Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 750 kullanıcı aktif
» 1 Kayıtlı
» 749 Ziyaretçi
ceylaninreallife

Son Aktiviteler
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 339
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 310
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,018
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,145
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,083
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,007
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,154
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,525
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,287
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,175

 
  HAKİKİ (GERÇEK) İNSAN VE REENKARNASYON
Yazar: baharumur - 05-07-2017, Saat: 11:39 - Forum: Reenkarnasyon - Yorum Yok

Merhaba,
Dünya Bilinç Üretim Rahmi'dir. İnsanoğlu dünyaya bilinç üretmek için gelir. Bilinç yaratımın ham maddesidir. Her düşünce yaratıma geçmez; bilirsiniz bazen düşünürüz ve korktuğumuz başımıza gelir...bazen ne kadar istesek de olmaz. 
İnsan beşer olarak dünyaya gelir...olgunlaşır ve insan olur. Amaç hakikiyet düzeyine varmaktır. Hakikiyet Rahman'dır. Rahman'da birlik bilinci ile yaratılır. 
Rahman olan birlik olabilendir. Tüm insanlığı tek bir ışık halinde düşünelim...ayrılık bitmiştir artık. Hatta bu düzeyde geçmiş nesillerimiz de bizde yaşarlar. Onlara ölü diyemeyiz. O zaman artık insan her zerrede olan, her yaşamda yaşayan olur. O insan Kuran olan insandır. Yani dünyadan sanal boyuttan yaptığı kayıtlarına Rahman'da varmıştır. Bilinç olarak ürettiği düşüncelerini kati kayıtlarla cevheri düzeyde yaşamsallaştırabilmiştir. O insan sayfa sayfa okunur. Her sayfa bir zaman sayfasıdır ve o her sayfaya kendini ekebilmiştir. 

past-life-signs.jpg

Tüm zamanlara tohum olarak kendini ekebilmiştir....o zaman yeniden ve yeniden dünyaya gelmez. O her anda yaşar ve yaşatır.....onun reenkarnasyona ihtiyacı yoktur artık. İnsanın beşerlikten gerçek insan varma süreci de budur. Kıyamet artık insanın yaratıcı olduğunu anladığı dönemdir....insan kelama varmalı ve OL diyebilmelidir. Aslında der de bilmeden der....veya der ama karşısındakini yıkıp da der. Artık insan ne olduğunu bilmelidir. Reenkarnasyon olgusu dünya dışı kaynaklar tarafından beşere bilinç üretimi çeşitlendirmesi, renklendirmesi için verilen bir yemdi ama gerçek değildir.  
Ölmüşler ses olarak, bilinç olarak bizdeler....ben Mevlana'ya ulaşır onu seslendirebilirim. Ama ben benim....oyum da aynı zamanda zira ayrılık yok ki! İsmin ne önemi var. Birlik var, birlik.....tüm insanların birliği. Saygılarımla,

Bu konuyu yazdır

  Eski Türk Tarihinin Gizemli ve Mühim Hazineleri
Yazar: Spiritüeller - 05-07-2017, Saat: 01:47 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

Diğer milletlerle karşılaştırıldığında, bugün eski Türk tarihine ait çok az kanıt günümüze ulaşmıştır. Bunun sebepleri arasında, atalarımızın konargöçer bir biçimde, ağır doğa koşulları ve düşmanlarla mücadele etmesinden, tarih yazmaya ve sanatta gelişmeye imkan bulamaması gösterilir. Gerçekten de eski Türk tarihini incelediğimizde, atalarımızın geleceğe bir sanat eseri ve miras bırakmaktan çok, hayatta kalma mücadelesi verdiklerini görürüz. Saymalıtaş kaya resimleri de eski tarihimizden günümüze ulaşan bu nadir ve kıymetli arkeolojik kalıntılardan birisidir.

Kalıntıların Bulunduğu Coğrafya
Bu kaya resimleri, Kırgızistan yakınlarında Tanrı Dağları'nın bir kolu olan Aladağ'da ortalama 3500 rakımda bulunan Saymalıtaş adlı bölgededir. Burada 10 bin kaya üzerine yaklaşık 100 bin resim çizildiği tespit edilmiştir. Bu resimlerin ne zaman ve nasıl çizildiği ise meçhuldür. Kayaların bulunduğu alan çok soğuk olduğu için, bu resimler çizildiği ilk günkü gibi kalmıştır. Üzerlerinde tarihlendirme yapılamamakta, fakat M.Ö. 5000 ile M.S. 1000 arasında çizilmiş olacakları ileri sürülmektedir.
İlk Araştırmalar

2005 yılında bu kaya resimleri görüp, bölgede fotoğraflayan Servet Somuncuoğlu, burayla alakalı bir belgesel yapma fikrini TRT'ye önerdi. Teklifi kabul edildi, fakat bu zorlu coğrafyada bir belgesel çekmek, hiç de kolay olmayacaktı. 2006 yılında başlayan çekimler, 93 gün sürdü. Servet Somuncuoğlu sonrasında iklim koşullarının zorluklarını anlatırken ''temmuz ayında kar yağıyordu'' diyor. Projenin danışmanı ise, İslam Öncesi Türk Tarihi alanındaki uzmanlarımızdan Prof. Dr. Ahmet Taşağıl oldu. Çekilen fotoğraflar ise iki dev kitapta yayınlandı. Server Somuncuoğlu malesef 2013 yılında aramızdan ayrıldı.

mmmmm.jpg

Taşlar Gerçekten Eski Türklere mi Ait?
Kaya resimlerinin bulunduğu coğrafyada Eski Türklerin yaşadığı bilinen bir gerçektir. Fakat bu resimlerin sadece bir boya ait değil, Gök Tanrı dinine inanan birçok boyun bir araya gelerek. yılın belirli günlerinde burada toplanarak yaptıkları tahmin edilmektedir. Zira 100 bin resim sadece bir boy tarafından çizilemezdi. Bunlar kolektif bir çalışmanın, uzun yıllar sonunda ortaya çıkarttığı eserler olmalıdır.

Kaya Resimlerindeki Figürler
Çizilen resimler arasında birçok, hayal gücü mahsulü figür mevcuttur. Kafası güneş şeklinde olan insanlar, şamanları göğe çeken at arabaları ve uzay aracına benzer şekiller, bunlara örnek gösterilebilir. Bu garip şekiller, aynı zamanda taşlarla alakalı gizemleri de arttırmaktadır.

Soyut Çizimler
Çizimler genel olarak soyut ve somut figürler olarak iki gruba ayrılabilir. Bunlardan soyut olan şekillerin, somut şekillere oranla daha yeni çizildiği tahmin olunmaktadır. Buradaki soyut çizimler, insanların düşüncelerinin ve hayal güçlerinin taşlar üzerine bir yansıması olarak tarif edilebilir.

Hayvanlara Saygı
Kayaların üzerinde hayvan figürlerine de sıklıkla rastlanır. Yılan, geyik, dağ keçisi, at gibi hayvanlar bu kayalara nakşedilmiştir. Dağ keçisi ve geyik, etlerinden ve derilerinden yararlanılan temel iki hayvandı. Hatta bu hayvanların boynuzları ve kemikleri de birçok alet yapımında kullanılmaktaydı. Özetle avlanan bu iki hayvan o dönem insanları için muazzam bir nimetti. Bu sebeple insanların saygı göstermek amacıyla geyik ve dağ keçisini kayalara çizdikleri sanılmaktadır. Fakat burada hayvanlara dini bir tapınma söz konusu değildir, sadece saygı ve minnet ifadesidir.

Kayaların Türk Tarihindeki Önemi
Bu çizimler tarihin, özellikle de Asya tarihinin en önemli arkeolojik kaynakları arasındadır. Dünyanın birçok bölgesinde taşların üzerine çizilmiş resimler mevcuttur. Fakat hiçbir yerde bu kadar fazla sayıda (100 bin kadar) çizim bir arada bulunmamıştır. Bundan başka bu çizimler, eski Türk tarihini de aydınlatacak yegane kalıntılardan birisidir.

