Hoşgeldin, Ziyaretçi |
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.
|
Forum İstatistikleri |
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065
Detaylı İstatistikler
|
Kimler Çevrimiçi |
Toplam: 931 kullanıcı aktif » 0 Kayıtlı » 931 Ziyaretçi
|
Son Aktiviteler |
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 329
|
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 307
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,011
|
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,134
|
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,076
|
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,007
|
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,150
|
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,524
|
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,286
|
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,173
|
|
|
DYATLOV GEÇİDİ VE EN BÜYÜK SIR |
Yazar: Archilles - 11-04-2017, Saat: 14:05 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorum Yok
|
|
Dokuz deneyimli dağcı 1959 senesinde bir gece ansızın dışarının dayanılmaz soğuğuna aldırmaksızın Ural dağları eteklerindeki kamp çadırlarından, gerilerinde ayakkabılarını, elbise ve giyeceklerini bırakarak kaçtılar. Clad’ın üzerindeki pijamasıyla, sığındığı ormanda eksi 30 derece soğuğa dayanması imkansızdı.
Olayı araştıran müfettişler de şaşkınlıklarını gizleyemediler. Dosya çok gizli sınıflandırması ile raflara kaldırılırken, olaya “bilinmeyen zorba bir gücü sebep olduğu” sonucu yazıldı.
Elli yıl önce bir Cumartesi gecesi meydana gelen ve 9 genç dağcının anlaşılamayan ölümleri ile sonuçlanan olay Ural Dağlarının bir kösesinde unutulmaya bırakıldı. Ta ki 1990 senesinde Rusya’nın yeniden yapılanma dönemine kadar… 1990 yılında sır arşivden çıkartıldı. Araştırmalar başladı. Ancak ölenleri yakınları için esrar perdesi bırakın kalkmayı aralanmadı bile..
Ekibe hastalığı sebebiyle katılamayan ve böylece dağcıları benzer kaderinden kurtulduğu anlaşılan Yury Yudin yıllar sonra olayın incelendiği bir televizyon belgeselinde “ eğer Tanrı’ya tek bir soru sorma şansım olsaydı; bu soru ‘o gece arkadaşlarıma ne oldu?’ olacaktır” demekteydi.
Her şey Böyle Başladı
Yudin ve Ural Politeknik Enstitüsü’nden dokuz öğrenci 28 Ocak 1959 günü iki hafta sürecek bir gezi için Ural dağlarında yolculuğa başladılar. Yolculuk kuzeyde bulunan ve son yerleşim yeri olan Vizhay’a kadar planlanmıştı. Seferi başında oldukça deneyimli bir dağcı olan Igor Dyatlov vardı. Heyetteki herkes daha önce de daha zorlu deneyimlere katılmış, çetin insanlardı. Yudin daha seferin başında rahatsızlandı ve ekipin gerisinde kaldı. Böylece ekip 2 si kadın 7’si erkek toplam dokuz kişiden oluşacaktır.
Kayakçılar 2 Şubatta Otorten’i geçerek Holat Syahl tepesine ulaşmayı başardılar. Ekipten kalan fotoğrafları ve günlükleri inceleyen müfettişlere göre saat 5’te çadırlarını kurarak kamp yeri oluşturdular. Kayakçıların bu bölgeyi neden tercih ettikleri belli değil. Çünkü grup 1,5 km. ileride dağ eteğindeki ormanlık bölgeye kamp kurmuş olsaydı, böylece iklimin sert etkilerinden de kendini koruyabilecektiler. Böylesi bir noktayı seçmiş olmaları bir şeylerden endişe ettiklerini düşündürmektedir.
Yudin’e göre bunun sebebi Dyatlov’un orman içindeyken etraflarındaki orman örtüsü nedeniyle tepeyi gözden kaybetme korkusu olmalıydı.
Keşif seferi için Enstitüden ayrıldıkları sırada Dylatlov Otorten Dağından Vizhay’a döndüklerinde durumları hakkında telgraf çekeceğine söz vermişti. Bu işin muhtemel tarihi 12 Şubat olarak planlandığı için o güne kadar kimse grubun durumundan endişe etmediler. Hatta Dylatlev Yudin’e bir kaç gün gecikme olabileceğini de söylemişti. Ancak 20 Şubattan sonra alarm çanları çalmaya başlayacaktı. Enstitü ve kayakçıları yakınları öğrencilerin aranması için polis ve askeri yetkililerden yardım isteyeceklerdir. Bölgeye askeri keşif uçakları ve helikopterler gönderildi.
Cesetlere Ulaşılıyor
Öncü arama ekipleri 6 gün sonra 26 Şubatta kamp yerine ulaşabildiler. Yekaterinburg’dan gelen telgrafta ekip başkanı Mikhail Sharavin “Yarıya kadar yırtılmış ve içi kar ile dolmuş çadıra ulaştık. İçi boş, ancak grup ayakkabılarını bile çadırda bırakarak burayı terk etmiş,” diye yazmaktaydı.
Yapılan teknik incelemede çadırın içeriden yırtıldığı ve civarında karın altında kalmış olan 7-8 kişiye ayak izlerinin olduğu anlaşıldı. Ayak izlerinin hiç birinde ayakkabı veya çorap giyildiğine dair belirti yoktu. Bu ayak izleri yalın ayaklı birilerine aitti. Hem de gecenin o dondurucu soğuğunda..
Peki, çadırdaki gençleri, gecenin bir yarısı dondurucu soğukta, yalın ayak ve bir daha hiç kullanmamak üzere çadırlarını yırttırarak dışarı kaçmaya zorlayan hangi güçtü?
Araştırmayı yürüten dedektiflere göre bu ayak izleri gruptakilere aitti ve hiç bir yabancı ayak izi tespit edilemedi. Kampta 9 dağcıdan başka kimse yoktu. Civarda da..
Ayak izleri dağın eteğindeki ormana doğru gidiyor ancak 5oo metre sonra aniden yok oluyordu. Sharavin ilk iki cesedi ormanın sınırında bir çam ağacının altıda buldu.
Cesetler ekipteki 24 yaşındaki Georgy Krivonischenko ve 21 yaşlarındaki Yury Doroshenko aittiler. Ve her ikisi de ayakları çıplak ve üzerleri elbisesizdi. Sadece iç çamaşırı giymişlerdi. Yanlarında yakılarak kömürleşmiş ağaç parçaları vardı. Çamın dalları ağacın 5 metre kadar üst kısımdan koparılmıştı. Demek ki, adamlar olaydan sonra ağacı tepesine çıkarak etrafa veya bir şeylere bakmışlardı. Bir kısım dal kırıkları kar üzerinde dağınık olarak bulundu.
Dyatlov, Zina Kolmogorova (22) ve Rüstem Slobodin (23)’e ait sonraki üç ceset ağaç ile kamp arasında 150 metre ara ile bulundu. Cesetler arasındaki mesafeden onları kampa dönmeye çalışırlarken öldükleri sonucuna varıldı.
Uzmanlar hemen adli tahkikata giriştiler. Cesetler üzerinde yapılan otopsi işlemlerinde net bir sonuca ulaşılamadı. Adli tıp uzmanları beş cesedin hypothermia (yani soğuk etkisi ile donarak) neticesi öldüğünü açıkladılar. Slobodin’i kafasında fraktür tespit edildi ancak bu kırık ölümcül olmadığı anlaşıldı.
Olay mahallinde kalarak 2 ay boyunca araştırmalarını sürdüren araştırma ekibi çamlıklardan 75 metre uzakta kara gömülü dört cesedi daha ortaya çıkardı.
Nicolas Thibeaux-Brignollel(24), Ludmila Dubinina (21), Alexander Zolotaryov (37), ve Alexander Kolevatov (25). Bunları travmatik ölümler olduğu anlaşılacaktır. Thibeaux-Brignollel’ın kafatası kırılmış, Dubunina ve Zolotarev’in kaburga kemiklerinde kırıklar bulunmakta ve gene Dubinina’ın dili yerinde sökülmüştü.
Tüm bunlara rağmen cesetlerin travmaya uğrayan kısımlarının dış yüzeylerinde yani cesetlerin üzerlerinde yaralanma belirtileri yoktu. Yani kırık kemikleri etrafını saran kas-et ve deri üzerinde yaralara rastlanılmadı. Cesetlerdeki tahribat araba çarpmasına benzetilmesine karşın yara izleri oluşmaması olayı esrarengizliğini iyice arttırdı.
Sır İyice Yoğunlaşıyor
Son dört ceset diğerlerinden daha kötü giyimliydi. Anlaşılan sonraki, ilk kim öldüyse onun kıyafetlerini üzerine geçirmişti. Zolotaryov, Dubinina’ın kürklü montunu ve şapkasını giymişti. Dubinina’ın ayağında ise Krivonishenko’un yün pantolonu vardı.
Elbiseler üzerinde yapılan incelemelerde ise yüksek oranda radyasyona rastlanılmış olması başlı başına muamma idi.
Olayda bir kaç ay geçtikten sonra yetkililer itham edecekleri kimseye ulaşamadıklarını, vakıanın çözümsüz kaldığını açıkladılar. Böylece dosya gizli bir arşive gönderilerek unutulmaya terk edildi.
Yıllar sonra sırrı çözmeye çalışan Yekaterinburg-Dyatlov Olayını Araştırma Derneği Başkanı Yury Kuntsevich olayın olduğu sene 12 yaşında olmasına rağmen otoritelerin ve araştırmacıları olayı halktan saklama gayreti içinde olduklarını hatırlamaktaydı.
Savcılık önce Mansi yerlilerinin bu cinayetleri işledikleri iddiasını araştırdı. Güya kendi yurtlarına geçiş yolu açan kâşifleri birilerin cezalandırdığı düşünüldü. Oysa ne Otorten ve ne de Holat-Syahl yöre halkınca kutsal veya özelliği olan yerler değildi. Keza olay mahallinde de dokuz kayakçıdan başkaları olduğuna dair hiç bir iz ve belirti yoktu. Otorten Dağı Mansi dilinde “Ölüm Dağı” anlamına geliyordu. Hepsi o…
Daha sonraları olayı yeniden ele alan Rus uyruklu bir tıp uzmanı çok güçlü bir rüzgarın vücutta yumuşak dokuya zarar vermeden kemikleri kıracağını iddia etti. Belgeleri inceleyen Dr. Boris Vozrozhdenny “bu bir araba kazasındaki etkiye eşit etki doğurur,” dedi. Yani kayakçılar güçlü bir fırtınaya tutularak çadırdan çıkmış, yaralanmış, yollarını kaybetmişlerdi.
Uçan Küreler Füze mi UFO mu?
1990 yılında bir röportaj sırasında olayı inceleyen başmüfettiş Lev Ivanov o tarihlerde bölgede görev yapan üst düzey yetkililerden kendisine olayı kapatarak gizli sınıflandırması ile bulduklarının saklanmasını emrettikleri anlatmıştır. Kendisi de bu yetkililere, içlerinde olayı gören askerler ve hava tahmin görevlileri dahil çok sayıda tanık olması sebebiyle böyle bir şeyin mümkün olmadığını; Şubat ve Mart ayları içinde olayı gerçekleştiği noktada “parlak uçan küreler” gözlemlendiğini söylemiştir.
Ivanov, ‘Leninsky Put’ isimli mahali Kazak Gazetesine verdiği demeçte “ O zaman da şüphelenmiştim, ancak artık bu kürelerle ölümler arasında direkt ilişki olduğundan eminim” demiştir. Ivanov Kazakistanda emekli iken vefat edecektir.
Gerçekten de sınıflandırılmamış dosyalarda yakın bir alanda kamp kurmuş olan bir grup macera düşkününün tanıklıkları vardır. Bu gruptaki kişiler ölen kayakçıların kampından 50 km. kadar ilerlerinde aynı gece gökyüzünde Holat-Syahl’a doğru ilerleyen ‘portakal rengi küreler’ görmüşlerdir.
Ivanov teorisine göre çadırdaki kayakçılardan biri küreleri gördü ve bağırarak diğerlerini uyandırdı. Ormana doğru kaçarlarken küreler patladı kayakçılardan dördü ağır yaralandı ve Slobodin’in kafatasındaki kırık bu sırada oluştu.
Yudin de arkadaşlarını patlamada öldüklerine inanmaktadır. Grup muhtemelen habersizce askeri bir bölgeye girmiş ve gizli bir silahın denemesi sırasında kaza eseri ölmüşlerdir.
Kuntsevich, bir başka ipucundan bahsetmektedir. Ölüleri ilk olarak gördüğünde yüzlerinde kahverengi kabuksu bir tabaka olduğunu hatırlamaktadır. Yudin de açıklanan dökümanlarda iç organlardan parça alınarak incelemeye gönderilmesine rağmen, sonuçlarının saklandığını söylemektedir.
Tüm bunlara karşın Holat-Syahl’da patlama teorisini destekleyecek hiç bir iz bulunamamıştır.
Askeri Deneme İhtimali Araştırılıyor
1959 senesinde Rusları veya Kazakistan’ın böylesi füzeleri olduğu bilinmemektedir. Sovyet Füzeleri üzerine araştırma yapan Alexander Zeleznyakov o tarihlerde henüz yerden atılan füzelerin inşasının yapılmadığını söyler. Savunma Bakanlığı ve Valilikte olay tarihlerinde böylesi denemelerin yapıldığına dair resmi veya gayrı-resmi bir belgenin olmadığını iddia etmektedirler.
Kuntsevich bölgeye yaptıkları ve başkanı olduğu bir keşif gezisinde olaydan arda kaldığını savunduğu bir metal parçasını elinde bulundurmaktadır. “ Ne çeşit bir askeri teknolojiyi test ettiklerini bilmiyorum ama 1959 felaketi insan-elinin ürünüdür,” demektedir. Yudin’e göre askeri yetkililer bölgelerinde çadırı fark ettiler ve yaptıkları gözlemde kayakçı elbise ve kayak takımlarını askeri elbise ve malzeme zannetme hatasına düştüler.
1959 senesinde bir gece aniden dokuz kayakçının hayatına mal olan ne idi? Dosya 30-40 sene sonra tekrar ele alınıyor. Ancak o dönem şartlarında toplanan ve açıklanan belgeler ne derece sağlıklıdır, belli değil. Daha ekibi bir çok fotoğrafı ve ses kaydı açıklanmadan ‘gizli’ ibaresi ile kamuoyundan saklanmaktadır.
Yeniden Gündemde
1990’da yazar Anatoly Guschin olayla ilgili bir araştırma yapıyor ve dosya yeniden hatırlanıyor. Yazar bazı fotoğrafları ve önceden bilinmeyen ayrıntıları gün ışığına çıkarıyor. Pek çok belgenin ortadan kaybolduğunu anlaşılıyor; hem de en can alıcı belgeler. Araştırmasıyla ilgili “Sırlar Dokuz Hayata Maloldu” isimli bir kitap yazıyor. Yazara göre Sovyetlerde askeri bir silah denemesi sırasında dokuz kişi ölüyor. Tabii bu da bir teori.. Gerçek çok farklı olabilir
Bu arada UFO, Kocaayak, Yeti ve Hayalet avcıları da hikayeyi duyar duymaz komplo teorileri de üretilmeye başlanıyor…..
|
|
|
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLENEN VE 54 SENE KASADA SAKLANAN KİTAP |
Yazar: Archilles - 11-04-2017, Saat: 13:50 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER
- Yorumlar (1)
|
|
Ruhların yazdırdığı söylenen ve 54 sene kasada saklanan kitap nihayet yayınlandı
Türk "spritüalistler"in yani "ruhçular"ın çoğu, yarım asır boyunca gizli kalan ve geçtiğimiz günlerde yayınlanan bu kitabın "evrenin sırlarını verdiğine" inanırlar.
