Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Forum İstatistikleri |
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065
Detaylı İstatistikler
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 1331 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 1331 Ziyaretçi
|
Son Aktiviteler |
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 328
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 307
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,010
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,133
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,075
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,007
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,150
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,524
|
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,286
|
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,173
|
|
|
Kanlı Ay Tutulması ve Dini İnanışlar |
Yazar: Emka - 31-03-2017, Saat: 22:50 - Forum: AY
- Yorum Yok
|
|
Yahudiler, planlarını, art arda gelen 4’lü Ay Tutulmaları’nın olduğu dönemlerde gerçekleştiriyor. Bu Ay Tutulmaları’na kanlı demelerinin sebebi, Ay’ın tutulma anında kırmızı renkte olması ve bu sıralarda kendilerinden olmayan birçok insanı öldürerek uydurdukları kehanetleri şeytânî ritüel niteliğinde gerçekleştirmiş olmalarıdır.
9 Nisan’ı 10 Nisan’a bağlayan gece itibariyle Mars, Güneş ve Dünya aynı hizaya gelecek ve bu hizalanma, 14 Nisan’a kadar sürecek. Bu dönemde sinirler gerilebilir, kavgalar, çatışmalar ve savaşlar çıkabilir.
778 günde bir yaşanan astrolojik olayda Mars ile Dünya’nın Güneş’e olan hizaları arasında yaklaşık 87 milyon kilometre olacak. Gökyüzündeki şölende Ay ’kan kırmızısı’na dönüşecek, Güneş ise kararacak. Mars, gece gökyüzünde sıradan bir gecede görebileceğiniz en parlak yıldızdan tam 10 kat parlak gözükecek.
NASA’nın, Tetrad denilen 4 Ay Tutulması’nın da yaşanacağı 28 Eylül 2015’e kadar olan süreçte Ay’ın kan kırmızı görüleceğini açıklaması, Hristiyan dünyasında paniğe neden oldu. Çünkü 4 Kan Kırmızı Ay, Hıristiyanlara göre kıyametin habercisi. Kral James İncil’inde Hz İsa’nın kıyamet kopmadan önce dünyaya ikinci kez geldiği zamanın ’Gökyüzünde 4 Kan Kırmızısı Ay’ görülecek’ şeklinde ifade edilmesi, kıyamet senaristlerini harekete geçirdi. NASA’nın, bu yılki gibi Tetrad’ın 500 yılda 3 kez yaşandığına dikkat çekmesi bile paniği yatıştırmaya yetmedi.
Son 2000 yılda yaşanan 4 Kırmızı Dolunaylı tutulmaları değerlendiren ABD’nin Teksas eyaletinin San Antonio Kilisesi Papazı, yazar John Hagee, "Her birinde Dünya’da felaketler meydana geldi." diyor. Tutulmaların olduğu dönemlerde İsrail ile ilgili meydana gelen tarihi olaylar şöyle:
İspanya Engizisyonu - Yahudi Göçü (1492)
İspanya’da yok edilmek istenen binlerce Yahudi, 2. Bayezid’in gönderdiği gemilerle Osmanlı topraklarına sığınır.
4 Tutulma Tarihi:
1.) Passover, April 2, 1493
2.) Sukkoth, Sept. 25, 1493
3.) Passover, March 22, 1494
4.) Sukkoth, Sept. 15, 1494
Arap - İsrail Savaşı (1948)
1948 yılında İsrail Devleti’nin kurulmasıyla bütün Arap Ligi ülkelerine sıçrayan Arap başkaldırısıyla ortaya çıktı.
4 Tutulma Tarihi:
1.) Passover, April 13, 1949
2.) Sukkoth, Oct. 7, 1949
3.) Passover, April 2, 1950
4.) Sukkoth, Sept. 26, 1950
6 Gün Savaşı (1967)
5 Haziran 1967’de İsrail ile Arap komşuları Mısır, Ürdün ve Suriye arasında başlayan ve 6 gün süren savaş.
4 Tutulma Tarihi:
1.) First Day of Passover, April 24, 1967
2.) First Day of Sukkoth, Oct. 18, 1967
3.) First Day of Passover. April 13, 1968
4.) First Day of Sukkoth, Oct. 6, 1968
Şimdiki 4’lü Tutulma Tarihleri (2014-2015)
1.) First Day of Passover, April 15, 2014
2.) First Day of Sukkoth, Oct. 8, 2014
3.) First Day of Passover, April 4, 2015
4.) First Day of Sukkoth, Sept. 28, 2015
1. Tutulma, 15 Nisan 2014
2. Tutulma, 8 Ekim 2014
3. Tutulma, 4 Nisan 2015
4. Tutulma, 28 Eylül 2015
Bu yıl, İsrail için çok önemli. İsrail, 14 Mayıs 1948’de kuruldu ve 2017, İsrail’in 69. kuruluş yıldönümüdür. İkiz Kuleler’in olduğu yere Hz Davud’un mührü olarak bilinen Sion yıldızını simgeleyen Özgürlük Kulesi inşa ettiler, inşaat 2014’te bitti. Yahudiler’in İzryehosa ismindeki büyük planına göre kral Yehova, 2017’te gelecek ve Büyük İsrail İmparatorluğu kurulacak.
4 Kanlı Ay’da Süleyman Mabedi’ni inşa edip Büyük İsrail İmparatorluğu’nu kurmak istiyorlar. Bunun için de Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra’yı yıkmayı planlıyorlar.
1 Dolar’ın üzerindeki Piramit’i hatırlayın. Piramit’teki boşluk, yarım kalmış bir Dünya Düzeni’ni simgeliyor. Piramit’in tamamlanması için gerekli gördükleri,
1. Süleyman Mabedi.
2. Kral Yehova.
3. Vaad Edilen Topraklar.
Vaat Edilen Topraklar’ı, iki nehir arasında sanmayın, Yahudiler, tüm Dünya’nın kendilerine vaat edildiğine inanıyor.
İlk Ay Tutulması’nda Türkiye ile Suriye’yi savaştırıp Armageddon Savaşı’nı başlatabilirler. Armageddon, Hadis-i Şerifler’e göre Hatay’dır, bir başka rivayete göre Kudüs ve Yafa bölgeleridir. Türkiye, Suriye ile savaşıp Suriye’yi işgal edince, “Türkiye, emperyalist emelleri için Suriye’yi işgal etti.” diyerek bir kamuoyu oluşturacak, içerden ve dışardan Türkiye’ye saldıracaklardır. Türkiye’de bilindiği gibi 126 NATO Üssü ve Patriot’lar vardır. Patriot’lar Hatay’ın çevresindedir ve menzili 80 kilometredir, 3.000 kilometre uzaklıktaki İran ile ilgileri yoktur. Olası savaşta Türkiye’nin içindeki ve dışındaki 500.000 El Kaide ve 50.000 PKK militanını da kullanacaklardır. Geçtiğimiz Ocak ayında, Irak TV’ye 500.000 militanı olduğunu açıklayan El Kaide, "Türkiye’yi ve İstanbul’u alacağız." demişti.
HAARP ve Chemtrail Sprey teknolojileriyle kuraklık, kıtlık, susuzluk, tornado, tsunami ve depremler oluşturmak, bu sayede insanları göçe zorlayıp savaşmadan topraklara sahip olma düşünceleri var. Hep aynı yerlerde deprem yapmalarının sebebi, diğer fay hatları üzerinde baskı kurmaktır.
4 Ay Tutulması’nın ortasında bir de Güneş Tutulması var. Ateşli ve siyah dumanlı Chemtrail Sprey çıkarttılar ve söylenenlere göre bu yeni sprey, DNA değiştiriyor. Güneş Tutulması’ndan sonra bu spreyleri kullanıp insanları zombilere dönüştürebilirler, bu bahaneyle de milyonlarca insanı ortadan kaldırabilirler. CNN’in sahibi Ted Turner tarafından yaptırılan Georgia’daki Rehber Taşları üzerindeki ilk emir, “İnsan nüfusunu, doğayla orantılı olarak 500 milyonun altında tut.” Çin Ulusal Savunması resmi gazetesinin haberine göre ABD ve İsrail, Yahudi olmayan herkesi yok edebilecek genetik bio-silahlar üretiyor. Afrika’da 35 milyon kişi, AIDS hastalığından öldü. Benzer bir durum diğer ülkeler için de geçerli olabilir, çünkü kuraklık, susuzluk ve kıtlığa neden olan yeni iklim şartları yakında buraları da Afrika gibi yaşanılmaz bir yer haline getirebilir, bize getirecekleri tohumlar ve ürünlerle, buralarda öldürücü bir hastalık yayabilirler.
Bir zamanların en çok izlenen dizilerinden biri olan Heroes dizisine göre Heroes’teki DNA’sı değiştirilmiş özel güçlere sahip insanlar, Güneş Tutulması esnasında güçlerini kaybediyor, tutulma bittikten sonra güçlerini yeniden kazanıyor. Bir de bu dizide yaptıkları resimler gerçek olan kişilerden birinin Dünya’nın sonu ile ilgili bir resmi var. Resme göre dünyanın iç kısmından çıkan lavlar, büyük bir S harfi oluşturuyor. Gölcük Depremi’nden çok daha büyük olan, 2 dakika süren ve 1100 atom bombası gücüne ulaşmış Şili’deki son büyük deprem, Dünya’nın çekirdeğini bile sarsmış. Dünya’nın sonunun bir an önce gelmesi için uğraşıyorlar, çünkü Dünya’nın sonunun gelmesine yakın, Deccal’in geleceğini biliyorlar, süreci hızlandırıp Deccal’i bir an önce görmek istiyorlar. Dizideki DNA’sı değiştirilmiş insanlar, Yahudilerin yani Yecüc’lerin oluşturduğu Mecüc’leri simgeliyor.
|
|
|
KANLI AY TUTULMASI |
Yazar: Emka - 31-03-2017, Saat: 22:41 - Forum: AY
- Yorum Yok
|
|
Kanlı ay tutulması, son 500 yılda üç kez gerçekleşen ve Güneş, Dünya ve Ay’ın aynı hizaya gelmesiyle ayın kırmızı renge bürünmesi olarak adlandırılan astronomi olayına verilen addır.
4 Nisan 2018 tarihinde gerçekleşecek ‘kanlı ay tutulması’ merak uyandıran gökyüzü olaylarından biri… 21. yüzyılın bu en kısa Ay tutulması Terazi burcunda gerçekleşecek. Ürkütücü ismiyle dikkat çeken tutulma en az Güneş tutulması kadar endişe yaratıyor. Tutulma sebebiyle deprem beklentisi konuşulurken, diğer yandan astrologlar farklı gelişmeler bekliyor.
Buenos Aires Galileo Galilei Uzay Gözlem Merkezi koordinatörü Mariano Ribas’ın yaptığı açıklamaya göre tutulma sırasında dünya atmosferi güneş ışığını kırarak ayın üzerine düşen gölgesinin içine yansıtmakta, bu da ayın tam olarak kararmasına engel olmaktadır. Kırılan bu ışınların çoğunluğu kırmızı ve turuncu dalga boylarına sahip olduğundan dolayı ay kırmızı renge bürünür ve "kanlı ay tutulması" olarak adlandırılan astronomi olayı gerçekleşir. Atmosferde yer alan tozun miktarına ve hava olaylarına göre tutulma farklı noktalardan farklı renk tonlarında izlenmektedir. Atmosferin en temiz olduğu yerler ayın en kırmızı ve parlak olarak gözlemlenebileceği noktalardır.
Ay’ın Dünya’nın gölgesine girmesinden dolayı kırmızı tonlarını yansıtan ‘kanlı Ay tutulması’ 5 dakikadan daha az sürecek. Türkiye’de Ay’ın sadece kırmızılaşmış bir Dolunay olarak görüleceği kanlı Ay tutulmasını Doğu Asya, Yeni Zelanda, Pasifik, Batı ve Kuzey Amerika ülkeleri ile Avustralya izleyebilecek. İnsanlar arasında korku ve heyecan uyandıran bu tutulmalar, 2014-2018 yılları arasında 4 kez gerçekleşecek. 4 Nisan’da oluşacak dolunay ile serinin üçüncü tutulması gerçekleşmiş olacak. Dördüncü ve son kanlı Ay tutulması ise 28 Eylül’de gerçekleşecek ve böylece 2014-2018 yıllarındaki Tetrad (Dörtlü) serisi tamamlanmış olacak.
Astrologlar dolunay vakitlerinde manyetik alanların her zamankinden daha fazla etkileneceğini dile getirirken, deprem gibi doğal afetlerin de tetiklenebileceğini belirtiyorlar. Tutulmaların 6 ay gibi geniş bir zaman diliminde etkisini göstereceğinin altını çizen astrologlar, dörtlü Ay tutulmalarının toplumsal açıdan çalkantılı günlere işaret ettiğini söylüyor.
