Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adı/E-Posta:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 3,070
» Son Üye: damon
» Toplam Konular: 2,834
» Toplam Yorumlar: 3,065

Detaylı İstatistikler

Kimler Çevrimiçi
Toplam: 1402 kullanıcı aktif
» 0 Kayıtlı
» 1402 Ziyaretçi

Son Aktiviteler
Sürekli Aynı Sayıyı Görüy...
Forum: MELEK MESAJLARI
Son Yorum: Stannis
03-10-2024, Saat: 18:13
» Yorumlar: 0
» Okunma: 311
Bize ait olmayan sahte an...
Forum: Zihin
Son Yorum: cinsiyetsiztirmavi
29-08-2024, Saat: 01:28
» Yorumlar: 0
» Okunma: 305
RUHLARIN YAZDIRDIĞI SÖYLE...
Forum: ENTERESAN BİLGİLER
Son Yorum: Shfz
20-08-2024, Saat: 01:26
» Yorumlar: 1
» Okunma: 62,006
Nuh’un Gemisi’nin Çözülem...
Forum: TARİH
Son Yorum: Emka
21-02-2024, Saat: 21:57
» Yorumlar: 3
» Okunma: 8,129
DEMON İSİMLERİ LİSTESİ VE...
Forum: DEMONLAR
Son Yorum: Debriyaj_Balatasi
15-02-2024, Saat: 02:30
» Yorumlar: 1
» Okunma: 25,072
Trabzon'da ki Majisyenler
Forum: TRABZON SPİRİTÜELLERİ
Son Yorum: koavemaji
02-02-2024, Saat: 14:11
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,004
11:11'in Manevi Önemi ve ...
Forum: EVRENSEL ENERJİLER
Son Yorum: zeynepbuhan
10-11-2023, Saat: 18:49
» Yorumlar: 1
» Okunma: 6,144
Sürekli Şiddetli Baş Ağrı...
Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI
Son Yorum: Gümüşkurt
25-09-2023, Saat: 19:23
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,519
%100 Etkili Şans İlmi Hav...
Forum: BÜYÜLER
Son Yorum: Gümüşkurt
18-09-2023, Saat: 23:51
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,285
Baş Melek Cebrail'in ismi...
Forum: Gabriel (Cebrail)
Son Yorum: Gümüşkurt
17-09-2023, Saat: 15:38
» Yorumlar: 0
» Okunma: 1,169

 
  HAYAL KURMANIN ÖNEMİ
Yazar: Spiritüeller - 11-07-2016, Saat: 15:58 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

Hayal kurmak geleceği makro ölçülerde yaşama isteğidir. William Russell “Büyük işler, büyük hayaller kurma özelliği olan insanlarca başarılmıştır” der. Hayaller hayat tarlasından geçerken elimizden toprağa düşen tohumlardır. Tohum ve tarla için de çabalamanız gerekir ki hayaller gerçek olsun.
 
Hayalleriniz sizin yürek gücünüzü gösterir. Bir insanın yüreğinin gücünü anlamak için sadece yaptıklarına değil, yapmayı istediklerine de bakmak gerekir. “Hayaller bizim kim olduğumuzun aynasıdır” der Barbara Sher. Esaret altındaki insan özgürlüğü hayal etmeli ki yüreğinde şahlanış gülleri açsın. Aç insan ekmeği olmayan değil ekmeğin hayalini kuramayan insandır aslında. Bunu birçok durum için genelleyebiliriz.
 
Her hayal, hayat duvarında gelecek adına bir tuğla koymaktır. Önce hayalinizi kurun ve ardından bu hayalinize ulaşma adına adımlayın, yürüyün ve koşun. Hayaller imkansız gibi gözükse de sonuçta elinizde kalacak yine sizin huzur parçacıklarınızdır. Leo Burnett’in dediği gibi “Yıldızlara uzandığında bir yıldıza sahip olamazsın belki ama bir avuç çamur da elde etmezsin”’
 
Hayaller insanı öylesine motive eder ki, belli bir süre sonunda siz hayalin peşini bıraksanız da hayaller sizin peşinizi bırakmaz. Zaten bizi hayata bağlayan birazda gerçekleşmemiş hayaller değil midir? “Hayallerini ve ideallerini bıraktıysan bari yaşamayı da bırak” der Marian Anderson. Siz hayalinizin peşinden koşun ve görün ki o hayal sizi hayat yolunda elinizden tutacak, terinizi silecek ve varış yerinde sizi bekliyor olacaktır.
 
Ümit var olunuz ki, gelecek hayallerinin gölgesinden ayrılmayanların olacaktır. Hayal gücü özgürdür. Hayal gücü özgürleştirir. Riviere  “Kafeste olmak insana uçabileceği zannını veriyor” der. Hayallerle özgürleşmek için engelleri küçümseyin. Zaten engeller Hanry Ford’un dediği gibi gözümüzü hayalden ayırdığımız aman gördüğümüz o korkunç şeyledir.
 
Hayaller gerçeğe uygun olmalıdır. Gerçekleşen her hayal de bizi ileriye tanıyacak yeni hayallerin oluşmasına olanak sağlar. Hayaller ateşe benzer. Hayal hem iyi bir hizmetkar hem de efendidir. 
 
Hayallerinizi hep canlı tutun ki size hep rengarenk görünsün. Hayalleriniz için heyecanlanın ve ona hazırlanın. Hayalinizin ışığını söndürmeyin ki o da sizi karanlıkta bırakmasın. Hani bir şarkıda söylenir ‘tozpembe hayaller vardı, pembesi gitti tozu kaldı’. Hayallerinizi gözünüzün önünde hep canlı tutun ki pembesi size kalsın ve tozlanmasın. Hayalinizi gözünüz kapayınca değil açıkken de görmeye çalışın.
 
Ünlü bir heykeltıraşa öylesine muhteşem heykelleri nasıl yaptığını sormuşlar. O ise heykelin işlenmemiş mermer bloğun içinde olduğunu hayal ettiğini, zaten orda duran şeyi açığa çıkarmak için fazlalıkları yonttuğunu söylemiş.  Hayatta böyledir işte. Önce bize sunulan hayatı nasıl yaşamak istiyorsak hayal etmeli, hayatı bu doğrultuda mermer blok gibi yontmalı ve huzuru ortaya çıkarmalıyız.
 
Geçmişte de başaranlar hep hayal edenler olmuştur. Süleymaniye Mimar Sinan’ın önce hayallerini süslemiş ardından İstanbul’un incisi olmuştur. Çil, çil kubbelerin, kütüphanelerin ardında hep hayal vardır. Fatih Sultan Mehmet hayal kurmuş, gemileri karadan yürütmüş, karanlık bir çağı kapatmış aydınlık bir çağı bu kapılarını ardına kadar açmıştır. Osman Gazi bir düş görmüş ve cihan devleti Osmanlı imparatorluğunun tohumlarını atmıştır. 
 
Gelecekte nasıl bir dünya istiyorsanız önce hayal edin. Hayalin başladığı yerde zafer için de geri sayımda başlamıştır. Ayaklarını yere basın ve yıldızlara uzanmaya devam edin. Çevrenizdekilerin hayallerine de destek olun. Dikkat edin kurduğunuz hayal kırdığınız hayal olmasın.

cocuk_11.jpg

Bu konuyu yazdır

  ENERJİLERİ TANIYORMUYUZ ?
Yazar: Emka - 10-07-2016, Saat: 15:31 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

BİOENERJİ
Biyoenerjinin kelime anlamı, doğal olan enerjidir.Bilim, insan organizmasının yalnız moleküllerden oluşan, fiziksel bir yapıya sahip olmadığı, tüm kainatta olduğu gibi, bir enerji alanına sahip olduğunu doğrular.Vücut içerisinde devamlı bir titreşim ve düşük voltajlı elektromanyetik akım vardır. Elektromanyetik akım, fiziksel bedenle sınırlanmamıştır...Böylece, bir bedenden diğerine akış yapılabilir. Bu elektromanyetik akım, bedenin sağ tarafında toplanmıştır. Bioenerji akışı insanla sınırlı değildir. Tüm maddeye akar. Bitkilerin insanlarınkine zıt bir kutbu vardır...Onlarla aramızda hür bir kanal açılır...Sağlıklı bir vücutta negatif bir enerji bulunmaz. Vücudun herhangi bir yerinde problem varsa, o bölge negatif enerji üretmeye başlar. Daha doğrusu, beyin ile o bölgenin iletişimi kopmuş demektir.Bu nedenle, bedenimizin tümünü ayakta tutan beyinin düşünce ve yapılandırma bölümü ile aradaki bağı kopartmamak gerekir.Prana, Sanskrit dilinde kelime anlamı yaşam gücü demek olan, iyi sağlık durumunu muhafaza eden ve bedeni canlı tutan görünmez biyoenerji ya da yaşamsal enerjidir.Japonlar bu esrarengiz enerjiye Kİ, Çinliler CHİ, Yunanlılar PREVMA, Polonyalılar MANA, İbraniler RUAH derler.Yaşam nefesi anlamında pranik şifacılık, çok çeşitli hastalıkların tedavisinde, yaşamsal enerji ya da enerji şifacılığının (ki Prana’nın kullanımıdır) bir çeşididir.

GÖRÜNMEZ ENERJİ
Bilimsel kanıt, biyoenerjinin varlığını ve fiziksel bedenin iyi ve sağlıklı oluşuyla ilgisini anlaşılır şekilde ispatlar. Seçkin Rus bilim adamları tarafından yönetilen bilimsel deneylere dayanarak, Semyon Kirlian, fotoğrafladığı insanların, hayvanların ve bitkilerin ultra hassas bir kamera yöntemiyle fiziksel bedenin etrafındaki renkli ışık enerji alanını göstermiştir.Bu tekniğe Kirlian Fotoğrafçılığı adı verilmektedir. Enerji alanı (AURA) görülebilir fiziksel bedene nüfuz ederek, cilt yüzeyinden yaklaşık 8 yada 10 cm yayılır. Kirlian fotoğrafçılığındaki deneyler, fiziksel olarak hastalık ortaya çıkmadan beden enerjisindeki ilk görünen hastalıklı enerjileri de ortaya çıkarmıştır.Bir kişinin düşünceleri ve hisleri, beden enerjisini önemli ölçüde etkilemektedir...

