünüşleri bir yılanı andırmaktadır. Ve cin olarak tabir edilen varlıklarlar ile Reptilianlar arasında müthiş bir benzerlik vardır .’’
Gelelim aslolan noktaya, başıma gelen bir vakaya…
Bu hadiseler yıllarca beni takip ve tekrar ediyordu aslında. Evde her yalnız kaldığımda,uzun tabiat yürüyüşlerimde, sıcak ve kurak bir alanda, tünel sonlarında ya da tünel girişlerinde. . Sizin de başınıza gelmiştir belki, ufak çaplı bir basınç altında kalıp hareket edemediğiniz zamanlar. Benim başıma gelen vakada tesirinde kaldığım bir alan vardı. B. ilinin Y. ilçesinin C. Köyünde sıradan bir yürüyüş gerçekleştiriyorduk. Yürüyüşümüzün amacı, iç orman bölgesinin iç kesimlerinde yer alan tünellere ulaşmaktı. Sabah her zamanki gibi dostlarımla bir araya geldim. Kısa bir yolculuğun arkasından köye geldik, enfes bir köy kahvaltısının arkasından fotoğraf makinelerimizle yürüyüşe başladık. Hava sıcaklığı normaldi ve aylardan hazirandı.Grubumuzun 5 kişilikti ve uzun düren bir yürüyüş oldu. Yürüyüşümüzün sonralarına gelirken yani bizim geri dönmemize yol açan vakayı bu anda yaşadım.
Tünellere varmak için girdiğimiz ormanda nihayet tünel kapısına benzer bir yer bulduk. Üstü sarmaşıklarla, ucu sivri otlarla kaplıydı. Bir an dostlarım yanımda olmasına karşın onları göremedim ve seslerini işitmemeye başladım. Başıma bir ağrı girmişti ve sanki tüm vücudum uyuşmuştu. Sanki değil aslına bakarsak hakikaten öyleydi. Korkmamaya çabaladım, kendimi telkin ediyordum, yılan ya da benzeri bir yaratığın beni soktuğunu düşündüm. Aslına bakarsak öyle bir şey de olmamıştı. Aniden bir karartı görür gibi oldum, derisi yılana benzer biçimde olan ve gerçek anlamda bir sürüngeni andıran insan şeklinde bir mahluk idi. Bir kuvvetle başım öteki tarafa döndü ve yeniden başımı çevirmeye çalıştığımda karşımda normal bir adam gördüm. Her şeyiyle oldukca normal bir adam. Kendime gelmeye çalıştım. Bütün bu yaşadıklarım 3 saniye gibi kısa bir süre içinde meydana geldi.
Karşımdaki adam konuşmaya başlamıştı bir şeyler söyledi onları idrak etmekte zorlandım ve arkadaşlarımın seslerini yeniden duymaya başladım herkes yanımdaydı. Adam bizlere; ‘’Burada olmamalısınız! Lütfen merkeze dönün, bu dönemde sizin için tehlikeli olabilir.’’ dedi. Elimizden gelen bir şey yoktu. Dönme kararı verdik ve çeşitli varsayımlar yürüttük. Merkeze varıp köyden uzaklaştık. O günden sonra her şey normal seyrinde devam etti evde başıma gelen bir kaç vaka haricinde (Onları size sonrasında aktaracağım).
Bu olayda ihtimal verdiğim vermediğim bir sürü unsur vardı. Fakat kesinlikle beni bugünkü kadar meşgul etmemişti. Yukarıda bahsettiğim reptilian ırkının bir üyesi olabileceğini, şimdiye kadar okuduğum ve izlediğim kaynakların da ışığında hiç ihtimal vermemiştim. Bu sabah bir video paylaşım sitesinde ‘’REPTİLİAN İLE RÖPORTAJ — LACERTA FILES TÜRKÇE’’ isminde bir video gördüm. Reptilian ırkından bir kadınla gerçekleştirilen röportajın Türkçe çevirisi hakkında bir video hazırlanmış. Alıştığımız,duyduğumuz o Reptilian hikayelerinden tamamen değişik bilgiler var. Aslen kim oldukları, dost mu düşman mı oldukları, neye benzedikleri, nerede hayatlarını sürdürdükleri hakkında bilgi verilmiş. “Lacerta Files” yani Lacerta Dosyasını araştırdım.
’Ole K.’nın bir arkadaşı (adı E.F. olarak geçiyor) bir kaç ay önce, reptilian bir kadınla dost olur ve ileriki zamanlarda bu yeni reptilian arkadaşından Ole’ye bahseder. Kendisi, dünya dışı yaşam ve yaşam formlarıyla ilgisi olmayan biridir fakat E.F. nin anlattıklarındandan oldukça etkilenir. Bu reptilian kadın ile görüşmek ister ve karşı tarafın onayıyla röportaj tadında bir söyleşi gerçekleşir.’’ Bu röportaj sonrasında
“Reptilianlar” ile ilgili tüm bildiklerimi sorgulamaya başladım; Zira bu röportaj hem başıma gelen vakalara ışık tutuyor hem de bazı kadim ırklar hakkında bilgi veriyor.
Kaynak:korkubilimi
|
|
|
PİRAMİT İSMİNİN İÇİNDEKİ GİZLİ ANLAM |
Yazar: Spiritüeller - 23-04-2017, Saat: 20:01 - Forum: ESKİ MISIR
- Yorum Yok
|
|
Piramidin sözlük anlamı da başlı başına büyük bir sırrı içinde barındırır. Günümüzde kullanılmakta olan Piramit sözcüğünün kökeni Mısır Lisanı'na değil, Yunanca'ya dayanır. Piramit sözcüğü Yuananca'da "Pyros" sözcüğünden türetilmiştir. "Pyros" Yunanca'da "Ateş" anlamına gelmekteydi. Bu sözcüğün "Muhteşem Işık" anlamında mecazi kullanımı da bulunmaktadır.
İlk başta bu mimari yapıya "ateş" ya da "muhteşem ışık" anamına gelen bir sözcüğün verilmiş olması biraz garipsenebilir. Ancak bu yapının gizli kalmış bazı özellikleri dikkate alındığında, Antik Yunan'da bu yapıya neden böyle bir sözcüğün seçilmiş olduğu kolaylıkla anlaşılabilir...
Bu sözcüğün söz konusu yapı için kullanılmasının iki ayrı anlamı vardı: Birincisi "Ateş Taşı", ikincisi ise "Sirius Takım Yıldızı" ile ilgilidir.
Orjinalleri Atlantis'te bulunan ve az önce üzerinde durmuş olduğumuz enerji çeken ve depolayan özel taşlar, bir zamanlar piramidin tepe noktasına yerleştirilmişti. O dönemlerde piramidi görenlerin onun ışıl ışıl parladığından söz etmelerinin nedeni de buydu. İşte Yunanlılar'ın bu yapıya ''Ateş ismini takmalarının birinci nedeni budur.
Keops Piramidi'nin ezoterik yönü ile ilgilenen tüm araştırmacıları meşgul eden bir sorun da, bir zamanlar piramidin üst tepe noktasında bulunduğu bilinen bu taşlarla ilgilidir. 2000 yıl önce bölgeye gelen bazı gezginler, zirvenin altındaki bir kaç taş sırasının yerinde olmadığından bahsetmişlerdir. Kayıp olan bu taşlara piramidin tepesinde oldukları için "Kapak Taşı" adı verildi. Bu taşların mahiyeti hiç bir zaman anlaşılamadı, fakat bilinen bir gerçek varsa o da şudur: Bir zamanlar Piramdin cephesini kaplayan levhaların sökülerek Kahire'deki inşaatlarda kullanılmaya başlanmasından çok önceleri bu taşlar yerinden kaldırılmıştı.
Gelelim ikinci nedene...
Keops Piramidi'nin Kral Odası bilindiği gibi Piramit içindeki enerjilerin odaklandığı bir bölümde yer alır. Ancak Kral Odası'nın bir başka özelliği daha vardır. Piramidin içindeki bu oda "Sirius Takım Yıldızı"nı rahatlıkla gözlemleyebilecek bir açıda dizayn edilmiştir. Piramidin iç kısımlarında bulunan bu odaya Sirius'u gözlemlemeye olanak sağlayan bir tünel açılmaktadır. Bu tünel vasıtasıyla Piramidin derinliklerinde Sirius Takım Yıldızı'nın saçtığı ışık rahatlıkla gözlemlenebilinekteydi.
