Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 739 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 739 Ziyaretçi

Son Aktiviteler
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 342
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 312
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,019
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,148
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,085
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,008
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,156
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,525
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,287
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,175

 
  reiki
Yazar: ruhanikadın - 28-07-2017, Saat: 17:42 - Forum: Reiki - Yorum Yok

eskiden inanırdım hiç inanmıyorum buna artık Big Grin

Bu konuyu yazdır

  İstemenin Formülü: İstediğini Almak İçin Kimden Nasıl İstemeli?
Yazar: Archilles - 28-07-2017, Saat: 03:29 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM - Yorum Yok

İşinizin başkalarının yapmasını beklemeyin. Söylemek istediğim şey, zekice ve keskin olarak istemeyi öğrenmenizdir. Sonucu tanımlamanıza ve ulaşmanıza yardımcı olacak şekilde istemeyi öğrenin. Zekice ve kesinlikle istemenin beş temel prensibi vardır.

NE İSTEDİĞİNİZİ BİLİN;

Ne istediğinizi hem kendinize hem de bir başkasına tanımlamalısınız. Ne kadar yüksek, ne kadar uzak, ne kadar çok? Ne zaman, nerede, nasıl, kiminle? İş hayatınızda bir krediye ihtiyacınız varsa; nasıl isteneceğini bilirseniz, bu krediyi bulursunuz. “Üretim hattını genişletmek için biraz daha paraya ihtiyacımız var, bize biraz kredi verir misiniz?” derseniz, krediyi alamazsınız. Kesin olarak neye ihtiyacınız olduğunu, niçin ihtiyacınız olduğunu ve ne zaman ihtiyacınız olduğunu tanımlamalısınız. Onunla ne üretebileceğinizi de göstermek zorundasınız. Amaç düzenleme seminerlerimde, seminere katılanlar, biraz paraya ihtiyacım var diyerek istemektedirler. Ben de onlara birkaç kuruş para veriyorum. Onlar istiyorlar ve alıyorlar; zekice istemedikleri için istediklerini alamıyorlar.

2 – SİZE YARDIM EDEBİLECEKLERDEN İSTEYİN.

Ne istediğinizi bilmek yetmez, aynı zamanda bilgi, sermaye, duyarlılık, iş deneyimi gibi belirli kaynaklara sahip olan kimselerden istemelisiniz. Diyelim ki, eşinizle bir sorununuz var. İlişkileriniz kopuyor. Kalbinizi boşaltmak istiyorsunuz. Bir insanın olabileceği kadar dürüst ve kesin olabilirsiniz. Sizinki kadar zayıf ilişkilere sahip birinden yardım istemeye kalkarsanız bu kişi size yardımcı olabilir mi? Şüphesiz yardımcı olamaz.

Yardım isteyecek uygun kişiyi bulmak, bizi yine neyin ne işe yaradığını öğrenmeye dikkat etme konusuna geri götürecektir. Daha iyi bir iş, daha iyi bir ilişki, daha iyi bir yatırım programı, ne isterseniz isteyin; bunlarla ilgili bazı şeylerin başkaları tarafından yapılmış olduğuna dikkat edin. Buradaki asıl sorun istediklerimizi başaran kimseleri bulmak ve onların neleri doğru yaptığını belirleyebilmektir. Bir çoğumuz meyhane akıllılığına meyilliyizdir. İşittiklerimiz sempatik gelir ve bunların hemen sonucunu alacağımızı sanırız. Sempati, uzmanlık ve bilgiyle eşleşmedikçe bir işe yaramayacaktır.

a11.jpg

3 – İSTEDİĞİNİZ KİMSE İÇİN BİR FAYDA YARATIN.

Sadece istemeyin ve birilerinin size bir şeyler vereceğini beklemeyin. Önce istediğiniz kimseye nasıl yardımcı olabileceğinizi hesaplayın. İşle ilgili iyi bir fikriniz ve bunu gerçekleştirebilmek için de paraya ihtiyacınız varsa; bu parayı elde etmenin bir yolu, size hem yardım edecek, hem de sizden (yapılacak işten) yararlanabilecek kişiyi bulmaktır. Ona fikrinizin hem size, hem kendisine nasıl para kazandıracağını göstermelisiniz. Yaratacağınız faydanın her zaman maddi şeyler olması gerekmez. Yarattığınız fayda bir his, bir duyarlılık ya da bir rüya olabilir. Bana gelip 100 milyon liraya ihtiyacım var derseniz; ben de muhtemelen, birçok kişinin paraya ihtiyacı olduğunu söylerim. Bu paraya, kişilerin yaşamında bir farklılık yaratmak için ihtiyacınız olduğunu söylerseniz, muhtemelen sizi dinlemeye başlarım. Siz bana kesin olarak diğerlerine ve kendinize nasıl faydalı olabileceğinizi gösterirseniz; ben de size yardım etmenin, bana ne gibi yararlar sağlayacağını düşünmeye başlarım.

4 – KARARLI, BENZEŞİMLİ İNANÇLA İSTEYİN.

Başarısız olmanın en emin yolu, kararsız olmaktır. Siz ne istediğinizden emin değilseniz; başkaları nasıl emin olsun? Bu nedenle, isterken bir inanç içinde olun. Fizyolojiniz ve kelimelerinizle inancınızı gösterin. Ne istediğinizden emin olduğunuzu gösterebilirseniz, mutlaka başaracaksanız ve mutlaka hem kendiniz, hem de istediğiniz kimse için bir fayda yaratacaksınız.

Bazı kişiler, bu dört prensibi de en iyi şekilde uygularlar; fakat yine de istediklerini elde edemezler. Çünkü onlar beşinci prensibi uygulamamışlardır. İstediklerini elde edinceye kadar istememişlerdir. Zekice istemenin beşinci ve en önemli adımı budur.

5 – İSTEDİĞİNİ ELDE EDİNCEYE KADAR İSTE.

Bu aynı kişiden isteyin demek değildir. Kesin olarak aynı şekilde isteyin demek de değildir. Asıl başarı formülü “Ne elde ettiğinizi bilinceye kadar duyuşsal keskinliğinizi ve kişisel değişme esnekliğinizi geliştirmek zorundasınız” der. Bu nedenle, istediğiniz zaman; istediğinizi elde edinceye kadar, kendinizi değiştirmek ve düzenlemek zorundasınız. Başarılı kimselerin yaşamlarını incelediğinizde onların isteklerinde çok ısrarlı olduklarını, devamlı denediklerini, devamlı değiştirdiklerini ve er ya da geç ihtiyaçlarını giderecek birisini bulduklarını görürsünüz. Formülün en zor kısmı ise kesin olarak ne istediğini belirleyebilmektir.


İSTEMENİN FORMÜLÜ
Anthony Robbins

Sınırsız Güç

Bu konuyu yazdır

  Hayatınızdaki büyük değişikliklerle başa çıkabilmek için 6 yöntem
Yazar: Archilles - 28-07-2017, Saat: 03:24 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM - Yorum Yok

Hayatın ne getirip ne götüreceğini asla bilemeyiz. Bir gün elinizde hiçbir şey yokken, bir sonraki gün dünyalar sizin olmuş olabilir. Bu tarz büyük değişimlerin getirdiği sıkıntılarla baş etmenin yolları herkes için farklı olsa da temelde aynı hareket prensibini kullanırız. Gelin bu yöntemlere bir göz atalım.

1- Durumu kabullenin
Yaşınız gereği artık hayatın değişimler üzerine kurgulandığını bilmelisiniz. Bunlara karşı hazırlıklı olun. Büyük değişimler, büyük stresler demektir. Olan oldu ve artık zamanı geri getiremezsiniz. O vakit derin bir nefes alın ve hayatınızın kontrolünü yeniden ele alın.

2- Eylem planı yapın
Bu kontrol için iyi plan yapmanızda fayda var. En ince ayrıntısına kadar düşünülmüş, çözüm üretebilen bir plan ile acele etmeden adım adım ilerleyebilirsiniz. Daha önce neleri aştınız, bu durum size ne yapabilir ki?

