Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Forum İstatistikleri |
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065
Detaylı İstatistikler
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 980 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 980 Ziyaretçi
|
Son Aktiviteler |
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 329
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 307
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,012
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,134
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,077
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,007
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,150
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,524
|
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,286
|
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,173
|
|
|
ŞEYTAN KAFATASLARINA NE OLDU? |
Yazar: Mutlakguc - 14-04-2017, Saat: 16:39 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
|
1973 yılında yayınlanan Pursuit Dergisinin 6ncı sayısının 69-70 sayfalarında oldukça ilgi çekici bir haber yer almaktaydı.
Derginin haberine göre 1880 senesinde Amerikanın Pensilvanya eyaletinde bulunan Bradford Kasabası yakınlarındaki Sayre höyüğünde birden fazla boynuzlu insan kafası yüzeye çıkarılmıştı. Yapılan testlerde M.Ö. 1200 yıllarında gömüldüğü tespit edilen bu insanların tahmini 2 metre 10 cm boylarında oldukları tespit edildi. Dev vücut ölçüleri ve kafalarının üzerindeki yaklaşık 6-7 cm. uzunluğundaki boynuzlar dışında iskeletler oldukca doğal gözükmekteydi.
Kafatasları o zamanlarda Presbyterian Kilisesi tarih bölümünde Prof. A. B. Skinner ve American Investigating Museum’da çalışan Prof. W.K. Morehead tarafından detaylı olarak incelendi. Massechusetts’dek müzeye gönderilen kafatasları daha sonra buradan çalındığı iddia edilerek hiç bir zaman ortaya çıkarılmadı.
Ve böylece buluş sansasyonel bir şekilde ortadan kaldırıldı. Geriye sadece bir kaç satırlık dergi ve gazete haberi kaldı.
‘Şeytan ırkına ait kafatasları’ hala sır olarak kalmıştır.
|
|
|
ALTIN ORAN ( Fİ ) |
Yazar: Mutlakguc - 14-04-2017, Saat: 16:29 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Altın oran. Doğadan varlığını keşfettiğimiz ve matematik bir modele uydurduğumuz olgu. Ancak gerçekten güzelliğin sırrı mı, yoksa göz alışkanlığından gelen bir kabul mü tartışılır.
Altın oran, bir dönem sanata mimarlığa ve diğer pek çok alana etki etmiş biraz da doğadan esinlenerek oluşturulmuş bir kabul ediş ya da matematiksel bir çıkarımdır. Uzun süre bir gerçeklik olarak kabul edilse de günümüzde sorgulanan, belki de modası geçmiş bir kavramdır. Peki nedir Altın Oran?
İnsanoğlu oldukça kibirlidir. Kendisini evrenin merkezinde gibi görür. Oysa biraz açık görüşlü bakış açısından yaklaşıldığında insan, mükemmel olmaktan çok uzak, ancak bir o kadar da şaşırtıcıdır. Örneğin yaşam döngüsü evrene göre çok kısadır. Belki de sırf bu yüzden kendi yaşamı boyunca tüm insanlığı yok edecek felaketlerin yaklaşmakta olduğu gibi uydurma kehanetlere bayılır. Bazen bu konuda o kadar üretken olabilir ki gerçeği yanılgıdan ayırabilmek oldukça güç hale gelir. Bilim her konuda olduğu gibi burada da bize yolu gösterebilecek iyi bir araçtır. Aydınlanmak varken karanlık dehlizlerde kaybolmak akılcı olmaz. O nedenle her türlü bilgimizi değişmez değil, yanlışlanabilir olarak kabul etmeli ve ona göre yaşamalıyız.
Matematik bir bilim dalı değildir. Bilim dallarının sistematiğinde ve hesaplamalarında vazgeçilmezidir. Bilim dalları ve disiplinler gibi matematik de, kötü niyetli ellerde tehlikeli bir oyuncak haline getirilebilir. Düzenbaz falcıların sudan, kahve telvesinden ya da fasulyeden gelecek öngörüleri oluşturmaları gibi, matematik de, din kitaplarından şifreler, Nostradamus manzumelerinden kıyamet günü için tarih hesapları ortaya çıkartmakta kullanılabilir. Bir bıçağı ekmek kesmek için kullanabileceğiniz gibi insana saplamak için de kullanabilirsiniz. Bıçaktan çok, onu kullanın niyeti önemlidir. Altın Oran kavramı bu tür istismarlarda da kullanılabilecek bir konu mudur? Yoksa bilimsel bakış açısıyla ele alındığında anlamlı sonuçlara ulaşmamızda faydası var mıdır, gibi soruları aklımızın bir köşesinde tutmakta fayda var.
Fibonacci dizilimi ve Phi (Fi) sayısı Altın Oran ile matematiğin ilişkilendirilmesi olarak görülebilir.
Altın oran, 1 sayısına eklendiğinde kendi karesine eşit olan iki sayıdan biridir. Altın oran 1,618033…. olarak devam eden ondalık sayıdır. 1 sayısına eklendiğinde kendi karesine eşit olan diğer sayı da – 0,618033… olarak devam eden ondalık sayıdır.
Altın orana ilişkin matematik bilgisi ilk kez İ.Ö. 3. Yüzyılda Öklid’in Stoikheia (“Öğeler”) adlı yapıtında “aşıt ve ortalama oran” adıyla kayda geçirilmiştir. Esasen, eski Mısır’da İ.Ö. 3000 yılına kadar altın oranın izinin sürülebildiği dile getirilmektedir. Grek dünyasına da Pythagoras ve Pythagoras’cular tarafından tanıtıldığı ileri sürülür.
Altın orana, “göze hoş gelen oran” denilebilir. Ancak kime ve kimin gözüne göre? İşte o kısım biraz tartışmaya açık.
En basit şekli ile altın oran şöyle anlatılabilir. Kağıttan iki eş kare kesin. Bu karenin aynısını tam ortadan katlayıp, diğerinin yanına koyun. Şimdi de bir kare daha yapın daha önce yan yana koyduğunuz kare ve dikdörtgenin toplam en uzun kenarları yeni karenizin bir ölçüsü olsun. Bu döngüyü sonsuza ya da canınız sıkılana kadar devam ettirebilirsiniz. Gözünüze güzel görünüp görünmediği konusunda kararı siz verin.
Büyük sanatçılar bu özelliğe dikkat ederek eserlerini ortaya çıkartmışlardır. Bu bir zorlama düşünce midir? Belki evet. Örneğin Mona Lisa tablosunun boyunun enine oranı altın oranı verir. Mona Lisa’nın yüzünün etrafına bir dikdörtgen çizdiğinizde ortaya çıkan dörtkenar bir altın dikdörtgendir. Bu dikdörtgeni, göz hizasında çizeceğiniz bir çizgiyle ikiye ayırdığınızda yine bir altın oran elde edersiniz. Resmin boyutları da altın oran oluşturmaktadır. Belki de böylece bir standartlaştırma ortaya koyulmuştur. Biri çıkıp, “güzelliğin ölçüsü budur!” demiş ve herkes buna boyun eğmiş olamaz mı?
M.Ö. 500’lü yıllarda yaşamış matematikçi Pisagor (Pythagoras), altın oranla ilgili bakın ne demiş:
“Bir insanın tüm vücudu ile göbeğine kadar olan yüksekliğinin oranı, bir pentagramın uzun ve kısa kenarlarının oranı, bir dikdörtgenin uzun ve kısa kenarlarının oranı, hepsi aynıdır. Bunun sebebi nedir? Çünkü tüm parçanın büyük parçaya oranı, büyük parçanın küçük parçaya oranına eşittir.” (Eğer normal bir pentagonun AB kenarlarını içersine çizilecek bir pentagramın AC uzunluğu ile karşılaştırırsak uzunluğunu ϕ = (1 + √5)/2 = 2cos(Π/5) = 1.61803… olarak buluruz yani altın oran sayısı.)
Sanırım onun zamanında insanların hepsi heykel gibiydi. Günümüzde yaşayıp obezite illetine yakalanmış insanları görse belki de fikirlerinde biraz değişiklik olurdu.
Altın oranın gizeminin ne olduğunun cevabı, Fibonacci lakaplı İtalyan matematikçinin (belki de yeniden) bulduğu bir dizi sayıda gizlidir. Fibonacci sayıları olarak da adlandırılan bu sayıların özelliği, dizideki sayılardan her birinin, kendisinden önce gelen iki sayının toplamından oluşmasıdır.
Leonardo Pisano ya da takma adıyla “Fibonacci” Kimdir?
Orta çağın en büyük matematikçilerinden biri olarak kabul edilen Fibonacci İtalya’nın ünlü Pisa şehrinde doğmuştur. 1170 – 1240 yılları arasında yaşamıştır. Çocukluğu babasının çalıştığı Cezayir’de geçmiştir. Hint-Arap sayı sistemini de burada öğrenmiştir. İlk matematik eğitimini Müslüman-Arap bilim adamlarından almış ve İslam uygarlığının kitaplarını incelemiş ve bu konuda çalışmıştır. Yaklaşık olarak, 1200 yıllında bu seyahatinden döndü. 1202 yılına gelindiğinde, öğrendiklerini “abaküs kitabı” veya “hesaplama kitabı” anlamına gelen Liber Abaci (cebir kitabı) isimli eserinde topladı. Yayınladığı bu eserinde Hint-Arap Sayı Sistemi’ni Avrupa’ya duyurdu. Kitabında Arap rakamlarını ve bugün kullandığımız sayı sistemini Avrupa’ya tanıttı. Kitapta, temel matematik kurallarını birçok örnek vererek anlattı. Dönemi için Avrupa’da bilinmemekle birlikte bu kadim bilgilerin matematikte bir sıçrayış için başlatıcı etki yapmıştır. Avrupa unutulan bilgileri, Fibonacci sayesinde yeniden hatırlamıştır…
Fibonacci Sayıları: 0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597, 2584,…
Fibonacci dizisinde bir sayıyı kendinden önceki sayıya böldüğünüzde birbirine belirgin şekilde yakın sayılar çıkar. Serideki 13. sırada yer alan sayıdan (233) itibaren bu sayı sabitlenir.
ALTIN ORAN = 1,618
233 / 144 = 1,618
377 / 233 = 1,618
610 / 377 = 1,618
987 / 610 = 1,618
Altın Oran (golden ratio, the golden ve divine proportion olarak da bilinen golden section), Fibonacci sayılarına ait bir özelliktir. Sanatta, doğa da hatta yaşayan organizmalar da bile görünen bu ilgi çekici oran çoğu kişi tarafından yüce bir Yaratıcı’nın varlığının ispatı olarak görülür. Yaratıcının varlığının ispat edilmesinin gerekip gerekmediği tartışmasını konu dışı olması nedeniyle bir yana bırakıyorum.