Antik Mısır Gelenekleri'nde Sirius'un kutsal sayılan bir yıldız olduğu ve Sirius'a diğer yıldızlara oranla çok ayrıcalıklı bir yer verildiği hesaba katılırsa, bu yıldızın ışıklarının muhteşem olarak adlandırılmasının son derece doğal karşılaması gerektiği ortaya çıkmaktadır. İşte bu nedenle, Kral Odası'nın Sirius Takım Yıldızı'nı gözlemleyebilecek bir açıda dizayn edilmiş olması buna en güzel kanıttır. Mısır Ezoterik Sırları ile yakından temasa geçmiş olan Antik Yunan Kültüründe de bu durum gayet iyi bilindiği için, göklerin muhteşem ışığının gözlendiği bu mabede muhteşem ışık anlamına gelen bir isim vermiş olmalarının nedenini anlamak hiç de zor değildir.
Antik Mısır rahipleri Atlantisliler'den aldıkları bilgiler doğrultusunda Sirius'un dünya için ne denli önemli bir yıldız olduğunu öğrenmişler ve bu sırrı mabetlerinin derinliklerinde saklarlarken, aynı zamanda da mabetlerinin derinliklerinden bu yıldızın ışıklarını gözlemlemekte belki de bu yıldızın tesirlerine muhatap olmanın yollarını denemekteydiler.
İşte bu nedenle Yunanlılar'ın bu yapılara son derece güzel ve uygun bir isim bulmuş oldukannı rahatlıkla söyleyebiliriz.
Günümüzde gözler önünden uzak kalmış, toplum hafızasından silinmiş sırların başında, Sirius Takım Yıldızı'nın dünyamızla olan bağlantısı gelmektedir Bu sırrın üzeri, Tufan sonrası bizim kültürümüzde başlayan .sembolik eğitim sistemine geçişle birlikte örtülmüştür. Bu üstü örtülü sırrın anlaşılabilmesi için dinsel sembolizmin dilini çözmek gerekir Aksi takdirde bu sırra ulaşmak mümkün değildin Bu sır kökeni Tufan Öncesi kültüre dayanan bizim devremizin eski uygarlıklarına ait mitolojik metinlerde de kendisini gizlemektedir.
Ezoterik bilgilerini Tufan Öncesi Atlantisliler'den alınış olan eski Mısır rahipleri bu sırrı biliyorlar ve bunu en gizli ve en güçlü ayinlerinde dışa vuruyorlardı. Kuşkusuz ki, bu sırda hiçbir zaman mabetlerin tlııvarlanndan dışarıya sızdırılmamış, inisiyelerce saklı tutulmuştur.
O halde bütün buraya kadar üzerinde durduğumuz konulara dayanak, "Büyük Piramidin çok sayıda işlevi mi bulunmuştur" diye sorulacak olursa, buna kesin olarak "evet" cevabı vermemiz gerekmektedir. İsmiyle bile bazı sırları kendisinde barındırmış ve halen de barındırmaya devam etmektedir.
Firavun Keops'un ismi Büyük Piramit'e atfedildi.
İsimle ilgili bu bölümümüzün sonunda Büyük Piramit'in bir diğer ismi olan "Keops" üzerinde de kısaca durmak istiyorum. Büyük Piramide Keops isminin verilmesi. Klasik Tarih Bilimi'nin verilerini doğru kabul eden bazı arkeologlarca bu yapının M.Ö. 3.500 yılında yapılmış olduğu ön kabulüne dayanır. Bu tarihte Mısır'ın firavunu Keops'tu. O halde Büyük Piramit bu tarihte yapıldıysa, bunu yaptıran da o dönemin firavunu olmalıydı. İşte bu düşünceden hareketle, Büyük Piramit'e firavunun adı atfedilmişdi.
Kurulan mantık doğru ama bilgi yanlıştı. Çünkü Büyük Piramit'in yapılış tarihi M.Ö. 3.500 değildi...
Bu yapının bu tarihten çok daha öncelerine ait olduğu bugün birçok arkeolog tarafından da kabul edilmiştir Bu nedenle Keops ismi, aslında Büyük Piramit için sadece bir zamanların ön kabulüyle ilgili bir anı olarak kalmış durumdadır.
|
|
|
MUCİZEVİ TAŞLAR VE ASALAR |
Yazar: Spiritüeller - 23-04-2017, Saat: 19:55 - Forum: ESKİ MISIR
- Yorum Yok
|
|
Musa Peygamber'in Sihirli Asası
Bu ifadelere sadece efsanelerde değil, kutsal kitaplarda da rastlamaktayız. Buna en güzel örneklerden biri Musa Peygamber'in asasıyla gerçekleştirdiği mucizevi olaylardır. Bu olaylar Kur'an-ı Kerim'in çeşitli Süreleri'ndeki ayetlerde ayrıntılarıyla dile getirilmiştir.
Mısır'da bir Osiris Rahibi olarak eğitilen Musa Peygamber'in bu asayı da, yine Mısır'daki mabetlerden edindiği tahmin edilmektedir.
Kur'an-ı Kerim'de konunun başlangıcı, Firavun'un Musa Peygamber'e söylediği şu sözlerle başlar:
Firavun Musa'ya: "Biz seni çocukken yanımıza alıp büyütmedik mi? Sonunda yapacağını da yaptın. Sen nankör birisin" dedi.
Firavun: "Alemler'in Rabbin de nedir?" dedi.
Musa: Kesin olarak inanacaksınız, bilin ki O göklerin, yerin ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir" dedi. Yanında bulunanlara: "İşitmiyor musunuz?" dedi. O sizin de Rabbiniz, önce geçmiş atalarınızın da Rabbidir" dedi,
Firavun çevresindekilere: "Size gönderilen peygamberiniz şüphesiz delidir" dedi.
Musa: "Eğer akledebilen kimselerseniz bilin ki O, Doğu'nun, Batı'nın ve ikisinin arasında bulunanların Rabbidir" dedi. Firavun: "Benden başkasını Tanrı edinirsen, and olsun ki seni zindanlık ederim" dedi.
Musa: "Sana apaçık bir şey getirmiş isem de mi?" dedi.
Firavun: "Doğru sözlülerden isen haydi getir" dedi. Bunun üzerine Musa değneğini
attı, besbelli bir yılan oluverdi. (Şuarâ Suresi: 26/18,19,23-32)
Surenin devam eden ayetlerinde Firavun'un bu olaydan etkilendiği anlaşılıyor Bunun üzerine Firavun çevresindeki ileri gelenlere, ülkedeki tüm sihirle uğraşan bilgilenlerin en önde gelenlerinin toplanıp getirilmesi için emir verir.
Bundan sonrasını yine Sure'nin devam eden ayetlerinden takip edelim:
Sihirbazlar belirli bir günün bildirilen vaktinde toplandılar. "Sihirbazlar üstün gelirlerse biz de onlara uyarız" dediler. Sihirbazlar geldiklerinde, Firavun'a "Biz üstün gelirsek, şüphesiz bize bir ücret vardır değil mi?" dediler. Firavun: "Evet, o takdirde siz gözde kimselerden olacaksınız" dedi.
Musa onlara: "Ne alacaksanız atın" dedi. Onlar da iplerini ve değneklerini attılar ve: "Firavun hakkı için, şüphesiz, biz üstün geleceğiz" dediler. Bunun üzerine Musa değneğini attı; onların uydurduklarını yutmaya başlayıverdi. (Şuarâ Suresi: 26/38-45)
Mısır'da o dönemler majik uygulamaların son derece yaygın olduğunu hatırlatmakta yarar görüyorum... Ayetlerde sihirle uğraşan alimlerden kastedilen Mısırlı majisyenlerdir... Surenin devamında Musa'nın majik güçleriyle başedemeyen majisyenlerin (sihirbazlann) yenilgiyi kabul ettiklerini ancak Firavun'un buna çok kızdığını görüyoruz. Firavun'un yanından ayrılan Musa Peygamber çevresindekilerle birlikte Mısır'dan ayrılarak Kızıldeniz'e doğru yola çıkar. Firavun da adamlarını yanına alarak onları yakalamak için peşlerine düşer:
Firavun ve adamları güneş üzerlerine doğarken onların ardına düştüler, iki topluluk birbirini gördüğünde, Musa'nın adamları:
"işte yakalandık" dediler. Musa: "Hayır, Rabbim benimle beraberdir, bana elbette yol gösterecektir" dedi. Bunun üzerine Biz Musa'ya "Değneğinle denize vur" diye vahyettik. Hemen deniz deniz ikiye ayrildi, her parçasi yüce bir dağ gibiydi. İşte oraya geridekileri de yaklaştırdık. Musa ve beraberinde bulunanların hepsini kurtardık. Öbürlerini suda boğduk. Bunda şüphesiz ders vardır ama çoğu inanmamıştır. (Şuarâ Suresi: 26/60-67)
Şuara Suresi'nden aktardığımız bu ayetlerin hemen hemen aynıları Araf Suresi'nin 103-139 Ayetleri'nde de bulunmaktadır. Aynı konunun hemen hemen aynı cümlelerle uzun uzun ayetlerle iki defa tekrar edilmiş olması da, üstünde ayrıca düşünülmesi gereken bir durumdur.