Bu konuyu yazdır

  Uyumadan Önce Söylemeniz Gereken 5 Güçlü Olumlama
Yazar: Spiritüeller - 05-07-2017, Saat: 00:56 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM - Yorum Yok

Olumlamalar; bilinçaltına giden en kolay yollardır. Bir olumlama cümlesini sürekli uyguladığımızda işe yarar. Bunu şöyle düşünebilirsiniz sağlıklı dişler için her gün dişlerinizi fırçalamalısınız. Sağlıklı ve mutlu bir zihin içinde her gün olumlama yapmalısınız.

Bilinçaltımız her türlü düşünceyi kayıt eden büyük bir yapıdır. Pozitif düşünceler bilinçaltımızı etkiler. Bilinçaltımız ise duygularımızı ve yaşamımızı etkiler. Olumlu olarak düşünmek için belli olumlama cümlelerini kullanabilirsiniz. Bu 5 olumlama cümlesini her akşam uygulamanızı tavsiye ederiz.

california-1751455_640.jpg

Olumlama Cümleleri
Bugün her şeyi en iyi şekilde yaptım.
Gün boyu yaşadığınız tüm negatifi pozitife çekecektir.

Bugün dinlenmeyi ve huzurla uyumayı hak ediyorum.
Yaşadığınız stresten uzaklaşmanızı sağlayacaktır.

Bütün işleri sevgiyle ve güzellikle yoluna koydum.
Enerjinizi ve zihninizi sevgiye odaklamak için bir cümle.

Bugün harika şekilde bitti şimdi uykunun güzelliğine kendimi bırakıyorum.
Kabullenme ve affetme için bilinçaltına gönderilen güzel bir cümle.

Yarın huzurlu mutlu ve enerjik olarak uyanacağım.

Güzel bir gün için temennide bulunmak olumlu hissetmemize ve pozitifi çekmemize yardımcı olur.

Bu konuyu yazdır

  Papa: “Cehennem yok; Âdem ve Havva gerçek değil”
Yazar: Emka - 04-07-2017, Saat: 23:57 - Forum: GÜNCEL HABERLER - Yorum Yok

Kilise tarafından benimsenen fakat Tanrı’nın affedici niteliğine ters düşen bazı inanışlar son zamanlarda Time Dergisi tarafından Yılın Adamı seçilen Papa tarafından sorgulanıyor

Papa Francis son vaazında şunları söyledi:

‘’Tevazu, vicdan ve dini bütünlük sayesinde belirli dogmatik fikirlere ilişkin yeni anlayışlar kazandık. Kilise artık insanların acı çektiği gerçek bir cehenneme inanmıyor. Bu doktrin tanrının affediciliğiyle uyuşmuyor.

Tanrı yargıç değildir; o insanların dostu ve affedicisidir. Tanrı sizi dışlamaz; ancak ve ancak affeder. Âdem ve Havva masalında olduğu gibi, biz cehennemi gerçek bir araç gibi görüyoruz. Cehennem sadece yalnız kalmış bir ruhun yansımasıdır; bu ruh da diğer tüm ruhlar gibi sonunda Tanrı’nın affediciliğine sığınacaktır.’’

Dünya’da yankı uyandıran şok edici konuşmasında Papa Francis şunları kaydetti:

‘’Bütün dinler saftır çünkü dinler, inanan insanların kalbinde saflaşır. Başka bir doğru aramayın. Geçmişte Kilise ahlaksız ya da günahkâr olanlara karşı çok sert davrandı. Artık yargılamıyoruz.

Affedici bir baba gibi, çocuklarımızı asla dışlamıyoruz. Kilisemiz heteroseksüeller ve homoseksüeller için ya da kürtaj karşıtları ve kürtaj yanlıları için yeterince büyük. Muhafazakâr ya da liberallere hatta komünistlere bile kapımız açık ve herkes bize katılmaya devam ediyor. Hepimiz aynı Tanrı’ya inanıyoruz ve ona dua ediyoruz.’’

papa_cehennem_yok_h83044.jpg


Katolik Başpapazları, Piskoposlar ve İlâhiyatçılar kilisenin geleceğini tartışarak ve süregelen Katolik doktrinler ile dogmaları yeniden tanımlayarak son altı ayı Vatikan’da geçirdiler. Üçüncü Vatikan Konseyi 1962’deki İkinci Vatikan Konseyi sona erdiğinden beri yapılan en kapsamlı ve en önemli konseydir.

Papa Francis bu konseyi ‘’İkinci Vatikan Konseyi’nin bıraktığı işleri bitirmek’’ amacıyla topladı.

Üçüncü Vatikan Konseyi Papa Francis’in şu sözleriyle sona erdi:

‘’Katoliklik zamanla evrimsel değişikliklere uğramış, günümüzdeki modern ve makul bir dindir. Zaman, bütün hoşgörüsüzlükleri ortadan kaldırma zamanıdır. Kabul etmeliyiz ki dinin doğruları zamanla gelişir ve değişir.

‘’Doğru’’ kesin ve değiştirilemez değildir. Ateistler bile Tanrı’yı kabulleniyor. Sevgi ve iyilik sayesinde Ateistler de tanrıyı tanıyor ve insanlığın kurtarılmasında aktif rol oynayarak kendi ruhlarını arındırıyorlar.’’

Papa’nın konuşmasındaki bir ifadesi gelenekçilerin kafalarını karıştırdı ve onları kızdırdı. ‘’Tanrı da bizim gibi gelişiyor ve değişiyor çünkü o içimizde ve kalplerimizde yaşıyor. Dünyaya sevgi ve hoşgörü yaydığımız zaman aslında kendi ruhumuza sesleniyoruz ve onunla tanışıyoruz.

İncil çok güzel bir kutsal kitap fakat diğer tüm büyük ve eski yapıtlar gibi onun da eskiyen bölümleri var. Hatta bazı bölümler hoşgörüsüzlüğe ve yargılamaya çağırıyor. Sevgi ve doğruluk mesajının aksine, bu mısraları sonradan eklemeler olarak görmenin vakti geldi. Aksi takdirde bu fikirlerin kutsal kitaptan çıktığı sanılacaktır.

Yeni anlayışımızın bir gereği olarak kadınları Başpapaz, Piskopos ve İlâhiyatçı olarak atayacağız. Ümit ederim ki gelecekte kadın bir Papamız olacak. Erkeklere açık olan kapıların kadınlara da açık olmasına izin verelim.

Katolik Kilisesindeki birkaç Başpapaz, Papa’nın son açıklamalarına karşı çıkıyor.

Bu konuyu yazdır

  Dünyanın en saf ve en güçlü antibiyotiği: Gümüş!
Yazar: Spiritüeller - 04-07-2017, Saat: 20:13 - Forum: SAĞLIK - Yorum Yok

Eğer mikroplarla savaşan etkili ve geniş spektrumlu, enfeksiyonun süresini kısaltan bir madde bulsaydınız bunun tüm zamanların en önemli buluşu olduğunu düşünmez miydiniz?
Böyle bir madde gerçekten mevcut. Bu en saf elementlerden biri de gümüşten elde ediliyor. Gümüş binlerce yıl antimikrobiyal olarak kullanılmış.

Gümüş tuzları kuşaklar boyu mucize iyileştirici olarak kabul edilmiş ta ki ilaç şirketleri onları unutturana kadar. Bunların yerini laboratuarda üretilmiş yapay antibiyotikler aldı. Önceleri onlar da mucize olarak kabul edildiler. Ancak o zamanlar daha antibiyotiğe dirençli organizmalar yoktu. Günümüzde bu sorun büyük bir tehdit oluşturuyor. O nedenle de gümüşe dönüş başladı ve gümüşün antibakteriyel ve antimikrobiyal özellikleri olduğuna kuşku yok.

