Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 1631 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 1631 Ziyaretçi

Son Aktiviteler
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 318
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 305
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,006
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,129
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,073
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,005
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,145
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,519
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,285
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,171

 
  KENDİLİĞİNDEN YANAN İNSANLAR
Yazar: Spiritüeller - 26-01-2017, Saat: 05:01 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

Dünyadaki en büyük esrarlardan bir tanesi de hiçbir sebep yokken yanıp kül olan insanlardır. Evet bu size çok tuhaf gelebilir ancak yüzyıllardan beri hiçbir sebep yokken durduğu yerde yanıp ölen insan vakaları oluşmakta ve bunun nedeni de bugüne kadar çözülemeyen bir esrardır. İşin en anlaşılmaz tarafı da insanın yanıp kemiklerinin bile kül haline geldiği bir ortamda etrafta bulunan eşyaların hatta bazı vakalarda yananın üzerindeki elbiselerin bile hiçbir hasar görmediğidir.

1731 senesinde akşam yatağına yatan ve uykuya dalan bir kadın ertesi günü sabah odasına kendisini uyandırmayısa gelen hizmetçisi tarafından feci bir şekilde yanarak bir kül yığını haline gelmiş olarak bulunmuştur. Odanın her yeri is ve kurum içindeydi ve küller her tarafa uçuşmaktaydı. Fakat yatağından 1.5 metre ötede yanan kadın kül yığını haline geldiği halde ne yatağı ve çarşafları nede odanın mobilyaları hasar görmemişti.

Yetkililer çok ayrıntılı bir araştırma yapmışlar fakat yanmanın sebebini bulamamışlardır. Zira odada yangın çıkması için sebep yoktu ne ateş vardı nede ateş çıkaracak bir şey. Odada ki eşyalar hatta yatak çarşafları bile hiç yanıksız duruyorlardı. Bu sonradan kayıt altına alınmış "kendinden yanma" olayları arasında ilk örneklerden biri kabul edildi.

18 yüzyılda çok sayıda kendinden yanma vakası tespit edildi fakat ilim adamları ve doktorlar bir türlü sebepsiz bu yanmalara bir ad koyamıyorlardı.

Dr. Merille, Fransada Caen şehrinde görev yapıyordu bir gün bir ölüm nedeniyle ilgili olarak çağrıldı yaptığı incelemede: ölünün vücudu yerde uzanıyordu. Geriye kül yığınından başka bir şey kalmamıştı kemikler sıcaktan eriyerek eğilip bükülmüştü. Dr Raporunda kemikleri erimiş olmasını belirtmesi çok ilginçtir zira kemiklerin erimesi için en az 1500 derece ısı gerekir, oysa rapora göre "Evdeki eşyalardan hiç biri yanmadan zarar görmemişti kadının geceliği oturduğu sandalyenin 30 cm ilerisinde el değmemişçesine duruyordu. Üzerindeki elbiselerin dışında odada yanan başka hiçbir şey yoktu." Kimileri bu yanmaları Tanrının gazabı olarak görmektedir, bu korku eski çağlardan beri vardır." Onları Tanrının gazabı yok ediyor. Tanrının yakıcı nefesi kül haline getiriyor." Bu doğrumuydu?

Yukarıdaki olayların benzerine daha yüzlerce misal verebiliriz. Biz burada bu hususta yapılmış araştırma ve incelemeleri ele alıp neticeleri üzerinde tartışacağız.

Bu yanma olayları ile ilgilenen araştırmacılar olayların gittikçe artığını söylüyorlar. Bazı gazeteciler bu hadiselerle ilgili bilgi topluyorlar. Tıp dergilerinde yazılar yazılıyor fakat doğru dürüst hiçbir netice alınamıyor.

5549194_f520.jpg

Kendiliğinden yanma olayları üç safhada oluyor:

1. Çok kısa bir zaman içinde gerçekleşiyor, yananın ne yardım isteyecek nede ne olduğunu anlayacak zamanı oluyor.

2. Olaylar çok büyük nispete ölümle neticeleniyor ve bu sebepten kurbanların ne olduğunu anlatma imkanı olmuyor.

3. Üçüncü çok ilginç durum: Böyle bir yanma olayı ya yanan yapayalnızken oluyor veya birkaç kişi iseler o zaman hepsi birden yanıp ölüyorlar. Yani hadiseye canlı şahit bulunmuyor.

1885 gecesinde Amerika da bir karı koca ve yanların da çalışan işçileri yılbaşını kutlamak için mutfakta oturup içki içiyorlar, daha sonra işçi üst kattaki odasına yatmağa çıkıyor. Ertesi sabah aşağı inen işçi mutfağa girdiğinde etrafın ince bir yağ tabakası ile kaplı olduğunu ve acı bir koku hissediyor., Evin beyi yerde yatıyordu ve ölmüştü hemen yandaki evde oturan çocuklarına haber vermeğe gitti ve oğlunla geri dönüp araştırınca mutfak masasının yanında döşemede bir yanık delik vardı döşeme yanmıştı ve aşağıya bakınca evin hanımının yerde yanık kemikler yanık kafatası ve küllerini gördüler. Bu kez kurban ikiye çıkmıştı. Yapılan araştırma sonunda hadisenin nasıl oluştuğu hakkında bir karara varamadılar.

Kendiliğinden yanma olayları incelendikçe çok enteresan durumlar ortaya çıkıyordu. Yanma çoğunlukla sınırlı bir alanda meydana geliyor yatağına uzanmış haldeyken yanan Birisinin yatak örtülerine hiçbir şey olmuyor. Bir iskemlede otururken yanmışsa incelemede iskemlede hiçbir yanık izi bulunmuyor,Elbiselerinde hiçbir yanık izi olmayısan ama bedeni kömür haline gelenler var.

Araştırmalarda dikkati çeken bir hususu ta olayın kurbanlarının genel de ses seda çıkarmadan ve kurtulmaya çalışmaksızın yanmalarıydı. Yanma olayının bilinmeyen bir psikolojik yanı olabilir.

Düşkünler yurdundaki bir olayda yurtta kalanlar iç içe bölmelerle ayrılmış yerde yattıkları halde sabahleyin yanmış halde bulunan komşularının geceleyin hiçbir hareket veya ses çıkarmadığını hem yurt sakinleri hem de gece nöbet de olan hemşireler söylemişlerdir.

Kendiliğinden yanma ile pek çok olay incelenmek için beklemektedir.Acaba insanın içinde vücudunun ısısını ayarlayabilecek bir mekanizma mı var ve kendiliğinden yananlar bilmeden bu mekanizmayısı mı harekete geçiriyorlar. Son zamanlarda olan bir yanma olayı herkesin gözü önünde cereyan etmiştir. İngiltere de nişanlısı ile dans ettikten sonra pisten ayrılan genç kız üzerindeki elbiselerin altından vücudu aniden tutuşmuştur. Yüzlerce kişinin gözü önünde bir alev yığını haline gelmiş alevler güçlükle söndürülmüş fakat geç kalınmış ve bir kül yığını haline gelen genç kız ölmüştür. Dikkat edilecek bir diğer hususta bu kendinden yananlar vakalarında beden içerden dışarıya doğru yani bir iç ısı ve ateşle yanmasıdır. Halbuki normal olarak yanma hadisesi dıştan içe olur.

Bugüne kadar ileri sürülmüş bir çok teori arasında iki tanesi üzerinde durulmağa değer görülmektedir.

Araştırmacı Livingstone Georkart kendiliğinden yanma olaylarının büyük Kısmının yeryüzündeki manyetiğin değişmeleri en fazla olduğu anlara rastladığını keşif Etmiştir. Atmosferin dışında elektrik yüklü parçacıklardan oluşan iyon tabakası bulunur.

İyon tabakasının dışında da yine bir elektrik alanı olan magnetosfer vardır bu iki alan Arasındaki etkileşim dünyaya tesir eden bir elektromanyetik güç etkisi sağlar. Uzayda meydana gelen bu değişimler dünyanın belli yerlerindeki enerji yüklü yoğun elektrik Alanları oluşturur ve yıldırım nasıl bazı insanların üzerine düştüğü gibi bu yoğun elektrik alanları da bazı insanların etkisi altına alıp yakabilir denmektedir.Diğer teori ise bugün evlerde kullanılan "microwave" mikro dalga fırınları çalıştıran prensiptir. Bilindiği gibi Mikro dalga içine konulan besin maddesi İçindeki molekülleri bir birine çarptırılması neticesi ortaya çıkan enerji sayesinden içten pişer ve onu içinde bulunduğu kap ise ısınmaz bile.