Eskiden insanlar bu tür tutulmaya ‘kanlı ay’ derlerdi. Dünyanın Güneş ve Ay arasında bulunmasından dolayı aydan görülen ışık, dünyanın atmosferi içinden geçen güneş ışınlarının yansımasıdır ve bu da kırmızımsı bir rengin oluşmasına sebep olur. Şaşırtıcı olay ise, bu dört tutulmanın her birinin bir Yahudi bayramında gerçekleşecek olması. Kanlı aylar, 2014 ve 2018 yıllarının tam Fısıh ve Tapınak bayramlarında belirecek. Bu bayramlar genelde dolunay zamanında gerçekleşiyor ama ay tutulmalarında olması çok nadir.
|
|
|
YOLUNUZA NE ÇIKARSA ÇIKSIN ONU İYİLEŞTİREBİLİRSİNİZ |
Yazar: Emka - 31-03-2017, Saat: 17:30 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorumlar (1)
|
|
Hayatındaki herhangi bir şeyi değiştirmek istediğinde bakacağın tek bir yer var: kendi için.
“İçine baktığında, bunu sevgiyle yap.”
Ne olduğuna dair hiçbir fikriniz yok.
İçinizde ve etrafınızda olan her şeyin, bilinçli ya da bilinçsiz, farkında olmanıza imkan yoktur. Bedeniniz ve aklınız şu anda çalışmaktadır ve bunun farkında değildir. Ve havada, radyo dalgalarından düşünce formlarına kadar görünmeyen sayısız sinyal bulunmaktadır ve sizler bunların hiç birini bilinçli olarak algılamazsınız. Gerçeği söylemek gerekirse, tam şu anda kendi gerçeğinizi yaratmaktasınız ama bu olay bilinçli bilginiz ya da kontrolünüzün dışında, bilinçsizce olmaktadır. Bu nedenle istediğiniz kadar olumlu düşünün gene de yaralanırsınız. Yaratıcı olan bilinçli zihniniz değildir.
Her şeyi kontrolünüz altında tutamazsınız
Elbette ki olan her şeyden haberiniz olmadığı için, onları kontrol edemezsiniz. Dünyaya emredebileceğinizi düşünmek egosal bir hatadır. Şu anda dünyada neler olduğunun çoğunu egonuz göremediğine göre, sizin için en iyisine egonuzun karar vermesine izin vermek hiç de bilgece olmaz. Seçim sizin elinizde, ama kontrol değil. Ne deneyimle meyi tercih edeceğinize karar vermek için bilinçli zihninizi kullanabilirsiniz, ama onu ifade edip edemeyeceğinizi ya da bunu nasıl ve ne zaman yapacağınızı kendi haline bırakmalısınız. Teslimiyet anahtardır.
Yolunuza her ne çıkarsa onu iyileştirebilirsiniz.
Yaşamınızda önünüze çıkan her şey, oraya nasıl geldiğine bakmaksızın, iyileştirmek içindir, çünkü şu anda sizin radarınızdadır. Buradaki varsayım, eğer onu hissedebiliyorsanız, onu iyileştirebilirsiniz de. Eğer onu bir başkasında görebiliyorsanız ve bu sizi rahatsız ediyorsa, o zaman iyileştirmek için oradadır demektir. Ya da Oprah’ın bir keresinde söylemiş olduğu gibi, “Eğer onu fark edebiliyorsanız, ona sahipsinizdir.” Onun neden hayatınızda olduğuna ya da oraya nasıl geldiğine dair hiçbir fikriniz olmayabilir, ama artık farkında olduğunuza göre, onu serbest bırakabilirsiniz. Karşılaştığınız şeyleri ne kadar iyileştirirseniz, tercih ettiklerinizi ifade etmede o kadar net olursunuz, zira başka şeyleri kullanmak için gereken enerjiyi serbest bırakmış olursunuz.
Tüm deneyimlerinizden %100 sorumlusunuz.
Hayatınızda başınıza gelenler sizin suçunuz değildir, ama sizin sorumluluğunuzdadır. Kişisel sorumluluk kavramı söylediğiniz, yaptığınız ya da düşündüğünüzün ötesindedir. Hayatınızda yer alan diğer herkesin dediklerini, yaptıklarını ve düşündüklerini de içerir. Yaşamınıza meydana gelen her şeyin sorumluluğunu tamamen alırsanız, o zaman herhangi bir kişi bir sorunu su yüzüne çıkardığında, o sizin de sorununuz olur. Bu üçüncü ilkeye bağlanır, yani yolunuza çıkan her şeyi iyileştirebilirsiniz. Kısacası, şu anki gerçeğiniz için hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi suçlayamazsınız. Tüm yapabileceğiniz onun sorumluluğunu almak, yani onu kabul etmek, ona sahip çıkmak ve onu sevmektir. Karşılaştığınız şeyleri ne kadar çok iyileştirirseniz kaynak ile o kadar uyumlu olursunuz.
Sıfır limite iletiniz “seni seviyorum” cümlesini söylemektir.
Sizi her şeyin ötesindeki huzura, iyileştirmeden ifade etmeye götürecek bilet sadece “seni seviyorum” cümlesidir. Bu cümleyi Tanrı’ya söylemek içinizdeki her şeyi temizler ve böylece şu anın mucizesini yaşayabilirsiniz: sıfır limiti. Amaç her şeyi sevmek. Fazla kiloyu, bağımlılığı, sorunlu çocuğu ya da konuyu, eşi sevin; hepsini sevin. Sevgi sıkışıp kalmış enerjiyi değiştirir ve serbest bırakır. “Seni seviyorum” demek Tanrıya deneyimleme dileğinizin gerçekleşmesidir.
İlham niyetten daha önemlidir.
Niyet zihnin oyuncağıdır; esinlenme Tanrı’dan bir bildirimdir. Bir an gelir, yalvarmak ve beklemek yerine teslim eder ve dinlemeye başlarsınız. Niyet egonun sınırlı görüşünü temel alarak hayatı kontrol etmeye çalışmaktır; esinlenme ise Tanrı’dan gelen mesajı almak ve buna göre hareket etmektir. Niyetler işe yarar ve sonuç verir; esinlenme ise işe yarar ve mucizeler getirir. Hangisini tercih edersiniz?
Zero Limit – Joe Vitale, Dr.Ihaleakala Hew Len
|
|
|
ESRARENGİZ ÜÇÜNCÜ GÖZ İLMİ |
Yazar: Emka - 31-03-2017, Saat: 17:22 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Alına sürülen sandal ağacı macunu veya kırmızı renkli işaretlerden söz etmeden önce aktarmak istediğim iki olay var. Bunlar bazı şeyleri anlamanı kolaylaştıracaktır. İkisi de tarihi gerçeklere dayanırlar.
1888 yılında, Hindistan’ın güneyinde yaşayan yoksul bir ailenin Ramanuja adını verdikleri bir oğulları oldu. O ileride çok ünlü bir matematikçi olacaktı. Çok fazla okuyamamış olsa da eşsiz bir matematik dehasına sahipti. Çok iyi eğitim almış olan matematikçilerin çoğu yıllar boyunca onlara eğitim verip rehberlik eden hocaları sayesinde ün yapmışlardı. Oysa Ramanuja üniversiteye bile gitmemiş ve kimseden de eğitim veya yardım almamıştı. Yine de matematikten anlayanlar dünyaya onun gibi bir matematikçinin daha gelmemiş olduğunu söylerler.
Büyük güçlükler sonucunda bir memur olarak iş bulmuştu ancak kısa sürede inanılmaz bir matematik yeteneğine sahip olduğu etrafta duyulmaya başladı. Birisi ona Cambridge Üniversitesi’nden zamanın en ünlü matematikçisi olan Profesör Hardy’e mektup yazmasını önerdi. Ramanuja mektup yazmadı ama çözmüş olduğu iki geometri kuramını Prof. Hardy’e gönderdi. Hardy bu durum karşısında büyük bir hayrete düştü; bu kadar genç birisinin bu kuramları çözebileceğine inanamıyordu. Hemen Ramanuja’ya bir yanıt yollayıp onu İngiltere’ye çağırdı. İlk tanışmalarında Hardy matematik alanında kendisinin bile onun karşısında bir çocuk gibi kaldığını hissetti. Ramanuja’nın dehası ve kapasitesi öylesine büyüktü ki, bu zihinsel güçle ilgili olamazdı çünkü zihin yavaş işler, düşünmek zaman alırdı. Oysa Ramanuja sorduğu sorulara anında yanıt veriyordu. Soru tahtaya yazıldığı ya da ona sözel olarak aktarıldığı anda hiç durup düşünmeksizin yanıt vermeye başlıyordu. Zamanın en büyük matematikçisi bunun nasıl mümkün olabileceğini bir türlü anlayamıyordu. Bir yüksek matematikçinin altı saatte çözebileceği ve yine de kesin yanıtı elde edip etmediğinden emin olamayacağı bir problemi Ramanuja anında ve hatasızca çözebiliyordu.
Bu onun yanıtlarını zihin yoluyla elde etmediğini kanıtlıyordu. Fazla bir eğitimi yoktu, hatta üniversite sınavında başarısız olmuştu. Zihinsel yeteneği olduğuna dair başka bir işaret de olmadığı halde matematik konusunda insan ötesi bir yeteneğe sahipti. Burada insan zekasının ötesinde bir durum söz konusuydu.
Otuz altı yaşında tüberkülozdan öldü. Hastanede kalırken Hardy iki-üç matematikçiyi de beraberinde götürüp onu ziyarete gitti. Bir şekilde Hardy’nin arabasını park ettiği yer Ramanuja’nın görüş alanına giriyordu ve onun plaka numarasını okudu. Hardy odasına girdiğinde ona plakasının benzersiz bir numaraya sahip olduğunu söyledi: Bu dört özel unsura dayanıyordu. Ramanuja bunu söyledikten sonra öldü. Onun ne demek istediğini anlamak Hardy’nin altı ayını aldı. Yine de söz ettiği dört unsurdan üç tanesini çözebilmişti. Ramanuja, ölürken bu dördüncü unsurun keşfedilmesini sağlamak üzere bu rakamın araştırılmasını vasiyet etmişti. O dördüncü bir unsur olduğunu söylediğine göre, böyle bir unsur mevcut olmalıydı. Ölümünden yirmi iki yıl geçtikten sonra bu dördüncü unsur bulundu. Ramanuja haklıydı.
Ne zaman bir matematik problemine göz atsa, iki kaşı arasında yer alan bölgede bir şeyler olmaya başlıyordu. İki gözü o noktayı merkez olarak alacak şekilde yukarı doğru dönüyordu. Bu nokta yogada üçüncü göz olarak tanımlanır. Ona üçüncü göz denir çünkü bu göz etkin hale gelirse olay ve durumları farklı boyutlardan ve bütünlük içinde görebilmek mümkün olur. Bu, evinin içinde küçük bir delikten dışarıya bakarken birden kapının açılmasıyla gökyüzünü olduğu gibi görebilmeye benzer. İki kaşın arasında küçük bir aralık mevcuttur ve bu Ramanuja’nın durumunda olduğu gibi bazen açılır. O bir problemi çözerken gözleri üçüncü gözüne doğru yöneliyordu. Bu olguyu ne Hardy anlayabilmiştir ne de diğer Batılı matematikçiler. Yakın gelecekte anlayabileceklerdir.
Sana üçüncü gözle ilişkisini daha iyi anlayabilmen için alına sürülen kırmızı işaretle bağlantılı bir olay daha anlatacağım.
Edgar Cayce 1945 yılında öldü. Bundan kırk yıl önce yani 1905’te bilincini yitirip, üç gün boyunca komada kalmıştı. Doktorlar tamamen ümitsizdi ve onun bilincini nasıl geri getireceklerini bilemiyorlardı. Onlara göre öyle derin bir uykudaydı ki büyük olasılıkla asla uyanamayacaktı. Her türlü ilaç denenmiş olduğu halde bilincin geri döneceğine dair herhangi bir işaret belirmemişti.
Üçüncü günün akşamında doktorlar yapılacak bir şey kalmadığını ilan ettiler: Dört ila altı saatte ölecek, yaşamaya devam ederse de zaman geçtikçe hassas damar ve hücreler dağılmaya başladığı için beyni hasar görmüş olacaktı ki bu ölümden de beterdi. Ancak Cayce, komada olduğu halde aniden konuşmaya haşladı. Doktorlar gözlerine inanamıyorlardı: Cayce’in bedeni uykuda olduğu halde kendisi konuşuyordu! Bir ağaçtan düşüp omurgasını incittiğini ve bu yüzden bilincini yitirdiğini söylüyordu. Altı saat içinde tedavi edilmediği taktirde beyninin zarar görüp ölümüne yol açacağını da ekliyordu. İçmesi gereken bitkisel bir karışım olduğunu öne sürüyor ve onu içtiği taktirde on iki saat içinde iyileşeceğini iddia ediyordu.
Önerdiği otlar Edgar Cayce’in bilebileceği türden değildi ve bu karışım daha önce böyle bir vakayı tedavi etmek için kullanılmamış olduğundan doktorlar ilkin bu söylediklerinin beynin hasar görmüş olmasından kaynaklandığını düşündüler. Ancak Cayce özellikle bu otları saydığı için denemeleri gerektiğine karar verdiler. Bu maddeler bulunup Cayce’a verildi ve on iki saat içinde tamamen iyileşmesini sağladı.