Bu gerçek mucizevi madde sodyum, potasyum, kalsiyum, magnezyum gibi çok önemli elektrolitler ve 70 diğer mikro mineral içeriyor. Elektrolitler hücrelerin içi ve dışındaki sıvı dengesini ve vücuttaki asit-baz dengesini korurlar bu da hücre sağlığı için çok gereklidir.

65231%2B%25281%2529.jpg

Çoğu antibiyotik ancak yarım düzine mikrobu öldürürken toksik olmayan gümüşün yüzlercesini öldürebildiği belirtiliyor. En önemlisi de reçete edilen antibiyotiklere olduğu gibi mikroplar doğal antibiyotik etki yapan gümüşe direnç geliştiremiyor. Gümüş çok çeşitli bakterileri 3 yolla öldürüyor:

1- Gümüş bakterilerin hücre duvarlarını zayıflatarak parçalanmalarına neden oluyor.

2- Gümüş bakterilerin metabolizmasına müdahale ederek onları aç bırakıyor.

3- Gümüş bakterilerin hücre bölünmesini bozarak çoğalmalarına engel oluyor.

Herhangi bir bakterinin gümüşe direnç geliştirmesi söz konusu değil ve reçeteli antibiyotiklerden farklı olarak yetişkinler için de çocuklar için de güvenle kullanılabilir.

Ana akım tıp herkesin, ilaçlar ve ameliyatlar demek olan "modern" tıptan önce her şey çok kötüydü görüşüne inanmasını istiyor. Oysa penisilin bulunmadan önce gümüş pek çok enfeksiyon için etkili olarak kullanılıyordu. Ancak bu maddenin kullanımı hafızalardan silinmek istendi çünkü doğal bir madde olduğu içi patentlenemeyecek, tekelleştirilemeyecek ve reçeteyle satılamayacaktı.

İlaç şirketleri FDA nezdinde de lobi yaparak gümüşün tıbbi amaçlarla kullanılmasının yasaklanmasını istediler. Ancak FDA bile partiküler gümüş ve gümüş tuzlarını yasaklayacak zemin bulamadı. İlaç şirketleri de başka bir yola baş vurdu ve FDA'nın gümüşün yararları konusunda bilgilere ulaşılmasının sınırlandırmasını istediler. Sonunda tezgah üstü satışına engel olmayı başardılar. Bu şaka gibi çünkü gümüş grip, ateş, herpes, hepatit, bronşit, zatüre ve mantar enfeksiyonlarında yaygın olarak kullanılmaktaydı. Gümüş, gözler, kulaklar, boğaz, diş, burun, yanıklar, sokmalar, kesikler, atlet ayağı gibi dış enfeksiyonlarda da kullanılmaktaydı.

Neyse ki FDA araştırmacıların işlerini yapmalarını engelleyemiyor ve gümüş yeniden güçlü bir antibakteriyel ajan olarak kabul ediliyor. Ameliyatlarda kullanılan çivi ve vidaların olası enfeksiyonları önlemek için gümüş kaplamalı yapılmaları konusunda teknoloji araştırmaları yapılıyor.

Avustralya Adelaide Üniversitesi'ndeki doktorlar rinit ve sinüziti antibiyotiklerle tedavi etmekte zorlanıyorlarmış. Yeni bir çalışma ile suya gümüş parçacıklarının eklenmesiyle hazırlanan bir burun sprayinin başarıyla kullanıldığını gösterdiler. Kronik rinosinüzit oluşturan Stafilokokus aureus bakterilerinin daha önce tedavi edilemeyen semptomlarının başarıyla tedavi edildiği gösterildi.

Gümüşün romatoid artritte kullanımıyla ilgili çalışmalar yapılıyor. Polonyalı araştırmacılar gümüşü stafilokok, e.koli ve diğer öldürücü bakteriler üzerinde denemişler ve sonuç başarılı olmuş.


 

Bu konuyu yazdır

  ZEMZEM SUYUNUN SIRRI ÇÖZÜLDÜ
Yazar: Spiritüeller - 04-07-2017, Saat: 16:07 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

Zemzem suyunun bu özelliği ilk kez keşfedildi. Su ezan okunduğunda berraklaşıyor, fakat çan sesi duyduğunda kararıyor.

e32db4df5b0f.jpg

Alman ve Japon bilim adamları zemzem suyunu sırrını açıkladı. "Kutsal Su Zemzem /Zübeyde Su Yolu" belgeseline konuşan Japon ve Alman bilim adamları zemzemle ilgili hayrete düşüren açıklamalarda bulundu. Zemzem ezan okunduğunda berraklaşıyor, çan çaldığında ise kararıyor. Uzun yıllardır zemzem suyu ve kristalleri üzerinde araştırma yürüten bilim adamları kaynağın sırlarını çözdü. Ren Nehri'nin suyundan içen kişinin enerjisinin azaldığını belirleyen Alman bilim adamı  Dr. Knut Pfeiffer , sular üzerine araştırma yaparken bir şekilde bir miktar zemzem bulur ve içer, 35 dakika sonra da rahatladığını hisseder. Zemzem bir kova suyu temizliyor.

Bu konuyu yazdır

  İSMİN KADERİNİ NASIL ETKİLİYOR
Yazar: Spiritüeller - 04-07-2017, Saat: 15:40 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Yeni doğacak olan çocuğumuza verdiğimiz isim onun yaşayacağı kaderi belirliyormuş. İş kurarken şirketimiz için bulduğumuz isim o işin potansiyel geleceğini oluşturuyormuş.

Bunları yazan Şi'ra Mercan, aslında bunlar benim iddiam değil diyor. Çok eski çağlardan beri isimlerin kadere etkileri bilinir ve uygulanırmış. Orta Asya Türklerinde isim koyma gelenekleri başlı başına bu inanca dayanırmış. Kitapta bu konu ile alakalı bilgiler de yer alıyor. Bir diğer yandan İslamiyet'in ilk dönemlerinde Hz. Muhammed' in isimlerle ilgili değişiklikler yaptığı da bilinen ve itibar edilen bir bilgiymiş. Yazar tüm bunları bu kitapta topladım diyor.

Birçok kişiye rehber olabilecek olan "İsmin Kaderini Nasıl Etkiliyor" kitabı hayat akışımızı derinden etkileyeceğe benziyor.

Hepimizin bir veya birkaç adı var. Bu isimle bilinip tanınıyor insan ve ismin her zikredilişinde o enerji daha da güçlenerek derinleşiyor. Örneğin adı Sarp olan birini düşünün ne kadar uçurum ve zor bir kişilik tohumunun zamanla daha da derinleşeceğini anlayabilirsiniz. O kişiye Sarp diye diye o daha da sarplaşacak. Mana boyutu bir yana bir değer taraftan harflerin evrensel ritimleri, titreşimleri ve karakterleri var. Her isim de bu titreşimlerden belli bir frekans kodu ile oluşmuş halde. Ve her bir frekans belli kapıların anahtarlarını açabilen bir kilit gibi işlev görüyor.

isimlerin-enerjisi-ismin-kaderini-nasil-etkiliyor.jpg


İSİMLER KADERİMİZİ NASIL ETKİLER
İsminizdeki her harf karakterinizi yansıtır. Ancak bulundukları konumlar etkilerini değiştirebilir. İsminizin (doğum anında aldığınız adın) ilk harfi karakteriniz üzerinde en güçlü etkiye sahiptir. Hayatta fırsatlara olan yaklaşım şeklinizin tarzını bu harf belirler. Örneğin, S, A, Ş, K, H, C, D, E, U harfleri ile başlayan isimler fırsatları değerlendirmek ve atılganlık özelliği taşırlar. İsminizin son harfi, başladığınız bir projeyi bitirme ile ilgili yeteneğinizi ve yaklaşımınızı ortaya koyar. Adının son harfi A olanlar başladıkları işi hızlıca ve azimle bitirirken; ismi N ile bitenler bazı konularda bitirme ve sonlandırma zorluğu yaşayabilirler. Adı M ile biten isimler ise utangaç ve içine dönük olabilirler. İsminizin ilk ve son harfi bir projeye başlama ve başarıyla bitirme kapasitenizi gösterir. İsminizin ilk sesli harfi kimliğinizin derin yönünü temsil eder. Gizli olduğu halde güçlü bir şekilde sunulan Kalbinizin Arzusu, haritanızdaki en önemli enerjilerden biridir. Örneğin ilk sesli harfi E olanlar iletişim alanında eğilim ve başarı gösterirken; ilk sesli harfi A olanlar liderlik ve yöneticilik arzusundadırlar.