NAZAR
Din kitaplarında, değişik tarzlarda ifade edilen bir negatif enerjidir...Nazarı iki türlü incelemek gerekir:İlki insanın kendi kendine veya çocuğu gibi çok yakınına hiç bir kötü amaç taşımadan ürettiği negatif enerji şeklidir.Beyinde sürekli kodlanan bir kelime mevcuttur: Maşallah...Bu kelime söylendiği anda nazar değmeyeceğine beyin şartlandırılırsa veya başka bir deyimle kodlanırsa, beyin bu kelime söylendiğinde negatif enerji üretimini yapmamaktadır. (Mesela Maşallah gibi)  Koruma kelimesi söylenmediği anda negatif enerji üretmeye başlıyor. Burada şunu belirtmeden geçemeyeceğiz; nazara kesinlikle inanmayan insanlarda bu enerji üretim tarzı harekete geçmeyecektir. Dolayısıyla böyle insanlara nazar değme olasılığı çok zayıf olacaktır...İkincisi insanın bir başkasına nazar etmesidir. Beyin kıskançlık duygusu ile hareket ettiğinde yine negatif enerji üretimine yol açar. Bazı insanlarda bu türde kıskançlık duygusu çok yüksek olduğundan o insanların nazarı daha çok değer. Daha doğrusu yaydıkları negatif enerji çok yoğun olur. Bir hayli maddi veya manevi zarar verebilirler. 

POZİTİF ENERJİ
İnsanda mevcut olan olumlu bir enerjidir.Yalnız, zaman-zaman bu enerjinin de çok olması çeşitli hastalıklara da yol açabilir. Örneğin bu insanların vücutlarındaki yüksek pozitif enerji manyetik kartları, pilleri bozmakta bu şahıslar bu türde cihazlar kullanamamaktadırlar.Bu şekilde yüksek pozitif enerjiye sahip olanlar, eğitim alarak şifacı olarak çalışabilirler veya üzerlerinde mevcut bu yüksek pozitif enerjiyi atmak zorundadırlar.Pozitif enerjisi normal düzeyde olan insanlar, son derece ılımlı ve kesinlikle hem sağlıkları yerinde, hem de etraflarına neşe saçan insanlardır.Bu insanların, stres problemleri yoktur.Zihinsel olarak ta son derece sağlıklılardır.

NEGATİF ENERJİ
Vücutta, hastalıklı olan bölgelerin ürettiği olumsuz enerjidir.Bu türde enerji, nerede olursa o nokta sürekli olarak negatif enerji üretmektedir.Hatta negatif enerji üretmeye başladıktan 1-2 ay sonra hastalık ortaya çıkabilir.Travma sonucu ortaya çıkan enerji de negatif bir enerjidir.Çok stresli insanlar da sürekli negatif enerji üretirler.Çoğunlukla bu türde insanlar, çeşitli ağrı ve psikolojik rahatsızlıklar duyarlar. 


78d607068cd064420401737e12f83bae_XL.jpg


ÇAKRALAR
Evrenden gelen enerjinin canlı vücuduna girdiği noktalardır...Çakraların kendilerine has renk, şekil ve dönüşleri vardır. Fiziksel olarak görülemeyen yoğun elektriksel alanlardır.Dışarıdan gelen ve dışarıya ulaştırdığımız enerji merkezleridir. Bu çakralar, başın tepesinden başlayarak kuyruk sokumunda sonlanmakta ve omurga içerisinde yar almaktadır. Pozitif alan olan başın tepesinden başlayarak negatif alan olan kuyruk sokumunda sonlanır.İki zıt kutup arasındaki enerji, hayat olarak yorumlanır. Bu enerji kanallar yoluyla bedene dağılarak tüm sistemlerde kullanılmaktadır. Bioenerjide anlaşılması gereken en temel konu zıtlıklar ve bu zıtlıklar arasındaki devinim olan enerji konusudur.
İnsanda 7 ana Çakra mevcuttur:
1. TAC ÇAKRA’sı beyaz / altın sarısı renkte olup bıngıldağın olduğu yerde,
2. Üçüncü GÖZ ÇAKRA’sı mor renkte iki kaşın ortasında,
3. BOĞAZ ÇAKRA’sı mavi renkte boğazın olduğu yerde,
4. KALP ÇAKRA’sı yeşil renkte,
5. KARIN (SOLAR PEKSUS) ÇAKRA’sı sarı renkte, mideyle omurga arasındaki boşlukta yanlarda,
6. HARA (SAKRAL)  ÇAKRA’sı turuncu renkte, göbekte hafif solda,
7. KÖK ÇAKRA’sı kırmızı renkte, omurilikte kuyruk sokumunda.
Yeni doğan bebekte, mavi-grimsi renktedir...
Çakra kapanması o bölgeye enerji gelmesinin önlenmesi ve dolayısıyla de bölgede negatif enerji oluşmasına yol açar...Daha sonrada o bölgede fiziksel rahatsızlıklara neden olur

Bu konuyu yazdır

  Aurik Enerji Alanını Deneyimlediniz mi?
Yazar: Emka - 09-07-2016, Saat: 13:27 - Forum: Aura - Yorum Yok

Eğer aşağıdaki sorulardan birine olumlu yanıt verebilirseniz, kendi auranızda dışsal bir enerji alanının etkisini deneyimlemişsiniz demektir.

1. Bazı insanlarla birlikteyken, kendinizi tükenmiş hisseder misiniz?
2. İnsanlarla bazı renkleri ilişkilendirir misiniz?(Örneğin, "Bana hep sanki sarı bir insan gibi gözüküyorsunuz.")
3. Birisinin size dikkatlice baktığını hiç hissettiniz mi?
4. Yeni tanıdığınız birinden anında hoşlandığınız ya da hoşlanmadığınız oldu mu?
5. Bir insanın görünürdeki davranışının aksine aslında neler hissettiği ile ilgili bir algınız oldu mu?
6. Birisi gelmeden ya da siz onu görmeden önce hiç o insanın varlığı ile ilgili bir algınız oldu mu?
7. Bazı sesler, renkler kendinizi daha rahat yada rahatsız hissetmenize neden olur mu?
8. Yıldırım sizi sinirli yapar mı?
9. Bazı insanlar sizi diğerlerine göre daha enerjik yapar mı?
10. Bir odaya girip, hiç korktuğunuz, dona kaldığınız ya da kızgınlık duyduğunuz oldu mu? Bazımekânlar orada kalmak istemenize neden olur mu? Ya da terk etme hissi verir mi?
11. Birisi hakkındaki ilk izleniminizi dikkate almayıp da en sonunda bu hissinizin doğrulandığıolur mu?
12. Bazı odalar diğerlerine oranla daha rahat ve eğlenceli geliyor mu? Bir odadan diğerine farkı hissediyor musunuz? Kardeşinizin odasının sizinkinden nasıl daha farklı hissedildiğine dikkat ettinizmi? Peki ya ebeveynlerinizinki ya da çocuklarınızınki?


aura.jpg


İnsan aurası, fiziksel bedeni çevreleyen bir enerji alanıdır. Bu alan bedeni her yönden sarar. Üç boyutludur. Sağlıklı bir bireyde, bedenin çevresinde elips şekli oluşturur Ortalama bir bireyde, bedenin çevresinde 2,5-3 m genişliğindedir. Kadim üstatların auralarırun birkaç km genişliğinde olduğu söylenir. Gittikleri her yerde çok sayıda insanı kendilerine çekebilmelerinin bir nedeninin bu olduğuna da inanılır.

Aurik alanları zayıf olanlar, dışsal etkilerden daha çok negatif olarak etkilenirler. Bu durum, daha kolay yorulmaya ve yönlendirilmeye yol açar. Zayıflamış auralar; başarısızlık duygusu, sağlık sorunları ve yaşamın birçok alanında etkin olamayış olarak sonuçlanırlar.
Auranız ne kadar güçlü ve canlı ise, o kadar sağlıklı olursunuz. Aksi hâlde dışsal güçler tarafından olumsuz yönde etkilenmeye açıksınızdır.

Bu bedenlerin öncelikli işlevi, ruh varlığının fiziksel yaşamdaki eylemlerini düzenlemek ve koordine etmektir, fakat bu kitapta bu konu üzerinde durulmayacaktır. Şimdilik, bu bedenlerin tüm aurik alanının parçalan olduğunu bilmeniz yeterlidir.
Doğal enerjiler, beden tarafından kolayca özümsenir ve dönüştürülür. Bireyi sağlığına kavuşturma açısından bilinen bir yöntem, onu hava değişimi için deniz kenarına yollamaktır. Deniz ortamı, yaşamın dört temel elementine sahiptir. Güneşten ateş, deniz rüzgârlarından hava, denizin kendisinden su ve kuşkusuz toprak. Bireyin bedeni bu temel elementleri almaya ve şifa veren enerjilerle tüm fiziksel enerji sistemini güçlendirmeye uygundur. Bu dört element ile iletişim, bireyin dengesini yeniden kazanmasını sağlar.


Öte yandan aura sadece doğanın elementlerinden özümsenip dönüştürülen enerjilerden oluşmamıştır. Ayrıca, gökyüzünün enerji alanları ile bedenin süptil etkileşimi de bulunmaktadır. Astrolojide sıkça betimlendiği gibi, yıldızsal etkiler de bireyde enerji ifadeleri hâline dönüştürülür. Bazı gezegensel etkiler, bireyi diğerlerine göre daha güçlü ve daha çok etkileyebilir. Unutmayın ki, herkesin kendine özgü bir enerji sistemi vardır ve bu sistemin daha süptil çevresel etkilerle işleyişi ve iletişimi, bireyden bireye değişkenlik göstermektedir. Kısa bir çaba ve gözlemle bile bu etkileri algılayışınızı geliştirebilir ve onalarla daha yaratıcı olabilirsiniz

Bu konuyu yazdır

  EŞİNİZİ SEÇERKEN DİKKATLİ OLUN
Yazar: Emka - 08-07-2016, Saat: 16:19 - Forum: AŞK - Yorum Yok

Mümkün olduğunca size benzeyen, ortak ilgi alanlarını, ortak öz değerleri paylaştığınız kişiyle evlenin. Evleneceğiniz kişinin değişme ihtimali üzerine hayaller kurmayın. Aşkın gözünüzü kör etmesine izin vermeyin, arkadaş olabileceğiniz biriyle evlenin. İletişim kurmakta zorlandığınız bir partner seçmeyin, sessizlik evlikte ölümcül sonuçlara yol açabilir. İlişkilerinizde skor tutmaktan kaçının, evlilikte yüzde elli-elli kuralı çalışmaz, verdiğiniz oranda geri almayı beklemeyin. Bazen senelerce yüzde onla yetinmek zorunda kalabilirsiniz.. Kariyerinizi finansal getirisi için değil, sağlayacağı kişisel tatmin ve içsel ödüller doğrultusunda seçin. Yokluk içinde büyümüş olsanız bile, en öncelikli hedefiniz para kazanmak olmasın. Sadece maddi nedenlere odaklanarak seçeceğiniz meslek sizi asla mutlu etmeyecek. Gelecekteki olası kazancınızı hesaplayarak kariyer seçmek yerine daha derin bir amaca hizmet edecek gerçek tutkunuzu keşfedin, tutku ile severek çalıştığınızda, gün gelir kazancınız sizi şaşırtabilir. Sizi mutlu edecek işi aramaktan hiçbir zaman vaz geçmeyin. Henüz bulamamış olsanız da pes etmeyin. Duygusal zeka, diğer her türlü zekadan daha üstündür. En teknik mesleklerde dahi insan ilişkileri sorunlu olanlar başarısızlığa mahkumdur. İletişiminizi, sosyal ilişki becerilerinizi geliştirin.