Bilinci geri geldikten sonra kendisine bu olaydan söz edildiğinde Cayce böyle bir ilaç önermiş olduğunu hatırlamıyordu; bu otların ne isimlerini biliyor ne de kendilerini tanıyordu. Ancak Edgar Cayce’in hayatındaki bu olay çok az rastlanan bir durumun başlangıcı oldu. Tedavi edilemeyen hastalıklara çare bulma konusunda uzmanlaştı; hayatı boyunca yaklaşık otuz bin kişiyi iyileştirdi. Önerdiği reçete her zaman doğruydu; onun verdiği ilacı alan istisnasız her hasta iyileşiyordu. Ancak Cayce bu durumu açıklayamıyordu. Yalnızca ne zaman bir hastalığa çare aramak için gözlerini kapasa, iki gözünün de iki kaşının ortasına doğru çekiliyormuşçasına yukarı döndüklerini söylüyordu. Gözleri orada sabitleniyor ve her şeyi unutuyordu; yalnızca bir noktadan sonra çevresindeki her şeye karşı kayıtsız kaldığını ve o noktaya ulaşana kadar tedavi yöntemine erişemediğini hatırlıyordu. Harikulade ilaçlar bulmuştur ki bunlardan ikisi anlamaya değerdir.
Rothschild’lar Amerika’da yaşayan çok zengin bir aileydi. Bu ailenin bireylerinden bir kadın uzun zamandır hastaydı ve tedavilerden hiçbirine yanıt vermiyordu. Son olarak Edgar Cayce’a gitti ve Cayce ona bilincini yitirdiği duruma geçip bir ilaç önerdi. Biz bu durumu bilinç yitimi diye adlandırmak durumundayız; oysa bu gizemli oluşumu bilenler, onun o anda tamamen bilinçli olduğunu söyleyecektir. Gerçekte, bilme düzeyimiz üçüncü göz boyutuna erişene dek bilinçsizlik devam eder.
Rothschild bir trilyoner olduğundan bu ilacı bulabilmek İçin Amerika’nın altını üstüne getirecek parası vardı ama yine de bulamadı. Kimse gerçekte bu ilacın var olup olmadığını bile kestiremiyordu. İlaçla ilgili bilgi edinmek üzere uluslararası gazetelere ilanlar verildi. Neredeyse üç hafta sonra İsveç’ten bir adam bu isim altında bir ilacın var olmadığını, yirmi yıl önce babasının bu isim altında bir ilacın patentini aldığı halde asla üretimine geçmediğini yazdı. Aynı zamanda babası ölmüş olduğu halde bu ilacın formülünü gönderebileceğini de ekledi. Böylece ilaç hazırlandı ve kadına verilip iyileşmesi sağlandı. Cayce bu ilacı piyasada var olmadığı halde nasıl bilebilmişti?
Başka bir olayda yine bir hastaya belli bir ilacı önerdi; araştırmalar yapıldığı halde ilaç bulunamadı. Bir sene sonra gazetede bu ilaca ulaşılabileceğini duyuran bir ilan çıktı. Bir sene öncesinde laboratuarlarda test edilme aşamasındaydı ve henüz ismi verilmemişti ama Cayce bu ismi de bilmişti. Bu ilaç da o hastaya verildikten kısa bir süre sonra tamamen iyileşmesini sağladı.
Cayce bazen de bulunamayan ilaçlar öneriyor ve hastalar ölüyordu. Bu konuda kendisine soru sorulduğu zaman çaresiz olduğunu ve elinden bir şey gelmediğini söylüyordu. “Bu ilaçları kimin gördüğünü ve ben bilinçsizken kimin konuştuğunu bilemiyorum. O insanla hiçbir alakam yok.” Ama kesin olan bir şey varsa, o da ne zaman o durumda konuşmaya başlasa gözlerinin yukarı doğru çekildiğiydi.
Biz derin uykudayken gözlerimiz de uykunun derinliğine bağlı olarak yukarı doğru çekilir. Günümüzde psikologlar uykuyla ilgi birçok deneyler yapmaktalar. Uykun ne kadar derinse gözlerin de o kadar yukarıya çıkıyor; gözler ne kadar aşağıdaysa o kadar hareketli oluyorlar. Gözler gözkapağının altında hızla hareket ediyorsa bu çok hareketli bir rüya gördüğün anlamına geliyor. Artık derinlemesine yapılmış deneylerle bilimsel olarak kanıtlandığına göre hızlı göz hareketi (Rapid Eye Movement) yani REM hızla gelişen bir rüyanın göstergesi. Gözler ne kadar aşağıdaysa REM de o kadar büyük oluyor; gözler yukarı çıktıkça da REM düşüyor. REM sıfır seviyesine indiği zaman uyku da en derin noktasına ulaşmış oluyor. O noktada gözler sabit şekilde iki kaşın arasındaki noktada duruyor.
Yogaya göre derin uykudayken samadhi yani derin meditasyonla aynı duruma ulaşıyoruz. Gözlerin sabitlendiği yer samadhi’de olduğu gibi derin uykuda da aynıdır.
Sana bu iki tarihsel olayı yalnızca iki kaşının arasında dünyevi hayatın geri çekildiği ve diğer âlemin devreye girdiği bir nokta olduğuna işaret etmek için anlattım. O nokta bir kapıdır. Kapının bu tarafında bu dünya akıp giderken diğer yanındaysa bilinmeyen, doğaötesi bir dünya mevcuttur.
Tilak, yani alına sürülen kırmızı işaret ilkin o bilinmeyen dünyayı simgeleyen bir işaret olarak kullanılmaya başlanmıştı. Herhangi bir yere uygulanamaz ve yalnızca elini alnına koyup o noktanın nerede olduğunu bulabilecek olan kişi sana tilak’ı nereye uygulaman gerektiğini söyleyebilir. Tilak’ı herhangi bir yere koymanın faydası yoktur çünkü o nokta herkeste tam olarak aynı yerde değildir. Üçüncü göz herkeste aynı yerde bulunmaz; çoğu insanda iki kaş ortasının üzerinde yer alır. Eğer kişi geçmiş yaşamlarında uzun süre meditasyon yapmış ve küçük bir samadhi deneyimi yaşamışsa üçüncü gözü daha aşağıda yer alacaktır. Eğer hiç meditasyon yapılmamışsa alındaki nokta daha yukarılarda bulunur. Bu noktanın bulunduğu yere bakılarak geçmiş yaşamında meditasyonla ilişkin belirlenebilir; daha önceki yaşamlarında samadhi halinin başına gelip gelmediği anlaşılabilir. Eğer bu sıklıkla başına gelmişse nokta daha aşağı inmiştir; gözlerinle aynı seviyeye gelmiştir ki daha da aşağı inemez. Eğer bu nokta gözlerle aynı hizaya gelmişse kişi küçücük bir olayla samadhi’ye girebilir. Gerçekten bu olay öyle küçük bir şey olabilir ki önemsiz bile görünebilir. Ve çoğu zaman birisi görünür bir neden olmaksızın samadhi’ye kaydığında bu bizi şaşırtır.
Bir Zen rahibesiyle ilgili bir öykü vardır. Bir kuyudan su çektikten sonra başında bir çanak dolusu suyla geri dönüyormuş. Çanak bir şekilde düşmüş ve bununla birlikte kadın samadhi’ye ermiş, aydınlanmış. Olay hiç kayda değer görünmüyor. Çanak düşüp kırılıyor ve samadhi gerçekleşiyor. Görünürde iki olay arasında mantıklı bir bağlantı mevcut değil.
Böyle bir olay daha var, o da Lao Tzu’nun hayatında gerçekleşmiş. Sonbaharda bir ağacın altında oturuyormuş ve ağacın yaprakları dökülüyormuş. Lao Tzu bu yaprakları izlerken aydınlanmış.
Dökülen yapraklar ve aydınlanma arasında bir bağlantı yoktur ama böyle olaylar gerçekleştiğinde geçmiş yaşamlarda kat edilmiş olan yollar sayesinde manevi yolculuk neredeyse tamamlanmış olduğundan üçüncü göz aşağı doğru inmiş ve gözlerle aynı hizaya gelmiş durumdadır. Bu durumda en küçük bir olay bile teraziyi kıpırdatacaktır; bu herhangi bir şey olabilir.
Kırmızı işaret ve sandal ağacı macunu tam olarak doğru noktaya uygulandığında bu birkaç şeyin göstergesidir. Öncelikle ustan sana tilak’ı belli bir yere koyman gerektiğini söylerse orada bir takım şeyler hissetmeye başlarsın. Bunu daha önce düşünmemiş olabilirsin ama gözlerin kapalı bir şekilde otururken birisi yakından gözlerinin arasındaki noktayı parmağıyla gösterse, sanki birisi seni parmağıyla işaret ediyormuş gibi hissedersin. Bu üçüncü gözün algılamasıdır.
Tilak üçüncü gözünle aynı büyüklükteyse ve tam olarak doğru yere yerleştirildiyse yirmi dört saat boyunca o noktayı hatırlar ve bedeninin geri kalan kısmını unutursun. Bu hatırlama sonucunda tilak’ın daha fazla; bedenininse daha az farkında olursun. Daha sonra öyle bir an gelir ki beden hakkında tilak’tan başka hiçbir şey hatırlanmaz. Bu gerçekleştiğinde üçüncü gözünü açabilirsin. Bu egzersizde bedeni unutup yalnızca tilak’ı hatırlarken tüm bilincin kristal gibi berraklaşıp üçüncü göze odaklanır. Üçüncü gözü açan anahtar odaklanmış bilinçtir. Bu tıpkı bir mercek aracılığıyla güneş ışınlarını kâğıdın üzerinde odaklamaya benzer; bu yöntemle kâğıdı yakabilecek kadar ısı toplarsın. O ışınlar konsantre hale geldiğinde ateş oluşur. Bilinç tüm bedene dağılmış olarak kaldığında yalnızca yaşamayı sürdürme görevini yerine getirebilir. Ancak tümüyle üçüncü gözün üzerine odaklanıldığında üçüncü gözle görmeye mani olan engel yanıp gidecek ve içsel gökyüzünü görmene olanak sağlayan kapı açılacaktır.
Demek ki tilak’ın ilk görevi sana bedenindeki doğru noktayı gösterip yirmi dört saat boyunca orayı hatırlamanı sağlamaktır. Bir başka kullanım nedeni de gelişimini görebilmek için ustanın o noktayı elini alnına koymadan bulabilmesini sağlayıp işini kolaylaştırmaktır. Çünkü bu nokta aşağı indikçe sen de tilak’ı biraz daha aşağıya yerleştirirsin. Her gün o noktayı hissedip üçüncü gözün varlığını nerede hissediyorsan tilak’ı oraya doğru hareket ettirmen gerekir.
Ustanın binlerce öğrencisi olabilir: Öğrenci onun önünde eğilirken usta tilak’ın nerede durduğunu gözlemler ve öğrencinin gelişimiyle ilgili soru sormaya gerek duymaz. Öğrenci gelişme mi gösterdiği yoksa bir engele mi takılıp kaldı bu, tilak’a bakılarak anlaşılır. Öğrenci bu noktanın aşağı doğru indiğini hissedemiyorsa bu bilincini bütünüyle odaklayamadığı anlamına gelir. Ve eğer tilak’ı yanlış yere yerleştirmişse noktanın tam olarak nerede olduğunun bilincinde olmadığı anlaşılır.
Bu nokta aşağıya indikçe meditasyon yöntemleri de değiştirilmelidir. Bir doktor için hastanede yatan hastanın iyileşme grafiğini gösteren çizelgeler ne anlama geliyorsa, usta için de tilak aynı anlamı taşır. Doktorun hastanın durumunu öğrenmesi için, düzenli olarak hemşirenin hastanın ateşini, tansiyonunu, nabzını kaydettiği çizelgeye bakması gerekir. Aynı şekilde tilak da öğrencinin durumunu göstermek için büyük bir deneydi; ustanın hiçbir şey sormasına gerek kalmıyordu. Nasıl yardım edileceğini ya da neyin değiştirilmesini gerektiğini anlayabiliyordu. Tilak bu yüzden önemliydi; meditasyonda yapılması gereken değişikliklerin miktarını belirliyordu.
Bunu şöyle anlayalım. Hepimiz bir cinsellik merkezine sahibiz ve bu merkezi algılamak daha kolaydır çünkü hepimiz cinselliğimizin farkındayız. Oysa üçüncü göz çakramızın pek de farkında değiliz. Yaşamdaki tüm arzularımız bu cinsellik merkezinde doğar. Bu merkez etkin hale gelmeksizin cinsel arzu duymayız. Oysa her çocuk cinsel kapasiteyle ve cinsel arzuyu tatmin etmeye yönelik bütün bir mekanizmayla doğar.
Kadınların üretken süreleri boyunca gereksinim duyacakları tüm yumurtaları içlerinde barındırarak doğuyor olmaları ilginç bir gerçektir. Tek bir yumurta bile sonradan üretilemez. Kadının doğduğu ilk günden itibaren sahip olduğu yumurta sayısı, kaç çocuk doğurma potansiyeli olduğunu belirler. Ergenliğe eriştikten itibaren yumurtalıklarından her ay bir yumurta bırakılacaktır. Eğer bu yumurta erkeğin döllemesi sırasında bir spermle buluşabilirse, çocuğun tohumu atılmış olur. Daha sonra ceninin gelişim aşamasında başka bir yumurta bırakılmaz ve bu durum çocuk doğup birkaç aylık olana kadar da böyle devam eder.