Manaları ayrı etki eder; harf titreşimleri ayrı; rakam değerleri de ayrı tesir eder
kaderimize. Bu üçünün toplamından ortaya çıkan şekil de kaderimizin gizemli
kapısının anahtarıdır adeta. Kitapta 100 e yakın örnek isim analiz edildi. Ama
her isme yer vermek mümkün değildi doğal olarak. Güzel olan şu ki yazar "Olan
her şeyi geldiği gibi okuyucumla paylaştım. Herkes oradaki bilgileri kullanarak kendi adını analiz edebilecek. Harflerin enerjisini öğrenip hayatını ona göre şekillendirebilecek." diyor.

ANALİZLERİ HAYATIMIZIN NERESİNDE KULLANABİLİRİZ?

Kendimizi tanımak, kader örgülerimizi fark etmek, çocuğumuza en güzel ismi seçebilmek için kullanabiliriz en başta. Tıkanık giden bir hayatımız varsa ürecimizi hızlandıracak, yolumuzu açacak yeni bir ismi hayatımıza katmak için kullanabiliriz bu çalışmayı. Çocuklarımıza meslek seçiminde isim analizi ile yardımcı olabiliriz. Evlenirken alacağımız soyadının bize faydası mı, zararı mı olacak bunu  öğrenmek ve bu doğrultuda adım atmak için yararlanabiliriz bu bilgiden. Yeni bir iş kurarken, ya da atılımda bulunurken en bereketli, en prestijli ismi seçmek için bu kitap bize rehber olabilir. Bir diğer yandan yeni bir ilişkiye başlarken eş adayımızın kişiliğini, kaderini algılamak için bu bilgiden faydalanabiliriz.

Bu konuyu yazdır

  Rezonans Kanunu – İsteklerin Yönetimi
Yazar: Spiritüeller - 04-07-2017, Saat: 14:04 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

“Eğer şu ana kadar isteklerimiz gerçekleşmediyse, en şiddetli arzularımıza ulaşamadıysa; eğer hayatımıza hiç istemediğimiz şeyler girdiyse, eğer mutsuzsak veya yenilgiye uğradıysak, bütün bunların sebebini Rezonans Kanununda bulabiliriz. “

Pierre Franckh, bu kitabında Rezonans Kanununu kavrayıp onu nasıl kullanacağımızı anlamaya başladığımız anda, hayatımızdaki her şeyin mümkün olabileceğini anlatıyor. Yazar, hayatımızı kalbimizle değiştirebileceğimizin de altını çiziyor.

Düşünce gücümüzle maddeye etki edebilir miyiz?
Kim olmayı istiyorsun?
İsteklerimizi hangi yolla yayıyoruz?
ideal partneri yaşamımıza çekmemizi sağlayan en uygun rezonans alanını nasıl oluştururuz?
Rezonans alanın yazılı ve görsel izlenimlere nasıl tepki verir?

Eğer istediğimiz sonuçları elde etmeye çalışıyorsak; düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız. Çünkü hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans alanı oluşturur ve biz isteklerimizi yönetebiliriz.

Belki de şu anda imkansız olduğunu düşündüğün şey, işte bu sınırsız olanakların imkansız olmadığı fikridir. Öyleyse bu senin şahsi kanaatindir. Bunun doğru ya da yanlış; iyi ya da kötü bir tarafı yok. Bu senin, kendi kanaatindir ve yaşamın da bu doğrultu da ilerleyip gelişecektir.

Ama ya hayat görüşün ve inandıkların yanlış bilgi ve olgulara dayanıyorsa?

En yeni bilimsel araştırmalar, duygu, düşünce ve inançlarımız sayesinde olduğumuzu, hiçbir şüpheye yer bırakmazsızın ispatlıyor. Zira duygularımızla desteklenmiş ve kaydedilmiş inançlarımız muazzam bir rezonans alanı oluşturuyor. Ve bu rezonans alanındaki titreşimlerle uyum içinde olan her şey, evet dünya üzerindeki her şey, bu titreşime ayak uydurmak durumunda kalıyor.

Demek ki asıl soru şu: Sen şu anda hangi rezonans alanını oluşturuyorsun? Ve bu soruyla kendimizi konunun tam ortasında buluyoruz.

Rezonans Nedir?

Resonantia = Akis

Rezonans = Eko, yankı, titreşim

Rezonans Kanunu, evrendeki her şeyin birbirleriyle titreşimler aracılığı ile nasıl iletişim halinde olduğunu anlamamızı sağlar. Vücudumuzun her bir organı ve hücresi de dahil olmak üzere dünyadaki bütün nesnelerin ve canlıların kendilerine has bir titreşimleri vardır. Bu, madde içinde böyledir. Maddenin titreşim enerjisini incelediğimizde farklı objelerin genellikle farklı frekanslarda titreştiğini görürüz. Bazıları da aynı ya da benzer frekansta titreşir.

Bunu piyanodan da biliriz; piyanonun herhangi bir tuşuna bastığımız zaman, bu tuşla uyumlu olan diğer bütün teller de titremeye başlar. Notaların daha pes ya da tiz olması, hiç önemli değildir. Uygun frekansta olmaları onların titreşime geçmeleri için yeterlidir.

Diğer insanlar, nesneler veya olaylar, eğer bizimle aynı frekansta iseler, içimizde oluşturduğumuz titreşim alanına karşı koyamazlar. Bizim titreşimlerimize tepkisiz kalmaları mümkün değildir. Nasıl ki piyanonun basılan tuşuyla aynı frekanstaki diğer teller bu tuşun hareket ile titreşmek durumunda kalıyor ise, bizimle aynı frekanstaki insanların, nesnelerin ve olayların da bizim titreşimlerimize katılmaktan başka seçeneği yoktur.

Peki ama diğer varlıkların bizim enerjimizle titreşime geçmesi bize ne yarar sağlar? Burada, Rezonans Kanununun şu temel kuralı devreye giriyor: BENZERLER BİRBİRİNİ ÇEKERLER.

Bizim titreşimlerimizle uyumlu olan her şey, karşı koymaksızın bizim hayatımıza çekilecektir. Bu, bizim için her zaman olumlu bir şey anlamına gelmez. Mesela titreşim bazen maddeyi tahrip edecek kadar kuvvetli olabilir. Bir opera sanatçısı sadece sesinin gücü ile bir bardağı çatlatabilir. Burada yaptığı şey enerjiyi boşluktan bardağa iletmektir. Eğer bardağa iletilen enerji bardakla aynı titreşime sahipse, yani bardağın moleküler yapısı ile aynı frekanstaysa, basınç bardağı çatlatacak kadar büyük olabilir.

Biz bir bardak gibi çatlamayız tabii ki. Ama içimizdeki “negatif titreşim enerjisi” olarak adlandırdığımız şey; bizde hoşlanmadığımız, huzursuzluk verici hislerin uyanmasına, hatta belki sarsıcı olayların yaşamımıza çekilmesine sebep olabilir.

İşte bu yüzden, nasıl bir titreşim içinde olduğumuzun, bilerek veya bilmeyerek hangi rezonans alanını oluşturduğumuzun farkına varmak, bizim için çok mühimdir.

İsteklerimizi Hangi Yolla Yayıyoruz?