Kaybedecek zamanınız yok.

Zamanınız çok kısaymışçasına yaşayın, çünkü zaten öyle. Vaktinizin kısa olduğunu depresyona girmek için değil, harekete geçmek için hatırlayın. Önemsediğiniz ne varsa hemen, şimdi yapın. Kaygıyla geçen vakit, boşa geçmiş demektir. Endişelenmek yerine önlem alın. Mutluluk, şartlar mükemmel olduğunda ortaya çıkan bir durum değil, bir seçimdir. İçine düştüğünüz yaşam mücadelesi ne kadar zorlu olursa olsun, er yada geç mutlu olmaya karar vermelisiniz. Küçük düşünün. Ömrünüzün büyük kısmında küçük lezzetlerin, anlık sevinçlerin imzası var, tadını çıkarın. Pişmanlıklarla yaşamayın. Hayatta hemen her şey unutulabilir, silinebilir veya bedeli ödenebilir. Aynı anda iki farklı yöne gidemeyişi belki de insanın karşı karşıya kaldığı en acımasız ikilem. Bir gün bir yerde seçim yapmak zorundasınız. Kendinizi kandırmayın, vermediğiniz her karar aslında yine bir seçimdir. Fırsatlara ‘Evet’ deyin. Reddetmek için gerçekten geçerli bir nedeniniz yoksa gelen önerileri kabul edin. Aynı bedenle yüz yıl geçireceğinizi düşünerek hareket edin, vücudunuzu yıpratmayın. Sağlıklı yaşam tercihiniz, geleceğe yatırımınızdır. Daha fazla seyahat edin. Eğer gerekiyorsa başka planlarınızdan feragat ederek sık sık yolculuğa çıkın. Geriye dönüp baktığınızda, yaşamınızın en ilginç, en vurucu anılarının seyahat maceraları olduğunu fark edeceksiniz.



E%25C5%259Finizle%2BZay%25C4%25B1flay%25C4%25B1n.jpg

Bu konuyu yazdır

  Duyu Ötesi Algı - ESP
Yazar: Emka - 08-07-2016, Saat: 15:26 - Forum: PARAPSİKOLOJİ GENEL - Yorum Yok

Kendinizi olağanüstü şanslı mı görüyorsunuz? Yaşamınızda sizi şaşırtan o rastlantılar çok sık mı tekrarlanıyor? Yoksa birtakım önsezileriniz mi var? Ya da, evdekilerin bulmak için evin altını üstüne getirdikleri bir şeyi hep siz mi buluyorsunuz?


Bunların tümü ruhsal yetenek ya da genel terminolojide kısaltılmış olarak ESP (Extra Sensory Perception) diye bilinen Duyu Ötesi Algı olayının oldukça sık rastlanan biçimlerinden yalnızca bir kaçıdır. Duyu ötesi sözcüğüyle normal duyularımızı kullanmaksızın olayları algılamamızı sağlayan bir tür yetenek ya da yetenekler dizisi kastedilmektedir.

Bir elmaya baktığımızda onu görürüz. Ama, eğer bu elma görme alanımız dışında, örneğin, başka bir odada, hatta kilometrelerce uzaktaki bir odadaysa, ve biz onu yine de zihnimizde görebiliyorsak, bu imgesel bir elma olmadığı sürece, görüntüyü gözlerimizi ya da başka bir organımızı kullanmaksızın doğrudan doğruya zihnimizde algıladığımızı söyleyebiliriz. İşte bu Duyu Ötesi Algı’dır.

Gözleri kullanmaksızın gerçekleştirilen bu görme olayına ruhsalgörü (klervoyans) ya da durugörü adı verilir; ancak daha birçok Duyu ötesi algı biçimi bulunduğu bilinmektedir. Örneğin, görme alanı dışında kalan bu elmaya başka biri bakmaktaysa, doğrudan doğruya o kişinin zihninden gelen bir sinyali alabiliriz. Bunun adı uzaduyum (telepati) dur.

Bunlar Duyu Ötesi Algı (ESP) adıyla bilinen olaylardan (fenomen) yalnızca ikisidir. Belki de bu aslında yanlış bir ayrımdır; çünkü normal duyular kullanılmaksızın olaylara ilişkin bilgi edinmek ve fizik yollara başvurmaksızın olayları bir dereceye kadar denetlemek arasında bir ayrım yapmak güçtür.

Duyu ötesi algı nasıl gerçekleşir?

Hiçbir araştırmacı duyu ötesi algının nasıl bir etki olduğunu bulamamıştır. Oldukça yakın bir zamana kadar, duyu ötesi algının bir çeşit manyetik ya da elektriksel etki olduğu düşünülüyordu. Oysa, birkaç ustalıklı deney, bunun doğru olmadığını kanıtlamıştır. Bir kere, elektriksel bir enerjinin uzaklık arttıkça zayıflaması gerekir, oysa duyu ötesi algı uzaklığa bağlı değildir. Binlerce kilometre uzaklıktaki alıcılara, Atlas okyanusunu aşarak görüntüler ve düşünceler iletebilen göndericiler vardır. Bundan başka, astronot Ed Mitchell, NASA’nın denetimi altında olmayan özel bir deneyde Ay çevresindeki yörüngeden dünyaya haber göndermeyi başarmıştır.

Bir Faraday kafesiyle yapılan deneyler daha kesin sonuçlar sağlamıştır. Elektrik akımı verilen bu tel kafesin, her çeşit elektriksel ya da elektromanyetik yayının içerideki deneğe ulaşmasını engellemesi gerekirdi. Oysa, kafesin, dış dünyadaki tüm elektriksel gürültüyü perdelemesine karşın, deneklerin verimliliklerinin belirgin derecede arttığı saptanmıştır.

Çağdaş kuramlarda, birtakım atomdan küçük parçacıkların duyu ötesi algı olayını gerçekleştirmesi olasılığı üzerinde durulmaktadır. Varlıklarını saptamanın hemen hemen olanaksız olduğu bu enerji parçacıkları, Faraday kafesinden geçebilecek birkaç enerji biçiminden biridir; yine de, bunları beynin nasıl algılayabileceği ya da kullanabileceği henüz bir bilmecedir.

Değişik türde deneyler, duyu ötesi algının asıl niteliğine ilişkin bazı ipuçları da sağlamıştır. Bu deneylerden bazılarında, denek göndericinin zihnindeki bir sözcük ya da görüntüyü tahmine çalışmaktadır. Deneklerin yanıtlarının çoğu kez tam ve ayrıntılı bir tanımlamayı değil de, genel bir yaklaşımı yansıtması ilginçtir. Örneğin, üçgen biçiminde yelkeni olan bir tekne resmini, denek bir piramit ya da transatlantik olarak yorumlamaktadır. Sanki bilgi beyne şifreli bir haber gibi geçmekte ve beyinde bunu en yakın uygun simgeye dönüştürmektedir. Belki de duyu ötesi algı, haberi bir telefon gibi iletmemekte ve tam olarak yaklaşımı simgelemese de, beyinde bulunmakta olan uygun bir anıyı harekete geçirmektedir.


dosy0021.jpg

Bu konuyu yazdır

  KRYON - BOYUTLAR ARASI İNSAN
Yazar: Emka - 08-07-2016, Saat: 08:19 - Forum: KRYON - Yorum Yok

Sevgili dostlarımız, bizim Şimdi Çağ'ı - Yeni Çağ dediğimiz yeni bir boyutun öncüleri olarak, eskileri bırakmayı ve gezegeninizde yeni-yi inşa etmeyi kendi özgür iradeniz ile seçtiniz.Yaşadığınız bu gezegen özgür irade gezegenidir ve rayları siz döşüyorsunuz. Sizler hep birlikte el ele bu eşiği geçmeyi istediniz ve her gün bunu yaratıyorsunuz. Artık, insan ırkının yok olması, kısa ömürler, karmik nitelikler, ve almanız gereken dersler geçmişte kalmıştır. Bu yeni enerji barış ve huzur içinde bir gezegen potansiyelini sunar.

Sizlerin Dünya üzerinde her gün birlikte yaşadığınız, ama göremediğiniz yada anlayamadığınız şeylerden biri de Manyetiklerdir. Gezegenin manyetik alanı, bedenin hücresel yapısına- bir iletişim içinde- bilgi damgalar. Yakında bilim adamlarınız bunun nasıl işlediğini göreceklerdir. Kendi manyetik alanınızı birlikte taşımadan bir gezegenden diğerine gidemeyeceğiniz olgusu da anlaşılacaktır. Çünkü, Dünya'nın magnetik alanı yaşamı destekler. O, tablonun bir parçasıdır, ve biyolojinizin de bir parçasıdır. Artık bilim adamlarınız atomun boyutlar arası olduğunu kabul ettiler, fakat onlar boyutların 11 olduğunu düşünüyorlar ve bir boyutu gözden kaçırıyorlar, 0'ı boyut olarak saymıyorlar.