592be53b2269a2313c6e0d1e.jpg

3- Yakınlarınızdan destek alın
Hayatınızda önemli yer tutan yakınlarınızdan destek istemekten çekinmeyin. Bu değişimlerin bir parçası olmalarına izin verin. Beraberce daha güçlü bir şekilde esen rüzgara göğüs gerebilirsiniz. Kendinize ve yakınlarınıza güvenin.

4- Gülüp geçin
Kendinize olan güveniniz arttıkça olaylara bakış açınız da değişecektir. Eskisi kadar ciddiye almamaya başladığınızı fark edebilirsiniz. Bu durum planın iyi işlediğini gösterir. Kendinize sık sık ilk zamanları hatırlatın ve eli kolu bağlı bir çocuk gibi duran halinizi hatırlayın. Kendinize gülmekten çekinmeyin.

5- Kendinize zaman ayırın
Artık olan biten her şey geride kalmış olabilir. Bir daha böyle bir sıkıntıya hazırlıksız yakalanmamak için kendinizle sürekli konuşun. Bilginizi ve hayata bakışınızı sürekli dinç ve yeni tutacak hobiler edinin. Hayatınızdaki en değerli ve eğlenceli anları kendinizle başbaşayken geçirin.

6- Hayatı olduğu gibi kabul edin
Hayatın belli bir düz çizgide gitmesi kendimizi güvende hissetmemizi sağlar. Ancak güvenli alanlar gelişimimizi de etkiler. Bu nedenle bu deneyimin size neler kazandırdığını görmeyi deneyin. Geçmiş, şimdi ve geleceğin toplamı sizin hayatınızı oluşturur. Endişelenmek yerine bu bütünlüğün farkına varın ve eksileriyle artılarıyla hayatı olduğu gibi kabul edin.

Kaynak: Hürriyet Haber

Bu konuyu yazdır

  ZAMAN HERŞEYİN İLACI MI?
Yazar: Archilles - 28-07-2017, Saat: 03:20 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM - Yorum Yok

Kendi kendinize kaç defa zamanın her şeyin ilacı olduğunu söylediniz? Her ne zaman bir ayrılma ya da sizi kelimenin tam anlamıyla parçalayan bir deneyim yaşadığınızda, bu sizin bir şekilde üstesinden gelmeniz gereken zor bir dönemin başlangıcıdır.

Ancak bunu en iyi yoldan yapıyor musunuz? Kaderin ellerinin bütün acınızı iyileştirmesine izin veriyor musunuz? Zamanın iyileştirmesine izin vermek önemlidir, ancak zaman, siz de bunun için çalışmazsanız, hiçbir şeyin ilacı olamaz.

İyileşmenin sorumluluğu sizin üzerinizdedir, zamanın değil.

bo%25C4%259Fuluyorken.jpg

Acı Kendi Zamanına İhtiyaç Duyar
Size verilmiş küçük bir zaman diliminde bir problemi çözebileceğinize ya da bir yarayı iyileştirebileceğinize inanmanız mantıksız olurdu. Hayat böyle değildir. Bununla beraber “iyileşme” sürecinin ne kadar olacağını da tahmin edemezsiniz.

Tüm bunları göz önüne aldığımızda, hiçbir zaman yapmamanız gereken bir tek şey var, o da geçmişte yaşamak ve yaralarınızı sonsuza kadar açık bırakmaktır. Bu size sadece daha fazla acı çektirir, bu yüzden yapmanız gereken ilk şey yarayı kapatmaktır ve daha sonra iyileşmesi için zaman vermektir.

Etrafınızda size, dikkatinizi dağıtmanız için bir yol bulmanızı, yeni şeyler denemenizi, arkadaşlarınızla dışarı çıkmanızı tavsiye eden bir çok insan olacaktır. Belki bunlar pozitif durumlardır, ancak bunları problemleriniz için çözüm olarak görmemelisiniz.

Bir dikkat dağıtıcı sadece geçici bir sargı bezi olur, er ya da geç acı geri dönecektir.

Acınıza biraz zaman tanıyın. Belki bir ay, belki bir aydan daha çok ve hatta belki de bir yıl gerekecek. Her şey acının kaynağına bağlı olarak değişir.

Ancak kendinizi aceleye getirmeyin. Her şey güzel olacak ve iyi olduğunuzda bunu bileceksiniz. Artık o yaraya hiçbir şey hissetmeden bakabileceksiniz.

korku.jpg

Kollarınızı Kavuşturmayın: Kontrolü Ele Geçirin
Zaman bir gereklilik olsa da, yapmamanız gereken tek bir şey var, kollarınızı kavuşturup arkanıza yaslanmak ve onun her şeyin üstesinden geleceğini düşünmek. Birçok insan, problemlerinin çözümünü “kadere” bırakmıştır ya da yaralarına sadece zamanın ilaç olacağını düşünmüşlerdir.

Hayat bu şekilde işlemez. Hayatınızın kontrolünü ele geçirmeli ve iyileşme sürecine katkıda bulunmak için gayret göstermelisiniz. Zamanın tek başına sizin başınıza gelenlerin tamamından sorumlu olma gücü yoktur. Siz de payınıza düşeni yapmalısınız.

Kontrolü geri nasıl kazanırsınız? Ne yapmalısınız? Size hayatınızın kontrolünü geri kazanmanız için bazı önemli ipuçları vermek istiyoruz.

Geçmişi Serbest Bırakın
Geçmiş size bir şeyler öğrendiğiniz ya da görüp geçirdiğiniz deneyimlerinizi hatırlatmak için oradadır ancak hala sizin arkanızdadır.

Geçmişte yaşamayı bırakmanın zamanı şu andır. Geçmişi salmalı ve devam etmelisiniz. Şu ana odaklanın çünkü önemli olan odur.

zaman-iyile%25C5%259Ftiriyor.jpg

Yardım Aranın
Kuşkusuz güçlüsünüz, ancak bazı zamanlarda yardıma ihtiyaç duyarsınız. Güvendiğiniz insanlara sırtınızı yaslayın, sizi ileri götürecek ve hayata yeni bir bakış açısından bakmanızı sağlayacak olanlara.

Hiçbir zaman yardım istemekten utanç duymayın çünkü size yardım eli uzatmaya istekli bir sürü insan var.

İyimser Olun
Açık fikirli olmak ve hayatı yeni bir iyimserlikle görmek zorundasınız. Oldukça zor bir dönemden geçtiniz ancak bu dünyanın sonu demek değildir.

Her şey er ya da geç alt edilir, bu yüzden yüzünüze bir gülümseme kondurun ve ilerleyeme devam edin. Hayat güzeldir, onu yaşayın.

Diğerleriyle Birlikte Kendinizi de Affedin
İnsanları affetmekten daha zor tek bir şey olabilir, kendinizi affetmek. Katılsanız da katılmasanız da, bu herhangi bir güçlüğün üstesinden gelmek için gereken esas etkendir. Sadece o zaman geçmişi arkanızda bırakır ve yolunuza devam edersiniz.

Öfke duyarak yaşarsanız, yaralarınız hiçbir zaman kapanmaz.

Sorumluluk gerçekten sizin iken bir şeyi zamanın ellerine bıraktığınız oldu mu? Acının, sadece zamanın kendi başına iyileştirebileceği bir şey olmadığını öğrenmeniz gerekiyor. Zaman size yardım eder, bu doğrudur, ancak bir tedavi değildir.

Cesur olun ve kontrolü ele alın. Hayat güzeldir, şu an görmüyor olmanıza rağmen. Yaşayın ve mutlu olun, çünkü bunu hak ediyorsunuz.


Kaynak: saglıgabiradim

Bu konuyu yazdır

  HAYATINIZIN KONTROLÜNÜ NASIL ELE GEÇİRİRSİNİZ
Yazar: Archilles - 28-07-2017, Saat: 03:15 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM - Yorum Yok

Çoğu zaman hayatınızın kontrolünü kaybettiğimizin farkında bile olamayacak kadar meşgulüz…  Ve bir gün geliyor ki, yıllar geçmiş ve hayat sizi hiç beklemediğiniz bir limana getirmiş… Hayat senaryonuzu akışına bırakmak istemiyorsanız işte size hayatınızın kontrolünü ele geçirmenizi sağlayacak ip uçları…

Hayatının Kontrolünü Eline Al

Önceki yazımda ‘Hızlı Beyin’ sorunu olanlar için çözüm önerilerinden bahsedeceğimi söylemiştim. Unutkanlık, dağınıklık, çabuk sıkılma ve pes etme, yeterince düşünmeden hareket etme gibi sorunlar yaşayan ‘Hızlı Beyinler’in bu özeliklerinin çoğunu günümüzde hepimiz sergiliyoruz.  O yüzden yazı aslında herkes için.