Bugün bu sayfada yeni yayınlanan bir kitabı hiç yoruma girmeden tanıtıyorum: 1959 yılında "Önder" adındaki "yüksek bir ruh" tarafından bir medyuma yazdırılan ve Türkiye'de "ruhçuluğun kurucusu" olarak bilinen Dr. Bedri Ruhselman tarafından düzenlenen "İlâhî Nizam ve Kâinat" isimli kitap 54 sene boyunca noter ve banka kasalarında muhafaza edilmişti. Bir grup "ruhçu", bu kitabın geçtiğimiz günlerde yayınlanması ile, evrenin bilinmeyen birçok sırrının ortaya çıktığına inanıyor...
TÜRKİYE'de içerisinde birkaçyüz, haydi bilemediniz birkaç bin kişinin bulunduğu dar bir çevre, elli küsur seneden buyana kasalarda saklanan bir kitapta nelerin yazılı olduğunu merak ediyor ve yayınlanmasını bekliyordu...
"İlâhî Nizam ve Kâinat" isimli bu esrarlı kitap, tamamlanmasından tam 54 sene sonra, geçtiğimiz günlerde yayınlandı ve meraklıları muradlarına erdiler...
Kitap, iddia edildiğine göre aslında "yazılmamıştı" ve "yüksek âlemler" tarafından verilen bilgilerin bir derlemesi idi. Türkiye'de "ruhlarla temas" akımının başlatıcısı olan Dr. Bedri Ruhselman tarafından 1950'li senelerin sonlarında düzenlenen ruh celselerinde, yani bir medyum vasıtası ile ruhlarla ilişki kurulduğuna inanılan toplantılarda "Önder" adını kullanan bir ruh tarafından verilen bu "bilgiler" 54 sene boyunca saklanmış ve nihayet kitap olarak ortaya çıkmıştı...
Önce, Dr. Bedri Ruhselman'ın kim olduğundan bahsedeyim:
Türkiye'de metafizik çalışmalarının başlatıcısıdır, 1898'de İstanbul'da doğar ve 16 Şubat 1960'ta yine ayni yerde vefat eder.
CİN KİTABI OKUYUNCA...
Dr. Ruhselman, ruhçuluk işine küçük yaşlarında iken "Cinlerle Muhaberat" isimli bir kitabın etkisi altında kalarak girer, ruhsal denemeler ve "celseler" yapmaya başlar. Çekoslovakya'da konservatuvar bitirerek keman icracısı olur, 1926'da Türkiye'ye döner, bir müddet müzik öğretmenliği yapar, daha sonra da Tıp Fakültesi'ni bitirir, doktor olarak Afganistan'da bulunur, Türkiye'de de senelerce doktorluk yapar, mesleğini uzun seneler boyunca sürdürürken medyumlar vasıtası ile binlerce ruh celsesini idare eder ve 1946'da "Ruh ve Kâinat" isimli üç ciltlik meşhur eserini yayınlar.
Dr. Ruhselman, sonraki senelerde ardarda çıkarttığı "Ruhlar Arasında", "Allah" ve "Mukadderat ve İcâbât" gibi kitaplarla çok sayıda kişinin ruhçulukla ilgilenmesini sağlar. "Ruh nedir, insan ölünce nasıl bir âleme gider, öteki dünyada hayat nasıldır, yeniden doğuş hangi şartlar altında gerçekleşir ve ruhlarla nasıl konuşulur?" gibi konulardan bahsettiği kitapları "ruhçuluk edebiyatının klasikleri" hâlini alacak, Türkiye'de bu işlere merakı daha da arttıracaktır.
'ÖNDER' İSİMLİ RUH
İstanbul'da faaliyet gösteren "Metapsişik Tetkikler ve İlmî Araştırmalar Derneği"nin de kurucusu olan Dr. Bedri Ruhselman'ın, 1950'lerin sonlarına doğru yaptığı celselere "Önder" ismini verdikleri bir "yüksek ruh" gelir. "Önder", celselerin medyumu Attila Güyer'e bazı "yüksek bilgiler" verir. Dr. Ruhselman "Önder"in tebliğlerini üç nüsha halinde daktilo ettirir, noter kasasına konmasını vasiyet eder ve kendisi de birkaç ay sonra "spatyom" dediği "ruhlar âlemine" göçer...
Metapsişik Tetkikler ve İlmî Araştırmalar Derneği, 54 sene boyunca bu işlerle uğraşanların merakını çeken, "büyük sırları açıkladığına" inanılan ve noter kasalarından banka kasalarına nakledilen kitabı, geçtiğimiz günlerde yayınladı.
"Ruhsal tebliğlerden" meydana geldiğine inanılan ve Dr. Bedri Ruhselman'ın düzenlediği "İlâhî Nizam ve Kâinat" isimli kitabın öyküsü, işte böyle...
YORUMSUZ BİRKAÇ BÖLÜM
Bu sayfada, yarım asırdan fazla bir zaman boyunca kasalarda saklanan ve "zamanı geldiği için yayınlandığı" söylenen kitaptan, hiç yoruma girmeden iki küçük bölümü nakletmekle yetiniyorum...
Yarım asır saklanan kitaba bakılırsa insanlığı berbat bir gelecek bekliyor
DR. Bedri Ruhselman'ın 54 sene kasalarda saklandıktan sonra geçenlerde yayınlanan eseri, insanlığın geleceği hakkında hiç de parlak bir tablo çizmiyor...
"Önder" isimli ruhun medyum vasıtası ile verdiği tebliğlere bakılırsa iklimler değişecek, depremler artacak, kuraklıklar başgösterecek, 2050'den itibaren buzullar erimeye başlayacak ve dünya son derece ısınacak...
"Önder"in söyledikleri bugüne kadar çıktı ama gerisi felâket!
Daha sonraki senelerde tabiat çok büyük ölçüde değişecek, insanlar kütleler halinde ölecek, "Önder"in ifadesi ile "dünyada yaşamak çok ıstıraplı ve zahmetli bir hâle gelecek", kıt'alar batacak, yeni kıt'alar ortaya çıkacak ve insanlık eski ilkel zamanlarına dönecek!
Ama merak etmeyin, bütün bu felâketler dünya hayatı ile sınırlı kalacak, "yüksek planlara" yani "öbür tarafa" geçmeyecek, ölenler öldükleri anda bu felâketlerin hepsini unutmuş olacaklar.
Aşağıda, 54 sene boyunca kasalarda saklanan "İlâhî Nizam ve Kâinat" isimli kitaptan yaptığım küçük bazı alıntılar yeralıyor:
* DÜNYA DIŞINDA HAYAT VAR MI?
"...Güneş sistemimizin en mütekâmil (gelişmiş) gezegeni dünyamızdır, arz küresidir. Ve zannedildiği gibi meselâ Merih'te veya sistemin diğer gezegenlerinde veya güneşinde dünyadakinden daha mütekâmil varlıklar yoktur. Zira, hakikaten güneş sistemimizin mütekâmil plânetlerinden birisi de Merih olduğu halde, buradaki varlıklar dünyadakilerden daha az mütekâmildir. Sistemimizin en geri gezegenlerinden birisi Plüton'dur. Bu gezegenin en mütekâmil varlığı, dünyamızın en geri varlığı olan küften daha geridir.
Keza, güneş de sistemin geri bir küresidir. Esasen güneş maddesinin bu basitliği yüzündendir ki manipülasyonu kolay olduğu için, sistemin diğer seyyarelerini (gezegenlerini) ve bilhassa dünyayı idare eden vazifeliler, daha ziyade güneşte bulunurlar. Fakat söylediğimiz gibi, bu vazifeliler diğer planetlerde de dolaşabilirler ve her kürede vazife görebilirler.
Demek ki, güneş sistemimizde hidrojen âleminin inkişaf merhalelerini (gelişme aşamalarını) ikmal edip (tamamlayıp) oradan diplomasını alarak üst âleme terfi edecek varlıkların toplandıkları yer dünyadır. Dünyamız, Mu devrinin kapanışını müteakip (kapanışının ardından) geçen yetmiş bin sene zarfında artık bu devredeki vazifesini bitirmek üzere bulunan, üzerinde taşıdığı insanlara, lâyık oldukları âlemlerin kapılarını açmak ve imkânları tükenmiş hidrojen âlemi kapısını da arkalarından kapamak hazırlıklarına başlamıştır".
* GELECEĞİMİZ FELÂKETLERLE DOLU:
"...Yeni dünyanın, eski batan kıtaların deniz üzerinde bakiye kalan kısımlarına ait bâzı adalar ve takımadalarla, denizin dibinden yükselerek meydana çıkan yeni büyük kıtalardan müteşekkil olacağını (meydana geleceğini) söylemiştik. Keza, geçen dünyadan kalan insanlarla meskûn bu adaların, kayalıklardan ibaret olacağını, buralarda toprağın bulunmayacağını da belirtmiştik. Binaenaleyh ilk insanların muhitinde nebat (bitki) hayatı henüz mevcut olmayacaktır. İşte bu halde bulunan yeni dünyanın ilk durumu kısa bir zamanda vahşileşmeye başlayacaktır. Her şey basitleşecek, iptidaîleşecek (ilkelleşecek), vahşileşecektir. Eski dünyada mevcut olan, zirveleri yuvarlak dağlar ve tepeler yeni dünyada görülmeyecek, onların yerine tepeleri sivri, testere şeklini almış dağlar ve sıradağlar meydana gelecek, keskin vadiler görülecek, her şey sivrileşecek, keskinleşecek ve haşin bir çehre alacaktır.
Varlıkların, yaşamakta oldukları muhitlere (çevrelere) uymalarının zarurî olduğundan evvelce bahsetmiştik. Dünyaya gelecek varlıklar ancak, içinde bulundukları muhitin maddelerinden bedenlerini kuracakları için, yeni dünyaya intikal etmiş olan insanların ve hayvanların da nesilleri üredikçe kabalaşacakları, kaba olan muhitlerine uyacakları tabiîdir. Onların bu kaba muhite intibakları (uyumları) neticesinde, bedenleri süratle kabalaşacaktır. Geçen dünyadan yeni dünyaya intikal eden hayvanların ve insanların bedenlerinde görülecek bu kabalaşma hâli, iptidaî muhitlerine (ilkel çevrelerine) ait ihtiyaçlarına bağlı olarak nesilden nesle artacak ve uzun müddet devam edecektir. Meselâ nesiller ilerledikçe büyük cüsseli hayvanlar zuhur edecek (ortaya çıkacak), bu hayvanlar vahşi olacak, adalarda toprak ve binnetice (sonuçta) nebat olmadığı için, geçen dünyanın ot ve nebat yiyen munis hayvanlarına burada tesadüf edilmeyecektir".
Ruhlar âlemi, üstâd bestekâra göre sekiz ayrı renkten meydana gelir
EROL Sayan, Türk Müziği'nin şu anda hayatta bulunan en güçlü bestekârıdır.
"Geçsin günler haftalar", "Kalbe dolan o ilk bakış", "Bana bir aşk masalından şarkılar söyle", "Bir dünya yarattım yalnız ikimiz için" gibi 20. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren hemen herkesin dilinde olan çok sayıda şarkının bestecisi olan Erol Sayan'ın, müzisyenliğinin yanısıra Türkiye'nin önde "ruhçularından" olduğunu ve 1960'lı senelerde Ankara'da yapılan ileri seviyedeki ruh celselerine katıldığını az kişi bilir...
Dr. Bedri Ruhselman'ın 54 seneden buyana kasalarda saklanan ve geçtiğimiz günlerde yayınlanan kitabı hakkında, dün Erol Sayan ile konuştum. Kitabı henüz okumamıştı, "İlâhî Nizam ve Kâinat"ın bazı bölümlerini kendisinde telefonda nakletmemden sonra "Ruhselman'ın en önemli eseri, 'Ruh ve Kâinat' isimli kitabıdır. Daha sonra hazırladığı söylenen kitaplarının hiçbiri 'Ruh ve Kâinat'ın önüne geçemez" dedi.
Ruhçuluk alanındaki çalışmalarını yakından bildiğim üstâd Erol Bey'in "spatyom" denen "ruhlar âlemi" hakkında anlattıklarından bazılarını buraya yorumsuz olarak naklediyorum:
RENKLERE GÖRE RUHLAR
"Dr. Bedri Ruhselman'ın ruhçuluk faaliyetlerine yaptığı en büyük katkı, 'psikolojik infisal' metodunu ortaya koymuş olmasıdır. Spatyomda karanlıktan aydınlığa uzanan sekiz adet renk bölgesi vardır. Bu bölgeler siyah, kahverengi, mavi, sarı, yeşil, kırmızı, penbe ve beyazdır. Siyah renk 'koyu' ve 'açık', beyaz da 'mat' ve 'parlak beyaz' olarak iki ayrı tondadır. Ruhların mertebelerini, bulundukları bu renk merhaleleri gösterir. Berzah âlemindeki her ruhun zaten birer görevi vardır; kimisi ibadetle meşguldür, kimisi de azâbını orada çekmeye başlamıştır. Ruhlar âleminde bulunan bir varlığın gelecek hakkında açıklamalarda bulunması gibi birşey sözkonusu olamaz. İşin içine 'Mu' ve 'Atlantis' gibi zamanla kaybolduğu söylenen bazı kıt'alar saçmalığını koymak ise akıl kârı iş değildir".
alıntı: Murat Bardakçı
|
|
|
MUTLULUK İÇİN 7 ADIM - MUTLAKA OKU.. |
Yazar: Spiritüeller - 11-04-2017, Saat: 10:52 - Forum: NOTLAR
- Yorum Yok
|
|
1- Rahatsız edilmeyeceğiniz sakin bir köşe bulun. Uzanın ya da başınızı arkaya rahatça dayayabileceğiniz arkalıklı bir sandalyeye yerleşin.
2- Diyaframınızı genişleterek burun deliklerinizden derin bir nefes alın. Nefes alışınız tamamlandığı zaman, mide kaslarınızı gevşetin ve bu nefesin tüm vücudunuzda dolaştıktan sonra, baş bölgenizde karar kılışını izleyin. Bu süreci 3 kez tekrarlayın. Her tekrar ile zihninizde ve tüm vücudunuzda yayılmakta olan gevşemenin farkına varın.
3- Zihnen şu ifadeleri kendi kendinize tekrarlayın: "Yüksek benliğimin hikmetiyle, güçlendirilmiş zihnimin de gücüyle günlük yaşamımda etrafımı saran parlaklığı, ihtişamı farkediyorum. Her gün birkaç kez mutlu anılar şuuruma çıkacak. Bu sayede geçmişte yaşamımı doldurmuş olan mutluluğu yeniden tanıyacağım. Bu mutluluk şimdiki yaşamımı da dolduruyor. Bu gelecekte de devam edecek."
4- Bırakın şuurunuz havanın giriş ve çıkışının farkına varsın. Bunu nefesinizi kontrol etmeden yapın. Bu arada tüm vücudunuzda ve zihninizde yayılmakta olan gevşemenin daha çok farkına varın.
5- Zihnen şu ifadeleri tekrarlayın: "Şu insan halimle yaratık aleminin en değerli ferdiyim. Yüksek benliğimin hikmeti ve güçlendirilmiş zihnimin katkısıyla içimdeki güzellik ile hayatı göreceğim ve tadını çıkaracağım. İster bir gelincik tarlasında, ister bir tabloda, nerede olursa olsun güzelliği sadece güzeli gören gözlerle göreceğim. Dünyanın sessizliğini bozan seslerdeki güzelliği kulaklarımla işiteceğim. Konuşulan şeylerdeki güzelliği de bu şekilde işiteceğim. İster çok pahalı bir kadife, ister sıradan bir kumaş olsun, dokunduğum her şeyde güzelliği hissedeceğim."
"Hayatım, benim kalbimden, etrafımdaki güzelliğe hayranlık içinde söylediğim büyük bir şarkı olacak. Bir ormana, okyanusa ya da küme küme beyaz bulutlarla dolu bir gökyüzüne sahip olmayabilirim ama, onlara kendiminmiş gibi hayranlık duyabilirim."