Musa Peygamber'in asasıyla gerçekleştirdiği bir diğer mucizevi olay da, yine Kur'an-ı Kerim'in Bakara Suresi'nin 60. Ayeti'nin başlangıcında şöyle ifade edilmiştir:
"Musa milleti için su aramıştı, "Asanla taşa vur" dedik; ondan oniki pınar fışkırdı herkes içeceği yeri bildi."
Bu anlatılanlardan yola çıkan bazı araştırmacılar, bu asaların belirli bir dalgaboyu üreten araçlar olabileceğini ileri sürmüşlerdir.
Bu iddia ilk kez 1947 yılında Walter Owen tarafından dile getirilmişti. Owen'a göre bu sihirli çubuklarla belirli bir dalgaboyunda önceden belirlenmiş bir vibrasyonel ses tonu oluşturulabiliyordu. Sesin ezoterik kullanımı hakkında ise şunları söylüyordu:
Ses, herkesin düşünemeyeceği türden imkânlar taşıyan bir güçtür. Ve bu gücün kullanımı, eski dönem ermişlerinin bildikleri, fakat günümüzün emekleyen biliminin yitirdiği veya karşısına geçip dudak büktüğü çok eskiye ait bir bilimdir. Evrenin çerçevesi ve dokusu ses gücü sayesinden ayakla durmakladır . Ve yine ses gücü sayesinde çözülerek yok olabilir...
Mısırlı rahipler bu bilime sahiptiler. Maht-Heru denilen Güç Sözcükleri (büyük enerjileri bünyelerinde barındıran özel sözcük ya da sözcük kalıpları) Insiyelere ölüler aleminin kapısını açıyordu. "Kral Odası"na açılan "On Odada yer alan ve temelin oturması sonucunda günümüzde sıkışıp kalmış ve artık hareket edemez bir hale gelen Granit Blok vardır. Bir zamanlar bu granit blok Başrahibin söylediği sözler sayesinde kaldırılıyor veya indiriliyordu... Bloğun adayı un ufak etmemesini sadece anahtar sözcüklerin gücü önlüyordu...
Eski Babil dönemine ait kayıtlarda sesin taş blokları kaldırmak için kullanıldığnıa ilişkin ifadelere rastlanır. Prof. Francois, "Kaide Büyücülüğü" isimli eserinde bu konuya değinerek; "Şurası muhakkak ki, eski çağlarda rahipler majik asalar vasıtasıyla fırtınalar çıkartıyor ve bin kişinin kaldıramayacağı taşları mabet inşa etmek amacıyla havalandırabiliyorlardı" demektedir..
Sonik tekniklerin kullanılmış olabileceği bugün bilim adamları arasında ciddi bir şekilde tartışılmaktadır. Piramidolog William Kingsland Mısır mabetlerinin yapımı hakkında daha ilginç açıklamalarda bulunmuştur:
Piramitler inşa edilirken, dev taş blokların taş ocaklarından getirilişi sırasında uzun mesafeler aşılılıyordu. Taşlar uygun sembollerin yazılı olduğu papirüslerin üzerine: yerleştirilir, arkasından taşlara bir asa ile vurulurdu. Bunun üzerintî taş bloklar bir ok atımlık mesafe boyunca havada hareket etmeye; başlarlardı . Bu şekilde taşınan taşlar, en sonunda piramile;rin inşa edildiği yere kadar götürülürlerdi .
Ünlü fizikçi Albert Einstein da bu konuya ilişkin bir gözlemini şöyle açıklamıştır:
Bizim bilemediğimiz bazı sırlara eskilerin sahip olduklarını kabul etmek zorundayız. 600 Tonluk bazı taş blokların üst yüzeylerinin dışa doğru kubbeleşmiş olması dikkati çekiyor. Bu ancak muazzam bir çekim veya emme kuvveti ile meydana çıkabilecek bir fenomendir.
Buraya kadar aktardığmız çeşitli kaynaklardan da rahatlıkla anlaşılabileceği gibi, piramitlerin yapılışında bilinen metotların dışında farklı bir yöntem izlenmiştir. Bu kayıtlardan anladığımız bir diğer gerçek de, bu yöntemin Tufan Öncesi Kültüre ait olduğudur.
|
|
|
BEŞİNCİ YOL |
Yazar: Spiritüeller - 22-04-2017, Saat: 17:17 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Tam aydınlanmayı amaçlayan üç geleneksel yol, yani Fakirin Yolu, Keşişin Yolu ve Yoginin Yolu; Gurdjieff'in çalışmaları ve Dördüncü Yol adlı eseri ruhsallık yolu için klasik bir rehber olan Ouspensky tarafından Batılı okurlara tanıtılmıştı.
Kova çağına doğru yol alırken, Ian Bowerman şuurda genişleyişimizi incelemekte ve sadece birkaç seçilmiş için değil, bütün insanlık için açık olan bir Beşinci Yol'un artık ortaya çıktığını ileri sürmektedir.
VİZYON olmazsa, insanlık mahvolur. Güneşin yörüngesinde kendi ekseni etrafında dönen Dünya gezegeninin yüzeyine tehlikeli biçimde tutunduğumuzdan, birçoğumuz bedenlenişimizin ana amacının, kişilik yerine "olma" üstünde çalışarak ruhlarımızı şuurlu biçimde tekamül ettirmek fırsatını değerlendirmek olduğu gerçeğini unutmaktayız.
Ruhlarımızı kaybettikten sonra bütün Dünyayı kazansak ne fayda? Ve ruhlarımızın karşılığında alacağımız nedir? Bu sorular, meselenin özünü oluşturmaktadır.
Birçokları etten ve kemikten daha fazla bir şeyler olduğumuzdan şüphelenmeye başladıklarında psişik gelişmeye bir bakıma körlemesine yaklaşırlar. Ruhları, kişiliklerinin kendilerini hapsettiği dar hücrenin dışındaki özgürlüğü aramaya başladığında ve süptil bedenleri yıllar süren uykudan uyanmaya başladığında, bu kişiler içlerinde bir yerde bir kıpırdanma hissederler. Bu olduğunda ise bazıları psişik fenomenlerin peşine düşer, diğerleri ezoterizm çalışmaya başlar ve pek azı da, aydınlanmaya giden yoldaki adımlarına rehberlik edeceğini umdukları gizli dernekler ve tarikatların izini sürerler.
Geçmişte, özgürlüğe ulaşma görüşüne sahip insanların Tanrıya ulaşmak için kullandığı üç geleneksel yol vardı. Bu üç yolun hepsi de bir insanın; ailesini, özel hayatını terk ederek kendisini bir üstat veya gurunun disiplini altına soktuğu geri dönüşü olmayan fedakarlıkları gerektirmekteydi.
Fakirin Yolu en yavaş ve en acılı olandı; inisiyenin bedenini yenmesini amaçlardı. Bu uzun süreç gönül ve zihnin dengeye getirilmesi için çok az zaman bırakırdı. Keşişin Yolu daha hızlıydı; amacı gönlü fethetmekti ve başarılı olduysa beden ve zihni hizaya getirmek üzere daha fazla zaman sağlamaktaydı. Üç geleneksel yolun en hızlısı, zihni fethetmek üzere yola koyulan Yoginin Yolu idi; eğer başarılı olursa gönül ve bedeni uyumlu hale getirmek için daha da fazla zamana sahip olurdu.