 Sen seni bil…

Farkındalık sadece ‘Hızlı Beyin’lere değil herkese lazım. Çünkü hayat bana, farkındalık olmadan tüm denemelerin – iyi niyetli bile olsa – boşa gideceğini gösterdi. Her insan önce kendisini tanımak için arayışa düşmeli. Mutluluğunun, hayatla uyumunun, yaratıcılığının önündeki engelleri tek tek keşfetmeli. Okuduğu her kitap, izlediği her film ve karşılaştığı her insan ona kendisiyle ilgili mesajlar vermeli.

Yardım iste

Hayatımızın kontrolünü elimize almak için kararlılık ve inanç gerekli. Bu dağınık ‘Hızlı Beyin’ler için çok daha zor. Bu durumda farkındalık ve niyet gücünü kullanarak yardım isteyebilirler. Hayatlarını düzene sokmak, hedeflerini bulabilmek ve hedefleri doğrultusunda yürüyebilmek için sevdiklerinden, terapistlerden, koçlardan yardım alabilirler. Ben kolay kolay yardım isteyemem. Ama çok sevdiğim bir arkadaşımın söylediği gibi ‘arkadaşlarından yardım istemekten çekinme çünkü bunu yapmaktan mutluluk duyacaklar’. Hayatta alma ve verme dengesini kurmak önemli.

5804fc3c-6d54-e411-b51b-14feb5cc1801.jpg

Dizayn et

Kendini tanıdıktan ve ihtiyaçlarını tespit ettikten sonra gerisi akıllı dizaynlara kalıyor. ‘Hızlı Beyinler’ de pekala bunu başarabilirler.  Örneğin

1)   Unutkanlık ve dağınıklığa karşı ihtiyaç listeleri oluşturabilirler. Mesela her seferinde başvuracakları bir seyahat listesi yapabilir ve bavul hazırlarken bunu kullanabilirler.

2)   Günlük ve haftalık programlar oluşturabilir, önceliklendirmelerini ve zaman yönetimlerini bunları kullanarak yapabilirler.

3)   Telefonlarının takvim, alarm ve ‘24ME’ gibi uygulamalarından yararlanabilirler.

4)   Dikkatlerinin dağılmasını engellemek için ‘müzik dinleyerek çalışma’ gibi kendilerine uyan çözümler geliştirebilirler.

5)   Yaparken çok zorlandıkları bazı işlerde sevdiklerinden ya da profesyonellerden yardım alabilirler. (vize şirketi, muhasebeci, sekreter vb.)

Omega 3

Önceki yazımda bahsettiğim Surman ve Bilkey’in ‘Hızlı Beyin’ler kitabında yer alan diğer bazı öneriler ise şöyle:

1)   Şeker ve hazır gıda gibi hiperaktiviteyi tetikleyen gıdalardan uzak durulmalı.

2)   Düzenli uyku ‘Hızlı Beyinler’ için çok önemli.

3)   Omega 3 alınabilir, çünkü ‘Hızlı Beyin’ sorununda Omega 6-Omega 3 dengesizliğinin de etkisi olduğuna yönelik araştırmalar var.

4)   Tabi ki egzersiz yapmak da ‘Hızlı Beyin’lere iyi geliyor.

Durmak Yok

Hayat bir oyun. Güvensizliklerimizi aşarak bizi geride tutan kilitleri açmalı, büyümekten korkmamalı, yaratmalı ve aşk içinde yaşama çabamızı her durumda sürdürmeliyiz. Bana sorarsanız bunun için gerekli en önemli iki şey kendimizi tanımak ve hayatımızın kontrolünü elimizde tutmaktır. Ve olabilecek en kötü iki şey ise umudu kaybetmek ve durmaktır. DURMAYALIM.

Sevgiyle kalın,


Yazar: Ceyda Tümen

Bu konuyu yazdır

  İSTEK VE ARZULARINIZI HAYATINIZA ÇEKMEK İÇİN KULLANIM TALİMATLARI
Yazar: Archilles - 28-07-2017, Saat: 03:08 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM - Yorum Yok

Pozitif düşünce, Çekim yasası, Olumlama, Kuantum düşünce tekniği… İsteklerimizi tezahür ettirmek için kullanabileceğimiz birçok başlık var. Ben de tüm bu konularla ilgili 8 ki hepsi aynı konudur) kısa bir kullanım kılavuzu hazırlayayım dedim. Sonuç olarak ortaya şu çıktı:

1) Öncelikle küçük isteklerle başla. Böylece zihnini isteklerinin gerçekleşeceğine ikna edersin. Hiç bir şey başarının kendisinden daha başarılı bir etki bırakmaz zihninin üzerinde. Başarı ise hayatına yeni başarıları çeker. Böylece başlangıç adımın kolay netice verir ve daha da büyük isteklerinin gerçekleşeceğine inanır.

2) İsteklerini doğru formüller halinde evrene sunmalısın. Şimdiki zamanda istemek tek doğru kuraldır. “Ben sağlıklıyım”, “Ben zenginim”, Benim mükemmel bir ilişkim var”, Ben sevdiğim bir ortamda, sevdiğim işi yapıyorum” gibi cümleler olmalı. “…olacak”, “…sevecek” gibi cak/cek ‘le biten cümlelerden uzak dur. Aksi takdirde sadece isteme durumunu istemiş olursun ki, bu da sana sürekli isteme halinden başka bir şey getirmez.

Olmuş gibi davranmalısın. İstediğin her neyse, ona sahipmiş gibi yaşamalısın. İsteğinin gerçekleşeceğine dair olumlu bir ruh hali içinde olman önemli. Böyle davranırsan motivasyonun artar. Hayatına doğru olayları da beraberinde çekmiş olursun.

Olumsuz ekler içeren cümlelerden kendini arındır. Engel olmaya çalıştığın şeyleri andıkça onları da hayatına çekiverirsin. Enerjini sahip olmak istemediklerine değil, sahip olmak istediklerine yönlendir. Unutma korkular, korktuklarını hayatına çeker. “ hasta olmak istemiyorum” dediğin an hastalığı çekersin. Ağzından dökülen kelimelerin bilincinde ol. “Ben sağlıklıyım!” de.

Bir şeyi var etmemeyi değil, bir şeyi var etmeyi becerebiliyorsun. Bu yüzden sadece var etmek istediklerine odaklan, var etmek istemediklerine odaklandıkça içini korkuyla doldurursun.

Sakın ola, bir şeyi önlemek adına kurulmuş cümleler kullanma. Bunu yapamazsın. Tam tersini ise uygulayabiliyorsun. Demek ki yalnızca olumlu cümleler kuracaksın. Hiçbir cümlen yok etmeye yönelik olmayacak.

“Ben sağlıklıyım!” cümlesi kısa ve öz bir emirdir. Böyle bir emirle evrene hastalığına ilgilendiğini değil, sağlığınla ilgilendiğini gösterirsin.

3)İsteklerini yaz. Yazdıkça onları beyan etmiş olursun. Yazdığın andan itibaren isteğin maddeye dönüşmüştür. O senin sabit ve kesin isteğin haline gelmiştir. Yazınca isteğin sarsılmaz ve kesim bir forma bürünmüştür.

Yazılmış isteğin gerçekleştiğinde onu kolayca takip de edebilirsin. Gerçekten istediğini mi elde ettin? Yoksa onu tekrar formüle mi etmelisin? Bunu sadece yazdıysan görebilirsin. Yazarak tüm bunları uygulaman daha kolay olacaktır. Bunun için ister bir ajanda, ister bir defter kullanabilirsin.