Ancak cinsellik merkezi etkinleşene dek cinsel arzu da oluşmaz. Bu merkez etkinleşmeden önce cinsellik için gereken her şey bedende hazır olduğu halde cinsel arzu uyanmaz. Kişi on üç – on dört yaşına geldiğinde bu merkez etkin duruma geçer. Bu merkezden haberdarız çünkü biz onu etkin hale getirmesek de doğa getirir. Eğer bunun tersi olsaydı çok az kişi bu merkezin farkında olurdu. Aklından cinsellikle ilgili en küçük bir düşüncenin geçmesiyle bile nasıl olup da tüm üreme sisteminin etkin duruma geldiğini hiç düşündün mü? Düşünce zihinde, yani cinsel merkezden uzakta uyanıyor olsa da anında cinsel merkezi etkin duruma getirir. Cinsellikle ilgili her fikir veya düşünce cinsellik merkezini kendine çeker. Tıpkı suyun aşağı doğru akması gibi, her düşünce kendisiyle ilintili merkezin çekimine girer.
Üçüncü göz, irade gücünün merkezidir. Şimdi onun işlevini anlamaya çalışalım.
Bu yaşamda üçüncü göz çakraları etkin hale gelmemiş insanlar binlerce yönden esir olarak kalacaklardır. Bu merkez olmaksızın özgürlük söz konusu olamaz. Siyasi ve ekonomik özgürlükten haberdarız ama bunlar gerçek özgürlükler değildir çünkü irade gücüne sahip olmayan, üçüncü göz çakrası açılmamış olan bir kimse her zaman şu veya bu şekilde esir olarak kalacaktır. Esaretlerin bir türünden kurtulmayı başarabilir ama bu kez başka bir şeyin kölesi olacaktır. Kendi kendisinin efendisi olmasını sağlayacak olan irade merkezine, irade gücüne sahip değildir. Kendi kendine emir verme gücü yoktur; bedeni ve duyularının emirlerine uyar. Midesi aç olduğunu söylerse, açtır. Bedeni hasta olduğunu söylerse, hastadır. Cinsel merkezi sekse ihtiyacı olduğunu söylerse, cinsel arzusu uyanır. Bedeni yaşlı olduğunu söylerse, yaşlanır. Beden emir verir ve o da uyar.
Ancak irade gücü merkezi faaliyete geçtiği anda beden emir vermeyi bırakıp itaat etmeye başlar; tüm düzen tersine döner. Böyle bir kimse kanından akmamasını istediği zaman kanı durur, kalbinden, nabzından atmamasını isterse onlar da durur. Böyle bir kimse bedeninin, zihninin ve duyularının efendisi olmuştur. Ancak üçüncü göz çakrası faaliyete geçmeden bu olanaksızdır. Bu merkeze ne denli farkındalık getirirsen kendinin de o denli efendisi olursun.
Yogada bu merkezi uyandırmak üzere birçok deney yapılmıştır. Alında tilak taşımak da bunlardan biridir. Kişi zaman zaman farkındalığını bu noktada yoğunlaştırırsa büyük sonuçlar elde edebilir. Tilak taşındığında dikkatin sürekli bu noktaya çekilecektir. Tilak konduğu anda o nokta bedeninin gerisinden ayrılmış olur. Bu nokta çok hassastır ve tilak doğru yere konduğu zaman onu hep hatırlamak durumunda kalırsın. Belki de bedenindeki en hassas noktadır. Tüm çaba bu hassasiyeti tetiklemeye yöneliktir.
Bu hassas noktayı işaretlemenin yöntemleri vardır. Yüzlerce deneyden sonra bu iş için sandal ağacı macunu seçilmiştir. Sandal ağacı macunu ve üçüncü göz çakrasının duyarlılığı arasında bir nevi titreşim mevcuttur ve macun o noktaya sürüldüğünde duyarlılığını derinleştirir. Herhangi bir madde bu iş için kullanılamaz, hatta diğer bazı maddeler o noktanın duyarlılığını fena halde zedeleyebilirler.
Örneğin kadınlar alınlarına renkli plastik noktalar yapıştırırlar ama çarşıdan alınan bu tika’lar herhangi bir bilimsel temele dayanmaz. Yogayla hiçbir ilgileri yoktur ve üçüncü gözün duyarlılığına zarar verirler. Buradaki soru bir maddenin bu noktanın duyarlılığını arttıracak mı yoksa azaltacak mı oluşudur. Eğer duyarlılığı arttırıcı özellikteyse iyidir, değilse de zararlıdır. Bu dünyada küçücük bir şey bile büyük bir fark yaratabilir; her şey kendi ayrı etkisine sahiptir. Bundan yola çıkarak bazı özel şeylerin faydaları ortaya çıkarılmıştır. Üçüncü göz çakrası duyarlılaşıp, etkin hale gelebilirse sana daha büyük bir bütünlük ve haysiyet kazandıracaktır. Daha tamamlanmış, daha bütün olacaksın; içindeki her şey ayrı ve bölünmüş olmayı bir kenara bırakacak ve sen tam olacaksın.
Tika denilen küçük, yuvarlak işaretle daha uzun olan tilak’ın kullanımları arasında fark vardır. Tika özellikle kadınlar içindir. Kadınların üçüncü göz çakrası çok zayıftır; öyle de olmak zorunda çünkü kadının tüm kişiliği teslimiyete yönelik yaratılmıştır, güzelliğini teslimiyetten alır. Eğer kadının üçüncü göz çakrası güçlenirse teslim olması da zorlaşacaktır. Onun üçüncü göz çakrası erkeğinkine kıyasla çok daha zayıftır. Bu nedenle bir kadın şu veya bu şekilde her zaman birinin yardımına ihtiyaç duyar. Kadın genelde kendi başına olmaya kalkışmak yerine bir yardım eli, yaslanacak bir omuz, yol gösterecek bir kişi arar. Birinin ona ne yapması gerektiğini söylemesinden hoşlanır ve bu birinin izinden gitme arzusu onu mutlu eder.
Hindistan, kadınların üçüncü göz çakrasını faaliyete geçirmeye yönelik çabanın gösterildiği tek ülkedir. Bunun tek nedeni, bu çakra faaliyete geçmeden kadının manevi yaşama dair hiçbir ilerleme kaydedemeyeceğinin, irade gücü olmaksızın meditasyonda ilerleyemeyeceğinin hissedilmesiydi çünkü bunları başarabilmek için güç gerekiyordu. Ancak onun üçüncü göz çakrasını farklı bir yöntemle güçlendirmek gerekliydi çünkü bu, erkekler için geçerli olan, olağan yoldan yapıldığı takdirde kadının dişiliğini eksiltecek ve erkeksi nitelikler edinmeye başlamasına neden olacaktı.
Bu nedenle tika değişmez ve katı bir şekilde kadının kocasıyla ilintiliydi. Bu bağlantı gerekliydi çünkü bağımsız olarak uygulansa kadının özgürlüğünü arttıracak ve kendi kendine yeter hale gelmesini sağlayacaktı. Ve o özgürleştikçe git gide zarafetini yitirecek, güzelliği ve esnekliği yok olacaktı. Onun başkalarından yardım arayan halinde belli bir nezaket ve yumuşaklık vardır oysa bağımsızlaşmasının sonucunda sert ve katı olması kaçınılmaz hale gelecektir. Bu nedenle onu doğrudan güçlü kılmanın dişiliğini zedeleyeceği, anne olarak sorun yaşamasına ve teslimiyetinin güçleşmesine neden olacağı düşünüldü. Bu yüzden irade merkezinin kocasıyla bağlantılı olmasına çaba gösterildi. Bu iki yönden yararlı olacaktı: dişiliği etkilenmeyecek ama irade merkezi yine de faaliyete geçebilecekti.
Bunu şu şekilde anlayabiliriz: Üçüncü göz çakrası ilişkilendirildiği kimsenin aleyhinde işleyemez. Dini ustayla ilişkili olduğunda ona karşı gelemez. Kadının kocasıyla ilişkiliyse, kadın da asla kocasına karşı gelemez. Tika kadının alnında doğru noktaya takıldığı zaman onun kocasıyla olan derin bağlantısı nedeniyle kadın kocasını izleyecek ama aynı zamanda dünyanın geri kalan kısmıyla olan ilişkilerinde de güçlü olacaktır.
Hipnotizmanın ne olduğunu anlayabiliyorsan bu derin ilişkilendirme olgusunu de anlayabilirsin. Hipnozcu, kişiyi hipnotize ettiği zaman kişi artık yalnızca hipnozcunun sesini duyabilecektir. Hipnozcunun alçak sesle verdiği emri duyabilirken, izleyicilerin çıkardıkları yüksek sesli gürültüleri duyamaz. Tika takan Hintli kadın için de benzer bir durum söz konusudur: Bu onu derinden telkin edilebilir kılar. Hipnotize edilen kişi yalnızca hipnozcusuna açık kalarak diğer herkese karşı kapanır. Hipnozcu ona ayağa kalkmasını fısıltıyla söylese bile bunu yerine getirir. Oysa başka birinin yüksek sesle verdiği emri duymaz bile. Bu kişinin bilinci artık tek bir açıklığa sahiptir o da hipnozcuya yöneliktir; üçüncü göz çakrası yalnızca hipnozcuyla bağlantıdadır.
Bu mantra kadının tika’sıyla bağlantılı olarak kullanılır. O yalnızca kocasının izinden gidecek ve kendisini yalnızca ona teslim edecektir. Dünyanın geri kalan kısmına karşı özgürlük ve bağımsızlığını korur ama bu şekilde dişiliğiyle ilgili bir sorun da yaşamamış olur; kadınlığı korunmakta, kadınsı nitelikleri zarar görmemektedir. Koca öldüğü zaman tika çıkarılmalıdır çünkü artık kimseyi izlememesi gerekir. İnsanlar tika’nın arkasındaki bilimsel yaklaşımdan haberdar değildir; kadın dul kaldığı için tika’nın çıkarıldığını sanırlar. Ama onun çıkarılmasının arkasında yatan bir neden vardır. Artık hayatının geri kalan kısmında herhangi bir erkek gibi yaşamak zorundadır; ne kadar bağımsızlaşırsa o kadar iyidir. Başka birinin izinden gitmesine neden olabilecek en küçük bir savunmasız alan bile bırakmamalıdır.
Bu tika deneyi oldukça derindir ancak, doğru noktada olmalı, doğru malzemeden yapılmalı ve doğru şekilde takılmalıdır; yoksa anlamını yitirir. Tika yalnızca süs amacı taşıdığında hiçbir değeri yoktur. O zaman yalnızca bir formaliteden ibarettir. Tika bir kadına ilk kez takılacağı zaman bu törensel bir şekilde ve ustanın öğrencisinin alnına tilak’ı ilk kez yerleştirirken uyguladığı resmi ayine göre gerçekleştirilir. Ancak bu şekilde uygulandığında etkili olacaktır; yoksa hiçbir işe yaramaz.
Artık tüm bu şeyler önemini yitirmiştir çünkü yaslandıkları bilimsel düşünce zinciri tamamen yok olmuştur. Artık yalnızca boş bir ayin, amaçsızca, sevgisizce bir şekilde taşınmaya devam edilen içi boşalmış bir dış kabuğa dönüşmüşlerdir.
Sana üçüncü göz çakrası hakkında faydalı olacak birkaç şey daha anlatacağım. Ajna çakra’dan yukarı doğru çizilen çizgi beyni ikiye böler: Sağ ve sol beyin. Beyin o çizgide başlar. Beynimizin bir yarısının kullanılmadığı; en zeki insanlarda, dâhilerde bile beynin en fazla yarısının kullanıldığı, diğer yarının kullanılmadığı ve gelişmediği gözlenmiştir. Bilim adamları ve psikologlar bunun nedenini bilememektedirler. Beynin o yarısı ameliyatla alınsa bile her şey normal olarak işlemeye devam edebilir; kişinin beyninin yansının alındığından haberi bile olmayabilir. Oysa bilim adamları doğanın gereksiz hiçbir şey üretmediğinin bilincindedirler. Bir kişinin beyni hatalı olabilir ama tüm insanlığın değil! Ama tüm insanların beyinlerinin yarısı kullanılmamış, faaliyet dışı ve tamamen hareketsizdir.
Yoga beynin bu kısmının yalnızca üçüncü göz çakrasının etkin duruma gelmesiyle faaliyete geçeceği iddiasını korur. Beynin yarısı üçüncü göz çakrasının altındaki, diğer yarısıysa üstündeki merkezlerle bağlantılıdır. Üçüncü göz çakrasının altındaki merkezler çalışırken beynin sol tarafı kullanılır. Onun üzerindeki merkezler harekete geçtiğindeyse beynin sağ tarafı etkin duruma gelir. O diğer yarının faaliyetleri hiç yaşanmamış olduğunda bunun kavranması da imkânsızdır.