Fibonacci diziliminin genel olarak anlamı: ”Dizideki bir sayıyı kendinden önceki sayıya böldüğünüzde birbirine çok yakın sayılar elde edersiniz. Hatta serideki 13. sırada yer alan sayıdan (233) sonra bu sayı sabitlenir. İşte bu sayı ‘altın oran’ olarak adlandırılır”
Bildiğimiz “Π” Pi sayısı gibi belli bir sıradan sonra yani 13. sıradan sonra sabitleşen Altın oran 1.61803398874989…’a eşittir. Yunan alfabesinden gelen “ϕ” PHi ile sembolize edilir.
İnsan bedeni
İnsan bedenine bağlı beş belirgin parça vardır. Bunlar iki kol iki bacak ve kafadır. Aynı zamanda kollar ve bacaklara bağlı el ve ayaklarda beşer tane parmak bulunmaktadır. Ayrıca yüzümüzde de dışarıya açılan 5 nokta bulunmaktadır. Bunlar iki göz iki burun deliği ve ağızdır. 5 sayısının da phi ile ilginç bir bağlantısı bulunmaktadır.
Buradaki 5 sayıları aşağıdaki şekilde bizi phi sayısına ulaştırır.
50.5 * .5 + .5 = Ø
İnsan İşaret Parmağı
Elinizin işaret parmağınızın şekline bir bakın. Eğer standartlar dışında bir yapısı yoksa parmağınızda da altın oranı bulabilirsiniz.
Şekilde işaret parmağınızın her bölümü bir öncekinden 1,618…( yani altın oranın değeri ) kadar büyüktür ve üstteki cetvele dikkat ederseniz her bölüm 2, 3, 5, 8 e yani ardışık fibonacci sayılarına karşılık gelmektedir. Şekilde pembe, yeşil, sarı ve mavi çizgiler altın oranı gösterir.
İnsan Yüzü
Mona Lisa resminde gördüğünüz gibi yüz bir altın dikdörtgenin içinde. Resmi incelerseniz başka altın oranlar da görebilirsiniz.
Üst çenedeki ön iki dişin enlerinin toplamının boylarına oranı altın oranı verir. İlk dişin genişliğinin merkezden ikinci dişe oranı da altın orana dayanır. Bunların bir dişçinin dikkate alabileceği ideal oranlar olduğu ileri sürülür. Belki de zaten doğadan ve evrimden kaynaklanan ve gözümüz alıştığı için güzel olarak algıladığımız bir görünümden ibarettir durum.
Mimari
Eski Yunan Uygarlığında da altın dikdörtgen birçok yapıda kullanılmıştır. Bunlardan biri de Atina’daki Partenon’dur. Partenon İ.Ö. 430 ve ya 440 yıllarında tanrıça Athena için yapılmıştır. Tapınağın orijinal planları elimizde olmasa da, tapınağın uzunluğu genişliğinin kök 5 katı olan bir dikdörtgen üzerine inşa edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca tapınakta daha başka altın dikdörtgenler de göze çarpmaktadır (altın dikdörtgen kenarları oranı altın oran olan dikdörtgenlerdir).
Altın oran sadece Yunanlılar tarafından kullanılmamıştır. Mısır’daki Keops piramidinde, Paris’in ünlü Notre Dame Katedralinde altın oranın izlerini görmek mümkündür.
Bitkiler
Ayçiçeğinde yer alan ayçekirdekleri saat yönünde 55 adet buna karşılık saat yönünün tersine 89 adet ayçekirdeği tanesi bulunur. 89/55=1.618 Sanırım artık sürpriz olmuyor.
Papatyalar da büyürlerken her dal Fibonacci serisine uyarak yükselmektedir.
Çam Kozalakları
Çam kozalaklarında saat yönünde 5 sıra varken ters yönde 8 sıra yer alır. 8/5=1.6 sayısını verir ki sanırım bu da phi sayısına oldukça yakın bir değer.
Nautilus Pompilius
Evrimin ilk aşamalarından beri değişmeden aynı büyüme şeklini izleyen kabuklu deniz hayvanlarının büyüme şekilleri ilgi çekicidir. Milyonlarca yıllık fosillerde de günümüzde de karşılaştığımız bu bildik şekil deniz kabuklarının büyümeleri altın oranı karşımıza çıkartır.
İşitme ve Denge Organı
İnsanın iç kulağında yer alan Salyangoz cisimciği ses titreşimlerini beyne aktaran bir sistemin parçasıdır. Bu ilginç organımız da, altın orana uyan salyangoz yapısındadır.
DNA
DNA molekülü tüm yaşamın programını taşımaktadır. Temelinde de altın oran bulunmaktadır. Her tam turunda 34 angstrom uzunluğunda ve 21 angstrom genişliğindeki çift heliks spiral yapısı ile tabi ki altın oranı bünyesinde bulundurmaktadır. 34/21= 1.619 sayısını bulmaktadır. Malum sayımız 1.618 yani phi sayısına ne kadar da yakın öyle değil mi?
Evren
Gezegenlerin birbirlerine olan uzaklıklarından tutun da, Satürn’ün halkalarına hatta evrenin kendi şekline kadar phi sayısı tekrar tekrar kendini gösterir.
Yeni buluşlar göstermiştir ki evrenin şekli bir dodecahedrondur (12 yüzü eşkenar beşgenlerden (pentagon) oluşan bir yapı ki bu da temelinde phi sayısı olan bir yapı olarak kendini gösterir.
Altın oran ile ilgili somut birtakım veriler ve ortaya çıkan gerçek durum söz konusudur. Yazı boyunca anlatılan örneklerde neredeyse baktığımız her yerde görme imkanımız bulunan altın oran için yapılabilecek bir yorum kaosun da bir düzeninin olabileceğidir.
Buna rağmen her güzel görünümlü geometrik şeklin illa altın oranlı olma şartı bulunmaz. Örneğin güncel panel televizyonların 16/9 oranlı şekli ve piksel sayılarının birbirine oranı yakın sayılsa da altın oranı vermez. 1,77 sayısını verir. Şöyle bir baktığımda bana gayet de güzel görünüyor. Yine sosyal medya siteleri resim gösterim oranları için genellikle kare şeklini seçiyor
|
|
|
10 MADDEYİ OKU HAYATIN DEĞİŞSİN |
Yazar: Mutlakguc - 14-04-2017, Saat: 16:13 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM
- Yorum Yok
|
|
“Hayata Dair Küçük El Kitabı” binlerce küçük öneri getiriyor. Bunlardan bir kısmını açıklamaya çalıştım. Bu diziyi diğer önerilerle devam ettirmememin başlıca nedeni kendi hayatımızda önerilerden çok deneyimlerimizin akılda kalıcı olduğu. O nedenle deneyinlerinizen ders almayı unutmayın deyip son 10 öneriye geçiyorum…
İrademizi ve kendimizi kontrol etmek zordur. İnsanın kendisiyle vermesi gereken savaşın kazananı yine kendisi olur.
1- Sarhoşken kimseye görünme. Eğer madde bağımlısı olduysanız zaten bununla yaşamayı öğrenmişsinizdir. Bu durumda bu durumdan kurtulmak için kendi isteğiniz gereklidir. Buradaki kasıt arada sırada bu duruma düşenler ile ilgili. Hangi nedenle olursa olsun içerken ölçülü olmanız ve kendinizi kontrol edemeyecek kadar alkol almamanız gerekir. Az çok bu sınırı bilirsiniz. Biraz rahatlayıp, keyifleneyim derken ipin ucunu kaçırıyorsanız, yapmayın. Buradaki görünmemekten kasıt eve girip kendiniz kilit altına alıp, şişenin dibini görmek değildir. Sadece sarhoş olmayın ve sonucunda da böyle bir durumda kimseye görünmeyin şeklinde anlaşılmalıdır.
2- Sigaradan arınmış bir yaşama ve çalışma alanı yarat. Sigara içiyor da olsanız çevrenizdekilerin temiz hava soluma hakkına saygı göstermeniz gerektiğini unutmayın. Aslında ihtiyacınız da olmayan bu madde bağımlılıktan kurtulmak daha yüksek bir hayat kalitesiyle yaşamanıza yol açacağı için bu zararlı alışkanlıktan uzak durmak için elinizden geleni de yapın. Ancak işinizin hiç de kolay olmadığını belirteyim. Zararını en iyi bilen doktorlar bile kullanmaya devam ederken sizin bırakmak ve gerçekten ihtiyacınız olmayan bu maddeden uzak durmak için benliğinizdeki vahşi canlıyı da ikna etmeniz gerekiyor. Bu konuda profesyonel yardım almak işinizi kolaylaştırabilir.
3- Kimseye, yorgun ya da bunalımlı görünüyorsun deme. Olumlu bir hava yaymak istiyorsan öyle bile olsa karşındaki kimsenin görünümü ile olumsuz bir yorum yapma. Bunun iki nedeni var. 1. Kendini gerçekleştiren bir kehanet etkisi yapıp karşındakini daha da kötü hissettirebilir. “Neyin var, neden moralsizsin” gibi sorular; morali düzgün insanları bile bezdirip, gerçekten moralsiz bir duruma sokabilir. 2. karşındaki kişinin, taşmak için bir damla suya ihtiyacı olan bir bardak halinde olabileceğini unutma. Böyle bir durumda iyi bir dost, bardaktan bir fırt alır. Üzerine, göre göre su eklemez. Bir iki hoş beşten sonra kendi isterse derdini sana söyler zaten.
4- Kumar oynama. Kolay kazancı kim sevmez? Kumar kolay kazanç yöntemi değildir. Kolay kayıp yöntemidir. En basitinden, en karmaşığına kadar kumarda hep ya kasa, ya da başkaları kazanacaktır. Elindeki küçük birikimi bu şekilde harcamak yerine daha iyi değerlendirebilmek ve binlerce yol bulmak için sadece daha iyi düşünmek yeterlidir.
5- Zor bir sorunla karşı karşıya kaldığında “bunu başarmamak imkansız” de. Moby Dick avına çıksan bile yanında balık sosu götür. Her şeyin nasıl gerçekleştirilemeyeceğini düşünüp yapmamak yerine, bir işin gerçekleştirilebilmesi için gereken yöntemleri bulmaya çalışmak daha yapıcı ve sonuç odaklı olacaktır. Bir işe başlarken iyimser olmak da, morali yüksek tutmak da iyi motivasyon sağlar. İnsanın bir işi başarmakta önündeki en önemli engel yine kendisidir. Bu nedenle başarmak üzere yola çıkmak en iyisidir.