Formüllerin kısa, öz, net ve kesin olsun. İsteklerini ne kadar doğru iletirsen, karşılığını o kadar doğru alırsın. Kısa ve öz formüller üretirken, isteğin üzerinde düşünmek orunda kalırsın ve bu sayede onun özüne inebilirsin. İsteğinin özüne inmek onun gerçekleşme süresini hızlandırır.

%25C3%25A7elik.jpg

4) muhakkak teşekkür etmelisin. Teşekkür ederek iyi olan her şeyi çoğaltırsın, hayatına bolluk bereket gelir. Teşekkür ederek hayatını gözden geçirirsin ve hayatındaki güzel gelişmelerin farkına varabilirsin. Bu sayede elde ettiklerine ve sahip olduklarına hak ettikleri dikkati ve değeri vermiş olursun. Dikkatini neye verirsen, enerjin peşinden gider. Hayatındaki tüm iyiliklere ve güzelliklere teşekkür ettikçe dikkatin enerjin o yöne akar. Şükredeceğin, teşekkür edeceğin şeyler artar.

Teşekkür ettikçe isteğini şimdiki zamanda tutarsın. Nasıl ki duanın sonundaki “amin” duayı doğrulayan ve kesinleştiren bir şeyse, isteklerinde de teşekkür ve şükretmek aynı etkiyi yaratır. Dua etmek ya da bir istekte bulunmak birbirinden çok farklı konular değildir. Her iki koşulda da dünya üzerinde beş duyunla tanıdığın “sen”den daha yüce bir mertebeye sesleniyorsun.

Ayrıca unutma teşekkür etmek endişeleri ve korkuları ortadan kaldırır. Kendine güvenin artar. Unutma arkadaşlarından bir istekte bulunduğunda bile, daha isterken yapacağından emin bir şekilde teşekkür ediyorsun. Teşekkür ederek siparişini teyit etmiş olursun. İsteğini mühürlersin, imzalarsın.

5) Endişe etmeyi bırak ve yüreğini güven duygusu ile doldur. Endişe her zaman kesin bir istektir. Bir istekte bulunduktan sonra endişe duyarsan, evren o isteğini istemediğini düşünecek. Yani birinci siparişin isteğin iken, ikinci siparişin isteğini iptal etmen olacaktır. Her zaman başarılısın, sadece hangi isteklerinin daha baskın olduğunun farkına var. İstediğin her hangi bir şey mi, yoksa endişen mi daha baskın bir istek?

Başarıya inanmazsan başarılı olamazsın. Başarısızlığa değil, başarıya odaklan. Başarısızlığa odaklandığında da başarılı olacaksın tabii ki. Fakat bu durumda ödülün başarısızlık olacak!

6) Sessiz olmayı öğren. Bir istekte bulunduysan bunu kendine sakla, onun enerjisini kimsenin ağzına sakız etme. Sırrını saklayabilirsen onu başkalarının olumsuzluklarından, şüphelerinden, hatta kıskançlıklarında uzak tutmuş olursun. Bırak başkaları gerçekleşene kadar isteğinden haberdar olmasın.

7) İsteğini unut! Böyle yaparsan siparişini iptal edebilecek endişelerinden de kurtulmuş olursun. Ayrıca unutursan o yüce mertebeye güvendiğini de göstermiş olursun. Geçenlerde “Var mısın? Yok musun?” programına 50 Cent konuk olmuştu. Acun ona “artık çok paran var, paraya karşı yaklaşımın nasıl?” gibilerinden bir soru sormuştu. 50 Cent ise, fakir olduğu zamanlarda en çok parayı düşündüğünü, fakat insan çok paraya sahip olunca parayı değil, hayatta neler yapmak istediğini düşündüğünü söylemişti. Bu söz sana örnek olsun. Eğer zengin olmak istiyorsan zenginmiş gibi davran, paraya sahip insan (eğer bankacı değilse) zamanını parayı düşünerek geçirmez.

8) tesadüflere gözün açık olsun. Evrenin isteklerini hangi yollarla gerçekleştireceğini bilemezsin. Hatta çoğunlukla senin aklına bile gelmeyen bir yolu kullanacaktır. Gözünü, kulağını dört aç ve uyanık ol. Böyle yaparsan seni isteğine götürecek tüm bilgilere kavuşursun. Sezgilerinin seni yönlendirdiği tarafa doğru git. Sana mantıklı gelmese bile, evren sana senin tanımadığın bir yol ile ulaşmaya çalışıyor olabilir.

9) Gerçekten ne istediğini, yani büyük isteğinin ne olduğunu bulmak için çaba sarf et. Sana, senin doğana hiç uymayan bir istekte bulunmanın hiçbir mantığı yoktur. Sadece başkaları sahip diye istekte bulunma! İsteğin sana uygun olsun. Senin GERÇEKTEN istediğin bir şey olsun. Seni daha mutlu, daha sevgi dolu kılacak bir şey olsun. Her gerçekleşmiş istek senin hayatını değiştirecektir. Bu yüzden isteklerinde dikkatli ol! Onlar seni gerçekten gitmek istediğin yolda ilerleten ve yardımcı olan istekler olsun.

10) birlikten kuvvet doğar. Kendine bir arkadaş grubu edin. Bu grupla birlikte her hafta bir gün ve saat tayin et. Bir arada olmasanız bile, isteklerinizi aynı anda evrene yollayın. Bir birinizin isteklerini merak etmeyin. Sadece birlikte istemenin gücünü hissedin. İşe yaradığını göreceksin.

Kaynak: Yurda Hal

Bu konuyu yazdır

  Kadim Metinlerde Kader ile Kısmet
Yazar: Magnetho - 28-07-2017, Saat: 01:18 - Forum: TARİH - Yorum Yok

Olayların sonucunu meydana gelmelerinden önce belirleyen “bir şeyi” anlatmak için genelde KADER ile KISMET kelimeleri kullanılır. En iyi sözlüklerde bile kader, kısmet ile; kısmet ise kader ile tanımlanır. Talih, nasip, kötü talih kelimeleri de bu anlamda kullanılır. Günümüzde bu iki terim birbiri yerine kullanılır hale gelmiş olsa da günümüzden 6000 yıl önceki metinlerde aralarında kesin bir ayrım olduğunu görmekteyiz. Peki Kader ile Kısmet nedir? Aynı anlamda kullanılması doğru mudur? Eğer değilse aralarındaki fark nedir? Bugün bu konuyu kadim metinlerden gördüğüm kadarıyla anlatmaya çalışacağım.

Sümer dilinde Kader anlamına gelen NAM, önceden belirlenmiş olayların değiştirilemez gidişatını anlatmaktaydı. Kısmet olarak tercüme ettiğimiz NAMTAR ise önceden belirlenmiş olayların değiştirilebilir gidişatı anlamına geliyordu. TAR hecesi kesmek, kırmak, değiştirmek anlamına geliyordu.

Babası bir insan, annesi bir tanrıça (anunnaki) olan Gılgamış kendisini yarı tanrı (yarı anunnaki) olarak görmektedir. Hatta annesinin tanrıça olması nedeniyle 2/3 oranındaki anneden geçen genler nedeniyle kendisinin 2/3 oranında tanrı olduğunu düşünmektedir. Ancak bunun bile onu ölümden kurtarmayacağını da bilmektedir.

Günümüzde “Gılgamış Destanı” olarak bilinen metnin amacını teşkil eden ölümsüzlük arayışına çıkmadan önce Gılgamış Güneş Tanrısı Utu/Samaş’a şu soruyu yöneltir:

“Şehrimde ölür insan; yüreğim daralır.

İnsan yok olur, yüreğim ağırlaşır…

En uzun boylu insan bile göklere erişemez.

En geniş insan bile toprağı örtemez.”

Güneş Tanrısı olan Utu/Samaş’ın cevabı şu şekilde olur:

“Tanrılar insanoğlunu yarattıklarında ölümü insanoğluna verdiler.

Yaşamı kendilerine sakladılar. Bu senin KADER’indir.

Hala yaşıyorken yaptığın şeyler, değiştirebilip etkide bulunacağın şeyler ise senin KISMET’indir.

Tadını çıkar ve kısmetinden alabileceğini almaya bak.

Karnını doyur, Gılgamış;

Gündüz ve gece eğlen, mutlu ol!