Üç yolun hepsi de, seçilmiş bir üstada mutlak boyun eğişi ve demir gibi bir disiplini talep eden ezoterizmin kurallarına uyarak gizlilik yemini altında uygulanırdı. Böyle okullara, aşramlara ve gizli derneklere giriş; müritlerini o belirli kurumun amacına uyacak biçimde seçen üstadın kabulüne veya reddine bağlıydı. Yazılı tarih boyunca bu şuur gelişimi okulları, bilhassa Mısır, Hindistan, Tibet ve Çin'de her zaman mevcut olmuşlardır.
Arayış içinde olan kişi için ana sorun, bir çok kurum ve kuruluşun dış yüzü ardında gizlenmekte olan gerçek gizli okulu bulmaktır. Kader ve talih eseri böyle bir okula yönlendirilmediği takdirde, seçilme ve kabul edilme; bu bir piyango kazanmak gibidir. Bir mürit kabul edilmiş ve bir okula alınmış olsa bile tam aydınlanmayı sağlama şansı zayıftır.
Geleneksel olarak inanıldığına göre tam şuurlu bir adam çıkarma olasılığının ortaya çıkması için bir okuldan on bini aşkın müridin geçmesi gerekmektedir. Çok kişi çağrılmakta ama pek azı seçilmektedir. Modern zamanlarda Hindistan, Tibet ve Çin'de kaç tane gerçek şuur gelişimi okulunun kaldığını tahmin etmek pek zor olmasa gerek ama insan ancak içindeyken emin olabilir. Zen Budizm'de bir bakıma özelleşmiş okullar mevcuttur ve Çin ve Japonya'dan çıkmaktadırlar.
RUHSAL BİLGİLERİ ODAKLAŞTIRAN OKULLAR
Ancak, tarih içinde, müritlerinden en büyük fedakarlığı yapmalarını değil, çeşitli okullarda arada sırada düzenlenen inzivalara karşın hayatın içinde kalmalarını bekleyen bir Dördüncü Yol vardı. Bu okulların izleri eski Yunan'da ama özellikle Avrupa'nın Karanlık Çağlarda ortaya çıktığı, bilginin yeniden doğduğu bir zaman olan Rönesans sırasında görülebilir.
Birdenbire özel bilgi çiçek açtı o devirde; eğer o zamanlarda yaşamış olsaydık, Floransa ve diğer yerlerdeki resim okullarını görebilirdik. Bütün bunlar; bilgiyi kitlelere ulaşmak üzere serbest bırakan ve gücü, eğitimli ruhban ve aristokrat sınıfın elinden alan Caxton ve Gütenberg'in matbaa makinesi tarafından da desteklenmekteydi.
Tüm bunlar kazara olmadı. Zaman bir bütün halindeki insanlık için uygun olunca, bilgi; yüksek planlardan insanlığın zihnine, şuurlu tekamüldeki bir sonraki fırlayışı hızlandırmak üzere serbest bırakılmaktadır. Bu türden özelleşmiş bilginin serbest kalışı; amacı, on bin küsur giren insanın çabalarını temel alan en azından bir adet tam şuurlu kişi ortaya çıkarmak olan bir Dördüncü Yol okulu yoluyla projekte edilmektedir. Bu tip okullar ancak belirli bir amaca hizmet edileceğinde ortaya çıkarlar ve ancak bu yüksek planlarla doğrudan bağlantılı iseler gerçek değere sahiptirler.
Eğer bu bağlantı kopuk ise bir kaç okul, kurulmuş oldukları ruhsal ilham olmaksızın öğretilerinin propagandasını yapmaya devam edebilirler. Çoğu Dördüncü Yol okulu, yapı olarak ezoteriktir ve bir dereceye kadar bir gizlilik örtüsü altında çalışmaktadır. Yani bunun anlamı, bir dış okulun içinde bir iç okulun bulunduğudur. Daha yakın zamanlarda bazı Dördüncü Yol okulları, bu kategoriden başkalarının da mevcut olmasına rağmen Gurdjieff ve Ouspensky'nin öğretilerini işlemişlerdir. Amaçları, kafa, kalp ve beden üzerinde eşzamanlı biçimde çalışarak kişisel şuurun tekamülünü hızlandırmaktır. Eğer başarılı olursa, üç geleneksel yoldan çok daha hızlı olur.
Böyle okulları bulmak zor olabilir çünkü halkın ve medyanın davetsiz misafirliğinden kaçınmak için yanıltıcı bir görüntü çizmektedirler. Bir Dördüncü Yol okulunda geçen zamana özel hayat denir ve bildik hayat içindeki dengesini korumaya çabalarken şuurunu genişletmek üzere çalışan mürit için bu bir hayli baskı yaratabilir. Geleneksel olarak, bu tip bir okuldan on binden fazla kişi geçtiğinde ve eğer bu okul da sağlam temellere dayanıyorsa, başarılı bir inisiye yüksek şuurun bir türünü alacak ve doğal eğilim gereği, kazanılan bilgiyi hayatın kendisi içinde yeniden yaratmak üzere hayatın girdabına geri fırlatılacaktır.
Balık yılları olarak bilinen uzun astrolojik zamanın sonuna yaklaşırken; felsefe okulları, gizli dernekler, aşramlar, masonlar ve Dördüncü Yolun, amaçlarını gerçekleştirdikleri görülecektir. Önemlerini yitirmeye devam edecekler, taraftarlarını avuçları içinde tutmaya çabalasalar da müritleriyle bağları gevşeyecek ve modası geçmiş ve geçersiz hale geleceklerdir.
İlk uyarı atışı, on dokuzuncu yüzyılın sonunda, Madam Blavatsky'nin iki büyük eseri, yani "Açıklanan İsis" ve "Gizli Doktrin" yayınlandığında duyulmuştu, bu kitaplar ezoterizmin kapılarını ardına kadar açmıştı. Hindistan ve Tibet'ten kaynaklanan gizli bilginin çoğu ilk kez halka serbestçe sunuluyordu. Böyle gizli bilgilere ulaşabilmek için gizlilik yemini etmek artık gerekli değildi. Madam Blavatsky'nin ilk başkanı olduğu Teozofi Derneği, Himalayalı üstatlarla olan bağlantısını ilan etti. Önceden sadece gizli ve ezoterik dernek ve topluluklarla sınırlı olan ezoterik bilginin yayılması için bu, bir hazırlık safhasıydı.
Alice Bailey Tibetli üstat Djwal Khul'un anlattıklarını kağıda geçirdiğinde ve içinde Madam Blavatsky'ye ilham veren üstatları da içeren güneş sistemi ve gezegensel hiyerarşilerin yapılarını ilk kez açıklayan ve üstat tarafından yazdırılan kitapları yayınladığında bu yayılışın ikinci safhası başlamış oldu. Alice Bailey'nin erken ölümü ile sona eren ve çalışmaya hasredilen yirmi beş yılı aşkın bir sürede ezoterik bilginin çoğu halka mal oldu ve 1920'den 1945'e kadar, Üstat Djwal Khul tarafından en başından beri beklenen ara safha başarılmış oldu.
Artık bizler hem Teozofi Derneğinin hem de Arcanf Okulunun 1975'Ier civarı ortaya çıkacağı öngörülen, ezoterizmin yayılışındaki ifşa safhasının son sahnesindeyiz.
EZ0TERİK İFŞAATLAR DEVRİ
Son birkaç yüzyıl sırasında bilim ve mühendislikte enerji kaynaklarımız buhardan kömüre, petrolden elektriğe ve gaza ve şimdi de atom gücüne kadar değişti. İnsan şuuru, doğal enerjinin açığa çıkışındaki engin gelişmelere ayak uydurmalıdır ama bilimsel ilerleme her zaman pürüzsüz ve dosdoğru olmamıştır.
Einstein'a Rölativite Teorisinin bilgisi ilham olarak verilmişti ve bu teori, mekanik bir evren öngören Newton kanunlarına dayanan önceki bütün kavramları tamamen değiştirmiştir. Elektroniğin kontrol edilebilmesi ve telefon, radyo ve televizyonun günlük hayatımıza girişi toplumu sarsmıştır ve iletişimde çok daha yeni ve daha geniş alanlara uzanan icatların eşiğinde olduğumuz da açıktır. Atomun parçalanması, Kuantum teorisi, DNA ilkesi ve son Kaos teorisi; geniş ve genişlemeye muktedir bir elektronik çağda yaşadığımızı vurgulamaktadır. Bilimsel bilgideki bu devasa ilerleyişi içine alabilmesi için, insan şuurunda da buna denk bir gelişme olmalıdır ki bu gelişme kötüye değil iyiye kullanılabilsin.