6- Sevdiğiniz kimselerin simalarını gözünüz önüne getirin ve şu ifadeleri zihnen tekrarlayın: "Beni sevenlere ve sevdiklerime müteşekkirim. Hayatımın hangi döneminde olursa olsun benim refahımı düşünen herkese şükran borçluyum. Bu tür hislerim ve mutluluğum beni tanıyanlara kadar uzandıktan sonra yansıyarak yüzlerce defa katlanmış bir şekilde yine bana gelecek."
7- Zihnen şu ifadeleri içinizden tekrarlayın: "Her gün kendimi daha anlayışlı bulacağım. Bu taktirim mutluluğumu arttıracak, kalbimin değerlerini her gün biraz daha fazla bir şekilde tanıyacağım ve bir daha başkalarının ölçüleriyle kendimi ölçüp tartmayacağım. Ivır zıvır şeylerle zamanımı ziyan etmeyeceğim. Küçük şeylerde büyük mutluluklar bulacağım. Şu andan itibaren kendi güzelliğimin ve etrafımın güzelliğinin farkında oluyorum. Yaradılışın mutluluğuyla dolup taşıyorum. Artık bir daha mutsuzluk ve tasada bir an bile geçirmeyeceğim."
Gözlerinizi açın ve günlük işlerinize devam edin.
Bu 7 madde mutsuzluk rahatsızlığınızın iyileştirilmesi garanti edilmiştir. Metafizik şifanın mucizesi için hiç bir şuur söz konusu olmadığından, bu mucizevi tekniğin de size mutluluk getirmeyeceği düşünülemez.
|
|
|
RUHÇULUK AÇISINDAN MUTLULUK |
Yazar: Spiritüeller - 11-04-2017, Saat: 10:48 - Forum: NOTLAR
- Yorum Yok
|
|
Spiritüel açıdan MUTLULUK ruhun algılama seviyesine göre gelişen bir kavramdır. Zaten ruhun özüyle, cevheriyle, bilinciyle varoluşu başlı başına bir mutluluktur. Şu halde, demek ki mutluluk, ruhun özünde esasen var olan bir kavramdır. Var olduğu için de enkarnasyonlar boyunca aranmaktadır ve aranacaktır.
İşte bu arayış beşer varlığının bilinç, vicdan ve idrakine göre gelişmektedir. Varlığın şu anki bilinç, vicdan ve idraki ise zaten onun tekâmül vasatını teşkil eder. O halde mutluluk varlığın bilinç ve idrakine bağlı olarak gelişen bir kavram olduğuna göre ve varlığın o aşamadaki bilinç, idrâk ve vicdan seviyesi de kendi tekâmül vasatı olduğuna göre tekâmül etmek en büyük mutluluktur. Çünkü varlık tekâmül ettikçe yükselecek bilinç, idrak ve vicdanı gelişecek, dolayısıyla mutluluğu daha üstün bir sevi*yede anlayacaktır. Buna bağlı olarak şu netice de gayet belirgin olarak ortaya çıkar: Varlığın tekâmülünü süratlendirebilmesi için en olumlu ve doğru yollardan biri de ilâhi irade kanunlarına uymaktır. Şu halde tekâmül etmek bir mutluluk
Tekâmülün en büyük şartlarından biri de irade kanunlarına uy*mak olduğuna göre aynı zamanda mutluluk, ilâhi irade Kanunlarına uymaktır. Tekâmül etmenin en büyük mutluluk olduğunu ve bunun da ilâhi irade kanunlarına uymakla süratlenebileceğim gördükten sonra mutluluğu biraz daha irdeleyelim.
Bildiğimiz kadarıyla tekâmülde ezel ve ebet bilinmediğine ve tekâmül etmekte mutluluk olduğuna göre bu halde diyebiliriz ki: Madem tekâmül etmek bir mutluluktur ve tekâmülün insanda başlangıcı ve sonu bilinmemektedir, demek ki mutluluğun da insanda başlangıcı ve sonu yoktur. Ancak bütün bu sonsuzluğuna rağmen mutluluk insanın özünde var olan ve olduğu için ezelden ebede kadar olan hayat safhalarında aranılan bir sorudur. Soru ise daima sonsuza giden bir arayış olduğu için salt mutlulukta bulunamayacak olan bir kavramdır. Çünkü Salt mutluluk ancak Kadiri Mutlaktadır.
Yalnız, biraz önce zikrettiğimiz gibi, mutluluk varlıkların tekâmül merhaleleri açısından değişik biçimler arz edeceğinden ve daima farklı olacağından salt mutluluğa gidiş vardır. Ancak bu geliş sonsuza olan bir gidiş olduğundan biz varlıklar için salt mutluluk yoktur diyoruz. Oysa ki Kadiri Mutlak için sonsuz ile sonlu sözleri bir önemi haiz değildir. Çünkü her ikisi de onda vardır. Aslında her şey bir mutluluk arz eder. Şöyle ki: Hasta olan ve acılar içinde kıvranan bir kimseye sorarsak o mutsuzdur. Oysaki bu sınavlar ve tatbikatlar içinde bulunan bu kimsenin duyduğu ıstırap ve anının o kimsenin ruhunda bıraktığı izler en büyük mutluluktur. Fakat bu mutluluk onun idrâk seviyesine bağlı olarak geliştiği iğin kişi bunu idrak edebiliyorsa mutludur. O halde ruhî varlık için dünya haya. tında geçirdiği bütün olaylar birer mutluluk kaynağıdır.
Mutluluk öyle bir kavramdır ki bir çok spritüel bahislerle bir benzerlik ve bir ahenk meydana getirir. Mesela: Kaderle mutluluk arasında tam bir bağlantı, karma ile mutluluk arasında bir bağlantı, reenkarnasyon ile mutluluk arasında bir bağlantı, nefsaniyetle vicdan arasında da bir bağlantı vardır ki bu insanın nefsaniyetle vicdanı arasındaki geçiş yoludur. Vicdanın nefsaniyete tam hakimiyet kurması en büyük mutluluktur. Çünkü vicdanının mutluluğuna erişen ve nefsaniyetini susturan insan, gelecekteki karmasını da sağlam temeller üzerine inşa etmiş ve kendine başarılı bir kader çizmiş olacak ve dolayısıyla illiyet prensibine uyacağından kader ve gelecekteki karmasına iyi bir sebep teşkil ederek zamanı geldiğinde iyi bir netice alacak ve bu sebep ve neticenin getirmiş olduğu bilgilerle tekâmülü noktayı nazarından bir atılım yapacak ve bu da ruhu için büyük bir mutluluk olacaktır.
Ancak hemen şunu belirtmek gerekir ki: insanın dünya hayatı içindeki mutluluğu değişiktir. Burada, «değişiktir» sözcüğünü kullanırken dikkat edilmesi gereken husus şudur: Mutluluk kesin olarak vardır, yalnız insanın idrak, vicdan, nefsaniyet ve bilinç seviyesine göre dünya hayatı boyunca değişkendir. Bu değişiklik insanın serbest iradesinde vardığı bir görüş kararı olarak mutluluğu kavramasından meydana gelir. Yani dünya hayatı içerisinde çok çeşitli tesir ve şartlar altında bulunan insan, içinde bulunduğu kötü durumlara göre mutluluğu değerlendiriyorsa, mutsuz olduğunu, dolayısıyla kesin bir mutluluğun olmadığını söyleyecek; oysa kendine göre bazı iyi garantiler altında mutlu olduğunu görünce bu sefer tam bir tenakuza düşecek şu halde MUTLULUK izafidir diyecektir.
Oysaki demin zikretmiş olduğumuz mutluluğun değişkenliğiyle, izafiyeti ayrı, ayrı şeylerdir. Burada ayırt edilmesi gerekli olan nokta şudur: Mutluluk kavramının: vicdan, nefsaniyet, şuur, tecrübe, bilgi ve görgü sonucu olarak, kavranması ve ona göre hüküm verilmesi, bir tenakuz teşkil eder ve dolayısıyla insan, «Mutluluk izafidir» hükmüne varır. Halbuki mutluluk vardır, ancak kişinin görüş açısı oranında değişik biçimde görünmektedir, yani izafi değildir, sadece bakış açısı olarak «değişik» görünüşlüdür. Buna misal olarak bir masayı verelim. Dört ayağı bulunan bir masaya öyle bir açıdan bakıyorum ki, dört ayağını da görebiliyorum. Halbuki ayağa kalkmış bir başka kişi onu kuşbakışı görüyor ve masanın bacaklarının olmadığını rahatça söyleyebiliyor.
Peki bu durumda, hakikaten masanın ayakları mı yoktur, yoksa o dar bir açıdan baktığı için mi onları görmüyor Herhalde burada söylenecek en güzel şey masanın dört bacaklı olduğu ancak, duyu verilerimizden biri olan gözümüzün görüş açısına göre onun bacaksız veya dört bacaklı olduğunu algıladığımızdır. Örneğe göre, mutluluğu ele alırsak kötü şart*lar altında yaşamakta olara bir insan, adeta kuş bakışı bakan kişi gibi, mutluluğun olmadığını; oysa ki masaya dört bacağın görülebileceği bir açıdan bakan kimse ise dört bacağın mevcut olması gibi mutluluğun olduğunu söyleyecektir. Bu misalde bir üçüncü şahsı ele alırsak ve bu şahıs hem kuş bakışı olarak, hem de diğer kişinin açısından bakıp, masanın dört bacaklı olduğunu ancak bakış seviyesine göre değişken olduğunu ve misaldeki gibi mutluluğun bakış açısına göre değişiklik arz ettiğini ancak bunun bir izafiyet olmadığını ispat etmiş olur.
Çünkü yapı olarak masanın dört adet bacağı vardır. Ancak çeşitli açılardan bakıldığında bacaklar göze çarpmakta veya çarpmamaktadır. İşte bu masa misalini mutluluk kavramına uygularsak şunu söyleyeceğiz: Kesin olan bir mutluluk vardır. Ancak örnekteki bakış açısı nasıl değişmişse burada da fertlerin dünya hayatı içersinde*ki vicdan, nefsaniyet, tecrübe, bilgi ve görgü yanı tüm olarak tekâmül seviyeleri değişik olduğundan, diğer bir deyişle bilinçlenmenin serbest iradeleriyle kendilerinde meydana getirdikleri değişik olan bilinç ekranlarında meydana gelen mutluluk görüntüleri değişkendir.
Spiritüel bilgilerimizin bize öğrettiğine göre mutluluk mutsuzluğa eşit olmaktadır. Her şey zıttıyla kaimdir. Halbuki bütün zıtlıklar, yoktan var eden Kadiri Mutlak Tanrını bilgisindendir. Zıtlık insanın tekâmülü için gerekli ve tanrısal bilgiden var edilmiş olan bir prensiptir. Allah zıtlık değil, insanın kendisi zıtlıktır. Bu noktadan kalkarsak mutluluk insanın kendinde bulunan bir zıtlık olarak mutsuzluğu beraberinde getireceği bellidir. İşte bu iki ayrı kavram insanın nefsaniyetine ve vicdanına göre değerlendirilir.
Ve hiç bir zaman nefsaniyet mutluluk olma. dan vicdanî mutluluğa ulaşılamaz. Mutluluk olsun, mutsuzluk olsun, her ikisi de in. san için ideal olamaz, insan mutlu olmayı amaç edindiği sürece mutsuzluğu elde etmektedir. Bu bakımdan insan sürekli ve mümkün olan ölçüde izafi olmayan değerler, gerçekler elde etmek suretiyle mutluluk dediği ruh halinin müddetini uzata*bilir, sıklaştırabilir.
|
|
|
SEN NE KADAR SENSİN ? |
Yazar: Spiritüeller - 11-04-2017, Saat: 10:39 - Forum: NOTLAR
- Yorum Yok
|
|
Sabah erken uyandım, güneşin doğuşunu izlemek ve denizi koklamak istedim geçen günlerin birinde. Evden çıkıp, minik bir patika yolda iki dakika kadar yürüyüp, arabalar için olan yolu geçiyorsunuz, karşınızda yemyeşil bir park ve uçsuz bucaksız Akdeniz Denizden elli metre yüksekteyim. Bir süre denizle bütünleştikten sonra çimenler boyunca yürümeye başladım. Yürüyüş yapan başka insanlar da var. Gülümseyen yüze rastlamıyorum yine. Sabah sabah ne güzel spor yapıyorsunuz; tertemiz hava, mavi ve yeşilin birbiriyle muhteşem kaynaşması içinde denizin kokusu, toprağın, çimenlerin ara ara çiçeklerin kokusu içinde nedir derdiniz diye haykırarak içimden kızgınlık hissediyorum. Biraz yürüdükten sonra bir banka oturdum ve mavi sulara dalıp içinde kayboluyorum.
Daha önce defalarca olduğu gibi hayatım akmaya başlıyor gözlerimin önünden.Doğduğunuz andan itibaren ailenizin ve toplumun düşünce kalıpları ve inanç sistemleri yüklenmeye başlıyor kişiliğinize. Bebekken güldürmeye çalışıyorlar en basitinden! Sen bebeksin! Gülmen lazım, agu aguu... Gülmeyeceğim kardeşim. Ben sizi eğlendirmek için mi dünyaya geldim Büyümeye başlayınca sizi bir o yana bir bu yana çekiştirip duruyorlar. Bu hiçbir zaman bitmiyor eğer fark etmezseniz.
Okulda öğretmenlerine şöyle davran, arkadaşlarına böyle davran, aman uslu çocuk ol, ders çalışmalısın, başarılı olmalısın, üniversiteye gitmelisin, meslek sahibi olmalısın, şu amca bunu söylüyor, bak teyzeler şunu söyledi, kardeşine dikkat et, büyüklerine saygılı ol, niçin gülüyorsun, niçin ağlıyorsun, niçin kızıyorsun; ya bizim kafamızdaki model olacaksın ya bizim kafamızdaki model olacaksın! Başka çaren yok... Tabi bütün bunlar ve yüzlerce benzerleri, insanların yürekten hissettiğini düşünmediğim, mekanik bir sevgi çerçevesinde ve saygı içinde toplumun gelenek ve göreneklerine uygun olarak size sunuluyor. Daha doğrusu sunulanı alıp uygulamanız emrediliyor. Bu aileye ait kısmı sadece
Bütün okul hayatınızdaki arkadaşlarınız, en yakın arkadaşlarınız, öğretmenleriniz, akrabalarınız, aile dostlarınız hepsi durmadan çekiştiriyorlar. Üst üste fark etmeden kabul ettiğiniz kişilikleri yüklüyorlar size. Burada suçluyormuş gibi görünüyorum ama onlar da bildiklerini aynı girdap içinde, en iyi bildiklerini uyguluyorlar. Yaşamınızda hızla ilerlerken, aile, toplum tarafından bir siz yaratılmış oluyor. Tabi siz de kendinizi bu şekilde tanımlamış oluyorsunuz, siz de karşılaştığınız insanlara aynı şekilde davranıyorsunuz, siz de başkalarına yükleme yapıyorsunuz. Ardından sevgililer Kimliğiniz yine değişikliğe uğruyor.
Ardından iş hayatı İş hayatı başlı başına bir okul; eğer izin verirseniz başka bir siz oluşmaya başlıyor tekrar. Yalakalık, eşitsizlik, dedikodu, ayrımcılık, ast-üst ilişkisi, üstlerin senin için ilah olmak zorunda, tanıdığı olanlar, torpille gelenler daha uzayıp gider... Eh, ekmek parası! Hayat acımasız. Biz de bu döngünün içinde var olmak zorundayız. Tabi şartlarına uyarsan, uygularsan var olabilirsin bu oluşumun içinde. Evlilik ki toplumun olmazsa olmazlarındandır, çocuk ki sizde bu öğrendiklerinizi çocuğunuzda uygulayın diye, mal-mülk sahibi olmaya çalışmak, geleceğini garantiye almaya çalışmak, yaşlılık , torunlar ve son.
Şimdi bankta otururken, hayatıma değen bütün insanların oluşturduğu ben ne kadar benim Ne kadarı bilinçli olarak kendi seçimim Dünya bu, yaşam bu, hayat daha farklı nasıl ilerler ki Tabi ki ailem olacak, arkadaşlarım olacak, eşim, işim, çocuğum olacak...