6- Formda ol ve öyle kal. İnsan vücudu kolayca tembelliğe alışır ve çalışmasını yavaşlatır. Bu durumda alınan kaloriler daha çok depolanır. Az hareket etmek, vücudun sağlıksızlaşmasını kolaylaştırır. İhtiyacınız olduğunda gerekli gücü kullanamazsanız bir süre sonra daha da güçsüzleşirsiniz, çünkü kaslarınız kullanılmamaları halinde azalırlar. Günlük egzersiz yapmak, metabolizmanızı hızlandırır, kaslarınızı güçlendirir. Hareketsiz kalmayın.
7- Can sıkıntısını egzersiz yaparak dağıt. Normal şartlarda kafanızda halledemediğiniz sorunlardan egzersiz yaparak uzaklaşabilirsiniz. Sorunlardan kısa süreli olarak uzaklaştığınızda hele bir de spor yapıyorsanız. Kimi zaman çözümü birden bire bulabildiğinizi göreceksiniz.
8- Tasa yastığı sertleştirir. Seni rahatsız eden konular varsa, gece yatmadan önce, ertesi gün sorunu çözmene yardımcı olabilecek 3 konu not et. Böylece uyumak için geçecek o değerli sürede kafanızda birşeyler olmadan rahatlar ve dinlenebilirsiniz. Uyurken günlük sorunlarınızı çözemezsiniz. Ancak sorunları uykuda çözmeye çalışıp, uykusuz kalırsanız günlük sorunları çözmek için ihtiyacınız olan kuvvete ve düşünce gücüne ulaşamazsınız. Uyku bozuklukları tedavi edilmezse başka sorunlara yolaçabilir. Kendi başınıza çözemezseniz yardım alın.
9- İç huzurun için, değerlerinle çelişmeyen kararlar al. İnsan doğduğu andan itibaren değerler bütünüyle yoğrulur. Genellikle aileniz ve çevreniz sizin iyi bir birey olabilmeniz için çabalar. Edindiğiniz bu değerlere aykırı kararlar almanız halinde huzurunuz bozulabilir. Özetle iyi olmayan kararlar almayın ve bu nedenle de iç huzurunuzu kaybetmeyin.
10- Amaçsız bir yaşamdan sakın. İnsan yapısı gereği bir hedefi olduğunda yaşamdan daha çok keyif alır. Çünkü gerçekleştirmesi gereken şeyler vardır. Bu nedenle yoğun bir işiniz de olsa başka küçük hedefler belirlemek ve hobiler edinmek insanın kendini gerçekleştirme kapasitesini de artırır. Bu nedenle Emekliliğinizde de uğraşabileceğiniz hobiler edinmek iyi bir fikirdir. Yapacak bir şeyleri olmayan insanların genellikle yaşamak için bir nedenleri de kalmaz.
|
|
|
Reenkarnasyon Gerçeği ve Tanrı’nın Tekerrürü |
Yazar: Emka - 12-04-2017, Saat: 14:19 - Forum: Reenkarnasyon
- Yorum Yok
|
|
Gelin biraz farklı açılardan, bize bugüne kadar anlatılanlardan, öğretilenlerden ve inandıklarımızdan bir anlığına çıkarak bir yolculuk yapalım.
Hani deniyor ya; bir kar tanesi diğer bir kar tanesine benzemez ve asla aynı olmaz. Bunu Tanrı’nın yaratımının sonsuzluğuyla benzeştirecek olursak; bu onun hiçbir varlığa benzemezliğinden ve dolayısıyla onun sıfatlarındandır diyebiliriz. Bu bakış açısıyla da defalarca dünyaya gelmemiz kendimizin benzeyen versiyonlarıyla gerçekleşecekse elbette buna gerek yoktur ve bir kere dünyaya gelindiğinde, tekrar tekrar dünyaya aynı varlığın gelmesine de Tanrı’nın ihtiyacı yoktur.
Hal böyleyken her gelen varlık, kendi potansiyellerini kullanmak üzere bir kere dünyaya geliyor diyelim, ama gelin biz şimdi burayı birlikte biraz genişletelim.
O zaman nedir bu reenkarnasyon ve gerçekten var mıdır?
Sonsuzluğu anlayabilmek adına yaşanılan tüm deneyimler, iç içe geçmiş evrenlerde, kendini daha da genişletmek adına bunu tekrar olarak yapmazlar. Sürekliliğinin devamı için her düşünce, çok boyutlu olarak form almak zorundadır. Bu yine tekrar değildir. Kendini tekrar olarak gösteren, formsuz olanın, kendini değişik versiyonlarıyla deneyimlemesidir ve her deneyim onun tekamül etmesi için zorunludur. Buna kısaca reenkarnasyon diyebiliriz. Kaybın ve kazancın olmadığı dünyada yaşamak için ölüm gerçekten bir zorunluluk olarak dayatılıyorsa, bakmamız gereken tam da burasıdır. Oynanan ve tekrar eden döngüler, yeniden doğumun, yeniden başlangıcın da sembolü olabilir mi?
“Cilt hücreleriniz ayda bir kez ölmek zorundadır. Mide hücreleriniz her 5 günde bir ölür. Bağışıklık hücreleriniz, örneğin, kan hücreleriniz her 120 günde bir gibi kısa sürede ölür ama bakterilere nasıl saldıracaklarını da hatırlarlar. Ve aslında her bağışıklık hücresi o hastalık mikrobuna bakar ve der ki; ben bu elemanla bu deneyimi daha önce yaşadım mı? Ben yaşamadım, ama dedem onun hakkında ne düşünüyordu? Çünkü önceki hücrenin hafızası, yeni hücrenin hafızasında yeniden dönüşüp kullanılabilir olmuştur. DNA evrim hafızasının belleğidir. Ama DNA’nın maddesi her 6 haftada bir oluşur ve yok olur. Böylece döngüsel olarak yaşam bulan şey bir HAFIZA MATRİSİDİR Kİ; bu benim kendi derin bilinçlilik kavrayışımla, beyinde değildir ya da bedeninizde değildir. Bir yerde yerleşik değildir, bilinçliliktedir ki, bilinçlilik, zaman ve mekanda bir yere sahip değildir. Yani bizler, bilinçlilik halinin yeniden yaşam buluşuyuz. Eğer bunu anlayabilirsek, ölüm ve yeniden doğum gerçek anlamda YARATICILIK’TIR. Daima yeni içeriği, yeni anlamları, yeni ilişkiler yaratıyor. Reenkarnasyon sözcüğünü kullanmaktan çekiniyorum dini ideolojide kayboluyoruz o zaman.”
Bu noktadan hareket ederek bunu kendi konumuzla ilişkilendirecek olursak, Tanrısal tekerrürün asıl amacı; düşük bilincin, kendini deneyimler aracılığıyla tekrar ede ede, üst bilince tekamül etmek için oynadığı oyunun tamamlanması olabilir mi? Bu konuda gelin Deepak Chopra’nın sözleriyle devam edelim: Aksi takdirde yazının en başında verdiğimiz kar örneği yerine, sanal tekerrür ya da reenkarnasyon illüzyonuyla karşılaşırız ve kendini tekrar eden, ama tekamül etmeyen varlıklar halinde kalmaya devam ederiz.
O zaman tekerrür bir gereklilik midir? Evet.
Çünkü öz herhangi bir deneyime geçtiğinde, tüm versiyonlarını an bilincinde, aynı anda deneyimler ve kendini bu şekilde bilmeye başlar. Tekrarlanmış gibi duran deneyim, aslında bu anlamıyla aynı değildir; zira bütünselliği tüm versiyonlarıyla bildiğinde yine formsuz alana geri dönerek, başlangıcı ve sonu olmayan, ilahi olana, kaynağa yani özüne kavuşmuş olur.
Özet olarak; ilahi olan bilincin tekerrür etmesi; kendi eşsiz biricikliğini sonsuz boyutlarda ifade etmesidir. Tanrısal bilinç açıldığında, reenkarnasyon ya da yaşamlar kendini tekrar etmez; zira “O” olduğunun bilincinin hatırlaması gerçekleşmiştir.
Diğer bir deyimle; “Tanrı kendini hatırlamıştır.” Bu elbette yeni bir başlangıç için formsuz olanın, yeni bir forma bürünmesinin aşkınlığıdır. Oyun şimdi yeniden, ama yeni bir biliş olarak başlıyor desek mi acaba?
“Kendini bilmek için ne yaptın?”
“Sordum.”
“Sorunca bildin mi?”
“Hep aynı cevap geldi.”
“Ne dedi?”
“Genişle!”
“Nereye genişledin?”
“Diğer ben’lerime.”
“Sen cevaplardan yeni soru sordun mu?”
“Evet.”
“Kimsin sen?”
“…”
“Her gelen yeni cevap yeni bir ben oldu.”
“Kimmiş bu yeni ben?”
“Tüm tekrarlardan, tekrarsız olana giden.”
“Giden ve gelen kim?”
“Ben O Ben Olanım.”
“Kim dedi bunu?”
“Tüm paralel veçhelerimden kendini Ben Benim’imle ifade eden.”
“Kimsin sen?”
Deepak Chopra
|
|
|
Ellerinizin Beyninize Karşı Geldiği Acayip Hastalık: Yabancı El Sendromu |
Yazar: Spiritüeller - 11-04-2017, Saat: 18:32 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Ellerinizin size karşı geldiğini bir düşünsenize? Bu hastalığa sahip kişiler kendine zarar verebiliyor ve bu kişilerin toplum içinde yaşamaları da bir hayli zorlaşıyor. Beynin çalışma sistemi ile ilgili olan bir hastalık: Yabancı El Sendromu.
beynin çalışması, gelen sinyallerin uyumuyla sağlanır. sağ yarım küre vücudun sol yanı ile ilgili şeyleri kontrol ederken sol yarım küre sağ tarafla ilgili şeyleri kontrol eder. bu kontrol çeşitli bağlantılar sayesinde uyum içerisinde sağlanır. beynin sağ ve sol yarım küresini birbirine bağlayan ve bu sinyallerin geçtiği yolları barındıran corpus callosum denen bir yapı var.