Balık Çağı yerini Kova Çağına bırakırken, Dünya gezegeninin enerjide bir kuantum sıçrama yapabilmesi için kitlesel şuura "Beşinci Yol" sunuluyor. Bu yol bireysel ve sadece varlığın gelişimi amaçlıyor.
Zaten ölümsüz oldukları ve kişiliğin zincirlerinden kurtulmayı hedefleyen bir ruha sahip olduklarına dair gizli bilgiler, hakikate uyanmaya başlayan bütün insanlara açık olacaktır. Hem kişiliğin hem de akademik eğitim örtüsünün yerine "varlığın" gelişmesini teşvik eden ikinci bir öğrenimin sunulması için metotlar bulunacaktır. Meditasyon yoluyla, hakikati arayan kişiler kendilerine sezgi, telepati ve kehanet güçlerini verecek olan üçüncü gözün açılmasını hedefleyeceklerdir.
Şakralar bilimi, çeşitli süptil bedenlerle ilgili eğitimlerinin bir parçası olarak çocuklara öğretilecektir. Beşinci Yol'da herhangi bir özel üstat veya guru aramak gerekli olmayacaktır. Bunun yerine bu kişiler amaçlarını kendi kendilerini keşfetme, kendi kendilerini disipline etme kendi kendilerini arındırma ve tefrik etme yoluyla gerçekleştirip, ruh bedenlerini gereken yeni izlenimlerle besleyerek ve artık kişiliğe, yani ölümde un ufak olan maskeye daha fazla dikkat sarf etmeye gerek kalmadan kendi kendilerinin üstadı haline geleceklerdir.
Dünya üzerindeki organik hayatı çevreleyen şuur zarfının içinde var olan ek güç ile, artık herkesin Beşinci Yol'a yaklaşabileceği ortaya çıkacaktır. Eğitimli eğitimsiz, ayrıcalıklı ayrıcalıksız, herkes şuur alanında başarıya varmak için eşit şansa sahip olacaktır. Artık bir tanesinin başarılı olabilmesi için on bin müridin başarısız olması gerekmeyecektir. Bunun yerine ezoterizmin kapıları ardına kadar açılacaktır ki herkes tanrısallığı gerçekleştirme yolunda başarı iddialarını öne sürebilsinler. Yarış başlamıştır ve ruhsal gücü suistimal etmeyi amaçlayanların gayretlerini boşa çıkaracak koruyucular da mevcuttur.
İnisiyeler Bilimi olarak da bilinebilecek bu yeni yol; bazı durumlarda bir engel oluşturabilen akademik eğitim ve zeka ile ilgili değildir.
Kabul için tek nitelik; koşulsuz sevgi atmosferinde iş gören saf bir itilim, amaç olacaktır. Bu iyi haberlerin bilinebilen bütün medya araçlarıyla duyurulabilir hale gelene kadar geçecek süre içinde normal psikoloji sahibi her insanın artık, dilerse, şuurunu sınırsız derecede genişletebileceği açık hale gelecektir.
Böylece ezoterizm demokratize olacak ve şuur devrimi, hakikati arayan herkesin ona ulaşmasını mümkün kılacaktır. Bilim ve akademik eğitim, gurur duydukları yerlerini Beşinci Yol olarak bilinir hale gelecek olan bir ruhtan doğacak ikinci bir eğitime bırakacaklardır.
|
|
|
OLUMLU DÜŞÜNMENİN GÜCÜ |
Yazar: Spiritüeller - 22-04-2017, Saat: 17:07 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM
- Yorum Yok
|
|
İnsanlar, hayalleriyle yaşarlar. Çoğu zaman da düşleriyle... Düşlerimiz, bize yol gösteren bir kapıdır çoğu kez. Yüreğimizin bizi çoğu kez uyarması ya da doğamızın içimizdeki karışık duygulardan kurtulmamız için rûhumuza ve aklımıza gönderdiği "onarıcı" sinyallerdir. Hayata bakış açımızı olumsuzluktan olumluluğun "güçlü" ellerine bırakan...
Söyle demişti Simyacı: "Bir şeyi çok istersen, bütün evren onu gerçekleştirmek için işbirliği yapar." Düşlerimiz de böyledir. Kendi "kişisel menkıbe"mize ulaşmak için bizi cesaretlendirir. Bizi güçsüzlüğümüzde sarar ve her zaman, "Bir adım daha... Hadi bir adım daha atıver!" deyip bizi düştüğümüz yerden kaldırır. Hayat yolunda ilerlemeye yönlendirir...
Düşler, sadece rüyadayken gördüklerimiz değil, hayat karşısında aldığımız duruştur ayrıca. Hayallerimizin ve beklentilerimizin, geleceğimize aldığı "gard"dır. Ne Polyanna'cılık oynayacak kadar hayata "pembe bir gözlük"le bakmak, ne de büsbütün Ümitsizliğe düşmek... Bu ikisinin kesiştiği yerdir, hayata tutunmamızı sağlayan şeyler...
Aynı pencereden bakan 2 mahkum gibidir "olumlu" ve "olumsuz" düşünen insan. Birisi, gökteki yıldızları görür bakarken; diğeri yerdeki çamurları... Aslında mutsuzluğumuza neden olan şey de budur! Hayatın olumsuzlukları arasında kaybolmuşken, elimizdeki şeylerin değerini görmek; mutluluğu küçük şeylerle de olsa yakalayabilmek... Biz de bu hayata mahkumuz. Yeryüzüne gelmek, bizim seçimimiz değildi. Fakat gözümüzü çamurlardan ayırıp gökteki yıldızlara diktiğimiz zaman, "içimizi tuhaf bir sıcaklığın" sardığını hissederiz. En yakın sınıf arkadaşımızın "zor günümüzde yanımızda olduğunu" gördüğümüzde ya da bizim de onun için aynı şeyi yaptığımızda da aynı sıcaklığı duyarız. Dostluğu, samimiyeti ve de en önemlisi "yalnız olmadığımızı" ve bu hayatın bir parçası olduğumuzu.
Asla önemsiz değiliz... Asla bir "hiç"ten ibâret değiliz. Şairin dediği gibi; "sevebildiğimiz" kadardır ömrümüz. Vatanımızı, anne-babamızı, sınıf arkadaşlarımızı ve dahası kendimizi...
Karamsarlığın bize zerre kadar faydası olmuş mu şimdiye kadar? Ya da yarının kaygılarıyla bugünümüzü cehenneme çevirmenin... Dünü değiştiremem. Yarın ise hala gelmedi. Tek bir zaman var benim için: Şu an ve şimdi... Akıp giden hayata tek dimdik durabileceğim yer... Sadece şimdi... Olumlu düşündüğüm, hayattan keyif aldığım bir şimdi; yarınımın dolu dolu ve mutlu geçmişi değil mi?
Gerçek olmasın isterse düşlerim... Yarın, son model bir arabam olmasın. Fakat sahip olduklarım ve şu an elimde olanlar... Hala "eski bir anı"ya dönüşmemiş arkadaşlıklar, gençliğim, sağlığım, kendimden çok sevdiğim annem-babam ve daha onca şey! Tanrı'nın hediye ettiği sağlam şu 2 göz, ellerim ve ayaklarım, insanlara kendimi ifade edebileceğim bir dilim ve dostlarımın duyabildiğim sesleri... Ya bunlara sahip olamayanlar!
Düşledikçe içindeyim zamanın. Sevdikçe, hayatın içinde... Kıramaz cesaretimi hayat, her şey üst üste geldiği zamanlarda bile gülümsemeyi becerdikçe!
|
|
|
BEYİN GÜCÜNÜ GELİŞTİRMEK İÇİN 32 ÖNERİ |
Yazar: Spiritüeller - 22-04-2017, Saat: 17:01 - Forum: Beyin
- Yorum Yok
|
|
1. Derin Nefes Alın: Daha fazla hava, kanınız –yani beyniniz- içerisinde daha fazla oksijen anlamına gelir. Nefesinizi burnunuzdan alın ve mümkün olduğunca diyafram kasınızı kullanarak ciğerlerinizin alt kısmını doldurmaya çalışın. Birkaç kez derin nefes aldığınızda bu sizin hem gevşemenizi sağlar, hem de daha net biçimde düşünebilirsiniz.