Buna göre tabiata bulunan bu mikro dalgaların çok karışık bazı sebeplerden ve bazı insanlardaki özellik veya o andaki durumları yüzünden yaratıkları "entity" varlık tan dolayı Mikro fırın gibi işleyerek insanın içinde meydana gelen ve bir anda çok yüksek derecelere varan ısı ya erişip o hale geldiklerini fakat aynı anda etraflarındaki diğer eşya ve şeylere zarar vermedikleri düşünülüyor.

Tabi bu teorilerin ikisi de daha araştırma safhasında olup kati bir netice ortaya çıkmamıştır.

Kendiliğinden Yanan İnsanlarKendiliğinden Yanma Olaylarının Tarihçesi 

Birçok insanın inandığı üzere Kendiliğinden Yanma Olayları ilk olarak İncilin yazılışı sırasında geçtiği söylenmektedir. Ancak bu ikinci el bilgiler çok eski ve gerçekçi bir delil olmaktan oldukça uzaktır.

300 yılı aşkın bir süredir 200′den fazla rapor edilmiş olay bulunmaktadır. Kendiliğinden Yanma olaylarına dair İlk güvenilir delil 1763 yılında, Jonas Dupont adlı bir fransız tarafından araştırılıp yayınlanan, kendiliğinden yanma olaylarınını konu eden “De Incendiis Corporis Humani Spontaneis” adlı kitabıdır.

Dupont bu kitabı Nicole Millet davasının kayıtlarıyla karşılaşmasından sonra yazmıştır. Bu olayda Millet’in kocası, karısını öldürmekle suçlanmış ancak mahkemenin Nicole Millet’in ölüm nedenine Kendiliğinden Yanma olarak karar vermesi kocasını beraat ettirmişti.

Çok içki içen bir Parisli olan Nicole Milley yatağında, geriye sadece kafası ve parmak kemikleri kalmak üzere küle dönüşmüştü. Yatak sadece çok az zarar görmüştü. Dupont’un bu garip olay üzerine yazdığı kitap bu konu hakkındaki söylentileri gündeme taşımıştı.

9 Nisan 1744′te, İngilterenin Ipswich şehrinde yaşayan 60 yaşındaki alkolik Grace Pett, kızı tarafından yerde tamamen yanmış bulundu. Yakında bulunan elbiseler hiçbir zarar görmemişti.

1951 de Mary Reeser olayı halkın ilgisini bir kez daha Kendiliğinden yanma olaylarına çekti. Mary Reeser 2 Temmuz 1951 sabahında, evinde küle dönüşmüş halde bulundu. Geriye sadece kafatası, hiç zarar görmemiş sol ayağı ve bir avuç kül kalmıştı. Bu olay konu üzerine yazılan bir çok kitabın temeli oldu. Bunlardan en dikkat çekeni 1976 yılında Michael Harrison tarafından yazılan “Fire From Heaven” adlı kitaptır. Bu kitap konu üzerina çalışanlar için bir referans kitabı haline geldi.

18 Mayıs 1957′de batı Philadelphia da yaşayan 68 yaşındaki Anna Martin, yanıp kül olmuş , geriye sadece gövdesinden bir parça ve ayakkabılarını bırakmış halde bulundu. Adli tıp uzmanı yaptığı incelemede sıcaklığın 1.700 – 2.000 derece cıvarına ulaşması gerektiğini belirtti, ancak kül olmuş cesedin iki ayak ötesindeki gazeteler sapasağlam duruyordu.

5 Aralık 1966 yılında, Coudersport Pensilvanya’da yaşayan 92 yaşındaki Dr. J. Irving Bentley, saat okumaya gelmiş bir görevli tarafından bulundu. Görünüşe göre Bentley banyo esnasında tutşmuş ve yerde 3 ayak genişliğinde bir delik açarak kül olmuştu. Geriye sadece bir bacağı kalmış ve olay yerinin çok yakınındaki resme hiç bir şey olmamıştı.

1944 yılında Peter Jones olaydan canlı kurtuldu. Bildirdiğine göre hiçbir sıcaklık hissetmemiş veya alev görmemişti. Ayrıca acı da duymamıştı.

8883db6_o.jpg

Bu konuyu yazdır

  VÜCUT FREKANSINIZI BİLİYORMUSUNUZ ?
Yazar: Emka - 26-01-2017, Saat: 05:01 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

Biofotonik alanında öncü bir biyofizikçi olan Alman doktor Fritz Albert Popp, bütün canlı hücrelerin ışık saçtığı ve ışığın kaynağının DNA olduğuna dair araştırmasını yayınladı.Araştırma sonuçlarına göre DNA sadece tek frekans değil, birden çok frekans yayınlayabilir, hem organizmanın içinde hem de organizmalar arasında foton alışverişi oluyor. Yani kelimenin tam anlamıyla her birimiz birer ışık parçasıyız.Daha önce de bütün canlıların yaydığı enerjiyi ortaya koyan ve bu enerjiyi
kullanmanın yollarını arayan birçok araştırma yapılmıştı.

­ 1920 yılında Dr. Raymond Rife belli frekansları kullanarak virüsleri ve bakterileri yok edebildiğini
buldu.

­ Nikolas Tesla insan vücudunun yaydığı frekanslarla karışan dış frekansları yalıtabildiğimiz vakit
hastalıklara karşı büyük bir direnç geliştireceğimizi savundu.

­ İsveçli radyolog Bjorn Nordenstrom 1980’li yıllarda bir tümörün içine bir elektrot yerleştirilip doğru
akım verilirse tümörün eridiğini bulguladı.

Dr. Robert O. Becker “The Body Electric” adlı kitabında insan vücudunun elektriksel frekanslarını belgeledi.

İnsanların Frekansları :
Araştırmalar her canlının bir frekansa sahip olduğunu (megahertz olarak ölçülüyor) ve dahası hepimizin çevremizdeki frekanslardan etkilendiğini gösteriyor. Geçen yüzyılın başında Amerikalı doktor Bruce Tainio insanların ve gıdaların biyofrekanslarını ölçen bir alet geliştirdi. Esans yağlar uzmanı D. Gary Young’un da yardımıyla araştırma frekanslar ve hastalıklar arasındaki ilişkiyi incelemeye yöneldi. Bu ekip aynı zamanda esans yağların insan vücudunun frekansları üzerine etkisini de inceledi. Keşifleri çok ilginçtir.


10155114_506166806172599_8192851660485865823_n1.jpg



CANLILARIN FREKANSLARI

İnsan Beyni 72­90 MHz
İnsan Bedeni (Gündüz) 62­68 MHz
Soğuk algınlığı belirtileri 58 MHz
Grip belirtileri 57 MHz
Kandida 55 MHz
Epstein­Barr 52 MHz
Kanser 42 MHz
Ölüm başlangıcı 25 MHz
İşlenmiş/Konserve yiyecekler 0 MHz
Kuru otlar 12­22 MHz
Taze otlar 20­27 MHz
Esans yağlar 52­320 MHz

Sağlıklı bir insan vücudunun 62­68 MHz’lik bir frekans aralığı var. Hastalık ve rahatsızlıklar 58 MHz’de baş göstermeye başlıyor. Esans yağlar insan tarafından kullanılan doğal maddeler arasında en yüksek frekansa sahip olan şey. Yukarıdaki frekans tablosunda bir uçta işlenmiş/konserve yiyecekler dururken (0 MHz) öteki uçta en yüksek frekans ile gül yağı (320 MHz) bulunmaktadır. Gül’ün aşkla ilişkilendirilmiş olması belki de bir rastlantı değildir.

Gül 320 MHz
Herdemtaze 181 MHz
Günlük 147 MHz
Lavanta 118 MHz
Alman papatyası 105 MHz
Mür 105 MHz
Melissa 102 MHz
Ardıç 98 MHz
Sandalağacı 96 MHz
Melekotu 85 MHz
Nane 78 MHz
Galbanum 56 MHz
Fesleğen 52 MHz

Tainio ile Young’ın yaptığı testlerden biri de her ikisi de 66 MHz vücut frekansına sahip olan iki erkek üzerine yapılmıştır. İlk erkek eline bir bardak kahve almış ve o daha kahveyi içmeden 3 saniye içinde frekansı 58 MHz’e düşmüştür. Daha sonra bir esans yağını koklamış ve frekansı tekrar 66 MHz’e çıkmıştır. İkinci kişi kahveden
bir yumud almış ve frekansı 3 saniye içinde 52 MHz’e düşmüştür. Fakat esans yağını kokladığı anda frekansı tekrar yükselmemiştir. Frekansının tekrar 66 MHz’e çıkması üç gün sürmüştür.Demek ki frekanslarımız başka maddelerin ciddi bir biçimde etkisi altında.Araştırmada ayrıca olumsuz ve olumlu düşüncelerin frekanslarımız üzerideki etkisi de incelenmiştir. Olumsuz düşüncelerin insan frekansını 12 MHz kadar düşürdüğü, oysa olumlu düşüncelerin frekansı 10 MHz kadar yükselttiği bulgulanmıştır. Meditasyon ve dua gibi çalışmalar frekansı 15 MHz kadar yükseltmektedir. Bu durumda klinik çalışma göstermektedir ki ciddi bir hastalık engeli olmayan kişiler sağlıklı kalmak için şu ya da bu şekilde bir ruhani uygulamaya ihtiyaç duymaktadır.