Her bir gün, bir mutluluk düğünü yap;

Gündüz ve gece, dans et ve çal!

Giysilerin parıldasın tertemiz,

Başın yıkansın, suda yıkan.

Elini tutan ufaklıkla ilgilen,

Eşin senden memnun olsun,

Budur insanoğlunun KISMET’i.”

enumaelish.jpg

Gılgamış Destanı’ndan alınacak olan ders KADER’in KISMET’e ağır bastığıydı. KISMET’in KADER’i değiştiremeyeceğiydi. Onun bir kral olması mukadderdi ama ölümden kaçması değil. Nitekim öyle de oldu. Ölümsüzlük arayışıyla çıktığı yolda birçok macera yaşamış ama sonunda mutlak sonla karşılaşmıştı.

Değişmez KADER ile değiştirilebilen KISMET arasındaki fark “Enlil’e İlahi” adlı metinde de karşımıza çıkmaktadır. Bu metne göre Enlil’i, hem KISMET’leri emreden hem de KADER’leri ilan eden kişi olarak görüyoruz:

“Enlil:

Göklerde Prenstir o. Yeryüzünde Komutandır.

Komuta alanı çok geniştir, Sözleri yüce ve uludur;

Çoban Enlil KISMET’leri emreder.

Yükseklerde verdiği emirler gökleri titretir, Aşağıda Yeryüzünü titretir.

Uzak geleceğe doğru KADER’leri ilan eder.

Emirleri değişmezdir. Ülkenin KADER’ini bilen Efendidir o.”

Sümerler KISMET’lerin Yer’de oluşturulup emredildiğine ve değiştirilebileceğine inanmaktaydılar. Enlil’in ki de dahil ülkenin KISMET’lerinin belirlenişi; Demokratik ve anayasası olan bir monarşininkine benzeyen bir süreçle belirleniyordu. Enlil’in güçleri yalnızca yukarıdan (Anu ve Nibiru’dan) değil, aynı zamanda aşağıdan da (Yargılayan Yediler – On ikiler Konseyi – Büyük Tanrılar Meclisi) kaynaklanmaktaydı. En önemli kararlar ve mukadder olan kararlar buralarda alınırken, tartışmalar bazen uzun münazaralara ve sıklıkla da ateşli ağız dalaşlarına dönüştüğü bir hal almaktaydı.

KISMET’leri belirleyenler olarak; yürütme görevi gören on iki kişiden oluşan Dünya Konseyi’ne, Yargı görevi gören yedi kişiden oluşan Yargılayan Yediler’e ve meclis görevi gören elli kişiden oluşan Büyük Tanrılar Meclisi’ne birçok metinde rastlamaktayız. Elli kişiden oluşan Büyük Tanrılar Meclisi’ne Akkadca metinlerde “İlani rabuti şa maşimu şimati - KISMET’leri belirleyen Büyük Tanrılar” denmekteydi.

KISMET’lerin belirlenişi yalnızca insanlarla ya da Dünya ile ilgili değildi. Tanrıların kendilerini ilgilendiren olaylarda bu şekilde belirleniyordu. Enlil’in almış olduğu sürgün cezası ”elli büyük tanırının toplandığı meclis” ve sonra da “KISMET’leri emreden tanrıların yedisi” tarafından verilmişti.

Enuma Eliş Destanı’nın Babilce versiyonuna göre Marduk’un Yer’de üstün olma KADER’i de bu şekilde belirlenmişti. Ama hiç şüphesiz ki en önemli, en uzun, en şiddetli ve kelimenin tam anlamıyla en kaçınılmaz karar olan Sina Yarımadası’ndaki uzay limanının yok edilmesi için nükleer silahların kullanılması kararı Tanrılar Meclisi’nde alınmıştı. “Erra Manzumesi” olarak bilinen metinde işlerin bu noktaya nasıl geldiği, her iki tarafın kahramanlarını ve meclisin görüşmelerini bir tutanak şeklinde görmekteyiz. Bu kararın hiç istenmeyen sonucu ise Sümer’in başına çöken felaket ve şehirlerindeki yaşamın MÖ 2023’te son buluşu olmuştu. Bu olay KADER ile KISMET’in nasıl iç içe geçebileceğinin en açık ve en trajik örneklerinden biriydi.

“Sümer ve Ur’un Yıkılışına Ağıt” adlı metinde Ay Tanrısı Sin’in babası Enlil’e başvurarak ölüm bulutunun(nükleer bulut) Ur’a doğru geldiğini söyleyip bunu durdurmak için bir şeyler yapmasını istediğini görmekteyiz:

“Baştan aşağıya yenilenen bu mağrur şehir, Ur şehrinin yok olmasını görmek düşünülemez bir şeydir, değil mi?” diye sorar Sin babasına sonra da “Elverişli bir KISMET ilan et.” Diye bir dilekte bulunur. Enlil ise hızla yaklaşan sonucu değiştirmek için bir yol bulamaz. Çaresizlik içindeki Sin, Tanrılar Meclisi’nin toplanmasında ısrarcı olur. Sin toplanan mecliste gözyaşları içinde Anu ve Enlil’e yalvarır: “Onlara, şehrimin yok olmasına izin vermeyin, dedim. Halkım yok olmasın.” Ama Enlil’den gelen yanıt sert ve kesin olur: “Ur’a krallık sunulmuştu. Ona sonsuz bir saltanat sunulmamıştı.”

Sonuç olarak KADER ile KISMET arasındaki ayrım sadece bir anlambilim meselesi değildi; her şeyin özüne nüfuz etmişti, dolayısıyla tanrıların ve insanların, ülkelerin ve şehirlerin başlarına gelenleri tam anlamıyla etkilemekteydi. KADER önceden belirlenmiş olayların değiştirilemez gidişatını, KISMET ise önceden belirlenmiş olayların değiştirilebilir gidişatını anlatıyordu.

Kaynak: Gök Türk

Bu konuyu yazdır

  TEKRAR DOĞUŞ HAKKINDA NE BİLİYORUZ
Yazar: Magnetho - 27-07-2017, Saat: 22:29 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Reenkarnasyon kelimesini hepiniz bilerek okuyorsunuz herhalde. Bu konuyla ilk kez karşılaşan biri olabilir mi ? Öyle mi peki o zaman bu günkü konu bazılarınız için yeni bir başlangıç olabilir. Bazılarınız yaşama maddeci yaklaşıyor olabilir. Bu yazıları yeni bir şey öğrenmek için değil de materyalist felsefenin haklılığını kanıtlamak için okuyor da olabilirsiniz. Belki de ölüm korkusu çekiyorsunuzdur. Hani öbür tarafta bir garanti varsa bari korkacak bir şey yokmuş demek için..

Bugün sizlerle paylaşacağım konuyu yargılamayan bir zihinle, açık fikirle okuyun. Yoksa algılama zor olabilir.

Bir batılı bilim adamı Zen Budist rahibine gitmiş. Demiş ki " Bana Zen Budizm'i öğretir misin ? Bir yandan da saymaya başlamış ben bilmemne ünversitesinde bilmem ne profesörüyüm. Şu kadar doktoram,şu kadar tezim var. diye. Zen Rahip " Otur ! " demiş. " Bir bardak çay ister misin ? " Ve başlamış adamın fincanına çay doldurmaya. Fincan dolduğu halde rahip devam etmiş. " Dur ! " demiş diğeri ." Be aptal adam ,fincan doldu,taştı artık. Görmüyor musun daha fazla almıyor ? Yerlere dökülüyor ! " Budist Rahip " Görüyorum " demiş." Görmeyen sensin. Zen öğretisini bilmek istiyorsan önce kendini boşalt. O ünvanları, doktoraları boşalt, şu anda bunlarla çok dolusun. Senin içinde yeni bir şey öğrenmek için yer kalmamış. "

Belki reenkarnasyonun ne olduğunu biliyorsunuzdur da recurrence' in ne olduğunu duymamış olabilirsiniz. Bugüne kadar bildiğimiz kadarıyla insan bedeninde 7 enerji merkezi ( bilinç boyutu ) olduğunu anlatmıştım. Evrendeki her boyutun arasında tek farkın titreşim sayısı olduğundan sözetmiştim. Yani düşünce ile madde arasındaki tek fark titreşim sayısı . Madde o maddeye ait düşüncenin yoğunlaşmış halinden başka bir şey değil ! Yani 7 Enerji Bedenimiz var. Şimdilik diyorum çünkü gün geçtikçe enerjilerimiz yükseliyor böylece bu bedenler de duyularımıza açık hale geliyor,gelişiyor.