Bu yapı beyinde, aşağıda pembe olarak gösterilmiş yerdedir. Hastalık bu bölümün hasarlanması sonucu oluşuyor.
yabancı el sendromu, anarşist el sendromu, gavurların deyimiyle alien hand syndrome işte bu yapının hasarlanmasına bağlı görülen çok garip bir hastalık. kişi vücudunun bir tarafını özellikle de bir elini istediği gibi yönlendiremiyor(ki bu el genellikle sol el oluyor). ve hatta el bağımsızlığını ilan etmişçesine kontrol dışı hareketler yapabiliyor.
kişi uykudayken sol el kendini boğmaya çalışıyor mesela. korku filmi sahnesi gibi ama değil işte. bir el gömleğin düğmelerini iliklerken ötekisi buna karşı çıkıp iliklenmiş düğmeleri açıyor. bağımsız el kişinin istemi dışında bir objeye odaklanıp ani hareketle onu yakalayabiliyor. arabayla giderken sağa dönülmesi gereken bir yerde sol el devreye girip bir anda direksiyonu sola döndürebiliyor. kişi gazete okurken bir eliyle sayfayı çeviriyor, hoop öteki el yeniden bir önceki sayfayı açıyor. yanınızdaki bir insana aniden istemsizce tokadı bastığınızı düşünün mesela. ne diyeceksin ki adama. benim bir hastalığım var elimi kontrol edemiyorum falan.
bu hastalara yapılmış çeşitli testler var. bir tanesi çok ilginç. kişiden sol eliyle sol kulağını tutması isteniyor. kişi yapamıyor. ''yaptığımı düşünüyorum ama yapmamış oluyorum.'' diye ifade ediyor kendisini. ilginç olan noktaysa aynı şeyi sağ eliyle yapması istendiğinde tam sağ el kulağa gidecekken sol el ondan hızlı davranıp kulağı tutuyor. rekabetçi pezevenk. başka bir deneyde kişinin sağ gözü kapalıyken pornografik içerik gösteriyorlar. kişi kızarıyor, utanıyor, bi hareketlenme oluyor. sorduklarında, nedenini bilmediğini söylüyor. sol eline hissedebileceği üç boyutlu bir rakam verip sağ eliyle bunu yazmasını istiyorlar. kişi sol eliyle tanımlayıp sağ tarafa atamadığı için bu bilgiyi yanlış rakam yazıyor. çeşitli vaka örnekleri ve hastalar da şurda mevcut.
|
|
|
WOOLPİT VE BAJOSUN YEŞİL ÇOCUKLARI |
Yazar: Archilles - 11-04-2017, Saat: 15:14 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
|
Zaman zaman karanlığın içinden bu dünyaya ait olmadığı düşünülen insanlar gelir ve bir sır olarak yaşayıp sır olarak da ortadan kaybolurlar. Bu insanlar içinde en ünlüleri şüphesiz Yeşil Tenli Çocuklardır.
1883 senesinde İspanya’nın Banjos kasabası yakınında iki küçük çocuk bulunacaktır. Bunlar ne kaybolmuş ve ne de aileleri tarafından terk edilmiş çocuklar değildiler. Çocuklar tarlada gündelikçi olarak çalışan işçiler tarafından korku içinde ağlarlarken bulunmuşlardı. Sesleri duyan işçiler çevreyi araştırmışlar ve bir mağaranın hemen ağzınada birbire sarılmış korku içinde ağlayan iki küçük çocuğu görmüşlerdi.Dilleri İspanyolca olmadığı için anlaşılamamaktaydı. En ilginçi elbiseleri garip bir metalden yapılmıştı…
Çocuklardan biri kız diğeri erkekti ve her ikisinin de rengi yeşilin değişik bir tonuydu. Çocuklar bakılmak için kasabaya getirildiyse de erkek olanı hiç bir şey yemediğinden bir süre sonra öldü. Kız çocuğu hayatta kaldı ve kendisini kurtaran İspanyol köylüleri ile birlikte yaşamaya başladı. Onların dilini öğrenince güneşi olmayan, devamlı karanlığın hüküm sürdüğü bir yerden geldiklerini söyledi. Nasıl geldikleri sorulduğunda; büyük bir patlama duyduklarını, “bir şey” tarafından fırlatıldıklarını ve kendilerini mağaranın önünde bulduklarını anlatıyordu.
Yukarıda anlatılan olayın neredeyse aynısı 12 yüzyılda yaşamış olan İngiliz tarihçi Newburgh’lu William’ın vakarüsnamelerinde de anlatılmaktadır. Bu kez yer İspanya değil İngiltere’nin küçük bir kasabası olan Woolpit’tir;
1100 yıllarında Kral Stephen zamanında (1135-54) bu küçük kasaba yakınlarında iki küçük yeşil çocuk bulunmuştur. Rahip Newburgh’lu William kayıtlarına olayı şöyle geçirmiştir: “Hiç kimse dillerini anlamıyordu. Kasabanın yargıcı olan Sir Richard de Calne’nin evine götürüldüklerini de her iki de çaresizlik içinde ağlıyorlardı. Önlerine konulan ekmek ve diğer yiyeceklerin hiç birine dokunmadılar. Daha sonra kız çocuğunun anlattığına göre bu sırada neredeyse ölecek kadar açtılar. Biraz ileride bulunan baklaların için açarak yediler. Bunun üzerine yanlarına yeni baklalar getirildi ve içleri verildi. Bunları büyük bir iştahla yediler. Bundan sonra başka da bir şey yemediler. Erkek çocuğu oldukça uyuşuk duruyor ve devamlı tedirgin davranıyordu, zaten bir süre sonra da ölmüştür. Kız çocuğunun sağlığı gittikçe iyileşecektir. Türlü yiyecekler yemeye başlayacak, zamanla derisi yeşil rengini kaybedecektir“. Kız İngilizceyi öğrendi ve nereden geldikleri sorulduğunda; tüm yaşayanlarının yeşil tenli olduğu güneşi olmayan bir yeri tarif etti. Büyük bir mağara içinde gezerlerken, erkek çocuk ile birlikte kalabalıktan ayrıldıklarını, kaybolduklarını güneşini gözlerini alan aydınlığını gördükleri yere yöneldiklerini ve böylece mağaradan dışarı çıktıklarını anlattı. William’ın kayıtlarına göre kız geldikleri yerin Aziz Martin ülkesi olduğunu ve orada herkesin hıristiyan olduğunu söylediğini yazmaktadır.
Heyecanlı bazı yazarlara göre bu çocuklar uzaydan veya yer altı medeniyetlerinden gelmişlerdir. Şüphecilere göre bunlar yolunu kaybetmiş yakındaki kasaba olan Fordham St.Martin’li çocuklardı. Açlıktan renkleri yeşile dönmüştü.
Saklı Site’nin görüşü: Bize göre her iki olay aynıdır. Banjos’ta geçtiği anlatılan olay aslında Woolpit’teki olayın bir kaç yüzyıl sonraki versiyonudur. O tarihlerde bölgede arsenik yatakları vardır ve bunların işlenmesi konusunda çok fazla bir bilgi yoktur. Arsenikten zehirlenerek akli dengelerini kaybeden ve yolunu şaşırmış komşu kasaba çocukları hurafelere pek düşkün olan İngiliz köylüleri tarafından bulunmuş olmalıdır. Yeşil renkli deri, halsizlik, iştahsızlık arsenik zehirlemesinin karakteristik özelliğidir. Nitekim öykünün sonunda yeşil tenli kız normal insan davranışlarına geri döner, hatta evlenir ve çocuk sahibi olur.
|
|
|
DÜNYA'NIN BAŞINDAKİ YENİ BELA : CUPAKABRA |
Yazar: Archilles - 11-04-2017, Saat: 15:09 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
|
Yaklaşık 15 yıldır Güney Amerika’ye dehşete düşüren bu yaratık Batılı Bilim Adamları için sadece bir efsane… Oysa bölge halkı için gerçek bir bela olan bu garip yaratığın hiç şakası yok. saldırı sayısı ve tanık o kadar çok ki oralarda bir yerde hakikaten bir şeyler dönüyor olmalı..
Chupacabra efsanesi ilk olarak 1995 yılında Puerto Rica dağlarında duyuldu. Canovanas civarında garip bir yaratık çiftlik hayvanlarının kanını içerek onları öldürmeye başladı. Bulunan hayvanların cesetleri üzerinde kanın çekildiği küçük bir veya birkaç delik bulunmaktaydı. Hayvan cesetlerini inceleyen bir yerel veteriner “Yaralar kamış çubuk girecek kadar ve 8-10 cm kadar derine inmekteydi” diye açıklama yapmıştır. 1995 yılında başlayan esrarengiz katliamlar daha sonraki senelerde de artan oranda sürecektir. Chupacabra’nın saldırısına uğrayan bir kadın, onu koyu kırmızı gözlü, sivri dişli kanguru benzeri bir yaratık olarak tanımlamış tır. Canovanaslı bir başka tanık ise yaratığı “60-70 cm. boyunda dinozorunkine benzer derili, tavuk yumurtası büyüklüğün de kırmızı gözleri olan, uzun sivri dişli ve sivri çeneli geri doğru yatan kafası olan” bir yaratık olarak tarif etmiştir. Evcil keçilere musallat olduğu için ona Keçiboğan adı verilmiştir
Kasım 1997 senesi içerisinde Puerto Rica’dan yeni Keçiboğan raporları gelmeye başlamıştır. Luis Guadalupe gördüğü yaratık için “çirkin bir şeytan gibiydi,havada uçuyordu” kelimelerini kullanmıştır. “Bir yılanınkini anımsatır uzun bir dili vardı” demektedir.
Pekiyi bu yaratık neyin nesidir? Bazılarına göre kurttur, bazılarına göre vampir kimine göre ise şeytan veya uzaylı yaratıklardır. Puerto Rico uzun zamanlar Uçan Dairelere ev sahipliği yapmıştır. Amerikan hükümetinin burada bir askeri üs kurduğu ve üsten esrarengiz gemilerin havalandığı anlatılır.
Chupacabra’nın görülmesiyle birlikte, şeytanla ilgili efsanelerde bahsi geçen yoğun bir kükürt kokusu etrafı kapladığı söylenmektedir. Tanık Madelyne Tolentino kanguru gibi zıplayan hayvanı gördüğünde, sülfür kokusu aldığını anlatmaktadır. Bazı olaylarda inanılmaz bir güç gösterdiği bilinmektedir. Bir olayda yaratık 3,5×4 metre ebadındaki bir demir kapının menteşelerini attırmıştır. Bir dedikoduya göre ise yaratık çıkardığı koku sayesinde avının hareketsiz kalmasını sağlamaktadır. Böylece onun kanını daha rahat içebilmektedir. Yaratık sadece çiftlik hayvanlarına değil insanlara da saldırmaktadır. Jalisco’da oturan Angel Pulido “büyücü gibi dev bir yarasa tarafından” ısırıldığını bildirmiştir. Ayrıca Meksika’dan Teodora Reyes, Chupacabra’ya ait olduğunu iddia ettiği toprak üzerinde pençe izleri tespit etmiştir.