Kanıtlar gösteriyor ki esans yağlar da kişinin frekansını yükseltmede önemli bir rol oynayabilmektedir. 78 MHz’in altında olan esans yağlar vücudun fiziksel yapısını dengelerken, yüksek frekanslı yağlar Gül ve Günlük duygusal ve ruhsal seviyelerde denge getirmektedir. Bir esansı kokladığınız zaman beynimizin amigdala denilen bölümü etkilenir ki burası hafızanın ve duyguların saklanıp serbest bırakıldığı yerdir. Bizi etkiliyor olabilecek olumsuz frekansların farkında olmalıyız. Birçoğumuz bitkiler üzerindeki klasik müzik ve hard rock müzikleriyle yapılan deneyi biliyordur. Klasik müzikle birlikte bitkiler serpilirken, hard rock onları öldürmüştür. İnsanlar da farklı değil.Beslenmemizden, fiziksel çevremizden gelen karmaşık ve olumsuz frekanslar eninde sonunda hücresel yıkıma ve parçalanmaya neden olacaktır. Bununla birlikte aramızda çok az insan dağlara, köylere kaçabilir. Kentsel yaşam birçoğumuz için kaçınılmaz bir ortamdır. Ana neyse ki esans yağlar, meditasyon gibi şeyler var. Bunlar sayesinde frekansımızı tekrar yükseltebiliriz

Bu konuyu yazdır

  DİKKAT! ZEHİRLİ MÜZİK FREKANSI A=440HZ
Yazar: Emka - 26-01-2017, Saat: 04:41 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorumlar (1)

Son zamanlarda sevginin titreşimini temsil ettiği söylenen 528 Hz frekansında müzik dinlemek moda oldu. Sadece bununla bitmiyor.  174 Hz ile Topraklama, 396 Hz ile Bırakma, 639 Hz ile Bir Olma, 741 Hz ile Sezgilerin Güçlenmesi, 852 Hz ile koşulsuz Sevgi gibi başka frekanslar da var.Peki, 528 Hz içimize huzur verip,bizi iyileştirme gücüne, diğer frekanslar da kendi çaplarında pek çok etkiye sahipken, neden şu anda dinlediğimiz tüm müzikler 440 Hz frekansına ayarlı? Buna kim ne zaman karar vermiş ve müzik nasıl olmuş da tekelleşmiş? Dinlediğimiz müziklerin altında hiçbir zaman komplo teorisi arama ihtiyacı duymayan bizler, “müzik ruhun gıdasıdır” diyerek ne kadar zamandır zehirleniyoruz dersiniz?Haydaaa… Yediklerimiz, içtiklerimiz, aşılar maşılar derken bir müzik eksikti değil mi?Günümüz psikopatolojisi, siyasi yozlaşma, genetik bozulma ve kültürel yozlaşmayla geleneksel değerlerin kayboluşunun ve hastalıkların artmasının altında yatan müzikal gerçeği öğrenmeye hazır olun o halde.Her şey “Standard Tuning” dediğimiz müziğin A=440 Hz’e sabitlenmesi ile başladı. Bunu yapan ise müziği askeri anlamda ticarileştiren Rockefeller Grubu. Müzik endüstrisinin bu standart frekans ile tekelleşmesi, kitleleri sürü psikolojisi altında tutmanın, insanları asabiyete, kedere sürüklemenin, psikososyal kışkırtmalara açık hale getirmenin zeminini hazırlamış ve bunlar sonucunda artan hastalık oranları ve mali krizler sayesinde de Gruba üye ticari şirketlerin kâr elde etmesinin etkili yollarından biri olmuştur.

Alternatif müzik frekansı olan A=444 Hz (C=528 Hz) ise bastırıldı. Bastırılan bu frekans, yani “iyi titreşimler” ise her türlü hastalığı ve stresi iyileştirebilecek güçtedir. Ama ne yazık ki önce sansürlenmiş, daha sonra ise standartlar değiştirilerek unutturulmaya çalışılmıştır.Titreşimler tüm hayatımızı etkiler. Özellikle de hücrelerimiz iyileşmek ve yenilenmek için düzenli titreşim halinde olmak durumundadır. Titreşimlerin gücüyle “karanlık” ya da “aydınlık” tarafa geçmek mümkündür. Suya güzel şeyler söyleyince moleküllerinin güzelleştiğini hepimiz biliyoruz. Bedenlerimizin %80’ine yakını sudan ibarettir ve su, süper-iletken sıvı kristal bir yapıya sahiptir.Günümüzde modern müziği kafa şişirici ve saldırgan bulan pek çok kişi var. Pek çoğumuz duygusal olarak bu tarz müziklerden olumsuz etkileniyoruz. Standart Anglo-Amerikan müzik aletleri ve sesleri ise kitlesel histeri yaratmak üzerine akortlanmaya devam ediyor.  

Tarih boyunca savaş çıkaran, inanılmaz kârlar elde eden ve nüfusu kontrol altında tutmaya çalışan güçler mevcut oldu. 1770’de Rothschild, İlluminati planlarını başlattı. Amacı bankalar aracılığıyla yaratılan bir network ağı ile kendisi ve yandaşları tarafından yönetilecek küresel bir dünya sistemi kurmaktı. Öyle bir güç ki tüm uluslararası kurumsal şirketleri ve hatta hükümetleri yönetecekti. Bu sayede Amerikan hazinesi başta olmak üzere dünyanın sayılı ülkelerini avuçlarının içine aldılar.Işık ve ses, üretilebilen ve ölçülebilen matematiksel frekans değerlerine sahiptir.  Şimdi komplo teorilerine kulak asacak olursak, bu mutlak güç,biyoenerjetik yolla, belli frekans ayarları ve elektromanyetik manipülasyonlarla “bilincimizi” kontrol altına alırken biyolojimizi, psikolojimizi ve davranışlarımızı değiştiriyor.

uzak-dogu-ses-600x338.jpg


Askeri Müzik

1913’te Rothschild, Amerika’daki üçüncü en büyük bankasını kurdu (Federal Reserve Bank).  Ona Rockefeller ve J.P. Morgan yardım etti. Bu ikisinin tüm yatırımları 1865’den bu yana Rothschild tarafından finanse edildi. 1. Ve 2. Dünya Savaşları sırasında banka kartelleri inanılmaz kârlar elde ettiler. 1914’te Alman Rothschild Bankası, Alman hükümetine, İngiliz Rothschild Bankası İngiliz hükümetine ve Fransız Rothschild ise Fransızlara para yardımı yaptı (borç verdi).   Bunlara Almanya’da Woff, İngiltere’de Reuters ve Fransa’da Havas destek verdi. 1. ve 2. Dünya Savaşları arasında müzik frekansları üzerine bilimsel araştırmalar yapıldı. Rothschild ve Rockefeller çalışması ve Amerikan Donanması işbirliği ile “savaş-çıkaran” frekanslar üzerinde çalışıldı. Amaç kitleleri kontrol altında tutmak ve psikopatoloji, duygusal çöküş ve kitlesel histeri yaratmaktı.

Akustik enerji araştırmacıları, ses mühendisleri ve drama uzmanları ile akademik olarak çalışmalar başlatıldı. Aynı tarihlerde fabrikalarda ses düzenleri kurularak çalışanların duygusal motivasyon kazanması ve fabrikadaki aletlerin seslerinden etkilenmemeleri sağlanıyordu.2. Dünya Savaşı sırasında ise Savunma Bakanlığı işbirliği ile havadan yapılan operasyonlarda bu ses frekansları etkili şekilde kullanılmaya başlandı. Buna radyolar da dâhil oldu.Daha sonra ise haritanın batısında standart müzik ayarı A=440Hz’e sabitlendi.İlk çalışmalar Elvis ve İngiliz grup British Invaders ile başladı. Bunu Beatles takip etti. Beatles’in bir konseri İsrail’de iptal edildi, sebebi ise “kitlesel histeri yaratması, cinsel istekleri tetiklemesi ve saldırganlığı tırmandırması” olarak belirtildi. Bunda Mossad’ın İngiliz Kraliyet ailesini yakın takibe alması önemli rol oynadı. 1938’de Rockefeller Grubu İngiliz-Amerikan radyosu ve televizyon kartelleri kurarak Nazi hareketiyle Yahudi düşmanlığı başlattılar. 1957’de Kanada’da ergen yaştakileri saldırganlaştıran müzik yayınları yapılmaya başlandı ve çok etkili oldu. Elvis’in menejeri Amerikan Ordusuna hizmet eden bir Albaydı ve Avrupa göçmeniydi.