Yakında gezegendeki tüm maddenin özünde 12 boyut olduğu anlaşılacaktır. Sizler insan genomunun haritasını çıkardınız. Bu, insanın karbon kopyasıdır, en azından kimyasal olarak görebileceğiniz bölümüdür. Yakında sizler, bu karbon kopyanın genel tablosunu ve kodlamayı göreceksiniz ve insan genomunun şifresi çözüldüğünde DNA'nın da 2 boyutlu değil, 12 boyutlu olduğu ortaya çıkacaktır. Bu boyutlar arası kalıplar, karma, yaşam dersleri, eski kimliğinizin damgası, ruhsal kontratınız ve astrolojik manyetik niteliklerinizdir. Doğumunuzun enerjisi, günü, saati, anı, güneş sisteminin o andaki konumu-hepsi DNA'nın kimyasal değil, manyetik bölümünde damgalanmıştır. O, yerçekimi ve zamanın çevresinde sarılıdır ve biliminiz bunu keşfedecektir. Zeki- DNA'nın, bu şifresinin keşfi ile bilim, yalnızca bildiği ve olduğu gibi kabul ettiği evrim sürecinin çerçevesi içinde, kendi kendisini yaratmış olamayacak kadar mükemmel bir şeyi görmekle kalmayacak, bulmacanın kodunu da görecektir. Sevgili İnsan, unutmayın ki madde ve yaşam ayrılmaz bir bütündür ve her ikisi de evrenler gibi boyutsaldır.


Sizler, kendinizi bulmaya daha çok yaklaştıkça, eşiğe de yaklaşıyorsunuz, boyutsallığınızı keşfetme ve gezegeninizde boyutlar arası yeni bir yaşamı kurma yolunda hızla ilerlemektesiniz. Kutunun dışına çıkmaya ve olağanüstü keşiflere hazır olun, mezuniyetiniz çok yakındır.


kryon.jpg

Bu konuyu yazdır

  KARMİK BAĞ KESME VE ŞİFALANDIRMA ÇALIŞMASI
Yazar: Emka - 06-07-2016, Saat: 12:20 - Forum: MEDİTASYON - Yorumlar (1)

Karmik Bağ Şifası, imgeleme ile yapılan meditatif bir ritüeldir. Aşağıda da bahsedeceğim şekli ile basittir ve kısa sürede  tamamlanabilir. Bu egzersizi pek çok elektronik veya basılı ortamda da rahatça bulabilirsiniz. Peki neden üzerinde duruyorum?

Toplumdaki ilişkilerin, birbiri üzerine yığılmış ve çözülmesi çok güçmüş gibi görünen sorunlarına başka bir açıdan yaklaşarak ruhsal farkındalığınızı arttırmak ve yöntem hakkında kısa bir hatırlatma yapmak istiyorum. Yakın çevremin –ve diğer ilgilenenlerin- buna ihtiyacı olduğunu görüyorum.

Diğer taraftan egzersizin muhteviyatı hakkında gelen soruları bir seferde cevaplamak istedim. Bana gelen soruların çoğu bu uygulamanın sonuçlarının, anlatıldığı ölçüde basit olmadığına inanan bir kesimden gelmektedir. Uygulayıcı, ilişkisinin olumsuz bir nitelik kazanabileceğinden korku  duyabilmektedir. Şüpheci bu zihnin sorularını yanıtlamak için kısaca bir açıklama da getireceğim.

Bizler Karmik Bağlarımızı, ebedi ilişkilerimizi yönetmek ve onlardan gerekli dersleri almak için oluştururuz. Karmik bağı oluşturan dinamikleri anlarsak bu gereksiz korkulardan da kurtuluruz.

“Karma çoğu kez başka bir insana zarar veya acı verdiğimiz ve de kendi irade özgürlüğümüzü dayatmak için onun irade özgürlüğünü ihlal ettiğimizde meydana gelmektedir. Aslında irade özgürlüğünün doğru kullanılışı (sadece) kendimiz için değil, olaya dahil olan herkes için en iyi olanı arayıp bulmakla ilgilidir. Başkalarına çektirdiğimiz acıyı biz çekmek zorunda kaldığımızda ise, ruh düzeyinde, bu eylemimizin ne kadar yanlış olduğunu ve böyle bir şeyi bir daha asla yapmayacağımızı anlamaya başlarız. Bu, ruh varlığının gelişme yollarından biridir.”  (*) Uzlaşmanın İyileştirici Gücü– *Jan Erik Sigdell

Örneğin çocukken sizin dış görünümünüz ile alay eden arkadaşınız bugün muhtemelen hakkınızda bir karmaya sahiptir. Burada asıl bahsi geçmesi gereken karmanın işlerliğini görmeye yanaşmayan bir zihne sahip oluşumuzdur. Bizler “suçlu” konumda bulunmayı kabullenemeyiz. Bunun farkına varmak istemeyen zihin iyi ve kötü arasında çelişkisini daima yaşar. Kendi fikirlerini haklı gördüğü platformlarda sürdürme çabasındadır. İlişkiler  çıkmaza girdiğinde ya da çektiğiniz acıların tedavisini ararken, tüm bunların sizin de bir zamanlar birilerine benzer acılar yaşatmış olmanız ile bağlantılı olduğunu keşfederseniz “bağışlanma” beklersiniz. Karma, ruh tekamülünüzün sizle sıkı sıkıya ilintili ve tüm ıstıraplarınızın odağında yine sizin olduğunuzu farketmenizi sağlayan bir aynadır.

Meditasyona geçmeden önce, bağların nasıl oluşabileceği konusunu açıklamayı gerekli görmediğimi belirtmek istiyorum. Onlar bu konudaki terapistlerin uzmanlık alanıdır. Nihayetinde ilişkide olduğunuz durum ya da kişi ile aranızdaki enerji bağları olduğunu bilmeniz yeter. Enerji akışını çalışmalarınız sırasında göremeyebilirsiniz de. Ancak varlıkları, karma temizliği yapıldıktan ve ilişkiler yeni bir boyut kazandıktan sonra yaşanan tecrübelerle  kesinlik kazanır. Düşünce ve hayallerimizi de göremeyiz ve vardırlar.

Yöntem; Karmik Bağın Şifalandırılması ya da Kesilmesi olarak anılır. Ve Başmelek Mikail’in de adlandırdığı gibi ona “Yatay Bağlantı Egzersizi” de diyebilirsiniz. Onun akıcı ve sade yöntemini aşağıda veriyorum. Her yerde bir iki dakika içerisinde yapabilirsiniz. Ama rahatsız edilmeyeceğiniz bir ortamda geniş bir zaman dilimi içerisinde yapmanızı tavsiye ederim. Gözlerinizi kapayınız. İster ayakta, isterseniz oturur vaziyette olunuz. Önce topraklanmanız gerekir. Topraklanmak sizin kendinizi bir ağaç gibi hissetmenizi gerektirir. Kökleriniz ile Anne Dünyanın merkezine, dallarınız (başınız) ile gökyüzünün sonsuz mavi derinliklerine bağlandığınızı hayal edin…

karmic_relationship_twin_flames.jpg


“Vucudunu bir ağaç olarak hayal et, köklerin omurganın bitiminden toprağa doğru uzanıyor ve dünyanın merkezine ulaşıyor. Dünyanın merkezine bağlandığında kendini iyi, düşüncelerinin sakin ve berrak olduğunu hissediyorsun. Böylece ruhunun yoğun varlığı insani yanınla yanyana varolabiliyor. Bu zihinsel bir çalışma değildir. Oyun gibi bu yeni ilişkiyi derinden hissetmek için kendine izin ver. Şimdi ilişkini değistirmek istediğin herhangi bir kişiyi hayal et, örneğin bir aile bireyi, annen, baban, çocuklar, eş, çalışma arkadaşı, arkadaş, eski veya yeni sevgililer. Fiziksel olarak orada bulunmaları gerekmez, sadece önünde durduğunu hayal et ve ona yeni bir ilişki önermek istediğine dair iletişim kur…”

Son satırdan itibaren hatırlatma: Görmek istediğiniz kişiyi ruh olarak hayal etmek isterseniz onu bir ışık olarak tasavvur edin. Ruhların böyle görülmesi sizin içinde etkileyici olacaktır. Ona yeni bir ilişki öner ya da varolan ilişkini sonlandırmayı rica et. Çoğunlukla varolan ilişkiyi kesmeyi seçebilirsiniz. Bunu kalbinizden gelen sözlerle, sesli olarak ifade edebilirsiniz. Ben genellikle; “Bana yaşattığın tüm deneyimler için teşekkür ederim. Bundan böyle özgür iradem ile seçimlerimi yapmak istiyorum. İkimizinde yeni deneyimlere açılabilmesi için aramızdaki karmik bağın sonlandırılmasını talep ve rica ediyorum.” şeklinde ifade ediyorum.

“Bu kişiyle çakraların her biri arasında bir enerji bağı olduğunu hayal et. Her çakra icin, seçimine göre bir aletle, bu bağı kestiğini düşün. Bazıları bu ‘bağlı’ ilişkiden kopmak için makası tercih eder, başkaları kılıç hatta zincirli testere. Bittiğinde, biraz dur ve bazı çakralar arasındaki bağı koparırken daha fazla zorlanıp zorlanmadığına bak. Niyetini güçlendirmek için bir kaç kez geri gitmen gerekebilir. Aynı zamanda içten bir rahatlama ve huzur hissettin mi? Her seansın sonunda, bu yatay bağlantının düzgün olduğundan emin ol ve bağı kopardığın kişi için de bu bağlantıyı kurduğunu hayal et. Pratik yaparak, kendini bu dikey ilişkilerden, önünde bir ayna olduğunu ve vucuduna yansıtılmaya çalışılan şeyleri geri yansıttığını hayal ederek kolaylıkla koparabilirsin. Bağını kopardığın insanların seni arayıp çözülememiş meseleleri konuşmak isteyecek kadar açık olmaları ender rastlanan bir durum değil. Aynı zamanda bu yeni özgürlük duygundan dolayı fazlasıyla ihanete uğramış gibi hissedebilirler kendilerini. Onlara kendini sevmenin tüm ilişkilerini nasıl değiştirdiğini açıkla.” (*) Traddling Your Freedom – *Arcangel Michael

Karmaİsteğinizi ilettikten sonra ve bağınızı koparmadan hemen önce karşınızdaki kişinin bunu başı ya da hareketleri ile onayladığını hayal edin. Ruhsal varlıklar bizlerin deneyimlerine saygılıdırlar. Ruhlar (ya da kişiler), karmanın kesilebileceğini sizin anlayabileceğiniz (veya hissedebileceğiniz) şekilde onaylarlar. Korkulanın aksine bu yeni ilişki size özgürlük verecektir. Bir takım tavır ve duygulara saplanıp kalmayacak, özgür seçim evreninde yeni deneyimlere yönelebileceksiniz. Karmik bağlarınızı yüksek titreşimli bir enerji olan “Sevgi” ile salmanızı öğütlüyorum. Yeri boşalan enerjiyi sevginiz ve anlayışınız ile doldurun. Elbette yaşadığınız acı dolu anlar hatıralar sizlere eşlik edecektir. Ancak bu dünyada yaptıklarımızın bizleri yansıtan bir ayna olduğunu unutmadan,  ruh kardeşlerinizden taleplerinizi nazik ve rica ile yapınız. Onlar deneyimlerinizde size şefkatle eşlik etmektedirler. Kopan bağlar spiral (telefon kordonuna benzer) olarak hayal edilebilirler. Onları mor bir alevin içine atınız. Orada yandıklarını ve yükselen dumanın evrene karıştığını görün.