Bu tür kan içme ve vampir olayları Puerto Rico ve Meksiko halkını oldukça korkutmaktadır. Chupacabra’nın gün ışığında mağara veya toprak altında saklanıyor olma ihtimali halkı tedirgin etmektedir. Ne yazık ki, Puerto Rico bir çoğunun içerisine hala girilememiş millerce uzunlukta mağara sistemleriyle örülüdür. Bu da bir Chupacabra avının yapılması imkanını ortadan kaldırmaktadır. Puerto Rico’da yaratığı aramaya oldukça gönüllü biri vardır. Canovanas Belediye Başkanı: Jose Soto. Başkanın 30 cm uzunlukta bir hac ile silahlanarak kendini korumaya aldığı söylencesi yaygındır. Tüm bunlar oldukça komik gibi görülse bile Puerto Rico halkının olay karşısında duyduğu korkunun neticesi olduğu açıktır.
Meksika ve Amerika Birleşik Devletleri’de Durum Ne Alemde
Amerika’daki olaylar Meksika’daki olaylarla inanılamayacak kadar benzer özellikler göstermektedir. İlk gelen rapora göre Arizona, Tuscon’da Billy Nubian’ın iki keçisine gece yarısı bir yaratık tarafından saldırılmıştır. Billy yaratığın büyük bir fare gibi olduğunu, projektör ışığını üzerine çevirdiğinde insan gibi bir çığlık atarak oradan uzaklaştığını söylemiştir. Kaliforniya, Teksas, Baya Kaliforniya ve Miami’den benzeri Chupacabra raporları alınmaktadır. Baya Kaliforniya’da boğazında iki delik bulunan hayvan cesetleri bulunmuştur. Gelen raporlar göre bir köpek ölüsü bulunmuştur. Miami’de bir gecede tam 69 adet çiftlik hayvanı katledilmiştir. Hayvanlar Sweetwater bölgesinde yaşayan iki çiftliğe aittir ve sahipleri bu işi Chupacabra’nın yaptığına inandıklarını televizyonda açıklamışlardır.
Panama’da, Daisy Arauz evin köpeğinin Chupacabra tarafından katledildiğini açıklamıştır. Tüm ülkede boğazında delikler bulunan hayvan ölüleri rapor edilmiştir. Elizabeth Seavedra gece yarısı bir Chupacabra’nın saldırısına maruz kaldığını iddia etmektedir
Brezilya
Brezilya’da oldukça kuvvetli Chupacabra olayları olmaktadır. 29 Haziran 1997 yılında Brezilya televizyonunda Chupacabra ile ilgili bir program yapılmıştır. Brezilya’da bir çok Keçiboğan olayına değinilmiş, hatta birinin ölü ele geçtiği haber konusu edilmiştir. İki adam geceleyin balık avlarken gölden bir yaratığın çıktığını görmüşler. Ne olduğunu anlayamamışlar ve üzerine ateş etmişlerdir. Ertesi sabah Chupacabra’nın ölüsünü bulmuşlardır. Hayvanın kafasını koparmışlar ve saklamışlardır. Programda tanıklar kafayı halka göstermişlerse de, hayvanın diğer kısımlarını ve kemiklerinin tahlil için verilmesini reddetmişlerdir.
|
|
|
AYDINLIK VE KARANLIK GÜÇLER |
Yazar: Archilles - 11-04-2017, Saat: 14:37 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Antik Mısır Sırlan'nı konu edindiğimiz bu kitabımızda Mısır'da yetişen inisiyelerden de örnekler vermek zaten gerekliydi ve biz de öyle yaptık. Ancak Mısır İnisiyeleri ile ilgili bir bölüm yapmamızın bir diğer nedeni de, bu inisiyatik bilgilerin dünya üzerinde ne denli zorluklarla karşılaşmış olduğunu bir kez daha sizlere hatırlatmak içindi...
Mısır'da yetişen inisiyeler kuşkusuz ki verdiğimiz bu üç örnekle kısıtlı değildir. Bu kişiler, sadece birer örnek olması bakmımından ele alınmalıdır... Bu birkaç örneğimizden de çok kolaylıkla anlaşılacağı gibi inisiyasyona ait bilgiler, Tufan sonrasında birtakım güçler tarafından her çağda büyük bir baskıya manız kalmıştır. Bu baskılar ilk olarak Mısır'daki İskenderiye Kitaplığı'nın yakılışı ve Mısırlı rahiplerin katledilmesi ile kendisini göstermiş, sonra da bu merkezlerde yetişen kişiler gittikleri ülkelerinde büyük baskılara maruz kalmışlardır. Yani ezoterik bilgiler. Demir Çağ'ın hemen her döneminde bilinen ve bilinmeyen karanlık güçlerce hep aşağılanmış, baskıya maruz bırakılmış hatta bunlarla da yetinilmeyerek, bu öğretileri savunanlar bizzat bu güçlerce acımasızca katledilmişlerdir. Bu konuya özellikle dikkatlerinizi çekmek istiyorum.
Evet, şunu asla unutmayın: Ezoterik bilgi birikimi bir takım karanlık güçlerce hep yokedilmek ve bu bilgilerin halka yansıması hep engellenmek istenmiştir. Bu yolda sadece inisiyeler, mürşitler, filozoflar, rahipler değil, paygamberler bile katledilebilıniştir.
Bu konu son derece önemlidir... Ve bu konu günümüzde de geçerlidir...
İlk kez Atlantis'teki "Bir'in Oğulları" ile "Belial'in Oğulları" arasında başlayan ve sonrasında bizim kıtalarımızda Agarta ve Şambala Rahipleri'nce sürdürülen aydınlık güçlerle karanlık güçlerin mücadelesi, Demir Çağ'da cinayet ve katliamlarla kendisini göstermiştir.
İskenderiye Kitaplığının yakılışıyla bizim deveremizde etkisini hissettirmeye başlayan "Karanlık Güçler"in baskıları Örfe, Fisagor, İsa Peygamber, Hallaç-ı Mansur gibi inisiyatik ve batnıi şahsiyetlerin katledilişleriyle doruk noktasına çıkmıştır. Çinliler tarafından katledilen Tibetli rahipler ise başlı başına bir kitap konusudur...
Canları pahasına da olsa, kanlarıyla inisiyasyonun bilgeliğini geleceğe taşımış olan tüm batini düşünür, filozof ve inisiyeleri burada saygıyla anıyoruz...
Eğer bugün batınilikten, ezoterik öğretilerden ve inisiyatik sırlardan söz edebiliyorsak, onlar sayesindedir... Bu baskılar bugün de vardır, bundan sonra da olacaktır. Ta ki, gerçekler apaçık ortaya çıkıp uyanışın esintileri dünyamızı sarana dek...
VARILACAK SON NOKTA: KIYAM ETMEKTİR...
Geleneksel sürünün içinde değil, dışında yaşamaya çalışan okurlarımıza sunduğumuz bu kitapla, apaçık bilgilerin ortaya çıkacağı günlere doğru bir adım daha atmış bulunuyoruz. Evet... Henüz apaçık bilgilerle konuşamıyoruz... Hâlâ sembollerin üstünü açmaya çalışıyoruz... Ama biliyoruz ki, bir gün perdesiz olarak gerçeklerle temas edebileceğiz. O günler uzak değildir!... Göreceksiniz, duyacaksınız... Başlangıçta vaadedilen o günlere doğru hızla yaklaşmaktayız. Gerçekler apaçık bir halde ortaya çıktığında "görünenin hiç de göründüğü gibi olmadığı" herkes tarafından anlaşılacaktır.
Ancak apaçık gerçeklere bakabilmek için buna gözlerimizi hazırlamamız gerekmektedir. Uzun bir süre karanlıklar içinde kalan bir göze aniden ışık verildiğinde nasıl bir sonuçla karşılaşacağı ortadadır. İşte şu an yapılmaya çalışılan, karanlıklar içinde yaşamaya alışmış gözlere perdelenmiş ışığı tutmaktan ibarettir.
Işığı perdesiz bir şekilde seyredebilecek yetkinliğe gelinceye kadar, dinler, felsefeler ve mitolojiler fonksiyonlarım sürdürmeye devam edeceklerdir. Işık perdesiz olarak ortaya çıktığında ise bu müesseselere artık ihtiyaç kalmayacağı için bütün bu müesseseler fonksiyonlarını bitireceklerdir. Geleceği söylenilen Altın Çağ'da dinler devrinin kapanacağının anlamı işte budur.
Bunu yüzyıllar öncesinden ifade edenler olmuştur. İslâm Dini içindeki önde gelen Batıniler'den Muhyiddin Arabi bunu tek bir cümleyle şöyle özetlemişti: "Arif için din yoktur..."
Tüm bu sözlerin ne anlama geldiği apaçık bilgilerin ortaya çıkmasıyla yakında çok daha iyi anlaşılacaktır. İşimize gelse de gelmese de, varılacak en son nokta budur. Dinlerin son nokta olarak gösterdiği kıyam etmek de budur.
Uyanış!... Ama ne zaman?...
Söz konusu olan bu ezoterik bilgiye göre:
Dünya nüfusu 7 Milyar olduğunda içinde bulunduğumuz devrenin biterek, yeni bir devrenin başlayacağın söylenmektedir. Dünya nüfusunun artış oranı dikkate alındığında, bu rakkama 2010 - 2014 yılları arasında ulaşılması beklenmektedir. Bu birçok kehanet ve eski uygarlıklardan günümüze kalan ezoterik bilgilerle örtüşen bir tarihtir. Ayrıca bilindiği gibi 2012 Balık Burcu Çağı'nın sona erip. Kova Burcu Çağı'nın başlayacağı bir tarihtir.
Bu tarih başta Orta Amerika yerlileri olmak üzere birçok toplumun ezoterik bilgilerinde genel uyanış günlerinin yoğun olarak hissedileceği sürecin başlangıcı olarak da nitelendirilmektedir.
Bunlardan hep daha önce söz etmiştik. Ancak işin ilginç yanı ruhlann sayılması ile ilgili Mısır'ın Ölüler Kitabı'nda da söz edilmesidir. Evet, son derece manider bir şekilde Mısır'ın Ölüler Kitabı'nda da ruhlann sayılmasıyla ilgili bir tema işlenmiştir
Sözlerimi Mısır'ın Ölüler Kitabı'nda geçen bu konuyla ilgili bir satırla noktalamak istiyorum:
"Ruhların sayıldığı gün mabette Büyük Tanrı'yı görmelerie izin ver ve oturdukları yerler gizli olanların Osiris'le konuşmalarına izin ver."
Ruhların sayıldığı gün...