İlk bedenimiz, kendimizi " Ben " sandığımız Fiziksel Beden.

Hani öyle insanlar vardır " Öldükten sonra başkasının bedeninde mi yaşayacağım ? " diye sorar. " Başka kişi mi olacağım ? " Bu tür sorular fiziksel bedenle fazla özdeşleşmekten ileri geliyor. Bedeni biz zannediyoruz. * Halbuki fiziksel beden,yedi bedenin içinde titreşim sayısı en düşük beden. En düşük frekanslı boyutumuz.

İkinci olarak Etheric ( eterik ) bedenimiz var. Bu da adı ve fiziksel beden gibi uçucu :-)) Bu etheric beden ortalama bir insanda üç santim genişliğinde, çok bilge insanlardaysa otuz metreye varabilen bir elektro-manyetik alan. Öyle geniş, berrak ve parlak hale gelebiliyor ki bu bedenimiz hristiyan kaynaklı dini tasvirlerde başın etrafında bir enerji alanı olarak ( aura- hale ) tasvir edilir. Etheric Beden, duygularımızın oluştuğu beden, üçüncü bedenimiz Astral ise düşüncelerimizin. Dördüncü Casual beden herşeyin sebep-sonuç ilişkisine dayandığı beden. Daha sonra sırasıyla Mental, Divine ve Spiritual ( spiritüel ) bedenlerimiz var.Bu bedenler bizim bilinç düzeylerimizin oluştuğu bedenler. Burada " beden " kavramını yoğun enerji kütlelerini anlatmak için kullanıyoruz. Bedeni yalnızca fiziksel boyutta algılayabilenler için zor olmasın diye. Ayrıca bu yedi beden birbiriyle içiçe geçmiş vaziyette bulunuyor.

Tanrısal Bilinç Boyutumuz

Spiritüel Beden içinde kozmik bilinç taşıyor. Ve fiziksel bedenimiz de Kozmik bilincin sadece madde boyutundaki yansıması !Bu beden Saf Düşünce bedenimiz . (Titreşimi o kadar yüksek ki artık titreşmiyor ). Orası Tanrı noktası dediğimiz boyut. Bu boyut son boyutumuz değil. Çünkü sonsuz bilinç düzeyleri mevcut. Ama şu anda ,gittikçe çalkantılı olmaya başlayan bu son günlerde erişmek zorunda olduğumuz, değişmekte olan dünyanın içinde darbe almamak, kaosun ötesine geçebilmek için gelmemiz gereken son boyutumuz.

Yaratan - YaratılanBu boyuta " Yaratan boyutu " da deniyor. Fiziksel boyutumuza da " yaratılan " .Oysa ne yaratan var ne yaratılan. Yaratanla yaratılan her ikisi de ayni !Sonuçta fiziksel boyutumuz, kozmik düşünce boyutumuzun madde düzeyine yansımasından başka bir şey değil ! Bir başka deyişle enalt bilinç boyutundaki fiziksel bedenimiz, en yüksek spiritüel bedenimizin madde dünyasında ifade bulmuş hali !

Ama madde boyutunda düalite olduğundan, bizim zihnimiz de "ayrımcı " bir zihin yapısına sahip oluyor ve biz bu yüzden spiritüel bedenimizin ulaştığı noktaya " Yaratan ", fiziksel boyutumuza da " yaratılan " diyoruz. Daha basit bir ifadeyle anlatacak olursak Tanrı 'nın bizden ayrı ve erişilemez bir boyutta olduğunu sanıyoruz. Bu bize madde düşük frekanslı madde boyutunun yaşattığı bir oyun. Bir yanılsama !

maxresdefault.jpg

YENİDEN YAŞAM, ÖLÜM VE DOĞUM

Kimi diyor ki " Hayat doğumla başlar ölümle biter. Ondan sonra ne olursa olsun. O zaten ben olmayacağım ki ! Umurumda değil. Zaten ölümden sonra başka bir hayat da yok Tek gerçek brası ! Gerisi fasa fiso ! " Kimi de diyor ki " Öldükten sonra ya cennete ya da cehenneme gideceğim. "

Her ne hikmetse insa ister 9 gün yaşasın ister 90 yıl, ister bolluk içinde olsun ister yoksulluk tüm yaşam deneyimi sonuçta ona verilen bu kadar süre içinde mükafatlandırılıyor ya dacezalandırılıyor. Bu tür bir değerlendirme ne kadar doğru olabilir ? İster dinsel olsun ister materyalist doktrinlerle insanın bu düşüncesi sonuçta ona hazır verilmiş bilgiler. İnsan kendisi derinlemesine düşünüp, algılayarak hele yaşayarak ve deneyimleyerek öğrenmemiş ki bu bilgiyi.Başkalarının söylediğini doğru kabul etmiş.

Halbuki bilmek,gerçekten bilmek, düşünceyi içimizde hissetmekle başlıyor,sonra da deneyimleyerek. O zaman bildiğimizi biliriz.Körükörüne kabullenerek değil.

Reenkarnasyon . " Yeniden Beden bulmak demek " Peki bedenlenen şey ne ? " Ben başka birinin bedeninde dünyaya geliyorum. Onun adı Ali oluyor. Bana ne ? O ben değilim ki ! " Bu düşünce demin de söylediğim gibi bedenimizi asıl olan bir şey olarak görmekten kaynaklanıyor.Ruhumuzu da geçici sanıyoruz. Çoğu kişi ruhun ne olduğuyla ilgilenmiyor bile. Belki var, belki yok ,kimbilir ? "

İşin doğrusu bunun tam tersi ! Aslolan beden değil ruhtur. Geçici olansa bedenlerimiz. Madde aleminde ruhun deneyim kazanabilmesi için, olgunlaşabilmesi için yine maddeden yapılmış bir vasıta bir araç kullanması lazım ki bu da bedenimiz. Ruh madde aleminde bedenlenirken Fiziksel Bedeni kullanıyor. Diğer boyutlarda bedenlenirken de o boyutun birimlerini. Ruh kendini olgunlaştırıp ifade edebilmesi için içinde bulunduğu alemlerin frekansına uygun taşıtları seçiyor. Ve biz tekamül ettikçe fiziksel bedenimizden çıkıp frekansımızı yükseltiyor, sonsuz ruha varıyoruz. Bu varabileceğimiz en yüksek ruh halidir.

Recurrence : Yeniden Tekrar etmek " demek. Yani kendini tekrarlamak !

İlk üç bilinç boyutunda ( alt benlik ) yaşamlarını ifade eden kişiler kendilerini tekrarlıyorlar. Sürekli recurrence yaşıyorlar. Ayni filmi tekrar oynuyorlar. Dördüncü boyut olan Casual ( sebeb-sonuç ilişkisi ) boyut bir geçiş düzlemi. Bu gün dünyamızın içinde bulunduğu bu boyut bizi üst benlik enerjilerine taşımak için bir köprü vazifesi görüyor. Burada karmalar temizleniyor, düalite bitiyor. BİR ve BÜTÜN olma bilincine geçiş başlıyor. Bu birdenbire olmuyor. Çetin sınavlarla gerçekleşiyor. Bu yüzden de tam bir kaos döneminde yaşıyoruz ve gittikçe daha çok yaşayacağız.

Ancak bu köprüden geçtikten ve bu dönüşümü gerçekleştirdikten sonra kendini tekrarlama bitiyor. Yeniden bedenlenme başlıyor. Beşinci ve Altıncı Bilinç Boyut'larında sadece reenkarnasyon yaşanıyor. Yedinci SpiritüeL Bilinç Boyut'undaysa artık varlık ölümsüz ruhunun karşılığı olarak bedenini de ölümsüzleştiriyor. O zaman yeniden bedenlenme çarkından kurtulup bedeni ışığa çevirip istediğimiz yere taşıyabilme yeteneğine sahip oluyoruz.