Eh, şimdiye kadar bildiğim hayat bu. Fakat bana öğretilen hayat benim istediklerim mi Çelişki insanı dibe vurur ama çıkışınız muhteşem olur. Bu durumda hayatı, Ben i yeniden yaratıyorum... Bana verilen içinde beğenmediğim her şeyi değiştirerek.. Öfkelendiğim, üzüldüğüm, acı çektiğim kimliğimi oluşturan bütün deneyimlerimdeki hissettiklerimi değiştirerek. Yeni bir Ben zamanı artık... Benim farkında olarak belirlediğim, huzur içinde, neşe içinde bir Ben zamanı... Siz ne kadar Siz siniz Siz Kim siniz Haydi analiz edin kendinizi. Bütün içinizdekileri, derinlerde kalan bütün duyguları, acısıyla tatlısıyla ortaya çıkarmaya, kendinizi özgürleştirmeye ne dersiniz
Sabah erken uyandım, güneşin doğuşunu izlemek ve denizi koklamak istedim geçen günlerin birinde. Evden çıkıp, minik bir patika yolda iki dakika kadar yürüyüp, arabalar için olan yolu geçiyorsunuz, karşınızda yemyeşil bir park ve uçsuz bucaksız Akdeniz Denizden elli metre yüksekteyim. Bir süre denizle bütünleştikten sonra çimenler boyunca yürümeye başladım. Yürüyüş yapan başka insanlar da var. Gülümseyen yüze rastlamıyorum yine. Sabah sabah ne güzel spor yapıyorsunuz; tertemiz hava, mavi ve yeşilin birbiriyle muhteşem kaynaşması içinde denizin kokusu, toprağın, çimenlerin ara ara çiçeklerin kokusu içinde nedir derdiniz diye haykırarak içimden kızgınlık hissediyorum. Biraz yürüdükten sonra bir banka oturdum ve mavi sulara dalıp içinde kayboluyorum.
Daha önce defalarca olduğu gibi hayatım akmaya başlıyor gözlerimin önünden.Doğduğunuz andan itibaren ailenizin ve toplumun düşünce kalıpları ve inanç sistemleri yüklenmeye başlıyor kişiliğinize. Bebekken güldürmeye çalışıyorlar en basitinden! Sen bebeksin! Gülmen lazım, agu aguu... Gülmeyeceğim kardeşim. Ben sizi eğlendirmek için mi dünyaya geldim Büyümeye başlayınca sizi bir o yana bir bu yana çekiştirip duruyorlar. Bu hiçbir zaman bitmiyor eğer fark etmezseniz.
Okulda öğretmenlerine şöyle davran, arkadaşlarına böyle davran, aman uslu çocuk ol, ders çalışmalısın, başarılı olmalısın, üniversiteye gitmelisin, meslek sahibi olmalısın, şu amca bunu söylüyor, bak teyzeler şunu söyledi, kardeşine dikkat et, büyüklerine saygılı ol, niçin gülüyorsun, niçin ağlıyorsun, niçin kızıyorsun; ya bizim kafamızdaki model olacaksın ya bizim kafamızdaki model olacaksın! Başka çaren yok... Tabi bütün bunlar ve yüzlerce benzerleri, insanların yürekten hissettiğini düşünmediğim, mekanik bir sevgi çerçevesinde ve saygı içinde toplumun gelenek ve göreneklerine uygun olarak size sunuluyor. Daha doğrusu sunulanı alıp uygulamanız emrediliyor. Bu aileye ait kısmı sadece
Bütün okul hayatınızdaki arkadaşlarınız, en yakın arkadaşlarınız, öğretmenleriniz, akrabalarınız, aile dostlarınız hepsi durmadan çekiştiriyorlar. Üst üste fark etmeden kabul ettiğiniz kişilikleri yüklüyorlar size. Burada suçluyormuş gibi görünüyorum ama onlar da bildiklerini aynı girdap içinde, en iyi bildiklerini uyguluyorlar. Yaşamınızda hızla ilerlerken, aile, toplum tarafından bir siz yaratılmış oluyor. Tabi siz de kendinizi bu şekilde tanımlamış oluyorsunuz, siz de karşılaştığınız insanlara aynı şekilde davranıyorsunuz, siz de başkalarına yükleme yapıyorsunuz. Ardından sevgililer Kimliğiniz yine değişikliğe uğruyor.
Ardından iş hayatı İş hayatı başlı başına bir okul; eğer izin verirseniz başka bir siz oluşmaya başlıyor tekrar. Yalakalık, eşitsizlik, dedikodu, ayrımcılık, ast-üst ilişkisi, üstlerin senin için ilah olmak zorunda, tanıdığı olanlar, torpille gelenler daha uzayıp gider... Eh, ekmek parası! Hayat acımasız. Biz de bu döngünün içinde var olmak zorundayız. Tabi şartlarına uyarsan, uygularsan var olabilirsin bu oluşumun içinde. Evlilik ki toplumun olmazsa olmazlarındandır, çocuk ki sizde bu öğrendiklerinizi çocuğunuzda uygulayın diye, mal-mülk sahibi olmaya çalışmak, geleceğini garantiye almaya çalışmak, yaşlılık , torunlar ve son.
Şimdi bankta otururken, hayatıma değen bütün insanların oluşturduğu ben ne kadar benim Ne kadarı bilinçli olarak kendi seçimim Dünya bu, yaşam bu, hayat daha farklı nasıl ilerler ki Tabi ki ailem olacak, arkadaşlarım olacak, eşim, işim, çocuğum olacak...
Eh, şimdiye kadar bildiğim hayat bu. Fakat bana öğretilen hayat benim istediklerim mi Çelişki insanı dibe vurur ama çıkışınız muhteşem olur. Bu durumda hayatı, Ben i yeniden yaratıyorum... Bana verilen içinde beğenmediğim her şeyi değiştirerek.. Öfkelendiğim, üzüldüğüm, acı çektiğim kimliğimi oluşturan bütün deneyimlerimdeki hissettiklerimi değiştirerek. Yeni bir Ben zamanı artık... Benim farkında olarak belirlediğim, huzur içinde, neşe içinde bir Ben zamanı... Siz ne kadar Siz siniz Siz Kim siniz Haydi analiz edin kendinizi. Bütün içinizdekileri, derinlerde kalan bütün duyguları, acısıyla tatlısıyla ortaya çıkarmaya, kendinizi özgürleştirmeye ne dersiniz
|
|
|
BİLİNÇ VE ENERJİ GERÇEĞİN TABİATINI YARATIYOR |
Yazar: Emka - 10-04-2017, Saat: 13:55 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Selam, güzel varlıklarım ve yeni başlayanlarım. Sizleri selamlıyorum. Hadi içelim. İhtiyacınız olacak. Su kaynağı, sonsuz süren bilinci temsil ediyor. Her zaman olduğu gibi, o içimizdeki tanrı olarak tanımladığımızı selamlamak için uygun bir araç. Şimdi, dersimize hassaslığımızdan ziyade tanrısallığımızı selamlayarak başlayalım.
Yeni başlayanlar için Gerçeği Yaratma Kılavuzu
Güzel yeni başlayanlar, burada olduğunuz için çok memnunum. Bugün burada yeni başlayanlar grubunda olanlar, lütfen ellerinizi kaldırın.
Şimdi,, niçin buradasınız Kabullenme duygunuzun artacağını ve bir şekilde hayatınızı değiştireceğini mi ümit ediyorsunuz. Tabi, bu iyi bir cevap. Bunu beğendim.
Ben, Aydınlatılmış olan olarak tanımlanan Ramtha yım. Tüm okumuş, dinlemiş ve sizi etkilemiş olan kelimeleri söyleyen varlığım. Geçmişte olduğu gibi, bugün de gerçeğin sesi. Bulunduğum bedenden dolayı dehşete kapılmayın. Kendi bulunduğunuz bedenden dolayı dehşete kapılın.
Sizin zaman kavramınız ile duruma bakarsak, ben bu bilince çok zaman önce vardım ve bedende şekil aldım. Bu sizin deyiminizle bir tür anlaşma idi ve bu anlaşma, bedeninde bulunduğum şahsın tekrar enkarne olmasından önceydi.
Tanrının hiç kimseye ama herkes ve her şeye benzediğini öğrenmek için buradasınız. Bunun ötesinde, Tanrının yüceliğinin çok basit bir ağaç veya sizin gibi bir bedenle görülebileceğini öğreneceksiniz.
BEN VÜCUDUMDAN DAHA BÜYÜĞÜM BEN AYDINLATILMIŞ OLANIM
Ben buraya, bugün halen eonlara tapanlar için yaratılan, huşu içinde bulunan, nefis, ve güzel bir bedeni sergilemek için gelmedim. Güzelliği , Ruh ve durgunluğun güzelliğini değil fiziksel olanı değerlendiriyor ve buna tapıyorsunuz. Fakat bu sizi küçültür, çünkü bu geçici bir niteliktir; evet öyle. Ve sadece kişinin fiziksel yaşantısında küçücük kalır ve söner. Ben zamanında aydınlatılmış olarak korkunçtum. Aydınlatılmış olan ne demek Siz aydınlatılanlar için hangi kelimeyi kullanırsınız
Anlamı ; algılayanlar, geniş vizyonu olanlar demektir. Aydınlatılmış olan tamamıyla ruhu veya zihninde gerçekleşen bildirilenlerin farkında olandır. Ve bu da aydınlatılmış olanın ruhundaki zenginliklerin vücudundaki zenginliklerden daha çok olduğu anlamına gelmektedir. Aydınlatılmış olanlar kendilerini sade bir beden olarak değil, hayatı birleştiren bir açı olarak görmektedirler. Aydınlatılmış olanlar bunlardır.
Kendini diğer yaşam formlarından ayrı, özel, farklı görmeyendir. Bunlar bilgisiz kişilerdir. Ben aydınlatılmış biriyim çünkü hayatımda ve bildiğim tüm zamanlarda kendim olmak, bir insan olmak, savaşlar çıkarmak, zalimleri yok etmek için büyük ve harika imkana sahiptim. Ne yüce bir hedef, değil mi Fakat bu kendi kendimi aldatmama kendi kibrimi yenene kadar olmadı. Ve bu aldatmaca içerisinde, varlıklar, yaşama sizin deyiminizle bir örümcek ağı kadar yaşamıma tutunmaya çalışırken, yaşamımın ve zavallı, sefil insanlarımın anlamının ne olduğunu sordum. Ve bu her gün yaşamı kavramak için uğraştığım süreye kadar olmadı, ve her yaşadığım güne attığım işaret ile, yaşam süresinin ve yaşamın kendisinin bir ödül olduğunu anladım. Ve böylece bir kaya üzerinde oturdum ve kendimi 7 yıl boyunca tedavi ettim, bu sizin nefret duyacağınız bir şey. Her gün ve her gece ruhumu sevindirdim, uyandığımda hala burada olduğumu gördüm. Ve gece yarısı gökyüzünde ayın parlayıp söndüğünü gördüğümde bu sahneye hiç doyamadım. Gözüm dönmüştü ve umutsuzdum, tümüyle tabiat ile tutkulu arzular içerisindeydim. Her gün ay ve güneş, bana hayatta olduğumu teyit ediyorlardı. Onlara tapmaya başladım. Sonunda onlarla bütünleştim. Ben aydınlatıldım çünkü fiziksel benliğimin sınırlarını aştım. Savaşçı ölmüştü: Fatih ölmüştü.
Sönmek üzere olan bir ateş gibi kibir, gecenin havasında dans etmiş ve yok olmuştu. Bilgisizliğim yok olmuştu. Ve böylece ruhani bir varlık haline dönüşmüştüm. Ve bu ne demek Ben beynimi, bedenimi ve duygusal bedenimi, fetihler için, hedefleri yakalamak için, işsiz güçsüz yatmak için ve dünyanın yeniden dirilişi için kullanmadım.
Değişmiştim. Yalnız olmak - insan insana, güç güce karşı yerine, kendimi gün be gün, yavaş yavaş toparlayan, bu alemi fethetme değerlerine sarılan biri olarak değil, kibirliliği yenen değerlerin adamı olmak üzere buldum. Benim en bilgisiz olduğum konu neydi Birçok konu vardı, ancak en önemli bilgisizliğim insanlarımın bilinmeyen tanrısından nefret duymamdı. Gördüğünüz gibi insanlarım tanrıya tapmıyorlardı. Onlar sadece bir tanrının olduğunu, isimsiz olduğunu ve herhangi bir yerde olmadığını ancak varolan her şeyde ve her yerde olduğunu ve her şeyin onunla varolduğunu biliyorlardı. Ve böylece bu tanrı insanlarımı boşta ve sefil bir halde bırakmıştı. Anlayamıyordum.
Eğer bir tanrıyı seviyorsan, hayatımın tatlı, mutlu olacağını, düşmanlarım ile savaşabileceğimi ve barış içerisinde yaşayabileceğimi, hayatımın tüm günlerini şarkı söyleyip dans ederek geçirebileceğimi düşünmüştüm. Fakat, benim insanlarımın bilinmeyen tanrısı, ki bu tüm hayat idi, onları çok güçlü olmayan bir yarışın köleliğine bırakmıştı. Ve ben Tanrıdan nefret ediyordum. Ve her kişinin içinden onu katletme arayışı içindeydim, çünkü fethedilmek çok kolaydı, çünkü o benim zavallı, sefil ailemi fethetmişti. Bu hayatımın en cahil noktasıydı: Tanrının fethedilebilmesi ve çünkü bir sevgili Tanrı onu kötüden, kölelikten uzak tutuyordu. Bilinmeyen Tanrının insanlarımda ve diğer insanlarda var olduğunu , kendi verdiğinin tabiatı olduğunu bilmiyordum. Tanrı sevgidir.
Bu ne demek Bu, Tanrının yarattığı ve verdiği ve hiçbir zaman almadığı demek. Bu anlamının tam karşılığıdır. Ve Tanrı herkese can verdi bu bilinmeyen Tanrı verirken ve yaşamı desteklerken kendi zihninin bir yansımasını vererek yeni bir yaşam formunu yarattı, kendi gerçeğini yarattı. İnsanlarım bir gün köleliğe düşeceklerini tahmin ettiler. Sonunda kendi kehanetleri gerçek olmadı mı Çünkü onlar buna konsantre oldular. Tabi. Bilinmeyen Tanrı herkesin içindeki tek akıl değil, o herkesin içinde olan bir zihnin parçaları. Ve herkes dikkatli olmalı, ancak onlar seçici. Bu da Tanrının verme kalitesi. Bunu anlamak bir gün sürmedi. Geri kalan hayatımın tümünü aldı çünkü barbar yapım nefret ediyor ve küçümsüyordu, ancak ruh yapım küçük ve kırılgandı ve her gün genişliyordu. Hergün ben vücudumdan çok o noktadan dua ediyordum.
Ve sonra aydınlandım mı Çünkü bilinmeyen Tanrı ile barış içinde olmayı aklıma koymuştum ve ben tam bunu istiyordum. Ve böylece Tanrı sevdiği için içimdeki Tanrı tam olmak istediğimi verdi: tüm yaşam ile sevgiyi paylaşan şeylerin hepsini. Ve üstatlar biliyor musunuz, her gün verdiğim savaş neydi Hayatımın her gününü basit tabiatımı defetmek, şüphelenmek ile geçirdim. Hareket etmek ve fethetmek istiyordum. Köleliğin ağıtını istiyordum. Her, içimde savaştığım gün, kendi kendimi fethetmeye başlamıştım, bu da savaşın en ateşlisiydi. Ve tüm bu savaşlar ve fetihler sonuçta bana ne verdi Başta hiçbir şey, çünkü yaralarımı ölçüyor ve tüm bu insanları görebiliyor ve geçmiş zaferlerimi sayabiliyor olacaktım.