1.Dünya savaşı sırasında Rockefeller tarafından yönetilen askeri radyolar devreye girdi ve bütün ekipmanlar seferber edilerek radyo tekeli kuruldu. Radyodan savaş esnasında gönderilen komutlar hiç son bulmadı.  Amerikan Donanması, General Electric işbirliği ile 1919’da kendi ulusal radyosunu kurarak bu tekele alternatif oluşturdu ve bugünkü Amerikan Radyosunu (RCA) doğurdu.  Askeri tabanlı kartelde RCA, AT&T, General Electric, Westinghouse gibi şirketler yer aldı. Bu oluşum enerji endüstrisi, biyoenerji ve elektro-genetik ve soyaçekim üzerinde faşist bir baskı kurdu. Daha sonra Ulusal Yayıncılık (NBC) ve AT&T ile radyo, televizyon ve telefon zinciri tekelleşti.1938’de frekanslar standarda sabitlenmeden önce, mekanik olarak dinleyicilerin duygularını kontrol altına almaya yönelik araştırmalar başladı. Bu sayede kitlelere ticari ilgi alanları önceden dayatılabilecekti. Bu araştırmalar derhal kitlelerin ikna edilmesi için kullanılmaya başlandı.Aynı sistem eğitim için de kullanılmaya başlandı: “Programlanabilir Zihin Setleri”. NBC ve CBS arasındaki ticari çekişme halkın üzerinde türlü deneysel çalışmalar yapılmasına neden oldu. Kendi taraflarına daha fazla takipçi çekebilmek uğruna halk üzerinde çeşitli ses efektleri kullanılarak psiko-galvanometre denemeleri yapıldı.  Bu ölçümlere göre de halkın nasıl yönlendirileceği tayin edildi.

A=440 Hz

Sahnedeki, televizyondaki ve radyodaki elektronik ses yeterince akıcı değildi. 1910’da A=440Hz standardı Amerika’da sınırlı başarıya imza attı. Avrupa’da ise sıfıra yakın… Müzik endüstrisi de işin içine dahil edilmeliydi. Bu yüzden çalışmalar başlatıldı. İlk olarak İngiliz Standartları Enstitüsü A=440Hz’i kabul etti. Bunda Rockefeller-Nazi konsorsiyumu etkili oldu. O sıralarda İngiltere-Almanya savaşı çıkmak üzereydi.A=440Hz, petrokimya ve ilaç devleri tarafından finanse edilerek  2. Dünya Savaşında kullanıldı. Hitler’in Almanyası Polonya’yı işgal ederek savaşı başlattı. Tüm dünyadaki müzisyenlerin başkaldırmasına karşın bu standart Nazi propagandalarıyla Hitler karşıtı tüm ülkelerde kafadan kabul edildi.Yapılan tüm araştırmalar A=440Hz’in insanların kalp ve kuyruk sokumu arasındaki enerji merkezleriyle (çakralar) uyumsuz olduğunu gösterdi. Tersine kalp üzerindeki çakraların ise uyarıldığı gözlendi. Teorik olarak, titreşimler egoları ve sol beyni tetikliyordu. Ancak sağ beyne özgü duygusal ve sevgisel zihni baskılıyor ve yaratıcılığı köreltiyordu. 3.Göz denen çakranın kapanmasıyla da insanoğlu farkındalığını hiçbir alanda kullanamaz hale gelecekti.

Metafiziksel olarak, A=440 Hz ile A=444 Hz arasındaki interval, müzik âleminde “Şeytanın İntervali” olarak kabul edildi. Bunun nedeni ise ahenkten uzak, iğrenç denilebilecek bir tınının bu iki notanın aynı anda çalınması ile ortaya çıkması idi.Bundan önceki müzik çalışmalarında yer alan A=444 Hz’in ise doğayla ve insanla daha uyum içinde olduğu gözlemlendi. Eğer insanoğlu spiritüel olarak bastırılırsa, A=444 Hz’in (C=528 Hz) müziksel tınısı dini olarak kabul edilmezdi, öyle de oldu. Bu kiliselerin de işine gelmiş oldu.Günümüzde ise pek çok aklı başında ve duyarlı müzisyen akortlarını ve dijital ayarlarını 444 Hz’e göre yapmaya başladı. Ancak bunların sayısı az miktarda iken, başta Madonna olmak üzere pek çok ünlü, standart tınılarla, nakaratlarla ve özel olarak imal edilmiş parça sözleriyle gençliği programlanabilir insanlar haline getirmektedir. Müzik biyoenerjetik olarak titreşimlerinizi ele geçirerek, bilinçaltınızda hâkimiyet kurarak, vücut kimyasını, psikonörolojiyi ve insan sağlığını denetim altına alabilir.

Son zamanlarda tekrar 444 Hz’e dönüş ile daha mükemmel dinletisi olan tınılar elde edilmeye başlandı ve bu tınıların sevgiyi artırdığı, en saf haliyle sevgiyi oluşturduğu, iyileştirme özelliği olduğu ve genetik açıdan onarıcı olduğu tespit edildi. Ancak çalışmaların pek çoğu halen güven uyandırıcı değil. Pek çok tını da melodik olmaktan uzak olup gürültülü bir yapıda.Haritanın sağ tarafında uygulanan şifa tonlamaları (Çigong, şamanik vb çalışmalar) A= 444Hz yani C=528Hz frekansında, en saf ve katıksız titreşimleri yarattığı için, kişi tüm stresinden arınmakta, hücreleri şifa ve sevgiyle dolarak hastalıklara veda etmektedir. Her organa ait özel ses tonlamaları, o organa ait hücrelerin titreşimini artırarak iyileşmesini sağlamaktadır. Tüm enerji çalışmalarında titreşimler esas kabul edilerek hücrelerin mükemmel titreşimlere kavuşması ve blokajların kalkması hedeflenir. Yüksek titreşimlere çıkabilen kişilerin bazı olağanüstü yetenekleri de ortaya çıkabilir, yaratıcılığı artar, astral seyahat yapabilir, telepatik güçleri ortaya çıkar, dünya ötesi varlıklarla iletişime dahi geçebilir. Yine bir punduna getirip olayı Çin işi Japon işi uzak doğuya bağlamayı becerdim…


Organik müzik ruhun gıdasıdır.

kaynak: kuraldisi.com/zehirli-muzik-a440-hz

Bu konuyu yazdır

  AURA GÖRME TEKNİKLERİ
Yazar: Spiritüeller - 26-01-2017, Saat: 04:39 - Forum: Aura - Yorum Yok

Aura rengini görmek için kullanılan basit teknik insan aurası da dahil tüm Aura çeşitleri için aynıdır. Aynı teknik ayrıca tüm kahinliğin bir parçasıdır. Bu yüzden insan aurasını görmek için Aura renklerine bakmak çok iyi bir eğitimdir. Aura renkleri insan aurasını görmekten daha kolaydır. Aura görmek için dinlenmiş ve konsantre olmalısın aynı zamanda bir de gözlerine özel bir yöntemle odaklanmalısın. Aura'ya yukarıdan kabataslak bakılmalı ona direk bakmamalısın.

Işık

Eğitim için loş ışık olmamalı. Yumuşak (fazla parlak olmayan) ışık olmalı (normal gündüz ışığı). (Fazla parlak ışığın gözüne çarpıp görmeni engellememesi için.) En iyisi ışık senin arkandan ve üstünden gelsin. Senin görüş alanına gelen ışık Aura görmeye çalışırken seni rahatsız edecek ve Aura görmeyi zorlaştıracak. Üstünden ve arkandan gelen 100 watt ampul ışığı iyi.

1. Adım

Bir kitap al ve onu mavi veya kırmızı parlak bir kaplama ile kapla ve onu masada dik yerleştir. Ondan 2 metre veya en az 1.2 metre uzakta ol. Duvarın soluk renkte olsun. Parlak renkli duvara doğru Aura görmeye çalışma. Duvarın rengi uygun değilse arka plana uygun bir çarşaf veya kağıt yerleştir.

Notlar;

Kitap sadece renkli kağıt için bir destek.Bakacağın renkli kağıdın aurası kitabın aurası değil.Renkli kağıtla kaplanmış bir tuğla kullanmak da duvarda asılan renkli kağıt parçası ile aynı sonucu verecektir.

Mavi ve kırmızı renklerin Auraları en parlak ve görülmesi en kolay olanlar.

Rengin aurasının ton ve parlaklığı kullanılan rengin gölge ve tonuna göre değişir bu yüzden sadece parlak ana renkleri kullanın.

Bunun için herhangi bir parlak renkli cisimleri kullanabilirsiniz. (Giysi, oyuncaklar vs.)