Son olarak belirtmek isterim ki, Karmik bağlar sonlandırıldığı andan itibaren yeni farkındalık katmanları harekete geçer. Bir çözüm hemen altından, başka bir karmik temizliğe olanak verecek ilhamı ortaya çıkartır. Ufkunuz genişler. İşte cesaret sizin için bu noktada anlam kazanır. Maceranız, yargılarınızdan kurtulmayı özlediğiniz ve özgürlük denilen uçurumun kenarından aşağı gözü kapalı atlamaya cesaret ettiğinizde başlar.

Sevgiler.

Bu konuyu yazdır

  RÜYALARDA GELECEĞİ GÖRÜYORUZ
Yazar: Spiritüeller - 05-07-2016, Saat: 01:57 - Forum: BİLGİ PAYLAŞIMI - Yorum Yok

John W. Dunne adlı bir İngiliz, gelecek ile ilgili olayların rüyalarda görülebilmesiyle ilgili araştırmalarıyla tanınmıştır. W. Dunne: "insanlar geleceği görebilme gücüne acaba farkında olmadan sahip midir?" diye sormaktadır. Acaba henüz olmamış fakat ileride olacak bazı olaylar bir an için gözümüzün önünden geçiyor ve biz bunu fark etmiyor muyuz?
Geleceği önceden görebilmek meselesi yeni bir konu değildir... Asırlardan beri bazı sıradışı insanların kehanet gücüne sahip olduklarına inanılmıştır. Hatta inanışın da ötesinde, tarih içinde örnekleri de görülmüştür.

W. Dunne'nin hazırlayarak bilim adamlarına sunduğu raporda, rüyalarda gelecekten haber alınabileceğiyle ilgili kanıtları ortaya koymaya çalışmıştır. John W. Dunne, İngiltere'nin ilk askeri uçağının planını çizen dünyaca tanınmış bir uçak mühendisidir.

1928'lerde yayınladığı "Zamanla Bir Tecrübe" adlı eserde, W. Dunne, geleceği görme sahasında yaptığı araştırmalarını açıklamıştır. O yıllarda bilimsel çevrelerden çok miktarda eleştiri almasına rağmen aynı zamanda birçok psikolog ve fizikçi için yeni araştırma sahaları açmıştır.

W. Dunne bir şeyi daha evvel görmüş olmak duygusunun, aynı deneyimin daha önce bir rüyada insanın başından geçmiş olabileceğini iddia etti. Kendisini bu araştırmalara sevk eden, görmüş olduğu bir rüyası olmuştur.

W. Dunne o rüyasında kendisini bir adadaki dağın yamacında görmüştü. Dağın üzerindeki çatlaklardan duman ve buhar sütunları yükseliyordu. Bu manzara karşısında: "Tanrım, bütün dağ infilak edecek!" diye bağırmaya başlamıştı. Rüyanın daha sonraki bölümünde W. Dunne kendisini başka bir adada bulmuştu. Ölüm tehlikesindeki adalıları taşıyarak gemiler aramakla meşguldü. Kendisine yardım etmeyen Fransızlarla kavga ediyordu.

Bu rüyayı gördüğünde Afrika'nın tenha bir köşesinde bulunuyordu. Oraya gelen gazetelerde şu satırları okudu: "Martinigue'deki yanardağı patlamasında 40.000'den fazla insanın öldüğü tahmin ediliyor..." W. Dunne yazının geri kalan bölümünde patlamanın rüyasında gördüğü şekilde olduğunu okudu. Rüya gerçeğe uygundu... Bu olay üzerine uzun zaman düşünen W. Dunne, seneler sonra ikinci bir rüya gördü...

Bu rüyasında: "Yüksek demir parmaklıklarla çevrili iki tarlanın arasındaki yolda yürümekteydi. Aniden tarlanın birindeki bir at kişnemeye ve hiddetle tepinmeye başladı. Parmaklığa göz atan W. Dunne'nin içi rahatladı. Hayvan bunun üzerinden atlayamazdı. Fakat birkaç dakika sonra arkasında nal sesleri duyarak başını çevirdiğinde, azgın atın arkasından geldiğini gördü."

251220141716565994941.jpg


Ertesi gün mühendis kardeşi ile balığa çıkmıştı. Yolda giderken bir aralık kardeşine: "Şu ata bak!" diye haykırdı. Etrafına bakındığında, rüyasında gördüğü yerde atın durduğunu hayretler içinde fark etti. Yüksek parmaklığın arkasında da rüyasında olduğu gibi bir at çılgınca tepinmekle meşguldü.

W. Dunne: "Her şey rüyamdaki gibi olacak değil ya... Bu atın parmaklığı aşabileceğini zannetmiyorum" dedi. Fakat daha sözlerini bitirmemişti ki, at, parmaklığın üzerinden atladığı gibi üzerlerine saldırdı. İki kardeş zar zor kaçarak kendilerini kurtarabildiler. Bu olay W. Dunne'yi çok etkilemişti. Atın saldırması değil, rüyasının gerçekleşmesi onu oldukça rahatsız etmişti...

W. Dunne bu türden rüyalar görmeye devam etti. Rüyalarda şaşılacak bir şey yoktu... Şaşılacak olan bu rüyaların gerçekleşmekte olduğuydu!... W. Dunne ilk önceleri geleceğe ait olayları görme duyusunun yalnız kendisine ait olduğunu zannediyordu... Ama bu tip olaylarla karşılaşan arkadaşları dinledikten sonra, bu olaylarla karşılaşan çok sayıda kişinin bulunduğunu fark etti. Bu da onu araştırmaya ve olayın ardındaki gizemi çözebilmek için büyük bir çabaya yöneltti.

İlk araştırmaları, insanın geleceği görmesine engel olan şeyin uykuda bazı şartlar altında ortadan kalkabildiği gerçeğiyle karşılaşmasını sağladı. Fakat herkes bu şekilde geleceği göremiyordu. Kaldı ki birçok kişi uykudan uyandıktan sonra rüyalarım unutuyordu. Bu da ayrı bir sorundu. Belki de birçok kişi gelecekle ilgili bilgiler almakta fakat daha sonra uyanınca bunu unutmaktaydılar...

W. Dunne çalışmalarını sürdürürken rüyalarını unutmamak için kağıdını kalemini yatağın kenarında bulunduruyor ve gördüğü rüyaların tümünü uyandıktan sonra derhal not ediyordu. Tanıdıklarına da, rüyalarını bu şekilde kaydetmelerini söylüyordu.

Oxford Üniversitesi'nin öğrenceleri arasında yapılan bu tip deneyler; şaşırtıcı sonuçlar verdi. Geleceğe ait rüyaların geçmişe ait olanlardan çok daha fazla olduğu ortaya çıktı!...

"Zamanla Bir Tecrübe" adlı eserini bu araştırmalara dayanarak yazdı. W. Dunne daha sonraları, rüyaların geleceği öğrenmek için tek yol olmadığına karar verdi. Çok geçmeden uyanıkken de geleceğe ait bazı kehanetlerde bulunabildiğini keşfetti. Örneğin bazen hiç okumadığı bir kitabı eline alarak bunun içindeki olaylardan bahsedebiliyordu.

W. Dunne gördüğü rüyaların gerçekleşmesinden çok etkileniyordu. Bu olaylar, kendisine görünmeyen bir alemin görünmeyen bazı prensiplerini görünür kılıyordu. Ve sonunda insanın içinde büyük bir sırrın saklı olduğu gerçeğini kabul etti. Yaşamı boyunca çok sayıda insanın haberci rüyaları ile ilgili geniş bir araştırma yapan W. Dunne, özellikle kendisine anlatılan rüyaların içlerinden birkaç tanesini hiç ama hiç unutamadığını ifade etmiştir...

Bu konuyu yazdır

  İSTEDİĞİMİZ HAYATI YARATMAK
Yazar: Spiritüeller - 05-07-2016, Saat: 01:03 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM - Yorum Yok

Eğer şu ana kadar isteklerimiz gerçekleşmediyse, en şiddetli arzularımıza ulaşamadıysa; eğer hayatımıza hiç istemediğimiz şeyler girdiyse, eğer mutsuzsak veya yenilgiye uğradıysak, bütün bunların sebebini Rezonans Kanununda bulabiliriz. Pierre Franckh, bu kitabında Rezonans Kanununu kavrayıp onu nasıl kullanacağımızı anlamaya başladığımız anda, hayatımızdaki her şeyin mümkün olabileceğini anlatıyor. Yazar, hayatımızı kalbimizle değiştirebileceğimizin de altını çiziyor.

Düşünce gücümüzle maddeye etki edebilir miyiz?
Kim olmayı istiyorsun?
İsteklerimizi hangi yolla yayıyoruz?
ideal partneri yaşamımıza çekmemizi sağlayan en uygun rezonans alanını nasıl oluştururuz?
Rezonans alanın yazılı ve görsel izlenimlere nasıl tepki verir?

Eğer istediğimiz sonuçları elde etmeye çalışıyorsak; düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız. Çünkü hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans alanı oluşturur ve biz isteklerimizi yönetebiliriz.