BU YETENEK POTANSİYEL OLARAK HEPİMİZİN İÇİNDE VAR. Ruhumuzun ölümsüz oluşu gibi bedenimiz de ebedi şekilde yapılmış. Bugün biliminsanları bu durumu keşfetmeye başladılar. Bilim kendini sorguluyor. Doğru bildikleri yanlışları düzeltmeye çalışıyorlar. Bakıyorlar ki hücreler kendilerini sonsuz sayıda yenileme olanağına sahip.

Ancak negatif düşüncelerimiz,duygularımız ve ego/düalite dünyasının davranışlarıyla kendimizi ifade ettiğimiz için görüyorlar ki bugünkü dünya insanının kullandığı beyin bölümlerinde ASİT miktarı çok fazla ! Bildiğiniz gibi asit bir yerde zehirdir. Ve enzimlerin içindeki asit fazlalılığıdır ki insanları öldüren!

Kişi önce mutsuz oluyor, mutsuzluk sırayla ruhsal rahatszlıklara sonra da fiziksel rahatsızlıklara dönüştükçe ortaya çıkan tablo sonunda onu ölüme mahkum ediyor.

Bir zamanlar ölümsüz Tanrısal boyutumuzla (dinlerin sembolik olarak bizi cennetten kovdurduğu ) saf ışık olarak yaşadığımız dönemlerde, madde aemini ilk kez deneyimlediğimiz sıralarda bedenimiz de bilinç frekansımıza uygun olarak tüm ışık beden olma özelliğini koruyordu. Mükemmeldi.

Ruh sadece hazzı biliyordu.Bugün neyi biliyoruz ? Neredeyse sadece acıyı !

Ruh sadece yaşamayı biliyordu.Bugün neyi biliyoruz ? Neredeyse sadece ölümü !

Ruh sadece sevgiyi biliyordu.Bugün neyi biliyoruz ? Neredeyse sadece öfkeyi,korkuyu,kıskançlık ve intikam duygusunu.

Ruh sadece barışı biliyordu.Bugün neredeyse sadece savaşı biliyoruz.

Ruh sadece paylaşmayı, bir olmayı biliyordu.Bu gün sadece ayrımcılığı,para ve iktidar hırsını biliyoruz.

Rekabeti biliyoruz.Kendi kendimizi ruhun özünden ayırdıkça, recurrence ve reencarnasyon çemberine,çarkına mahkum ediyoruz.

Aslında evren yasalarında Reenkarnasyon veya Recurrence diye bir şey olmayabilir.

Madde aleminde biz gerekli dönüşümlerde yapmamız gereken aşamaları gerçekleştiremediğimiz için bu hapishaneyi kendi kendimize yaratıp içine düştük. Ve şimdi öyle bir dönemeçteyiz ki, kendi kendimizi soktuğumuz bu hapishaneden çıkma günü geldi. Bu da ancak kişinin kendi olmasıyla, kendinin olduğu gibi farkında olmasıyla mümkün !

Mine Kavalalı

Bu konuyu yazdır

  NEDEN KADIN PEYGAMBER YOK
Yazar: Magnetho - 27-07-2017, Saat: 22:06 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

Semavi dinlerde en çok sorulan sorulardan biri budur. Allah neden kadın peygamber görevlendirmemiştir?

Bu soruya şimdiye kadar herkez kaçamak ve işine geldiği gibi cevap vermiştir. Aslında bu sorunun bir değile birden fazla cevabı var. Bu cevapların hiç biri Kadın'ın hayızlı olmasını gerekçe gösteren geleneksel bir cevap değildir. 

Evet, Allah neden Peygamberliği erkeklere verdi? Sorumuz bu. Bu cevapları birlikte irdeleyelim.

1-İnsanlık tarihi boyunca erkekler kadınlara göre fiziksel gücü ellerinde bulundurdukları için zulmü yapan, talanı yapan, eşkiyalığı yapan ve düzelmesi gereken canlı varlıklar içinde ilk sırada gelmiştir. Eşkiya dedimmi akla kadın gelmiyor ve genelde erkek geliyor. Annelerden eşkıya olmaz, olamaz. Yönetenler genelde erkek zalimlerdi.

2-Yine tarih boyunca ticareti, ekonomiyi elinde bulunduran, çarşı da pazarda mal satan ve teraziyi düzgün tutmayanlar yalancı erkeklerdi. Üç kağıtçı tüccar erkekler değilmiydi hep?

Yamuk tüccarlar erkeklerden çıkıyordu. Üç kağıtçı tüccar bir kadın düşünmeyiz genelde. Hele de bir anneyi üç kağıtçı düşünemiyoruz.

3-Tarih boyunca geleneksel inançları pazarlayan sahte din bezirganı dedimmi aklımıza hiç kadınlar anneler gelmez.

4-Tarih boyunca eline kılıçları alıp sağı solu yağmalayan, tecavüz eden, haddi aşan, kana susamışlıkları en çok kim yaptı. Barbar dedimmi aklımıza tarihteki Kimmerya'lı konan'ın savaştığı adamlar, (Avrupa'da savaşçı erkek Türk askerleri gelir akla), talancı erkekler gelmiyor mu?

İşte tam bu noktada sorum ve cevabı yanyana. Tarih boyunca bunca saçmalıkları, kan dökmeleri, acımasızlıkları, sahtekarlıkları, miktoplukları kadınlar anneler değil erkekler yapmıştır.

kadinpeygamber.png

İŞTE DÜZELMESİ GEREKENLER ERKEKLERDİR ÖNCELİKLİ OLARAK. Doğal olarakta tüm Peygamberler herkez için geldiği halde Kuran'da uyarıları veren ayetler de önce erkeklerin adının zikredilmesi, düzelmesi gereken miropluklardan temizlenmesi gerekenin ERKEK nesli olduğunu anlayabiliyoruz. Dolayısıyla en hastalıklı olan toplumlara nasıl ki öncelikli olarak Peygamber geliyorsa elbette en hastalıklı zihniyete sahip biz erkeklerinde düzelmesi için Düzgün bir model erkek Peygamberin gelmesi doğaldır.

Zira tüm ANNELER aşdıkları sorumluluklar, merhamet ve iyiliğin hatta güvenin yeryüzündeki simgesi olarak bırakın Peygamberliklerini İMANIN ( Güven ve Umud'un) yeryüzü timsalleridirler. Annlerden peygamber gelmesine gerek yoktur. Her anne zaten peygamber gibi bir yaaratılıştadır. Bunun en büyük kanıtı Anne kelimesinin (UMMU), EM kelimesinin temelini oluşturarak, Emniyet, Emanet, İman, İmam, Ümmet, Umman (okyanus), Emin, Amin gibi İslaın tam da ortasında bulunan tüm Engin İmansal Temiz duru kelimelerin temelini teşkil etmesidir. Böyle bir varlığa Peygamberlik gelse ne olur gelmese ne olur o zaten örnek. SIKINTI BİZ ERKEKLERDE. Barbar olan biziz, asan kesen biziz, yıkan ve kural tanımayan biziz. Ayı denince akla tüm barbar erkekler ve erkekliği güç gösterisi olarak sunan vahşi yaratıklar görgüsüzler geliyorsa düzelmesi gereken önce biz olduğumuz için Peygamber erkeklerden geliyor. 

Hz. Muhammed (SAS), adını medeniyete veren MEDİNE şehrine önecelikli olarak biz erkeklerin medenileşmesi için AYILAŞMAMAMIZ için gelmiştir.

Kadından yönetici olmaz diyen geri kafalılara sesleniyorum. Kadından çok iyi bir yönetici olur. Malesef erkeklerin çoğunun yönetici olduğu ve yönetimi iki yüzlülük, çıkar, gücü ele geçirme ve tutma olarak gören erklerin sahte ve yaancı dünyasına ayak uyduramadıkları için sizler ona iyi yönetici olamaz yaftasını yapıştırmışsınız. Haşa Peygamber asla böyle bişey söylemiş olmaz, zaten Kuran'ın bu yüzden 4. suresi (önem sırasına göre) NİSA (Kadınlar) Suresidir.