İsveç’te adamın biri trenden düşmüş. Hastaneye kaldırıldığı sırada çevresindeki on beş kilometre çapında yayın yapan tüm radyo istasyonlarının programlarını duymaya başlamış. Önce duyduğu sesi bir uğultu olarak tarif ettiği için bunun beynindeki bir hasardan kaynaklandığı düşünülmüş. Ancak iki hafta sonra radyo programlarını net bir şekilde duymaya başlamış ve büyük bir korkuya kapılıp doktoruna ne olup bittiğini sormuş. Doktora radyo programlarını kulağının dibinde bir alıcı varmışçasına net bir şekilde duyabildiğini anlatmış. Doktor ona ne duyduğunu sorunca bir şarkının dizesini tekrarlamaya başlamış; bu doktorun biraz önce evdeyken radyoda duyduğu şarkının aynısıymış. O şarkıdan sonra radyo yayını bitmiş ve doktor da hastaneye doğru yola çıkmış. Yayın yeniden başladığında hastanın duyduğuyla, yayınlanan şeyleri kıyaslayabilmek için hastaneye bir radyo getirilmiş. Bunun sonucunda adamın kulaklarının bir radyo alıcısı gibi işlediği anlaşılmış. En sonunda ameliyat olması gerekmiş yoksa çıldırabilirmiş çünkü programları kapatması mümkün değilmiş. Yayınları istese de istemese de her an duyuyormuş.
Bu olayın kesinleştirdiği bir şey varsa, o da kulağın çok büyük bir potansiyele sahip olduğudur. Bu yüzyılın sonunda kulaklarımızı radyo yayınlarını doğrudan dinlemek için kullanmamız mümkün olabilir. Kulağa yalnızca bir açma kapama düğmesi eklenerek radyo alıcısı gibi kullanılması sağlanabilir. Bu fikir yalnızca adamın geçirdiği tren kazası sayesinde ortaya çıktı. Zaten dünyada birçok yeni buluş, fikir ve bakış açısı kazara ortaya çıkmıştır. Geçmiş bilgilerimize dayanarak kulağın radyo alıcısı gibi işleyebileceğini asla düşünemezdik. Kulak da, radyo alıcısı da duyma işini gerçekleştiriyor, ikisi de alıcı özellikte. Ama radyo kulaktan sonra ortaya çıkmış, kulak ona bir model oluşturmuştur; radyo, kulaklarımız sayesinde anlam kazanmıştır. Kulağın sahip olduğu diğer potansiyel özellikler kazara karşımıza çıkmadıkça bizim için bilinmez olarak kalacaktır.
Benzer bir vaka da İkinci Dünya Savaşı sırasında meydana gelmişti. Bir adam yaralanmış ve bilincini yitirmişti. Bilinci geri geldiğinde gündüz vakti gökyüzündeki yıldızları görebilmeye başladı. Yıldızlar her zaman oradadır ancak Güneş’in parlaklığından dolayı onları göremeyiz; çok uzaktadırlar ve gün ışığı araya girer.
Güneşten yüz binlerce kat daha büyük yıldızlar mevcuttur ama Güneş’e ve dünyaya çok daha uzak mesafededirler. Güneş ışınlarının dünyaya ulaşması yaklaşık dokuz dakika alırken en yakındaki yıldızın ışığının dünyaya ulaşması dört ışık yılı sürer. Güneş ışığı saniyede üç yüz bin kilometre hızla yol alır. Bu hızda bile Güneş ışığının dünyaya ulaşması dokuz dakika alır ve en yakın yıldızın ışığı da dünyaya dört yılda ulaşır. Öyle uzak yıldızlar vardır ki ışıkları bize dört bin yıl, dört yüz bin yıl, dört milyon, hatta dört milyar yılda ulaşabilir. Bazı bilim adamlarına göre kimi yıldızların ışınları Dünya var olmadan önce yola çıkmış oldukları halde ancak gezegenimiz yok olduğunda ona ulaşmış olabileceklerdir. O ışınlar kendi yolculukları boyunca Dünya diye bir olgunun var olmuş olduğunu asla öğrenemeyebilirler.
Bu yaralanmış adamın gördüğü yıldızlar gündüz de vardır ama görünmezler. Oysa o görüyordu! Gözlerine ne olmuştu? Olağanüstü bir kapasite geliştirmişlerdi; bu olay gözlerin potansiyelini ortaya çıkarmıştı. Gözlerimizin bizim farkında olmadığımız, uyur durumda bir potansiyeli olduğunu gösterir ki tüm duyularımız böyle bir potansiyele sahiptir. Bize mucize gibi görünen her şey normalde uykuda olan potansiyelimizin bir anlık açığa çıkışından kaynaklanır. Bu mucize değildir. İçimizde binlerce ortaya çıkmamış mucize gizlidir; kilitli kapılar ardında saklanırlar.
Birkaç dakika önce beynimizin yarısının genelde kullanılmadığından ve yalnızca üçüncü göz çakrasının faaliyete geçmesiyle etkin hale geldiğinden söz ediyordum. Bu yoganın içgörüsüdür. Bu tür içgörüler yakın zamanda edinilmiş deneyimler sayesinde ortaya çıkmış değildir, yirmi bin yıllık bir bilgi birikimine dayanırlar. Bilimin ulaştığı sonuçlara fazla güvenemezsin çünkü bilimin bugün doğruluğuna inandığı bir verinin altı ay sonra yanlışlığı kanıtlanabilir. Oysa yoganın bu içgörülerinin doğruluğu en az yirmi bin yıllık deneyimler sayesinde kanıtlanmıştır. Kendi uygarlığımızın ilk olduğuna dair bir yanılsama içinde olsak da bizden önce de birçok uygarlık var olmuş ve ortadan kalkmıştır. Bizden önce birçok kez insanlık benzer, hatta daha ileri bilimsel gelişmelere erişmiştir ama bu uygarlıklar yok olmuştur.
1924 yılında Almanya’da atom bilimi üzerine bir araştırma merkezi kurulmuştu. Bir sabah aniden, Falkaneli adında bir adam buraya gidip merkezin üst düzey görevlilerine yazılı bir mesaj iletmişti. Bu mektupta şöyle yazıyordu: “Ben ve birkaç kişi atom bilimiyle ilgili bazı kesin gerçekleri bilmekteyiz ve bu bilgilere dayanarak sizi atom araştırmalarında daha ileri gitmemeniz için uyarıyorum çünkü bizim uygarlığımızdan önce gelen niceleri patlayıcı atom enerjisi sayesinde kendi kendilerini yok etmişlerdir. Daha ileri gitmeden araştırmaları durdurmak en hayırlısıdır.” Daha sonra bu satırların yazarı bulunmaya çalışıldıysa da başarılı olunamadı.
1940’ta Heisenberg adlı büyük Alman bilim adamı, atom enerjisini geliştirmek üzere çalışmalar yapıyordu. Yine aynı kişi, yani Falkaneli onun evine gelerek hizmetçisine bir not uzatıp oradan uzaklaştı. Notta yazan mesaj aynıydı ve yine yazarın izi bulunamadı.
1945’te Hiroşima’ya atom bombası atıldığında bombanın yaratılmasına katkıda bulunan on iki bilim adamının her biri de, Falkaneli’den hala araştırmaları durdurmak için çok geç olmadığını; aksi takdirde yıkım için ilk adım atıldığına göre sonuncusunun da fazla uzakta olmadığını dile getiren benzer bir mektup aldılar. Amerika’nın en büyük nükleer bilim adamı olup atom bombasının üretimine büyük katkılarda bulunmuş olan Oppenheimer bu mektubu alır almaz nükleer araştırma kurulundan istifa edip, “Günah işledik” diye beyanatta bulundu. Oysa bir kez daha bu Falkaneli’nin izine rastlanamamıştı. Falkaneli’nin iddiası epey olasıdır: Bizden önceki uygarlıklar atom enerjisiyle oynayıp kendi kendilerini yok etmiş olabilirler.
Hindistan’da Mahabharata savaşı sırasında biz de atom enerjisiyle oynayıp kendimizi yok ettik. Durum şudur: Çocuk büyür ve babasının yaptığı hataların aynılarını yapar. Artık yaşlanmış olan baba onu bu hataları tekrarlamaması için uyarır ama artık yaşlanmış olan kuşaklar genç kuşakları uyarsa da gençlikte böyle hatalar hep yapılır. Uygarlıkların yıkılması da aynı adımların atılıp, geçmiş uygarlıkların hatalarının tekrar edilmesinden kaynaklanır. Uygarlıklar da çocukluk ve gençlik evrelerinden geçip, yaşlanır ve ölürler.
Yoganın içgörüleri yirmi bin yıllık bir süreç sonucunda kazanılmıştır; tarihi olarak yirmi bin yıllık bir dönemin vardığı sonuçlar oldukça açık ve nettir. Bir adamın gençliğini incelemek istediğinde on adama birden göz atman gerekir çünkü bir adam için geçerli olan, herkes için geçerli olmayabilir. Tek başına bir kişi veya bir olayın incelenmesi sonuca varmak için yeterli değildir. Bu yüzden geçmiş yirmi bin yılın oluşturduğu resmin yeterince açık olduğunu söylüyorum.
Yirmi bin yıl boyunca yoga, bu dünyevi yaşamın ötesini bilebilmek için beynin uyur vaziyette, faaliyet dışı olan üçüncü göz çakrasıyla bağlantılı olan diğer yarısını harekete geçirmemiz gerektiği konusundaki ısrarını korudu. Mutlak olana dair, yani maddenin ötesine dair herhangi bir şey öğrenmek istiyorsan beynin bu diğer yarısının faaliyete geçmesi gerekiyor. Ve bu diğer yarıya açılan kapı, yani üçüncü göz çakrası, tilak’ı uyguladığımız noktadadır. Orası dışsal noktadır ve alnın yaklaşık dört santim derininde yer alan içsel bir merkeze karşılık gelir. Bu derin nokta, bu merkez, maddenin ötesinde yer alan transandantal dünyaya açılan bir kapı görevi görür.
Hindistan’da tilak kullanıldığı gibi, Tibet’te de üçüncü göz çakrasına ulaşabilmek için bu noktaya cerrahi müdahaleler uygulamaya dayalı yöntemler mevcuttur. Tibetliler üçüncü göz çakrasına ulaşmak için tüm diğer uygarlıklardan çok daha fazla çaba göstermişlerdir. Gerçekten de farklı yönlerden yaşamı irdeleyen Tibet ilim ve yaklaşımlarının tümünün temelinde üçüncü göz anlayışı yatar.
Daha önce trans halindeyken hastalıklara çare bulan Edgar Cayce’ten söz etmiştim. O, Amerika’daki tek vakaydı, oysa Tibet’te insanlar yalnızca transa, samadhi’ye geçebilen İnsanlardan tıbbi öneri alırlar. Tibetliler üçüncü göz çakrasına ameliyatla dışarıdan ulaşmaya çalıştılar. Ancak bu noktaya dışarıdan ulaşmak, Hindistan’da yapıldığı gibi yoga yöntemleriyle içsel olarak ulaşmaktan oldukça farklıdır. Beynin uykuda olan kısmı yoga sonucu içsel olarak etkin duruma geçtiği zaman, bilincin gelişiminden dolayı etkinleşmiş olur. Bu merkez, bilinçsel arınma gerçekleşmeksizin dışsal olarak açıldığında beynin o yarısının faaliyete geçmesiyle elde edilecek başarıların kötüye kullanılma olasılığı doğar çünkü adam aynı kalmış, bilinci meditasyon yoluyla içsel bir dönüşüme uğramamıştır. Bilincin meditasyon sonucunda değişim geçirmesi gerekmektedir.
Beynin bu tarafı içsel bir dönüşüm olmaksızın etkin duruma geçerse, kişi örneğin duvarların ve maddesel engellerin arkasını görebilme yeteneğini kuyuya düşmüş birini görüp onu kurtarmak için değil de yerin altında gördüğü hazineleri çıkarmak için kullanabilir. Böyle bir kimse insanların kendisine itaat etmesini sağlayabileceğini gördüğünde onlardan kendi çıkarları için faydalanabilir.
Dışsal müdahaleler Hindistan’da da yapılabiliyordu ama Hintliler buna hiç yeltenmediler çünkü yogayı uygulayan kimseler bilincin içsel olarak dönüşümü gerçekleşmeksizin böyle güçlerin etkin duruma gelmesinin ve onları kötüye kullanacak olan kimselerin eline geçmesinin ne denli zararlı sonuçlar doğurabileceğini biliyorlardı. Bu tıpkı bir çocuğun eline bir kılıç vermeye benzer. Çocuk kılıçla yalnızca diğerlerini değil kendini de öldürebilir. Demek ki yeni güçler etkin kılınmadan önce bilincin dönüşüme uğraması şarttır.