İmkansız, sadece bizim imkansız olduğunu düşündüğümüz şeydir.
Belki de şu anda imkansız olduğunu düşündüğün şey, işte bu sınırsız olanakların imkansız olmadığı fikridir. Öyleyse bu senin şahsi kanaatindir. Bunun doğru ya da yanlış; iyi ya da kötü bir tarafı yok. Bu senin, kendi kanaatindir ve yaşamın da bu doğrultu da ilerleyip gelişecektir.
Ama ya hayat görüşün ve inandıkların yanlış bilgi ve olgulara dayanıyorsa?
En yeni bilimsel araştırmalar, duygu, düşünce ve inançlarımız sayesinde olduğumuzu, hiçbir şüpheye yer bırakmazsızın ispatlıyor. Zira duygularımızla desteklenmiş ve kaydedilmiş inançlarımız muazzam bir rezonans alanı oluşturuyor. Ve bu rezonans alanındaki titreşimlerle uyum içinde olan her şey, evet dünya üzerindeki her şey, bu titreşime ayak uydurmak durumunda kalıyor.
Demek ki asıl soru şu: Sen şu anda hangi rezonans alanını oluşturuyorsun? Ve bu soruyla kendimizi konunun tam ortasında buluyoruz.

creation-e1425997932832.jpg


Rezonans Nedir?

Resonantia = Akis
Rezonans = Eko, yankı, titreşim

Rezonans Kanunu, evrendeki her şeyin birbirleriyle titreşimler aracılığı ile nasıl iletişim halinde olduğunu anlamamızı sağlar. Vücudumuzun her bir organı ve hücresi de dahil olmak üzere dünyadaki bütün nesnelerin ve canlıların kendilerine has bir titreşimleri vardır. Bu, madde içinde böyledir. Maddenin titreşim enerjisini incelediğimizde farklı objelerin genellikle farklı frekanslarda titreştiğini görürüz. Bazıları da aynı ya da benzer frekansta titreşir.
Bunu piyanodan da biliriz; piyanonun herhangi bir tuşuna bastığımız zaman, bu tuşla uyumlu olan diğer bütün teller de titremeye başlar. Notaların daha pes ya da tiz olması, hiç önemli değildir. Uygun frekansta olmaları onların titreşime geçmeleri için yeterlidir.
Diğer insanlar, nesneler veya olaylar, eğer bizimle aynı frekansta iseler, içimizde oluşturduğumuz titreşim alanına karşı koyamazlar. Bizim titreşimlerimize tepkisiz kalmaları mümkün değildir. Nasıl ki piyanonun basılan tuşuyla aynı frekanstaki diğer teller bu tuşun hareket ile titreşmek durumunda kalıyor ise, bizimle aynı frekanstaki insanların, nesnelerin ve olayların da bizim titreşimlerimize katılmaktan başka seçeneği yoktur.
Peki ama diğer varlıkların bizim enerjimizle titreşime geçmesi bize ne yarar sağlar? Burada, Rezonans Kanununun şu temel kuralı devreye giriyor: BENZERLER BİRBİRİNİ ÇEKERLER.

Bizim titreşimlerimizle uyumlu olan her şey, karşı koymaksızın bizim hayatımıza çekilecektir. Bu, bizim için her zaman olumlu bir şey anlamına gelmez. Mesela titreşim bazen maddeyi tahrip edecek kadar kuvvetli olabilir. Bir opera sanatçısı sadece sesinin gücü ile bir bardağı çatlatabilir. Burada yaptığı şey enerjiyi boşluktan bardağa iletmektir. Eğer bardağa iletilen enerji bardakla aynı titreşime sahipse, yani bardağın moleküler yapısı ile aynı frekanstaysa, basınç bardağı çatlatacak kadar büyük olabilir.

Biz bir bardak gibi çatlamayız tabii ki. Ama içimizdeki negatif titreşim enerjisi olarak adlandırdığımız şey; bizde hoşlanmadığımız, huzursuzluk verici hislerin uyanmasına, hatta belki sarsıcı olayların yaşamımıza çekilmesine sebep olabilir.
İşte bu yüzden, nasıl bir titreşim içinde olduğumuzun, bilerek veya bilmeyerek hangi rezonans alanını oluşturduğumuzun farkına varmak, bizim için çok mühimdir.

İsteklerimizi Hangi Yolla Yayıyoruz?
Ön yargıları yıkma, atomu parçalamaktan daha zordur Albert Einstein
Kalp, ezelden beri sevginin en kuvvetli sembolü ve duygularımızın merkezi olarak kabul edilirdi. Ama sonra tıp ve modern bilim ortaya çıktı ve bize, kalbin sadece vücudumuzda kanın dolaşımını sağlayan bir pompa olduğunu yutturmaya çalıştı. Biz normal insanlar ise, elimizde halihazırda bunun aksini kanıtlayacak herhangi bir delilimiz olmamasına rağmen, kalbimizin duygularımızın merkezi olduğu inancımızı asla kaybetmedik. 1993 yılında duyguların insan vücudu üzerindeki hakimiyeti hakkında bir araştırma yapılmak istenmiş ve bunun için duygularımızın oluşumundan sorumlu olduğu düşünülen bölgeye, yani kalbimize odaklanılmış. Oldukça çabuk, daha araştırmaların başında herkesi hayrete düşüren bir şey tespit edildi ve bu buluşun neden daha önce yapılmadığının şaşkınlığı yaşandı. Bu nefes kesici buluş; kalbin muazzam büyük bir enerji alanıyla çevrili oluşuydu. Burada bahsedilen alanının çapı yaklaşık iki buçuk metredir.

Bir düşünün, kalbimiz beynimizin oluşturduğundan çok daha büyük bir enerji alanı oluşturuyor. Bilim şimdiye kadar beynin, sahip olduğu elektromanyetik nabızlarla en büyük yayın alanına sahip olduğunu varsayıyordu. Ama şimdi bundan çok daha büyük bir enerji alanı bulundu, insan vücudundan dışarı uzanacak kadar kuvvetli bir enerji. Böylece ilk şaşkınlık atılmasıyla birlikte, akıllara kalbimizin etrafındaki bu enerji alanın nasıl bir görevi olduğu sorusu geldi. Geldiğimiz noktada ulaştığımız bilgiler şaşırtıcı olduğu kadar önemlidir de.
Kalbimiz tarafından oluşturulan elektromanyetik alan vücudumuzdaki organlarla iletişim halindedir. Hatta beyin ve kalbin arasında bir bağlantının bulunduğu ve bu bağlantıyla kalbin beyne hangi hormonları, endorfini ya da diğer kimyasalları salgılaması gerektiğini bildirdiği kanıtlanabildi.

Beynimiz bağımsız hareket etmiyor, aktiviteleri için gerekli sinyalleri kalbimizden alıyor.

Hepsi bu kadar da değil! bilim adamları araştırmalarında kalbimizden yayılan bu elektromanyetik alanın sadece duygularımız tarafından oluşturulmadığını ve gücünü diğer önemli bir kaynaktan, kanaatlerimizden; yani derin bir inançla bağlandığımız ve hayatımıza doğrultusunda yön verdiğimiz düşüncelerimizden aldığını buldular. Bütün duygu ve düşüncelerimiz kalbimizin enerjisinde bilgi olarak bulunmakta ve vücudumuzdan yayılan en kuvvetli sinyal olarak sadece beynimize ve organlarımıza değil, aynı zamanda dünyanın derinliklerine doğru taşınmaktadır. Bu ezeli gerçeğin yansımalarını kendini derin bir inançla savunmak bir şeyi kalpten istemek ve tabii kalbinin sesini dinlemek gibi bazı deyimlerimizde görmek mümkündür.

Kalbimiz, inanç ve duygularımızı elektromanyetik titreşimlere ve dalgalara dönüştüren bir tür aracı olarak hizmet eder. Ve bu elektromanyetik dalgalar vücudumuzla sınırlı kalmaz, bütün çevremize uzanır, bizi kuşatan her şeyle iletişim halindedir. Kalbimiz, bütün inançlarımızı, geleceğe yönelik düşlerimizi ve duygularımızı başka bir dile, titreşimlerin ve dalgaların kodlanmış diline çevirir ve bunları evrene gönderir.
İnançlarımız kalbimizin yaydığı elektromanyetik dalgalar sayesinde fiziksel dünyayla etki alışverişinde bulunur. Yayılan bu enerjinin ne denli büyük olduğunu HeartMath Enstitüsünün yaptığı araştırmalar gözler önüne seriyor:

Kalbin elektrik akımı (EKG), beyinde oluşan elektrik akımından (EEG) altmış kez daha kuvvetlidir.
Kalbin manyetik alanı ise beyninkinden beş bin kez daha kuvvetlidir.
Demek ki kalbimizle, beynimizle yaydığımızdan çok daha fazla enerji yayıyoruz. Peki bunu bilmek, bizim için neden bu kadar önemli? Çok basit, çünkü bu sayede, bazı dileklerimiz hemen gerçekleşirken, bazılarının gösterdiğimiz tüm çabalara rağmen neden bir türlü tezahür etmediğini anlıyoruz.
İsteğimizin gerçekleşeceğine gerçekten inanmadan olumlama (imgeleme) yaparsak ya da bir şeylerin hayalini kurarsak, sadece beynimiz elektromanyetik dalgalar yayarken, duygularımızın gerçek merkezi olan kalbimiz beş bin kat daha büyük bir kuvvetle, genellikle tereddüt ve korku olan asıl inancımızı dünyaya yayar. Bunun sonucu apaçık ortadadır; hayatımızda sadece kalbimizin derinliklerinde gerçekleşeceğine inandığımız şey gerçekleşecektir.

İnançlarımızı duygularımızla desteklediğimiz zaman yaydığımız enerji çok daha büyük olur. Ama üzgün, depresif ya da bitkinsek, istediğimiz şeyi dileyebiliriz, bu durumda kalbimizden yaydığımız hüzünlü duygular, mantığımızdan gelen isteklerden her zaman daha güçlü olacaktır. Peygamberle, günümüzün ve geçmişin dünyaca ünlü alimleri ve bilgeleri ısrarla Kalp gözüyle görmeyi öğrenmemizi söylerler.

Kalbimizle Dünyayı Değiştirebiliriz.