Bu yazım sorunun cevabı olarak sizleri tatmin edermi etmez mi bilmiyorum ama beni tatmin ediyor.

Müslüman olmak demek topluma anne olmak demektir.Var mı böyleleri? Ben çok az gördüm. 

Kaynak: Ayhan Özcimbit

Bu konuyu yazdır

  Dr. Collins: DNA'da ALLAH'ı Gördüm
Yazar: Magnetho - 27-07-2017, Saat: 17:25 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

"Tanrının var olduğuna dair rasyonel bir temel var ve bilimsel gelişmeler insanı Tanrı'ya daha da yaklaştırıyor.

Laboratuvarda çalışırken Tanrı'yı hissettim. Kesinlikle bizden daha büyük bir güç var ve ben ona inanıyorum. DNA'nın şifresini çözmek beni Tanrı'ya biraz daha yakınlaştırdı. Hastalıktan kırılan insanları gördüm. Bilim onlardan umudunu kesmişti. Ama mücizevi olarak hayata döndüklerini gördüm. Bu da Tanrı'nın işidir."

Yukarıdaki sözler, DNA şifresini, çalışma arkadaşı Craig Venter'le birlikte çözen bilim adamı Dr. Collins'e aittir. Önceden ateist olan ama artık Tanrı'ya inanan Dr. Francis Collins, bilimle Allah'ın varlığı arasındaki ilişkiyi anlatan bir kitap yazdı. Eylül'de piyasaya çıkacak olan "Tanrı'nın Dili" adlı kitabıyla ilgili İngiliz The Times gazetesine verdiği söyleşide;

Artık mucizelere ve meleklere inandığını, insan genini çözmenin de kendisine Tanrı'nın eserini görme fırsatı verdiğini söyleyen 56 yaşındaki Amerikalı bilim adamı Collins "Önemli bir buluş yaptığınızda o bilimsel coşku anını yaşarsınız, çünkü onu araştırmış ve keşfetmişsinizdir. Keşfettiğim şey öyle bir şeydi ki, bu bilgiye daha önce hiçbir insan sahip olamamıştı. Fakat Tanrı onu her zaman biliyordu." dedi.

tanriyainanmak46.JPG

Dr Collins sıradan bir bilim adamı değildi. Venter'le birlikte, insan vücudunun genetik kodları olan DNA'nın şifresini çözerek bilim tarihine geçmişlerdi. Bilim tarihi açısından bir devrim olan DNA'nın dizilimi ve kodlarının çözülmesi buluşu dönemin ABD Başkanı Bill Clinton ve İngiltere Başbakanı Tony Blair tarafından eş zamanlı olarak dünyaya duyurulmuştu.

Bu kadar önemli bir bilim adamının söyledikleri, ateistlerin iddialarını kökten çürütmüyor mu? Ateistlere göre bilim ilerledikçe alemin sırları çözülecek ve gerçekte Allah'ın olmadığı ispatlanacaktı. Şimdi daha da iyi anlıyoruz ki sırlar çözüldükçe Allah'a daha da yakınlaşıyoruz. Demek ki bilimle Allah inancı hiç de birbirleriyle çatışmıyormuş, biri öbürünü inkar etmiyormuş.

Ünlü beyin cerrahımız Prof. Cengiz Kuday'ı bir tv söyleşisinde izlemiştim. Beynin inanılması güç özelliklerini anlattıktan sonra "Allahın yarattığı böyle mücizevi bir esere dokunduğum için çok heyecanlanıyorum. Bu nedenle böyle bir mesleği seçtiğim için çok mutluyum" mealinde sözler söylemişti. Buradan Dr Collins'in hiç de yalnız ve haksız olmadığını anlıyoruz. Aynı hisleri yaşayan daha nice bilim adamlarının olduğu açıktır. Onlar Allah'a bizlerden çok daha yakınlar.

Tarihsel gelişimine bakacak olursak, ilk ayeti oku olan İslam dini bilimi teşvik etmiş, "İlim Çin'de de olsa gidin alın" demişti. Bunun doğal sonucu olarak İslam dini kısa sürede büyük bir medeniyetin doğuşuna sebep olmuştu. Avrupa Ortaçağ karanlığını yaşarken İslam dünyası aydınlığını yaşamıştı. Avrupa'nın aydınlanmasına da ilham kaynağı olan İslam dünyası zamanla İslam'ın özünden ayrılmakla yeniden karanlığa gömülmüş oldu.

Ronesansını gerçekleştiren ve reformlarını yapan Avrupa, yeni buluşlarla bilimde hızlı adımlarla ilerlerken içten içe bir tartışma yaşamaya başlamıştı. Acaba madde her şey miydi? Maddenin yanında Allah'a yer yok muydu? Bu tartışmalar 19. yüzyılda Darwin teorisiyle beraber zirveye çıkmıştı.

Darwin teorisi inanç konusunda bir simge haline gelmişti. Allah'ı inkar edenler bu teoriye inanıyorlar, bu teoriyi bilimle özdeşleştiriyorlar, inanmayanları da bilime karşı olmakla suçluyorlardı. Allah'a inananlar ise bu teoriyi kökten inkar ediyorlardı. Bu tartışmalar halen devam etmektedir.

Oysa ne Darwin teorisi Allah'ın varlığını çürütebilir, ne de Allah'a inanmak bilime karşı olabilir. Darwin teorisi adı üstünde teori. Ortaya konulan tezlerin tümüyle doğru olması düşünülemez ama doğada bir tekamülün olduğunu da kimse inkar edemez. Herşey bir gelişim halindedir. Bu gelişimi izlemek bile mücizenin ta kendisidir. Bu gelişime ivme kazandıran, değişen şartlara ve durumlara göre değişimi ve uyumu sağlayan esrarengiz güç nedir acaba?

Özellikle belgesel izleyenler eminim ki farkındadırlar, her şey bir mücize; görmek isteyenler için.

Bir başka tartışma da dinlerle ilgilidir. Allah'a ulaşmayı sağlayan dinler gerçekte Karl Marx'ın söylediği gibi; iktidarda olanların iktidarlarını sürdürebilmek, halklarını uyutabilmek için kullandıkları, hatta uydurdukları bir afyon mudur? Çoğunlukla dinin bir afyon gibi kullanıldığı gerçek ise de din özü itibariyle bir afyon değildir. Tam tersine insanların nereden gelip nereye gittiklerine dikkat çeken bir uyanıklığa davettir.

Din adına yapılan dinsizliklerin suçlusu herhalde din olamaz.

Sonuç olarak diyebiliriz ki, bilimin ilerlemesiyle inançların zayıflayacağı iddiası geçerliliğini tümüyle yitirmiştir. 19. yüzyıldan itibaren geometrik hızla gelişen ve bilgisayarın bulunmasıyla da zirveye çıkan bilim Allah'ın varlığını çürütecek yerde ispatlama yolunda ilerlemektedir. Aksi olsaydı iletişim çağını yaşadığımız 21. yüzyılda dinler çok daha etkin ve güncel bir konuma gelmezdi.

Aslında Allah, havada olsun, karada olsun, denizde olsun varlığını her yerde gösteriyor ama kendilerini çok akıllı sananlar, dev aynasında görenler yeter ki bu kibirlerinden vazgeçsinler ve hiçbir şey olduklarını bir anlasınlar. Nasıl ki gözlerimiz belli aralıklardakı ışığı algılayabiliyorsa, kulaklarımız yine belli aralıklardaki sesleri duyabiliyorsa aklımız da belli aralıklardaki kavramları algılayabiliyor. Akvaryumdaki balığın akvaryum dışındaki dünyayı bilememesi, algılayamaması gibi biz de yaşadığımız hayatın dışında başka boyutların da olabileceğini algılayamıyoruz, düşünemiyoruz. Sadece algılayabildiklerimizin tek gerçek olduğunu sanıyoruz.

Dr. Collins'in "Tanrı'nın Dili" kitabının yayımlanmasını sabırsızlıkla bekliyorum. Eminim ki, çok ilginç gerçekleri bilim adamı kimliğiyle açıklayacaktır.

Kaynak: Milliyet İnternet gazetesi

Bu konuyu yazdır