Tibet’te tilak’ın uygulandığı nokta fiziksel aletlerle delinmeye çalışılmıştır. Böylelikle Tibetliler beynin uyuyan kısmındaki gücü öğrenme ve yaşama fırsatını elde etmiştir. Oysa manevi disipline göre Tibet büyük bir ülke olamamıştır. Bunca yol kat edilmiş olmasına karşın Tibet’ten bir Buda çıkmamış olması şaşırtıcıdır. Birçok güç geliştirilmiş, benzersiz birçok bilgi edinilmiş ama önemsiz amaçlar uğruna kullanılmışlardır. Hindistan’da ise bir takım aletlerle deneyler yapmak yerine tüm enerjiyi içsel olarak üçüncü göz çakrasına odaklamaya çalışılmıştır ki üçüncü göz bu kabaran enerjinin gücüyle açılabilsin. Bilinç akışını üçüncü göze odaklamak büyük bir disiplin gerektirir; zihnin yüksek disiplin düzeylerine çıkmasını gerektirir. Genelde zihin aşağı doğru hareket eder; aslında zihin normalde cinsellik merkezine doğru akar. Ne yaparsak yapalım; para kazanmak, statüyü yükseltmeye çalışmak gibi eylemlerde de görünmez bir şekilde motivasyonu sağlayan güç cinsel arzudur. Para kazanıyorsak, bunu yalnızca seksi satın alabilme ümidiyle yaparız. Daha yüksek mevkilerde olmayı arzuluyorsak, bu yalnızca seks partnerleri seçecek ve garantiye alacak güçte olabilmek içindir.
Bu nedenle geçmişte bir kralın ünü sahip olduğu kraliçe sayısıyla ölçülürdü ki gerçek ölçüt de budur. Yoksa iktidarın ne değeri kalır? Demek ki iktidar, para ve statü dolambaçlı bir yoldan yalnızca temeldeki seks dürtüsünü tatmin etmeye yöneliktir. Enerjin aşağıya, yani cinsel merkeze doğru akmaya devam ettiği sürece manevi olarak eğitilebilmen zordur.
Bu nedenle enerjini daha yüksek düzeylere yönlendirmek istiyorsan cinsel enerjinin doğrultusu tersine döndürülmelidir. Akışın yönü tümüyle tersine çevrilmelidir. Bir geri dönüş yapıp tüm dikkatini yukarıya dönük olarak yönlendirmelisin. Yukarı doğru dikey bir hareket olmalıdır ve bu büyük bir manevi disiplin gerektirir. Atılan her adımda bir yüzleşme yaşanacak ve yapılması gereken fedakârlıklarla karşılaşılacaktır. Engin ve sınırsız olana ulaşabilmek için alt düzeydeki her şeyden kurtulman gerekecek. Bedelin ödenmesi gerekiyor. Böyle bir bedel karşılığında yüce güçler elde ettiğinde onları kötüye kullanman mümkün müdür? Kötüye kullanmak söz konusu olamaz çünkü bu güçleri kötüye kullanma potansiyeline sahip olan kişi bu hedefine ulaşamadan yarı yolda tükenip gidecektir.
Tilak’ı kişinin mutluluk anlarıyla ilişkilendirmenin güçlü bir nedeni vardır. Ne zaman mutlu bir olay olsa alına bir tilak konur. Bu durumda hem mutlu olay hem de tilak bağlantı yoluyla anımsanacaktır. Bu noktada bağlantı kanunu hakkında biraz bilgi edinmek gereklidir.
Rus bilim adamı Pavlov bu alanda birçok deney gerçekleştirmiştir. Her şeyin birbiriyle bağlanabileceğini, yaşamlarımızın da yalnızca bu bağlantıların toplamından ibaret olduğunu savunmuştur. Deneylerinden biri oldukça ünlüdür. Köpekleri beslemekle ilgili bir deneydir. Pavlov köpekler yemeğe bakarken salyalarının harekete geçmesi için yemeği onların biraz uzağına bırakıyordu. Daha sonra bir zil çalıyordu. Zil ve tükürük salgısı arasında hiçbir bağlantı yoktu ama yemek köpeklere ne zaman sunulsa tükürük salgılamaya başlamalarının ardından zil çalıyordu. Bu on beş gün boyunca tekrarlandıktan sonra zil ve salya arasındaki zihinsel bağ oluşturulmuş oldu. On altıncı günde ortada yemek olmadığı halde zil çaldığında köpeğin salyaları akmaya başladı. Zilin çalınması köpeğin hafızasında yemeği çağrıştırıyordu: Zil yemeğin simgesi haline gelmişti.
Aynı bağlantı kanunu tilak için de geçerlidir: Mutlulukla bağlantılı olarak kullanılmıştır. Ne zaman mutlu bir olay yaşansa tilak kullanılıyordu ve bu yüzden tilak ve mutluluk zamanla öylesine birbirine bağlandı ki tilak unutulmaz hale geldi. Böylece ne zaman mutlu olunsa akla ilk gelen şey üçüncü göz çakrası oluyordu. Her zaman mutlu anları anımsamaktan hoşlanırız ve bu olaylar olup bittiğinde gerçekten mutlu olmuş olsak da olmasak da mutlu anılarla yaşarız. Küçük mutluluklar bile abartılır; mutlu olayları büyütürken, mutsuzluk vermiş olanları da küçültürüz.
Sevgilinle ilk karşılaştığında ne kadar da mutluydun! Bugün geriye dönüp baktığında bu ne büyük bir olay gibi görünür. Oysa onunla bugün gerçekten karşılaşsan mutluluk bir anda büzüşüp küçülür. Sonraki yirmi dört saat boyunca onu kafanda yine büyütürsün. Hayatın içinde öyle çok mutsuzluk mevcuttur ki bu mutlu olayları büyütmeseydik yaşamamız da oldukça güç olurdu.
|
|
|
BURÇLARIN SAĞLIK DURUMLARI |
Yazar: Emka - 31-03-2017, Saat: 11:06 - Forum: Astroloji
- Yorum Yok
|
|
KOÇ VE SAĞLIK: Baş bölgesi hassastır, ateş yükselmesi, migren, yüz nevraljisine sık rastlanır. Baş ağrıları, strese bağlı ağrılar, göz bozukluğuna bağlı baş ağrıları. Baş, kafatası, şah damarı, yüzle ilgili sorunlar, beyin iltihabı, adale rahatsızlıkları, ileri yaşlarda yüksek tansiyon görülebilir. Aşırı heyecan ve telaş beyni zorlar. Aceleci, ani ve atak oluş yüzünden kazalara açıktır. Kanamalara elverişlidir. Adrenalin salgısı fazla çalışır.
BOĞA VE SAĞLIK: Boğaz, boyun ve ense bölgesi hassastır. Tiroid bezi, yutak, ses telleri, bademcikler, kulaklarla ilgili sağlık sorunları sık görülür. Boyun fıtığı olasılığı mümkündür. Kilo almaya elverişlidir. Kilo ile ilgili, diyabetik rahatsızlıklar, tansiyon, astım, soğuk algınlığı, anjin görülebilir. Erkeklerde prostat, kadınlarda yumurtalık ve rahim hastalıkları görülebilir.
İKİZLER VE SAĞLIK: Belli başlı rahatsızlıkları ciğerler, kollar, omuzlar, gözler, akciğer, kulakta görülür. Sinir sistemleri pek güçlü değildir. Ayrıca omuzlar, kollar ve eller hassastır. Köprücük kemiği kırıkları, omuz ve kol ağrıları olur, parmaklarla ilgili sorunlar, sinirsel rahatsızlıklar görülebilir. Kekemelik, konuşma ile ilgili problemlere rastlanabilir. Sindirim sistemleri çok çalışır. Bu yüzden kilo almaları zordur. Fazla merak sinir sistemini yorar. Vücut direnci azalır, yorgunluk, uykusuzluk görülür. Genelde zayıf bünyelidirler. Uykuya ve dinlenmeğe zaman ayırmaları gerekir.
YENGEÇ VE SAĞLIK: Göğüs kafesi, memeler ve mide en hassas bölgeleridir. Yemek düşkünü olduklarından mide rahatsızlığı çekerler. En fazla da ülsere yakalanırlar. Gastrit, ülser, 12 parmak bağırsağı, pankreas, bağırsak enfeksiyonları görülebilir. Hazımsızlık sorunları olur. İleri yaşlarda kilo sorunları yaşanabilir. Duygulardaki ani değişikler, duygusal hassasiyet mideyi etkiler. Hava değişikliklerinden çabuk etkilenirler. Lodos hava, aşırı baş ağrısı yapar. Süt bezleri iyi çalışır. Memelerle ilgili rahatsızlıklar, kadın üreme sistemi bozuklukları görülebilir. Acı, ağrı, rahatsızlıklara dayanıksız olur., hastalığını çok büyütür., endişe ve evham yüzünden ufak bir şeyi abartabilirler. Bakımı zor bir hasta olurlar. Bu burç kanı ve vücuttaki tüm sıvıları simgeler. Ayrıca lenf bezleri, beyincik, solunum yolları, mide, göğüsler ve rahim Yengeç Burcu'nun etkisindedir. Yengeç burcunun yönetici ışığı Ay, insan ruhunun aynası olduğundan psikolojik fonksiyonları üzerinde biraz fazla durulmalıdır.
ASLAN VE SAĞLIK: Kalp ve sırt bölgeleri hassastır. Kalp damarlarında tıkanıklık, damar sertlikleri görülür. Kalp krizine yakalanma oranları yüksektir. Kalp rahatsızlıkları, kalp romatizması, çarpıntı görülür. Kalp krizi riskleri oldukça fazladır. Dengeli bir yaşam, aşırı yorulmamak ve üzülmemek sağlıklı kalmaları için çok önemlidir. İleri yaşlarda kilo sorunları olur. Sırt, adale ağrıları, omurga ve bel kemiği rahatsızlıkları olabilir. Moral bozukluğu sağlık direncini azaltır. Mikrobik hastalıklara yatkınlık artar, ateş yükselir. Aslanların bünyeleri genellikle güçlü olur. Hastalandıkları zaman aşırı ilgi isterler.
BAŞAK VE SAĞLIK: Sindirim ve merkezi sinir sistemleri hassastır. İnce ve kalın bağırsakları problem yaratır. Gaz ve dışkılama sisteminde sorunlar görülür. Psikosomatik hastalıklar görülür. Hastalık hastası olabilirler. Aşırı titizlikten dolayı sinirsel kökenli yaralar, tırnak iltihaplanması, çıbanlar gibi çeşitli rahatsızlıklara yakalanmaları mümkündür. Bağırsak sorunları, kolit, karın zarı iltihabı, ayakları üşütünce mide yanması, hazımsızlık, gaz rahatsızlıkları olur. Evhamlı oluşları ülsere neden olabilir. Hastalık konusunda aşırı titizlenmeleri kendilerini sık sık hasta sanmalarına neden olur. Tedaviye, ilaçlara çok itina ederler. Başak burcu güçlü olanlarda bağırsak sorunları gaz problemleri, kolit oldukça sık rastlanan olgulardır.
TERAZİ VE SAĞLIK: Böbrekler ve bel bölgesi en hassas kısımlardır. Böbrek taşı ve kum dökme bu burcun insanlarında görülen en büyük hastalıktır. Sırtın alt tarafında adale, kemik ve sinir uçları ağrıları olur. Yorgunluk, ağır yük taşımak belde ağrı yapar. Siyatik ve bel fıtığına yol açabilir. Nefrit, lumbago, soğuk algınlığı, bulaşıcı hastalıklara karşı dirençleri azdır. Görme bozuklukları, gözde çeşitli rahatsızlıklar, kızarma, kanlanma olabilir.
AKREP VE SAĞLIK: Üreme ve genital organları hassas olur. Cinselliğe duyarlı olan bu kişilerde en çok yumurtalık, prostat hastalıkları göze çarpar. Kasık ağrıları, mesane, idrar yolları, genital organlarla ilgili rahatsızlıklar görülmesi mümkündür. Erkekte prostat, kadında rahim ve yumurtalık rahatsızlıkları olabilir. Kalın bağırsak sorunları, iltihaplanma, polip, fıtık, basur, cinsel salgı bezleri, üreme organları hastalıklarına eğilim vardır. Aşırı hırslı oluşları sinir gerilimlerine yol açar. Sinir ve asabiyet görülebilir. Burçlar içinde en güçlü bünyeye sahip olanıdır. İradeleri ile hastalıklarla savaşırlar. Çabuk iyileşirler.
YAY VE SAĞLIK: Karaciğerleri ve bacakların üst kısımları hassastır. Başları bacak rahatsızlıklarıyla derttedir. Kas yırtılmaları da hareketliliğinin bir sonucudur. Kalçalar ve uyluk bölgesi ile ilgili kilo sorunları olur. Romatizma, siyatik, gut, kuyruk sokumu ağrıları çekebilirler. Dişlerle uğraşmaları gerekebilir. Diş eti rahatsızlıkları, kemik erimesi görülebilir. Karaciğer hassasiyetinden kaynaklanan alerjiler, kansızlık, zafiyet olabilir. El ve ayaklar soğuk olur. Sinirsel kökenli rahatsızlıklar geçirebilirler. Ciğerler ve bronşlar da hassastır. Bünyeleri güçlü değildir. Küçük hastalıkları bile önemli gibi abartabilirler.