2. Meditasyon yapın: Şu an hemen uygulayabileceğiniz bir Meditasyon tekniği, yalnızca gözlerinizi kapayın ve dikkatinizi nefesinize yöneltin. Kaslarınızı gevşetmeniz meditasyonunuza yardımcı olacaktır. Eğer zihniniz gezinmeye başlarsa, dikkatinizi yalnızca nefesinize yöneltin. Beş-on dakikalık bir Meditasyon sizi gevşetir, zihninizi temizler ve özellikle zihinsel bir iş için sizi hazır hâle getirir. Bu konuda sitemizde yer alan Meditasyon uygulamalarından yararlanabilirsiniz..
3. Dik oturun: Duruşunuz, bedeninizdeki fizyolojik mekanizmaları ve dolayısıyla zihinsel süreçlerinizi etkiler. Bunu kendi kendinize kanıtlayabilirsiniz. Kafanız öne doğru sarkmış, gözleriniz yere bakar ve ağzınız açık biçimde matematik işlemleri yapmayı ya da bir problem çözmeyi deneyin. Sonra aynı şeyi bir de dik vaziyette otururken, ağzınız kapalı ve karşıya ya da hafifçe yukarıya bakar durumda deneyin. 2.sinde zihninizin çok daha kolay çalıştığını göreceksiniz.
4. Doğru düşünme alışkanlıkları: Birkaç hafta, belli bir problem çözme tekniği üstünde çalışın. Kısa sürede alışkanlık haline geldiğini göreceksiniz. Gördüğünüz her şeyi bir an için yeniden dizayn etmeyi deneyin. Bu da bir süre sonra alışkanlık haline gelecektir. Bir parça çaba harcayarak yararlı düşünme alışkanlıkları geliştirebilir ve sonra bunları çabasız biçimde kullanabilirsiniz. Alışkanlığın gücünden yararlanın.
5. Ölü zamanları değerlendirin: arabayla bir yere giderken, bekleme salonunda beklerken, ya da boş boş otururken geçen zaman, değerlendirilmezse ölü olur. Bir kasetçalar ya da CD çalarla arabanızda ya da boş zamanlarınızda yabancı dilde ya da kendi dilinizde bilgilendirici bir şeyler dinleyebilirsiniz.
6. Yabancı dil öğrenin: Yeni bir dil öğrenmenin, beyin işlevlerinde yaş ilerlemesine bağlı olarak gelişen performans kaybını azalttığı görülmüştür.
7. Konsantrasyon ve farkındalık egzersizleri: Zihninizi dağılmaktan alıkoyduğunuzda konsantrasyon ve net biçimde düşünme kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Zihninizdeki karmaşayı izlemeyi ve durdurmayı öğrenin. Zihninizin arka planında sizi belli belirsiz biçimde rahatsız eden şeyler dikkatinizi çektiğinde onları halletmenin yoluna bakın. Bu, aramanız gereken birini arayıp o işten kurtulmak ya da yapacağınız işlerin listesini çıkarmak olabilir. Böylece en azından şimdilik yapacağınız işleri unutabilirsiniz. Biraz pratik yaparak bu sizin için daha kolay bir hale gelir ve düşünme süreçleriniz daha güçlü olur.
8. Yazı yazın: Yazmak zihniniz için çeşitli yönlerden yararlıdır. Belleğinize önemli olan şeyleri söylemenin bir yoludur, böylece gelecekte kimi şeyleri daha kolay hatırlayabilirsiniz. Yazmak düşünme süreçlerinizi netleştirir. Yaratıcılığınızı ve analitik becerilerinizi geliştirmek için iyi bir egzersizdir. Günlükler, parlak fikirlerle ilgili notlar, şiir ve hikayeler yazmak zihninizi güçlendirecektir.
9. Mozart dinleyin: California Üniversitesi’nde yapılan bir araştırmada bir müzik aleti çalan ve koroya katılan çocukların problem çözme ve mekansal düşünebilme konularında diğer çocuklara oranla daha büyük bir gelişme kaydettikleri görüşmüştür. Bir başka araştırmada 36 öğrenciye 3 tane mekansal düşünme testi uygulanmış ve ilk testin hemen öncesinde Mozart’ın 2 piyano için Re Majör sonatı on dakika süreyle dinletilmiş. 2. testten önce gevşeme kaseti dinletilmiş, üçüncüden önceyse yalnızca sessizlik içinde oturmuşlar. Bu 36 öğrencinin ortalama skorları şöyle 1. test: 119; 2. test: 111; 3. test: 110.
10. Uykunuza dikkat edin: Herkesin uyku ihtiyacı birbirinden, farklıdır. Kendi ihtiyacınızın altında ya da üstünde uyumayın. Uykunun saatinden çok derinliği önemlidir. Gün içindeki kısa kestirmeler beynin dinlenmesi ve şarj olması için oldukça yararlıdır.
11. Kafein: Kahve, birçok kişi için zihin açıcı özelliğe sahiptir. Fakat fazla miktarda alındığında zihnin çalışmasını olumsuz yönde etkileyebilir. Kafein, kimi kişiler için uzun vadede olumsuz yan etkilere sahip olabilir. Fakat kısa vadeli olarak işe yaramaktadır.
12. Şekerden kaçının: Karbonhidratlar genellikle beyninizin bulanıklaşmasına yol açar. Çünkü şeker aldığınızda onu karşılamak için kana insülin salgılanır. Eğer önemli bir zihinsel iş yapacaksanız hemen öncesinde makarna, şeker, beyaz ekmek ve patates cipsi gibi şeylerden sakının.
13. Hızlı okuma: Birçok kişinin inandığının tersine okuduğunuz şeyi daha hızlı okuduğunuzda onu daha iyi kavrarsınız. Daha kısa sürede daha fazla şey öğrenirsiniz ve hızlı okuma gerçekten çok iyi bir beyin egzersizidir.
14. Spor egzersizleri yapın: Egzersizlerin özellikle uzun vadede beyin gücünü geliştirmesi sürpriz değildir. Fiziksel sağlığınızı olumlu yönde etkileyen her şey doğal olarak beyninizi de olumlu yönde etkileyecektir. Son zamanlarda yapılan araştırmalar 10 dakikalık bir egzersizden sonra bilişsel fonksiyonlarda artış olduğunu göstermektedir. Beyninizi tazelemek istiyorsanız küçük bir yürüyüş ya da birkaç hareket yapabilirsiniz.
15. Daha etkili biçimde öğrenin: Bir şeyi öğrenmeye karar verdiğinizde hem başlamadan önce, hem öğrenme sırasında, hem de sonrasında notlar alın. Başlamadan önce kendinize “Şu an bu konu hakkında neler biliyorum?” diye sorun. Ve bunları bir kağıda not edin. Bu, zihninizi öğrenmeye hazırlayacaktır. Çalışmayı bitirdikten sonra bir sonraki seans için zihninizde birkaç soru olsun. Ve kendi kendinize “şimdi ne öğrendim?” diye sorun.
16. Zihninizi netleştirin: Dağınık odalar ve ofisler dağınık düşünmeyi körükler. Zihinsel işler yapacağınız yeri buna uygun biçimde organize edin. Zor bir zihinsel işe başlamadan önce bedeninizi esnetin ve birkaç derin nefes alın.
17. Eğlendiğiniz bir şeyler yapın: Bu hem stres düzeyinizi düşürmenize hem de beyninizi tazelemenize yardımcı olacaktır. Yalnız burada önemli olan yaptığınız eğlenceli faaliyete aktif olarak katılmanızdır. Televizyon seyretmek böyle bir amaç için uygun değildir. Zihni geliştirici eğlenceli oyunlar oynamak ya da bir hobiyle uğraşmak, kısacası sizi dinlendiren ve eğlendiren bir şeyler yapmak beyninizin daha iyi biçimde düşünmesine yardımcı olacaktır.
18. Beyin egzersizleri yapın: Beyninizi sürekli değişik yönlerde çalıştırın. Bulmaca çözün, satranç oynayın, bir şeyler ezberleyin. Beynin çalıştırılması sürekli yeni nöron bağlantıları geliştirilmesine yol açar.
19. Yeni şeyler öğrenin: Bu beyne egzersiz yaptırmanın bir başka yoludur. Yeni bir şey öğrendiğinizde beyniniz buna uyum sağlamak için yepyeni bağlantılar geliştirmek zorunda kalır.