“Ön yargıları yıkma, atomu parçalamaktan daha zordur” Albert Einstein

Kalp, ezelden beri sevginin en kuvvetli sembolü ve duygularımızın merkezi olarak kabul edilirdi. Ama sonra tıp ve modern bilim ortaya çıktı ve bize, kalbin sadece vücudumuzda kanın dolaşımını sağlayan bir pompa olduğunu yutturmaya çalıştı. Biz “normal insanlar” ise, elimizde halihazırda bunun aksini kanıtlayacak herhangi bir delilimiz olmamasına rağmen, kalbimizin duygularımızın merkezi olduğu inancımızı asla kaybetmedik. 1993 yılında duyguların insan vücudu üzerindeki hakimiyeti hakkında bir araştırma yapılmak istenmiş ve bunun için duygularımızın oluşumundan sorumlu olduğu düşünülen bölgeye, yani kalbimize odaklanılmış. Oldukça çabuk, daha araştırmaların başında herkesi hayrete düşüren bir şey tespit edildi ve bu buluşun neden daha önce yapılmadığının şaşkınlığı yaşandı. Bu nefes kesici buluş; kalbin muazzam büyük bir enerji alanıyla çevrili oluşuydu. Burada bahsedilen alanının çapı yaklaşık iki buçuk metredir.

Bir düşünün, kalbimiz beynimizin oluşturduğundan çok daha büyük bir enerji alanı oluşturuyor. Bilim şimdiye kadar beynin, sahip olduğu elektromanyetik nabızlarla en büyük yayın alanına sahip olduğunu varsayıyordu. Ama şimdi bundan çok daha büyük bir enerji alanı bulundu, insan vücudundan dışarı uzanacak kadar kuvvetli bir enerji. Böylece ilk şaşkınlık atılmasıyla birlikte, akıllara kalbimizin etrafındaki bu enerji alanın nasıl bir görevi olduğu sorusu geldi. Geldiğimiz noktada ulaştığımız bilgiler şaşırtıcı olduğu kadar önemlidir de.

Kalbimiz tarafından oluşturulan elektromanyetik alan vücudumuzdaki organlarla iletişim halindedir. Hatta beyin ve kalbin arasında bir bağlantının bulunduğu ve bu bağlantıyla kalbin beyne hangi hormonları, endorfini ya da diğer kimyasalları salgılaması gerektiğini bildirdiği kanıtlanabildi.

Beynimiz bağımsız hareket etmiyor, aktiviteleri için gerekli sinyalleri kalbimizden alıyor.

Hepsi bu kadar da değil! bilim adamları araştırmalarında kalbimizden yayılan bu elektromanyetik alanın sadece duygularımız tarafından oluşturulmadığını ve gücünü diğer önemli bir kaynaktan, kanaatlerimizden; yani derin bir inançla bağlandığımız ve hayatımıza doğrultusunda yön verdiğimiz düşüncelerimizden aldığını buldular. Bütün duygu ve düşüncelerimiz kalbimizin enerjisinde bilgi olarak bulunmakta ve vücudumuzdan yayılan en kuvvetli sinyal olarak sadece beynimize ve organlarımıza değil, aynı zamanda dünyanın derinliklerine doğru taşınmaktadır. Bu ezeli gerçeğin yansımalarını “kendini derin bir inançla savunmak” “bir şeyi kalpten istemek” ve tabii “kalbinin sesini dinlemek” gibi bazı deyimlerimizde görmek mümkündür.

%25C3%2596zg%25C3%25BCrce-%25C4%25B0stey...00x445.jpg

Kalbimiz, inanç ve duygularımızı elektromanyetik titreşimlere ve dalgalara dönüştüren bir tür aracı olarak hizmet eder. Ve bu elektromanyetik dalgalar vücudumuzla sınırlı kalmaz, bütün çevremize uzanır, bizi kuşatan her şeyle iletişim halindedir. Kalbimiz, bütün inançlarımızı, geleceğe yönelik düşlerimizi ve duygularımızı başka bir dile, titreşimlerin ve dalgaların kodlanmış diline çevirir ve bunları evrene gönderir.

İnançlarımız kalbimizin yaydığı elektromanyetik dalgalar sayesinde fiziksel dünyayla etki alışverişinde bulunur. Yayılan bu enerjinin ne denli büyük olduğunu HeartMath Enstitüsü’nün yaptığı araştırmalar gözler önüne seriyor:

Kalbin elektrik akımı (EKG), beyinde oluşan elektrik akımından (EEG) altmış kez daha kuvvetlidir.
Kalbin manyetik alanı ise beyninkinden beş bin kez daha kuvvetlidir.
Demek ki kalbimizle, beynimizle yaydığımızdan çok daha fazla enerji yayıyoruz. Peki bunu bilmek, bizim için neden bu kadar önemli? Çok basit, çünkü bu sayede, bazı dileklerimiz hemen gerçekleşirken, bazılarının gösterdiğimiz tüm çabalara rağmen neden bir türlü tezahür etmediğini anlıyoruz.

İsteğimizin gerçekleşeceğine gerçekten inanmadan olumlama (imgeleme) yaparsak ya da bir şeylerin hayalini kurarsak, sadece beynimiz elektromanyetik dalgalar yayarken, duygularımızın gerçek merkezi olan kalbimiz beş bin kat daha büyük bir kuvvetle, genellikle tereddüt ve korku olan asıl inancımızı dünyaya yayar. Bunun sonucu apaçık ortadadır; hayatımızda sadece kalbimizin derinliklerinde gerçekleşeceğine inandığımız şey gerçekleşecektir.

İnançlarımızı duygularımızla desteklediğimiz zaman yaydığımız enerji çok daha büyük olur. Ama üzgün, depresif ya da bitkinsek, istediğimiz şeyi dileyebiliriz, bu durumda kalbimizden yaydığımız hüzünlü duygular, mantığımızdan gelen isteklerden her zaman daha güçlü olacaktır. Peygamberle, günümüzün ve geçmişin dünyaca ünlü alimleri ve bilgeleri ısrarla “Kalp gözüyle görmeyi” öğrenmemizi söylerler.

Kalbimizle Dünyayı Değiştirebiliriz.

Tüm bu anlatılanlar, sahip olduğumuz inançların evrene yollandığı ve Rezonans Kanununun esaslarına göre evrende kendileriyle aynı titreşimdeki enerjileri aradığı anlamına gelir.

Benzerler birbirini çeker. Bizim enerjimizle rezonans içinde olan her şey hayatımızda tahakkuk edecektir. Sözün özü; inandığımız her şey yaşamımızda gerçekleşecektir.

Bu nedenle, isterken dikkat edilmesi gereken en önemli noktalar:

Ne dilersen dile, bunu mantık seviyesinden kalp seviyesine taşı,
İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için, bunun mümkün olduğuna kesinlikle inanmalıyız.
İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için önce kendimizi mutlu bir ruh haline sokmalıyız.
Öncelikle bilincimizi hedefimize yönlendirmeliyiz ki, hayatımızda gerçekleştirmek istediğimiz şeylerle etkileşime geçebilelim. Hayatımızda sadece derinden inandığımız şeyler gerçekleşebilir. Bu en başta kendi hakkımızdaki düşüncemiz için geçerlidir. Kendimizle ilgili görüşlerimiz yaşayacaklarımızı belirler. Tabii ki bu, bir şeyleri harekete geçirebilmek için gerekli olan güç ve kudrete sahip olabilmek için, bu kudretin bize dışarıdan verilmediğini, içimizden husule geldiğini anlamamız gerektiği anlamına da geliyor. Demek ki dış dünya, her zaman bizim iç alemimizi yansıtır.

İnançlarımız Dış Alemimizi Değiştirmeyi Nasıl Başarıyor?

Son yıllarda modern bilimin tespitlerinde köklü değişiklikler oldu. Değişim 1995 yılında Rus Bilim Akademisi’nde Vladimir Poponin ve Peter Gariaev yönetimindeki araştırmalarla başladı. Bu iki bilim adamının deneylerinin sonuçları o kadar hayret vericiydi ki, bu deneyler Amerika’da tekrar edildi ve sonuçta orada kamuoyuna duyuruldu.