OĞLAK VE SAĞLIK: Vücutlarının hassas kısımları kemikler ve deridir. Romatizmalı hastalıklar, kırılmalar, kemik erimeleri en çok bu burcun insanında görülür. İskelet sistemi, dişler, eklemler, diz kapağı ve çeşitli ortopedik sorunları olabilir. Romatizma ağrıları çekebilirler. Deri hastalıkları, egzama, çıban, sivilce görülebilir. Aşırı sabır mide rahatsızlıklarına yol açar. Mide asiti çok salgılanır. Ağır kanlı, sakin oluşları sinir sistemlerinin sağlam olmasını sağlar. Acılara çok dayanıklıdırlar. Başkalarının hemen şikâyet ettikleri ağrılara onlar günlerce dayanırlar. Hemen doktor ve ilaca sarılmazlar. Gerektiği zaman da tedaviyi disiplinli bir şekilde uygularlar
KOVA VE SAĞLIK: Adaleleri ve dolaşım sistemleri hassastır. Duyarlı olduklarından sinir bozuklukları, asabiyet, gerginlik onları esir alır. Kan dolaşımı kan serumu ile ilgili sorunlar olur. Zehirlenme, yüksek ateş, kramplar, bacak damarlarında varis görülebilir. Adale ağrıları, baldır, bilek, topuk kısımları rahatsız olabilir. Bilek burkulmaları olur. Dişlerde sorunlar çıkabilir. Kovalar genellikle kendilerine iyi bakarlar. Sağlık konularına akıllıca yaklaşır, tıbbi gelişmeyi takip ederek sağlıklı kalmayı başarabilirler. İdealleri, umut ve hedefleri düş kırıklığına uğrarlarsa sağlıkları bozulabilir.
BALIK VE SAĞLIK: Ayakları ve sinir sistemleri oldukça hassastır. Psikomatik rahatsızlıklara istidatları çoktur. Aşırı duyarlı olduklarından ruhsal hastalıklar ön plandadır. İntihar eğilimlidirler. Karamsar ve agresif oldukları zamanlarda içki, ilaç, uyuşturucu gibi maddelere meyli ederler. Fazla yemek yüzünden kilo sorunları olur. Ayaklarını iyi korumalı ve üşütmemelidirler. Gut, nasır, tırnak iltihapları, taban, ayak deformasyonu gibi sorunları olabilir. Vücutları su tutmaya çok müsaittir. Mikrobik hastalıklara dirençleri azdır. Çabuk üşütebilir, mikrop kapabilirler. Lenf sistemleri de zayıftır. Hasta olunca güvenlerini kaybeder, evhamlı olurlar. Bu yüzden geçimsiz davranabilirler. Her şeyden bir mâna çıkarır, hayal güçlerini olumsuz yönde çalıştırarak kendilerini mutsuz ederler.
|
|
|
ÖĞRENDİKTEN SONRA HAFİFLEMENİZİ SAĞLAYACAK 27 PSİKOLOJİK GERÇEK |
Yazar: Emka - 31-03-2017, Saat: 10:51 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Zihinlerimiz bir labirent. bu bilgiler de köşelerde saklı mum ışıkları.
1. Birini gerçekten tanımanız 3-4 yıl sürer. Evlenmeden önce bu kadar süre tanışan çiftlerin boşanma ihtimali daha azdır.
2. Uyumadan önce zihnimizin %90’ı, başımıza gelecek olan şeyleri hayal etmeye başlar.
3. Çocuklarımızla yaptığımız konuşmalar, onların iç sesi haline gelir.
4. Aktif olarak 7 yılı aşan bir arkadaşlık, büyük ihtimalle ömür boyu sürecektir.
5. Sizin bir türlü aklınızdan çıkaramadığınız o kişi de, muhtemelen sık sık sizi düşünüyor.
6. Çevrenizdeki birinin başkaları hakkında konuşurkenki tavırlarına dikkat edin. Çünkü sizin hakkınızda başkalarına konuşurken de aynı tavırları geçerli olacaktır.
7. Japonlara göre üç farklı yüzümüz var. İlk yüzümüz, dünyaya gösterdiğimiz. İkinci yüzümüz, sadece yakın dostlarımıza ve ailemize gösterdiğimiz. Üçüncü yüzümüz, kimseye göstermediğimiz. Hangisinin gerçek ve hakiki yüzümüz olduğunu, sanırım anladınız.
8. Her şeyin sizi rahatsız ettiği o ruh hali, muhtemelen birini özlediğinizi gösterir.
9. Gece geç saate kadar uyanık kalanlar, erkenden kalkanlara oranla psikopat olmaya daha yatkındır.
10. Birinin sizinle konuşmak istediğini merak ediyorsanız kollarınızı kavuşturun. O da aynısını yapıyorsa, istiyordur.
11. Araştırmalara göre birden fazla yastıkla uyuyan insanlar genellikle yalnız ve depresiftir.
12. Günde 5 ila 10 farklı şarkı dinlemek hafızayı ve bağışıklık sistemini güçlendirir ve depresyon riskini %80 azaltır.
13. Bir tartışmayı kazanmanın en güçlü yolu, konuyla alakalı sorular sormaktır. Böylelikle karşımızdakinin düşüncelerindeki mantık hataları daha rahat ortaya çıkar.
14. 6-8 ay içinde beynimiz, canımızı acıtmış birini tamamen affetmiş olur.
15. Başkalarına bağlı olmayı reddeden insanlar, en çok hayal kırıklıklarını yaşamış olanlardır.
16. Hayatınıza dair en iyi tavsiyeleri aldığınız insanlar, genellikle hayatında en çok sorun olan insanlardır.
17. Fazla düşünmek zihnimizin negatif senaryolar üretmesine ya da acı dolu anıları hatırlamasını sağlar.
18. Sık sık küfreden insanlar, genellikle duygusal açıdan daha güçlü ve daha zeki olurlar.
19. Zeki insanlar genellikle çatışmalardan uzak dururlar. Bu da çoğu şeyi fark etmelerini ama sessiz kalmalarını açıklar.
20. Sosyal açıdan utangaç ve içine kapanık insanlar, arkadaşlarına daha düşkündürler. İlişkilerde de daha sadıktırlar.
21. Basit şeylere kolayca sinirlenebilen insanlar, bilinçaltlarında sevilmeye ihtiyaç duyar.
22. Biri artık “değiştiğinizi” ifade ediyorsa, %95 ihtimalle onun istediği gibi davranmayı bırakmışsınızdır.
23. Psikolojiye göre iki eski sevgili ayrıldıktan sonra arkadaş kalabiliyorsa, ya halen aşıktırlar, ya da hiç olmamışlardır.
24. Unutmayın: Aldatanlar, sürekli aldatılacağını düşünür. Yalancılar, herkesin yalan söylediğini düşünür.
25. Kadınlar erkeğin görünüşünden çok, kokusuna önem verirler.
26. Köpekler insanların mutsuzluğunu hissedebilir. Bunu gidermek için de onlara sokulurlar.
27. Birinin kıymetini anlamanın en iyi yolu, onsuz bir hayatı hayal etmektir.
|
|
|
TIKANAN ENEJİNİZİ ARINDIRMANIN 8 YOLU |
Yazar: Emka - 30-03-2017, Saat: 11:08 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Hepimiz zaman zaman çaresiz hissederiz. Çoğu zaman, umutlarımız çok uzakmış gibi durur. Hayat koşturmacasında bazen dibe vururuz. Ama bizi kör kuyuya bırakan şeyler vardır ve onları bilirsek bu kör kuyudan çıkmak için bir şansımız olur. Enerjimizi engelleyen ve pek çok sebep vardır. Biz 8 ana sebebi ve çözümlerini yazmak istiyoruz.
KORKULARIMIZ – Diğer her şeyi bir yana bırakın. Korkularımız enerjimizi en çok bloke eden şeylerden biridir. Korkularımız mantıklı olabileceği gibi mantık dışı da olabilir. Ne yazık ki mantık dışı korkularımızı bile yenmek çoğu zaman çok zordur.
Çözüm ise basittir. Korkularınızı kabul edin ve onların bir duygudan ibaret olduğunun farkına varın. Korkularınızı ve kendinizi yargılamayın. Onlarla barış ilan edin. Göreceksiniz onları besleyen aslında sadece sizsiniz.
HAYAL KIRIKLIKLARIMIZ – Bu dünyada ilk öğrendiğimiz şeylerden biridir aslında. Balonumuz gökyüzüne uçtuğunda söyledikleri şeydir. Bir daha asla geri gelmeyecek. Hayal kırıklıklarımızın en büyük sebebi ise onları gerçekleştirme düşüncesini kabul etmememizdir.
Hayal kırıklıklarınız sizi siz yapan ana etkenlerdir. Karakterinizin yapı taşlarından biridir. Onu silemez veya değiştiremezsiniz. Ama ondan güç alabilirsiniz. Başarılı pek çok insan hayatları boyunca büyük düş kırıklıkları yaşadı. Aldatıldılar, küçük görüldüler ve bunlarda şöyle bir etki yaptı. Kendine daha fazla inan. Hayallerine inan. Kimse evet, senden başka kimse başaracağına senin kadar inanmaz. Sonuna kadar mücadele et göreceksin bunu aştığında enerjin geri gelecek.
HIRSLARIMIZ – Öyle yada böyle hepimizin çok istediği şeyler var. Hepimiz zenginlik veya başarı istiyoruz. Her ikisi olursa daha iyi olur tabii. Ama hırsımız enerjimizi bloke eder. Bizi bir girdabın içine sokar. Adına negatiflik diyebileceğimiz bir enerji girdabına gireriz ve çoğunlukla çıkamayız. İşte bundan kurtulmanın en kolay yolu hırslarımızı bırakmamızdır. Arzularımızı ve isteklerimizi saplantı haline getirmemeli ve olan şeyleri kabul etmeliyiz.
ÇEVREMİZ – Çevre çok değişik bir faktördür. Sizi teşvik eden insanlar olacağı gibi enerjinizi bloke eden negatif insanlarda olacaktır. Onları takmamaya çalışın. Bu aileniz veya iş arkadaşlarınızdan biri olsa bile. Onu göz ardı ettiğinizde artık sizinle çok fazla uğraşmayacaktır.
ALIŞKANLIKLARIMIZ – Bizi bloke eden en önemli nedenlerden biri doğru alışkanlıklar elde edememiş olmamızdır. Yoga, spor, yürüyüş, meditasyon ve dua bize çok iyi gelen şeylerdir. Genellikle hiç biri hayatımızda yoktur. Olumlama yapabilir ve dua edebilirsiniz.Çok hızlı bir şekilde enerjinizin blokesinin kalktığını göreceksiniz.
ENERJİNİZİ SERBEST BIRAKIN – Evet elimizde tuttuğumuz ve sırtımıza yüklediğimiz milyonlarca duygu yükü ve depresyonumuz var. Onları bırakmaya ise hiç niyetimiz yok gibi. Elinize bir kalem alın ve onu sıkıca tutun. Kalemin yere doğru tutulduğundan emin olun. Sizce o kalem nasıl yere düşebilir. Tek bir yolla elinizi açarak yani elinizi serbest bırakarak. Hepimiz kaygılarımız yüzünden enerjimizi sıkıyoruz. Serbest bıraktığınızda her şey değişecektir.
ANLAYIŞ – Eğer anlayış nedir diye sorarsanız. O bir dengedir derim. Anlayış doğal bir dengedir. Doğanın döngüsüdür. Hiç bir aslan tüm ceylan sürüsüne saldırmaz. Çünkü bunun tüm dengeyi bozacağını ve kendini de yok edeceğini bilir. Birbirine tahammül edemeyen insanlar ile yaşıyoruz. Doğal olarak anlayıştan uzaklaşıyoruz. Ama gerçek aslında basittir. Çevrene anlayış duyarsan sana geri yansır. Bu kısaca YİNG ve YANG tır. Denge anlayışı getirir. Dengeyi keşfedin.
ENERJİ BLOKLARINA ODAKLANIN – Enerji gerçek bir olgudur ve tüm bedeni sarar. Enerjinizi bloke eden sadece manevi olaylar değildir. Maddi olarak vücudunuz içindeki enerji noktaları (çakralar) bloke olmuştur. Bu noktaları bilmenize gerek yok sadece tüm bedeninizde pek çok çakra noktası olduğunu bilin (7 adet ana çakra noktası dışında 100’e yakın daha nokta vardır). Tüm bedeninizin bir ışık olduğunu hayal edin ve bedeninizin tüm enerji noktalarından çıktığını imajine edin. Bedeniniz enerji ile aydınlanıyor. Çakra konularını araştırarak daha fazla bilgi alabilirsiniz.
|
|
|
ÇAY DEMLERKEN SAKIN BUNU YAPMAYIN |
Yazar: Emka - 30-03-2017, Saat: 11:05 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Konuya ilişkin açıklamalarda bulunan Bükün, çayın içerisinde tein ve tanenler içeren bir bitki olduğuna dikkat çekerek, bu tein ve tanenlerin bitkilerin kendilerini korumak amacıyla salgılamış oldukları bileşikler olduğunu ifade etti.
Çayın uygun bir yöntemle pişirilmemesinin bu bileşikleri aktifleştirdiğine işaret eden Bükün, bu durumunda kansere varabilecek zararlar oluşturacak olumsuz durumlara yol açtığını vurguladı. Bükün, bunun önüne geçebilmek için çayı demlerken bu bileşiklerin aktif hale gelmesini engelleyecek ısı derecesinde tutulması gerektiğini kaydetti.