Ruhlar niçin sayılsın diye düşündüğümüzde, buna klasik bir yaklaşımla, mantıklı bir cevap vermenin zorluğu ortadadır. Demek ki belli bir sayının tutup tutmadığının anlaşılması bur rada söz konusu edilmektedir. Bu sayıyla ilgili Ölüler Kitabı'nda net bir bilgi verilmemektedir ama ruhların sayılacağından açıkça bahsedilmektedir. Bu da 7 Milyarla ilgili ezoterik bilgiyi daha ilginç kılmaktadır.
|
|
|
İNSANIN FİZİKSEL VE RUHSAL UNSURLARI |
Yazar: Archilles - 11-04-2017, Saat: 14:27 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Mısırlılara göre insan sadece üç boyutlu maddeden oluşan bir varlık değildi. Mısırlılar'a göre nasıl ki evren sadece üç boyutlu maddelerden ibaret değilse, insan da sadece görünen fiziksel bedeninden ibaret bir varlık değil, kökeni Tanrılar'a doğru uzanan ilâhi bir varlıktı.
Mısır Kültürü ile ilgili hangi kitabı açarsanız açın, insan bedeniyle ilgili Mısırlılar'a atfedilen şöyle bir tanımlamayla karşılaşırsınız:
"Eski Mısırlılar, insanın fiziksel bir bedenden daha fazlası olduğuna inanmışlardı, Bu inançlarından dolayı da insanın yapısını bazı bölümlere ayırıyorlardı. "
Mısırlılar'ın insan bedenini birden fazla unsurlara sahip olarak tanımlamalarının altında, ileri düzeyde metapsişik ve ezoterik bir temel yatmaktaydı. İnsanı meydana getiren temel unsurlar, ezoterik içerikli bilgilere göre başlıca yedi katmandan oluşmaktaydı. Bunlar sırasıyla şöyle tanınılanınaktaydı:
1- Fizik Beden
2- Eterik Beden
3- Astral Beden
4- Mantal Beden
5- Kozai Beden
6- Ruhsal Beden
7- İlâhi Beden
Yedi farklı beden olarak isimlendirilen bu katmanlar, ruh enerjisinin kendisini tezahür ettirdiği farklı maddesel oluşumlardır. Ruhsal enerji, fizik bedene gelinceye kadar yüksek enerjisini bu alanlarda kabalaştırmaktadır.
Metapsişik ve Ezoterili Bilgiler'e göre: Ruhsal enerjinin dünyada bir beden içinde tezahür edebilmesi için bu tampon bölgelere ihtiyacı vardır. Bu, enkarnasyon için gerekli olan bir durumdur. Bu tampon maddesel oluşumlar sayesinde ruh varlığı üç boyutlu kaba vibrasyonlu madde ile irtibata girebilmektedir.
Ezoterik Öğretiler'de dile getirilen insanı meydana getiren yedi temel unsurun, Mısır dilindeki karşılıkları şöyle sıralanmıştır;
Ezoterik --> Mısır
Fiziksel --> khal (tçet)
Eterik --> (biyomanyetik) khailjit
Astral --> ka
Mantal --> ab
Kozal --> (Yüksek Mantal) ba
Ruhsal --> khu (sah), (sahu), (sah-tut)
İlâhi --> khahs
Ezoterik geleneğe göre, bu bedenler en ruhsal olandan en maddesel olana doğru sıralanır ve birbirlerine gümüş kordon denilen nıanyelik bir bağ ile bağlıdır. Bilinç, kendisini, her bir bedene bu gümüş kordon aracılığıyla odaklar. Gün boyunca bilinç fiziksel bedene odaklanır. Gece uyurken süptil bedenlerden birine, genellikle aslral ya da çok ender olmak üzere mantal bedene odaklanır. Diğer bedenlere bilincin odaklanabilmesi çok özel koşullara bağlıdır.
İçsel Kıyamet - İçsel Uyanış
Mısır İnisiyasyonu'nda adaylara öğretilen psişik çalışmalardan en önemlisi, bilincin bu süptil bedenler arasında istenildiği zaman istenilene otlaklanmasıydı. Mısırlı rahipler bilinçlerini istedikleri zaman istedikleri bir süptil bedene odaklayabilmekteydiler. Bu da, onlara hayâl bile edilemeyecek yüksek bir algılama yetisi kazandırmaktaydı. Karşılarına aldıkları bir adayın tüm eski yaşamlarını kolaylıkla okuyabilmelerinin teknik açıklaması işte bu yeteneklerine bağlıydı.
Majik çalışmalarda da bu alandaki yetenekleri çok önemli bir rol oynamaktaydı. Bu nedenle her Mısır inisiyesi bilincini, bu süptil bedenler arasında gezdirmeyi öğrenmek zorundaydı ki, bu yıllarca süren çok zorlu psişik çalışmalar sonunda elde edilebilmekteydi.
Ancak bunu sadece bir yetenek ve majik çalışmalarda kullanılan bir teknik olarak görmemek gerekir. Bu aynı zamanda inisiyasyonda adayı uyanışa götüren bir sürece de karşılık gelmekteydi. Bilinç daha üst bedenlere odaklanabildikçe büyük bir içsel aydınlanma ve uyanma da beraberinde gelmekteydi ki, bu inisiyasyonun da ana hedefini oluşturmaktaydı.
Bu içsel bir miraç yani içsel uyanış ya da Tasavvufi çalışmalarda kullanılan terminoloji ile söyleyecek olursak, bu tam anlamıyla içsel kıyamete doğru süren bir yükselişi ifade etmekteydi.
Bu öylesine büyük bir algılama yeteneği sağlıyordu ki, öncelikle inisiye adayı kendi özüyle karşı karşıya gelerek, ruhsal büyüklüğününün ne boyutlarda olduğunu anlayabiliyordu. Ruhsal özünde ne denli büyük bir polaıısiyal gücü içinde barındırdığını farkeden inisiye bu gücü nasıl kullanabileceğini de böylelikle anlayabiliyordu.
Bu tam anlamıyla bir uyanışı ifade etmekteydi. Kendi sırrını keşfederek, Tanrılar'ın da sırrını (iğrenebiliyordu. Böylelikle "'Kendini bilen Tanrıları da bilir" sözünün içerdiği derin anlamı, tüm benliğinin içinde hissedebilmekteydi.
Ezoterik çalışmalarda "İçsel Uyanış olarak ifade edilen bu konu, İslâm Tasavvufu'nda "İçsel Kıyamet" olarak isimlendirilmiştir.
Ka'sına Geçmek
"Ka'sına geçmek" deyimi Eski Mısır Dili'nde "ölmek" anlamına kullanılmaktaydı. Ka'sına geçmekten kasıt, fizik bedeninden Ka'nın ayrılmasıdır Yani Astral Beden'in fizik bedeni terkedişi ifade edilmektedir. Bedenin terkedilişi yani ölüm olayı hiyeroglif resimlerinde insan başlı kara leylek türü bir kuşun bedenin içinden çıkıp yükselmesi şeklinde temsil edilmekteydi.
Bu diğer ulusların ezoterik öğretilerde de aynı şekilde sembolleştirilmiştir. Örneğin Anadolu Halk Gelenekleri'nde yeni doğan bir bebeği leyleklerin getirdiğinin söylenmesi de işte bu eski ezoterik sembolizme dayanmaktadır. Anadolu'da bebekleri leyleklerin getirdiğinin söylenmesi, aslında bebeklerin ruhsal olarak astral bedenleriyle (Ka'larıyla) dünyaya doğdukları anlamına gelmektedir. Yani Mısır'daki siyah kuşun yerini leylek almıştır.
Günümüzde bu anlam unutulmuş olsa da, bu Halk Kültürü halen kolektif hafızalarda yaşamaya devam etmektedir. Neyse, biz konumuzu dağıtmayalım ve Anadolu'dan tekrar Antik Mısır'a dönelim...
Ölüm Deneyimi ve Astral Tortular
Ayrıntılı örneklerini, Mısır'ın Ölüler Kitabı'nı inceleyeceğimiz bir sonraki bölümde göreceğimiz gibi. Mısırlılar'ın Öte Alem tasavvurlarıyla, ruhun bu hiyerarşik yapısının çok önemli bir paralelliği vardı. Bedenin terkedilişinden sonra ruhsal varlığın Öte Alem'de hangi seviyede bir yer edinebileceği, ruhun yaşarken bilincini hangi bedene kadar yükselterek odaklayabildiğine bağlıydı.
Bilincin kendisini daha yüksek bedenlere odaklayabilmesi için yapılması gereken ilk şey: Astral Beden'in temizlenmesiydi. Astral tortular bilincin diğer bedenlere odaklanmasına engel teşkil eden en önemli etkendi.
Hiyerogliflerde kuşun insan bedeninden ayrılışı ölüm anını dile getirdiği gibi aynı zamanda astral seyahati da ifade etmektedir. Özellikle de inisiyasyonda ölüm deneyimi olarak adlandırılan inisiye adayının fizik bedeninden ayrılarak ruhsal planlarla kurduğu irtibat da ayın sembolle dile getirilmiştir.
Ölmeden önce inisiye adayına yaşatılan ölüm deneyimi ile öldükten sonra neler olacağı adaya gösterilmiş oluyordu ki, burada astral tortularından ne kadar sıyrılabilip sıyrılamadığı da adaya pratik olarak gösterilmiş oluyordu. Çünkü ister öldükten sonra isterse de ölmeden önce gerçekleştirilen astral bedeniyle öte aleme geçiş yapan varlığın, o alemin hangi aşamasmda kendisine bir yer edinebileceği sadece astral bedeninin kalitesine bağlı bulunmaktaydı.
Bugün için de aynı şey geçerlidir Bugün de diğer bedenlerimize odaklanamıyorsak bunun nedeni Astral Bedemizi bir zırh gibi sarıp sarmalamış bulunan tortularımızdır. Ki halihazırda insanlığın büyük bir bölümü bu şekilde yaşamaktadır.
Hiyerogliflerde resmedilen kuşun insan bedeninden ayrılışı, ölüm anını dile getirdiği gibi aynı zamanda astral seyahati da ifade etmektedir. Özellikle de inisiyasyonda "Ölüm Deneyimi" olarak adlandırılan inisiye adayının fizik bedeninden ayrılarak ruhsal planlarla kurduğu irtibat da, aynı sembolle dile getirilmiştir.
Yukarıdaki resimde bu tema işlenmektedir. Anubis'in ellerini kuşa uzatması Öte Alem'e astral seyahat yapan inisiye adayına yolladığı tesirlerin ifadesidir.