Vladimir Poponin ve Peter Gariaev, “foton” adı verilen ışık parçacıkları vasıtasıyla DNA’nın tutumunu incelemek istiyorlardı. Bu test serisinde vakum oluşturmak için bir borunun içindeki tüm havayı aldılar. Artık vakumda bile kesin bir hiçlik olmadığı biliniyor. Her mekanda özel aletlerle oldukça isabetli ölçülebilen fotonlar (ışık enerjisi) kalıyor. Böylece fotonlar borunun vakumunda oldukça düzensiz bir şekilde dağıldı.

Bir sonraki adımda boruya insan DNA’sı verildi. Ve o anda çok şaşırtıcı birşey oldu. Parçacıklar DNA’nın varlığında daha farklı sıralandı. DNA, fotonlara direkt olarak etki ediyordu. Sanki görünmez bir güçle, fotonları, boruda düzenli bir şekilde sıralamıştı. Artık bu deneyde kesinleşen şey şuydu; İnsanın DNA’sı, fiziksel dünyaya direkt etki ediyor.

Klasik fizikte, daha önce böyle bir şey gözlemlenmemişti. Dahası, klasik fiziğin alışılagelmiş mantığında, böyle bir şeye yer yoktu. Yani fotonlar insanların açıklayamadığı bir tutum sergiliyordu. Aslında bu yeteri kadar heyecan vericiydi, ama daha sonra olanlar tartışmasız bir devrim niteliğindeydi…Bilim adamları, DNA’yı borudan aldıkları zaman, fotonların düzenli sıralarını bozup dağınık hallerine geri döneceklerini düşünmüştü. Ama beklenenin tam tersi oldu! Fotonlar sanki DNA hala oradaymış gibi düzenli sıralarında kaldı.

Araştırmacılar deneyleri defalarca tekrarladılar, varılan sonuç aynıydı; fiziksel olarak ayrılsalar bile DNA ve fotonlar arasında hala bir bağ vardı. Görünüşe göre, kuantum fiziğinin “kuantum alanı” dediği bir alan aracılığıyla birbirleriyle bağlantılıydılar. Boşluk olarak tabir ettiğimiz şey aslında hiç de “boş” değildir, bilakis içinde milyarlarca verilerin dalgalar aracılığı ile hareket ettiği ve yayıldığı bir alandır.

Bu deney Rezonans Kanununu anlayabilmemiz için oldukça aydınlatıcı olmuştur. Ayrıca bu enerji alanını ayrıcalıklı kılan ise; tanıdığımız hiçbir enerji türüne benzememesidir.

Sıkı dokunmuş bir ağ gibi işlediği görülen enerji yüklü bu alan, iç ve dış alemimiz arasında bir nevi köprü görevi görür.

Tıpkı ses dalgalarının, havayı taşıyıcı olarak kullandığı gibi, yaydığımız inanç ve düşünce gücü de dünyaya taşınabilmek için bir aracıya ihtiyaç duyar. Burada, kuantum alanı devreye girerek, bu aracılık görevini üslenir.

Bu enerji alanı, farkında olsak da olmasak da her şeyle ve herkesle bağlantı içinde olmamızı mümkün kılar.

Bu esnada “alıcının” bizden ne kadar uzaklıkta olduğunun hiçbir rolü yoktur. Bu alıcı yan komşumuz da olabilir, dünyanın öbür ucunda bulunan bir kişi de olabilir. Oluşturulan ve yayılan rezonans alanı, her zaman doğru kişiye ulaşır. Böylece istediğimiz hedefimizle aramızda, enerji yoluyla kesin ve aktif bir bağlantı kurabileceksek eğer, neden en büyük arzularımızın gerçekleşmesi için daha fazla bekleyelim ki?

Kuantum alanı sayesinde herşeyle ve herkesle hemen bağlantıya geçebiliriz. Tek yapmamız gereken şey bunun için bir adım atmaktır;

Rezonans Kanunu, her zaman “evet” der.

İnançlarını her zaman doğru çıkarır.

Sana karşı gelmez.

Mesela, hayatının önemsiz olduğuna ve hiçbir anlam taşımadığına mı inanıyorsun, bu inancın, onaylanacaktır.

Gerçek, büyük bir aşkı hak ettiğine mi inanıyorsun, para, manevi ve maddi zenginliği hak ettiğine; hayatının derin, her şeyi kuşatan bir anlamı olduğuna mı inanıyorsun, bu inancın yaşamında gerçekleşecektir.

Neye inandığın enerjinin umurunda değildir, inancın yüksek ahlaki değerler taşıyabilir ya da çok kötü bir şey olabilir sana fayda sağlayabilir ya da hayatını zorlaştırabilir, enerji işin ahlaki kısmıyla ilgilenmez ve yargılamaz.

Enerji daima senin yaydığın içtekiler doğrultusunda çalışır.

İç alemimizde sahip olduğumuz her şey, dış dünyada da karşımıza çıkacaktır.

Dünyada karşılaştığımız her şeyin bir kaynağı vardır ve bu kaynak düşüncelerimizdedir. Eğer istediğimiz sonuçlara ulaşmak istiyorsak, düşüncelerimizi kontrol etmeye başlamalıyız, çünkü düşündüğümüz her şey bir rezonans alanı oluşturur.

Uzun süreli ve sık olarak düşündüğümüz, hissettiğimiz ve söylediğimiz her şey rezonans alanımızı yoğunlaştırır. Bu yüzden kaybetmek hakkında her düşünce kaybetmek, kazanmak hakkındaki her inanç da kazanma ihtimalini kuvvetlendirir. Bu yüzden dış dünyada değiştirmek istediğimiz her şeyi düşünce gücümüzle değiştirebiliriz.

İçindeki yaratıcılığı hatırla ve onu bilinçli olarak kendi iyiliğin için ve diğer insanların iyiliği için kullan!


Arzularımız gerçekleşmek üzere bizi nasıl bulur?


Artık aydınlık getirmemiz gereken tek nokta, bizimle etkileşime geçen enerjinin, bizi nasıl bulacağı konusudur. Sonuçta evrende milyarlarca DNA var ve bunların her biri enerji alışverişinde bulunuyor. Peki, evren arzularımızı, daha doğrusu arzulananı yolunu şaşırmadan bize nasıl iletir?

Bir yandan sürekli “yayındayız”. Rezonans alanımızı durmaksızın pozitif ve negatif düşüncelerimizle programlıyoruz. İstek ve amaçlarımızı koruduğumuz sürece, korku ve endişelerimiz içinde aynı şey geçerli, rezonans alanımız bizimle aynı titreşimde olanları bize çeker. Diğer yandan ise hepimiz “kod” olarak adlandırdığımız genetik bir isme sahibiz. Kriminal teknik ve babalık testi ile ilintili olarak bu kavramı daha önce duymuşsunuzdur. Her bir hücrenin DNA’sı da, aynı parmak izi gibi, eşsizdir. DNA, başkalarıyla karıştırılması mümkün olmayan genetik bir parmak izi bırakır. İşte bu enerji içinde geçerlidir. DNA’mızın enerji parmak izi , açık ve net bir adres bırakır. Titreşim o kadar belirgindir ki, her zaman bizim için en uygun çözümü bulur.

Düşünce Gücümüzle Yeni Bir Gelecek Oluşturabilir Miyiz?

Zaman hiç de göründüğü gibi değildir. Sadece bir yöne doğru hareket etmez ve gelecek, geçmişle aynı zamanda mevcuttur. Albert Einstein

Düşünce gücümüz sayesinde geleceğimizi etkileyebilir miyiz? Kesinlikle evet! Bunu yapabiliriz, hem de tahmin ettiğimizden daha fazla. Kuantum fizikçilerinin nefes kesici buluşları hayatımızı her an tamamen değiştirebileceğimizi ve istediğimiz her şeyi değiştirebileceğimizi, bize bir kez daha gösterdi.