Gerçek olduğunu görebiliyordum, ancak istediğim gerçek değildi, en azından yaklaşık bile değildi. Hergün gerçek olan gerçek olmayan ile çelişiyordu. Sizin tabirinizle, onunla alay ediyordu. Orada oturuyor ve Ramtha ya, sen bir soytarısın . Sen yaşlı bir soytarısın. Bunu kendime söylerken birşeyler içimde acı duyacaktı. Bunu söylerken birşeyler acıyacaktı, dolayısıyla acıyı araştırmalıydım. Ve acıyı araştırdığımda her hissettiğimde, küfrettiğim birşeyi bana gerçek olan birşeyi keşfettim. Hayatımın geri kalanı için herşey üzerinde aklımı kullanmayı seçtim. Ve fark ettim ki, vücudumda kalmamın tek sebebi vücuduma olan yakınlığımdı. Her öfkelendiğimde vücudumun merkezindeydim. Vücudum irademe hakim olduğu zamanlar, içine gömülmüştüm. Fakat hergün vücudumda değil daha çok zihnimde büyüyordum.
Ve hayatımın sonunda, bu aracı nasıl terk ettiğimi biliyor musunuz Çam ağacından yapılmış bir tabutta değil. Bu uçağı rüzgar içinde terk ettim. Neden benim taşıtım bu şekilde olmalıydı Çünkü bu ruhun taşıyıcısıydı. Neden herkes gibi ölemiyecektim Çünkü ben doğal değildim. Ve beni bu şekle sokan neydi Sizin tabirinizle vücudumu, kişiliğimi, genetik yapımı , doğal yapımı fethetmiştim. Ve günlerimin sonunda, geçmişime olan incecik bağlantıyı koparmayı başarmıştım.
Ve neticede ne olmuştum Daha iyi bir insan değil. Ben ruhani bir varlık, bir Tanrı olmuştum insan değil. Ve bu benim olmak istediğim şeydi. Bilinmeyen Tanrı bir yüze sahip değil idiyse, o zaman o güçtü ve tabiatın ta kendisiydi. Bu benim olmak istediğimdi, çünkü bu benim için Tanrının tanımı idi, insanlar değil, insan değil, ancak tüm hayatın bir parçası olan bilgi üzerine varolarak hareket eden.
Öyleyse neden aydınlatılmış olarak tanındım Aydınlatılmıştım, çünkü kendi bedenimden çok ruhumdan oluşmaktaydım. Ve böylece bugün buradayım, ve bu kere bildiğiniz gibi başka bir bedende. Ve sizler beni dinlemeye geldiniz, çünkü benim kelimelerimi okudunuz, onları duydunuz, başka insanları dinlediniz ve hayatınızda olağanüstü bir şeyi gördünüz. Ve erkek ve kadınlar, çocuklar, bir ruh, küçük, bir bedende toplanmış olarak geliyorsunuz. Ruhunuzun yaşamınızdaki görevi sizi hergün canlı tutmaktı. Sadece bu sebeple onu kullandınız. Ve ölmeden önce buraya gelmiş olmanızın tek sebebi, ruhunuzun sizi canlı tutmasıydı, ve hiçbir zaman vücudunuzu terk edecek kadar buna küfretmediniz. İşte tamamiyle bu amaçla onu kullandınız. Ama, bu sebeple buradasınız çünkü görünemediği kadar güç olarak hissediliyor. O da beni ben yapan.
Buraya beni görmeye gelmediniz. Şimdi, yapacağınızı yapmak üzere geldiniz ve ben basit, doğal olarak size görünüyorum. Öğreti ise Tanrının sizin içinizde , ruh olarak, tanımladığınız gibi yaşaması. Fakat bu sizi sadece canlı tuttu. Ve bu ruhu görebilseydiniz, hiçbir zaman vücudunuzu gördüğünüz gibi göremeyecektiniz. Benim içinde bulunduğum beden kendi tanımlarım ile çelişen bir beden. Bu beden bir dişiye ait ve ben bir erkeğim. Fakat bu harika bir şey, çünkü erkeğe ve kadına Tanrının her ikisi veya hiçbiri olduğu öğretiliyor. Size beyninizde düşündüklerinizin hepsinin muhtemelen orada olması gerekmediğini ögretiyor ve yine siz ne iseniz, bunu göremiyeceğinizi öğretiyor.
Dolayısıyla, büyük bir ihtimalle buraya bulunduğumuz zamandan farklı bir zaman içerisinde tanıdığım insanlara konuşmak üzere geldim. Ve o zaman ve bu zaman aynı anda gerçekleşiyor. Size hiçbir zaman öğretmediğim birşeyi öğretmek üzere buradayım. Sizi terketmiştim. Ve beni takip etmenizi öğretmeyeceğim; bunu yapamazsınız ölseniz bile çünkü ölürseniz, sadece hayatın bir hediyesini alacaksınız, bu da kabul etme yeteneğinize eşit. Ve bugüne kadar kabul ettiğiniz yegane şey yaşamınızdı, nasıl olduğu hiç önemli değil. Bu sizin için çok önemli. Açlık sizin için önemli; acı sizin için önemli; yolunu şaşırmış olmak sizin için önemli, çünkü siz gerçeği sevmiyorsunuz. Sizin için kadın olmak önemli; sizin için erkek olmak önemli.; Gördüğünüz gibi bunların tümü fiziksel unsurlar ve açlık ruhu yok edebilir. Açken Tanrıya odaklanma çabalarınızı herşeyden daha çabuk yitirebilirsiniz.
Dolayısıyla, sizlere ölmüş olsanız bile aydınlatılmış olmayacağınızı öğretmek için geldim. Ruhani bir varlık olacaksınız ancak zihniniz olmayacak; zihniniz burada olacak ve bildiğinizi ve benim öğrendiklerimi öğreneceksiniz: bir Tanrı: herşey Tanrı. Ve bunun yaşadığınız tek yaşam olmadığını. Bu bedenler bir nevi giysiler. Siz bu bedeni bu zaman akışının giysisi olarak taşıyorsunuz. Siz birçok giysi giydiniz. Ancak diyeceksiniz ki, Neden hatırlayamıyorum . Hatırlıyamıyorsunuz, çünkü Aydınlatılmadınız.
Anlıyor musunuz Son yaşantınızda bu yaşantınızda olduğunuzdan daha fazla ilerlememiştiniz. Ve hepiniz son yaşantınızın neye benzediği konusunda endişeleniyor olsaydınız, kullanacağınız tek şey kişiliğinizin beyni olacaktı ve sonra sadece, her zaman olduğu gibi, geride beden kalacaktı. Böylece, o beden o beyin ile ölünce, hatırlamamanızın sebebi beden ve beynin gitmiş olmasıdır. Hatırlayabildiğiniz tek şey bu hayatınızdır , hatta yaşantınızın birçok gününü hatırlayamazsınız, çünkü onları yaşamamışsınızdır. O günleri yaşamadınız.
Oh, ölçülemeyecek kadar uzun yaşadınız. Evrim içerisindesiniz. Tanrı sizlere sonsuz hayat verdi. Bu ne demek Bu, öldüğünüzde bugün öğleden sonra, yarın sabah...vücudunuz yok olacak ancak siz ruhani vücudunuz içinde tekrar yükseleceksiniz. Fakat, ruhani bedeniniz sadece kapladığı akıl kadar büyük. Bu zihni şu anda geliştiriyorsunuz. İşte bu sonsuz hayat. Ve sonra, eğer hala çiftleşme var ise tekrar doğacaksınız. Tekrar doğacaksınız ve bugünü hatırlamayacaksınız. Neden bugünü hatırlamayacağınızı biliyor musunuz Çünkü gelecekteki beyniniz bugün burada değildi, ancak ruhunuz buradaydı.
Şimdi,, size öğretmek istediğim beni takip etmeniz değil, çünkü bu mümkün değil ve ben tapınmak istemiyorum. Kendi kendinize tapmanızı istiyorum. Bugüne kadar Tanrı için yapılmış en muhteşem tapınak, taştan, altın, gümüş ve değerli mücevharattan değildi. En muhteşem Tanrı tapınağı insan bedenidir. Ve bu beden içerisinde ruh kendi krallığını oluşturur; bu tapınaktır. Şimdi, öğrendiğiniz şey içinizde bir kıpırtıya sebep oluyorsa, içerideki bu kıpırtı ruhunuzun duyumudur. Buraya geldiğinizde, yorgun veya aç, veya sıkılmış iseniz, bu sizin bedeninizdir. Ve zihniniz bedeninizdedir, ruhunuz değil. Öğrendikleriniz ile ilerlemiş iseniz, o zaman içinizde görülmeyen olana ancak içinizdeki kendinize konuştuğumuzu anlayacaksınız. Bunun anlamı çok büyüktür.
Bugün ve yarın için tek itiraz ne olacaktır Sizin maymun aklınız ve insan beyniniz. Neden biliyor musunuz Çünkü yanınızdaki arkadaşınıza kabul etme alanınızın ne kadar geniş olduğunu anlatmanızı istemiştim bu kelimeleri düşünün: ne kadar geniş, ne kadar derin, kabul etme yeteneğinizin evresi ne kadar yüksek işte bu inançtır.
Kabul etmediğiniz birşeyi hiç bir zaman hayatınızın önemli bir hususu olarak ortaya koymazsınız.
Sadece kabul ettiğiniz birşey kalıcıdır. Şimdi, kabul etme alanınız ne kadar geniş Şüphelerinizden daha mı geniş Kabul etme alanınızın sınırları nedir Bunun için mi hastasınız Bunun için mi yaşlısınız Kabul etme evreniz mutsuzluk olduğu için mi mutsuzsunuz Biliyor musunuz, bunları alacaksınız. Bundan daha büyük birşey almayacaksınız, çünkü bundan daha büyük herşey sadece ruhdadır. Ruhunuz mutsuz olmanızı sağlıyor çünkü ona öyle yapmasını söylüyorsunuz.
Dolayısıyla bugün ile ilgili probleminiz bedensel zihninizdeki kabul evreniz ile ilgili; bu da burada (Neuronet). Ve siz bir de kendi suçunun kurbanı olan türden bir kişi iseniz çok kötü ve korkunç şeyler yapmış iseniz ve üstelik suçlu olduğunuz için özel bir durum olduğunuzu düşünüyorsanız o takdirde size anlatacağım konu ile ciddi sıkıntılarınız olacak, çünkü size kendi gerçeğinizi yarattığınızı söylüyorum. Eğer bir kurban iseniz, siz öyle olmasını istediğiniz için o sunuz. Ve siz bundan hoşlanmayacaksınız, çünkü siz acılarınız, sınırlarınız ve eksikliklerinizden başkalarının sorumlu olmasını istiyorsunuz. Ve ben size bunun kendi sorumluluğunuz olduğunu söylüyorum.
Bunu hiç sevmeyeceksiniz. Ruh onaylar ancak beyin onaylamaz çünkü kimin acı verdiğini, kimin hayal kırıklığına uğrattığını söyler; neden şüphe duyduğunu söyler. Herzaman başkasının suçudur, hiçbir zaman kendimizin değil. İnsan beyninin kibiri, değil mi Bundan hoşlanmayacaksınız.
Ayrıca hepinizin Tanrı olduğu konsepti ile de zorluk yaşayacaksınız, çünkü bazılarınız hala Tanrının cennet olarak adlandırılan bir parça gayri menkulün içinde olduğuna ve dişiden ziyade erkek olan o Tanrı nın tüm ipleri elinde tuttuğuna inanmak isteyecektir. Böylece hayatınızda çarpık olan herhangi birşey varsa, bunun Tanrının isteği olduğunu söyleyebilir, Tanrının sizden şikayetçi olduğunu söylersiniz.
Tanrı cennette gayet uygun bir görüntü oluşturmaktadır, çünkü Tanrı orda oturduğu sürece, günahlarınızdan dolayı sizi cezanlandıracak olandır; biliyorsunuz, eksiklikleriniz, sevgisizliğiniz, umursamazlığınız, kötü düşünceleriniz için cezalandırılacaksınız. Bunu yapan cennetin bir yerinde olan Tanrıdır. Ve siz kurtarılmak istiyorsanız, sizi kurtaracak birini istersiniz. Neden biliyor musunuz Çünkü siz bunu kendinizin yapacağınıza inanmıyorsunuz. Aslına Tanrı din içerisinde çok güzel bir görev yapmaktadır. Fakat size söylüyorum. Cennet denen bir parça gayri menkul kendi içinizde olandır ve kendinize
İnandırmaya müsade ettiğinizdir. Ve sonra Tanrı bugünden itibaren sizi günahlarınızdan ve eksikliklerinizden dolayı bağışlamaya başlayabilecektir. Bugün artık bir kurban olmaktan vazgeçebilirsiniz. Bugün hasta olmaya bir son verebilirsiniz. Bugün kötüye inanmayı sonlandırabilir ve kendinize inanmaya başlayabilirsiniz. İçinizden bazıları bunu sevmeyecektir, çünkü sizin bir kurtarıcıya ihtiyacınız vardır. Bundan hoşlanmayacaksınız, çünkü Tanrının size geri geldiği ve size yardımcı olduğu bir an a ihtiyacınız vardır.
|
|
|
BEDENİN ENERJİ SİSTEMİ |
Yazar: Emka - 10-04-2017, Saat: 10:53 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Spiritüel açıdan MUTLULUK ruhun algılama seviyesine göre gelişen bir kavramdır. Zaten ruhun özüyle, cevheriyle, bilinciyle varoluşu başlı başına bir mutluluktur. Şu halde, demek ki mutluluk, ruhun özünde esasen var olan bir kavramdır. Var olduğu için de enkarnasyonlar boyunca aranmaktadır ve aranacaktır.
İşte bu arayış beşer varlığının bilinç, vicdan ve idrakine göre gelişmektedir. Varlığın şu anki bilinç, vicdan ve idraki ise zaten onun tekâmül vasatını teşkil eder. O halde mutluluk varlığın bilinç ve idrakine bağlı olarak gelişen bir kavram olduğuna göre ve varlığın o aşamadaki bilinç, idrâk ve vicdan seviyesi de kendi tekâmül vasatı olduğuna göre tekâmül etmek en büyük mutluluktur. Çünkü varlık tekâmül ettikçe yükselecek bilinç, idrak ve vicdanı gelişecek, dolayısıyla mutluluğu daha üstün bir seviyede anlayacaktır. Buna bağlı olarak şu netice de gayet belirgin olarak ortaya çıkar: Varlığın tekâmülünü süratlendirebilmesi için en olumlu ve doğru yollardan biri de ilâhi irade kanunlarına uymaktır. Şu halde tekâmül etmek bir mutluluk?
Tekâmülün en büyük şartlarından biri de irade kanunlarına uymak olduğuna göre aynı zamanda mutluluk, ilâhi irade Kanunlarına uymaktır. Tekâmül etmenin en büyük mutluluk olduğunu ve bunun da ilâhi irade kanunlarına uymakla süratlenebileceğim gördükten sonra mutluluğu biraz daha irdeleyelim.
Bildiğimiz kadarıyla tekâmülde ezel ve ebet bilinmediğine ve tekâmül etmekte mutluluk olduğuna göre bu halde diyebiliriz ki: Madem tekâmül etmek bir mutluluktur ve tekâmülün insanda başlangıcı ve sonu bilinmemektedir, demek ki mutluluğun da insanda başlangıcı ve sonu yoktur. Ancak bütün bu sonsuzluğuna rağmen mutluluk insanın özünde var olan ve olduğu için ezelden ebede kadar olan hayat safhalarında aranılan bir sorudur. Soru ise daima sonsuza giden bir arayış olduğu için salt mutlulukta bulunamayacak olan bir kavramdır. Çünkü Salt mutluluk ancak Kadiri Mutlaktadır. Yalnız, biraz önce zikrettiğimiz gibi, mutluluk varlıkların tekâmül merhaleleri açısından değişik biçimler arz edeceğinden ve daima farklı olacağından salt mutluluğa gidiş vardır.