20. Bir şeyleri iyi yapan insanları modelleyin: Yaratıcı, zeki ve üretken insanlarla birlikte vakit geçirin. Onlardan bir şeyler öğrenmeye çalışın. Onların yaptıklarını yapın ve onların düşündüğü biçimde düşünmeye çalışın. Onların önerilerine dikkatlice kulak verin. Başarılı insanlar genellikle bunu nasıl yaptıklarını bilmez ve kendilerini başarılı görmezler. Onların söylediklerini değil yaptıklarını yapın.
21. Gülün: Güldüğünüzde salgılanan endorfin sayesinde, stres düzeyiniz azalır ve bu da beyin için uzun vadede çok yararlı bir şeydir. Gülmek, aynı zamanda sizi yeni fikirlere ve düşüncelere daha açık hale getirir.
22. Oyun oynayın: Beynin uyarılması ölçülebilir yapısal değişikliklere neden olur. Yeni nöron bağlantıları ortaya çıkar ve yeni beyin hücreleri gelişir. Entelektüel oyunların yanısıra göz-el koordinasyonunu sağlayan her tür oyun beyni uyarır ve geliştirir.
23. Şarkı söyleyin: Arabanızda yolculuk ederken ya da yalnız kaldığınızda üstünde çalıştığınız konuyla ilgili olarak şarkı söyleyin. Bu sizin sağ beyinle temasa geçmenizi ve onu çalıştırmanızı sağlar.
24. Kendinizin farkında olun: Bu beyin gücüyle direk ilgili gibi görünmemekle birlikte çok yakından ilgilidir. Kendinizi daha iyi tanırsanız ego ve duyguların etkilerinden kaçınabilirsiniz. Özellikle bir şeyleri açıklarken ya da tartışırken kendinizi gözlemleyin.
25. Stresten uzak durun: Özellikle uzun vadeli stresin bedeninizde meydana getirdiği hasarlar bir yana, beyninizi de olumsuz yönde etkilemektedir. Stres düzeyinizi bilinçli olarak azaltmak için gevşeme vb. tekniklerden yararlanın.
26. Kendinizi eğitin: Çeşitli araştırmalar az eğitimli kişilerin Alzheimer’e daha fazla yakalandığını göstermiştir. Herhangi bir alanda eğitim almak beyninizi daha güçlü hale getirir.
27. Yağdan uzak durun: Laboratuar araştırmaları yüksek yağ oranıyla beslenen hayvanların daha yavaş öğrendiklerini göstermektedir. Mümkün olduğunca zeytin yağı ve diğer türden sıvı yağları kullanmaya özen gösterin. Doymuş yağlar beyin hücrelerinin gelişiminde olumsuz etki göstermektedir.
28. Daha az yiyin: Aşırı yemek, sindirim için daha fazla kan akışı demektir ve bundan dolayı beyninize daha az kan gider. Bundan dolayı harcadığınız enerjiyle orantılı bir beslenme düzenini benimserseniz bu beyniniz için daha yararlı olacaktır.
29. Şüpheli gıdalardan uzak durun: aşağıdaki gıdalar beyniniz için zararlı olabilir: Yapay gıda boyaları içeren besinler, yapay tatlandırıcılar, kola, Mısır şurubu, yüksek şeker içeren içecekler, hidrojenlendirilmiş yağlar, şeker, beyaz ekmek ve beyaz un içeren diğer ürünler.
30. Kahvaltı edin: Kahvaltı tüm beden için çok önemli bir öğündür. Ve bu konuyla ilgili araştırmalar kahvaltı eden çocukların diğerlerine oranla daha başarılı olduğunu göstermiştir.
31. Soru sorun: Bu beyninizi formda tutmanın çok iyi bir yoludur. Yalnızca kendi zihniniz içerisinde kalsa bile soru sorma alışkanlığını sürdürün. Zihninize gelen her şeyi sorun ve ihtimal içinde cevaplar üstünde düşünün.
32. Beyin gücünüzü geliştirme planı yapın: Yeni alışkanlıkların edinilmesi, 20 ila 30 gün arası bir süre alır. Bu durumda uyguladığınız herhangi bir egzersizi ya da alışkanlık değişimini en azından 3 hafta sürdürmelisiniz. Herhangi bir tekniğin etkisini hemen görebilirsiniz. Fakat her tür tekniğin uzun vadeli yararları çok daha fazla olacaktır.
|
|
|
RUH EŞİ VE RUH İKİZİ NEDİR? |
Yazar: Spiritüeller - 22-04-2017, Saat: 16:51 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Birisinin ruh ikiziniz ve ruh esiniz (ki bunlar tamamen farklı kavramlardır) olduğunu anlamanın bir kriteri yok... Aşağıdaki yazıda nasıl hissedebileceğiniz yazıyor. Bu tamamen benim şahsi deneyimim. Bir insanin size "evet falanca sizin ruh esinizdir ya da ruh ikizinizdir" deme şansı yok çünkü bu olayın belli bir kuralı yok. Buna cevap verebilecek tamamen sizsiniz. Gözler ruhun aynasıdır. Birinin gözlerinde kendi gözlerinizdeki şeyi görüyorsanız ruh ikiziniz olma olasılığı vardır. Ya da tamamen aynı frekansta titreşiyor ve birbirinizi çekiyor da olabilirsiniz, o zaman ruh esinizle birliktesiniz demektir. Buna ancak yüreğiniz ve iç görüşünüz karar verecektir başkası değil..
Fakat hepimiz bir bütünün parçasıysak ya da her birimiz birbirimizin yansımalarıysak o zaman ayniyiz, "ayna"yız demektir. Birisine karşı yoğun çekim hissediyorsak, en istediğimiz özelliği projekte etmekteyiz, yani "o kişi" olarak yansımaktayız aslında, aradığımız ve bulduğumuzu sandığımız her ne varsa hepsi biziz...
Yine de belki sorularınıza cevap olarak yazıyı bir kez daha okursanız, bu konuda aydınlanmış olursunuz.
İkiz ruhlar
Fiziki bedenlerimizi almadan önce enerji boyutunda androjen (hem erkek hem dişi) varlıklardık. Bütünlüğü ve dengeyi kendi içimizde deneyimliyorduk. Fiziki boyuta maddeyi deneyimlemek üzere gelirken burada var olmak için kutuplaşmaya ihtiyaç duyuldu. Bu bölünme bizim içsellik ve dışsallık yönlerimizde de gerçekleşti. İçsel yönümüz dişi yarıyı ve dışsal yanımız eril yarıyı oluşturdu. Fiziksele indiğimizde 2 karşıt enerji olarak var olduk, erkek ve dişi olarak. Diğer yarimiz, ikiz alevimiz ya da ikiz ruhumuz olarak adlandırılır. İkiz ruhunuz sizinle benzer titreşime sahiptir, görünüş olarak sadece madalyonun obur yüzüdür.
İkiz ruhların karsılaşması çok çok az gerçekleşir çünkü ancak fiziki enkarnasyonlarının sonuna gelen ikiz ruhlar karsılaşırlar. Dünyanın artan titreşimi her şeyi hızlandırmaktadır ve sonuç olarak simdi eskiden hiç olmadığı kadar çok ikiz ruh karsılaşmaktadır. Ayni zamanda kişinin ikiz ruhuna Kundalini yükselişi sırasında rastlaması da mümkündür. Bu durumda, ikiz ruhların karsılaşması Kundalini enerjisini güçlendirecek ve erkek ve dişi enerjilerin içsel olarak birleşmesi dışsal deneyim olarak yaşanacaktır. Bu ikiz ruhların karsılaşmasının mutlaka Kundalini yükselişiyle bağlantılı olması anlamına gelmez. İkiz ruhların karsılaşması tanrısal bir karardır. Her ruh yaşaması gerektiğinde yaşayacaktır. Eğer ikiz ruhunuzun ve sizin, fiziki ortamın yasakladığı bir şeyi enerji boyutunda yaşamanız gerekiyorsa, Tanrı bir yolunu bulacak ve yaşanması gereken yaşanacaktır. İkiz ruhların fiziki boyutta gerçekten karsılaşmalarından yıllar önce etherde karşılaşmaları çok rastlanan bir olaydır.