Bildiğimiz gibi düşünce gücümüzle enerji yaymaktayız. Tabii ki sadece biz değil, diğer bütün insanlarda aynı şekilde enerji gücü yaymakta. Aynı titreşimdeki enerjiler birbirlerini çektikleri için tıpkı bizim diğer insanları ve olayları kendimize çektiğimiz gibi başka insan ve olayların da bizi çekiyor olması doğaldır. Buradaki tek koşul, iki enerjinin birbiriyle uyumlu olması yani titreşimlerinin birbirine yakın olmasıdır.

Bu arada kuantum fiziği, kuantum dalgası denilen şeyin, örneğin; düşünce ve inançlarımızın, sadece fiziksel olarak yayılmakla kalmayıp zaman içine de yayıldığını bulmuştur. Yani inançlarımız sadece yer değil, zaman da değiştiriyorlar (zaman dalgaları). Demek  ki “normal kuantum dalgası” diye adlandırdığımız, geçmişten geleceğe giden kuantum dalagaları var. Bunun dışında, bir de “birleşik karmaşık dalgalar” olarak adlandırdığımız gelecekten geçmişe yayılan dalgalar vardır! Hayret verici değil mi? Ama gerçek. Geleceğe yayılan dalgalar “teklif dalgası”, geçmişe geri dönen dalgalar ise “eko dalgası” olarak adlandırılır.

Eğer bu iki dalga karşılaşırsa, yani gelecekten gelen bir eko dalgası, bizim yolladığımız bir teklif dalgasına rastlarsa, bu durumda dalgalar birbirlerini modüle ederler ve ikisinin ortak ürünü olarak ortaya “olay ihtimali” dediğimiz şey çıkar. Kuantum fiziğine göre “bir olayın gerçekleşmesi ihtimali, geçmişten gelen teklif dalgası ile gelecekten gelen uygun bir eko dalgasının buluşması sonucu ortaya çıkar”. Bu şu anlama gelir : “Sadece geçmiş geleceği değil, aynı zamanda gelecek de geçmişi etkiler”.

Aklımız bunu idrak etmekte biraz zorlanabilir, çünkü şimdiye kadar hep zamanın geçmişten geleceğe, doğrusal bir biçimde ilerlediğini düşünmüştük. Şimdiyse bunun tam tersinin de mümkün olması aklımız için şaşırtıcı. Demek ki : Gelecek dışarıda bir yerlerde, çoktan beri mevcut. Aksi halde geçmişe, yani bizim şimdiki zamanımıza, dalgalar yollaması mümkün olmazdı. Senin geleceğin de şu an, şu saniye mevcut. Ama yine de geleceğinin akışı önceden belirlenmemiş, zira geleceğin çeşitli mahiyetlerini seçme imkanına sahibiz.

Tabii ki bilincimiz, sadece bir tek zaman algılıyor. Farklı bir şey tanımıyoruz. Bu şaşılacak bir şey değil, sonuçta duyularımız çok sınırlı.Bütün ışık yelpazesinin sadece % 8’ini algılayabiliyoruz. Geri kalan % 92’lik gerçeği, aynı şekilde bizi çevrelemesine rağmen algılayamıyoruz. Aslında var olduğu halde tamamen yok sayıyoruz.

Ama yine de etrafımızda hiç tanımadığımız diğer enerji titreşim, dalga ve bilgilerle çevrili.

Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir. Sokrates

Teklif dalgamız tüm geleceğimizi dolaşır. İster bir saniye sonrası, ister bir ya da on yıl sonraki olaylar olsun, tüm olasılıklar tek tek kontrol edilir. Bu aşamada kuantum fiziği şu fenomeni keşfetmiştir: Gelecekteki olay, zaman açısından ne kadar yakındaysa, rezonans da o kadar nettir. Bu şu anlama gelir; “Gelecekte gözlediğim bir olay zaman açısından bana ne kadar yakınsa, o olayın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği kararı o kadar kesindir.”

Yakın gelecekteki bütün olayları, bugünkü bilincimiz belirler.

İşte bu noktadan sonra “istemek” konusuna varıyoruz.  Zira istemek birçok ihtimalden birini yaşamımıza çekmekten başka bir şey değildir.

Bir şey istediğimizde, bu doğrultuda bir teklif dalgası yolluyoruz.
Bu dalga, bir eko dalgasıyla irtibata geçiyor.
Bir gerçekleşme ihtimali meydana getirebilirsek istediğimizin gerçekleşmesi için en uygun şartları sağlamış oluyoruz.
İç alemimizde sahip olduğumuz her şey, dış alemde de karşımıza çıkacaktır.

Zira dış dünya her zaman iç alemimizi yansıtır.

Ancak bilincimizi hedefe yönlendirirsek yaşamımızda sahip olmak istediğimiz şeylerle etkileşime geçebiliriz.

Eğer istediğimiz sonuçlara istiyorsak; düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız, zira hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans alanı oluşturur.

Rezonans Kanunu-Pierre Franckh

Bu konuyu yazdır

  Evrenin Frekansı 432 hz 440 hz frekansa karşı
Yazar: Spiritüeller - 04-07-2017, Saat: 13:52 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Evren bir titreşim yayar. Tüm doğanın bir titreşimi vardır. Tüm canlı ve cansız her şey titreşim yayar. Havada bu titreşim dolaşır. Düşünceleriniz bir frekans yayar. Müzik bu titreşimin en güçlü örneğidir. İnsanlar ilk çağlardan beri müzik yapmaktadırlar. Basit çalgılar güçlü ve karmaşık enstrümanlara dönüşmüştür. Peki doğanın ve müziğin doğal frekansı nedir. Müzisyenler ve müzikseverler 432 hz olduğunu söylüyorlar.

432%2Bhz%2B440%2Bhz%2Bfrekans.jpg

Peki neden 432 hz. Yapılan araştırmalar eski müzisyenlerin müziklerini 432 hz ayarladıklarını söylüyor. 1953 yılında  International Standards Organization (ISO) 440 frekansına göre müziklerin ayarlanmasına karar veriyor. Pek çok komplo teorisyenine göre 440 hz frekansı nazi döneminde insanları nasıl huzursuz ve depresif bir hale sokulacağının araştırmalarının sonucudur deniyor. Sonuçta pek çok insan 432 hz frekans ile yapılmış müzikleri daha huzurlu buluyor ve kalplerinde bu frekansı hissettiklerini söylüyor.

Here%2527s%2BWhy%2BYou%2BShould%2BConver...2%2Bhz.jpg

Frekansların suya etkileri ile ilgili en büyük araştırmacılardan biri Dr Masaru Emoto sözlerin ve düşüncelerin büyük etkileri olduğunu söylüyor.

bilgi%2Berdemdir%2Bdr%2BMasaru%2BEmoto.png

Bu resimler mikroskopik fotoğraflama tekniği ile su moleküllerinin resimleri. Suya hiç bir şey söylenmeden önceki fotoğraf ile daha sonra etki yapılan fotoğraflar çok farklı. Burada asıl olay bedenimizin %60-70 oranında su olmasıdır. Gerçekten düşüncelerimiz suya bunu yapıyorsa bize kim bilir neler yapıyordur değil mi? İşte 432 hz burada çok önemli bir noktada. Çünkü araştırmalar doğanın ve evrenin tamamen bu frekans ile titreştiğini söylüyor. Bu frekans için altın oranın yansıması deniliyor.

Peki 432 hz 440 hz den daha huzurlu mu hissettiriyor. Gelin bu müzisyeni dinleyerek buna karar verelim. 432 hz ve 440 hz sırayla çalıyor.