Ancak bu geliş sonsuza olan bir gidiş olduğundan biz varlıklar için salt mutluluk yoktur diyoruz. Oysa ki Kadiri Mutlak için sonsuz ile sonlu sözleri bir önemi haiz değildir. Çünkü her ikisi de onda vardır. Aslında her şey bir mutluluk arz eder. Şöyle ki: Hasta olan ve acılar içinde kıvranan bir kimseye sorarsak o mutsuzdur. Oysaki bu sınavlar ve tatbikatlar içinde bulunan bu kimsenin duyduğu ıstırap ve anının o kimsenin ruhunda bıraktığı izler en büyük mutluluktur. Fakat bu mutluluk onun idrâk seviyesine bağlı olarak geliştiği iğin kişi bunu idrak edebiliyorsa mutludur. O halde ruhî varlık için dünya haya. tında geçirdiği bütün olaylar birer mutluluk kaynağıdır.
Mutluluk öyle bir kavramdır ki bir çok spritüel bahislerle bir benzerlik ve bir ahenk meydana getirir. Mesela: Kaderle mutluluk arasında tam bir bağlantı, karma ile mutluluk arasında bir bağlantı, reenkarnasyon ile mutluluk arasında bir bağlantı, nefsaniyetle vicdan arasında da bir bağlantı vardır ki bu insanın nefsaniyetle vicdanı arasındaki geçiş yoludur. Vicdanın nefsaniyete tam hakimiyet kurması en büyük mutluluktur. Çünkü vicdanının mutluluğuna erişen ve nefsaniyetini susturan insan, gelecekteki karmasını da sağlam temeller üzerine inşa etmiş ve kendine başarılı bir kader çizmiş olacak ve dolayısıyla illiyet prensibine uyacağından kader ve gelecekteki karmasına iyi bir sebep teşkil ederek zamanı geldiğinde iyi bir netice alacak ve bu sebep ve neticenin getirmiş olduğu bilgilerle tekâmülü noktayı nazarından bir atılım yapacak ve bu da ruhu için büyük bir mutluluk olacaktır.
Ancak hemen şunu belirtmek gerekir ki: insanın dünya hayatı içindeki mutluluğu değişiktir. Burada, «değişiktir» sözcüğünü kullanırken dikkat edilmesi gereken husus şudur: Mutluluk kesin olarak vardır, yalnız insanın idrak, vicdan, nefsaniyet ve bilinç seviyesine göre dünya hayatı boyunca değişkendir. Bu değişiklik insanın serbest iradesinde vardığı bir görüş kararı olarak mutluluğu kavramasından meydana gelir. Yani dünya hayatı içerisinde çok çeşitli tesir ve şartlar altında bulunan insan, içinde bulunduğu kötü durumlara göre mutluluğu değerlendiriyorsa, mutsuz olduğunu, dolayısıyla kesin bir mutluluğun olmadığını söyleyecek; oysa kendine göre bazı iyi garantiler altında mutlu olduğunu görünce bu sefer tam bir tenakuza düşecek şu halde MUTLULUK izafidir diyecektir.
Oysaki demin zikretmiş olduğumuz mutluluğun değişkenliğiyle, izafiyeti ayrı, ayrı şeylerdir. Burada ayırt edilmesi gerekli olan nokta şudur: Mutluluk kavramının: vicdan, nefsaniyet, şuur, tecrübe, bilgi ve görgü sonucu olarak, kavranması ve ona göre hüküm verilmesi, bir tenakuz teşkil eder ve dolayısıyla insan, «Mutluluk izafidir» hükmüne varır. Halbuki mutluluk vardır, ancak kişinin görüş açısı oranında değişik biçimde görünmektedir, yani izafi değildir, sadece bakış açısı olarak «değişik» görünüşlüdür. Buna misal olarak bir masayı verelim. Dört ayağı bulunan bir masaya öyle bir açıdan bakıyorum ki, dört ayağını da görebiliyorum.
Halbuki ayağa kalkmış bir başka kişi onu kuşbakışı görüyor ve masanın bacaklarının olmadığını rahatça söyleyebiliyor. Peki bu durumda, hakikaten masanın ayakları mı yoktur, yoksa o dar bir açıdan baktığı için mi onları görmüyor? Herhalde burada söylenecek en güzel şey masanın dört bacaklı olduğu ancak, duyu verilerimizden biri olan gözümüzün görüş açısına göre onun bacaksız veya dört bacaklı olduğunu algıladığımızdır.
Örneğe göre, mutluluğu ele alırsak kötü şartlar altında yaşamakta olara bir insan, adeta kuş bakışı bakan kişi gibi, mutluluğun olmadığını; oysa ki masaya dört bacağın görülebileceği bir açıdan bakan kimse ise dört bacağın mevcut olması gibi mutluluğun olduğunu söyleyecektir. Bu misalde bir üçüncü şahsı ele alırsak ve bu şahıs hem kuş bakışı olarak, hem de diğer kişinin açısından bakıp, masanın dört bacaklı olduğunu ancak bakış seviyesine göre değişken olduğunu ve misaldeki gibi mutluluğun bakış açısına göre değişiklik arz ettiğini ancak bunun bir izafiyet olmadığını ispat etmiş olur. Çünkü yapı olarak masanın dört adet bacağı vardır.
Ancak çeşitli açılardan bakıldığında bacaklar göze çarpmakta veya çarpmamaktadır. İşte bu masa misalini mutluluk kavramına uygularsak şunu söyleyeceğiz: Kesin olan bir mutluluk vardır. Ancak örnekteki bakış açısı nasıl değişmişse burada da fertlerin dünya hayatı içersindeki vicdan, nefsaniyet, tecrübe, bilgi ve görgü yanı tüm olarak tekâmül seviyeleri değişik olduğundan, diğer bir deyişle bilinçlenmenin serbest iradeleriyle kendilerinde meydana getirdikleri değişik olan bilinç ekranlarında meydana gelen mutluluk görüntüleri değişkendir.
Spiritüel bilgilerimizin bize öğrettiğine göre mutluluk mutsuzluğa eşit olmaktadır. Her şey zıttıyla kaimdir. Halbuki bütün zıtlıklar, yoktan var eden Kadiri Mutlak Tanrını bilgisindendir. Zıtlık insanın tekâmülü için gerekli ve tanrısal bilgiden var edilmiş olan bir prensiptir. Allah zıtlık değil, insanın kendisi zıtlıktır. Bu noktadan kalkarsak mutluluk insanın kendinde bulunan bir zıtlık olarak mutsuzluğu beraberinde getireceği bellidir. İşte bu iki ayrı kavram insanın nefsaniyetine ve vicdanına göre değerlendirilir.
Ve hiç bir zaman nefsaniyet mutluluk olma. dan vicdanî mutluluğa ulaşılamaz. Mutluluk olsun, mutsuzluk olsun, her ikisi de in. san için ideal olamaz, insan mutlu olmayı amaç edindiği sürece mutsuzluğu elde etmektedir. Bu bakımdan insan sürekli ve mümkün olan ölçüde izafi olmayan değerler, gerçekler elde etmek suretiyle mutluluk dediği ruh halinin müddetini uzatabilir, sıklaştırabilir.
|
|
|
DEZENKARNASYON HAKKINDA HERŞEY |
Yazar: Emka - 09-04-2017, Saat: 23:08 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorum Yok
|
|
Dezenkarnasyon, sözcük anlamıyla etten ayrılma anlamına gelip, ölüm denilen olaya Spiritüalist terminolojide verilen addır; solunum ve kalp atışlarının durmasıyla anlaşılan bu olay, Spiritüalizm de ruh ile yoğun (fiziksel) beden arasındaki ilişkinin kesin olarak kesilmesi şeklinde tanımlanır. Fakat buradaki etten ayrılma ifadesi vücudun içinden çıkıp gitmek anlamında değil, ruhun vücut üzerindeki hakimiyetini durdurması, vücudu etki altında tutmayı bırakması anlamında kullanılır; çünkü madde-dışı bir varlık olan ruh için, mekanla ilgili olan girmek ve çıkmak fiilleri kullanılamaz. Spiritüalist terminolojideki terimlerle dezenkarnasyon, ruhun, perisprisini bedenden çekerek konsantrasyonunu spatyuma kaydırmasıdır.
Ölümün spiritüalistlere göre anlamı
Spiritüalist görüşe göre, her ölüm aynı zamanda bir doğumdur; çünkü fiziksel bedenini terk etmek spatyumda doğmak demektir. Ruh un amaç ve etki sahibi, şuurlu ve madde-dışı bir varlık olduğunu kabul eden pek çok düşünür, deneysel spiritüalistler gibi, dünya yaşamını geçici bir rüya, ölüm olayını ise rüyanın bitmesiyle uyanma ve ruhun asli vatanına dönüşü olarak yorumlamıştır.
Spiritüalistlere göre dezenkarnasyonun oluşumu
Spiritüalist görüşe göre, ölüm aşama aşama gerçekleşen bir olay olup, can çekişmesi sırasında insan maddi belirtiler bakımından ölmüş sayılmasa da, ruh maddeden kısmen kurtulmuş durumdadır, yani spatyuma geçişi başlamış durumdadır. Ruh bu sırada adeta iki alemde yaşıyor gibidir. Bu durum, ruh ve beden ilişkisinin gevşediği hipnozdaki üç aşamayı andırır: Ölenin teşevvüş adı verilen bocalama hali hipnozdaki telkin aşamasına, öldükten sonraki uyuşukluk hali hipnozdaki katalepsi aşamasına, spatyumdaki lüsidite hali de hipnozdaki somnambül aşamasına benzer.
İlk aşama
Teşevvüş adı verilen hal şöyle açıklanır: Yeryüzündeki son dakikasını bitiren, gözünü derhal öteki alemde açmaz; bir geçiş dönemi geçirir. Bu geçiş aşamasının en belirgin özellikleri, dezenkarne olan (bedenini terkeden) varlığın, bedenini terk etmiş olduğunu anlayamaması ve maddeye bağlılığını, dünyevi alışkanlıklarını (dünyevi düşünme alışkanlığı vs.) terk edememesi yüzünden girmekte olduğu yeni aleme uyum gösterememesidir. Bu bocalama, kargaşa haline teşevvüş ve bu aşamaya kendiliğinden imajinasyon aşaması adı verilir.
Ölüm hakkında vecizeler
Ölüm, asıl vatanına ulaşmak için ruhun kurtuluşundan başka bir şey değildir.(...) Her beşikte bir mezarın tohumu vardır. (Platon)
Hiçbir insan yok olmak için yaratılmamıştır. (Camille Flammarion)
Ancak ölümden sonradır ki, hakikaten yaşamaya başlarız. (Çiçero)
Asil ruhlar için ölüm, karanlık bir tutsaklık yaşamının sona ermesidir. Dünyada bütün çabalarını kötü işlerde kullanmış olan ruhlar içinse ölüm bir rahatsızlıktır. (Plütark)
Yaşam bir rüyadır, ölüm de bir uyanış. (Voltaire)
Ölüm bütün servetleri denk kılar. Cenaze töreninin görkemi onları tekrar derecelendirmez. (Montesquieu)
Ölmekten ne korkarsın;korkma , ebedi varsın.( ) Ölür ise ten ölür;canlar ölesi değil.(...) Kara toprağın altında, gül deren elleri gördüm. (Yunus Emre)
Can, sahrasına vararak tenden ve dünya sıkıntısından kurtuldu. O âlem, zerre zerre diridir. Her zerresi nükteden anlar, söz söyler ( ) Başsız ayaksız seferler eder, dişsiz dudaksız şekerler yerdim. Sakinleriyle zahmetsiz zikre, beyinsiz fikre dalar, onlarla latifeler ederdim. Gözlerim kapalı olarak bir alem görür, elsiz avuçsuz güller devşirirdim. (Mevlana Celaleddin Rumi)
İnsanlar için gerçek olan dünya yaşamıdır, uykudayken yaşanılanlar birer rüyadır, spatyumun idrakli ruhları içinse dünya yaşamı bir rüya gibidir." (Allan Kardec,spiritizmin kurucusu)
Spatyum
Tanımı [değiştir]Spatyuma, tam anlamıyla karşılamasa da, çeşitli tradisyonlarda öte-alem olarak ifade edilen ölüm-sonrası ortamın spiritizmdeki ya da deneysel spiritüalizmdeki karşılığı denebilir. Ruhçu anlayışa göre ruhlar madde-dışı varlık olduklarından spatyumda 'perispri'leri ile bulunurlar. Bu bakımdan spiritüalistler spatyumu ruhlar alemi olarak değil, ölüm-ötesi alem olarak nitelendirirler.
Oluşumu
Ruhçuluğa göre, spatyumun maddeleri maddenin bilinen üç halinden (katı ,sıvı ve gaz) daha farklı hallerde olup, bilinen fiziksel maddelere oranla çok daha akıcı, çok daha az yoğunlukta ve atomik vibrasyonları çok daha hızlı, süptil maddelerdir. Eski Yunan tradisyonunda bu maddeler için aether terimi kullanılmıştır. Bu süptil maddelerin düşünceyle, imajinasyon yeteneğiyle şekil alabileceği kabul edilir.
Öleni bekleyen ilk aşama
Ruhçuluğa göre ölen her insan ruhu önce, ölmüş olduğunu, daha doğrusu fiziksel bedenini terk etmiş olduğunu anlayamaz, bir bocalama, kargaşa dönemi geçirir. Bu aşamaya spiritler kendiliğinden imajinasyon aşaması adını vermişlerdir. İşte ruhçulara göre, cennet ve cehennem sembolleriyle simgelenen, aslında, bu aşamadaki varlığın kendi imajinasyon yeteneğiyle bilmeden kendisinin oluşturduğu huzur verici ya da huzursuz edici sahnelerden ibarettir. Ölüm olayı ile fiziksel bedenini terk etmiş her insan ruhunu spatyumda vicdani bir hesaplaşma bekler. Fakat burada kendi kendisiyle bir hesaplaşma sözkonusudur,herhangi bir cezalandırma sözkonusu değildir.
Üst aşama ve ortamlar
Varlığın tekamül düzeyi elverdiği takdirde ulaşabileceği diğer aşamalar sırasıyla, "geçiş aşaması", "şuurlu ve idrakli imajinasyon aşaması" ve nihayet tekamül düzeyi çok yüksek ruhlara özgü olan "kozalite aşaması" olarak bilinir. Bu son aşamanın sözkonusu olduğu kozalite planına (ortamına) yükselebilmiş bir varlık üç boyutlu alemdeki olayların neden sonuç zincirini çözebilecek, daha doğrusu, bu olayların akışındaki neden-sonuç ilişkilerini açıkça görebilecek durumdadır. Fakat klasik spiritüalizmdeki öte-alem anlayışı, öte-alem tasarımı kozalite planında son bulur,yani daha ötedeki bir ortam kavramı klasik spiritüalizmde mevcut değildir. Neo-spiritüalist görüşün getirdiği yeni bir kavram, işte bu kozalite planının da ötesinde bulunduğu varsayılan dört boyutlu alem kavramıdır.
Teozofideki öte-alem tasarımı
Teozoflar fiziksel alem ile ruhsal alem arasındaki aracı-süptil alem için spatyum terimini kullanmazlar, bu aracı alemi astral, mantal, kozal plan gibi çeşitli tabakalar halinde düşünürler. Genel teozofik kabule göre fiziksel dünya ile ruhsal alem arasındaki bu derecelenme 7 tabakadan oluşur.
|
|
|
İlahi Hükümlerin Kozmik Boyutları |
Yazar: Emka - 09-04-2017, Saat: 19:07 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
- Yorumlar (1)
|
|
Yapılan bütün araştırmalar ve teknik ölçümler sonucu varılan sonuçta ilahi kitaplardan Kur?ân'ın her harfi, her kelimesi, her ayeti yani cümlesi, her suresi, her cüzü yani Kur?ân'ın tümü mucizelerle doludur diyebiliriz.
Mesela, Kur?ân'ın her harfinde 6 enerji boyutu -hüddam- yani görevli bir enerji boyutu görüntülenmiş; ayrıca her kelimenin hem harfleri hem de kelime olarak ses dalgalarının uyumuyla ayrı enerji özellikleri tespit edilmiş, ayet ve sure olarak ele aldığımızda da birbiriyle kıyaslanmayacak ölçü ve boyutlarda yine çok daha başka enerji boyutları ortaya çıkmıştır. Bütün bu boyutların alan ve canlılarda olağanüstü etkileri ve boyutları da yine ayrı ayrıdır.