2. Adım

Gözlerini kapat ve biraz derin nefes al ve rahatla. Sakinleştiğin zaman kitaba bak. Gözlerini herhangi bir şeye odaklama sadece kitabın biraz kenarından ve onu geçecek şekilde bak. Kabataslak bakıyormuşsun gibi fakat arkasındaki duvara odaklanma.

Cisme cismin merkezinden değil cismin kenarından bak. (2 inç kadar.)

Bu bakışını sabit tut ve gözlerini dinlendir. Yaparken gözlerini veya alnını zorlama ve germe. Konsantre ol. Yoğunlaşmaya ihtiyacın var fakat rahat ve durgun bir bakış olmalı aynı hayal ederkenki bakış gibi.

Göz Kırpmak

Gözlerini kırpman gerektiği zaman kırpabilirsin yoksa bu gözlerini yorar yakar ve sulandırır. Odağını değiştirmeden gözlerini kırp. Göz kırpmak auranın bir veya 2 saniyeliğine kaybolmasına sebep olacak fakat hemen yeniden görünecek. (Eğer sakin ve rahat odak bakışına devam edersen).

Alın Çakrasını Açma Yöntemi

Çok yorgun olmanın nasıl bir şey olduğunu hatırla. Günlerce uyumadığın zaman nasıl hissettiğini ve gözlerini nasıl zorlukla açık tuttuğunu hatırla.

Yorgun gözlerini açmaya çalışmak 3. göz çakrasında güçlü bir zihinsel açmaya sebep olur. -onu uyararak-

Bu nasıl çalışır:

a- Zihinsel açma işi senin bedensel bilincini 3.göz çakrasına yöneltir.

b- Senin bedensel bilincin bedeninin bir bölümüne odaklanınca ve sen düşünce ile bu bölgeyi uyarınca bu bölgendeki enerjin kuvvetli bir şekilde harekete artacak.

c- Zihinsel olarak açma işlemi yeteri kadar uygulandıktan sonra 3. göz çakrası açılmaya başlayacaktır.

d- Bu zihinsel açma işini dinlenmişken ve bir nesneye belli bir bakış açısından bakarken uygularsan aurayı görebilirsin. (Direkt objeye bakarak değil).


aura-rengi.jpg

Renkli kitaba geri dönelim:

Durgun ve rahat odağınla kırmızı veya mavi kaplı kitaba bakarken üste anlatılan zihinsel işlemi uygula.Vücut bilincini alın çakrasına kaydır.Bu bölgeyi zihni olarak hisset.

İpucu:

Alın çakrasını tırnağınla hafifçe eşele. Bu, beden bilincini o noktaya kaydırmaya yarar.
Göz kapaklarını kaldıran zihni komutu iptal et. Gözlerinin çok ağırlaştığını ve hayal et ve onları kapa biraz sonra yeniden aç. Hangi kasların bunu yaptığını gözlemle. Aynı kas komutunu zihinsel olarak bu bölgede uygula fakat göz kaslarının buna uymasına izin verme.
Bunu tekrar tekrar yap. Gözlerinin arkasındaki ağır karanlığı kaldırıyormuş gibi.

Zihinsel açma işine devam edersen, 3. göz çakranı uyarırsın. (Onu aktif hale gelmeye zorlarsın.) Objene devamlı rahat bakışın alın çakranı nesne tarafından gönderilen enerjiye uyarlayacak. Bu enerji beynin görüş merkezine gidecek. Böylece o görüntü resmi olarak algılanacaktır. -parlak bir renkli ışık bandı olarak-

Not: Tüm bu enerji uyarım çalışmalarının bölgesel beden bilincine bağlı olduğunu -özellikle de derideki bölgesel yüzeye- hatırla. Onları etkili yapabilmek için bu zihinsel işlemleri hissetmelisin.

İlk Auran: Rahat bir bakış ile objenin kenarından onu biraz geçecek şekilde baktığında bir süre sonra (birkaç saniye ila birkaç dakika içinde-ilk başlarda) kitabın etrafında silik bir parlama göreceksin. Sonra kitabın etrafını saran soluk ince bir ışık bandı göreceksin. Bu kitabın eterik aurası.

Biraz sonra kitap mavi ise parlak sarı Aura veya kitap kırmızı ise parlak yeşil aurayı göreceksin.

Aura'ya direk bakarsan kaybolur ona cismin kenarından ve biraz üzerinden bakmalısın. Eğer kaybolursa merak etmeyin birazdan gene görünecektir.

3. Adım

İlk adımları tamamladıktan sonra birkaç tane kitap al ve onların her birini farklı ana renklerle kapla.

Daha parlak renk; daha parlak Aura- ve görmesi daha kolay.

Bu renkli kitaplar üzerinde çalış ve gördüğün rengi not et.

Aynı anda 2 farklı kitabı incele böylece birbirlerinin Aura renklerini nasıl etkilediklerini gözlemle.

4. Adım

1- Bir saksı çiçeği veya taze çiçek al ve onların aurasını görmeye çalış. Onların etrafında göreceğin canlı Aura olacak. Çiçek ve yaprakları etrafında göreceğin Aura renklerinin etkilerini aklında tut. Bitki sapı ve yapraklar etrafında göreceğin turuncu renk tonu yeşil rengin aurasıdır. -aynı yeşil kitap gibi-

2- Canlı auralar daha incedir bu yüzden görülmesi daha zordur.

5. Adım

1- Bir ağacın aurasını gözlemle. Güneş senin arkanda olursa daha iyi olur. Sabah erken vakitler veya öğleden sonra. Eğer güneş güçlü olursa bu gözlerini rahatsız eder ve görmeni zorlaştırır.

2- Bir ağacın aurası, ağacın büyüklüğüne ve ne kadar güçlü olduğuna bağlı olarak devasa büyüklükte olabilir. Ağaçların tepesindeki aurada sanki aura yavaşça oradan etrafa yayılıyor gibi fıskiye etkisi görebilirsin. Buna neyin sebep olduğuna emin değilim ve bunu gözlemlediğim her ağaçta görmedim. Bazıları ağacın ruhu olduğunu veya ağacın içinde doğal yaşayan bir ruh olduğunu ve bunun ona sebep olduğunu söylerler.

6. Adım

Herhangi bir hayvanın aurasını o dinlenirken görmeye çalış. Hayvan Auraları insanlarınki gibi renkli değil. Hayvan auralarına bakarak onlardaki hastalık gözlemlenebilir.

7 Adım

Kendi auranı gözlemle.Kolunu ileriye uzat ve elinin aurasına bak. Ayrıca bacak ve ayaklarının aurasını incelemek için uzanabilirsin.

8. Adım

Bir insanın aurasını görmek: Kişinin boynu açık olsun. Onun direk boynuna bakma. Biraz kenarından ve onu geçecek şekilde bakmalısın. Sonra bakışını kişinin başına doğru kaydır. Burada sarı renk görebilirsin. Gördüğün zaman kişine biraz zihinsel hesap yapmasını veya zor bir şeyle düşünmesini söyle. O bunları yaptığında aura parlaklığını gözlemle.

İpucu: Bir insanın aurasının parlaklığı ne yaptığına ve nasıl hissettiğine bağlı.Eğer mutlu ve yaşam dolu hissediyorlarsa Auraları daha güçlü ve parlak olacaktır. Biraz şaka yapmayı dene.

Bu konuyu yazdır

  BEYİN FREKANSINIZI DEĞİŞTİRİN HAYATINIZ DEĞİŞSİN
Yazar: Emka - 26-01-2017, Saat: 04:23 - Forum: MEDİTASYON - Yorum Yok

Beynimiz beş ayrı frekansta titreşir. Bunlar Alfa, Beta, Theta, Delta ve Gamma’dır. Zihnimizdeki her düşüncenin bir enerjisi vardır, son bilimsel araştırmalarda düşünce enerjisinin görüntüleri yayınlandı. Zihninizdeki düşünce pozitifse, pozitif, negatifse negatif sonuçlar doğurur. Sevgiyi düşünürse sevgiyi, aşkı düşünürse aşkı, üzüntüyü düşünürse, üzüntüyü deneyimler. Negatif düşünceler negatif inançlar oluşturur.

Yanlış negatif inançlar yanlış yaşamlar doğurur. Negatif inancınızı bulup, değiştirerek pozitif bir yaşam yaratabilirsiniz.

Theta çalışmasıyla bilinçaltı ve bilincinizdeki olumsuz inançları değiştirebilir, vücudunuzun içinde neler olup bittiğini görebilir, hayatınızda olmasını istediğiniz, tüm niyetlerin gerçekleşmesini sağlayabilirsiniz. Aynı zamanda beden ve zihnin şifalanmasını, bağışıklık sisteminizin kuvvetlenmesini, yaratıcılığınızın en yüksek düzeyde ortaya çıkmasını sağlayabilir, endişelerinizi azaltarak huzurlu ve mutlu olabilirsiniz.