Bu konuyu yazdır

  BENİM FREKANSIM , BENİM HAYATIM!
Yazar: Spiritüeller - 04-07-2017, Saat: 13:38 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM - Yorum Yok

Her şey enerjidir, işte bu etten kemikten gözüken vücudumuz, etrafımızda bizlerin nefes alması için zevkle oksijen üretmeye devam eden can-ım ağaçlar, deli dalgalarıyla bizleri büyüleyen okyanuslar ve hatta kıtalar…

Ben bu yazımda sizlerle birlikte hayatımıza değişik bir açıdan bakalım istiyorum, yani şu sorunsala biraz cevap arayalım istiyorum birlikte; bugüne kadar hiç sorguladınız mı bazı insanlar hayatınıza öyle noktalarda girerler ki “sen daha önce neredeydin” diye sormak gelir içimizden, bazıları da vardır ne yaparsak yapalım koparız “çok iyi anlaşıyorduk ama son zamanlarda hiç görüşemedik adeta hayat yollarımız ayrıldı” deriz. Şimdi gelin daha yakından belki “gözle göremediğimiz”, elle tutamadığımız “gizli” güçlerin varlığına, yani evrenin en muhteşem yasalarından “çekim yasası”nın gözlerinden bakalım bu durumlarımıza…

Peki ne olur bu anlarda? Hani birden biri ile tanışırız; “tam da bu konuda konuşacak birini arıyordum” veya “bu konuda bir kitap arıyordum” dediğimiz anda bir öneri ile beliriverir o kişi karşımızda… İşte sevgili çekim yasası ve enerji, yani titreşim cinsinden düşünmeye geçiyoruz hep birlikte. Şöyle kabul edebilirsiniz, bir radyonuz var ve radyo frekansı olarak “klasik müzik” dinlemeye odaklısınız, binlerce olası frekansta farklı farklı tür müzikler geçiyorsunuz ve aslında “aramakta olduğunuz” bir hedefiniz ve kafanızda belirlenmiş bir “frekansınız” olduğu için o diğerlerini duymuyorsunuz bile… Öyle bir odaklanma oluyor ki bu, siz ancak “size karşılık gelecek” frekansı duyar durumda oluyorsunuz çünkü titreşimleriniz o derece yüksek…

Hemen örnek verelim, bu titreşimlerimizi yükselten, yani enerjimizi yükselten genel olarak sevdiğimiz, çokça zevk aldığımız ve aynı zamanda kendimizle gerçekten bağlantıda olduğumuz anlar mesela. Bunlardan en önemlisi spor yapmak örneğin, ailemizle zaman geçirmek, sevdiğimiz kişi ile bir şeyler paylaşmak… Fakat bu kural diğer tüm doğa yasaları gibi zıt kutbu ile bir oluyor, yani biz ne kadar yüksekte bir frekansta olabiliyorsak aynı zamanda o derece “zıt” versiyona da gidebiliyoruz. Eğer içimiz korkuları, endişeleri yani bu dünyaya olan güvenimizle ilişkili korkuları kapsıyorsa işte o durumda da “bu insan neden karşıma çıktı” dediğimiz durumlara odaklanıyoruz.

Örnek vermek gerekirse, bir ilişkimizde yaşadığımız tecrübe ile “güvensizlik” konusunda zorlanıyorsak, sürekli ilişki anlamında “aldatılacağım” frekansı yaymaktaysak, yani bir ilişkide iki kişinin gerçek bir aşk ile birbirine bağlı olabileceğini ve bunun muhteşem bir “güven” de içerebileceğine inancımız yok ise, enerjimiz “aldatılma” kodu üzerine odaklanmış ise, işte o çok daha yüksek olan diğer radyo kanallarını “duyamıyoruz”, çünkü kulaklarımız adeta o güzel seslere tıkanmış oluyor… Bizim duyabildiklerimiz ise aynı o aklımızın içerisinde dönüp duran “aldatılacağım” frekansını bize yansıtacak kanallar oluyor… Ve gerçekten de hayatımıza giren ilişkide bu frekansı bu beklentiyi bize yansıtacak olaylar oluyor…

frekans-1-1280x720.jpg

İşte hayatımızdan çıkan kişileri de aynı şekilde değerlendirebiliriz. Bizler her daim değişim içindeyiz, belki öyle bir nokta oluyor ki o “can-ım titreşim enerji” dediğimiz durumda muhteşem bir sıçrama gerçekleştiriyoruz, bazen bir olayı affetmeyi başarıyoruz, bazen bir adım atıyoruz ve “yeni bir sayfa açacağım” diyebiliyoruz veya bazen “ben artık hayatımı kendi ellerimle yöneteceğim kimse beni yönlendiremez, etkileyemez ben bu sorumluluğu alıyorum” diyoruz… İşte bu anlar biz farkında olmasak da kırılma noktalarımız oluveriyor…

O kişiler ile aynı enerjide bulunmuyoruz, aslında onlardan uzaklaşmaya çekiliyor ve başka enerjiler ile de yakınlaşmaya çekiliyoruz… Bu yüzden hayat boyu her an “ne istediğimi bilmiyorum” dediğimizde bile aslında içimizde bir yerde çekildiğimiz bir frekans mevcut… Sadece daha yakından bakmamız, kendimize “gerçekten ne istiyorsun” diye sormamız gerekiyor. Fakat burada anlamamız gereken çok önemli bir ayrıntı daha var. Aslında bizim “form” olarak algıladığımız aşk, ilişki veya iş hali, bunların hepsi de aynı şekilde “titreşimler” ile tanımlanıyor…

Bu konuda bu hafta beni derinden etkileyen bir eser ile tanıştım (çekildim diyebilirim, bana ulaştı, bana geldi, ben onu bilmeye ihtiyaç duyuyordum da diyebilirim), bakın bu muhteşem titreşim ve enerji fenomeni Büyük İnsan Potansiyeli; Kendi Işığınızda Yürümek isimli eserde nasıl açıklanıyor:

“…Eğer enerji alanınızda düşük bir frekans barındırıyorsanız, o frekansa uyan maddelere ve çevrelere çekilirsiniz. Bunun için kanser örneğini kullanalım. Öfke ve kendini reddetme frekansları yayarak, siz bedeni desteklemeyen, daha çok inancınızı pekiştiren bir fiziksel karşılık yaratan yiyeceklere çekilirsiniz.

…Hasta olmak için insanın o frekansla titreşimsel uyum içinde olması gerekir. Hatırlayın, siz yaydığınız her şeyi alırsınız.

…Siz başkası her ne yaparsa yapsın huzuru, sevinci ve sevgiyi deneyimleyebileceğinizi ve o titreşimi yayabileceğinizi anladığınızda, iki şey olur.

Birincisi, Çekim ve Yansıma Yasaları doğrultusunda, siz bu yüksek titreşim frekanslarını yayarken, gerçekliğinizin o frekansları yansıttığını göreceksiniz.

…İkincisi, siz bu yüksek farkındalık düzeyine eriştiğinizde, başkalarının davranışlarını düşük titreşimsel yapıda olarak gözlemleyebildiğinizi ve sadece gözlemlendiğinizi göreceksiniz. O davranışları doğru veya yanlış olarak yargılamayacak, daha çok onları ilginç bir titreşimsel seçim olarak görecek ve o insanlar yollarında ilerlerken onlara şefkat duyacaksınız.”

Her şey enerjidir, her an, her şey titreşimden ve frekanstan ibarettir. Bu bakış açısı ile bugün zihninizdeki, kalbinizdeki, bedeninizdeki ne var ise mükemmel “siz” titreşimini oluşturur. Siz ne kadar kendinizi sevdikçe, kendinize güvendikçe ve hayata bakış açınızı güzelleştirdikçe işte bu titreşimler de yükselir de yükselir ve sonunda size bu verdiğiniz frekansı geri yansıtacak frekanslar ile geri döner…

Bu yüzden bugün bu yazımda bana eşlik eden sizler, hangi frekansta olduğunuz “anbean” hangi mesajı yaydığınız, dünyaya ve evrenin tüm parçalarına hangi enerjiyi gönderdiğiniz ve ne ile titreştiğiniz “önemlidir”. Hayatınıza giren, yeni tanıştığınız her insan veya kaybettiğiniz her kişi bir göstergedir, her olay size bir ip ucu sunmak için bulunur.

Sizin muhteşem frekansınız sizin hayatınızdır…

Bu konuyu yazdır