Kur?ân'da açıklamasının yapılması halinde dünya insanlığının bir anda iman etmesine sebep olacak çarpıcı ayetlerin ses uyumu, etkileri ve canlılara olağanüstü tesirleri ve boyutları vardır.
"İman ayetleri" diğer ayetlerden ayrı ele alınıp incelendiğinde çok değişik etki alanları bulunduğu; ayetin yaydığı enerjiler ölçülerek tespit edilmiştir. Burada bir örnek vermekle yetinelim. Mesela, "Çekirgeler gibi kabirlerden çıkacaksınız" hükmünü incelediğimizde aslında bu ayette insan enerjisi ile boyutlarının uyumluluğunu görürüz. Yani bize bir benzetme yapılmıştır. Çekirgeler, yumurtaları tabut şeklinde olup yerin altında gömülü haldedirler. Doğumları yumurtlama günlerinin ayrı olmasına bakmayarak yumurtadan çıkışları yani dirilişleri aynı gündedir - mahşerdeki diriliş- ve yumurtadan çıkan çekirgenin içinden de aynı özellikli yeni bir çekirge çıkarak -yeniden diriliş- olgunlaşır ve yeni hayata başlar. İlâahir?
Bu ayetin beynin düşüncesiyle anlaşılmaya çalışıp "tefekkürü" size, yani bedeninize "kozmik boyut" kazandırır ve enerji kalkanınızı sağlamlaştırır.
Harflerin ve kelimelerin ayrı bir ilmi ve anlamı vardır. 3, 7, 19 gibi rakamlar önemlidir. Bazı ipuçları verir. Bu konular anlatılırken belli bir fikri ve ideolojiyi ortaya koymadan ve abartmadan sadece ilmî olanları dikkate verilmelidir.
Allah'ın bilinen "1001" bilinmeyen pek çok ismi var. Bu isimleri tekrar ederek farklı boyutlar yakalayıp, enerji kalkanınızı güçlendirebilirseniz. Bilim adamları "1001" ismin ayrı ayrı frekanslarını ölçmüşler ve hepsini kodlamışlar. İşte bu kodlarla o isimlerin anlamları noktasında uygulama yapmanın mümkünlüğünü de ortaya koymuş olmaktadırlar.
Araştırma merkezlerinde çalışmaları yapılmış müspet dinamik elde edilen bazı kelimelerin bedendeki hangi organların hücrelerine tesir edip değişiklik yaptığına birkaç örnek vererek bu âlemde de yeni bir boyut açalım. Kabul edip etmemek size ait, ancak yan etkisi olmadan uygulanabilecek bir metot?
Bu çalışmalar; bedenimizdeki hücrelerin rezonans etki ile uyarılıp kinetik enerjilerinin değiştiğinin ve dünyada tesadüflere yer olmadığının bir delilidir. "O; ol derse olur" hükmünü bize hatırlatır ve bize O en büyüktür, her şeyin sahibi O'dur dedirttirir.
Bu tespitlerin etki alanlarının boyutlarının ilmî olarak izah edilebilmesi için araştırmalarımız devam etmektedir. Bu araştırmalar sonuçlandığında metafizikte yeni bir devir açılacaktır. Batılı bilim adamları bu konuda çok ciddi merhaleler kat etmiş ve neticeye yaklaşmışlardır. Konunun mütehassısı Türk bilim adamlarına ithaf olunur.
İnsanlar; gözümüzle görüp, kulaklarımızla dinlediğimiz bilgiler doğrultusunda diyebiliriz ki dünyanın güçlü devletleri güçlerinin kaynağını bu noktadan almakta ve bu alanda araştırmalarını devam ettirerek dünya hakimiyetlerini sürdürmektedirler. "Müslüman ülkelere ithaf olunur?"
İşte size özel, anlaşılır, her kapıyı açabilecek denenmiş özel bir kodlama; Kur?an?daki bazı surelerin başındaki kaf, ha, ya, ayn, sad, veya ha, mim, ayn, sin, kaf; ha, mim; yasin, kaf, nun, sad, elif, lam, ra gibi harfleri X defa tekrarlayarak onların yaydığı dalga boyları ile nelerin olabileceğini ve tesir sahalarını görünüz. Sonuçta ne mi olacak? Kodlayın, tekrarlayın, görün? Her tekrarınız sizi yeni ve farklı boyutlara taşıyacaktır. Karşılaştığınız boyutlardan razı iseniz yılmadan usanmadan devam edin denilmektedir.
Deneyip görmek lazım... Bunun gibi ses getirecek yüzlerce örnek vermek ve bu örneklerle çok ciddi sonuçlar almak mümkündür. Ama bu konu, ayrı bir ilim ve ihtisas sahibi olmayı gerektirmektedir. Bu konuyu uzmanlarına havale ediyoruz.
Dua
Duayı Resul, "mü?minin silahı, kul olmanın esası" diye insanlığa duyururken; Yaratıcı da "Ben sizleri kulluk etsin diye yarattım" derken kulluğun esası "duadır" demek mi istiyor acaba?..
Çünkü bizim programımızı en iyi bilen O, bize "Dua edin, kabul edeyim" derken insandaki güce dikkati çekerek diğer yaratıklardan farklı olarak insanın beyin-düşünce sahibi olduğuna vurgu yapıyor.
O diyor: "Ey insan, beyin gücünle kainatı emrine al ve istediğin gibi yönlendir."
Bugün beynin bu yönlendirmeleriyle dünyamızın geldiği nokta ortada...
Beyin gücümüzü "hayırlı" noktada kullanırsak neler yapabileceğimizi de düşünün?
Kozmik bilinçle dünyaya bakarsak "insan beyninin" dalgaları, dünyayı idare eden en üstün bilgisayar donanımından daha da üstündür. Çünkü onu icat eden, insan beynidir.
Yaratıcı, dua ile beyin gücünün nasıl kullanılabileceği hakkında bize kapı açmaktadır.
Ey dünya insanlığı, bu kapıyı aç, gir ve neler yapabileceğini gör!.. Yaratıcının mesajını iyi anla...
Tokalaşma
Kozmik bilime göre parmakların ellerin kadın veya erkek olduğu şekliyle enerjisinin N veya S olduğu ölçülebiliyor. Farklı enerjili insanlar, tokalaştıkları zaman birbirlerini çektiği için iki arada bir enerji dönüşümü oluşuyor. Veya tam tersi itici oluyor. Yayılan enerjiler farklılaşıyor.
11 sayfalık bir rapora göre, beyinden geçen düşüncelere, el birleşmesi, göz birleşmesi ve daha sonraki birleşmelere göre de enerji değişimleri, ilahi emirlerin doğruluğunu tasdik edercesine olmaktadır.
Kadın kadına veya erkek erkeğe tokalaşıp öpüşmek itici etki yaparken muhataplar farklılaştığında çekici etki yaptığı ilmen tespit edilmiştir. N, N?yi iter. N, S?yi çeker.
Gereklilik halinde konuşulursa, tokalaşılırsa, hürmetle -müspet yaklaşılırsa beyin dalgalarında menfi bir sonuç oluşmuyor. Bunun dışında beyinde menfi fikirler oluşursa, enerji değişmesi oluşuyor.
Menfi bakılırsa, menfi enerji boşaltımı olur. Menfi enerji gönderilmesi, müspeti alma olayı oluyor. Menfilerle ve düşüncesini bilmediklerimizle tokalaşmamak gerekli?
Günümüzde mikrobik aktarımlar, ve daha neler neler tokalaşma yoluyla olabilmektedir.
Yardim Etmek
Kozmik bilime göre bir insan, beyniyle, kendi iradesiyle ilahi emirler ve yasaklar doğrultusunda ve güzel düşünceyle "Sadaka veriyorum, yardım yapıyorum" dediği ve verdiği zaman, yapılan enerji ölçümlerinde, bütün organlarında yüzde oranı yüksek olmak kaydıyla bir anda hücrelerinde faaliyet ve müspet düzelme gözleniyor. ?Yaşam enerji?lerini arttığı tespit edilebildiği gibi insan kendisi de bu durumu farkedebiliyor. Mutluluğu yüzünden bile okunabiliyor.
Damarların çalışması, şeker ve tansiyon rahatsızlıkları, prostat ve bedenin genel durumunda, kısacası hücre düzeyinde müspet değişiklikler olabilmektedir. Bu farklılıklar ancak müspet enerjili ve yaratıcıyla bağlantısı iyi olanlarda gözlenebilmektedir. Yaratıcının emrine uymayıp ?paylaşmayanlar? vermeyenler, atan ve itenlerin kötü düşüncelilerin durumuda ?tersi? olsa gerek... Verenlerden almak dileğiyle... Sağlıklı yaşamak için neyiniz varsa verenlerden olun. İlim, mal, kuvvet vs....
İbadet
İlahi gücün yüzden çok tekrarla emrettiği "namaz" Yaratıcı'ya lazım olmayıp yaratılana lazım olduğunu yine kozmik bilim de ölçerek, bu emrin ilahiliğini teyit etmiştir. Namaza durulduğunda anten hükmünde alıcı vazifesi gören bedenimizle çevremizdeki "müspet enerjiler" çekilir, toplanır ve beden ısınır. Bedendeki menfileri atmak için de rüku ve secde denilen hareketler yapılarak enerji yönlendirilir; alın, burun, el, diz, ayakların sivri uçlarından defalarca yere temas edilen secde haliyle bedendeki "menfi enerjiler" topraklanarak atılabilir.
Yapılan ölçümlerde namazlı ve namazsız görüntüler çok büyük farklar ortaya koymaktadır. Namaz sonunda selam verildiğinde yani devre kapandığında insan enerji alanının parladığı, hem ölçülerek hem de ekstrasenslerce görülerek doğrulanmıştır. ?Sizin yaratıcıya en yakın ânınız secde anıdır? derken acaba enerjinin menbaından dolayı mı bunu diyor? Bundan da, secde halinde alın ve ayaklar toprakla devreyi tamamlarlar. İnsan yaratıldığı toprakla böylelikle uyum sağlar. Ancak secde anında başa lazım olan temiz kan gönderilir ve beynin beslenmesi sağlanır. Yani beden, gerekli olan alışverişini yapar.
Tabi "Kitabi Müslüman" olarak aşağıdaki kuralı rehber edinmemiz gerekir. Namaz emredildiği için kılınır. Esas olan "Yaratıcı"yı tanımaktır. O'na kul olmaktır. Kozmik bilimin, ilim fen noktasındaki bu açıklaması ise akılları gözlerine veya midelerine inenler içindir.
Namazın bütün bu boyutları ?avam? için olup, bir de namazın miracî mertebeleri vardır. Melekut alemindeki O?na kılınan namazlar gibi...
Oruç
Orucun ağız, burun, göz, kulak ve cinsel organlarla tutulmasının sebebi; kozmik bilime göre, ancak buralardan enerji alanının açılış ve bedene giriş çıkış yapıldığı ağız ve cinsel uzuvlara dikkat edilmesinin de mutlaka farz olduğu ve diğerlerine de zarar verebileceği yerler olduğu içindir.
Avamın bu orucu yanında bir de ?yüksek enerji? veren kalp ve ruh bütünlüğü ile tutulan 5 duyudan azad oruçtur.
Oruç; kozmik boyutta incelendiğinde mide, bağırsak liflerinin hücrelerinde kendini temizleyen bir sistemi devreye soktuğu ?temel kamera? ile görüntülenmiştir.
Gusül, Abdest
Kozmik bilime göre cinsî münasebetin deşarj ânında enerji boyutumuz 36 Hz-sc?a çıkar. Bu, insan enerji bedeninin son sınırıdır. Fizik ve atom profesörü âlimlerin Müslüman olmasına sebep olan şey de, gusulün bedendeki bu enerjiyi suyla temizlemesiyle sıfırlanmasıdır.
Gusüllü ve gusülsüz insanın enerji boyutları artıyla eksi gibidir. Diğer inançlarda gusül olmadığından insanlık sıkıntı ve stres içinde; Müslümanların ve suyla temizlenenlerin ise enerji dengeleri terazide, ona göre de rahatsızlıkları azdır...
Gusülsüz ve abdestsiz basılan toprak, kesilen sebze ve hayvansal gıdalardaki enerji boyutları ile gusül ve abdestli kesilenler arasında da ?büyük enerji farklılıkları? gözlenmiştir. Son yapılan kirlian ve termal kamera görüntülemesinde gusülsüz bedenin enerji boyutları görüntü vermeyecek kadar zayıf olduğu enerji alanlarının azlığı gözlenmiştir.
Örtme - Bağlama
"Modern bilim" ve "kozmik bilime" göre örtünme, insanı dış menfi etkilerden korur.
Bu konu hassas olduğundan kısa bir açıklama yapalım; kozmik bilimce yapılan araştırmalar sonucunda da, "başın ve bedenin örtü ile kapatılması" bedendeki müspet enerjilerin dışarı çıkışını engellediği gibi dışarıdan planlı ve menfi bakışlarla gelen enerjilerin bedene girmesine de izin vermediği, ölçülerek enerji boyutları tespit edilmiştir.
Enerji sivri uçlardan girer, çıkar. Bu kural gereği en yoğun ve sivri uçları örtülüyor. Yoksa enerji dengesi için mi?.. Ayrıca başı kapatmak bugün dayattırıldığı gibi sadece saçı örtmek midir? Mahremiyet cihetiyle yüz, dudak, göz daha mahremdir ve çekicidir niçin örtülmez, düşünün...
Dünyada değişik alanlarda araştırma, ameliyat gibi "operasyon yapan şahıslar" ağızlarını, başlarını, yüzlerini ve bedenlerini özel steril örtülerle örterler. Acaba bu korunma, karşı taraf yani hasta için mi, yoksa kendileri için midir? İşte size örtünmeyle ilgili yeni bir boyut daha?
Dolayısıyla insanın yaratılış anatomisi gereği baştan gelen müspet enerjinin bedende muhafaza edilmesi, menfilerin alınmaması sadece kadınlara özgü bir konu değildir.
"Kozmik bilim" yönü ile kadınların enerjileri ing-in yani zayıf enerji olduğundan onların korunmaları çok daha lüzumludur. Örtünün rengi önemli olup siyah dışındaki renklerin, bilhassa beyazın müspet enerjiyi kabul edici ve kullanım yerine göre menfileri itici özelliği olduğundan teknolojide vazgeçilmez bir işyeri kuralıdır. Bu kurallara uyan insanların enerji alanlarının çok daha parlak olduğu gözlenmiştir.
Selam
Kozmik bilime göre Yaratıcı'nın adıyla ilahi selam verilince çıkan dalga boyunun gücü ile menfi bloğu kırılır, karşılıklı müspet enerji oluşur. Araya menfi enerjiler giremez. "Selamı yayınız" hükmü kozmik bilime göre ölçülmüş ve teyit edilmiştir.
Ezan
Kozmik bilime göre ezanda muazzam sırlar tespit edilmiştir. Mesela, sadece "Hayyalel salah" lafzında çok büyük enerji boyutu ?Hayyalel felah?ta ise insanlığa yollanan yoğun bir enerji tespit edilmiştir. Ezanı tekrar etmenin bedendeki enerji boyutu çok büyük olmaktadır. Yeni doğan çocuklara kulağına -kulak ana rahmindeki çocuk şeklidir- ezan okumanın faziletini buradan idrak edebiliriz?