ACI İSE İÇMEYİN
Vatandaşların kafe veya çay ocakları gibi yerlerde çay içerken, çayın yüksek ısıya maruz kalıp kalmadığını tadından anlayabileceğine de işaret eden Prof. Bükün, “Normalde çayı içtiğimiz zaman ağırda hoş bir tat bıraktığını hepimiz bilmekteyiz. Bayat çayların ya da tanenlerin aktif hale geldiği çaylar ağızda acı bir tat bırakır. Çay içerken mutlak suretle taze demlenmiş olmasına da dikkat etmeliyiz” dedi.
ÜST DEMLİĞE ÇAY KOYDUKTAN SONRA
Tanenlerin aktif hale gelmemesi için çayın mutlak suretle kaynatılmadan sadece sıcak su ile demlenmesi gerektiğini anlatan Bükün, “Çokça yapılan bir yanlış var. Genelde üstteki demliğe kuru çayı bırakıp, alttaki demlikte suyu kaynatıyoruz. Bu çok yanlış bir durum ve yapılmamalı.
Eğer yapılacaksa da kuru çayı bıraktığımız demliğe biraz soğuk su ilave etmeliyiz. Daha sonra alttaki çaydanlıktaki su kaynayınca çayın üzerine ilave etmeliyiz. Kesinlikle de çayı fokurdayacak derecede kaynatmamalıyız. Yoksa çayımızı sağlığımıza zararlı hale getirmiş oluruz” diye konuştu.!
|
|
|
BİR İNSANI GERÇEKTEN TANIYACAĞINIZ 25 AN |
Yazar: Emka - 30-03-2017, Saat: 11:02 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Kendisini nasıl tanıtmaya çalışırsa çalışsın, vitrini ne kadar güzelleştirirse güzelleştirsin. Bir insana dair gerçek notunuzu işte en iyi böyle anlarda verirsiniz.
1. Sarhoşken nasıl?
Bazı insanların sarhoşluğu çekilmez olur. Sevilen insansa, tamam yine çekilir. Ama bir lokma bir şey içti mi, içindeki bütün kompleksler, iblisler bir bir dökülen insanların asıl ayıkken bir meselesi var demektir.
2. Hangi küfür?
Argo da, küfür de hayatta yerini bulduğunda güzel ifade araçlarıdır. Fakat birine küfrederken hangi sıfatın, tamlamanın, eylem vaadinin seçildiği o insana dair işaretler taşır. Zaten birin öfkelendiği an başlı başına önemli bir veridir.
3. Bana bir çay getir
istediği kadar iyi, nazik, yüce gönüllü görünsün. Bir insanın, kendisinin eşiti görmeyerek aşağıladığı meslek gruplarının bulunması bütün bu imajı yerle bir eder. Garsonlarla, apartman görevlisiyle nasıl konuşuyor? Emir kipi mi, tamam.
4. İçindeki ırkçı
Her şey normaldir, bir sürü konuda kafa denginiz gibidir. Ama sonra öyle bir laf eder ki donar kalırsınız. Etnik, dinsel, cinsel her tür ayrımcı beyan da, espri de, o insanı gerçekten tanımanız için malzeme verir. Örneğin ‘Pis Çingene’ diyen biriyle iki çift laf edecek mideniz var mı?.
5. Mızıkçılık sıkar
Monopoli de olur, okey, tavla ya da poker de… ışin içine kazanma-kaybetme ikilisi girdiğinde anında değişen, mızıklanıp çirkefe yatanlanlar vardır. ‘Yahu şurada oyun oynuyoruz’ diyemezsiniz, onun için hayatın merkezidir.
6. Aynı ev laboratuvarı
Üniversitedeki ev arkadaşı da olsa, hayat arkadaşı da sınırları belli alanda birden fazla kişi zorlu bir sınavdır. ınsan daha 10’lu yaşlarında ailesiyle bile aynı eve sığışamazken karakterin oturduğu yetişkinlik dönemi hayli zordur. Koridorda ters dönmüş terlikten yanan ampulü değiştirmemeye uzanan bir dünya dert tasa…
7. Ailesinin yanında
Siz onu işyerinde, okulda ya da duygusal ortamlarda tanıyıp sevmiş olabilirsiniz. Ama insan en çok doğumdan beri tanıyanların yanında kendisi olur, özüne döner. Esprileri, oturup kalkması, birbirlerine hitapları derken onu ailesinin evinde bırakıp dışarı yalnız çıkmanız olası!
8. Ya onu ben alacaktım!
Tabakta son kalmış patates kızartması, kalamar, kurabiye, her ne ise… Bazı insanların sonsuz nezaketi masada kimsenin yiyememesine neden olur, o ayrı. Ama son mu, başka biri var mı, yok mu diye düşünmeden atlayanlar, siz de pek iyi bir görüntü vermiyorsunuz.
9. ‘Haberler’den al haberi
Gündemin en civcivli anlarından birinde birlikte ana haber bültenini izlemeyi deneyin. Toplumsal olaylara, çatışmalara, öğrenci protestolarına falan verdiği tepkileri inceleyin. ‘Sallandıracaksın üç tanesi Taksim’de’ kıvamındaysa tepkileri, geçmiş olsun.
10. Borç-harç işleri
Öyle gerekmiştir, borç para istemişsinizdir. Ya da bir eşyasını ödünç alıp alamayacağınızı sormuşsunuzdur. Çok açık bir şekilde bu tekliflere yanaşmaması ayrı, bir de çocukça bahaneler bulması… Kaçınız.
11. Sahada değişenler
Maça gitmekle maç yapmak arasında akrabalık olsa da, sonuçlar farklı. Hayatı boyunca hiçbir alanda ‘hırs’ sahibi olmamış birinin maçı kazanmak için her türlü çamur hareketi yapması olasıdır. Sert girer, çelme takar, durmadan itiraz eder. ‘Karıncayı incitmeyen’ bu adam bir de bakmışsınız yenilen golden sonra kaleciye dümdüz gidiyor.
12. ‘Gerzek ya…’
Başlarından ne geçerse geçsin, bir insanın eski sevgilisinden, eşinden, eski arkadaşlarından söz ederken seçtiği sıfatlar, ne kadar düzgün biri olduğunun işaretidir. Böyle anında ‘satışlar’, bir gün sizin de başka masalara böyle malzeme olacağınız anlamına gelir.
13. Tatilin zehir olma riski
Sürekli güneşlenenlerden olabilir ya da denizden hiç çıkmayanlardan. ıki dakika susmuyordur belki ya da ağzını bıçaklar açmıyordur. Hesap saati geldiğinde cüzdanın üstüne yatanlardan mı, her şeyi ödeyip sizi kendisine bağımlı hale getirmek isteyenlerden mi? Tatil ,yoğunlaştırılıp dar zamana sığdırılmış bir hayat simülasyonudur, insanın hası iki günde belli olur.
14. Cinsi münasebet
Fazla ayrıntıya gerek yok, bir insanı tanımanın en iyi yollarından biri de budur. O aşamaya gelene kadar yapılan numaralar, sonrasındaki hal ve gidişat da öyle…
15. Trafik canavarı
Arkadaşınız direksiyon başında bir canavara mı dönüşüyor? Yayalara, bisikletlilere, motorlulara katiyen yol hakkı tanımıyor mu? Kadın sürücülere en ufak bir hatalarında saydırmaya mı başlıyor? Müsait bir yerde inebilirsiniz.
16. Cenaze ortamları
Herkesin üzüntü eşiği de, inanç dünyasının sınırları da, acıyı yaşama biçimi de farklı. Ama bazı durumlar bu tür farkları kılıç gibi gözünüzün ortasına sokar. Sizin için önemli birini kaybetmişken, yan tarafta başkasıyla kikirdeyen arkadaş ilişkileri gözden geçirmeye neden olabilir.
17. ‘Vatanı kurtarma’ faaliyetleri
Kimi zaman yemek masasında, kimi zaman günlük muhabbet içinde birden konu siyasete gelir. Birinin ‘vatanı kurtarma’ formülü, o insanan hayatta durduğu yere dair en temel işaretleri verir.
18. Stadyumda dönüşenler
Stadyum ambiyansı değerli verilerle doludur. Maça birlikte gittiğiniz ‘mülayim’ arkadaşınızın ilk düdükle galiz küfürler savurmaya başlamasına, her durumda soğukkanlılığını ve nesnelliği korumakla meşhur bir kişinin “Hoca versene penaltıyı”, “Ne ofsaytı be…” gibi çıkışlar yapmasına tanık olmak işten bile değildir. Formayı çıkarıp sahaya dalma girişimlerine girmeyelim bile
19. Aşk üçgeni
Olur ya, iki arkadaşın gönlü aynı insana kayar. Aşk meşk işlerinde ‘Önden siz buyrun’ gibi bir teklif de olmaz tabii, ama ‘çirkinleşmek’ de şart değil. Zaten böyle durumlarda âşık olunan şahıs durumu anlayıp anında ortadan tüyer. Aklı varsa tabii…
20. Parayla ilişki
Cebindeki akrep meselesi ayrı, ortak hesap ödeme anları çok belirleyicidir. Onun dışında birin parayla kurduğu ilişki, yeni satın aldığı bir şeyi size tarif edişi önemli parametrelerdir.
21. Terfi testi
Bir insan en iyi eline güç geçtiğinde tanınır. O kadar acayip bir güç olmasına bile gerek yok. ışyerinde terfi aldığı günün ertesi gün iş arkadaşlarına tavrı değişen biri mi? Verdik notunu…
22. Kavgada denmez
Günlük hayatta her şey şahane, güllük gülistanlık. Ancak buzdağının görünmeyen yüzü de böyle mi? Tartışırken nasıl, kavga ederken neye dönüşüyor? ‘Matrix Reloaded’ın efsanevi repliği ‘Bir insanı kavga etmeden, tam anlamıyla tanıyamazsın’ sözü o an akıllara geliveriyor.
23. Ofis partisinde
Gün boyu arkasından çan çan konuştuğu müdürünün eteğinde mi dolanıyor, yiyecek-içecek bedava diye kendini mi kaybediyor, herkes bir şekilde eğlenirken üstten üstten bakıp bir kenara mı çekiliyor? Formal iş ilişkisinde su yüzüne çıkmayanlar aynı ortamda ipler biraz gevşetilince yüzmeye başlar.
24. Toplantı ritüelleri
Ağzınızdan laf alanı da, lafı ağzınıza tıkayanı da çekilmez. ışyerinde esprinin dozunu ayarlayamamak, düğmesine basılmış gibi kalem çevirip arada düşürmek, sinir bozucu bir tikle ayağını sallamak ve tabii bütün işi o yaparmış gibi görünmek… Bunlar etrafı geren hareketler.
25. Sosyal medya ortamları
Facebook’ta, Twitter’da kimi takip ediyor? Hangi olaylara ne tip yorumlar yapıyor? Kimleri, hangi durumları ‘beğeniyor’? Yazı dili, imlası nasıl? Bir insanı şıppadanak tanımanın en garantili yolu bu
olabilir!
|
|
|
NEGATİF ENERJİYİ YOK EDEN KARIŞIMIN YAPILIŞI |
Yazar: Emka - 30-03-2017, Saat: 10:57 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Evinizin her yerine bir bardak su içinde tuz ve sirke koyun. 24 saat sonra sonucuna şaşıracaksınız!
Evde stresli ve agrasif mi oluyorsunuz? Evde sürekli gerginlik ve tartışma ortamından şikayetçi misiniz? O zaman tam size göre bir yöntemimiz var. Üstelik 24 saatte etkisini gösteriyor.
Negatif enerji nedir?
Negatif enerjiler sizi, ailenizi, evcil hayvanlarınızı, hatta etrafınızdaki bütün nesneleri etkileyen şok dalgaları yayar. Yapılan araştırmalarda bu kötü enerjiden kurtulmanın etkili bir yolu bulundu.
Bu yöntem ile evinize tekrardan huzur gelecek ve yaşam kaliteniz artacak. Uykularınız düzene girecek. Sabahları yorgun kalkmak gibi şikayetleriniz azalacak ve bütün vücudunuz sağlığına kavuşacak
Kötü enerjiyi yok eden karışımın yapılışı
Bir tatlı kaşığı tuzu yarım çay bardağı sirke ile karıştırın ve bir su bardağının içine dökün, üzerini de su ile tamamlayın. Bu karışımı gün içinde evin en çok zaman harcadığınız yerlerine koyun. Yatak odası, oturma odası, mutfak vb odalara koymak en mantıklısı. Bardakta suyun seviyesini aklınızda tutun çünkü belirli aralıklarla bu seviyeyi kontrol edeceksiniz, eğer fazla taşmış ve sıvı seviyesi çok azalmışsa üzerine su ekleyerek seviyeyi tamamlayın.
Hazırladığınız karışımın seviyesi sabit kalana kadar bu bardağı evin farklı yerlerine koymaya devam edin. Bu karışım negatif enerjiyi ve kötü enerjiyi evden uzak tutar ve içine çeker. İlk etkilerini 24 saat sonra göstermeye başlayacak ve birkaç gün sonra bütün etkilerini görmeye başlayacaksınız.
Unutmayın: Cam bardağı koyduğunuz yerler odanın görünmeyen kısımları olmalıdır. Böylece kötü enerjiyi daha verimli şekilde absorbe eder. Haberi paylaşarak daha fazla insana ulaştırmayı unutmayın. Sağlıklı günler dilerim
|
|
|
|