Yatmakta olan inisiye adayının sağ ayağı ve sağ eli yukarıya kalkmış olarak gösterilmektedir. Astral Seyahat'ın başlangıcında astral beden fizik bedeni terk ederken, vücutta ani seyirmeler meydana gelir. Sağ ayağının ve sağ elinin havaya kalkmış olması bu seyirmeleri ifade etmektedir. Genellikle uykuya dalarken pekçoğumuzun yaşadığı ani düşme refleksi bu seyirmelere örnek olarak gösterilebilir.
|
|
|
GARİP ANCAK GERÇEK BİR RUHSAL YOLCULUK - PSİŞİK KABİLİYETLER |
Yazar: Spiritüeller - 11-04-2017, Saat: 14:21 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Ruh çağırma, meditasyon, astroloji, "daha yüce benlik", kundalini yükseltilmesi, psişik yeteneklerin geliştirilmesi, gurulara dua etmek, astral yolculuk, numeroloji, tarot kartları, ölülerle temasa geçme, büyücülerle haşir neşir olma, Muktananda, Rajneesh, Sai Baba, Maharaji takipçileri, Sufiler. . .işte yaşadığım yolculuğun durak noktaları! Peki ne olmuştu da ben bu yola sapmıştım?
Başlangıç
Ben agnostik bir babayla, kiliseye giden bir annenin arasında büyüdüm. Annem her zaman gitmese de ben ve kız kardeşim, her Pazar kiliseye gönderildik, çünkü annem bunun doğru bir şey olduğunu düşünüyordu. Babam, dış işlerinde çalıştığı için çok sık taşınıyorduk. Değişik ülkelerdeki ve Washington DC etrafındaki kiliselere gittik. Sonunda, bende din olayını ciddiye almaya başladım. Lisedeyken iyi bir insan olursam Tanrı'yı memnun ederim ve cennete giderim fikrine kapıldım. Ancak diğer dinleri merak edip bu dinlere mensup kişilerle tanışmaya başladıkça ilgim artmaya başladı. Belki de benim İsa ve Tanrı hakkında kulaktan dolma bildiğimden çok daha ötesi vardı. Daha derin ve daha tecrübe edilebilir birşey istemeye başladım. Hıristiyanlık benim için vaazlar, pazar okulu ve iyi işler yapmaktan başka bir şey değildi. Ne kadar sıkıcı! Kesin benim gözden kaçırdığım bir şeyler olmalıydı. Aynı zamanda lise yıllarım esnasında uyumsuzluk sorunu yaşamaya başlamıştım. Okulda şiir yazıp, evde içki içen, herhangi bir köküm olmadığı için kendimi bütünüyle farklı hisseden ve yabancılaşmaya başlayan birisi olmuştum. Ruhsal yolculuğuma lise son sınıfta başladım.
Ruhsal yolculuğum, paranormal tecrübeler yaşamaya başladığım üniversite yıllarımda devam etti. İnsanların etrafındaki gizemli ortamları gördüğünü iddia eden bir kız arkadaşım oldu. Kendisi ile beraber ölülerle iletişim kurduğunu iddia eden kişilerin toplandığı toplantılara gitmeye başladık. Güneşli bir Florida ikindisinde yatağımda, gözlerim kısmen kapalı ancak uyumadığım bir anda, bedenimin yatağımın üzerinde süzüldüğünü hissetim. Gözlerimi açtığımda tamamen sersemlemiştim. Ben tavana yakın bir yerlerde havada uçuyor ve aşağıda, yatakta yatmakta olan vücuduma bakmaktaydım. Ölmüş olduğumu düşündüm. Yaşadığım şok, beni vücuduma acı veren bir şekilde geri götürdü. Bu benim ilk beden dışı tecrübemdi; bu durumun ne olduğu ya da bir ismi olup olmadığı konusunda hiçbir fikrim yoktu. Bu olay hakkında hiç kimseye, hiçbir şey söylemedim.
Yolculuğum 70'lerde medyumları, astrologları ziyaret etmem ve paranormal, Budizm ve Hindu inançları hakkında bir çok kitabı okumam ile devam etti. Çalıştığım binanın kafeteryasında her sabah Vedanta (Hinduizm'in bir tarikatı) kitabını okuyordum. Şakra renkleri ve Hindu inancındaki enerjinin yedi psişik merkezi ile yaşamım arasında bağlantılar kurmaya başladım. Bu ve diğer tecrübeler beni doğu dünyasına ait inançlara ve paranormal yaşama aktif bir şekilde itti.
Cevaplanmamış Sorular
Yıllar geçtikçe yaşadığım psişik tecrübeler artmaya başladı. Astroloji hakkında eğitim aldıktan sonra, bu sektörde çalışabilme ruhsatı elde edebilmek için Georgia, Atlanta'da 7 saat süren bir sınava tabi tutuldum. Bu sınavı şehir yönetimi sunmaktaydı, ancak astroloji kürsüsü tarafından hazırlanmakta ve değerlendirmekteydi. Testi geçtikten sonra astroloji dalında çalışmaya başladım; sonunda astrolojiyi öğretmeye, seminerler düzenlemeye, New Age dergilerine yazılar yazmaya, benim girdiğim sınavı veren kürsüye katılmaya hatta bu sınavları hazırlayıp değerlendirmeye, en sonunda kürsü başkanlığına kadar ilerledim.
Elde etmiş olduğum tecrübeye ve bütün bilgilere rağmen, karşımdaki cevaplar neydi? Şeytan diye bir şey olmadığına, her şeyin altında yatanın cehalet olduğuna inanmıştım, ancak duyduğum her cinayet, gaddarlık, zalimlik ve kötülük olayı beni rahatsız etmeye devam etmekteydi. Öldükten sonra yeniden doğacağıma inanmama rağmen, bu ara dönem ne kadar sürecekti ve bu dönem boyunca nerede olacaktım? Bazı kişiler, öldükten sonra okul gibi bir yere gideceğimizi ve sonraki yaşamımızı seçeceğimizi öğretmekteydi. Diğerleri ise, bizim öldükten sonra manen saflaşacağımız bir yere gideceğimizi ve sonraki yaşamımızın bizim için seçileceğini öğretmekteydi, ancak bu işlemin nasıl olacağına ve kim tarafından yapılacağına verecek cevapları yoktu. Açıklanmadı! Bizden sadece bu sürece güvenmemiz istendi.
Birde endişelendirici bir öğreti vardı. Bu öğretiye göre, ölüm esnasında kafamdaki düşünce ne ise ölümden sonraki yaşamımı bu düşünce belirlemekteydi. Ölüm esnasında kötü bir şeyler düşünmemeyi başarmak gerekmekteydi! Gözünüzün önüne korkunç şekiller getirmemeniz gerekmekteydi. Bu durumu düşünmek bile korkunçtu, ama durumu düşünmenin korkunçluğunu düşünmek daha da korkunçtu. Ben de herkes gibi bu korkulardan kurtulmak için meditasyona ve ilahi söylemeye yönelirdim.
Zen Budizm
Huzuru Zen Budizm'de de aradım. Kendimi her türlü arzudan koparmak için düşüncelerimin, korkularımın ve arzularımın yüzeye çıkmasına izin veren, arkasından bu eğilimlere yanıt vermemem gereken bir meditasyonu yapmaya başladım. Bu duruşu meditasyon dışındaki yaşamımda da uygulamam gerekiyordu. Geçmişinde ve yaşadığı anda bile birçok duygusal acıyı taşıyan benim gibi birisi için bu uygulama ilgi çekiciydi. Bu kopma işlemi kitap üzerinde güzel ve çekici görünmesine rağmen ödenmesi gereken bir bedel vardı. Bu kopma işlemi yapmacıktı, doğal değildi. Çevremdeki "boşluğu" görmek manevi zeka keskinliğinin bir başka işaretiydi, ancak bu uygulama bende nihilist etkiler yaratıp, beni depresyona itti. Eğer bu uygulamalara ve meditasyonlara kendimi daha adamış bir şekilde yaklaşsaydım, doğal tepkilerimi ve duygularımı aşamalı olarak duygusuzlukla değiştirebilirdim. Ancak duygusuz olununca, her düşünceyi, hareketi ve duyguyu yargılamadan kabul edince, ne kadar insan olabilirdim ki?
Bir yandan "kutsal" ve "doğal" olmak öğretilirken diğer yandan doğal tepkilerimi unutmamın öğretilmesi bana bir çelişki olarak göründü. Tabii ki bu çevreler bu tür rasyonel analizlere kapalıydı, hatta bu tür analizlere şiddetle saldırılıyordu. Bu yüzden çelişkileri olduğu gibi kabul etmek gerekiyordu. Amaç ben ve aydınlanmam aramda bir engel olan rasyonel düşünceden uzaklaşmamdı. Bu uzaklaşma konusunda başarısız olmama rağmen, mantığa aykırı görünen Zen öğretilerine sıkı sıkı tutundum, Zen hikayelerinin yer aldığı kitapları okuyor, meditasyona devam ediyordum. Ancak ilk meditasyonlarımda hissetmiş olduğum huzurun azalmış olduğunu fark ettim. Bu durum beni bu huzur hayaline ulaşmak için daha fazla meditasyon yapmaya itti.
Bu arada, New Age düşüncesine ve doğasına göre sorulara tek bir doğru cevap olmadığını, tek bir gerçeğin olmadığını, tek bir gerçekliğin olmadığını öğrendim. Kişiden kişiye değişen gerçek, kişinin tecrübesini temel almakta ve çeşitli seviyelere göre sıralanmaktaydı. Mutlak gerçek diye bir şey yoktu. Çelişkili gerçekler ve doğrular olasıydı. Soyut anlamda bakıldığında, bu durum benim için çantada keklikti, canımın istediği doğrulara uyup, keyfi gerçekleri yaşayacaktım ve bu durumda hiçbir şeyden rahatsız olmayacaktım. Ancak uygulamaya gelince bu durumda birisinin doğruları, gerçekleri bulmasına ne gerek vardı? Ya da gerçekten doğrunun olduğunu bilebilir miydik? Bilemezsek insanların inandıkları hiç bir şeyin anlamı kalmaz mıydı? Bu öğretiler cevap sunmak yerine sadece yeni soruları doğurmaya yetti.