Tüm bu anlatılanlar, sahip olduğumuz inançların evrene yollandığı ve Rezonans Kanununun esaslarına göre evrende kendileriyle aynı titreşimdeki enerjileri aradığı anlamına gelir.

Benzerler birbirini çeker. Bizim enerjimizle rezonans içinde olan her şey hayatımızda tahakkuk edecektir. Sözün özü; inandığımız her şey yaşamımızda gerçekleşecektir.

Bu nedenle, isterken dikkat edilmesi gereken en önemli noktalar:

Ne dilersen dile, bunu mantık seviyesinden kalp seviyesine taşı,
İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için, bunun mümkün olduğuna kesinlikle inanmalıyız.
İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için önce kendimizi mutlu bir ruh haline sokmalıyız.
Öncelikle bilincimizi hedefimize yönlendirmeliyiz ki, hayatımızda gerçekleştirmek istediğimiz şeylerle etkileşime geçebilelim. Hayatımızda sadece derinden inandığımız şeyler gerçekleşebilir. Bu en başta kendi hakkımızdaki düşüncemiz için geçerlidir. Kendimizle ilgili görüşlerimiz yaşayacaklarımızı belirler. Tabii ki bu, bir şeyleri harekete geçirebilmek için gerekli olan güç ve kudrete sahip olabilmek için, bu kudretin bize dışarıdan verilmediğini, içimizden husule geldiğini anlamamız gerektiği anlamına da geliyor. Demek ki dış dünya, her zaman bizim iç alemimizi yansıtır.

İnançlarımız Dış Alemimizi Değiştirmeyi Nasıl Başarıyor?
Son yıllarda modern bilimin tespitlerinde köklü değişiklikler oldu. Değişim 1995 yılında Rus Bilim Akademisinde Vladimir Poponin ve Peter Gariaev yönetimindeki araştırmalarla başladı. Bu iki bilim adamının deneylerinin sonuçları o kadar hayret vericiydi ki, bu deneyler Amerikada tekrar edildi ve sonuçta orada kamuoyuna duyuruldu.

Vladimir Poponin ve Peter Gariaev, foton adı verilen ışık parçacıkları vasıtasıyla DNAnın tutumunu incelemek istiyorlardı. Bu test serisinde vakum oluşturmak için bir borunun içindeki tüm havayı aldılar. Artık vakumda bile kesin bir hiçlik olmadığı biliniyor. Her mekanda özel aletlerle oldukça isabetli ölçülebilen fotonlar (ışık enerjisi) kalıyor. Böylece fotonlar borunun vakumunda oldukça düzensiz bir şekilde dağıldı.

Bir sonraki adımda boruya insan DNAsı verildi. Ve o anda çok şaşırtıcı birşey oldu. Parçacıklar DNAnın varlığında daha farklı sıralandı. DNA, fotonlara direkt olarak etki ediyordu. Sanki görünmez bir güçle, fotonları, boruda düzenli bir şekilde sıralamıştı. Artık bu deneyde kesinleşen şey şuydu; İnsanın DNAsı, fiziksel dünyaya direkt etki ediyor.

Klasik fizikte, daha önce böyle birşey gözlemlenmemişti. Dahası, klasik fiziğin alışılagelmiş mantığında, böyle bir şeye yer yoktu. Yani fotonlar insanların açıklayamadığı bir tutum sergiliyordu. Aslında bu yeteri kadar heyecan vericiydi, ama daha sonra olanlar tartışmasız bir devrim niteliğindeydi Bilim adamları, DNA yı borudan aldıkları zaman, fotonların düzenli sıralarını bozup dağınık hallerine geri döneceklerini düşünmüştü. Ama beklenenin tam tersi oldu! Fotonlar sanki DNA hala oradaymış gibi düzenli sıralarında kaldı.

Araştırmacılar deneyleri defalarca tekrarladılar, varılan sonuç aynıydı; fiziksel olarak ayrılsalar bile DNA ve fotonlar arasında hala bir bağ vardı. Görünüşe göre, kuantum fiziğinin kuantum alanı dediği bir alan aracılığıyla birbirleriyle bağlantılıydılar. Boşluk olarak tabir ettiğimiz şey aslında hiç de boşa değildir, bilakis içinde milyarlarca verilerin dalgalar aracılığı ile hareket ettiği ve yayıldığı bir alandır.

Bu deney Rezonans Kanununu anlayabilmemiz için oldukça aydınlatıcı olmuştur. Ayrıca bu enerji alanını ayrıcalıklı kılan ise; tanıdığımız hiçbir enerji türüne benzememesidir.

Sıkı dokunmuş bir ağ gibi işlediği görülen enerji yüklü bu alan, iç ve dış alemimiz arasında bir nevi köprü görevi görür.
Tıpkı ses dalgalarının, havayı taşıyıcı olarak kullandığı gibi, yaydığımız inanç ve düşünce gücü de dünyaya taşınabilmek için bir aracıya ihtiyaç duyar. Burada, kuantum alanı devreye girerek, bu aracılık görevini üslenir.

Bu enerji alanı, farkında olsak da olmasak da her şeyle ve herkesle bağlantı içinde olmamızı mümkün kılar.
Bu esnada alıcının bizden ne kadar uzaklıkta olduğunun hiçbir rolü yoktur. Bu alıcı yan komşumuz da olabilir, dünyanın öbür ucunda bulunan bir kişi de olabilir. Oluşturulan ve yayılan rezonans alanı, her zaman doğru kişiye ulaşır. Böylece istediğimiz hedefimizle aramızda, enerji yoluyla kesin ve aktif bir bağlantı kurabileceksek eğer, neden en büyük arzularımızın gerçekleşmesi için daha fazla bekleyelim ki?

Kuantum alanı sayesinde herşeyle ve herkesle hemen bağlantıya geçebiliriz. Tek yapmamız gereken şey bunun için bir adım atmaktır;
Rezonans Kanunu, her zaman evet der.
İnançlarını her zaman doğru çıkarır.
Sana karşı gelmez.

Mesela, hayatının önemsiz olduğuna ve hiçbir anlam taşımadığına mı inanıyorsun, bu inancın, onaylanacaktır.
Gerçek, büyük bir aşkı hak ettiğine mi inanıyorsun, para, manevi ve maddi zenginliği hak ettiğine; hayatının derin, her şeyi kuşatan bir anlamı olduğuna mı inanıyorsun, bu inancın yaşamında gerçekleşecektir.

Neye inandığın enerjinin umurunda değildir, inancın yüksek ahlaki değerler taşıyabilir ya da çok kötü bir şey olabilir sana fayda sağlayabilir ya da hayatını zorlaştırabilir, enerji işin ahlaki kısmıyla ilgilenmez ve yargılamaz.
Enerji daima senin yaydığın içtekiler doğrultusunda çalışır.

İç alemimizde sahip olduğumuz her şey, dış dünyada da karşımıza çıkacaktır.

Dünyada karşılaştığımız her şeyin bir kaynağı vardır ve bu kaynak düşüncelerimizdedir. Eğer istediğimiz sonuçlara ulaşmak istiyorsak, düşüncelerimizi kontrol etmeye başlamalıyız, çünkü düşündüğümüz her şey bir rezonans alanı oluşturur.

Uzun süreli ve sık olarak düşündüğümüz, hissettiğimiz ve söylediğimiz her şey rezonans alanımızı yoğunlaştırır. Bu yüzden kaybetmek hakkında her düşünce kaybetmek, kazanmak hakkındaki her inanç da kazanma ihtimalini kuvvetlendirir. Bu yüzden dış dünyada değiştirmek istediğimiz her şeyi düşünce gücümüzle değiştirebiliriz.
İçindeki yaratıcılığı hatırla ve onu bilinçli olarak kendi iyiliğin için ve diğer insanların iyiliği için kullan!

Arzularımız gerçekleşmek üzere bizi nasıl bulur?
Artık aydınlık getirmemiz gereken tek nokta, bizimle etkileşime geçen enerjinin, bizi nasıl bulacağı konusudur. Sonuçta evrende milyarlarca DNA var ve bunların her biri enerji alışverişinde bulunuyor. Peki, evren arzularımızı, daha doğrusu arzulananı yolunu şaşırmadan bize nasıl iletir?

Bir yandan sürekli yayındayız. Rezonans alanımızı durmaksızın pozitif ve negatif düşüncelerimizle programlıyoruz. İstek ve amaçlarımızı koruduğumuz sürece, korku ve endişelerimiz içinde aynı şey geçerli, rezonans alanımız bizimle aynı titreşimde olanları bize çeker. Diğer yandan ise hepimiz “kod†olarak adlandırdığımız genetik bir isme sahibiz. Kriminal teknik ve babalık testi ile ilintili olarak bu kavramı daha önce duymuşsunuzdur. Her bir hücrenin DNAsı da, aynı parmak izi gibi, eşsizdir. DNA, başkalarıyla karıştırılması mümkün olmayan genetik bir parmak izi bırakır. İşte bu enerji içinde geçerlidir. DNAmızın enerji parmak izi , açık ve net bir adres bırakır. Titreşim o kadar belirgindir ki, her zaman bizim için en uygun çözümü bulur.

Düşünce Gücümüzle Yeni Bir Gelecek Oluşturabilir Miyiz?
Zaman hiç de göründüğü gibi değildir. Sadece bir yöne doğru hareket etmez ve gelecek, geçmişle aynı zamanda mevcuttur.

Albert Einstein
Düşünce gücümüz sayesinde geleceğimizi etkileyebilir miyiz? Kesinlikle evet! Bunu yapabiliriz, hem de tahmin ettiğimizden daha fazla. Kuantum fizikçilerinin nefes kesici buluşları hayatımızı her an tamamen değiştirebileceğimizi ve istediğimiz her şeyi değiştirebileceğimizi, bize bir kez daha gösterdi.
Bildiğimiz gibi düşünce gücümüzle enerji yaymaktayız. Tabii ki sadece biz değil, diğer bütün insanlarda aynı şekilde enerji gücü yaymakta. Aynı titreşimdeki enerjiler birbirlerini çektikleri için tıpkı bizim diğer insanları ve olayları kendimize çektiğimiz gibi başka insan ve olayların da bizi çekiyor olması doğaldır. Buradaki tek koşul, iki enerjinin birbiriyle uyumlu olması yani titreşimlerinin birbirine yakın olmasıdır.
Bu arada kuantum fiziği, kuantum dalgası denilen şeyin, örneğin; düşünce ve inançlarımızın, sadece fiziksel olarak yayılmakla kalmayıp zaman içine de yayıldığını bulmuştur. Yani inançlarımız sadece yer değil, zaman da değiştiriyorlar (zaman dalgaları). Demek ki œnormal kuantum dalgası diye adlandırdığımız, geçmişten geleceğe giden kuantum dalagaları var. Bunun dışında, bir de birleşik karmaşık dalgalar olarak adlandırdığımız gelecekten geçmişe yayılan dalgalar vardır! Hayret verici değil mi? Ama gerçek. Geleceğe yayılan dalgalar “teklif dalgası†, geçmişe geri dönen dalgalar ise “eko dalgası†olarak adlandırılır.