Theta şifasını kullanmayı öğrendiğinizde yaşamınızın kontrolünü almaya başlayarak, yapmak istediklerinizi yapmaya başlarsınız. Yurt dışında bazı merkezlerde theta beyin dalgalarını oluşturma kullanma ve hakim olma öğretilmektedir. Bu çalışmalar da en kısa zamanda Türkiye de neden olmasın?

Amerikalı bilim adamları uzak doğu ülkelerinde meditasyon yapan rahiplerin, beyin frekanslarını ölçtüklerinde en çok theta ve gamma frekansını oluşturduklarını, aynı anda beta ve alfa da oluşturabildiklerini tespit etmişlerdir.

Theta beyin frekansı deneyimlendikten sonra, kişi artık eskisi gibi olmaz. İçinde ki büyük değişim başlamıştır. Bedeni, zihni ve ruhu huzuru fark eder. Tüm bedeni ve zihni sakinleşmiştir. Yüksek Bilincinin frekansını hissetmeye başlar. Evrensel Bilince doğru yol alır. Büyük farkındalıklar yaşar. Geçmiş Yaşamlarda ÖLÜM ANI yaşanılmasında ki frekans da theta beyin frekansıdır. Böylelikle beynimiz, theta da daha fazla kalarak tüm bedenimize zihnimize ve ruhumuza bu farkındalığı yaşatır. Theta beyin frekansı ile istekler gerçeğe dönüşür.

Sağlığını yitirmiş birçok organ, tekrar yaşam enerjisi ile titreşimine başlar, ruhsal bağlantı sağlanır. Hormonlar dengelenir, Neden, niçin gibi sorularınızın kaynağı ile çözüm sağlanır


beyin_dalgalari_desifre_edildi_h12549.jpg

Bu konuyu yazdır

  NAZAR'IN BİLİMSEL AÇIKLAMASI
Yazar: Spiritüeller - 26-01-2017, Saat: 04:17 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Nazar halk dilinde göz değmesi,göz yakması,göz çekimi,göz istemi ve göz ışıması olarak bilinir.

Nazarın bilimsel tanımı ise;gözdeki fotoreseptörlerin kasılması sonucu açığa çıkan neğatif ve pozitif göz akım dalga ışınımına nazar denir.

Nazar'ın üç türlü ışınım etkisi vardır.Bu konu radyoloji ilmiyle bağdaştırılarak labaratuvarlarda ispatlanmıştır.

A - Alfa (sarsıcı)
B - Beta (kırıcı,yıkıcı)
C - Gama (yakıcı)

ışınları olarak,genel itibariyle halk arasında daha çok Alfa (sarsıcı) ışın etkileri daha yoğun olarak oluşmaktadır.Nazar değen insanda bilimsel olarak beynin orta bölümü olan (Mezensefelon) kısmında nöronlar (sinirler) harekete gecerek;göz küresini büyütür ve esneme başlar.

İnsana nazar değdiği bilimsel olarak fizyolojik açıdan esneme ve göz küresinin büyümesinden anlaşılır.Nazar'ın oluşagelmesi için nazarı vuran kişinin,nazara gelecek kişiye negatif ışın göndermesini bilinçsiz olarak gerçekleşmesi gerekir.Nazar kesinlikle bilinçli olarak gerçekleşemez.Nazar'ı bilinçli olarak gerçekleştiren insanlar,çok azdır.Bu olay parapsikoloji konusuna girer.Nazarı bilinçli olarak vuran insanların gözlerinden Gama (yakıcı) ışınlar akımı oluşur.

Bu tür ışınlar röntgen çekimi bile gözleriyle yapabilecek seviyede X ışınlarını beynin hipotalamus kısımlarından boşalarak oluşturabilirler.Bu tür insanlar sayısı az olmakla birlikte çok tehlikelidirler.Gama ışınlara ilk defa 14 yaşındaki bir Rus kızında bulunmuş ve ölçülmüştür.Bu insan gözleriyle karşısındaki insana radyolojik Gama ışını yollayarak röntgen çekimi bile yapabilmektedir.1000 kişi üzerinde laburatuvar'da yaptığımız çalışma sonucunda en çok nazar' a gelen göz renkleri kahverengi ve yeşil gözlü insanlardır, onlar daha çok nazara maruz kalırlar.En etkili nazar ışınlarını oluşturan göz renkleri ise mavi ve sarı (Bal) göz renklerine sahip olan insanlar oluşturmaktadır.8 çeşit göz renklerine sahip olan insanlar üzerinde yaptığımız çalışma sonucu,sarı,mavi.siyah,yeşil,menekşe, gri,ela ve kahverengi göz renklerine sahip insanların birbirine pigment (Göz renk hücreleri) lerinin uyuşumu şöyledir.


Mavi gözlüler sırasıyla en çok;kahverengi,ela,gri,menekşe,yeşil, sarı ve siyah gözlülere nazar vurur.

sarı (bal) gözlüler;mavi,siyah,yeşil,kahverengi, menekşe,gri ve ela gözlülere nazar vurur.
yeşil gözlüler;gri,ela,siyah,kahverengi,mene kşe,sarı ve mavi gözlülere nazar vurur.
siyah gözlüler sırasıyla en çok;mavi,ela,yeşil,kahverengi,gri,menekşe ve sarı göz renkli gözlere nazar vurur.

ela gözlüler en çok sırasıyla;yeşil,sarı,mavi,siyah,kahv erengi,menekşe ve gri gözlülere daha çok nazar vurur.

gri gözlüler en çok sırasıyla;siyah,menekşe,sarı,mavi,ye şil,ela ve kahverengi gözlülere daha çok nazar vurur.

menekşe rengine sahip insanlar sırasıyla;gri,sarı,yeşil,ela,kahverengi,siyah ve mavi gözlülere nazar vurur.

kahverengi gözlüler en çok sırasıyla;mavi,yeşil,sarı,ela ve siyah gözlülere nazar vurur.

8 Çeşit göz renklerine sahip 1000 insan üzerinde yapılan çalışmaların sonucunda bu verilere ulaşılmıştır.

Nazar daha çok güzel insanlara,mala mülk sahiplerine,halk arasında şöhret sahiplerine,işinde başarılı olan insanlara,değerli maddelere,yeni olan gelişmelere,yeni evlenen gençlere,yeni doğan şirin çocuklara,yeni alınan arabalara,yeni alınan eve,bağa bahçeye daha çok nazar değer.Çünkü insana çekim ve istem oluşturan tüm güzel olan oluşumlara nazar değer.

Nazarın fizyolojik etkileri;baş dönmesi,ani mide bulantısı,ayak kayması,bulanık görme,refleks bozulmaları,gözlerin kızarması,göz küresinin büyümesi,sebepsiz esnemeler,sakarlıkların başlaması,çeşitli hastalıklar,biryerden düşme,gözde kan birikimi,sivilceler,elde veya başka bir yerde siğiller çıkması,göz çıbanları,kaş dökülmesi,bağaz ve kulak kaşıntısı,saç dökülmesi,cinsel iktidarsızlık,sakal ve saç kıran,mide ağrısı,dudak kuruması,ayak-el ağırması,bel ağrısı,burun kaşıntısı,kulak çınlaması,göz bulanıklığı,el-ayak kaşıntısı vb gibi fizyolojik bozukluklar nazar değdiğinde başlar.

Nazarın psikolojik etkisi;rüyada sıçramalar,tik oluşması,el titremesi,göz dalması,yorgunluk hissi,uyku bozukluğu bazende aşırı uyku isteği,dalma hastalığı,gülme hastalığı,ani bunalım dönemi,stres,konsantre ve motive eksikliği,sebepsiz huysuzlaşma,dil sürtçmesi,düşüncede saçmalama,kalp çarpıntısı,kabuslar görme,sebepsiz göz yaşı,sebepsiz mutsuzluk-huzursuzluk hissi,kendinde ağırlık olduğu hissi,regl sancısının artması,rüyada nazar boncuğu görmesi,bitkinlik hissi vb gibi ruhsal etkiler oluşur.