Ölüm ve Sevgi
Bana, bizlerin sadece okyanustaki damlalar olduğumuz, nihai amacımızın ise birçok hayat yaşadıktan sonra bazılarının Tanrı dediği kozmik birliğe ulaşmak olduğu öğretildi. Bir tür kuvvet olan bu Tanrı, bizim geldiğimiz ve sonunda tekrar kendisine döneceğimiz bir varlıktı. Öyle ki benim kimliğim, anılarım, yeteneklerim ve kişiliğim devasal bir kozmik bataklıkta yutulacaktı. Peki ben nerede olacaktım? Rahatsız edici cevap artık "ben" diye bir şey olmayacak olmasıydı. Ölüm, beni içine çeken huzursuz bir konu olmuştu. Diğerlerine yardım etmenin en doğru yolunun, kendi gerçeklerine bağlı kalmak olduğu öğretiliyor, defalarca kendini sevme ve kendine önem verme, geliştirme mesajları veriliyordu. "Sevgi" her konuşmanın temeli olarak gösteriliyor, her öğretişin ortak noktası olarak belirtiliyordu. Aslında sevgi, bu kişilerin yaptıkları her şeyi geçerli kılmak için kullandıkları bir unsura dönüşmüştü. Bundan dolayı eğer senin kocan "ruhsal eşin" değil ise, "gerçek sevgi" sana onu bir kenara itip kendine başka sevgili bulman için izin veriyordu. Ne de olsa bu evrensel bir "Yasa" idi: Sevgi Yasası! Ancak bu sevgi asla tanımlanmıyordu. Bu sevgi dışarıda evreni istila eden bir kuvvetti. Beni sevmesi ve kişisel ilişkilere gerek yoktu; sevgi her yerde, kozmik bir enerji olarak etrafımızdaydı. Kozmik bir kuvvet beni önemseyebilir miydi?
İç Baskı
1990 senesinin baharında ve yazında, içimde kiliseye gitmem için açıklanamaz bir baskı oluştu. O ana kadar Hıristiyan'lardan, Hıristiyanlık'tan ve kiliselerden nefret ettiğimden, bu iç baskı beni kızdırmaya başladı. İlk olarak bu baskıyı görmezlikten geldim, hatta zaman zaman direnmeye çalıştım, ancak daha sonra kısa bir süreliğine onunla mücadele etmeyi bırakıp içime girip sonra da gitmesini umdum. Muhtemelen bu durumun sebebinin bir önceki yaşamlarımdan birinde, rahibe veya keşiş olmam olduğu şeklinde bir akıl yürüttüm.
Atlanta'da şehir merkezinde gittiğim büyük bir kilisede ayinin başlamasından kısa bir süre sonra içimde hissettiğim sevgi seli ve bu içsel sevginin gücü, benim kuvvetle ağlamaya başlamama sebep oldu. Bu sevginin müzik, insanlar veya yer değil, Tanrı olduğunu anladım. O sevgi gerçekti. Alkolik bir ailenin çocuğu olan ben, işte bu gerçek sevgi için açlıktan ölüyordum. Takip eden Pazar, başka bir tecrübeyi yaşama beklentisi olmadan, ancak gerçek sevgiyi bulduğum yere olan arzumla, kiliseye tekrar gittim.
Birkaç hafta sonra astroloji hakkında kirlilik hissetmeye başladım. Bu konu kilisede gündeme gelmemiş, kimse bu konuda herhangi bir şey dememişti. Tek bildiğim bu durumun beni bir şekilde sevgi olan Tanrı'dan ayırıyor olduğuydu. O zaman Tanrı'nın astrolojiyi sevmediğini ve benden onu bırakmamı istediğini anladım. Mesleğimi mi bırakacaktım? Kimliğimi ve yaşam amacımı mı bırakacaktım? Oğlum dışında benim için en önemli şey astrolojiydi. Ama hiçbir seçeneğim olmadığını hissettim; çünkü Tanrı'nın astrolojiyi sevmediği çok açıktı. Yaptığım şeye kendim bile inanamıyordum ve 1990 senesinin sonlarına doğru astrolojiyi bırakmayı kararlaştırdım. O günlerde astrolojik toplumun önde gelen isimlerindendim. Diğer komitelere üye müfredatın olduğu bir toplulukta kürsü başkanıydım ve yaklaşan yıl bu konularda bir çok sınıfta eğitmenlik yapmam programlanmıştı. Yerime başka bir öğretmeni bulmak zorundaydım. Beni arayan müşterilerime artık bir astrolog olmadığımı söylemek zorundaydım.
Peki arkasından ne yapmalıydım? Kutsal Kitap'ı okumaya karar verdim. İşe Yeni Antlaşma'nın ilk kitabı olan Matta ile başladım. Kutsal Kitap'ı okumak benim saf bir şey ile temasta bulunmamı sağlamıştı, ancak ben bu saf şeyin ne olduğunu bilmiyordum. Küçükken de Kutsal Kitap'ı okumuş olmama rağmen, bu sefer farklıydı. Okudukça içsel bir şekilde temizlendiğimi hissediyordum.
Sonuna Kadar Gerçek
İsa Mesih denilen kişi beni büyülüyordu. O'nun hakkındaki gerçekleri ilk defa öğreniyor gibiydim. 1990 senesinin Noel'inden hemen önce, bir akşam Matta'nın 8. bölümünü okuyordum, işte o an gerçekten İsa Mesih'in kim olduğunu gördüm. O'nun öğrencileri korkunç bir fırtınada tekne üzerinde bir göldeydiler. Öğrencileri İsa'yı uyandırıp öleceklerini söylediler. İsa Mesih ise fırtınayı bir anda durdurdu. Nasıl? Durgun suları gözünde canlandırmadı, büyücülüğü yapmadı. Rüzgarları ve ona uyan denizi azarladı. O'nun doğa üzerinde otoritesi vardı.
Geçmişimde yapmış olduğum her şey yüzünden Tanrı'dan ayrılmıştım, tüm yaşamımı kendi benliğimin istekleri doğrultusunda yaşamıştım. Bu benlik Tanrı'yı ve O'nun sözünü reddediyor ve başkaldırıyordu. Tanrı ile aramdaki bu günah yığınından kurtulup O'nunla barışmam için tek yolun, Tanrı'nın insan bedeni almış şekli olan, benim günahlarımın bedeli olarak acı çekmiş ve ölmüş olan, beni koşulsuz ve sonsuz bir sevgi ile seven İsa Mesih'ten geçtiğini idrak ettim. İsa Mesih'i Kurtarıcım, Tanrı'nın Oğlu ve Rab'bim olara kabul ettim. Yaşamımda ilk defa İsa Mesih'in çarmıh üzerinde neden öldüğünü anlamıştım.
Yatağımda oturup düşünürken tüm sorularıma verilecek cevabın tek ve aynı olduğunu anladım: İsa Mesih. Ne kadar basit, ama bir o kadar da muhteşem bir gerçek. İşte o gün kendimi Tanrı'ya adadım ve o andan itibaren O'na ait kaldım. Birkaç ay sonra yarım günlük iş olarak çalıştığım yerdeki genç bir Hıristiyan adamın, kilisesindeki kendi imanlı arkadaş grubu ile 1990 senesi boyunca benim için dua ettiğini öğrendim. İsa Mesih, benim incelemiş olduğum "ustalardan" çok farklıydı. İsa Mesih, ruhsal yönlendiricilerden, büyük ustalardan, yüce benlikten, kısacası havadar, ele geçmez ve varlıklarına dair hiçbir kanıt verilmeyen şeylerden çok daha gerçekti, çünkü O dünyaya geldi, susadı, acıktı, acıyı ve üzüntüyü hissetti.
İsa Mesih yaşamın kirini ve tozunu inkar eden bir mesaj vermedi, hatta dışlanmış kişiler, fahişeler ve nefret edilen vergi tahsildarları ile oturdu, yine de günahsız kaldı. O gerçekçiydi. İsa Mesih hem %100 insan, hem de %100 Tanrı'ydı; doğası itibariyle Tanrı iken acı içerisindeki insanların arasında olmak için Yüceliğinden (Tanrı'lığından değil) sıyrıldı. İsa Mesih gönüllü bir şekilde işkence gördü ve bizim günahlarımız uğruna çok acı verici bir ölüme katlandı. Ölümünden üç gün sonra dirildi, tüm bunları bizim Tanrı'da sonsuz yaşama sahip olabilmemiz için yaptı. Hiçbir Zen ustası, hiçbir şaman, hiçbir büyücü, hiçbir medyum ya da sözde peygamber dirilmedi; hepsi şu an soğuk mezarlarında yatmakta. İsa Mesih ölümden güçlüdür ve bugün yaşamaktadır.
Gerçek ve Tatmin
İsa Mesih'i reddeden bilgelik arayıcıları, budalar ve büyücüler ile aynı soğuk mezarda ruhen ben de yatmaktaydım. Beni büyülemiş olan komplike ve karmaşık çalışmalar, takip etmiş olduğum gerçekliğin ve doğruluğun sonsuz seviyeleri, sürekli olarak geliştirmeye çalıştığım paranormal tecrübeler, her türlü bedele rağmen bir kişinin kendi yeterliliğine inanması mecburiyeti, bir labirent ve tuzaktı.
Gerçek cevap ise, bir çocuğun anlayabileceği kadar basitti, çünkü bu cevap bir Kişiydi. İsa Mesih bir yol öğretmedi veya bir yolu olduğunu söylemedi. O, Kendisinin YOL olduğunu, yollardan biri değil TEK YOL olduğunu söyledi.
Önceki yaşamım ile İsa Mesih'de olan yaşamımın arasında ki en büyük fark nedir? Daha mutlu olduğum ya da yaşamımın daha kolay olduğu mu? Hiç de değil. Fark, benim manen tatmin olmuş olduğumdur. Öğreneceğim ve İsa Mesih'te daha çok büyüyeceğim, ancak bu öğrenmenin kaynağı O'nun dışında değil, İsa Mesih'in Kendisindedir. Arayışım bitti; Susuzluğum söndü; İçimdeki boşluk doldu.
İsa Mesih Der ki
Yuhanna 14:6 : İsa ona, «Yol, gerçek ve yaşam ben'im» dedi. «Benim aracılığım olmadan Baba'ya kimse gelemez.»
Yuhanna 4:14 : «Oysa benim vereceğim sudan içen sonsuza dek susamaz. Benim vereceğim su, içende sonsuz yaşam için fışkıran bir su kaynağı olacak.»
Yuhanna 6:35 : İsa, «Yaşam ekmeği ben'im. Bana gelen asla acıkmaz, bana iman eden hiçbir zaman susamaz» dedi.
Matta 28:18 : İsa yanlarına gelip kendilerine şunları söyledi: «Gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi.»
Vahiy 3:20 : «İşte kapıda durmuş, kapıyı çalıyorum. Eğer biri sesimi işitir ve kapıyı açarsa, onun yanına gireceğim, ben onunla ve o da benimle, birlikte yemek yiyeceğiz.»
Yazan: Marcia Montenegro
|
|
|
|