Pek çok insan eş ruh ve ikiz ruhu birbirine karıştırır. İkiz ruhun karsılaşması yarattığı çekim nedeniyle kuşku götürmez. kişinin kalmış karmik tortuları temizlenmek üzere, tam kutupsal karşıtı tarafından yaratılan büyük enerji vakumuyla yüzeye çekilince vücutta hissedilen çok yoğun enerji akışı nedeniyle hatırlama-tanıma çok kuvvetle meydana çıkacaktır. kişi ikiz ruha hayal edilenin ötesinde bir kuvvetle çekilir ki bu daha önce hissedilmiş hiçbir çekime benzemez. İkiz ruhların karsılaşması somon balıklarının akıntı yukarı yüzmelerine benzer bir içsel bilisi uyandırır; her şeye rağmen mutlaka yapılması gereken bir yolculuktur. İkiz ruhların karsılaşmasından doğan güç her ruhun kendi içindeki eril-dişil dengelenmesini başlatır; bu ikiz ruhların karsılaştırılmalarındaki ana nedendir.
İkiz ruhların karsılaşması için kullanılacak en hafif sözcük "yoğun"dur. Söz konusu olan filmlerdeki gibi bir romantizm değildir. kişinin ikiz ruhuyla karsılaşmasının kafalardaki "Sonsuza kadar mutlu yaşadılar" senaryosuyla ilgisi yoktur. İkiz ruhların karsılaşmalarındaki ana neden; yeniden androjen (tam ve bütün) olmak üzere yükselirken içinizdeki karşıt kutupları enerji olarak kaynaştırmaya yardımcı olmaktır.
İkiz ruh ilişkileri Evrendeki her şey ile aynı enerjik ritme sahiptir. Yani, genişler ve büzülür. İlişki içinde bu cezp edilme ve geri püskürtülme (çekim ve tiksinme) olarak deneyimlenir. Genellikle enerjiler kaynaşırken ikiz ruhlar çok yoğun bir çekim hissederler daha sonra kaynasan enerjileri tanır ve dengelerken ise uzaklaşırlar. Bu ritim pek çok kere tekrarlanır ve her defasında büyük ruhsal kargaşalara ve hasarlara yol acar. İkiz ruhlar genellikle benzer fiziki özellikler taşırlar, 2 tutkulu aşıktan çok kardeşlere benzerler. Bağları çok derin ve fiziksel âlemin ötesindedir. İkiz ruhlar karsılaşarak enerjik bütünleşmelerini yasamak üzere enkarne olduklarında, karşıt kutuplaşmayı bütünleyebilmek için birbirlerine karşıt enerjiyi yansıtabilmek üzere mutlaka erkek ve kadın olarak enkarne olurlar. aslında bu tüm kadın-erkek birlikteliklerinde böyledir fakat ikiz ruhların ilişkileri kıyaslanmayacak ölçüde yoğun yaşanır.
İkiz ruhların fiziksel ortamda birlikte olmalarını engelleyecek bir durum olması çok yaygındır (örneğin birisi evlidir). Bu zorluk kazara yaratılmamıştır. İkiz ruh karsılaşması kişinin tüm enerji blokajlarının kırılarak, kişinin bilincinde ilahi ve dünyevi olanın kaynaşmasına imkan sağlamak niyetiyle olur. Sonuçta kendi içinde tamamlanmış, enerji düzeyinde androjen (tam ve dengeli) kişi ortaya çıkacaktır. Bu sonuca giderken kişi inanılmaz zorluklarla karsılaşır, yoğun ve acili teslimiyetler yasar ve her bilgisi, inancı ve kalıbı sarsılır, yıkılır. Kaynağımıza donuş; ne güçsüz yürekler ne de dışsal sevinçler ve dünyevi mutluluklar arayanlar için değildir.
Eğer ikiz ruhunuzla karsılaştıysanız ya da karşılaştığınızı sanıyorsanız unutmamanız gereken sudur; Tanrı sizi onunla dünyevi bir "Mutlu aşk hikayesi" yaşamanız için karsılaştırmadı. Siz onunla; kendi içinizdeki bütünlüğünüzü keşfederken içsel dengenizi kurmak ve sürdürmek için karsılaştınız. Eğer ikiz ruhunuzla ilişkinizde ya da diğer ilişkilerinizde zorluk yaşıyorsanız, acıları ve zorlukları kabul edip Tanrı'ya teslim olmaya devam edin. Gerçeğin ışığının içinizde parlaması için yardim isteyin, durumu ruhsal tekamülünüz için ve kendinizi tanımak için bir fırsat olarak görün. Her şey olması gerektiği zamanda, ilahi plana uygun olarak hallolacaktır. Odağınızı Tanrı’dan ayırmayın.
Ruh ikizinizin sizde çok derin duygular ve sevgi uyandırması doğaldır, ikiziniz sizin içinizde olduğunu bilmediğiniz noktalara dokunacak ve onları harekete geçirecektir. Bu çok karmaşık ve acı dolu olabilir, özellikle eğer ikiz ruh ilişkisine günün birinde "Mutlu aşk hikayesi"ne dönüşecek romantik bir anlam yüklemek niyetindeyseniz. Öyle değildir. Basitçe açıklamak gerekirse bu sadece Tanrı'ya yürürken atılan bir diğer adimdir.
Eş ruhlar
İkiz ruhlar bölündükten sonra her bir ayrılmış parça kendisini enerji olarak tamamlayacak başka bir ruhla esleşir. Bu yeni ruh, ruh ikizleri gibi tam zıt değildir, karşı cinsin kutupsallığına sahiptir fakat benzer titreşimdedir. Bunlar fiziksele gelen esas eş ruhlardır. Eş ruhlar birbirlerini dengelerler ve birbirlerine eksik olan fiziksel deneyimleri getirirler. eş ruhlar, ikiz ruhlar gibi karşıt kutupların kaynaşması için katalizör olarak çalışmazlar tam aksine sizin kendi enerjinizi dışarıdan dengeleyen ve dinginleştiren bir oyun arkadaşıdırlar.
İşte bu, bizim insan gözüyle "Mutlu aşk hikayesi" tarifimize en çok uyan ilişki modelidir. Kolayca kurulmuş, dışsal temellere dayanmayan derin bir bağdır. Esas eş ruh cifti birbirini enerji olarak onurlandırır ve dengeler. Birisi dünyevi ve dışa donuk iken diğeri daha içsel ve ruhsaldır.
Özet
Tanrısallığımıza geri yükselirken, ondan uzaklaşırken yaratılmış yolu geri yürürüz ve yolda pek çok formdaki benzer enerjiyi kendimize çekeriz. Geri dönerken, en son olarak ikiz ruhumuzla ve esas eş ruhumuzla karsılaşmadan önce pek çok eş ruh (oyun arkadaşı) ile rastlaşırız. Her kişi sonunda ruhsal büyümenin bir parçası olarak bu deneyimi yaşayacaktır.
Hem ruh esi hem de ruh ikiziyle karsılaşan biri olarak ruh esi ve ruh ikiziyle
karsılaşmanın farklı hem de çok farklı duygular uyandırdığını söyleyebilirim.
Ruh esinizle karsılaştığınızda onunla kocaman bir hayatî paylaşacağınızı, ne olursa olsun onun size destek olmak için burada olduğunu anlarsınız. O sizin eksik yanlarınızın tamamlayıcısı, sivri yanlarınızın törpüsüdür. Hem öğretmeniniz, hem öğrencinizdir, arkadaşınızdır, sırdaşınızdır. Kavgalarınız bile sadece birbirinize eksik yönlerinizi göstermek için bir meydan okumadır. Hem fiziksel hem ruhsal olarak hep yanınızdadır ve olacaktır..
Ruh ikizinizi gördüğünüzde bunu anlarsınız, neden olduğunu anlayamadığınız yoğun bir çekim duyarsınız. Bu duygu çok yakıcıdır, göbeğinizden içeri kızgın bir demir sokulmuş gibi hissedersiniz ve en önemlisi gözleridir. Baktığınızda kendi gözlerinizdeki şeyin aynisini onda da görürsünüz "ruhunuzu".... Düşünceleri aynidir, yaşadığı fiziksel mekan aynı olmasa bile ruhsal olarak aynı yoldaşınızdır, karakterleriniz aynidir. Hissettiğiniz, bildiğiniz, gördüğünüz ve algıladığınız her şey aynidir. Siz birbirinizle "invert"sinizdir.. Yani ters dönmüş görüntüsü ya da asimetrik görüntüsü..
|
|
|
|