Besmele
Kozmik bilime göre her şeyin başı besmeledir. O?nun adıyla veya O?nsuz yapılan her işte menfi güçler, enerjiler de bulunmakta; o kelime anıldığında anahtar açılarak her şey aydınlanmakta; enerjinin ışığıyla yollar emniyetli yani menfi boyutlardan ancak ve ancak bu ?ritm?le dalga boyuyla destur alınarak arındırılmakta ve yol gösterilmekte; kapılar ardına kadar açılabilmektedir. ?O?nun adı anılmadan kesilen bitki ve hayvanî gıdalar çok çabuk virüs ve bakteri üretmekte çabuk bozulmakta, bitkiler çürüyüp etler kararmaktadır. Kainatta her yaratılanın O'nu besmele ile tanıdığı da kozmik bilimce yapılan materyal ölçümleriyle teyit edilmiştir.
İsımler
Kozmik bilime göre her adın, kelimenin, harfin bir değeri, bir enerji boyutu, kodu, frekansı ve gücü vardır.
Hiçbir isim tesadüfen verilmemelidir, verilemez de, çünkü tesadüf yoktur. Her ismin ebced, cifir -harf- hesabına göre değeri vardır.
Doğan insanların anne ve kendi adları bilinmesiyle yapılamayacak hiçbir şey yoktur. Kuralları ve ilmini bilen için tabii.
İsim vermenin kaide ve kuralları vardır. Çünkü ilahi boyutta isimler Ahiret günü müspet enerji boyutlu ise şefaate sebep olabilecek. Çünkü her ismin lafzını size bize taşıyan farklı boyutlu enerjileri ve hizmetçileri vardır. Bilen için tabii... İbadet göstergeleri gibi?
Eller
Kozmik bilime göre "Sağ elle yiyiniz, şeytan solla yer ve içer." ilahi hükmü incelendiğinde sağ elin müspet enerji verdiği, yani ele alınan maddeleri olumsuzluklardan arındırdığı; sol elin ise menfi boyutunun yüksek ancak bu boyutun olumsuzlukları yok ettiği olumlu elma, armut gibi gıdalardaki müspet enerjiyi bloke ettiği tespit edilmiştir? Bir şey yerken veya içerken posa yemek istemeyenlere ve ilim adamlarının araştırmasına ithaf olunur?
Öfke - Şeytan
"Öfke şeytandandır" hükmünün boyutu kozmik bilime göre öfkenin "menfi enerji" boyutu olmasındandır. Bir örnekle açıklayalım: Kozmik bilimde normal insan enerjisi 6(Hz) ise, öfkelendiğinde 15(Hz), öfke şiddetlendiğinde 20(Hz), vuruş seviyesinde 30(Hz)'lara kadar çıkabiliyor. Kızgınlık derecesine göre menfi enerji seviyesi de yükseliyor. Hüküm "Kızgınken abdest alınız", yani kendini suyla nötürletiniz, tesirattan kurtulunuz; ya da "Yatın" yani uzanıp bedeninizi toprakla birleştirin, nötürleyin, enerji 18(Hz), "Mümkünse uyuyun" yani enerjinizi alfa seviyesine, minimuma 6(Hz)'ya düşürün, ibadet gibi diyelim... O öfke sizi enfarktüs veya beyin kanaması denen hastalıklara hatta ölüme yol açabilir. Buna şeytanın gücü mü diyelim yoksa bir tabir diyerek ilmî zaviyeden bir bakalım mı ne diye...
Güneş ve Ay
Kozmik bilime göre güneş enerji ve hayatın kaynağıdır. Ay da onun gibi? Bunların olmaması hayatın nâkıslığıdır. Bunların doğması, batması ve tutulmasında kozmosta -arzda, arşta- olağanüstü enerji değişiklikleri gözlenmekte, ilahi kitaplar da bunu teyit etmektedir?
Güneş geçmişte enerjisini, bitki, hayvan ve taş gibi maddelere vermiş, bugün hem kendinden hem de bize bıraktığı enerji kaynağı petrol, kömür, gaz ve madenlerden gelecekte de bu enerji biriktirilerek kollektör ve panellerle enerjiye dönüşebilir. İşte güneş, işte enerji boyutu.
Tavsiye edilmeyen hükme göre; güneş doğarken ve batarken 45-50 dakika uyumak bedende olumsuz etki yapar. Tavsiye edilen ise; öğlen uyumaktır. Bu uykunun bedende müspet enerji yüklemesi yaptığı yine ölçümlerle kanıtlanmıştır.
Güneş ve ay gökyüzünde iki ?eş?dir, ?Ritm?dir. ?Enerji? kaynağıdır. Isı ve ışık hüzmeleri ile mevsimleri oluşturan ?güneş?, suları alçaltıp (med-cezir) ve hayatın beslendiği ?ay?dır.
Ayın dönüş korelasyonları ?insanın? doğumuna tam etki yapmaktadır. İnsanın doğumunda ?ay?ın ve güneşin etkileri yani ?astroloji?leri çok önemli olduğu ilahi kitaplarda ?ay? ve ?güneş? beraber ve çokca ?zikri? ile işaret edilmiştir.
Bakiş
Kozmik bilime göre nazar yani menfi bakıştan korunmamız lazım. Bakış bir enerji olup müspet olursa müspet, menfi bakılırsa ineğin ölmesi, baktığımız insanların kayıp düşebilmesi, kırılmalar gibi hadiseler her an bizi mağdur edebilir.
Güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır, mutlu olur. Mutlu olmak ve mutsuz etmemek için güzel bakmayı şiar edinmeliyiz.
Kötü düşünmekte ve bakmakta ısrar edenlere sözümüz; şayet karşı taraf o sözü bakışı haketmedi ise o söz bir enerji yani keskin bir kılıç olur, döner sizi veya bir yakınınızı biçer, ilahi hükümde öyle demiyor mu?..
Sevgı Hayattir
İlahi hükümler ve bütün kudsi kitaplar insanlara "sevmeyi" emretmektedir.
Kozmik bilime göre enerji mutlaka "terazilenmeli" yani dengeli olmalıdır. Hükümdeki "ne az ne çok, ne sıcak ne soğuk; itidalli olunuz, orta yoldan gidiniz", işte sevgi de herkese karşı itidalli olmalıdır.
Sevgi yüksek titreşimli enerjidir. Sevgiyle bakan insanın gözleri ışık saçar. İşte bu yüksek titreşimli enerjiler, enerji kalkanımızı güçlendirir, yani pozitifleştirir. Bu pozitiflik insan hücrelerinin enerjilerini arttırarak huzurlu bir hayata sevk eder.
Negatiflikte ise sevgisizliğe yönlendirilen insanların bedenleri toksin salgılar. Bu da hücrelerin kendilerini yenilemesini önleyerek hücre yaşlanmalarına, hatta ölümlerine kadar vararak "erken yaşlanma" hastalığına sebep olurlar.
İlaç ve kozmetiklerle ışıklanmak -iyileşmek- yerine, hayatı ve yaşamı "kozmik bilinçle" kucaklamak daha az masraflı, risksiz ve başarı oranı yüksek değil mi?..
Çocuğunuzu "yavrum" diye severseniz, onun enerjisini absorplarsınız. Çocuk hastalanır. Ancak araya izinle "Maşallah, Barekallah, vesaire" diyerek koruyucu kelimeler, yani şifreler koyarak sevilebilir.
Baba da, anne de, sevgili de aynıdır. Şayet siz korunmaz ilahi boyutlardan uzaklaşırsanız sizle başka boyutlular alakalanabilir. Bugün pek çok örneğini yaşayanlar gibi...
Ferhat ile Şirin'in birbirini uzaktan sevmeleri, çok istemeleri, yani birbirinin enerjilerini absorplayarak bitirmeleri ölüm getirmiştir.
Beynımız
"Düşünen insanlar için ibret vardır." hükmü kozmik bilime göre araştırıldığında beynin olağanüstü fonksiyonları ortaya çıkmaktadır.
Kozmik bilimde bozulma ve hastalık; vücuttaki menfi enerji artınca başlar. Dolayısıyla, hasta insan, menfisi yüksek insandır. Nesilden, dedelerden, ninelerden gelen bazı olumlu veya olumsuz enerjiler de torunlara sirayet edebilir. Bunlar da hastalıklara sirayet eder. (Resim-45, bkz. sf. 343)
Burun uzunluğu, kulak yapısı, göğüsteki kıllar, el çizgileri, parmaklar ve ayakların uzunluğu, kısalığı, gözün rengi, bedendeki benler? Hepsinin bir sebebi, bir ilmi, izahı ve yaşantımıza tesiri vardır. Tüm bunlar, Yaratıcı'nın mührüdür.
İnsanın yaradılışında çevresinden aldığı olumlu, olumsuz etkiler vardır. Cinsel ilişki ânında beyindeki düşüncelerin ve hayallerin, çocuğun fizyolojisinde, ruhunda etki yaptığı, ölçülebilen ve bilinen tespitler arasındadır.
Dünyayı koruyan ozon gibi, insanı da koruyan bir tabaka var. Bu tabakaya "Enerji Kalkanı", "Enerji Alanı" denir. Amerika, Çin, Rusya, Japonya, Güney Kore ve Fransa'da inkişaf etmiş olan kozmik bilime göre insanın etrafında MR, ultrason ve termal aletlerle ölçülebilen bir enerji boyutu var. Bugün bu, teknolojik olarak da görüntülenebilmektedir.
Bununla uğraşan uzmanlara "ekstrasens" denir. Dünyada "ekstrasensler ittifakı" olup bu kitabın yazarları da bu ittifakın diplomalı uzuvlarıdırlar. Bu uzmanlar enerji alanını görme yeteneğine ve istidadına sahip olabilirler. İnsan müspet enerjisini ve saflığını arttırabilirse enerji alanını görebilir.
Normal bir beynin çalışmayan 8/9?luk kısmında bu sırlar gizlidir. Üst ile alt beyinden önemli olan, alt beyni çalıştırmaktır. Şu an beynimizi 1/9 oranında çalıştırabiliyoruz. Alt beyne, diskete saklar gibi bilgileri saklamak, kaydetmek gerek. Gerektiği zaman müspetler aracılığı ile oradan bilgiler alınır ve kullanılır.
Binlerce yıl önce bugünkü gerekliliği tartışılan bilgilerle yüklenmeyen insanlar, daha bilgili, sağlıklı yaşamışlar ve teknolojideki üstünlükleriyle İnka, Aztek, Sümer gibi medeniyetleri yaşamışlar. O zaman niye sormuyoruz? Bize öğretilen bu bilgiler yoksa maksatlı mı öğretiliyor?..
Belagat ilmi bununla bağlantılıdır denilebilir.
İnsan Hücresının Özellığı
Kozmik bilime göre her insan, bitki ve hayvan hücresinin yaydığı dalga boyu ve enerji; yaş, ilahi rabıta gibi etkenlere göre değişme gösterir. Tepla Vizir -termoskopi, ısı ölçme aleti- denilen termal aletlerle bunun ölçümü yapılabilir. Hücre içinde de elektron, nötron, proton var. Hücre sıkılıp, kasılıp, gevşemeyle çalışır. Kinetik enerji ortaya çıkar ve iğne ucu kadar yerdeki milyonlarca hücreye rezonans etkisi yaparak onu etkiler ve uyarır. Dolayısıyla bu hareketle hücre, hareketini devam ettirmeye başlar ve böylece görmeye, konuşmaya, ağlamaya, hareket etmeye, gülmeye başlarız.
Eğer kinetik enerjimiz yukarıda uzun uzun anlatılan sebeplerden dolayı azalır, etkilenir, bloke edilir, etki altına alınır veya biterse, hücre çalışamaz, dolayısıyla ceset fiziken ölür. Bunun, sadece bitki, hayvanlar değil, sanayi ciheti de vardır.
Bu dalga boylarına ait frekanslar bir cep telefonuna, bir bilgisayara veya bu fonksiyonları taşıyan herhangi bir elektronik alete yüklenebilmekte ve karşı tarafa gönderilebilerek insanların hücreleri etkilenebilmektedir.
Kozmik araştırmalar merkezinde "know-how" teknolojileri ile üretilmiş bu aletler ve çipler mevcut olup halen işçilerce, bizlerce ve uygun görülen kişilerde "korunmak" amacıyla kullanılmasına müsaade edilmektedir.
Bu teknoloji bugün, Rusya, ve ABD'de ilmî araştırmalarda kullanılmaktadır. Türkiye'de bu hücre hareketlenmelerinin ve fonksiyonlarının bozulmalarını ölçebilecek aletler çeşitli birim ve hastanelerde mevcuttur.
Burada okuyucularımıza şunu da hatırlatmak isteriz: Bıçağın ve her şeyin iki yüzü olduğu gibi bu teknoloji de müspet ellerde müspet sahada kullanılabileceği gibi, tersini de söylemek mümkündür?
Ruh ile beden arasındaki ilişki bir bakıma ses ile mana arasındaki ilişkiye benzer. Ses mananın bedeni olup fanidir; mana sesin ruhudur, bakidir?
Şu an hem insanları, hem hayvanları, hem de bitkileri ve diğer canlı ve cansızları da etkileyebilecek diğer dalga boyları da bu merkezin tıp ve sanayi alanındaki uzmanlarından Elmas Maranki ve Ahmet Maranki?deki aletlerde yüklü olup dünya insanlığının hizmetine sunulmak üzere Türkiye'ye getirilmiş ve Kozmik Araştırma Merkezinin Türkiye şubesinin açma çalışmaları yürütülmektedir.
Kozmık Korunma-terapı
Bu gibi hadiselerde ilahi kitaplarda belirtildiği veçhile diğer yaratılanlarca yapılan nazarlardan yani bakış ve planlı tesirlerden korunmak için elimizle etrafımızı çevirip şekillerle, kelimelerle, manalarla, kokularla, taşlarla, renklerle korunmaya almamızın, resullerin de bir metodu olduğu biliyoruz.
Asrımızın teknolojisinin kirliliği ve karşısındaki korunmayı ?beyin gücü?müzle ve ?düşünce?lerimizle de başarabiliriz.
Piramit ve kristallerle ve bunların enerji boyutlarını harekete geçirerek de korunabiliriz.
Bedendeki izafi noktalarla hayatımıza yön verebilir, ömrümüze ömür katabiliriz.
Teknik olarak da hazırlanabilen birtakım kozmik bio prepatlarla, ibadetle, zikirle, sporla, yoğunlaşmayla, planlı duruş ve hareketlerle birtakım maddî ve manevî olumsuzluklardan bedenimizi koruyup enerji alanımızı yani enerji kalkanımızı güçlendirebilir, muhafaza altına alabiliriz.
Bitkilerden hazırlanan suları yağları kök, dal, yaprak ve tohumlarından uzmanlarca hazırlanan bitkisel drop ve doğal vitaminlerle de enerji kalkanımızı güçlendirip korunabiliriz.
Kitapta bahsedilen "Elmar" hareketi bedenin gücünün arttırılmasında ve enerji merkezlerinin açılmasında en basit, fakat yapılan ölçümler sonunda kesin çözüm üreten bir yöntemdir.
Bilim adamlarınca reşit olmayan -sabi- çocukların idrarları müspet olup yoğun menfi boyuttaki "çözümsüz hastalıkların" tedavisinde kullanıldığı görülmüştür?
Uzakdoğu?da "sülüklerle" bazı tedavilerin yapıldığı tespit edilmiştir.
Kozmik bilime göre vücuttaki hastalıklar menfi enerjilerin birikmesinden, bedendeki müspet menfi dengesinin bozulmasındandır.
Bacak bacak üstüne atmak, kolları bağlamak, elleri bağlamak enerji kilitlenmesine ve dar dönüşüme sebep olduğundan uzuvlarda rahatsızlık oluşturulabilir. Bunun gibi hareketlerin yer ve zamanına göre çok veya az olarak kullanma oranına göre bedene fayda ve zararları olabilmektedir.
Ayak ve el parmaklarını, kafayı, boyunu, çeneyi kısaca oynak ve eklem yerlerini âni olarak çıtlatmak, halk tabiriyle kütürdetmek menfi enerji birikmesinin tesiri ile olduğundan âni enerji farklılıklarına sebep olarak tehlikeli sonuçlara sebep verebilmektedir. Müdahale edilmemelidir.
Bunların dışında yazarak anlatılması mümkün olmayan pek çok metotlar mevcuttur.
|
|
|
|