Eğer bu iki dalga karşılaşırsa, yani gelecekten gelen bir eko dalgası, bizim yolladığımız bir teklif dalgasına rastlarsa, bu durumda dalgalar birbirlerini modüle ederler ve ikisinin ortak ürünü olarak ortaya olay ihtimali dediğimiz şey çıkar. Kuantum fiziğine göre bir olayın gerçekleşmesi ihtimali, geçmişten gelen teklif dalgası ile gelecekten gelen uygun bir eko dalgasının buluşması sonucu ortaya çıkar . Bu şu anlama gelir : Sadece geçmiş geleceği değil, aynı zamanda gelecek de geçmişi etkiler.

Aklımız bunu idrak etmekte biraz zorlanabilir, çünkü şimdiye kadar hep zamanın geçmişten geleceğe, doğrusal bir biçimde ilerlediğini düşünmüştük. Şimdiyse bunun tam tersinin de mümkün olması aklımız için şaşırtıcı. Demek ki : Gelecek dışarıda bir yerlerde, çoktan beri mevcut. Aksi halde geçmişe, yani bizim şimdiki zamanımıza, dalgalar yollaması mümkün olmazdı. Senin geleceğin de şu an, şu saniye mevcut. Ama yine de geleceğinin akışı önceden belirlenmemiş, zira geleceğin çeşitli mahiyetlerini seçme imkanına sahibiz.
Tabii ki bilincimiz, sadece bir tek zaman algılıyor. Farklı bir şey tanımıyoruz. Bu şaşılacak bir şey değil, sonuçta duyularımız çok sınırlı.Bütün ışık yelpazesinin sadece % 8ini algılayabiliyoruz. Geri kalan % 92lik gerçeği, aynı şekilde bizi çevrelemesine rağmen algılayamıyoruz. Aslında var olduğu halde tamamen yok sayıyoruz.
Ama yine de etrafımızda hiç tanımadığımız diğer enerji titreşim, dalga ve bilgilerle çevrili.
Bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir. Sokrates
Teklif dalgamız tüm geleceğimizi dolaşır. İster bir saniye sonrası, ister bir ya da on yıl sonraki olaylar olsun, tüm olasılıklar tek tek kontrol edilir. Bu aşamada kuantum fiziği şu fenomeni keşfetmiştir: Gelecekteki olay, zaman açısından ne kadar yakındaysa, rezonans da o kadar nettir. Bu şu anlama gelir; “Gelecekte gözlediğim bir olay zaman açısından bana ne kadar yakınsa, o olayın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği kararı o kadar kesindir.
Yakın gelecekteki bütün olayları, bugünkü bilincimiz belirler.
İşte bu noktadan sonra istemek konusuna varıyoruz. Zira istemek birçok ihtimalden birini yaşamımıza çekmekten başka bir şey değildir.

Bir şey istediğimizde, bu doğrultuda bir teklif dalgası yolluyoruz.
Bu dalga, bir eko dalgasıyla irtibata geçiyor.
Bir gerçekleşme ihtimali meydana getirebilirsek istediğimizin gerçekleşmesi için en uygun şartları sağlamış oluyoruz.
İç alemimizde sahip olduğumuz her şey, dış alemde de karşımıza çıkacaktır.
Zira dış dünya her zaman iç alemimizi yansıtır.
Ancak bilincimizi hedefe yönlendirirsek yaşamımızda sahip olmak istediğimiz şeylerle etkileşime geçebiliriz.
Eğer istediğimiz sonuçlara istiyorsak; düşüncelerimizi, duygularımızı ve inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız, zira hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans alanı oluşturur.




Kaynak: Rezonans Kanunu-Pierre Franckh

Bu konuyu yazdır

  TEMBELLİKTEN KURTULMA
Yazar: Emka - 04-07-2016, Saat: 23:04 - Forum: KİŞİSEL GELİŞİM - Yorum Yok

Gerekli işleri yapmak için bir türlü harekete geçemememizin sebebini kendimize hiç sorduk mu? Motivasyonumuzun neden eksik olduğunu merak ettik mi? Aslında bu soruların cevabını günümüz insanı merak etmekte ve tembelliğin sebeplerini araştırmaktadır? Hattâ birçok insan bu problemin çözümü adına birtakım seminerlere katılmakta, özel kurslar almaktadır. Bizden önce yaşayanların da bu tür problemleri vardı. Meselâ Birinci Dünya Savaşı öncesinde Doğu Anadolu'da halkla sohbetleri esnasında Bediüzzaman Hazretlerine şöyle bir soru sorulur: "Tembellik zindanına düşmemizin sebebi nedir?"

Bu soruya verdiği cevapta Bediüzzaman Hazretleri, insanı tembelliğe sevk eden ruh pozisyonlarını birer birer tespit ederek, bunlara Kur'ân ve hadîslerden yaptığı iktibaslarla ilâçlar sunmuştur. Bu cevaplar Münazarat adlı eserinde yer almış ve sonraları önemine binaen İhlâs Risalesi'nin sonuna da eklenmiştir.

Söz konusu bölümde Bediüzzaman Hazretleri, daha kolay anlaşılması için mücerret olanı muşahhaslaştırarak insanın motivasyonunu kıran, gayretini engellemek için uğraşan sekiz tane tavır ve duyguya şahsiyet elbisesi giydirir. Onları, insanın himmetini engellemek için uğraşan düşmanlar olarak vasıf-landırır. Bir savaş meydanı tasviri yapıp, o meydanda bir savaş manzarası çizer. Bu manzarada insanın himmeti, şevk atına binmiş bir savaşçıdır. Sekiz adet düşman da himmete hücum etmek için hazırdır.

caresizlik1.jpg


Ona göre, "Hayat bir faaliyet ve harekettir. Şevk ise, matiyyesidir (bineği, taşıtı). Bundan sonra metin şu şekilde gelişerek devam eder: İşte himmetiniz şevke binip hayat meydanına çıktığı vakit:

1- En evvel şiddetli düşman olan yeis gelir. Kuvve-i maneviyeyi kırmaya çalışır. O düşmana karşı; 'Lâ taknatu: Ümidinizi kesmeyin, kılıcı kullanılmalıdır.

2- Daha sonra önde görünme hırsının baskısı saldırıya geçer. Himmetin başına vurup, atından düşürmek için uğraşır. Önde görünme isteği, aslında birbirine hiç sıkıntı vermeden çalışılan Hakk'a hizmet hissinin yerini almış bir duygudur. O düşmana karşı bir ok veya mızrak gibi; 'Künü lillah: Allah için olun' hakikati gönderilmelidir.

3- Sonra zincirleme sebep-sonuç bağı ile kurulu sistemi atlamakla işi karıştıran acelecilik gelir. Himmetin ayağını kaydırır. Bu düşmana karşı; 'İsbirû ve sâbirû ve râbitû: İbadette, musibette ve günahtan kaçınmakta sabırlı olun; sabır yarışında düşmanlarınızı geride bırakın; her an cihada hazırlıklı bulunun.' (Âl-i İmran, 200) âyeti siper edilmelidir, bu âyetle korunulmalıdır.

4- İnsan tabiatı icabı sosyal bir varlık olduğundan, yapısı gereği haklarını korumakla, diğer insanlar içinde hakkını aramakla mükelleftir. Fakat bazen hakkını ararken kendi işlerini de dağıtan ferdiyetçilik ve ben merkezcilik ayağa kalkar. Bu düşmanla baş edebilmek için savaş meydanına himmeti âli bir savaşçı olan; 'Hayrunnâsi enfeuhum linnâs: İnsanların en hayırlısı onlara faydalı olandır.' hadis-i şerifi çıkarılmalıdır.

5- Beşinci olarak başkasının üşenmesine, tembelliğine özenerek hücum edip himmetin belini kırar. Bu düşmana karşı muhkem kale hükmünde olan; 'Ve alallahi la gayrihi fe'l yetevekkelül mütevekkilin: Tevekkül etmek isteyenler Allah'a güvensinler (başkalarına değil).' (İbrahim, 12) diyerek himmete sığınak yapılmalıdır. Başkalarının işte gevşeklik göstermesinden müteessir olmamak için, işin başından itibaren Allah'a tevekkül etmek gerekmektedir.

6- Sonra da acz ve nefsin itimatsızlığı yüzünden ortaya çıkan ve işi birbirine bırakmak mânâsına gelen gaddar düşman gelir. Himmetin elini tutup oturtmaya çalışır. Bu düşmanın üstüne; 'Lâ yazurrûkum men dalle izâhtedeytum: Siz doğru yolda oldukça, sapıtmış olanlar size zarar veremez.' (Maide, 105) yüksek hakikati çıkarılmalı ki; eli himmetin eline yetişemesin.

7- Sonra Allah'ın işine mü-dahale etmek mânâsındaki dinsiz düşman gelir. Himmetin yüzünü tokatlar, gözünü kör eder. Onun haddini bildirmek için de; 'Vestakim kemâ ümirt: Emrolunduğun gibi dosdoğru ol (Şura, 15), velâ tete'mmer âlâ seyyid: Efendine efendi olmaya çalışma.' hakikati ona gönderilmelidir.

8- Sonra bütün zorlukların anası ve bütün rezaletin yuvası olan rahata düşkünlük gelir. Himmeti esir alır ve sefalet zindanına atar. Buna karşı yüksek ahlâklı mücahit olan ve 'En leyse lil insane illa mâ sa'a: İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.' (Necm, 39) silâhını o sihirbaz cellâda gönderiniz. İnsanın fıtratı hareket üzere olduğundan, insanoğlu için meşakkatte büyük rahatlık vardır.

Bu konuyu yazdır