Nazarın parapsikolojik etkileri;bereketsizleşme,işinizin rast gitmemesi,evinizde huzursuz olması,kaderin bir parçası olan şansınızın kapanması,kısmetinizin kapanması,yaşadığınız ortamı sevmeme,üzerinde aşırı derece bilinmeyen ağırlıklar oluşması,sevdiğinizden nefret etme,evliliklerde sebepsiz kavgalar,boşanmalar,eşinizin değişmesi,kıskançlıklaraın başlaması,arkadaşlıklarınızın bozulması,evlenememe,rüyalarınızda devamlı mavi renk veya nazar boncuğu görme,şiddetli geçimsizlik,büyülenme hissi vb gibi parapsikolojik etkiler oluşur.
Nazar daha çok altın,elmas,pırlanta ve gümüş gibi değerli takılara değer.
Kadın nazarı erkek nazarından daha fazladır.Bu olay kadınların her ortamda güzel gözükmek hissinden ve kapris yapma gücünden oluşur.Kadınlar birbirlerine daha çok nazar vururlar.
Erkek nazarı kadınlar üzerinde fazla etkili değildir.Erkekler genellikle kendi cinslerine daha çok nazar vururlar.

Nazara en çok maruz kalanlar;estetik ameliyat yapanlar,siyasetçiler,sanatçılar,sporcular,mankenler,sanayiciler,sosyeteler,medya karşısında daha çok bulunanlar ve işlerinde başarılı olan insanlara daha çok nazar değer.

Nazar olgusu radyoloji ilmiyle bağdaştırılarak ilk defa bilimsel olarak incelemeler ile kanıtlanmıştır.

Nazar ile ilgili notlar:

Nazar daha çok altın,elmas,pırlanta ve gümüş gibi değerli takılara değer.Kadın nazarı erkek nazarından daha fazladır.Bu  kadınların her ortamda güzel gözükmek hissinden ve kapris yapma gücünden oluşur.Kadınlar birbirlerine daha çok nazar değdirirler.
Erkek nazarı kadınlar üzerinde fazla etkili değildir.Erkekler genellikle kendi cinslerine daha çok nazar vururlar.Nazara en çok maruz kalanlar;estetik ameliyat yapanlar, siyasetçiler,sanatçılar,sporcular,mankenler,sanayiciler,sosyeteler,medya karşısında daha çok bulunanlar ve işlerinde başarılı olan insanlara daha çok nazar değer.

Nazardan bilimsel olarak korunma yöntemleri:

1. 3 günde bir akşam saat 7 de çıplak ayakla 10 dakika aralıklarla 3 kez kırmızı toprağa basmak.
2. Duş alırken kolunuzun sol kısmına ılık suyla daha fazla su döküp sağ kolunuzu havaya kaldırmak.
3. Ayna karşına geçip gözlerinizin 7 sanise bakıp sonra,elinizin baş barmaklarıyla gözlerinizi ovuşturup,ıslak bir bezle gözlerinize tampon yapmak.

Nazar olgusu radyoloji ilmiyle bağdaştırılarak ilk defa bilimsel olarak incelemeler ile kanıtlanmıştır.Yukarıda verilen nazardan korunma yöntemleri sadece nazarın fizyolojik ve psikolojik açılımları ile ilgilidir.Nazarın parapsikolojik etkilerinden korunmayı dualar ile yapmak daha sağlıklıdır.

Merkezi Kanada'da bulunan Uluslararası Metafizik Akademisi'nde 4 yıllık bir eğitim çalışması sonucunda, Türkiye'de evrensel anlamda nazar olgusunu bilimsel olarak yazdığı nazar kitabında kanıtladığı iddia edilen Hani, mavi ve sarı bal renkli gözlere dikkat edilmesi gerektiğini söyledi.Türkiye'de evrensel anlamda nazar olgusunu bilimsel olarak inceleme altına aldığını iddia eden metafizik uzmanı Hani, "Mavi, kahverengi, siyah, yeşil, ela, gri, menekşe ve sarıbal renkli gözlü bin kişi üzerinde laboratuar ortamında radyolojik alfa (sarsıcı) beta kırıcı ve gama yakıcı ışınlarının insan ve madde üzerindeki etkisini ölçtük. Sonuçta, nazarın insan gözündeki ftoreseptörlerin kasılması sonucunda açığa çıkan enerji boyutunu ortaya çıkardım. Buna göre, en fazla nazar vuran göz renkleri mavi ve sarıbal renkli gözlerdir. Bu renklerde gözlere sahip olan kişilere dikkat edilmeli, çünkü en çok bu renklerde gözlere sahip olan insanlar nazar vurur. Nazar, bilinçli hale getirilmeli. Bir olayda nazara uğradığını düşünen insan, en kısa sürede çıplak ayakla toprağa 2 dakika basmalı ve negatif enerjisini topraklayarak, nötrlemeli ve bir şekilde enerjisini boşaltmalıdır" açıklamasını yaptı.

Nazar, gözdeki retina kısmında bulunan ftoreseptör sinirlerinin kasılması sonucu açığa çıkan negatif ve pozitif göz akım ışınım akımına bilimsel olarak 'nazar' denir. Bilimsel olarak daha çok kimlere nazar değer, kadın ve erkek nazarı, nazarın psikolojik ve fizyolojik açılımları, nazarın göz renkleri ile olan ilişkisi, aşk ve sevgiye vurulan nazarlar, nazardan korunma yolları gibi konuların yer aldığı 198 sayfalık "Her Yönüyle Nazar Tahlili" adlı kitapta, nazar olgusuna dair insanlara çarpıcı mesajlar verilir.


6jpg-728x728.jpg

Bu konuyu yazdır

  KENDİSİNİ ISITARAK KANSERİ YENEN DOKTOR
Yazar: Spiritüeller - 26-01-2017, Saat: 04:06 - Forum: GÜNCEL HABERLER - Yorum Yok

Kanser hastalığı..  Yaygın 4 farklı tedavi yöntemi vardır. Cerrahi, radyoterapi, kemoterapi , imnünoterapi.

Bu tedavi yöntemlerini kullanan binlerce insan sevdiklerini ve sevenlerini arkasında bırakıp hayata veda ediyor. Bazıları ise hayatının gençlik döneminde ayrılıyor aramızdan. Belki kanser hastası olan okuyucularımızdan birine bir faydam dokunur diye, kanseri yenen birinin hastalıkla mücadele yöntemini sizlerle paylaşacağım.

Alman Doktor Robert Gorter.. Kendisine kanser teşhisi koyan doktorlar  1976 yılında 3 yıllık ömrü kaldığını iddia etmişlerdi. Kemoterapi ve radyoterapi tedavisi teklif edildi fakat o bu yöntemlerin kendisine uygulanmasını reddetti çünkü bu tedavi yöntemleri, kanserli hücreleri öldürürken aynı zamanda vücudun bağışıklık(savunma) sistemine ait hücreleri de öldürüyordu. Kansere karşı açılan savaşta en önemli silah, vücudun kendisini hastalıklara karşı koruyan bağışıklık sistemi olduğunu iyi bilen Alman Doktor, kendi tedavi yöntemini geliştirdi.

Robert  Gorter bağışıklık sistemini güçlendirerek kanseri yenebileceğine inanıyordu. Bu yüzden bağışıklık sistemini güçlendirecek yöntemler üzerinde çalıştı.  Temel yöntem olarak vücut ısısı artışında, vücudun bağışıklık sisteminin katlanarak artışını ele aldı. Soğuk algınlığı gibi hastalıklarda, ateşin çıkmasının sebebi, bağışıklık sisteminin mikroplara karşı başlattığı savaştan kaynakladığını bilen doktor, bu yöntemin bir benzerini kanser ile mücadelede kullanmaya karar verdi.

Kendisinden önceki kanser hastalarını da inceleyen Gorter, hastaların ortak yönlerinden birinin çok az hastalanmış kişiler olduğunu gördü. Yani vücudun bağışıklık sistemi yeterince çalıştırılmamış kişiler. Örneğin yeni doğmuş bir bebek, ilk 12 ay içerisinde 5-9 kez viral enfeksiyon kapar ve ateşlenir. Bu oranın altında kalan kişilerin, kansere yakalanma ihtimalleri; oranın üzerinde olan kişilere göre daha yüksektir.

Bir diğer ortak özellik ise kanser hastalarının vücut ortalama sıcaklıkları, sağlıklı insanlardan genellikle 0.5 derece daha düşük olması. Doktor Gorter’in incelediği bu kişiler soğuk algınlığı, boğaz ağrısı gibi rahatsızlıkları geçirdiklerinde ateşlenmediklerini de söylerler.

Doktor bu ve diğer araştırdığı verileri derledikten sonra vücudun bağışıklık sistemini kullanarak kanseri yenebileceği bir tedavi yöntemi geliştirir.  Vücut ısısı 38.5 dereceye ulaşınca vücudun savunma sistemi alarma geçer ve bireyin kandaki bağışıklık kimyasalları ortalama 6 saat içerisinde 2 katına kadar çıkar. 2 katına çıkan bu kimyasallar, tedaviyi tamamen doğal hale getirir. Yani hastalığı, vücudun yenmesini sağlar. Peki vücut sıcaklığı nasıl kontrol edilecek ?

Robert Gorter kanser hastağına karşı tüm beden hipertermisini uyguluyor. Tüm beden hipertermisi; tüm vücudun ısısını 39-40 dereceye kadar (doktor kontrolü altında) çıkarılması durumu. Böylelikle vücudun tamamında kandaki bağışıklık savunmasını sağlayan doku miktarının artması sağlanıyor. Daha sonra ise local(yerel) tedavi uygulanıyor. Sadece kanserin olduğu bölge 42 dereceye kadar(doktor kontrolünde) ısıtılıyor. Böylelikle kanserli hücreler ölürken, radyoterapi ve kemoterapinin aksine sağlıklı hiçbir hücre zarar görmemiş oluyor.

Peki vücut nasıl ısıtılıyor ?

Infrared lambalar, sıcak su küvetleri, buhar odaları…

Doktor Robert Gorter’in yaptığı araştırmalar, kanserli hücrelerin 38.8 derecede kanserli hücrelerin ölmeye başladığını ve 42 derecede neredeyse tüm kanserli hücrelerin ödlüğünü göstermiş.


kendisini_isitarak_kanseri_yenen_doktor_h16206.png

Bu konuyu yazdır

  SES DALGALARI İLE BEYİN KONTROLÜ
Yazar: Spiritüeller - 09-01-2017, Saat: 15:44 - Forum: Beyin - Yorum Yok

Bilim insanları ilk kez ses dalgalarını kullanarak beyin hücrelerini kontrol etmeyi başardı.

"Nature Communications" dergisinde yayımlanan çalışmaya göre, araştırmacılar, laboratuvar ortamında ultrason dalgalarıyla minik bir kurtçuğun beynindeki bazı nöronları faaliyete geçirerek hayvanın farklı bir yöne hareket etmesini sağladı.

California'daki Salk Biyolojik Araştırmalar Enstitüsü'nden Stuart Ibsen, "Bu teknik, beynin derinliklerindeki belirli bir bölgeyi harekete geçirmek için büyük avantaj yaratacak. Tekniği, şimdi de farelerde deneyeceğiz ve bir memelinin beyninde işe yarayıp yaramadığını kontrol edeceğiz" dedi.

Deneylerde daha önce beyin haritası çıkarılan "Caenorhabditis elegans" cinsi kurtçuk kullanıldı. Yeryüzündeki canlılar arasında en basit sinir sistemlerinden birine sahip olan bu kurtçukların beyninde 302 nöron bulunuyor. Nöronların yüzeyindeki hücre zarı, ultrason dalgalarıyla geriliyor ve zardaki TRP-4 diye adlandırılan bir kanal harekete geçiyor.

Araştırmacılar, kurtçuğun beynini kontrol etmek için diğer hücrelerdeki kanalları genetik değişime uğrattı. Kurtçuklar, alçak frekanslı ultrason dalgalarının etkisini artırmak için de minik kabarcıkların içine yerleştirildi.

Daha önce beyin hücrelerinin kontrol edilmesi için ışığın kullanıldığı bir teknik geliştirilmişti. Ancak ışığın dokulara nüfuz edememesi ve hızla dağılması nedeniyle yöntemin başarılı olması için fiber-optik implanta ihtiyaç duyulmuştu.

1442496564139.jpg

Bu konuyu yazdır

  SAMANYOLUNUN MERKEZİ GÖRÜNTÜLENDİ
Yazar: Spiritüeller - 09-01-2017, Saat: 15:36 - Forum: YILDIZLAR - Yorum Yok

Avrupa Uzay Ajansı (ESA) tarafından 1999 yılında yörüngeye fırlatılan ve o günden beri yörüngeden evrenin çeşitli köşelerini inceleyen XMM-Newton Gözlemevi, son derece önemli görüntüler elde etmeye devam ediyor. Bugüne kadar gökbilimcilerin ölmüş yıldızları, yıldız kümelerini, kara delikleri ve karanlık maddeyi haritalamasını sağlayan bu X-ışını gözlemevi, şimdi de Samanyolu'nun merkezini görüntüledi.

samanyolunun-kalbindeki-canavar-sagittar...ilicom.jpg


XMM-Newton x-ışını gözlemevi tarafından çekilen ve Samanyolu'nun merkezini gözler önüne seren bu görüntüler, geçtiğimiz günlerde Avrupa Uzay Ajansı tarafından yayınlandı. Galaksimizin Dünya'dan yaklaşık 27 bin ışık yılı uzaklıktaki kalbini gösteren bu görüntüler, yaklaşık bin ışık yılı uzunluğundaki bir bölgeyi gözler önüne serdi.ESA tarafından yayınlanan bu görüntülerde görülen kırmızı ve beyaz noktaların genç yıldızlar ve yıldız kümeleri olduğu, mavimsi parlak renkteki noktaların ise X-ışını taramalarında oldukça parlak görülen nötron yıldızları olduğu belirtiliyor. 

Ölmüş yıldızların kalıntılarından oluşan nötron yıldızları, şu ana kadar belgelenen en yoğun ve küçük yıldızlar olma özelliğini taşıyor.Samanyolu'nun merkezinde yer alan aşırı yoğun astronomik radyo kaynağı Sagittarius A* da ESA tarafından yayınlanan bu görüntülerde görülebiliyor. Tüm eliptik ve sarmal galaksilerin merkezinde bir süper kütleli kara delik bulunduğu artık neredeyse kesinleşmiş olduğu için, Sagittarius A*'ın da dev bir kara deliğin yeri olduğu tahmin ediliyor. Resmin sağ tarafına doğru görülen bulanık leke olan Sagittarius A*'ın kütlesinin, Güneş'in kütlesinin milyonlarca kat fazlası olduğu düşünülüyor.

Bu konuyu yazdır

  43.000 YILLIK DÜNYANIN EN ESKİ ENSTRÜMANI
Yazar: Spiritüeller - 09-01-2017, Saat: 15:33 - Forum: ENTERESAN BİLGİLER - Yorum Yok

43.000 Yıllık Dünyanın En Eski Enstrümanı Neandertal Flütü

2008 yılında arkeologlar, Almanya’nın güneyinde Hohle Fels adında bir Taş Çağı mağarasında flüt parçaları buldular. Bu flüt parçaları, akbaba ve mamut kemiklerinden yapılmıştı. Günümüzden önce yaklaşık 42.000 ila 43.000 yıllarına tarihlenen bu enstrümanlar, gelmiş geçmiş en eski enstrümanlar olarak kabul ediliyor. Daha önce en eski kabul edilen enstrümanlar ise 35.000 yıl öncesine tarihleniyordu.

Araştırmacılar, titizlikle oyularak yapılmış flütlerin, özellikle mamut kemiğinden yapılmış olanların bilhassa zorlu olduğunu düşünüyor. Keşif sırasında bazı araştırmacılar flütlerin, nesli tükenmiş neandertallere karşı, ilk Avrupalı modern insanlara avantaj sağlayan kültürel başarılarından biri olabileceğini iddia ettiler. 

Fakat Homo sapienlerle melezleşmeleri de dahil, Neandertallerle ilgili bilgilerimiz arttıkça bu iddiaların yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.Uzun yıllar boyu yeteneksiz olarak görülen Neandertaller de kendi flütlerini yapıyordu. Ya da en azından 1995’te keşfedilen, mağara ayısının femur kemiğinden yapılmış bir flüt de bunu gösteriyor. Kuzeybatı Slovenya’da, Divje Babe adında bir neandertal bölgesinde Arkeolog Ivan Turk tarafından bulunan bu enstrüman, en az 43.000 yıllık. Hatta 80.000 yaşında bile olabilir. Müzikolog Bob Fink’e göre, flütün üzerinde bulunan dört delik, dört notayla eşleşiyor. Fink: “Flütün notaları kaçınılmaz şekilde diyatonik (ton dışı nota vermeyen) ve herhangi antik ya da modern standart diyatonik bir ölçekle mükemmele yakın bir uyum gösterebilir.” dedi.

Arkeologların, Turk’un iddia ettiği gibi enstrümanın Neandertaller tarafından yapılıp yapılmadığını hararetle tartışmasına rağmen, bulgular insanın yakın akrabalarının hiçbir müzik izi bırakmadan yok olduklarını yalanlıyor ve tarih öncesi müziğin kapısını aralıyor.

Flütten çıkan sesleri duyabilmek için Slovenya Ulusal Müzesi Küratörü, flütün kilden bir kopyasını yaptı. Prehistorik enstrüman diyatonik ölçülerden tam ve yarım tonları çıkarabiliyor. Müzisyen Dimkaroski de bu flütle, Beethoven, Verdi, Ravel, Dvorak ve diğer sanatçıların eserlerinden birkaç parça çalmayı başarabilmiş. Aynı zamanda birkaç hayvan sesi de çıkartabilmiş. 

V5laDQ5.jpg

Bu konuyu yazdır